CELAL TALABANİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CELAL TALABANİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Mart 2019 Pazartesi

Kürtler, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN, BÖLÜM 2


Kürtler, PKK ve  ABDULLAH  ÖCALAN,  BÖLÜM 2 




PKK bölgedeki hadiseleri "KÜRDİSTAN DEVRİMİNİN ÇÖZÜM YOLU" isimli kitabında "MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİM" olarak izah etmektedir. O halde TC düşmanının hareketine verdiği isme göre bir strateji geliştirmek ve uygulamak zorundadır. Milli ve Demokratik devrim aşamaları hedeflerin ve dost güçlerin aralarındaki ittifakları nedeniyle diyalektik bir birlik, uzun süreli tek bir stratejik aşama oluştururlar. Uzun bir süre içinde farklı dönemlerde devrimin milli veya demokratik yanı ortaya çıkar, diğeri ikinci planda kalır. Günümüzde PKK'nın iddia ettiği gibi sınıfsal planda bir mücadele mevcut değildir. Çok renkli siyasi yelpazemizin bir kanadı bu yönde büyük çabalar harcamaktadır.

"İşçi Botan elele, demokrasi kare me" sloganının altında yatan devrimin demokratik yanının atak çabalarıdır. APO aslında sınıfsal çizgide bir mücadelenin aptallık olduğunu bilmekte, sosyal demokrasi maskesi altına sığınmaya çalışmaktadır.

PKK, milli olma özelliğinden sonra demokratikleşme çabalarında harekelinin iç cephesine bağlı olarak, Türkiye'de kendilerini "Devrimci Demokrat" olarak tanıtan kesimle ölçülü bir şekilde flört etmektedir.

Türkiye şartlarında ortak hedefe yönelik olarak, Türk ile Kürt örgütleri arasında yapılacak ittifaklar Türk Devletine karşı savaşta büyük önem taşımaktadır. PKK'ya göre böyle bir ittifak için geçmişte ortaya çıkmış olan sert tavırlar engel teşkil etmemektedir.

12 EYLÜL 1980 öncesi PKK militanlarını "Tavuk Hırsızı" diye teşhir edenlerle 1988 yılında başlayan uzlaşma ve günümüzdeki işbirliği böyle bir anlayıştan kaynaklanmaktadır. Türkiye halen PKK'nın dayattığı özel savaş biçimine karşı geçmişte meydana gelen ve mahiyetleri feodal çıkar koruma olan ayaklanmalar
anlayışı içinde palyatif önlemlerle vakit geçirmektedir.

Türkiye, 1988 yılında PKK'nın dolaysız dış müttefıği olan Kürdistan Demokrat Partisini mülteci olarak almakla örgütün dolaylı yararlanabileceği Irak Devleti ile uzlaşmasını sağlamıştır. Artık, Türkiye Cumhuriyeti ile Irak devleti arasında hem KDP ve hem de PKK açısından bir çelişki mevcuttur. Bu çelişkinin Türkiye üzerindeki etkisi PKK tarafından beklenirken, Körfez Savasında Türkiye'nin
SADDAM yönetimine açıkça tavır koyması PKK'nın ekmeğine yağ sürüvermiştir.
Zaten, Türk siyasi yelpazesindeki çeşitli kesimlerin kendi aralarındaki çelişkileri ayrımcı Kürtçülük ile mücadeleyi çıkmaza sokmuşken bu durum işin tuzu-biberi oluvermiştir.

Irak Kürdistan Demokrat Partisi (I-KDP) çok uzun bir süre Irakta Kürdistan mücadelesine sağlıklı bir biçimde eğer Türkiye'nin müdahalesi olmazsa giremeyecektir. Kuzey Irak'taki Kürdistan mücadelesinde Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB-YNK)'nin esamesi bile okunmazken Türkiye'nin Celal TALABANİ'yi "İÇ GÜVEYİ" olarak tercih etmesi Kürdistan mücadelesinde PKK'nın önderlik sorunu platformunda bir adım daha öne geçmesini kolaylaştırmıştır. PKK güdümlü PARTİYA AZADİYA KÜRDİSTAN (PAK) her iki örgütün de tabanını elinden alarak çığ gibi Kuzey Irakta büyümektedir. Bu ve benzeri olaylar Türkiye'de başlangıçtan beri teorik yetmezlik ve kadrosuzluktan doğmaktadır. İçinde bulunan durum ilgili kurumların ve yetkililerinin Doğu ve Güneydoğu somutunda PKK hareketinin gelişim süreci diğer Kürt örgütleri ile alınması gereken önlemler üzerine sağlam ve seviyeli bir anlayışa ulaşmalarını
gerektirmektedir.

Bütün kurumlar teorik eksikliklerini gidermeden ve sürekli kendilerini yenilemeden ayrımcı Kürt Milliyetçiliğine ve APO Vampirine karşı mücadele geliştirebileceklerini sanmamalıdırlar.

Pratikte görülen; bölge koşullarının zorluğundan, yaşanılan ağır amatörlük ve ilkellikten ötürü bir kadro hareketinin gerekliliğidir.
Yurdun batısı Güneydoğu göçmenleriyle dolup taşmaktadır. PKK bunca insanın göçü sonucu ülkenin batısındaki çeşitli tabakaların daha geniş bir siyasal tablo çizmesi nedeniyle ittifaklar sorununa kolayca çözüm getirmiş durumdadır. Bu olgu aynı zamanda PKK'ya demokratikleşmeyi de sağlamaktadır. Olaylardan kaçarak batıya göç eden vatandaşlar, sadece PKK Ulusal Kurtuluş Mücadelesi Stratejisinin MEKAN faktörünün genişlemesine yardımcı olurlar. Halkın büyük bir kısmının PKK' nın yanında olmadığı iddiası Devletin yanında olduğunun
göstergesi olarak kabul edilemez. Özetle; PKK hareketinde demokrati-klikten önce milli olma vasfının gelişmesi temelinde klasik Kürtçülüğe verilen tavizler yatmaktadır.

Ulusal Kültür konusu, Türkiye'nin Milli sınırlarına hükmedecek bir ortak görüştür. Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk' tür. Milli kültürün yöreden esirgenmiş olması Klasik Kürtçülüğü doğurmuştur. 

Cumhuriyetten bu yana Türkiye'de milli birlik konusunda çok seslilik
mevcuttur. Milli birlik, milli kültür ile sağlanır. 

Bu çok seslilik içerisinde Anadolu'daki kültür mozayiğinden bahsedilmekte, icad etlikleri mozayiğin taşlarının bugün olduğu gibi koparıldığını mozayiği icat edenler umursamamakta dır. Milli kültür dolayısı ile milli birlik, birkaç kendini bilmezin hemen birkaç günde ürettiği olgu değildir. Kültür olayı mevcut ekonomik yapının yansımasıdır. Ekonominin gelişimiyle sosyal, moral ve
geleneksel değerlerden milli kültür oluşur. Doğu ve Güney-doğu insanında da biz kabul etmesek de bu yönde bir kültür oluşmuştur. Bu bölgesel kültür ile insanlar yeni bir kimlik arayışı içine girmişlerdir.

Terörle mücadele bir demokrasi ayıbı değildir. Cereyan eden hadiselerin boyutları o kadar büyüktür ki; bu olaylardan çıkar bekleyen, belirli ölçülerde destekleyen bilgisiz ilgililer, siyasi çözüm önermek gafleti ve hıyaneti içersine bile girmişlerdir. Kırsal kesimde faaliyet gösteren PKK'nın askeri gücü etkisiz hale getirilmeli sade vatandaşın rahatlaması sağlanmalıdır. Bu yapıldığı takdirde yasa tanımayanlar yasalara sarılacak, demokrasiyi çiğneyenler demokrasi diye feryat edeceklerdir. PKK'nın silahlı propaganda birliklerini, gruplarını tek tek yok etmek pratikte mümkün değildir. Ama bunların da belli bir direnç noktaları vardır. O direnç noktası ortadan kaldırıldığı taktirde PKK'nın silahlı propaganda sını yok etmek mümkündür. Bu direnç noktasının % 50'si APO ise, % 30'u faaliyet sahalarını daraltmaktır. Geriye kalan %20 de topyekün bir karşı propaganda ve faaliyet organize edebilmektir.

Bu tedbirler Türkiye'nin demokratikliğine asla gölge düşürmeyecektir.
Tam tersine içte ve dışta saygınlığını artıracaktır.

PKK terörü iç ve dış propaganda odaklarını kullanarak aydınlarımızı giderek etki altına almakta ve onları angaje etmektedir. O halde aydınlarımızı gerçek bilgiler ile beslemek gerekmektedir. Her dönemin taktiği somut olarak ele alınmalı, hangi araç ve yöntemlerin kullanılacağı saptanmalıdır. PKK hareketine iki
buçuk eşkiya faaliyeti diyerek Türk milletini kandıranlar, yanlış zamanlarda, yanlış mekânlarda, yanlış araç başımıza gelen bunca hadisenin tek sorumluları dırlar.

Kürt insanı özellikle kırsal alanlarda PKK örgütünce sindirilmiş ve esir alınmıştır. Şehirlerde ise sosyal, kültürel, ekonomik nedenlerden dolayı sürekli bir bunalım içindedir. Bu bunalıma PKK terörü ve APO'nun yurt içindeki kan kardeşlerinin kışkırtmaları aşırı bir etki yapmaktadır.

Sindirilmiş insanları açlık grevine çekmek, yürüyüş ve mitinglere almak çok etkili propagandalar ve büyük çabalar gerektirmemektedir. Ayrıca feodal değerlerden dolayı toplumsal denetimin güçlü olması yüzünden, bir kişinin mitinge katılması veya dükkânının kepengini kapaması çevresindeki on kişinin de aynı tavrı göstermesine sebep olmaktadır.

Bu insanlar çevreleri tarafından korkak olarak tanımlanmamak için bu tür toplumsal olaylara katılmaktadırlar.

Eğer günümüzde bölücülük yapmak, itibar, şan ve şöhret kazandıra-biliyorsa ve kabul görüyorsa, üstelik bunun bedeli ağır değilse; şansız, namsız, itibarsız, işsiz-güçsüz ve toplumda kabul görmeyen herkes için bölücülük bir tutku demektir.
Dolayısıyla bölgede meydana gelen olayların mahiyetini tepeden tırnağa kadar bilmeden, halkın yapısını -araştırmadan "Bu insanlar sokaklarda ne arıyor?" diye soranlar, sorularına gerçek cevapları hiçbir zaman bulamazlar.
Güneydoğu'da Devlet çağdaş hukuk devletinin gereklerini yerine getirememekle dir. Güneydoğu'da hiç kimse kanun ve nizamlara uymak istemiyor. Kanun ve nizamı hakim kılmakla görevli olanlar işin üzerine gitmiyor. Neden?; Devlet kanun ve nizam hakimiyetini ne pahasına olursa olsun tesis edeceğine, kamu
yararı için, genelin çıkarı için düzeni bozanları hizaya getireceğine hesap veriyor.
Devlet, PKK ve onun Türkiye'deki legal görüntüleri olan kişi ve kurumların yaratmış olduğu bir provakasyon ortamında kendini aklamaya çalışıyor. Devlet; PKK, topal provakatör ve PKK'nın legal görünümü olan bir kuruluşa dürüstlüğünü kanıtlamaya çalışıyor, kendini yargılatıyor.

Bildiğimiz kadarıyla demokratik ve çağdaş hukuk devleti kamu vicdanı ve yasalar nezdinde kendisini yargılar.
Devlet halkına sahip çıkmalıdır. PKK'nın katliamlarında öldürülen Kürt insanlarının aileleri ne olmuştur?
Anaları, bacıları, çocukları şu anda neredeler ve ne yapıyorlar? Katledilen insanların geride bıraktıklarına ne yapılmıştır? Katliam günündeki ahlı vahlı ziyaretten sonra bir daha yanlarına gidilmiş midir?

Sakın ola ki hiç kimse şöyle bakıldı, böyle korundu demeye kalkmasın! Ölenlerin mezarı bile belli değildir. Binlerce sakat, zavallı kadın ve çocuk aç ve sefil bir durumda karşılarına dikiliverir. İki tane okul çantası, üç tane önlük, beş tane kara lastik ve on tane lolipop şekeri ile yaralar sarılmaz ve halk kazanılmaz.
Hele aşiret reislerine yüzmilyonlarca liralık demir, çimento ve biriket vermekle, yer göstermeden mezra ve köyleri göç ettirmekle hiç kazanılmaz. Önemli olan halkın köyünde, mezrasında ve kom'unda oturarak PKK'ya karşı silahlı
mücadele verebilmesidir.

İlgililer maksatlı güçlere hesap vereceğine Güneydoğu'yu bu hale getiren PKK ve PKK'ya karşı sözümona mücadele edenlerden hesap sormalıdır.
Evet, Güneydoğu Anadolu'da halk PKK'dan ve görevlilerin amatörlüğünden artık yaka silker hale gelmiştir.
Kürt kökenli yaklaşık 10 milyon nüfus içersinde, her yerde Kürtçe konuşmak isteyen, Kürtçe okumak ve yazmak isteyen, Türkiye'den koparak ayrı bir devlet kurmayı düşleyen beş yüzbin insan bile bulamazsınız.
"SERHİLDAN" denen insan kalabalıklarının bağırıp çağırdığı topluluklara dikkatli bakın, o eli taşlı sopalı insanların gözlerinde şimdilik sadece şımarıklık mevcut tur. Şımarık bir çocuğun büyüklerine karşı yaptığı bir yaramazlıktaki bakışlardır bunlar...
O şımarık nazarlar bir gün kin ve nefrete dönüşebilir. PKK bunun için vardır. Aldığımız sözümona tedbirler ile APO'ya yardımcı olmayalım!

Televizyona iki tane itirafçı çıkarıp konuşturmak kimseyi ikna etmemektedir. Yayınlanan yarışma ve müzik programlarıyla da bir yere varılamaz. OSMANCIK ve DUVARDAKİ KAN dizilerinin TV de gösterildiği yıllarda halkın kahve önlerin de biriktiğini Türkçe ve Kürtçeyi iyi bilen bazı kişilerin filmi seyredip Kürtçeye çevirerek kalabalığa anlattığını Şırnak, Cizre ve Silopi'de gözlerimizle gördük.
Evet, şimdi SERİHILDAN'ların ve PKK'ya katılımların en yoğun olduğu Nusaybin ilçesinde, Naim SÜLEYMANOGLU Dünya Halter Şampiyonu olduğu anda evlerden, dükkânlardan, sokaklardan bütün Nusaybin halkının avaz avaz bağırdığını görerek sevindik. Peki sonra nasıl oldu da aynı Nusaybin halkı,
aynı Cizre halkı kendi askerlerini taşladı, ne oldu da polis karakollarına saldırdı, polisleri sokak ortasında vurdu ?

Anlaşılan Türkiye Cumhuriyeti de; Büyük Britanya-İrlanda Kurtuluş Ordusu, İspanya-Bask Gerillaları temelinde bir alışkanlığa müptela edilmiş durumdadır.
Bölge halkı başlangıçta devlet otoritesine ve gücüne güvenmiş, kendisini devletin korumasına terk etmiş ve uzun süre sabrederek güvenlik güçlerinin terör belasını defetmesini beklemiştir.

Giderek kızışan silahlı mücadele içersinde; bölgeye yollar yapılmış, elektrik ve su getirilmiş, telefon santralleri kurulmuş, düşük faizli krediler dağıtılmış, bir Kürt Milleti ve Kürt Kültürü olduğuna dair resmi ağızlarca demeçler verilmiş, bu kültürün gelişmesini sağlayacak yani, o insanları ayrı bir millet yapacak her
türlü örgütlenme ve yayınlara prim verilmiştir. PKK çetelerini yok edemeyenler halkı kazanma adına ve halka rağmen teröre tavizler vermişlerdir.
Bütün bunlar yapılmıştır da ne olmuştur?

Halk teröristleri güvenlik güçlerine kulağından tuttuğu gibi teslim mi etmiştir, devlet yanlısı(!) sayısı mı artmıştır, ayrılıkçı düşünceler ortadan mı kalkmıştır, bölgeye huzur ve sükun mu gelmiştir ? Tavizkâr tutum karşısında bölge halkı can ve mal güvenliklerinin sağlanmasının mümkün olmadığını anlamıştır. Hiç bir
devletin ulusal felaket boyutlarındaki sorunlarına mukabil, vatandaşına rağmen başarıya ulaşması mümkün değildir. Doğu ve Güneydoğu insanı bu durumu sınama yanılma yöntemi ile kavramış durumdadır.

Ekonomik.kültürel sosyal yatırımlar gerilla baskısı yok edilmeden başlatılmış ve bölge halkı bu girişimleri PKK örgütüne taviz olarak algılamış; "Yatırım yaptırmanın yolu devlete silahla karşı gelmekmiş, PKK faaliyeti olmasaydı bu hizmetler getirilmezdi." fikri büyük bir yandaş kitlesi bulmuştur. Devlet, PKK
örgütünün Kürt insanının istek ve arzuları doğrultusunda organize olan bir örgüt olmadığı gerçeğinden ve bunun sağladığı avantajlardan istifade edememiştir. Halkın Devlete yabancılaşmasının ilk adımları bu şekilde atılmıştır.

Birbirleriyle iyi geçinme alışkanlığından yoksun, kendi komşusu ile
konuşmayan ve birbirine sırtını dönemeyen insanlara silah verilerek bütün bir köye koruma görevi yüklenmiş, Geçici Köy Koruculuğu (GKK) adıyla yarım ve eksik bir yapılanmaya gidilmiş, bu spastik teşkilat daha sonra "Bacasız Fabrika" olarak anılmaya başlanmıştır.

Bacasız Fabrika (!) nın halkın kazanılmasıyla hiç bir ilgisi yoktur.

Halkın kazanılması veya kaybedilmesi devletin halkı doğrudan ilgilendiren günlük problemleri çözüp çözememe sine bağlıdır.
Problem PKK olduğuna göre çözüm yollarından birisi de her ay devletin kesesinden ayda 39, yılda 468 milyar Türk Lirası götüren Geçici Köy Koruculuğu değildir. Halkın güvenceye ihtiyacı vardır. İhtiyaç duyulan güvence; gözle görünür etkili ve sürekli olmalı, halk bu güvencenin varlığını hissederek
geleceğinden emin olmalıdır.

Bu güvence başlangıçta güvenlik güçlerince sağlanır, daha sonra "Bölgesel Savunma Sistemleri" oluşturulur. Kitle bir öz savunma sistemine, kavuştuğunda başka çıkar yol bulamadığı için teröristlerin yanında yer almış insanlara devlet kuvvetleri tarafına geçme şansı tanınmış olur.

Prematüre ve spastik GKK teşkilatı ile bölge halkının eline silah alıp köyüne ve mezrasına gelen teröristi kovma veya yok etme imkanı ortadan kaldırılmış, terörle mücadelenin kavramları birbirine karıştırılmıştır.
Cereyan eden hadiselerin gereği olarak Kürt ilkel milliyetçiliği gelişmektedir. Kürt kökenli bir kısım aydınlar bu milliyetçiliğin etkisi altındadırlar. Bu aydınlar zengin ve yoksul olmak üzere iki ayrı kaynaktan yetişmektedirler. Zengin kaynaktan yetişenler en popüler olanlarıdır. Bunlar öteden beri ilişkileri bakımından daha güçlü olduklarından halk tarafından ilgi ile izlenirler. Zengin ve aydın olmaları nedeniyle bölgenin ekonomik ve sosyal ilerlemesine pekala büyük katkılar sağlayabilecek olan bu insanların bazıları genelde çıkarcı bir yaşamı tercih etmişlerdir.

Bu tercih rasgele bir tercih değildir. Toplumsal bir iç güdünün sonucu

olarak oluşmuştur. Tersi bir tercih; planlı, disiplinli, üretime dönük çaba isteyen, büyük fedakarlıklar gerektiren bir tercih olurdu.
Bu kişiler ilk önce isimlerini DDKO olaylarında duyurdular. 12 Mart Muhtırasıyla her şeyden ellerini çekip bir kenara oturdular. 1974lerden sonra ise DDKD, ÖZGÜRLÜK YOLU, KUK, RIZGARİ, gibi Örgütleri organize ederek büyük halk önderi pozlarını takındılar. 12 EYLÜL 1980 darbesini müteakip bir kısmı yurt dışına kaçtı, bir kısmı da yurt içinde kalarak lümpenleri. Uzunca bir süre ortaklıkta görünmediler ve 1984 yılında PKK eylemleri başladığında bile inlerinden dışarı çıkmadılar. Devletin gelip kendilerini götüreceğini zannediyorlardı. Hatta PKK ve eylemlerini kınayarak "Eğer bu eylemleri yapanlar
Kürt ise biz Kürt değiliz." diyorlardı. Eylemler devam ediyor fakat devlet kimseye elini sürmüyordu. 1987 yılında yavaş yavaş homurdanmaya başladılar, yasal bir takım makamları da işgal eden bu kişiler homurtularının tepki görmemesi, çevrelerinde prim yapması üzerine seslerini iyice yükselttiler ve yıllardır
yurt dışındaki bazı odakların böyle sesleri alkışlamak için pusuda beklediklerini gördüler. Korkak insanlar, meydanı boş buldukları zaman zaptedilemez bir cengaver kesilirler ve adeta korkuya olan öfkelerini korkusuz olanlardan çıkartırlar. İşte günümüzde Kürt insanı bu tür cengaverler tarafından baskı altına
alınmış durumdadır.

Abdullah ÖCALAN; "Halkımız korku duvarını aştı..." demektedir. Onun halk dediği korkusuzluk duvarını aşan bu asalak aydınlar ve onların yoldan çıkardıkları zavallılardır. Mevcut ortam tam bu kişilerin aradığı zahmetsiz, çabasız, şöhret ve servet kazanma ortamıdır. Türk ve Kürt insanı birbirine düşman edilmektedir. Bir aile içerisinde yaşayan iki kardeşten birisine azınlık damgası yapıştırmak için herşey yapılmaktadır. Kürt insanına azınlık statüsü sağlamak baş hedefleri olmuştur. Kısaca bu aydın(!) lar Kürt insanına kültürel yönden Türk milletinden ayrılma yolunda epey mesafe kat ettirmişlerdir. İçinde
bulunduğumuz süreçte sıra Kürtçe medya baskısıyla ayrılıkçı Kürt Milliyetçiliğini körükleyerek Türkiye Cumhuriyeti'nden siyasi sınırlarla Kürtleri ayırmaya gelmiştir.

Kimi zaman PKK örgütünden farklı bir yapıları varmış gibi davranan, kimi zaman Abdullah ÖCALAN'dan daha fazla PKK'cı, olan bu çok gelişmiş aydınlarımız (!) silahlı faaliyetlerin yaratmış olduğu kitle potansiyelini kontrol altına almışlardır.
Olayların başladığı 8 yıldan bu yana PKK örgütü kırsal kesimde artık eylem açısından bir kısır döngüye girmiş durumdadır. Artık İlçe saldırısı, askeri birliklere saldırı yeterli değildir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti'nin almış olduğu tüm sosyal, ekonomik ve kültürel tedbirleri reformize etmeye, TC'ni siyasal
çözüm zeminine çekmeye çalışmaktadır.

1992 NEVRUZ'unda ŞIRNAK ve CİZRE'de olduğu gibi, önümüzdeki günlerde kitle hareketleri giderek arttığı taktirde devlet, bu olayları dar bir alana hapsetme çabaları gösterebileceği gibi, olayların sosyal boyutunu ve doğan talepleri gözardı edemeyecektir. 21 MART 1992 olaylarını müteakiben durulmuş ve bir daha olmayacakmış gibi görünen kitle hareketleri, PKK örgütünün tahrikleri ve bu tahriklerin halk kitleleri üzerindeki yoğun siyasal etkisiyle meydana gelmiştir. Örgütün yönetim ve savaş gücü, güvenlik kuvvetleri tarafından işlemez hale getirilememiştir. PKK'nın "Devrimci Şiddet"i ve kullandığı özel savaş yöntemleri bölge insanını pasifize etmiştir. PKK bu bağlamda 8 yıl sonra teşhis edilebildiği
halde halen tecrit edilmiş değildir. Şimdilik silahsız miting ve yürüyüşler gerçekleştirilmekte, bu miting ve yürüyüşlere PKK dışında masum Kürt istekleri havası verilmektedir. PKK, kitle hareketlerinin uzun süre silahsız olarak devam etmesinin toplumu uyuşukluk ve bıkkınlığa sevk edeceğini, bütün ayaklanma şartları gelişmeden silah kullanılması halinde de kolaylıkla bastırılacağını iyi bilmektedir. Fakat, küçük şehir eylemleri ve toplum olayları, tüm kitleyi basitten karmaşığa doğru, giderek halkın da silah kullanacağı eylemlere dönüşebilir. Üstelik "silah kullanılmadı, askere-polise saldırı olmadı, o halde yürüyüşçülere dokunmayın!" zihniyeti, Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu (ARGK) ve Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi (ERNK) sancak ve bayrakları ellerinde olduğu halde yürüyen ayrılıkçılara güç ve moral vermektedir. Bir kere kaldırılan bayrağın kan dökülmeden inmeyeceği hiç düşünülmemektedir.

PKK; halen her alanda siyasal, örgütsel çabalarını yetkinleştirmekle meşguldür. Ayaklanma stratejisindeki birinci aşama olan örgütlenme yıllar önce tamamlan mış, ikinci ve üçüncü aşama olan Terörizm ve Gerilla Savaşı birlikte yürütülmekte dir. Dördüncü aşama olan Hareketli savaş aşamasına
gelinmeden, PKK sorununun çözümü demek olacak olan dağdaki gerillanın yok edilmesi sağlanmalıdır.

Bu durumda PKK'nın bölgenin belli kesimlerindeki yaşamın gerçek organizatörü olma rolüne son verilebilecektir. Suriye Hükümeti'nden, APO ve çetesinin BEKAA vadisinden uzaklaştırılmasını istemek bu role son vermeye yeterli değildir. Batı İran ve Kuzey Irak topraklan içersinde onlarca "Bekaa Vadisi" kurulmuş durumdadır. Ermenistan'ın bağımsızlığını kazanması, PKK'nın KARS-AĞRI bölgesindeki faaliyetleri açısından hayati önem taşımaktadır. 

Bağımsız bir Azerbaycan, nüfusunun büyük bir bölümü


***

Kürtler, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN. BÖLÜM 1

Kürtler, PKK ve  ABDULLAH  ÖCALAN,  BÖLÜM 1 



Ahmet Cem ERSEVER
1993 ANKARA

KİYAP
Yayın - Dağıtım
Sağlık Sk. No: 10/7 Yenişehir 06410 ANKARA Tel: 433 50 47 - 431 80 35
Birinci Baskı: Ocak 1992, Ankara İkinci Baskı: Mart 1992, Ankara Üçüncü Baskı: Eylül 1992, Ankara
Dördüncü Baskı: Aralık 1992, Ankara Baskı: Kale Ofset 341 66 16 - 342 26 20
ISBN: 975-566-000-3
DAĞITIM:
Yeni Çığır A.Ş. Mithatpasa Cad. No: 44/18
Kızılay/ANKARA Tel:435 61 88 4351703

İÇİNDEKİLER

Giriş ............................................................ .......................6
BİRİNCİ BÖLÜM
Kürdistan ve Kürtçülük ......................................................... 24
19. Yüzyılın Başındaki Kürtçülük Faaliyetleri............................. 25
Kürtlerin Kökeni .................................................................. 27
20. Yüzyılın Başındaki Kürtçülük Faaliyetleri ............................ 31
Cumhuriyet Dönemi Ayaklanmaları ........................................ 32
1960'lı Yıllarda Türkiye'de Genel Durum ve Kürtçülük ............... 39
1970'li Yıllarda Türkiye'de Genel Durum ve Kürtçülük ............... 41
Kürdistan Devrimcileri İsimli Grubun Şekillenmesi .....................44
A. ÖCALAN'ın Profesyonel Örgüt Oluşturma Çabaları ................. 48
PKK Stratejisi ve Mücadele Araçları ......................................... 163
Geri Cephe ve Dış Desteğin Bugünkü Durumu ........................... 168
PKK'ya Kitle Desteğinin Durumu (1991-1992) ........................... 171
PKK'nın Propaganda İmkanları (1991-1992).............................. 174
PKK'nın Kadro Yapısı ve Kaynakları.......................................... 178
PKK'da Yönetim .................................................................... 181

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Abdullah Öcalan'dan İnciler .................................................... 182
Son Söz ............................................................................... 189

Bu kitap; Türkiye Cumhuriyeti'nin birliği için Türk ile Kürt kardeşliği uğrunda her türlü ihanete karşı dövüşerek şehit düşen tüm asker, polis ve hainlerce katledilen masum sivillere ithaf edilmiştir.

Giriş

1984 Yılı 15 AĞUSTOS'unda ERUH ve ŞEMDİNLİ baskınlarıyla organize gücünü sergileyerekvarlığını ortaya koyan PKK (Kürdistan İşçi Partisi) günümüzde de iktidar aracı olarak kullandığı"DEVRİMCİ ŞİDDET" ilkesiyle Türkiye Cumhuriyeti Devletine var gücüyle saldırmaya devam ediyor.

Türk ile Kürt düşmanlığının örgütlü görüntüsü olan PKK (Partiya Karkaren Kürdistan-Kürdistan İşçi Partisi),ne istediğini ve neler yapacağını daha 1981 ŞUBAT ayında yapılan ve 10 Alman Markına yurt dışında her yerde satılan "POLİTİK RAPOR" isimli kitabında Türkiye Cumhuriyeti'ne özellikle bu konu
ile ilgili teşkilatlarına mesajlar göndermiştir.15-26 TEMMUZ 1981 tarihleri arasında yapılan ve "Sağır Sultan'ın da dinlediği PKK 1.Konferansında: "Özellikle coğrafi koşulların,siyasi temelin,askeri araç ve gereçlerin,örgütlenmenin uygun
olduğu alanlarda Gerilla Mücadelesi gündeme gelecek ve bu mücadele Kürdistan 'da önemli roller oynayacak...", "...Partinin şiddete dayanan ve dayanmayan mücadele yöntemleriyle sağlayacağı siyasi gelişme ve bu siyasi gelişmeyi daha da hızlandıracak Gerilla Savaşı bir halk ayaklanmasına yol açacaktır......", "....Gerilla Savaşı geliştirilmeden Kürdistan koşullarında siyasi sonuçlar alınabileceğini, siyasi amaçlara ulaşılabileceğini sanmak gülünç olur., ."gibi pasajlar sık sık tekrarlanmıştır.

"Sağır Sultan" bütün bunları dinlemiş ve duymuştur ama görülüyor ki, ilgililer bu konuda bilgisiz oldukları için ilgilenmemişler ve yerinde bir tanımla "Kürt Milli Demokratik Devrimi" içinde bulunduğumuz aşamaya gelivermiştir. Nasıl geldiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Yavaş yavaş ve adım adım gelmiştir. Tedbirler
alınmıştır veya alınmamıştır. Kürt sorunu ve PKK adı hala beraber anılıyorsa, asker-sivil, günahlı-gü-nahsız hala insanlar öldürülüyorsa tedbirler üzerinde biraz düşünmenin zamanı geldi de geçiyor demektir. Güneydoğu'da bir telefon ile esnaf

dükkânlarını kapatıyor veya açıyorsa, bir sloganın etrafında onbinlerce insan toplanıp yürüyüş yapabiliyor ve "KAHROLSUN TÜRKİYE", "YAŞASIN BAŞKAN APO" diye, bağırabiliyorsa, ilçeler içerisinde saatler ve hatta günler süren silahlı çatışmalar çıkabiliyorsa ve bütün bunlara "İNSAN HAKLARI" adına ses çıkarılamıyor sa değişmesi gereken bir şeyler var demektir.

Ruh hastası olduğu tüm davranışlarından açıkça belli olan Abdullah ÖCALAN'a rağmen bir türlü bitirilemeyen şu olayın adını koyalım. Evet, APO'YA RAĞMEN! diyorum.
PKK'nın Türk ve Kürt insanının üzerine bir kâbus gibi, drakula gibi çökerek kanımızı nasıl emdiğini anlatma çabasındayız.

İnsanlarımızın Türklüğüne, Kürtlüğüne karışmadan onları APO'nun gerçek yüzü ile tanıştırmak istiyoruz.

"ORTA DOĞU'NUN KONT DRAKULASI APO" tanındığında PKK denen örgütün ne olup olmadığı kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Güneydoğu Anadolu'da ne vardır, neler yoktur? 
Bazıları hemen cevabı yapıştıracaklar dır.! Baskı vardır,
sömürü vardır, insan hakları ihlali vardır vb.
Doğrudur; Güneydoğu'da insanlara PKK militanları tarafından baskı yapılmaktadır! İnsanların elindeki ve avucundaki üç-beş kuruşları "Partiye yardım " veya "Cezalandırma" adı altında bu çapulcular tarafından silah zoru ile alınmakta, vermeyenler öldürülmekte, emekleri sömürülmektedir.
İnsan hakları ihlâli olduğu da doğrudur. Bu kapsamda: yaşama hakkı elinden alınmıştır. 1984 yılından günümüze kadar PKK bölgede 2000'e yakın insan öldürmüştür. Aynı tarihlerde 1800 kadar kişi yaralanmıştır.
İnsanların her türlü özgürlüğü PKK tarafından vesayet altına alınmıştır. PKK, insanların mülkiyet hakkına tecavüz etmekte, köyleri yakmakta, hayvanları boğazlamaktadır. O halde gerçekten insan hakları ihlali vardır.
Bu insan haklarına, PKK yatakçıları ve işbirlikçileri gözaltına alındığında bir takım kişiler sahip çıkmakta; PKK denilen melanet örgütü, arkadaşları ile ava giden polis memurunu yakalayıp sorgu sırasında teker teker kollarını ve ayaklarını kestiği zaman sahip çıkmamaktadırlar. İzinden dönen erler elleri arkadan bağlanarak, kafa derileri yüzülmek suretiyle öldürülmekte, Subaylar şehirler arası yollarda otobüslerden kadın ve çocuklarının yanından alınarak kurşuna dizilmekte gene insan haklarından bahseden olmamaktadır. Güneydoğu, batıda üretileni tüketmekten başka bir şey yapamaz hale getirilmiştir. Kara yollarının kenarları arıcılık, hayvancılık adı altında devletten alınan milyarlarca liranın heba edildiği içi boş biriket bina döküntüleriyle doludur. Örnekleri fazla uzatmayalım, Türkiye Cumhuriyeti'nin batısındaki yasalar Güneydoğu'ya uğramamıştır. Yanlışlıkla yolu düşenler ise metruk hale getirilmiştir. 

Bu düzensizlik giderek ayrı bir kültür ortamı yaratmıştır. Bu bölgede Türkiye Cumhuriyeti'nin örgütlenme sorunu vardır. Mevcut ekonomik, kültürel, hukuksal, sosyal, eğitsel ve idari kurumlarıyla ayrılıkçı Kürtçülük olayına çözüm getirmeye çalışmak, hüsrana uğramak; kısaca ve açıkça bölgede çok yakın zamanda Türkiye Cumhuriyeti varlığının son bulması demektir.

Hiç kimse teröre karşı olduğunu söylemekle bu olayları önleyemeyecektir. Bölgede PKK örgütüne ihanetin cezası ölüm, devlete ihanetin cezası DİYARBAKIR l nolu Tutukevinde "AKADEMİK PKK KARİYERİ" yapmaktır. Böyle bir ortamda TC varlığının giderek son bulacağını söylemek için falcı olmaya hiç gerek yoktur. İşin gerçeği bu olayın kökleri içerde, dalları dışardadır. Üstelik bu olay Osmanlı
ve Cumhuriyet dönemi isyanlarına da hiç benzememektedir. Mevcut çapraşık durumda, halkın da devlete verecek desteği kalmamıştır. Halk, Devletin tüm örgütlerince desteklenir ve korunursa, mukabil destek ve yandaşlık söz konusu olabilir. Yukarda vermiş olduğumuz çarpıcı fakat çirkin örneklerde rol alan
Güneydoğu insanı bu rolü bilerek ve isteyerek üstlenmiş değildir. Bazı Amatör yöneticiler, hantal ve çıkarcı kadrolarla bölge insanına bu rolü vermişlerdir.. Bölgedeki mevcut suni ve çarpık şehirleşme sonucunda, oluşan yoğun işsiz-güçsüzler ordusu PKK'nın "SINIFSAL KİN" ve "ULUSAL KİN" temalarına açık olarak çiğ gibi büyümektedir. Suni şehirleşme sürecinde kırsaldan şehirlere göçlerle birlikle muazzam bir başkaldırma potansiyeli mevcuttur.

Örgütlenme sorunu, TC görevlerinin en önde gelen ve diğer sorunlarla görevlerin başarılmasında temel teşkil eden sorundur.
Böyle bir örgütsüzlük söz konusu olduğunda "DEVLETİN YANINDA VATANDAŞ" deyimi ne anlama gelir? Anlamı şudur: Bölge insanının Devletin her kademesiyle ilişkisi ve yakınlığı, menfaati ölçüsündedir. Bölgede Aşiret çekişmelerinin, kan davalarının, arazi anlaşmazlıklarının ve mahalli particiliğin yarattığı gruplar veya ayrılıklar vatandaşı devlet mekanizmasına değişik açıdan yaklaşmaya mecbur
bırakmıştır. Şu anda Devletin- yanındayım diye geçinenlerin büyük bir kısmı ekonomik, sosyal ve siyasal ayrıcalıklara sahip kimselerdir. Sıradan yoksul vatandaşlar arasında "DEVLET YANLISI" bulmak yüzyılın hadisesi haline gelmiştir. Çünkü Devlet Güneydoğuda kendi sosyal kurum ve kuruluşlarını
örgütlediği dönemde sırtını bölgenin ileri gelenine, şeyhler ve toprak ağalarına bilinçsiz görevlileriyle dayamış, yoksul köylü vatandaşlarla gerekli irtibatı kuramamış, sosyal temelde üst kurum olan aşiret reisleriyle varlığını sürdürmeye çalışmıştır. Kısaca, bilinçli seçimin dışındakileri kapsayan "DEVLET
YANLILARI" devletle girişeceği ilişkiler neticesinde ekonomik, sosyal, siyasal olarak çeşitli ayrıcalıklara sahip olduğunu veya olacağını düşünen, devletin imkânlarını kendi çıkarları için kullanmayı ilke edinmiş kişilerdir. Korunan ve kollanan "DEVLET YANLISI" kesim bu olduğuna göre halktan da bu şartlar
altında destek beklenmemelidir.

Sağlam bir yapının oluşturulması için Devletin sıradan vatandaşlarla ilişkisini geliştirmesi ve bu temelde örgütlenmesi gerekir.
Bölge halkı Kurttur veya değildir. Kökeni üzerinde durmaya da hiç gerek yoktur. Cumhuriyetin kuruluş yıllarından beri bölgeden esirgenen çağdaş insanlık kültürünün sevgi ve saygı temelinde dayatılmasının zamanı henüz geçmemiştir. Belirttiğimiz gibi köylerden şehirlere göç bütün dengeleri bozmuş durumdadır. Topraksızlık had safhada iken GAP'ında yöreye faydası düşündürücüdür. Geniş kapsamlı bir toprak reformuna ihtiyaç vardır. Mevcut toprak ağalarının birkaç kat daha zenginleşmesi köylüyü değil, batıdaki bar, pavyon, kumarhane ve
randevu evlerinin kalkınmasına yarayacaktır. Bugüne kadar böyle olmuştur, mevcut yoz anlayış devam ettikçe de böyle olmaya devam edecektir.

Hazine arazileri, kadın kavgası, kan davası, canı sıkılanın keçisini alıp köyden gitmesi sonucu ikişer-üçer evlik yerleşim merkezi haline gelmiştir. Toprak işgalinin, vurgunculuğun hesabını soran yoktur. Hazine ile vatandaş arasındaki toprak anlaşmazlığı dava dosyalarının bulunduğu mahkeme arşivleri arkeoloji müzesi gibidir. Milyarlarca Türk lirası kentlerin kaçakçı pasajlarında parfüm, makyaj malzemesi, bebek, radyo, müzik seti, çakmak, çengelli iğne, hacı yağı gibi ıvır-zıvır şeylerle bloke edilmiş durumdadır. Kaçakçılık sırtçılıktan çıkmış bilimsel boyutlarda icra edilmektedir.

Sosyal bir gelişme olarak aşiretler konusuna açıklık getirilmemiştir. Aşiret reisleri Geçici Köy Koruyucuları kaynağı ile para akışının devamlılığını sağlamakta ve reislik kisvelerinin devamı için mevcut kargaşa ortamını bilerek sürdürmekte dirler. Bu Ortaçağ kalıntılarının, anlaşılması çok zor yapılanmaları mevcuttur. Aşiret insanının ilişkilerini, çelişkilerini ve aralarındaki çıkar çatışmalarını bilmeden kararlara varmak bu konuda oldukça bilgili ve tecrübeli "VAMPİR APO"ya yardımcı olmaktır. TC. kurulduğu yıllardan itibaren geçmiş ayaklanmaları da göz önünde bulundurarak bölgedeki bu tür reis ve feodallerin egemenliklerini zaman zaman bilinçsizce ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Örgütsüzlük, kadrosuzluk ve amatörlük nedenleriyle bir sonuç alamamıştır. İsyan yıllarında Feodaller kendi egemenlik çıkarları için aşiretler üzerindeki yönetim tecrübelerine dayalı olarak ayaklanmalar başlatmışlar, sonuçta feodal toplum
yapısı ve ağa baskısı dışa kapalı olarak bütün şiddeti ile aşiretler içersinde devam etmiştir. PKK'ya katılımların temelinde yoksulluk, işsizlik, topraksızlık, Che GUEVARA, GIAP özentileri ve cahil cesareti nasıl önemli motiflerse; aşiretler içindeki baskılar, ahlaksızlıklar, vergilendirme, talancılık ve vurguncu
düzen de önemli faktörlerdir.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

7 Eylül 2018 Cuma

IRAK KÜRT BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİNE İLİŞKİN STRATEJİK ÖNGÖRÜLER. BÖLÜM 5

 IRAK KÜRT BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİNE İLİŞKİN  STRATEJİK ÖNGÖRÜLER. BÖLÜM 5


Suriye’nin BOP’a karşı çıkması ve 12 Aralık 2003’te “Suriye Sorumluluk Yasası”nın ABD Kongresinde kabul edilmesi ile Suriye üzerinde ABD baskısı artmış, kimi yorumcular bu durumu ABD dış politikasının “İsrailleştirilmesi” olarak tanımlamışlardır.163

 Irak’ın üçe bölünmesi, bağımsız bir Kürt Devleti olasılığını geri döndürülemez bir noktaya getirecektir. Bu noktaya, Irak’ta bir iç savaş çıkması-çıkarılması ve Kerkük gibi petrol bölgelerinin Kürtlerin kontroluna verilmesiyle gelinebileceği mümkündür. Bu nedenle Irak’ın toprak bütünlüğüne tüm bölge ülkeleri önem vermektedir. Irak’ta iç savaş olasılığı, bölünme olasılığını, bölünme olasılığı, bağımsız bir Kürt Devleti olasılığını gündemde tutmaya devam etmektedir. Bağımsız bir Kürt Devleti olasılığı, ABD’de Yahudi lobilerinin yönetim üzerindeki ağırlığının devam etmekte olduğu şeklinde olarak yorumlanabilir.164 ABD’nin Türkiye’yi PKK terörüne karşı yalnız bırakması, Kürt Devleti olasılığının hala devam etmekte olduğunun veya Kürt kartının Türkiye’ye karşı kullanılmasının bir göstergesidir. Bu esnada Dünyada165 bölgede, ve Türkiye’de ABD karşıtlığı 
artarak devam etmektedir.166 ABD’nin “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” olasılığı 167 yani, ABD, Avrasya’yı hakimiyeti altına 
almaya giderken, elindeki Ortadoğu’yu kaybetme olasılığı168 bulunmakta dır.169 

Türkiye’de sağ, sol ve liberal kesimler, ABD politikalarına karşı bir araya gelmektedirler. Türk kamuoyunda ABD karşıtlığı % 90’lara varmaktadır. 
Bölgede Türkiye, İran, Suriye ABD politikalarına karşı bir araya gelebilmektedirler. İKÖ, islam ülkelerinin haklarını korumakta etkinliğini 
artırmaktadır. Bütün bu gelişmeler, halkları kendi içinde bir araya getirirken, ülkeleri de birbirlerine yakınlaştırmaktadır.170 

Bir Kürt devleti kurulması, ABD’ için yaşamsal önem taşımazken, İsrail için aynı hususu söylemek kolay değildir.171 İsrail, bekası için Kürt Devletinin kurulmasına önem vermektedir. Bağımsız bir Kürt Devletinin kurulmasında belirleyici olacak husus, ABD yönetiminde Yahudi etkinliğinin sürüp sürmeyeceğidir.172 

ABD’de tartışılmaya başlanan ABD’nin çıkarları ile İsrail’in çıkarları aynı-farklı tartışmasının sonuçları, ABD tarafından Kürt Devleti kurulmasına yakılacak 
ışığın rengini belirleyecektir. 

ABD, Ortadoğu’da ve Avrasya’da öncelikli politikasını, öncelikle ABD halkının çıkarlarına mı, yada ABD halkı ile birlikte İsrail’in çıkarlarına mı göre
oluşturacaktır? ABD ile İsrail’in çıkarlarının örtüşmediği ise kamuoyunda her geçen gün yüksek sesle dile getirilmekte, tartışılmaktadır.173 Bu eleştirileri
başlangıçta “Yahudi düşmanlığı” suçlaması ile önlemeye çalışan Yahudi lobileri, tartışmaların kesilmesini engelleyememişlerdir. ABD’deki dış politika
tartışmalarına emekli generallerinde174 katılması, yönetimdeki Yahudi etkisinin zayıflatılması üzerine mücadelenin sürdüğünü göstermektedir.175

Zaman, Kürt Devletinin kurulması yönünde çalışmakta, İsrail’in çıkarlarıyla örtüşmektedir. Kürt Devletin kurulması yönünde zamanın çalışması ABD’nin 
çıkarları ile örtüşmekte midir?176  

ABD Başkanı G.W.Bush, İran’ın nükleer silah sahibi olmasının Türkiye tarafından öncelikli tehdit olarak değerlendirileceğini ve Türkiye’nin ABD yanında 
saf tutacağını beklediği demeçlerinden anlaşılmaktadır. ABD’nin Teröre karşı mücadelede takındığı iki yüzlü tutum, Türkiye’de Amerikan karşıtlığının ve 
ulusalcılığın yükselmesine neden olmaktadır. Zaman, Kürt Devleti kurulmasına çalışanların lehine işlerken, Ortadoğu’da ABD karşıtlığının tırmanması ile 
başlayan sürecin ABD çıkarlarının aleyhine işlediği söylenebilir.177 

Ortadoğu’da Arapları ve Acemleri karşısına alan ABD, Türkleri de karşısına almak üzeredir.178 Irak’ın bölünme süreci, Bağımsız Kürt Devleti sürecini tetiklerken, Kürt Devleti kurulma sürecine paralel şekilde Türkiye’de ABD karşıtlığı sürecide devam etmektedir. ABD, Amerikan Halkının ve İsrail’in çıkarlarını birlikte maksimize etmenin mümkün olamayacağını görmek ve karar vermek zorunda kalacaktır. İsrail Başbakanı, İsrail’in sınırlarını çizmediğini, 2010’da kesin sınırlarını açıklayacağını söylemektedir. ABD halkı ABD yönetimine, gerek Ortadoğu, gerekse Dünya kamuoyunu sürekli karşısına alarak, hukuku ve bütün değerleri çiğneyerek ve güç kullanarak politikalarını sürdüremeyeceğini, söylemektedir.179 ABD’nin yarın bedel ödemek zorunda kalacağı ihtimal dahilindedir.180 Adil olmayan yönetimlerin, iktidarlarını uzun süre sürdüremedikleri ve tarih sayfalarındaki yerlerini aldıkları bilinen bir gerçektir. 

Amerika’nın Kürt politikasında değişiklik olduğu, Irak’ın Kuveyt’i işgali ile gözlenmektedir.181 1992’de ABD’li yetkililerle görüşme yapmak üzere 
Washington’da bulunan Celal Talabani ve Barzani’nin önderlik ettikleri Irak muhalefeti, 29 Temmuz 1992’de ABD Dışişleri Bakanı James Baker ile bir 
araya gelmişlerdir. Başkan Bush tarafından kabul edilmeseler de, Kürt liderler, Washington’da ilk defa bu kadar üst düzeyde kabul edilmekteydiler. 
Kürtlerle dolaylı görüşmeler yapmış olan ABD, Kürtlerle ilk defa doğrudan temas kurmuş olmaktadır. Yinede ABD, temas kurmak için bazı şartlar ileri sürmüştür. Bu şartlar; Kürtler, ne kadar yerel halkı temsil ettiklerini göstermeleri ve özellikle Türkiye’nin bu temastan kaynaklanacak kaygılarının da giderilmesi gerekiyordu.182 

Tüm Irak muhalif grupları içeren Irak Ulusal Kongresi, 27 Aralık 1991’de ABD ve İngiltere’nin teşvikiyle toplanması sağlanmıştır. ABD, Türkiye’nin ve Irak’lı Şii muhalefet lideri Bekir el-Hakim’in olası tepkilerini göz önüne alarak bu toplantıyı gündeme taşımamıştır. Mayıs 1992 seçiminden sonra Irak Ulusal Kongresi Viyana’da toplanmış, aralarında Barzani ve Talabani’nin bulunduğu sekiz kişilik heyetin Washington’a gitmesi kararlaştırılmıştır. 

ABD Dışişleri Bakanı Albright, Irak’ta olası bir yönetim değişikliği durumunda, müttefiklerle ve dostlarla işbirliğine hazır olduklarını ve yeni Irak’ın bağımsız, üniter ve bölgesi için tehdit oluşturmayan bir yapıda olmasını arzuladıklarını bildirmekteydi. Sürgündeki Şii lider Ayetullah Muhammed Bekir el-Hakim, ABD’nin Irak muhalefetine 1991 ve 1995’te iki kere ihanet ettiğini açıklamaktaydı.183 

Clinton döneminin Ulusal Güvenlik Komitesi Dışişleri sorumlusu Martin Indyk tarafından 18 Mayıs 1993’te bir toplantıda “Çifte Muhasara” politikası fikir olarak gündeme getirilmiştir. Ortaya atılan bu politikanın esası, Irak ve İran’ın uluslararası ekonomik ve siyasi hayatta yalnızlığa itilerek çökmeye bırakılmasıdır. 184 

Avustralya’da doğan, İsrail’de başbakanın danışmanlığını yapan, ABD’ye yerleşerek Yahudi lobisinde çalışmaya başlayan Martin Indyk “Washington Instıte for Near East Policy” yi 1985’te kurmuştur. Yönetim kurulundaki 11 üyeden altısının Yahudi olduğu kuruluşta çalışmaya başlayan Martin Indyk, oradan Beyaz Saray’a Ulusal Güvenlik Konseyi Ortadoğu işleri sorumluluğuna geçmiştir. Çifte Muhasara politikası ile Irak’ın hem çökertilmesinden hem de toprak bütünlüğünden bahsedilmesinin çelişki oluşturduğunu dile getiren Martin Indyk, ABD’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü savunan politikalarını eleştirmektedir. Tarih, 23 Kasım 1992’dir. ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton I.Abromowitz’de, 1993 yılında yazdığı bir makale ile Kürtleri korumakla, Irak’ın toprak bütünlüğünü muhafaza etmek arasındaki politikalardan birini tercih etmek zorunda kalınacağını ileri sürmektedir. 185 

ABD yönetimi Irak muhalefetine Saddam’a karşı harekete geçmelerini önermiş, bir süre sonrada 18 Ağustos 1992’de, 32. paralelin güneyinde kalan hava sahasının Irak uçaklarına kapatıldığı ilan edilmiştir. Kuzeyde 36.paralelin kuzeyinin, güneyde 32. paralelin güneyinin Irak hava sahasına kapatılması, güvenlik gerekçeleri örtüsü altında bir başka çarpıcı sonucu doğurmaktadır; Irak üçe bölünmektedir.186

 Osman Öcalan’ın 20 Aralık 1992’de Hürriyet gazetesinde yayımlanan açıklamasında Kuzey Irak’ta etkin olan KDP ve KYB’nin kendi iradeleri ile 
hareket eden güçler olmadıklarını, başta ABD olmak üzere çeşitli uluslararası güçlerin inisiyatifin de hareket ettiklerini söylemektedir.187

 Amerika’nın dışişleri bakanlığında çalışan Dr. Henry Barkey; “Birleşik Devletler için Kuzey Irak ve bölgenin Kürt halkı, hem insani görevi, hem de anti-Irak politikanın bir aracı ” olduğunu söylemektedir.188 

Bir zamanlar CIA görevlisi olan Ortadoğu uzmanı Graham Fuller, 1997 İlkbaharında yayımlanan bir dergide yer alan yazısında, “Etnik azınlıklarını 
tatmin edemeyen devletler parçalanmak zorundadır. Gelecekteki uluslararası düzenin temelini oluşturacak olan unsur şimdiki milli devlet değil, kendi 
kendisini tanımlayan etnik grup olacaktır..”demektedir.189 

ABD’de bulunan “The Washington Kurdish Instite” ismli Kürt enstitüsünün direktörü Mike Amittay , Yahudi Lobisinin eski başkanı Morris Amittay’ın oğludur. Morris Amittay, ABD’de yayımlanan bir gazetede çıkan makalesinde; “...Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Rusya’ya yayılmış olarak yaşayan 20 milyon kadar Kürt, bağımsız devletlerini kurma imkanını bulamamışlardır...Kürtler’e kendi siyasi kaderlerini tayin edebilme hakkı tanınmadıkça, Ortadoğu’da huzursuzluğun ve isyanların devamı kaçınılmazdır.” demektedir. 190

 Ümit Özdağ, “Türkiye, Kuzey Irak ve PKK” adlı eserinde, ABD’nin Kuzey Irak politikasında Yahudi lobisinin belirleyici bir gücü olduğunu, Kürt sorununun gündeme taşınmasında ve her geçen gün Türkiye’yi de içine çekmesinde, Yahudi lobisinin gayreti ve desteği olduğunu öne sürmektedir.191 

Eylül 1998’de ABD, Irak’lı muhaliflerden Barzani ve Talabani’yi Washington’da bir araya getirerek aralarındaki çatışmayı çözümlemiştir. 
Saddam’a karşı ortak işbirliği sonucunun nereye kadar gideceği konusu başta Türkiye’yi endişelendirmiş ve Türkiye’nin PKK liderini barındıran Suriye’ye karşı askeri harekatı gündeme gelmiştir. Bunun üzerine PKK lideri Suriye’yi terketmiştir. Bu esnada, ABD Kongresi, Irak Ulusal Kongresine 97 milyon dolarlık askeri yardım yapılmasını Ekim 1998’de onaylamıştır.192 

ABD’nin Kürt grupları ile yakınlaşması, Kürt kartını bölge ülkelerine karşı çok dikkatli ve sürekli kullanacağı anlamını taşımaktadır. 
Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti bir takım yararlar sağlasa da, Amerika bunu yaparak Irak’a, Türkiye’ye, İran’a ve hatta Suriye’ye karşı sürekli kullanacağı bir kozu elinden çıkarmak istemeyecektir. ABD, Kürtlere güç aktararak bağımsızlık yolunda ilerlemelerini teşvik etmekte, “Büyük 
Kürdistan” hayallerini canlı tutarak bölge ülkelerine baskı yapmaktadır. Böyle bir devletin kurulması durumunda, bölgedeki önemli müttefikleriyle ilişkilerinde sorunlar yaşayacağı muhakkaktır. ABD, önemli müttefiklerini de karşısına almaktan kaçınacaktır.193 

Önemli oranlarda Şii nüfus barındıran Kuveyt ve Suudi Arabistan, Irak tehdidinden kurtulmak istemekle beraber, Irak’ın parçalanması olasılığı 
sonucu Şii İran nüfuzunun sınırlarına dayanmasından da çekinmektedirler. Irak’ın toprak bütünlüğü başta Türkiye olmak üzere Ürdün, Suriye ve Mısır 
tarafından da desteklenmektedir. İran’ın genişlemesini ve bölgede nüfuzunu artırmasını ABD’nin de istemeyeceği muhakkaktır. Irak’ı çevreleyen komşularının tamamının Irak’ın toprak bütünlüğünü istemesine rağmen bağımsız bir Kürt devletinin zorluğu görülmektedir. ABD’nin muhtemel politikası, Kürt devleti kuracakmış gibi bir kartı bölge ülkelerine karşı devamlı elinde tutmak şeklinde olacaktır. 

ABD’nin bağımsız bir Kürt Devleti kurulmasını şu aşamada istemediği ileri sürmek gerçekçi olacaktır. Ortadoğu’nun sosyo kültürel karmaşık yapısı, 
üç büyük dinin merkezinin bu bölgede bulunması, petrol ve İsrail devletinin işgalci politikalarının varlığı, ABD’nin Ortadoğu politikalarını uygulamada 
yeterince zorlamaktadır. Bir “Bağımsız Kürt Devleti “ , Büyük Kürdistan hayallerinin üzerine benzin dökmeye benzeyecektir. Irak’ta istediği başarıyı 
sağlayamayan ABD, Ortadoğu’da kontrolü kaybetme riskiyle karşılaşabilecektir. Bağımsız bir Kürt Devleti, Ortadoğu’da, Hazar Denizi’nin doğu, batı ve güneyinde ve Orta Asya’ya uzanan bölgede zincirleme olaylara ve sınır değişikliklerine yol açabilecektir. 

2.2. İsrail’in Kuzey Irak Kürt Politikası 

Konumu itibarı İsrail, kendisini Araplar tarafından kuşatılmış olarak ve tehdit altında hissetmektedir. Yaşamsal çıkarları gereği, yakınındaki Arap olmayan uluslarla sıkı işbirliği içersinde bulunmak stratejisini benimsemiştir. Stratejisi ile düşman rejimleri istikrarsız hale getirmeyi hedeflemiş, bu nedenle civarındaki ülkelerin azınlıklarını destekleme politikasını geliştirmiştir. 

Araplar dışındaki en yakın ülkeler olan Türkiye, İran ve Etiyopya ile yakın ilişkiler kurmaya çalışmıştır. İsrail bu strateji doğrultusunda, Araplarla sorunu 
olan her unsura yakınlık göstermiş, ilişkilerini geliştirmiştir. 

Siyonistlerin Kürtlerle temasa geçmeleri 1930’lu yıllarda başlamış, 1960’lı yıllarda en üst seviyeye çıkmıştır. İsrail’in Kürtlerle ilişkileri, İsrail Başbakanı Manachem Begin tarafından 1980 yılında resmi olarak, Kürtlere insani yardımın yanında askeri danışmanlar ve silah yardımı yapıldığı açıklanmıştır.194 

İsrail’in Kürtlere verdiği destek 1991 Körfez Savaşında artarak devam etmiş,195 2003 Irak Savaşı ile doruk noktasına ulaşmıştır. Bir taraftan Türkiye ile ilişkilerinin zarar görmemesini isteyen İsrail, diğer taraftan da Kuzey Irak’a her tür desteği vermektedir. Türkiye’nin güvenlik ve ulusal çıkarları nedeniyle, Kuzey Irak’a girmesi, durumunda karşı koyacaklarını söyleyen Kürtlere Askeri malzeme ve eğitim veren İsrail’dir. Türkiye’nin rahatsızlığını dile getirmesi karşısında, İsrail’de, Türkiye ilişkilerinin yeniden ele alınması vaktinin geldiğine dair yorumlar yapılmaktadır. 

İsrail’in Kürtlerle olan ilişkileri, sadece İsrail tarafının isteği ile olmamakta, Kürtlerinde İsrail’e karşı sempatileri bulunmaktadır. İsrail’in Irak Kürtlerine ilgi göstermesi, Kuzey Irak Kürtlerinin Irak yönetimi ile sorunlar yaşamasının yanında “Yahudi Kürtleri” ne olan ilgisinden dolayıdır. İsrail yöneticileri, Yahudi kökenli Kürtlerin büyük kısmını 1950 yıllarında İsrail’e taşımışlardır. Kürtler, sorunlarına karşı kayıtsız kalan Araplardan intikam almak istemekte, ilerde kurulacak bağımsız Kürt devletinin kurulmasında İsrail’in kendilerine yardım edeceğine inanmaktadırlar.196 

PKK Terör örgütünün verdiği güvenlik zararları gerekçesi ile Türkiye’nin Kuzey Irak’ta güvenlik kuşağı oluşturma girişimine İsrail olumlu yaklaşmıştır. Türkiye ile ilişkilerin stratejik ortaklık seviyesine çıkmasıyla aynı döneme gelen, bölgede güvenlik kuşağı oluşturma girişimi ile İsrail’inde çıkarlarına hizmet edecek hususlar şu şekilde değerlendirilmiştir 197; 

-Güvenlik kuşağı oluşturulması sayesinde İsrailli uzmanların Türkiye’ye girme fırsatı olacaktır, 
-İsrail’e Kuzey Irak’ta bulunma fırsatı sağlayacaktır. Irak’taki merkezi otoritenin zayıflamasına ve Irak’ın çözülmesine, Irak’ın çözülmesi ise İran, Suriye, Türkiye ve Körfez’in ve Arap Dünyasının çözülmesine ve paylaşılmasına zemin hazırlayacaktır. 
-İsrail, küresel sermaye ve gelişmiş silahlı gücü sayesinde güvenlik konseptlerinde Orta Asya’ya uzanan planlarını uygulayacak zemin bulacaktır, 
-Güvenlik kuşağı ile Irak’a darbe vurma fırsatı yakalanacaktır. 
-Refah Partisinin yükselişe geçmesi üzerine, Refah Partisini içerde ve dışarıda sıkıntıya sokmak için laik Türk Ordusunun dış politikalarını desteklemiştir. 
-Türkiye, İranlı muhalifleri destekleyerek, Kuzey Irak’ta çatışmaya sebep olabilecek alanlar yaratmaya başlamıştır. Tahran, güvenlik kuşağının 
kendi güvenliğine tehdit oluşturabileceğinden endişe etmiştir. Güvenlik kuşağı oluşturma düşüncesi, bir çok MOSSAD ajanının Türk istihbarat birimleri ile toplantılar yapmasına projede etkin rol almalarına ve İsrail’in Kuzey Irak’a adım atmalarına yol açmıştır.198 

ABD’nin Irak’a girmesi ile birlikte MOSSAD’ ın binlerce deneyimli ajanı Irak’ta faaliyet göstermişlerdir. Kitle imha silahlarına ait bilgilere ulaşmak, Irak’ın yetişmiş beyin gücünden yararlanmasını199, başka Arap ülkelerinin eline geçmesini engellemek için bir dizi operasyonlar icra edildiği basına 
yansımıştır.200

 Amerikalı gazeteci Seymour Hersh’in “Plan B” isimli makalesinde, İsrail’in Irak’ta demokrasi ve istikrarın kurulamayacağına inanarak, Irak’ın 
Kuzeyindeki Kürtlerle olan ilişkilerini korumak ve geliştirmek amacıyla yarı özerk Kürt bölgesinde, bir varlık oluşturmaya ve bu varlığın güvenliğini sağlamaya karar verdiğini belirtmektedir. Hers’e göre, İsrailli uzmanlar Kürt komando birliğine eğitim vermekte, Suriye ve İran’daki Kürt bölgelerinde gizli  operasyonlar yapmaktadırlar. Kürt komandoları, güneydeki Şii milisleri kontrol etmek kadar, Sünni Baas gücüne karşıda hazırlanmaktadır. Şii ve Sünni direnişçilerin liderlerini öldürmek, istihbarata bilgi toplamak Kürt komandoların faaliyetleri arasındadır.201 

Alman asıllı güvenlik uzmanı Dr. Müller, İsrail’in Irak’taki varlığının sadece Irak’ın Kuzeyi ile ilgili olmadığını, Irak genelinde İsrail’in yedi istasyonu bulunduğunu, Irak’ta ekonomik amaçlı bulunan firma ve şirketlerin çalışanları maskesi altında ajanların faaliyet gösterdiğini, faaliyet alanlarının petrol yanında akademik ve bilimsel araştırmalara kadar uzandığını belirtmektedir. 202

 Türkmen kaynakları da, İsrail’in Irak’taki faaliyetlerine dönük olarak, İsrail’in, Suriye sınırından başlayarak, Tel’afar ve Musul’dan geçen 200 km’ lik arazi aldıklarını belirtmektedirler. Tel’afar’ın konumu hassastır. Kuzey Irak’ta bulunan Kürt grupların Suriye’deki Kürt grupları ile temas kurabilmeleri bir Türkmen kenti olan Tel’afar tarafından engellenmektedir. Ovaköy’den açılacak bir sınır kapısı, Kürt bölgesine girmeden, kestirmeden Bağdat’a giden bir güzergah sunmaktadır. İsrail’in satın aldığı bildirilen araziler, hem Kürtlerin Suriye irtibatını sağlayacak, hem de Türklerin Araplarla olan irtibatını kesebilecek bir konum sergilemektedir. ABD ve İsrail, bu bölgeye stratejik önem vermektedirler. El Riyad Gazetesine göre; İsrail, Tel’afar bölgesinde araziler satın alarak 150 kadar Yahudi aile yerleştirmiştir. Yahudi aile sayısının 150 bin olması hedeflenmektedir. Yahudi Ajansıda, Iraklı Yahudi göçmenlerin Irak’a geri dönmelerini sağlamaya çalışmaktadır.203

 Ocak 2004’te İsrail’de petrol, turizm, ve altyapı alanlarında faaliyet gösteren şirketlerden oluşan heyetler Irak’ın Kuzeyine gizlice giderek, 50 milyon dolarlık bir dizi kalkınma ve pazarlama projeleri imzalanmıştır.204 

El Hayat Gazetesi, Irak’taki ABD askerleri arasında 1000 kadar İsrailli subay ve er bulunduğunu, ABD birliklerine şehir savaşı konusunda deneyimlerini aktarmakla birlikte, gerçekte İsrailli askerlerin savaşın başlamasından önce belirlenen vizyon içersinde, Irak’ı bir tehdit olmaktan çıkaracak konularla ilgilendiklerini, Kerkük, Musul ve Erbil’de arazi satın aldıklarını ve Irak’lı bilim adamlarını ortadan kaldırdıklarını belirtmektedir.205 

T. Yılmaz, Irak’taki İsrail varlığının nedenlerini şöyle sıralamaktadır; 
-Körfez bölgesinde istihbarat ağı oluşturmak, 
-İran’ı izlemek , nükleer çalışmalarını sabote etmek, 
-Irak’taki eski Yahudi mirasını elde etmek, bu amaçla araziler satın alarak Irak’ta kalıcı olmak, 
-Ekonomik çıkarları gereği Musul-Hayfa petrol boru hattını açmak, Türkiye karşı çıkarsa, Kerkük-Hayfa petrol boru hattını inşa etmek,  Bazı kaynaklar, İsrail’in Kuzey Irak’ta arazi almalarının stratejik amaçları bulunduğunu ileri sürmektedir ler.206 
-Kurulması düşünülen Kürdistanın sınırlarını Musul’a kadar genişletip, etnik ve dini farklılık gösteren bu bölgeyi çatışma alanı haline getirmek ve buradan İran, Suriye gibi ülkelere yapılacak operasyonlara çıkış noktası yapmak, 
-Suriye sınırına yakın alınan araziler ile Suriye’ye baskı oluşturmak ve Suriye Kürtlerini ayaklandırarak, ilerde Irak Kürdistan federasyonunun sınırlarını genişletmek, 
-Irak’ın doğusuna doğru toprak alarak ABD ve İngiliz güçlerine geri destek üssü olmak, 
-Irak’ın Kuzeyini kontrol eden İsrail, Musul’un kuzeyinden geçen Dicle Nehri vasıtasıyla güneydeki Şiileri baskı altına alma olanağına kavuşmak, 
-İsrail’in bölgedeki varlığının bir başka sebebi de, Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını kontrol altına almaktır. Söz konusu hattın güvenlik maliyetleri açısından karlı olmadığını gösterip, petrolün İsrail üzerinden Akdeniz’e ulaşmasını sağlamaktır. İran, İsrail açısından bakıldığında bir tehdit unsurudur. İsrail, İran’ın desteklediği Hizbullah’ın baskısını, Kürt militanları destekleyerek misillemede bulunma imkanına kavuşabileceği, bu nedenle Kuzey Irak’ta bulunmaya önem verdiği düşünülmektedir.207 

Suriye’de bulunan Kürt yerleşimi Kamışlı’da şiddet olayları patlak vermiş, Şam yönetimi, birkaç kilometre ilerdeki Amerikan işgal kuvvetlerinin olaylarda etkili olduğu belirterek , sınırdan sızmalar olduğunu resmen teyit etmiş ve bu durumu protesto etmiştir. Basında yer alan haberlere göre, Türkiye’den de bir takım Kürt unsurlar Kamışlı’ya geçmiş ve kışkırtıcılık yapmışlardır. Kamışlı olaylarında MOSSAD’ın parmağı olabileceği ihtimal dahilindedir. Irak’ın etnik ve dini temele dayalı olarak bölünmesi ve Kürt devleti kurulması yönündeki projelerin İsrail tarafından seslendirilmesi, Türkiye ve İsrail ilişkilerinde gittikçe artan bir gerilemeye yol açmaktadır. Türkiye, İsrail’in Irak’ın Kuzeyindeki faaliyetlerinden rahatsız olmuş ve bunu bildirmiştir. Bu rahatsızlık, Tel Aviv’deki Türk Büyük elçisi ve Kudüs’teki Türk konsolosun çağrılmasına kadar varmıştır. Hersh’in makalesinde yer alan ABD’li eski bir istihbaratçının sözleri anlamlıdır; 208

 “...İsraillilerin Kürdistan ile bağları,Türkiye ile büyüyen ittifakından daha büyük değere sahip olacaktır...” 

Aynı makaleye göre İsrailli eski bir istihbarat görevlisi de şunları söylemiştir; 

“...Türkiye’yi seviyoruz, fakat İran’ı baskı altında tutmalıyız. Kürtler Irak’ta ABD’ye en yakın gruptur. Tek sorun, Türkiye ile onların nasıl uyumlu hale 
getirileceğidir....” 

İsrail, ya Kürtlerle ittifakın sağladığı potansiyel getirileri tercih edecek ve Irak’ın Kuzeyinde faaliyetlerini Türkiye’ye rağmen artıracak ya da Türkiye ile geliştirdiği stratejik ilişkilerin devamını tercih edecektir. Türkiye’nin güvenlik kaygıları, İsrail’i bir tercihe zorlayacaktır. Ortadoğu’nun yeniden yapılandırıldığı, İran’a karşı bazı yaptırım veya askeri seçeneklerin gündemde olduğu bir zamanda, gerek ABD, gerekse İsrail için Türkiye’nin yanlarında yer almamasının maliyetinin yüksek olacağı taraflarca bilindiği değerlendirilmektedir. İsrail’in, İran’ın tehdit olmaktan çıkarıldığı ve Kürt devletinin güvenliğini sağlayabildiği anda Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek için gerekli gayreti göstermeyebileceği öngörülmektedir. 

2003’te Irak’ın işgal edilmesiyle İsrail en kuvvetli düşmanlarının birinden kurtulmuştur. Irak Savaşı, İsrail’in çıkarları ile örtüşmüştür.209 Irak’ta 
her geçen gün etkinliğini artırmakta, Kürtlerle ilişkilerini geliştirmektedirler. Filistin direnişini destekleyen Saddam’ın devrilmesi ile Filistinliler en önemli 
destekçilerini kaybetmişlerdir. Ortadoğu’da etkinliğini artıran İsrail, bir diğer düşmanı İran’ı daha yakından kontrol etme olanağına kavuşmuştur. 

Irak’ta devam eden karışıklıklar esnasında, İsrail gizli servisinin 350 civarında Irak’lı bilim adamı ve akademisyeni öldürdüğüne dair haberler basında yer almaktadır.210 Cinayetlerin kime yarayacağı konusunda tahmin yürütülebilir. Nükleer enerji ve silahlara ait bilgilerin, diğer Arap ülkelerinin eline geçmesinin ve Irak halkına önderlik yapabilecek fikir ve liderlerin ortaya çıkmasının önlenmesi, Irak’ın tarihini talan edenlerin ve Irak’ın bölünmesini isteyenlerin işine yarayacaktır. 

2.3 Türkiye’nin Kuzey Irak Kürt Politikası 

Irak, yüzyıllarca Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğinde kalmış bir bölgedir. İmparatorluğun yıkılması ile kurulan yeni Türk Devletinin sınırları belirlendiğinde, Musul yeni kurulan devletin sınırları içersinde kabul edilmiştir. Musul Şehrinin hangi sınırlar içinde kalacağına dair anlaşmazlık, Cemiyet-i Akvam’a götürülmüş, Cemiyet-i Akvam 16 Aralık 1925 yılında Musul’un Irak’a ait olduğuna dair karar vermiştir. Bu kararı kabullenmek istemeyen Türkiye, başlangıçta tepki göstermiş, bilahare İngiltere ile 1926’da imzaladığı antlaşma ile Brüksel Hattı olarak tanınan sınır, Türkiye-Irak sınırını oluşturmuştur. 

Türkiye’nin jeostratejik önemi, İran ve Irak’ın toplam jeostratejik önemiyle eşit ağırlıkta görülmektedir. Bölgede 21-24 milyon civarında olduğu tahmin edilen Kürt nüfusun ve coğrafyasının yarısı Türkiye’dedir. Kürt bölgelerinin %30’u İran’da, %15’i Irak’ta ve kalanı Suriye ve diğer bölge ülkeleri topraklarında bulunmaktadır.211 

Irak’ın 1990 yılında Kuveyt’i işgal etmesi, başta ABD olmak üzere uluslararası ortamda tepkiye yol açmış, ABD önderliğinde kurulan koalisyon güçleri, Irak ordusunu Kuveyt’ten çıkarmıştır. II. Körfez savaşı olarak adlandırılan savaş esnasında Kürtlerin tutumlarını cezalandırmak isteyen Saddam, Kürtleri Türkiye sınırına doğru sürmüş ve bölge dışı güçlerin duruma müdahale etmesine yol açmıştır. 

Çöl Fırtınası harekatından sonra, uçuşa yasak bölgenin getirdiği otorite boşluğu, bölgede PKK güçlerinin sayısında önemli bir artışa ve Türk Hükümetinin kaygılanmasına ve çözüm arayışına neden olmuştur. Türkiye Kuzey Irak’taki otorite boşluğundan yararlanarak ve PKK güçleri ile mücadele gerekçesi ile askeri varlığını sürdürmek istemiştir. Ambargolarla güçsüzleşen Bağdat yönetimi, Türkiye’nin politikalarına ciddi tepki verememiştir. PKK terör 
örgütü ile mücadele enstrümanını kullanarak Kuzey Irak’ta askeri güç bulundurma siyasetini benimseyen Türkiye, sorununu uluslararası alana 
taşımakla aslında kendisi için hayırlı bir politika izlemediği, Türkiye’nin gelecekteki uzun vadeli stratejik çıkarlarının ABD ve İsrail’in yanında değil, 
Arap ve Müslümanların yanında olduğunu görmediği veya görmek istemediği ileri sürülmektedir.212 

5 Nisan 1991’de BM Güvenlik Konseyinin 688 sayılı kararı (Birinci Huzur harekatı) ile sığınmacıların geri dönmeleri sağlanmıştır. Bu harekatın askeri birliğine “Çekiç Güç” adı verilmiştir. 15 Temmuz 1991’de sona eren Birinci Huzur harekatından sonra, İkinci Huzur harekatı ile; çok uluslu güç oluşturulmuş ve 36 ncı paralelin kuzeyi uçuşa yasaklanmıştır. 213 

Kürtlerin 36 ncı paralelin kuzeyinde koruma altına alınması ile Irak’ın bölgedeki gücü zayıflamıştır. Zayıflayan Irak, bölgenin güç dengelerinde boşluğa neden olmuştur. Birinci boşluk, İran,Türkiye ve Irak üçgenindeki güç dengelerindeki boşluktur. İkinci boşluk, Amerika-İsrail cephesinin karşısında yer alan Arap-İslam cephesinde meydana gelen kuvvet boşluğudur. 36. Paralelin kuzeyinde oluşturulan güvenli Kürt bölgesinde, 19 Mayıs 1992’de parlamento seçimleri yapılmış, 4 Ekim 1992’de Kürt Federe Devleti ilan edilmiştir. Bütün bu adımlar, “Irak’ın toprak bütünlüğünün” gözetileceğini vurgulayan politikaların sonucunda atılmıştır. 

Kürt Devleti gerçeği sindirilince, ardından Irak’ın parçalanmasının kaçınılmaz olabileceği sonucuna gelinmiştir. Bu gelişmeler, Türkiye’nin de Kürt gerçeği ile 
yüzleşmesi gerektiği söylemlerini gündeme taşımıştır. Bu konuda ABD’li uzmanların Türkiye’ye önerileri, Türkiye’nin federal bir yapıya geçmesidir. 
Türk hükümetinin Kürtlere hem Türk hem Kürt olma izni verebileceğidir. Bu verilenler Kürtlere yetmezse, federalizme gitmek söz konusu olabilecektir. 
Hatta, başarılı bir ayaklanma sonucunda Türk toprakları üzerinde bağımsız bir Kürt devleti ihtimalinden bahsedilmektedir.214

 Türkiye, sınırları yakınında kurulacak bir Kürt devletini milli çıkarlarına ve güvenliğine aykırı bulmuş, daima engellemeye yönelik politikalar geliştirmiştir. Kuzey Irak’ta oluşturulan ve Türkiye’nin kabul etmek zorunda kaldığı “Güvenli Bölge” nin Irak’ın toprak bütünlüğü içersinde kalmasına gayret göstermiştir. PKK terör örgütünün Kuzey Irak’a yerleşmesi ve Türkiye’yi tehdit etmeye başlaması üzerine, politikasında önceliği PKK’nın Kuzey Irak’tan sökülmesi ve imha edilmesi üzerine vermiştir. Bu maksatla, KDP ve KYB ile işbirliği yapmış ve geliştirmiştir. Ankara’nın Kuzey Irak’taki gelişmelerden rahatsızlığı ve güvenlik endişeleri artarak sürmüştür. 
Askeri ve siyasi elitler arasında, karar mekanizmalarında bulunanlar da ABD’nin ve İsrail’in PKK-Kuzey Irak sorununa ilişkin niyet ve politikaları konusunda sürekli bir şüphe taşımışlardır.215 

Ağustos 1996’da Ankara’nın politikası, Barzani’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü koruyacak şekilde Saddam‘la işbirliği yapmasını, ABD çizgisindeki KYB’ye yakınlaşmamasını ve bu arada PKK ile mücadele etmesini istemek şeklindedir. Ekim 1996’da ABD, Türkiye, KDP ve KYB’nin Ankara’da yaptığı toplantıda Türkiye, o güne kadar izlediği politikayla uyum göstermeyecek farklı kararları kabul etmiştir. Irak’ın toprak bütünlüğünü korumak amacıyla Türkmenleri gündeme getirmeyen Ankara, Kuzey Irak’ta Türkmenlerinde bulunduğunu sonuç bildirisine koydurmuştur. 

Ayrılıkçı terör örgütünün eylemlerinden sonra Kuzey Irak’a kaçması, kamplar tesis etmesi, Türk Ordusunun bu bölgeye sıcak takip adı altında girmesine yol açmıştır. Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesinden sonra Türk Ordusu bu operasyonlarını gerçekleştirememektedir. 

Irak, dün, petrolünü satabilmek için Türkiye’ye ihtiyaç duymuştur. Üç parçalı federasyonun gündeme geldiği Irak’ta, gelecekte Kerkük petrollerinin 
satılabilmesi için de Türkiye’ye ihtiyaç duyulacağı değerlendirilmektedir. 

Türkiye’nin Kuzey Irak ile ilgili politikasının üç sabit unsuru bulunmaktadır. Bir, PKK terör örgütünü kesinlikle ve ne pahasına olursa olsun yok etmektir. İki, Bölgede bir Kürt Devletinin oluşumunu engellemektir. Üç, Tarihten gelen haklarını gündeme taşımaktır. Değişken unsur olarak; Kürtleri Bağdat’a yönlendirmek ve sınırdaki PKK kamplarını kapatmalarını sağlamak, Kuzey Irak Kürtleri ile PKK’ya karşı mücadelelerinin sonucuna göre her iki durumda da işbirliği yapmaktır.216 

Bugün itibari ile gelişmeler değerlendirildiğinde, bu yaklaşımda doğruluk payı bulunmaktadır. Kuzey Irak’taki otorite boşluğu PKK gücünün artmasına, bir Kürt Federe Devletinin oluşumuna neden olmuş ve Türkiye’nin en yakın müttefiki, Kuzey Irak’taki PKK Terör örgütü mensuplarına dokunmamıştır. 

Türkiye, PKK terör örgütü ile mücadelesi yoğunlaştıkça, güvenlik gerekçelerini ileri sürerek Kuzey Irak’ta 5-15 Km. lik güvenlik kuşağı kurma siyasetini yüksek sesle dile getirmeye başlamıştır. 1997’de, ABD’nin yeşil ışık yakması ile Türk yetkililer Arap ve komşu ülkelerin olası itirazlarına rağmen güvenlik kuşağının oluşturulacağını açıklamışlardır. O dönemde İsrail-Türkiye ilişkilerinin stratejik ortaklık seviyesine çıkması, ABD’nin Türkiye’nin bölgede oluşturacağı güvenlik kuşağı oluşturmasını anlayışla karşılaması, 

İsrail’inde Kuzey Irak’ta faaliyet göstermesi anlamına geliyordu. Kimi uzmanlar, güvenlik kuşağı oluşturma projesine Türkiye’yi İsrail’in teşvik ettiğini ileri sürmektedirler. Çünkü, İsrail’in bir takım çıkarları böylece karşılanabilecektir.217 

ABD, Türkiye’ye PKK terörü konusunda muhatap olarak Irak Hükümetini adres göstermektedir. Artan terör saldırıları ve Irak’ın Kuzeyinde hükümet otoritesinin bulunmayışı, TSK’nin Irak sınırı boyunca tertiplenmesine ve teröristlerin sızmasına karşı önlemler almasına yol açmaktadır. ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın 25 Nisan 2006 da Ankara’yı ziyaretinde, Türk Dışişleri Bakanının ”Irak kendi sınırlarını kontrol edinceye kadar Türkiye bu önlemleri almaya devam edecektir.” demeci 218, ABD ile kapalı kapılar ardında varılan bir anlaşma sonucunu veya Türkiye’nin ABD’ye rağmen toprak bütünlüğünden taviz vermeyeceği kararlılığını göstermektedir. 

ABD’nin İran’a karşı olası yaptırımlarının konuşulduğu bir sırada, Türkiye’nin, askeri gücünün büyük bir kısmını Irak sınırına yığmasına eş zamanlı olarak İran’ın, Kuzeybatısındaki Kürt bölgelerine askeri harekat düzenlemesi, Kandil’de bulunan PKK kamplarını vurması, İran ile Türkiye arasındaki işbirliğinin açık bir göstergesidir.219 Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulmasından kaygı duyan Türkiye ve İran’ın askeri operasyonlarının süresi ve boyutu, Kuzey Irak’taki Kürt oluşumunun uykularını kaçıracak bir mahiyet taşımaktadır. 

Irak’ta önlenemeyen terör ve direniş Irak’ın geleceğine dair belirsizler taşımaktadır. Bu durum, Kürtlerin merkezi yönetimle olan federasyon bağlarının zayıflamasına ve ayrılma yönünde düşüncelerini artırmalarına yol açmaktadır. Kerkük’ün askeri güçle de olsa Kürt bölgesine katılması bu çerçevede olasılıklar arasındadır.220 

    Türkiye’nin tarihten gelen bağları, Türkmen nüfusun varlığı ve petrol kaynaklarının başka güçler eline geçmesi olasılıkları Kerkük’ü özel bir 
konuma taşımaktadır. Ankara, Kerkük’te yaşanacak bir oldu bittiye izin vermeyeceğini bir çok kereler deklere etmiştir. Başbakan Erdoğan, 25 Nisan 
2006’da ABD Dışişleri Bakanına, " Irak küçük bir Ortadoğu, Kerkük’de küçük bir Irak’tır. Nasıl Irak’ta istikrar sağlanmadan Ortadoğu’da sağlamak mümkün 
değilse, Kerkük’te de istikrar sağlamadan Irak’ı bir arada tutmak mümkün değildir. Kerkük’ün bu özelliğini unutmamak gerekir. Bu nedenle de Kerkük 
bir etnik grubun veya bir bölgenin idaresine bırakılmamalıdır. Kerkük’ün iç dengeleri bozulursa, bu Irak’ın dengelerini de etkiler. Türkiye bu konuda 
tarihten gelen özel bir konuma ve hassasiyete sahiptir.” 221 mesajını vermiştir. 

Türkiye’nin yaklaşımı şu şekilde özetlenebilir; Kerkük özel bir statüde olmalıdır. Etnik bir gruba üstünlük sağlayacak çabalardan uzak durulmalıdır. 
2007’de planlanan referandum ile bir oldu bitti yaratılması önemli sıkıntılar doğuracaktır.222 
Saddam sonrası Irak hükümetinde temsil edilmek isteyen 26 Türkmen grubunun koalisyonundan oluşan Irak Türkmen Cephesi'nin Ankara temsilcisi, "Biz Kerkük’ün kontrolünü ele alacağız, bizim savaşma sebebimiz budur" diyerek, Kerkük’ten vazgeçmeyeceklerini açıklamışlardır.223 


6 CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***