Deprem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Deprem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2021 Pazartesi

COVID-19 VE KÜRESEL SİSTEMİN GELECEĞİ: BİR KUM KAYMASI MI DEPREM Mİ?

COVID-19 VE KÜRESEL SİSTEMİN GELECEĞİ: BİR KUM KAYMASI MI DEPREM Mİ? 




Doç. Mahjoob ZWEIRI
Katar Üniversitesi Körfez Araştırmaları Merkezi Başkanı, Katar 

COVID-19 VE KÜRESEL SİSTEMİN GELECEĞİ BİR KUM KAYMASI MI DEPREM Mİ 

Güvenlikleştirme, Çin, Terörizm, Ulus Devletler, Doç. Mahjoob ZWEIRI, COVID-19, Küresel Sistem, Geleceği, Bir Kum Kaymasımı, Deprem , 

COVID-19 pandemisine tanıklık ederken akademik dünyada da bir pandeminin yayılmaya başladığını gözlemliyoruz. Mevcut COVID-19 dönemi abartılarak küresel dönüşümlerin müsebbibi olarak değerlendiriliyor. 
COVID-19’u tarihi bir dönüm noktası olarak tasvir etmek gerçekten ziyade bir klişedir. Bunun yerine, COVID-19’un bir dizi değişimin ilk halkası olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. 

İnsanların yanı sıra özellikle siyasi düzeyde birçok unsur 
COVID-19’un potansiyel kurbanları olarak kabul edilebilir. 
COVID-19’a karşılık verirken ortaya çıkan siyasi sonuçları 
COVID-19’un “siyasi yan etkileri” olarak nitelendirebiliriz. 

Uluslararası ölçekte kurum ve kuruluşlar her geçen gün daha da geçersiz hale geldi. BM Güvenlik Konseyi’nin müdahalesi etkisiz kalırken Dünya Sağlık Örgütü alay konusu oldu. Hepsi ciddi eleştirilere maruz kaldılar. Donald Trump, 
Dünya Sağlık Örgütü’nü “Koronavirüs’ün yayılmasını ciddi şekilde yanlış yönettiği ve örtbas ettiği” için suçlarken, ABD’nin örgüte yapmış olduğu yıllık katkısını sona erdireceğine dair uyarılarını gerçeğe dönüştürdü. 

COVID-19’un bölgesel yansımalarının neler olacağını henüz kimse tahmin edemiyor. Sözkonusu süreç devletlere birbirlerine olan derin bağımlılıklarını ve karşılıklı ihtiyaçlarını hatırlatan bir tokat mı olacak? 

Yoksa bölgesel birlik ve örgütler pandemiyle mücadelede pasif kalarak utanç verici bir şekilde sorumluluklarından kaçmaları sebebiyle eleştirilere maruz kalırken, özellikle kriz sırasında öne geçen tek taraflı önlemlerle birbirinden ayrışmış çabaların güçlendirilmesi yönünde bir eğilim mi öne çıkacak? 
Bu düşünce, İtalya, İspanya, Portekiz, Fransa, Sırbistan, Çekya ve Avusturya’daki devlet yetkililerinin yanı sıra diğer pek çok devlet yetkilisinin çeşitli açıklama ve beyanlarında kendini gösterdi. 

Örneğin, Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic Avrupa dayanışmasını reddederek “kağıt üzerinde bir peri masalı” olarak nitelendirdi. 
Diğer taraftan, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron harap olmuş ekonomileri desteklemediği ve pandemiden kurtulmalarına yardımcı olmadığı sürece “siyasi bir proje” olarak Avrupa Birliği’nin çökeceği konusunda uyardı. Avusturya Şansölyesi Sebastian Kurz “kriz bittikten sonra AB içinde zorlu tartışmalar olması gerekecek” açıklamasında bulundu. Bugün Avrupa Birliği bölünmüş ve iyice bencilleşmiş bir vaziyette ve ne yazık ki AB ülkeleri ortak değerleri paylaştıkları komşularına yardım edemedi. Bu ülkeler pandemiyle mücadele planları hazırlamak için birikmiş bilgi ve deneyimlerini kullanmada 
başarısız oldular. 

Ortak siyasi değerleri paylaştığını iddia eden hükümetler arasında giderek artan ayrışmalar var. Eğer bu değerleri kriz zamanlarında kullanmazlarsa bunların ne önemi var? Yine aynı ülkeler COVID-19’un tehlikelerini tespit etmek için bilgi 
akışı ve alışverişinden yararlanmakta da başarısız oldular. Vergi mükelleflerinin parası onları korumaya gitmediyse nereye gitti? Gerçekten ihtiyacı olanlar değil de sadece parasını ödeyebilen kişilerin erişebildiği sağlık ve eğitim gibi hayati öneme sahip sektörlerin daha önceden özelleştirilmesinin bir sonucu olarak sağlık sektörünün başarısızlığa uğraması vergi mükelleflerinin sağlığını tehlikeye soktu. Ayrıca, “görünmez düşman” olan COVID-19 sağlık sektörü dışında devlet içindeki askeri ve güvenlik sektörlerini de tehdit etmektedir. Örneğin, AB Terörle Mücadele Komitesi Sekretaryası COVID-19 ile bağlantılı olarak biyo-terörizm riski uyarısında bulundu. Halbuki COVID-19 terörizmi atfedebileceğiniz ne bir kültür ne de bir ulustur. 

Yine de güvenlikleştirme süreci COVID-19 ile başa çıkma yöntemi oldu. Başından beri Çin’deki güvenlik yetkilileri COVID-19’u keşfeden doktora virüse dair bilgi paylaşmaması yönünde yemin ettirerek müdahalede bulundu. Bununla birlikte belirli bir zaman sonra Çin yerel bir salgının bir pandemiye dönüşmesine izin verdiği için suçlandı. COVID-19 öncesinde de Çin’i eleştirmekten hiç vazgeçmeyen Batı, Çin’in pandemi konusunda şeffaf olmasına yönelik beklentilerini artırdığı bir tutum sergiledi ve güvenilir olmamasından dolayı Çin’i kınadı. Bir taraftan Trump Çin’i suçlamak için hiçbir fırsatı kaçırmayarak COVID-19’dan devamlı “Çin virüsü” olarak bahsederken, diğer taraftan Avustralya Başbakanı Scott Morrison Çin’in virüsün yayılmasındaki rolünün araştırılması için COVID-19 konusunda bağımsız bir “küresel inceleme” çağrısında bulundu. Bununla birlikte, pandemiyle mücadele süresince COVID-19’un siyasi amaçlar için kullanımı daha belirgin olmuştur. Çin’in gerçekleri gizlemesi pandemiyi hafife alan hatta inkar eden veya toplum bağışıklığı ve sağlık sektörü kuruluşlarının korunması konusunda bilgiçlik taslayan diğer dünya liderlerinin yaptıklarından daha az değildir. Batı’daki politikacılar için Çin’i suçlamak insanların dikkatini pandemiyi yönetmedeki korkunç başarısızlıklarından ve virüsü kontrol edememelerinden başka yöne çekmek için bir yöntemdi. Çin günah keçisi oldu. İçeride vatandaşları birlik olurken ülke sınırları dışındakilerin tehdit olarak nitelendirildiği bir durumda ulus devletin güvenilirliği belki de krizi yönetmedeki hazırlık derecesine bağlıdır. COVID-19’un devletleri özerk bir şekilde yaşamaya zorladığı doğru, ancak ulusal sınırları tanımayan küresel bir kriz olmasına rağmen COVID-19’un yine de ulusal egemenliği güçlendirebileceği ve içerde hükümet düzeyinde büyük dönüşümlere neden olabileceği bir paradoks yaratmaktadır. Bu durum, özellikle virüsün kamu sektörünün ne kadar ihmal edildiğini ortaya çıkarması ve kamu hastanelerinin COVID-19 ile özel hastaneler den daha iyi mücadele ettiğinin kanıtlanmış olmasıyla teyit edildi. Farklı sektörler hükümete başvurarak COVID-19 ile mücadelede kolektif bir eylem çağrısında bulundu. Bu, ulus devletin rolünün şaşırtıcı bir şekilde yeniden uyanarak canlanmasına yol açabilir. 

Geç de olsa devletlerin aldığı önlemler etkili fakat yavaş tesirli olacak. Bununla birlikte, virüsle mücadelede devlet dışı aktörler de rol aldı. 
Meşruiyet zafiyeti olan hükümetlerin bulunduğu bazı yerlerde silahlı isyancılar,  terörist gruplar, uyuşturucu kartelleri ve çeteler gibi alternatif aktörler ekonomik yardım paketlerinin dağıtılmasında, halk sağlığı eğitiminin artırılmasında ve insanların karantina altına alınmasında önemli rol oynadılar. Buna ilişkin çeşitli örnekler var. 
Washington Post’un yakın bir zaman önce verdiği habere göre “Afganistan’da Taliban Koronavirüs ile mücadele için uzak illere sağlık ekipleri gönderdi. Meksika’da uyuşturucu kartelleri virüsün olumsuz ekonomik etkisini hissedenlere yardım paketleri sunuyor. Brezilya ve El Salvador’da çeteler virüsün yayılmasını önlemek için sokağa çıkma yasağı uyguluyor.” 

Benzer şekilde Suriye’de, “İnsanların bir araya gelmesini kısıtlayarak halka sağlık bilgilerini duyuran Heyet Tahrir el Şam, bir idari organ olma meşruiyetini artırmak amacıyla virüsü kullandı.” Washington Post, bu grupların faaliyetleri ni “halk sağlığı politikası ve stratejik mesajlaşma için paralel bir yeraltı dünyası” olarak nitelendirdi. Ayrıca, örneğin İngiltere’de, ön saflarda çalışanlara ve savunmasız kişilere yardım eli uzatan ortak yerel yardım grupları ve ilerici hareketler mahalli düzeyde bağımsız olarak kuruldular ve hükümetin hüsrana uğrattıkları kişilere yardım ettiler. 

Güvenlikleştirmeyi farklı yönlerden ele alırken dikkatli olmak gerekiyor. Örneğin, küreselleşmenin sonunu ilan ederken ihtiyatlı olunmalı. Belki de dijitalleşmeye bağlı olan yeni bir küreselleşme şekli ortaya çıkacak. Ancak, küreselleşme 
sürecinde meydana gelen bir yavaşlama bir gerileme olarak algılanmamalıdır. Her şeye rağmen, ekonomik açıdan bakıldığında, COVID-19 salgını küresel ekonomik büyüme hızını yarı yarıya düşürebilir. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) küresel GSYİH büyümesinin 2020 yılında salgından önce tahmin edilen %2,9’un yarısına inerek %1,5’e kadar düşebileceğini belirtti. 

COVID-19’un yıkıcı etkilerini görmezlikten gelmeden başka neler ‘yapmadığını’ da düşünmekte fayda olabilir. 

COVID-19 zenginler ve fakirler, vatandaşlar ve göçmenler, merkez ve çevre arasındaki zaten mevcut olan gerilimleri artırmadı. Yani COVID-19’un tarihi “COVID-19 öncesi” ve “COVID-19 sonrası” şeklinde ayıran yeni bir çağ oluşturacağını söylemek için belki de henüz erken. Büyük değişimler yalnızca tek bir olay neticesinde değil, bir süreç içinde oluşurlar. Başka bir deyişle, COVID-19’u büyük bir depremden ziyade bir kum kayması olayı gibi düşünmeliyiz. COVID-19 gibi olaylar bir değişime neden olabilecek anlar olsa da, üzerinden zaman geçince bazı şeylerin farklı görünebileceğini unutmayalım. 


***

6 Şubat 2020 Perşembe

Deprem ve Hükümet

Deprem ve Hükümet




Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
31 Ekim 2011


Van’daki Deprem, 24 şehit vermemizin ardından yüreğimizi dağlayan yeni bir acı darbe oldu. 

   Son yıllarda Çanakkale’de şehitlerimizi ziyaret ettiğimde, vatan ve iman için toprağa düşmüş Hakkârili vatan evladı ile Manisalı vatan koçunun huzurlarında utanıyor ve mahçup oluyorum. Onların yanında Vanlı, Edirneli ve Osmanlı İmparatorluğu’nun coğrafyasından şehadet şerbeti için gelmiş yiğitler. Bosna, Üsküp, Varna, Kırım asıllı şehitlerimiz.Huzurlarında derinden gelen seslerini duyarım “Biz, siz bu birliği, bütünlüğü bölün, parçalayın diye mi emperyalizmle boğuşarak şehit düştük! Nedir bu şuursuz haliniz? Neden ırkçılık davasına düştünüz? Bizlerin omuz omuza canımızla, kanımızla verdiğimiz mücadeleyi, bu vatanın hangi şartlarla kurtarıldığını, memleketin her köşesinden 14,15 yaşındaki delikanlıların korkusuzca ölüme gittiğini ne çabuk unuttunuz?” Ve içim ateşle dolar.Merkezi Erciş olan deprem sonrası yurdun her köşesinden kurtarma ekiplerinin adeta uçarcasına Van’a akışları, tv kanallarının müştereken düzenlediği “Van’a Yardım Gecesi” nde milletimizin gönülden gelen cömertliği karşısında içimdeki ateş soğudu, şükürler ettim. Deprem sadece toprağı sallamamış, gönülleri, akılları da sarsmış, birleştirmişti.Bu birlik vatandaşlık şuurudur. Benim vatanım, bayrağım kadar aziz insanım, yurdum, milletim diyebilmek; Cumhuriyetin getirdiği rejimin vatandaşlarına tanıdığı, büyük mutluluk fırsatıdır.88 yaşını dolduran Cumhuriyetimiz ne yazık ki çok yara aldı. Temel tercihleri reddedildi. Milli Ekonomi, Milli Sanayi, Demiryolu, Milli Banka gibi Cumhuriyeti güçlü, ufuklu kılan bütün temel doğrular siyasi irade tarafından tartışılmadan terk edildi.Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları geçmiş borçları dikkatle ödemiş, dış borçtan uzak durmuş, bütçenin “denk” liğini itinayla korumuştur.Atatürk her bütçe döneminde şu talimatı verirdi: “Ne kadar paramız varsa o kadar iş yapın, enflasyondan uzak durun.” 16 yıl harbetmiş bir büyük devletin tarihe mal olurken genç cumhuriyete bıraktığı en büyük tecrübe mirası, “Milli Devlet” ve “Vatanın şehit kanlarıyla perçinlenmiş bütünlüğü” dür. Bu bütünlüğe musallat olan her düşman yok edilmelidir.Cumhuriyet en sıkıntılı, en yoksul yıllarında “Sosyal Yardım Bakanlığı” nı kurmuş ve çalıştırmıştır. Cumhuriyet için vatandaşın sağlığı, refahı, güvenliği en önemli hizmetlerdir. Güvenlik daima önde gelmiştir. Cumhuriyet devletin hayır kurumu olmadığının şuurundadır. Devlet hayır hizmetlerini öncelikle Kıızılay eliyle yapar. Güvenlik hizmetleri ise Silahlı Kuvvetler, Jandarma ve polis eliyle sağlanır.Cumhuriyet Bayramı başta olmak üzere Milli Bayram törenlerinde askerler ve emniyet güçleri geçit yaparken sessizce şu mesajı verirler: “Ey milletim, büyük fedakârlıklarla donattığın, beslediğin Ordu, emniyet güçleri Cumhuriyeti ve seni canı pahasına korumaya hazır ve kararlıdır!” Millet bu sene bu güvenceyi bir kez daha görerek, duyarak hissederek yaşamaktan mahrum edildi. 24 şehit verişimiz ve deprem felaketi öne sürülerek 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı geçit törenlerinin iptal edilmesinin mantığını anlayabilmiş değilim. Anlayamadığım başka şeyler de var. En vahim gördüklerimden biri Hükümetin deprem felaketinin hemen ardından gelen dış yardım teklifleri ile ilgili tavrı. Önce Azerbaycan ve İran hariç bütün yardım tekliflerinin teşekkür edilerek reddedildiği açıklandı. Bölgeden gelen şikayetler giderek artınca yardım istendi. Başbakan Yardımcısı bu çelişkiyi şöyle açıkladı: “Dış yardım taleplerini başta kabul etmedik, çünkü kendi gücümüzü test edelim dedik”. Bu açıklamayı tv’de izlerken kulaklarıma inanamadım. İnsanlar enkaz altında, kurtulanlar soğukla ve açlıkla karşı karşıya. Gerekenleri yapmakta yetersizsiniz ve insanların hayatı, sağlığı pahasına kendinizi test ediyorsunuz. Pes doğrusu! Artık hepimiz öğrendik. Türkiye bir deprem ülkesi, fay hatlarının üzerinde. Deprem oldu, oluyor, olacaktır. Bunu tabii kabul edip tedbirimizi ona göre alalım. Depremden sonra kurtarma faaliyetlerinde ise değil günler, dakikalar saniyeler bile çok önemli.Şimdi şu soruya kim nasıl cevap verecek: Depremde kaybettiklerimizin, sakat kalanların, yakınlarını kaybedenlerin kaçı hükümetin bu “test etme merakı”nın kurbanı? “Keşke” ler kaç kişinin zihnini hayat boyu kemirecek? 

Fedakâr, sevgi dolu milletimizin Cumhuriyet ve Kurban Bayramlarını başka büyük acılar görmemesi ve Saadet dileklerimle tebrik ediyorum. 


Kaynak Yeniçağ: 
Deprem ve Hükümet 
Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/deprem-ve-hukumet-20333yy.htm


***