ÇİN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ÇİN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mart 2019 Perşembe

ORTA ASYA GÜVENLİK SORUNLARI VE NATO’YA YANSIMALARI, BÖLÜM 1

ORTA ASYA GÜVENLİK SORUNLARI VE NATO’YA YANSIMALARI,  BÖLÜM 1




Tayfun ÇELİK* 
* TSK mensubu, 
tayfunfile@yahoo.com 


ÖZET 

Orta Asya ülkelerinin geçmişten kalan sorunlarını kısa sürede çözüme 
kavuşturmaları olanaksız görülmektedir. Sınır sorunları ve etnik sorunlar 
geçmişten itibaren ulusal bilincin yaratılmasının önüne geçmektedir. Ülkeler 
arasındaki su sorunu, uyuşturucu ve dine dayalı sorunlar ilişkilerin 
derinleşmesini her zaman engelleme potansiyeline sahiptir. Orta Asya sorunları 
günümüzde yaygınlaşan asimetrik tehditler olarak belirmekte, özellikle de yakın 
zamana kadar nispeten bölgesel bir olgu olarak algılanan terörizmin, dünya 
çapında algılanmasına katkısı bulunmaktadır. Bölgesel İşbirliği Örgütleri belirli 
bir tarihsel süreç içinde geliştirilmiş ve bu sorunlara çözüm bulmaya çalışmıştır. 
Bu örgütlerin en önemlisi olan Şanghay İşbirliği Örgütü’nün, küresel alanda 
belirleyici unsur olarak yerini alabilmesi ise zaman alacaktır. Diğer taraftan 
bölgenin önemli enerji kaynaklarına sahip olması ise, AB ve ABD’nin bölgeye 
ilgisini arttıran önemli nedenlerinden birini teşkil etmektedir. Bu kapsamda 
NATO’nun bölgede bulunması ve askeri kanadı ile başlatılan çözüm süreci, 
NATO’nun geleceğini belirleyecek önemli bir unsur olmaktadır. NATO’nun, BM, 
AGİT, AB, bölge ülkeleriyle ve ŞİÖ ile ikili işbirliğini geliştirmesi kaçınılmaz olacaktır. 

1. GİRİŞ 

Sovyetler Birliği’nin dağılması, Orta Asya’daki bağımsız devletlerin 
uluslararası sisteme entegrasyonunu sağlarken, bölgede yeni güvenlik 
sorunlarının ortaya çıkmasına da sebep olmuştur. Soğuk Savaş’ın bitmesi ile 
uluslararası sistemde meydana gelen değişmelere paralel olarak güvenlik 
kavramının da boyutları değişmiş, Sert Güvenliğe (Hard Security) yapılan vurgu 
geri plana itilirken, Yumuşak Güvenlik (Soft Security) ön plana çıkmaya 
başlamıştır. Yumuşak Güvenlik yaklaşımı çerçevesinde incelen Asya’nın 
güvenlik sorunları; sınır sorunları, kimlik ve etnik sorunlar, radikal dini akımlar, 
terörizm, su sorunu, uyuşturucu kaçakçılığı ve enerji sorunu olarak belirmiştir. 

Orta Asya ülkelerinde ve Afganistan’da bulunan mevcut sorunlar, bölgenin 
güvenliğinin sağlanmasında istismarlara açık bir boyutta bulunmaktadır. Bölgede petrol, doğalgaz ve uranyum gibi enerji kaynaklarının bulunması ve bunlar üzerinde kontrol mücadelesi ise her zaman bu güvenlik unsurunu sıcak tutmuştur. AB’nin, bölgede var olan gerek enerji kaynaklarına gerekse yine enerji kapsamında Rusya’ya olan ihtiyacı ve Orta Asya enerji kaynaklarının 
paylaşımında ABD ile bölgenin diğer başat ülkelerinin rekabeti önemsenecek 
hususlardır. Dolayısıyla bahsi geçen konuların aşılmasında, hâlihazırda bölgede 
bulunan NATO’nun katkıları aşikârdır. 

2010 Lizbon zirvesinde NATO tarafından ele alınan benzer tehditlerin 
günümüzde artık devlet sınırlarını aşarak, bölgesel ve hatta küresel nitelik 
kazandığı belirlenerek, güvenliğin artık daha fazla kaplayıcı bir bakış açısıyla 
tanımlanması gerektiğinin altı çizilmiştir. Burada kastedilen şey, güvenlik 
konularının birden fazla boyutlarının olduğu ve bu sorunlara salt askeri ya da 
ekonomik perspektiflerden yaklaşılmaması gerektiğidir. Lizbon’la birlikte NATO 
diğer uluslararası örgütler, AB ve önemli küresel aktörlerle daha fazla işbirliği 
yapmaya karar verilmiştir. NATO’nun kendisinin küresel bir güvenlik aktörü 
olarak hareket etmesinin yerine, küresel düzlemdeki diğer aktörlerle olan 
işbirliğini arttırmasının daha doğru olacağı sonucuna varılmıştır (Oğuzlu, 2012; 
14). Neticede karmaşık ve çok boyutlu sorunların çözülmesinde bütünlükçü bir 
bakış açısını benimsek NATO’nun geleceği için de önem arz etmektedir. 

Bu çalışmada, Orta Asya’nın güvenlik sorunlarının ilgili taraflar arasında 
çatışma yaratabilmesi, ekonomik durumlarını ve politik bağımsızlıklarını 
geliştirmek üzere yapılan işbirliğinin güvenilirliğini önlemesi ve hatta bilinen dış 
tehdide karşı yabancı güçlerle anlaşmaya çabalanması gibi birçok sebepten dolayı potansiyel istikrarsızlık kaynağı olabileceği düşünülmüştür. Bu sorunların 
bölgede bulunan NATO’nun gerek faaliyetlerine gerekse güvenliğine etkileri, 
sorunları her daim sıcak tutulabilme potansiyeline istinaden devam edebileceği 
gerçeğinden yola çıkarak, NATO’nun küresel bir güvenlik örgütü haline gelmesi 
noktasında, XXI. yüzyılın tehditleriyle mücadelesinde bunları dikkate alması 
gerekliliği vurgulanmıştır. Ayrıca bu sorunları ile mücadelede uluslararası 
işbirliğinin sağlanmasında en etkili adres, daha önceki dönemlerde elde ettiği 
başarıları da göz önünde tutularak yine NATO olacağı (Erhan, 2004) varsayılarak, bu sorunların çözümü için NATO’nun bölgede geliştirilen işbirliği girişimlerini önemsemesi gerekliliği ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda bölgedeki sorunların NATO’nun güvenliğine etkilerini tespit etmeden önce, bu sorunların önemini vurgulamak yerinde bir başlangıç noktasını teşkil edecektir. 

2. BÖLGESEL GÜVENLİK SORUNLARI 

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlıklarını kazanan Orta 
Asya ülkeleri bir dizi sorunla karşı karşıya kalmışlardır. Genel olarak sınır 
sorunları, etnik sorunlar, ekonomik ve siyasal dönüşümün getirdiği sancılar, su 
sorunu ve radikal dini akımlar şeklinde ifade edilebilecek olan bu istikrarsızlık 
faktörleri nedeniyle taraflar avantajlı olduğu konularda diğer ülkeler üzerinde bir 
baskı oluşturarak sonuç almaya çalışmaktadır. Buzan, Ole Weaver gibi Kopenhag Okulu mensubu teorisyenler tarafından oluşturulan ‘Yumuşak Güvenlik’ güvenlik kuramına ait bu konuların bertaraf edilmesinde, bölgesel işbirliğinin gerekliliği (Gray, 2005; 19) her ne kadar önemsenmiş olsa da, bölgede oluşması gereken dostluk ilişkilerinin kurulması zorlaşmakta; şimdiye kadar oluşturulmaya çalışılan işbirliği girişimleri derinleştirilememekte ve dolayısıyla bu çabalardan istenen ve beklenen sonuçlar alınamamaktadır. Söz konusu sorunlar bölge ülkelerinin hem Orta Asya’ya hem de dünya sorunlarına yönelik ortak ve tutarlı bir politika geliştirememelerine yol açmaktadır. Bu durum ise bölgeyi hem Rusya açısından hem de bölge dışı güçler açısından kolay etkilenebilecek bir alan haline getirmektedir. 

Rusya’nın yakın çevre doktrini ile orta Asya’daki etkinliğini devam ettirmek istemesi, AB’nin Avrupa-Kafkasya – Asya Taşıma koridoru (TRACECA) ve Avrupa’ya Devletlerarası Gaz Taşımacılığı (INOGATE) projelerinin geliştirilmesi ve Çin’in bölgede etkin olması, ABD’nin bölgeye ilgisini arttırmıştır (Uzgel, 278). Diğer taraftan Rusya’nın doğal nüfuz alanı olarak gördüğü bu bölgedeki sorunlarla ilişkisi ve bölgeyi Rus çıkarlarına yönelik herhangi bir doğrudan tehdit karşısında bir tampon bölge olarak değerlendirme si gibi stratejik faktörler, Orta Asya’yı Rus dış politikası açısından hayati hale getirmektedir. Oysa Rusya’nın askeri ve ekonomik etkinliğini artırarak denetim sağlamaya çalışması bölgede istikrardan çok istikrarsızlığa neden olmaktadır. Bölge ülkeleri gerek kendi aralarındaki sorunlardan gerekse Rusya ile ilişkilerden kaynaklanan tehdit algılamalarından dolayı, ABD odaklı bir güvenlik yapılanmasına girmekte sakınca görmemektedir. Bölgede söz konusu olan zengin enerji kaynaklarının varlığı da dikkate alındığında, Orta Asya’nın dünya çapında politikanın mücadele eksenine yerleşmesinin gayet normal olduğu görülmektedir. 

Orta Asya ülkeleri arasındaki sınır sorunu, ülkeler arasında potansiyel bir 
çatışmanın tohumlarını atarak birleşmelerini önlemek ve böylece bölgenin daha 
kolay yönetilmesine olanak sağlamak için Ruslar tarafından keyfi biçimde çizilen 
sınırlardan kaynaklanmaktadır. Sınırlar belirlenirken, herhangi bir etnik grubun 
ayrılıkçı bir politika izlemesini önlemek için bütün cumhuriyetlere farklı etnik 
grupların dahil edilmesine özen gösterilmiş ve coğrafi gerçeklikler göz ardı 
edilerek Rusya’ya (Merkeze) bağımlı yapıların oluşması sağlanmıştır. Öyle ki, bir 
Tacik, Özbek veya Kırgız, kendi başkentine gitmek için diğer cumhuriyetlerin 
sınırlarından geçmek durumunda kalırken; hammaddeler rahatlıkla sanayi 
merkezlerine ulaştırılabilmektedir (Karaeve, 2005; 2). En önemli sınır sorunu 
Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan arasında Fergana vadisinden kaynaklanan 
sorundur. Sorun, Kırgızistan’ın Fergana vadisinde bulunan Oş eyaletinde yaşayan Özbeklerin özerklik talepleriyle beraber başlamış ve bir anlamda sınır sorunları beraberinde etnik sorunlardan kaynaklanan olayların yaşanmasına da yol açmıştır. 

Zira özellikle Özbek, Tacik ve Kırgız toplumlarının bir arada yaşadığı yaşam alanı Fergana Vadisi’nde her bir topluluğun yaşadığı yere göre sınırları çizmek bugün bile çok güç gözükmektedir (Farrant, 2005; 715-716). Nitekim iki ülke arasındaki 130 km’lik sınır hâlâ ihtilaflı durumda olup çözüme kavuşturulamamıştır (Donaldson, 2005; 403). 1990’ların sonunda Özbekistan’ın kendisine yapılan terörist saldırılardan sonra sınır güvenliğini gerekçe göstererek henüz tartışmalı olan sınırlarına mayın döşemiş ve serbest dolaşımı kısıtlamıştır (ICG; 3). 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

26 Aralık 2018 Çarşamba

YÜKSELEN ASYA PASİFİK VE ÇİN,

YÜKSELEN ASYA PASİFİK VE ÇİN,

Prof. Dr. Sait Yılmaz  

14 Ekim 2017


21. Yüzyılda Neler Olacak?
Doç.Dr.Sait YILMAZ
Giriş
20. yüzyıla girerken hiç kimse bu yüzyılın iki büyük dünya savaşına yol açacağını, Sovyetler Birliği ve Çin’in yükselişini, sömürgeci imparatorlukların sona ereceğini, teknoloji ve bilgi devriminde ortaya çıkacak yenilikleri öngörememişti. Gerçekte, hiçbir yüzyıl takvimin gösterdiği ilk yılında başlamaz. Yüzyılları başlatan sonraki dönemde dünyaya yön veren çok önemli dönüm noktalarıdır. Örneğin 19. yüzyıl 1800 yılında değil, 1789’da başlamıştı. Fransız devrimi sonrası Avrupa’da yaşanan güç çekişmelerinin neden olduğu sömürgecilik ve emperyalist politikalar dünya olaylarına damgasını vurdu. 20. yüzyılı başlatan ise 1870’de Alman Birliği’nin kurulması oldu ve sonrasında yaşanan güç çekişmeleri iki dünya savaşına yol açtı. 21. yüzyıl ise çok ilginç bir şekilde aynı yıla rastlayan üç önemli gelişme ile 1989’da başladı. Bu üç gelişmeden ilki olan Sovyetler Birliği’nin çöküşü, sadece dünyadaki güç dengesini ve güvenlik ortamını değiştirmedi, ideoloji çekişmelerini de bitirdi. 1989’un diğer önemli gelişmesi ise internetin bulunması idi. İnternet ve haberleşme teknolojisinde başlayan gelişmeler küreselleşme olgusuna ve bugün yaşadığımız bilgi çağına vücut verdi. 1989’un çok daha az farkında olunan gelişmesi ise klonlama ve gen terapisinde yaşanan gelişmelerdir. Birinci Dünya Savaşı ilk defa zehirli gazlar kullanıldığı için kimyacıların, İkinci Dünya Savaşı ise füzeler ve nükleer silahların kullanılması nedeni ile fizikçilerin savaşı olmuştu. Üçüncü Dünya Savaşı ise gen terapisinde devam eden buluşlar sonucu insan benzeri yapıların savaştığı biyoteknolojinin savaşı olacaktır.
Uluslararası Güç Dengesindeki Değişim
Tarihin çeşitli dönemlerinde ya tek bir hegemon güç olmuş ve o dönem bu gücün etrafındaki gelişmelere göre biçimlenmiştir. Bazen birden fazla birbirine benzer güç merkezi olmuş ve bunlar arasındaki çekişme ve rekabet tarihsel olayların belirlenmesinde etkin olmuştur. 18. yüzyılda, İngiltere; sonraki 200 yüzyıl boyunca Avrupa diplomasisine egemen olan “güç dengesi” kavramını geliştirmişti. Modern dünya sisteminin ilk hegemonik gücü İngiltere idi. 18. yüzyılda Fransa ile birlikte öne çıkan İngiltere, hegemon güç konumunu 1945’lere kadar sürdürdü. ABD iç savaşını sona erdirerek, Almanya ise ulusal birliğini sağlayıp Sedan’da Fransa’yı yenerek istikrarlı bir siyasi yapı oluşturmuşlardı. ABD, ancak 1898 yılındaki İspanya Savaşı sonrasında büyük güç konumuna gelerek hegemonya için yarışa dâhil oldu. 1914 yılına kadar olan dönemde ABD çelik ve otomobil, Almanya ise kimya sektöründe başlıca üretici konumuna gelmişti. 1870’lerde başlayan Almanya ve ABD arasındaki küresel rekabet ise ancak İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yenilmesi ile sona erdi. Uluslararası güç dengesi sıralaması 1900’de; İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya ve ABD şeklindeydi. 1945’te liderlik iki kutuplu düzen içinde ABD ve SSCB’ye kaydı. Bu yıllarda Japonya, Çin ve İngiltere çok geride kaldı. Soğuk Savaş’ın 2 + 3 (ABD – Sovyetler Birliği + Çin – Japonya – Almanya) dengesinin yerini 1990’da Rusya’nın bir alt kademeye düşmesi ile 1 + 4 (ABD + Rusya – AB – Japonya – Rusya) dengesi almıştır.
Soğuk Savaş sonrası dönemde yeniden yapılanma süreci devam etmektedir. Gidiş çok kutupluluğa doğrudur ve uluslararası ortam daha kaotik bir hal almaktadır. 19. yüzyılın başlarında Almanya’nın, 20. yüzyılın başlarında ABD’nin dünya dengelerini etkileyecek şekilde ortaya çıktığı gibi, 21. yüzyılda küresel güç olma  yolunda ilerleyen ülkelerin dünyanın jeopolitik dengelerini değiştirebileceği ve bunun potansiyel etkilerinin bütün dünyayı etkileyeceği tahmin edilmektedir. 2020 yılından itibaren ABD hegemonyası; Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve Endonezya tarafından tehdit edilecektir. Soğuk Savaş sonrası dönem tek süper gücü daha müdahaleci yaparken, büyük güçleri ise bölgesel güvenlik ortamlarındaki konumlarını güçlendirmeye itmiştir.
Yükselen güçlerin ABD’nin rakibi olması henüz kesin değildir. ABD’nin en yakın rakibi AB’dir, ancak AB’nin de bu yüzyılın ilk çeyreğinde, mevcut problemlerini, askeri ve siyasi alanlardaki eksikliklerini gidererek ABD’nin karşısına bir süper güç olarak çıkması pek mümkün gözükmemektedir. Avrupa’nın ABD’nin rakibi olabilecek bir siyasi güç için gerekli bütünlüğe ulaşması çok zaman alacaktır. Eski ana Avrupa güçleri olan İngiltere, Almanya ve Fransa; ABD ile aradaki güç boşluğunu kapatamayacak kadar zayıftırlar. ABD’nin Soğuk Savaş sonrası sistemdeki payı % 30’dan % 33’e çıkarken Çin aynı dönemde % 18’den % 25 civarına yükselmiştir. Hegemonya mücadelesi Batı merkezli dünya ile Doğu merkezli bir dünya rekabetine gitmektedir.
Halen dünya üretiminin % 30’unu yapan ABD’yi 2020 yılında Çin yakalayacak, Çin ve Hindistan; ABD’yi geçeceklerdir. 2050 yılında Batı Blokunun dünya üretimindeki payı % 35’e düşerken, Uzak Doğu’nun % 65’e çıkacağı anlaşılmaktadır. Gelinen aşama 2025-2030 yıllarda güç dengesinin önemli değişimleri tetikleyecek kritik eşiklerden geçeceğini göstermektedir. Bu nedenle, küresel güç piramidinin en üst tabakalardaki aktörleri güvenlik ve savunma alanındaki reform çalışmalarına bu tarihleri hedefleyerek devam etmektedirler.
Geleceğin Güvenlik Ortamı
Gelecek otuz yılda insan hayatının umulmayan oranda değişime uğrayacağı öngörülmektedir. Bu değişimin üç olgusu ise iklim değişikliği, küreselleşme ve küresel eşitsizlik olarak belirlenmiştir. Atmosferin 21. yüzyıl boyunca bugüne kadar görülmemiş oranda ısınacağını gösteren kanıtlar bulunmaktadır. Bunun temel sonuçları, muhtemelen eriyen buz kütleleri, okyanusların termal genişlemesi, okyanuslardaki akıntı ve akımlarda değişiklikler ile atmosferden gelen karbondioksit ile daha asitli hale gelen deniz suyu olacaktır.
2035’e kadar, dünya nüfusunun üçte ikisi su sıkıntısı çeken alanlarda yaşayacaktır. Küresel iklim değişikliği yerleşim için gerekli olan alanları daraltacak ve tarım ile verimliliğe ait yöntemlerde değişiklik ile sonuçlanacaktır. 1900 yılında 1’e 2 olan en zengin ile fakir arasındaki fark, daha 1997’de 1’e 100’ü geçmişti. Birçok insanın maddi şartları önümüzdeki 30 yılda muhtemelen iyileşirken, zengin ve fakir arasındaki fark artacak, mutlak fakirlik küresel bir sorun olarak kalacaktır. Bu nedenle, çatışmalar genellikle geniş çapta anarşi yaratan, yaygın suçları, isyanları, şiddeti, iç savaşı içerecek şekilde toplumsal nitelikte olacaktır. Küresel nüfus 2035 yılından önce muhtemelen 6,5 milyardan 8,5 milyara yükselecektir. En hızlı artış, ekonomik risk altında olan bölgelerde görülecektir. Dünya nüfusu 2035’e kadar çoğunluğu gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere % 20 oranında artacaktır. Avrupa, Japonya ve Çin dünya tarihinde görülmemiş yaşlı nüfus ile birlikte demografilerinde düşüş ile karşı karşıya geleceklerdir. 2020’den itibaren küresel ekonomik gelişmede bir yavaşlama olacaktır. Gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere göç devam edecek, bu göç etnik karışımı ve seçmen sayılarını değiştirecektir. Şehirleşmenin yaygınlaşması ile birlikte ve dünya nüfusunun yarıdan fazlası 2025 yılında şehirlerde yaşayacak ve nüfusu 30 milyonun üzerinde şehirler artacaktır. Yeni şehirlerin varoşları salgın hastalıklara yol açabilecek, belediyeler temel hizmetleri sağlamada zorlanacak, gecekondu bölgeleri artacaktır. Bilgi ve ulaşım teknolojisinin daha da gelişmesi az gelişmiş ülkelerde etnik ve ulusal kimliklerin keskinleşmesine, refah toplumlarında ise aşınmasına yol  açacaktır. Genel olarak Asya, gelecek 15 yıl içerisinde küresel güç dengelerindeki değişimin en önemli aktörü olacaktır. Yüksek teknolojiyle artan yatırımların etkisiyle büyüyen Asya pazarı, bölgenin çok geniş alanlara yayılmış ekonomik bölgelerle rekabet imkânını artıracaktır. Geleceğin bilişim teknolojilerinde Avrupa, Asya’nın gerisinde kalacaktır. ABD birçok alanda liderliğini ve Asya ile rekabeti sürdürmesine rağmen, bazı önemli sektörleri kaybedecektir. Enerji için olan talep 2035 yılından önce muhtemelen yarıdan fazla artacak, fosil yakıtlar bu artışın % 80’den fazlasını karşılayacaktır. Enerji kaynakları için rekabet 30 yıl boyunca baskın hale gelecek, dünya enerji talebindeki artış yıllık olarak muhtemelen %1,5 ile %3,1 arasında olacaktır.
Geleceğin Savaşları
21. yüzyılın ilk yıllarındaki küresel güvenlik ikilemleri 20. yüzyıla göre niteliksel olarak farklıdır. Ulusal egemenlik ve ulusal güvenlik arasındaki geleneksel bağ zayıflamıştır. Savaşın, resmi olarak ilan edilmiş bir devlet meselesi olduğu zamanlar artık geride kalmıştır. Çok ender ve genellikle gelişmiş ülkelerin az gelişmiş ülkeler ile yapacağı savaşlar artık hassas silahlarla gerçekleşecek, rakibi silahsızlandırmak ve kontrol altına almak için kullanılacaktır. Küreselleşme çağında savaş; resmi olmayan, yayılmış ve çoğu zaman isimsiz çatışmalar şeklinde küresel bir istihbarat ağına dayalı, özel ve vekilli savaşlar, örtülü operasyonlar ve propaganda mücadeleleri ile yürütülmektedir. Bugünün krizleri küresel terör örneğinde olduğu gibi kimliksiz, devletsiz, önceden tahmin edilemeyen, gerekçesiz, etik olmayan, topraksız ve ulusallaşan niteliktedir. Dünyanın büyük bölümünde güvenlik tehditleri artık askerlerden değil; ekonomik çöküş, siyasi baskı, kıtlık, aşırı nüfus artışı, etnik ayrılıklar, çevre tahribatı, terörizm, suç ve hastalıklar gibi diğer sorunlardan kaynaklanmaktadır. 21. yüzyılın değişen güvenlik kapsamı güvenliğin askeri olmayan boyutlarındaki tehlikelere de hazırlıklı olmayı gerektirmektedir. Çatışmanın askeri ve askeri olmayan cepheleri arasındaki sisli ilişki artacaktır. Daha kapsamlı yaklaşımlar benimsendikçe, şimdiye kadar askerler tarafından icra edilen pek çok güvenlik ve savunma rolü siviller tarafından yerine getirilmeye başlanacaktır. Geleceğin üç büyük savaş senaryosu şu şekildedir;
– İran: Senaryosu;
İran’ın muhtemel savaş planı balistik ve cruise füzelerinin dağıtılmasını, Hürmüz Boğazı’nın mayınlanmasını ve denizaltılarının burada devriye gezmesini öngörecektir. Gemilere karşı füze bataryaları yaklaşan ABD gemilerini hedef alacaktır. ABD liderliğinde bir koalisyon saldırısına karşı, İran kanlı ve uzun bir savaşa hazırlanmaktadır. İran stratejisi, Amerikalıların kendi ulusal çıkarları tehlikede olmadığında uzun süre savaşa angaje olamayacaklarını hesaplamasına dayanmaktadır. İran’ın amacı ABD zayiatını artırmak ve koalisyonun dağılmasını sağlayacak kadar kan akıtmak olacaktır. Bu savaşta, nükleer, kimyasal veya biyolojik savaş başlıklı füzeler kullanılacaktır. Bu nedenle ABD tarafından füze 2018 yılına kadar savunma sistemi geliştirilmeye çalışılmaktadır. ABD savaşa İran’ın derinliğindeki kilit hedefleri bombalayarak başlayacaktır. Füzeler ve hava saldırıları ile desteklenen bir konvansiyonel taarruz da söz konusu olabilir.
– Kuzey Kore Senaryosu;
Kuzey Kore’nin Güney’i işgali ABD tarafından güçlü bir karşılık verilmedikçe son bulmayacak ve bu durum nükleer silah kullanımını zorunlu kılacaktır. Bu nedenle Kuzey Kore’nin nükleer silah edinme isteğinin temel nedeni Güney’i işgal etmesine karşılık olarak ABD’nin nükleer silah kullanmasına karşı koymaktır. Kuzey Kore, uzun yıllardır ABD’nin nükleer saldırısına hazırlanmakta ve yer altında köstebek bir toplum yaratacak kadar yer altı sığınağı geliştirmiştir. Askeri hedefler sıkı şekilde koruma altına alınmıştır. Üstelik Kuzey Kore’deki bir  nükleer patlama hava koşullarına bağlı olarak komşu ülkeleri de (özellikle Güney Kore ve Japonya) etkileyebilecektir. 5 Kilotonluk küçük bir nükleer bombanın bile Japon Denizi’ne ulaşacağı hesaplanmaktadır. 2030’lardan sonra gerçekleşmesi beklenen bu savaşta füze savaşına sahne olacak ve füze savunma sistemine büyük iş düşecektir. Öte yandan ABD’nin uzun menzilli balistik stratejik silah kullanımı ise her ikisi de nükleer silah kullanımına karşı olan Japonya veya Rusya’nın iznine tabidir.
– Çin (Üçüncü Dünya) Savaşı Senaryosu;
Savaşı tetikleyen, Çin’in Tayvan’ı işgali ve Güney Çin Denizi’nde ancak savaş yolu ile çözülebilecek egemenlik sorunları olacaktır. Çin, konvansiyonel gücünü özellikle Pasifik bölgesinde konuşlanacak şekilde modernize ederken, gelecekteki savaşın sahnesi olacak yeni bir güç projeksiyonu ağı kurmaktadır. Çin’in hayali Tayvan ile birleşerek Hong Kong’a benzer bir ekonomik patlama daha yaşamaktır. Çin’in askeri planları Spratly adalarını savunmak ve Tayvan’ı nötralize etmek üzerinedir. Bölge ile ilgili bir gerginliğin başlaması ile birlikte Çin, Tayvan ve Spratly adalarından itibaren 1.000 km.lik bir bölgede deniz ve hava kontrol bölgesi deklare edecektir. Bu bölgeye giren herhangi bir gemi veya uçak (Çin denizaltıları, mayınlar, balistik ve cruise füzeleri ile) imha edilecektir. Çin Kara Kuvvetleri, Tayvan sahillerine çıkacaktır. ABD, Güney Kore ve Japonya’daki üsleri kullanamayacağını bunun yerine Tayland, Singapur ve Filipinlerdeki üslerden yararlanacağını hesaplamaktadır. Avustralya ve Yeni Zelanda da askeri nitelikte olmayan üs desteği sağlayabilir. Tayvan’daki üsler ise Çin’in güdümlü füze kuvvetlerinin menzili dahilindedir. 2040 sonrasını bekleyen bu savaş için Çin, öncelikle ekonomik olarak ABD’yi yakalamayı hedeflemekte, bu yüzden şimdilik ‘barışçı yükselme’ stratejisi izlemektedir.
21. Yüzyılda Bizi Neler Bekliyor?
Son 25 yılın buluşları önemlerine göre şöyle sıralanabilir; internet, cep telefonu, kişisel bilgisayar, fiber optik, e-posta, ticari GPS (küresel konuşlandırma sistemi), taşınabilir bilgisayarlar, hafıza depolama disketleri, tüketicilere yönelik dijital fotoğraf makinası, radyo frekanslı kimlik etiketleri, MEMS (mikro elektromekanik sistemler), DNA testleri, hava yastıkları, ATM, gelişmiş piller, melez (hibrid) otomobiller, organik ışık-yayıcı diyotlar, görüntü panelleri, HDTV (yüksek çözünürlüklü televizyon), uzay mekiği, nanoteknoloji, yapay hafıza ve sesli posta, navigasyon sistemleri. Yeni teknoloji uygulamaları, insanların ve bireysel refahın gelişmesinde teşvik edici rol oynayacaktır. Bu faydalar; bazı yaygın hastalıklar için yapılan medikal buluşlar ve tedaviler, geliştirilmiş gıda ve içilebilir su uygulamaları, kablosuz iletişimin genişletilmesi ve özellikli dil çeviri teknolojileri gibi ticari, kültürel, sosyal hatta politik ilişkilere katkı sağlayabilecek nitelikler taşıyabilir. Geleceğin teknolojileri sadece bireysel teknolojilere erişimde değil, aynı zamanda hayatın her köşesine yayılan enformasyon, biyoloji ve nanoteknoloji alanlarında belirleyici rol oynayacaktır. Altı yeni teknoloji ve endüstri dalının geleceğe ilişkin değişimi gerçekleştireceği değerlendirilmektedir: bilgi teknolojisi endüstrisi; biyoteknik devrim (insanların kaderini ve yaşamını esaslı tarzda değiştirebilir); gen tekniği (insana hayatın yeni şekillerini, yeni özelliklere sahip olarak kurmak için korkunç bir güç verebilir); yeni suni hammaddeler endüstrisi; yeni bir enerji sistemi ile ilgili teknolojik gelişmeler; uzaya dayalı teknolojiler (uzay yolculuğu tekniğinde de önemli gelişmeler beklenmektedir). Soğuk Savaş sonrasında başlayan pek çok trendin (AB’nin geleceği, küreselleşme, teknolojinin getirecekleri, ulus-devlet içindeki krizler, etnik çatışmalar, küresel ısınma, Çin’in yükselişi vb.) henüz ucu açıktır ve bu da geleceğin okunmasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, uzun dönemli değerlendirmelere ilişkin birden çok tahminde bulunmak zorunda kalınmakta, her türlü gelişmeye karşın çok yönlü projeksiyonlar, alternatif senaryolar hazırlamak zorunluluğu kendini hissettirmektedir. Tarih artık hızlanmış, geçmişte önümüzdeki 30-40 yıla yönelik gelecek tahminleri yapılabilirken, bugün 5-10 sene sonrasını görmek zorlaşmıştır. Yukarıda açıklanan genel trendlerin yanında şu radikal değişim olasılıkları mevcuttur; NATO ve/veya Avrupa Birliği’nin dağılması, küresel ekonomik çöküş, Rusya’nın çözülmesi, ABD-ÇinRusya Savaşı, terörün yayılması (uygarlıklar savaşı), nükleer bir savaş ve yeni bir ideolojinin yayılması. Bunlara şunları ilave edebiliriz; çok öldürücü ve bulaşıcı bir suni virüsün ortaya çıkışı, California’da beklenen güçlü deprem (muhtemelen ABD’nin haritasını değiştirecektir), saldırgan ve güçlü bir diktatörün ortaya çıkması, benzinin yerine ucuz ve bol miktarda kullanılabilen bir enerji kaynağının bulunması, özellikle havacılık ve bilgisayar alanında devrim niteliğinde teknolojik yenilikler, -ki benim hayalim son yıllarda bazı gelişmelerin yaşandığı ‘ışınlama’nın bulunmasıdır. Başka bir yazıda, Türkiye’nin Geleceği’ni değerlendireceğiz.
@DocDrSaitYilmaz

BM UNPROFOR Türk Barış Gücü’nde Harekat Subayı ve 1996 yılında Saraybosna’da NATO-SFOR’da Sivil-Asker İşbirliği Uzmanı 
olarak görev yapan Prof. Dr. Sait Yılmaz, AVAZTÜRK’ün başarılı kalemlerinin arasına katıldı.
 
Kaynak: Prof. Dr. Sait Yılmaz da AVAZTÜRK ailesine katıldı .,

1997 yılında İTALYA-Roma’da NATO Savunma Koleji eğitimini tamamlayan ve ayrıca 1998-2001 yılları arasında NATO (SHAPE) Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanlığı Karargahı BELÇİKA-Mons’da Kriz Yönetim Uzmanlığı görevi yapan Prof. Dr. Sait Yılmaz AVAZTÜRK ailesine katıldı.

İşte AVAZTÜRK ailesinin yeni üyesi Prof. Dr. Sait YILMAZ'ın özgeçmişi:
Sait YILMAZ, 1961 yılında İzmit’te doğdu. Kabataş Erkek Lisesi’nde okuduktan sonra babasının tayini nedeni ile liseyi memleketi olan ISPARTA-Yalvaç’ta bitirdi. 1982 yılında Kara Harp Okulu’ndan Piyade Teğmeni olarak mezun oldu. 1984’de Eğridir Komando Okulu’nu bitirdi, Bolu ve Hakkâri’de Komando Bölük Komutanlığı yaptı. 1988 yılında ABD-Virginia’da Havadan İkmal Kursu’nu tamamladı. 1991’de Kara Harp Akademisi’ni bitirdi.

BOSNA-HERSEK’de 1994 yılında BM UNPROFOR Türk Barış Gücü’nde Harekat Subayı ve 1996 yılında Saraybosna’da NATO-SFOR’da Sivil-Asker İşbirliği Uzmanı olarak görev yaptı. 1997 yılında İTALYA-Roma’da NATO Savunma Koleji eğitimini tamamladı. 1998-2001 yılları arasında NATO (SHAPE) Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanlığı Karargahı BELÇİKA-Mons’da Kriz Yönetim Uzmanlığı görevi yaptı ve bu süre zarfında ALMANYA/Oberammergau’daki NATO Okulu’nda Kriz Yönetim Kursu Direktörü olarak “NATO’da Kriz Yönetimi” konferansları verdi.

1998-2000 yılları arasında ABD-Oklahoma Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Avrupa Programı’nda MA Eğitimi’ni tamamladı. 2000-2005 yılları arasında ise Gazi Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Doktora Eğitimi yaptı.

2006 yılında Silahlı Kuvvetlerden kendi isteği ile emekli olmayı müteakip Yrd.Doç.Dr. olarak Beykent Üniversitesi’nde  Öğretim Üyesi kadrosuna atandı. 2011-2014 yılları arasında İstanbul Aydın Üniversitesi Ulusal Güvenlik ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (USAM) Müdürü olan Sait YILMAZ, 2012 yılında Doçent oldu. Halen Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler (İngilizce) bölümünde kadrolu öğretim üyesi olarak dersler vermektedir. Doç.Dr. Sait YILMAZ’ın güvenlik, savunma ve istihbarat konularında yayımlanmış çeşitli kitap ve makaleleri bulunmaktadır.

Yayınlar

Uluslararası Hakemli Dergilerde yayınlanan makaleler
[1] YILMAZ S., “State, Power, and Hegemony”,International Journal of Business and Social Science, Vol. 1 No. 3; December 2010, (Radford Va., USA; 2010), p.193-206. ISSN 2219-1933 (Print), 2219-6021 (Online)
http://www.ijbssnet.com/journals/Vol._1_No._3_December_2010/20.pdf
[2] YILMAZ S., “Question of Strategy in Counter-Terrorism: Turkish Case”,International Journal of Business and Social Science, Vol. 2 No. 1; January 2011, (Radford Va., USA; 2010), p.140-151. ISSN 2219-1933 (Print), 2219-6021 (Online)
http://www.ijbssnet.com/journals/Vol._2_No._1;_January_2011/13.pdf
Uluslararası bilimsel toplantılarda sunulan ve bildiri kitabinda (Proceedings) basılan bildiriler
[1]  YILMAZ S. “The Middle East in the Light of 21 st Century Power Relations”, Beykent University, The First International Strategy and Security Studies Symposium, The New Middle East in Questioning Strategic Trends, (İstanbul, 17-18 April, 2008).
[2]  YILMAZ S. “Transformation of Defense”, Beykent University, The Second International Strategy and Security Studies Symposium, The National Defense in the 21 st Century, (İstanbul, 16-17 April, 2009).
[3]  YILMAZ S. “Future Power Relations and Cyprus”, Eastern Mediterranean University, Center For Strategic Studies, International Conference on Europe and North Cyprus “Perspectives in Political, Economic and Strategic Issues”, (Fa Magusta,-Cyprus, 12-13 Nov, 2009).
[4]  YILMAZ S. “Iraqi Energy Sources and Turkey”, Beykent University, The Third International Strategy and Security Studies Symposium, Energy Security, (İstanbul, 15-16 April, 2009).
[5]  YILMAZ S. “Power Competetions and Future Wars in Eurasia” Istanbul Aydın University, The First International Strategy and Security Studies Congress, Turkey and Eurasia RElations, (Istanbul, 22 March, 2013).
Yazılan Uluslararası kitaplar veya kitaplarda bölümler
[1] Edt. YILMAZ S., “Security and Defense Perspectives Beyond 2010”, The ISIS Press, (İstanbul, 2010).
[2] YILMAZ S., “The Transformation of Defense”, Edt. YILMAZ S., “Security and Defense Perspectives Beyond 2010”, The ISIS Press, (İstanbul, 2010), s.149-164.
Ulusal Hakemli dergilerde yayınlanan makaleler
[1] YILMAZ S., “Güçsüz Güç”, Harp Akademileri K.lığı, SAREN Enstitüsü, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl: 3, Sayı : 5, (İstanbul, Haziran 2007), s.67-104.
[2] YILMAZ S., “Atatürkçü Düşünce Sistemi ve Avrupa Birliği Değerleri”, Beykent Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:1, No.1, (İstanbul, Bahar 2007), s.108-152.
[3] YILMAZ S., “21.Yüzyılda Güvenlik Alanının Yeni Aktörleri: Özel Askeri Şirketler ve Kontratçı Firmalar”, Harp Akademileri K.lığı, SAREN Enstitüsü, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl: 3, Sayı : 6, (İstanbul, Aralık 2007), s.43-70.
[4] YILMAZ S., “Uluslararası İlişkilerde Güç ve Güç Dengesinin Evrimi”, Beykent Üniversitesi, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl:1, Sayı 1, (Bahar 2008), s.27-65.
[5] YILMAZ S., “Karadeniz’de Değişen Dengeler ve Türkiye”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, Cilt 4, Sayı 15, Güz 2007, (Çorum, 2007), s. 45-66.
[6] YILMAZ S., “Kriz Yönetimi ve Güç Kullanımı”, Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü Savunma Bilimleri Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 1, (Ankara, Mayıs 2008), s.145-169.
[7] YILMAZ S., “Yükselen Güç Çin’in Güvenlik Politika ve Stratejileri”, Beykent Üniversitesi, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt:1, Sayı 2, (Güz 2008), s. 77-98.
[8] YILMAZ S., “ABD Silahlı Kuvvetlerinde Dönüşüm”, SAREM Stratejik Araştırmalar Dergisi, Genelkurmay ATASE Başkanlığı, Sayı:13, (Ankara, Mayıs 2009), s.21-51).
[9] YILMAZ S., “Soğuk Savaş Sonrası Rusya Federasyonu Güvenlik ve Savunma Anlayışı”, Beykent Üniversitesi, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt:2, Sayı 3, (Bahar 2009), s.79-99.
[10] YILMAZ S., “Kamu Güvenliği Ve Acil Durum Planlaması: “H1N1 (Domuz Gribi) Örneği”, Beykent Üniversitesi, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt:2, Sayı:2, (Güz 2009), s.69-106.
[11] YILMAZ S., “Orta Doğu’ya Demokrasiyi Getirmek”, Uluslararası İktisadi ve İdari İncelemeler Dergisi, Yıl: 3, Sayı 5, (Yaz 2010), Trabzon, s.63-82.
[12] YILMAZ S., “Irak’ın Kuzeyi ve Türkiye”, Beykent Üniversitesi, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt:3, Sayı:1, (Bahar 2010), s.79-103.
[13] YILMAZ S., “Bölücü Terör İle Mücadelede Gelinen Aşama”, Beykent Üniversitesi, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt:3, Sayı:2, (Güz 2010), s.55-80.
[14] YILMAZ S., “ABD Sivil Müdahale Yöntemi; Demokrasi Geliştirme”, TURAN Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt:4, Sayı:14, (İlkbahar 2012), s.109-120.
[15] YILMAZ S., “Avrupa Birliği ve Postmodern Jeopolitik”, Kafkas Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt:3, Sayı:3, Yıl: 2012, s.185-214.
[16] YILMAZ S., “PKK Terör Örgütü ve KCK’da Son Durum”, TURAN Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt:4, Sayı:15, (Eylül 2012), s.5-12.
Ulusal Bilimsel toplantılarda sunulan ve bildiri kitabında basılan bildiriler
[1] YILMAZ S. “Türkiye İçin Yeni Bir Güvenlik Konsepti İhtiyacı”, Bölgesel Sorunlar ve Türkiye Sempozyumu: 12-13 Kasım 2007, K.Maraş Sütçü İmam Üniversitesi Yayın No.: 131, Edt. A.H. Aydın, S.Taş, S. Adıgüzel, (K.Maraş, 2008), s.258-278.
[2] YILMAZ S. “Yumuşak Güç ve Türkiye”, Türkiye’de Siyasetin Dinamikleri Sempozyumu, 4-5-6 Nisan 2008, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, (Bolu, 2010), s.312-338.

Diğer Yayınlar

Makaleler:
[1]  YILMAZ S., “Modern Orduların Yeniden Yapılanma Faaliyetleri Işığında  Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 21. Yüzyıla Yönelik Konsept ve Kuvvet Yapısı Nasıl Olmalıdır?”, Genkur. ATASE Bşk.lığı Yayınları, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Sayı: 358, (Ankara, Ekim 1998), s.39-45.
[2] YILMAZ S., “ABD ile Türkiye Arasında Stratejik Ortalık Vizyonu”, Genkur. ATASE Bşk.lığı Yayınları, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Sayı : 371, (Ankara, Ocak 2002), s.70-81.
[3] YILMAZ S., “Güvenliğin Yeni Boyutları”, Genkur. ATASE Bşk.lığı Yayınları, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Sayı: 368, (Ankara, Nisan 2001), s.41-52.
[4] YILMAZ S., “Avrupa Birliği Güvenlik Boyutu ve Türkiye”, Genkur. ATASE Bşk.lığı Yayınları, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Sayı : 379, (Ankara, Ocak 2004), s.4-15.
[5] YILMAZ S., “Sistematik Ulusal Bilgi Üretilmeli”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 3, Sayı : 133,  (15 Ocak 2007), s.6-7.
[6] YILMAZ S., “Küresel, Bölgesel ve Ulusal Düzeyde Türkiye için Yeni Bir Yaklaşım”, Cumhuriyet Strateji Dergisi Yıl : 3, Sayı : 152,  (28 Mayıs 2007), s.16-17.
[7] YILMAZ S., “Kuzey Irak İçin Yumuşak Güç Kullanımı”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 158,  (09 Temmuz 2007), s.18-19.
[8] YILMAZ S., “Dünyaya Biçilen Kaos”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 163,  (13 Ağustos 2007), s.20-21.
[9] YILMAZ S., “Bölücülüğe Karşı Akıllı Güç”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 178,  (26 Kasım 2007), s.20-21.
[10] YILMAZ S., “Atatürkçü Düşünce Sistemi ve Avrupa Birliği Değerleri”, Atatürkçü Düşünce Dergisi, Yıl : 1, Sayı : 4,  (Kasım 2007), s.16-19.
[11] YILMAZ S., “Kafkaslarda Yeni Güç Kurgusu”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 184,  (07 Ocak 2008), s.22-23.
[12] YILMAZ S., “Bölgesel Kürt Taktiği”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 187,  (28 Ocak 2008), s.12-13.
[13] YILMAZ S., “Irak’ın Kuzeyi Dönüştürülmeli”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 192,  (03 Mart 2008), s.14-15.
[14] YILMAZ S., “AB’nin Yayılma Stratejisi”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 195,  (24 Mart 2008), s.14-15.
[15] YILMAZ S., “Rus Demokrasi Konsepti”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 199,  (21 Nisan 2008), s.16-17.
[16] YILMAZ S., “ABD Hegemonya Kurgusu”, 21. Yüzyıl Dergisi, Yıl 2, Sayı 4, Ocak-Şubat-Mart 2008, (Ankara, 2008), s. 45-66.
[17] YILMAZ S., “İstihbarat Savaşları”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 205,  (02 Haziran 2008), s.14-15.
[18] YILMAZ S., “ABD’nin Askeri Çıkmazı”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 211,  (14 Temmuz 2008), s.22-23.
[19] YILMAZ S., “Savunma İçin Reform Zamanı”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 5, Sayı : 213,  (28 Temmuz 2008), s.14-15.
[20] YILMAZ S., “Gerçek Yeni Dünya Düzeni”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 5, Sayı : 220,  (15 Eylül 2008), s.8-9.
[21] YILMAZ S., “ABD’de Sivil-Asker Anlaşmazlığı”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 5, Sayı : 222,  (29 Eylül 2008), s.10-11.
[22] YILMAZ S., “Yeni Silah Sistemleri”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 5, Sayı : 225,  (20 Ekim 2008), s.14-15.
[23] YILMAZ S., “ABD’nin Savaş Senaryoları”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 5, Sayı : 228,  (10 Kasım 2008), s.14-15.
[24] YILMAZ S., “Obama’nın Olası Politikaları”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 5, Sayı : 233,  (15 Aralık 2008), s.6-7.
[25] YILMAZ S., “Rus Ordusunda Değişim”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 5, Sayı : 235,  (29 Aralık 2008), s.12-13.
[26] YILMAZ S., “Çin Stratejisi”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 5, Sayı : 241,  (09 Şubat 2009), s.8-9.
[27] YILMAZ S., “Jeopolitik ve Strateji”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 61, (Şubat 2009), s.74-77.
[28] YILMAZ S., “Jeopolitik ve İstihbarat Savaşları”, 21. Yüzyıl Dergisi, Yıl 2, Sayı 6, Temmuz-Ağustos-Eylül 2008, (Ankara, 2008), s. 125-150.
[29] YILMAZ S., “Türk Savaş Sanatı ve Stratejisi”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 62, (Mart 2009), s.10-16.
[30] YILMAZ S., “Türkiye’de Ulusal Güvenlik ve MİT’deki Değişim”, 21. Yüzyıl Dergisi, Yıl 2, Sayı 7, Ekim Kasım Aralık 2008, (Ankara, 2008), s. 227-236.
[31] YILMAZ S., “Obama İle Özgürlük ve Demokrasi”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 63, (Nisan 2009), s.24-27.
[32] YILMAZ S., “NATO’nun Dönüşümü”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 64, (Mayıs 2009), s.14-21.
[33] YILMAZ S., “Enerji Güvenliği”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 65, (Haziran 2009), s.13-16.
[34] YILMAZ S., “Türkiye İçin Savaş Vakti”, TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi Uluslararası Bilimsel Hakemli Mevsimlik Dergi, Yıl: 2009, Sayı: 3, s.5-10.
[35] YILMAZ S., “Türkiye ve Savaşlar”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 68, (Eylül 2009), s.32-36.
[36] YILMAZ S., “Değişen Diplomasi Anlayışı ve Türkiye”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 69, (Ekim 2009), s.24-28.
[37] YILMAZ S., “Büyük Güçler ve Kıbrıs”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 71, (Aralık 2009), s.44-48.
[38]  YILMAZ S., “Avrupa Birliği’nin Geleceği”, TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi Uluslararası Bilimsel Hakemli Mevsimlik Dergi, Yıl: 2009, Sayı: 4, s.21-24.
[39] YILMAZ S., “ABD-AB-Rusya İlişkileri Üzerinden NATO’da Son Durum ve Türkiye”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 9, Sayı: 74, (Mart 2010), s.10-15.
[40] YILMAZ S., “H1N1 (Domuz Gribi) ve Türkiye’de Kamu Güvenliği”, TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi Uluslararası Bilimsel Hakemli Mevsimlik Dergi, Yıl: 2010, Sayı: 5, s.37-44.
[41] YILMAZ S., “Karadeniz’in Güvenliği ve Rusya-Ukrayna-Türkiye Üçgeni”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 9, Sayı:75, (Haziran 2010), s.22-28.
[42] YILMAZ S., “Karadeniz’in Güvenliği ve Rusya-Ukrayna-Türkiye Üçgeni”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 9, Sayı:75, (Haziran 2010), s.22-28.
[43] YILMAZ S., “Büyük Resimden Orta Doğu ve Türk-İsrail Gerilimi”, 21. Yüzyıl Dergisi, Sayı 19, Temmuz 2010, (Ankara, 2010), s.57-64.
[44] YILMAZ S., “Irak’ın Kuzeyi İçin Türk Dış Politikası”, 21. Yüzyıl Dergisi, Sayı 20, Ağustos 2010, (Ankara, 2010), s.15-22.
[45] YILMAZ S., “Irak’ın Geleceği ve Türkiye”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 9, Sayı:76, (Eylül 2010), s.22-26.
[46] YILMAZ S., “Irak Enerji Kaynakları ve Türkiye”, 21. Yüzyıl Dergisi, Sayı 22, Ekim 2010, (Ankara, 2010), s.51-58.
[47] YILMAZ S., “Füze Kalkanı Projesi ve Türkiye”, 2023 Dergisi, Sayı 115, 15 Kasım 2010, (Ankara, 2010), s.12-15.
[48] YILMAZ S., “NATO Lizbon Zirvesi Sonuçları, Füze Savunma Sistemi ve Türkiye”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 9, Sayı:77, (Aralık 2010), s.20-23.
[49] YILMAZ S., “World Armies at a Crossroad with Defence Technologies”, Defence Turkey, Vol.4, Issue: 23, Year: 2010, p.50-52.
[50] YILMAZ S., “Amerika Birleşik Devletleri’nde Bölücülük ve Terör”, 21. Yüzyıl Dergisi, Sayı 26, Şubat 2011, (Ankara, 2011), s.45-50.
[51] YILMAZ S., “NATO Lizbon Zirvesi Sonuçları, Füze Savunma Sistemi ve Türkiye”, 21. Yüzyıl Dergisi, Aralık 2010, Sayı. 24, s.25-31.
[52] YILMAZ S., “Yeni Orta Doğu ve İslamsız Dünya”, Jeopolitik Dergisi, Yıl:10, Sayı: 78,  Mart 2011, s.32-35.
[53] YILMAZ S., “Libya Operasyonu ve Türkiye”, 21. Yüzyıl Dergisi, Sayı 28, Nisan 2011, (Ankara, 2011), s.25-30.
[54] YILMAZ S., “Türk Ulusal Güvenliğinde NATO ve AGSP Denklemi”, Teori Dergisi, Mayıs 2011, s.15-33.
[55] YILMAZ S., “Libya Operasyonu ve Türkiye”, Jeopolitik Dergisi, Yıl:10, Sayı: 79,  Haziran 2011, s.26-29.
[56] YILMAZ S., “Amerika Birleşik Devletleri’nde Bölücülük ve Terör”, Jeopolitik Dergisi, Yıl:10, Sayı: 79,  Haziran 2011, s.42-46.
[57] YILMAZ S., “Uluslararası Müdahale ve Meşruiyet; Libya Örneği”, 21. Yüzyıl Dergisi, Sayı 34, Ekim 2011, (Ankara, 2011), s.35-40.
[58] YILMAZ S., “Atatürk, Ortadoğu ve Filistin”, Aydın - İstanbul Aydın Üniversitesi Uygulama Dergisi, Ekim/Kasım 2011, (İstanbul, 2011), s.12-15.
[59] YILMAZ S., “Yumuşak Güç ve Evrimi”, TURANSAM Dergisi, Sayı: 12, Cilt: 3, Sonbahar 2011, (Konya, 2011), s.31-36.
[60] YILMAZ S., “Türk Ordusunda Profesyonelleşme ve Vicdani Ret, Bedelli Askerlik Tartışmaları”, Teori Dergisi, Ocak 2012, s.39-53.
[61] YILMAZ S., “Avrupa Birliği Üçe Bölünürken Türkiye”, 21. Yüzyıl Dergisi, Şubat 2012, s.48-51.
[62] YILMAZ S., “ABD Silahlı Kuvvetleri’nde Dönüşüm ve Yeni Savunma Stratejisi”, Teori Dergisi, Mart 2012, s.21-38.
[63] YILMAZ S., “ABD İstihbaratında Yaşanan Değişimler”, TURANSAM Dergisi, Sayı: 13, Cilt: 4, Kış 2012, (Konya, 2012), s.10-15.
[64] YILMAZ S., “ABD Sivil Müdahale Yöntemi; Demokrasi Geliştirme”, Teori Dergisi, Nisan 2012, s.25-37.
[65] YILMAZ S., “ABD Sivil Müdahale Yöntemi; Demokrasi Geliştirme”, 21. Yüzyıl Dergisi, Nisan 2012, s.53-57.
[66] YILMAZ S., “İsrail ve Barzani Ailesi”, İstanbul Aydın Üniversitesi Aydın Gazetesi, Ağustos/Eylül 2012, Sayı: 14, (İstanbul, 2012), s.1,3.
[67] YILMAZ S., “Batı İstihbaratı ve Sosyal Medya”, İstanbul Aydın Üniversitesi Aydın Gazetesi, Ağustos/Eylül 2012, Sayı: 14, (İstanbul, 2012), s.8-9.
[68] YILMAZ S., “Suriye Olaylarına Kimler Hangi Rolü Oynuyor?”, Teori Dergisi, Ekim 2012, s.26-35.
[69] YILMAZ S., “Kamu Diplomasisi: Başka Halklara Angaje Olmak, Ayaklandırmak”, 21. Yüzyılda Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:1, Eylül/Ekim/Kasım 2012, s.201-224.
[70] YILMAZ S., “Türk Savaş Sanatı ve Stratejisi”, 21. Yüzyıl Dergisi, Kasım 2012, Sayı: 47, s.69-74.
[71] YILMAZ S., “ABD, Monroe Doktrini’ne Dönebilir mi?”, Teori Dergisi, Aralık 2012, s.36-48.
[72] YILMAZ S., “U.S. Civil Intervention Method: Democracy Promotion”, EURAS Academic Journal, Vol.1, No:1, Autum/September 2012, p.16-29.
[73] YILMAZ S., “Türkiye’nin Gündemindeki Terör”, Tarih Dergisi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Sayı: 312, Cilt: 52, (Aralık 2012), s.39-45.
[74] YILMAZ S., “Almanya Kıskacındaki Avrupa Birliği”, Teori Dergisi, Şubat 2013, s.43-52.
[75] YILMAZ S., “Başkanlık Sistemi; ABD, Türkiye’ye Örnek Olabilir mi?”, Yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan 2013, Sayı: 51, s.617-635.
[76] YILMAZ S., “Amerikan İstihbaratı-2013”, Teori Dergisi, Nisan 2013, s.47-61.
[77] YILMAZ S., “Amerikan İstihbaratının Büyüyen Gizli Savaşı”, 21. Yüzyıl Dergisi, Nisan 2013, Sayı: 52, s.5-12.
[78] YILMAZ S., “Asya-Pasifik Güvenliği”, 2023 Dergisi, Sayı 144, 15 Nisan 2013, (Ankara, 2013), s.12-17.
[79] YILMAZ S., “Gezi Parkı Direnişi İle Başlayan Halk Eylemlerinin Analizi”, Teori Dergisi, Temmuz 2013, s.29-37.
[80] YILMAZ S., “Türk Hava Savunma Sistemi ve Çin Füzeleri”, 2023 Dergisi, 15 Aralık 2013, Sayı: 152, s.54-59.
 Ulusal Kitaplar:
[1]  YILMAZ S., “21 nci Yüzyılda Güvenlik ve İstihbarat”, 1. Baskı, ALFA Yayınları (İstanbul, 2006). 2. Baskı: Milenyum Yayınları, Kasım 2007.
[2]  YILMAZ S., SALCAN O., “Siber Uzayda Güvenlik ve Türkiye”, Milenyum Yayınları, (İstanbul, 2008).
[3]  YILMAZ S., “Güç ve Politika”, ALFA Yayınları, (İstanbul, 2008).
[4] YILMAZ S., “Ulusal Savunma: Strateji, Teknoloji, Savaş”, Kum Saati Yayınları, (İstanbul, 2009).
[5] YILMAZ S., “Irak Dosyası”, Kum Saati Yayınları, (İstanbul, 2011).
[6] YILMAZ S. & Osman Akagündüz, “Kürtler Neden Devlet Kuramaz”, Milenyum Yayınları, (İstanbul, 2011).
[7] YILMAZ S., “Terör ve Türkiye”, Kum Saati Yayınları, (İstanbul, 2011).
[8] YILMAZ S. “Uzay Güvenliği”, Milenyum Yayınları, (İstanbul, 2013).
[9] YILMAZ S. “Akıllı Güç”, Kumsaati Yayınları, (İstanbul, 2012).
[10] YILMAZ S. “Amerikan İstihbaratı 1947-2013”, Kripto Yayınları, (İstanbul, 2013).
[11] YILMAZ S. “İstihbarat Bilimi”, Kripto Yayınları, (İstanbul, 2013).
Ulusal Kitap Bölümü:
[1] Edit.: ÖZTÜRK O.Metin, “Dış Politika ve Terör”, YILMAZ S., “11 Eylül Saldırıları ve Kriz Yönetimi”, Biltek Yayınları, (Ankara, 2003).
[2] Edit.: ÇAKMAK Haydar, “Türk Dış Politikası 1919-2008”, YILMAZ S., “Türkiye İtalya İlişkileri”, Platin Yayınları, (Ankara, 2008).
[3] Edit.: ÇAKMAK Haydar, “Türk Dış Politikasında 41 Kriz 1924-2012”, YILMAZ S., “Teorik Çerçevede Kriz Kavramı ve Kriz Yönetimi”, Kripto Yayınları, (Ankara, 2012).
[4] Edit.: ÇAKMAK Haydar, “Türk Dış Politikasında 41 Kriz 1924-2012”, YILMAZ S., “Füze Kalkanı Krizi”, Kripto Yayınları, (Ankara, 2012).
[5] Edit.: ÖZKAN Abdullah, ÖZTÜRK Tuğçe Ersoy “Kamu Diplomasisi”, YILMAZ S., “ABD ve AB’de Kamu Diplomasisi ve Güç Projeksiyonu”, TASAM Yayınları, (İstanbul, 2012).
[6] Edit.: ÖZDAĞ Ümit “21. Yüzyılda Prens Devlet ve Siyaset Yönetimi”, YILMAZ S., “Jeopolitik ve Jeostrateji”, Kripto Yayınları, (Ankara, 2012).
[7] Edit.: ÇAKMAK Haydar  ‘ABD’nin Askeri Müdahaleleri’, YILMAZ S., ‘ABD Hegemonya Sisteminde Silahlı Kuvvetlerin Rolü ve Askeri Müdahale Anlayışında Gelişmeler’, Kaynak Yayınları, (İstanbul, 2013). ISBN: 978-975-343-768-4.
[8] Edit.: ÇAKMAK Haydar  ‘ABD’nin Askeri Müdahaleleri’, YILMAZ S., ‘ABD’nin Uruguay’a Askeri Müdahaleleri’, Kaynak Yayınları, (İstanbul, 2013). ISBN: 978-975-343-768-4.
[9] Edit.: ÇAKMAK Haydar  ‘ABD’nin Askeri Müdahaleleri’, YILMAZ S., ‘ABD’nin Filipinlere Askeri Müdahaleleri’, Kaynak Yayınları, (İstanbul, 2013). ISBN: 978-975-343-768-4.
[10] Edit.: ÇAKMAK Haydar  ‘ABD’nin Askeri Müdahaleleri’, YILMAZ S., ‘ABD’nin Guatemala’ya Askeri Müdahaleleri’, Kaynak Yayınları, (İstanbul, 2013). ISBN: 978-975-343-768-4.
Editörlük:
[1] YILMAZ S., “Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Dergisi”, Altı Aylık Uluslararası İlişkiler Dergisi, Beykent Üniversitesi Yayınları, 2007-Devam.
[2] YILMAZ S., “21. Yüzyılda Türkiye Konferanslar Dizisi 2006-2007”, BÜSAM Yayınları No.1, Beykent Üniversitesi, (İstanbul, 2008). (ISBN: 978-975-6319-01-7).
[3] YILMAZ S., “1. Uluslararası Strateji ve Güvenlik Çalışmaları Sempozyum Bildirileri”, Beykent Üniversitesi Yayınları No.60, İstanbul, 2009.
[4] YILMAZ S., “2. Uluslararası Strateji ve Güvenlik Çalışmaları Sempozyum Bildirileri”, Beykent Üniversitesi Yayınları No.66, İstanbul, 2009.
[5] Edt. YILMAZ S., “Security and Defence Perspectives Beyond 2010”, ISIS Publications, (İstanbul, 2010).
[6]  Edt. YILMAZ S. “1. Uluslararası Strateji ve Güvenlik Çalışmaları Kongresi”, “Türkiye-Avrasya İlişkileri Kongresi Bildirileri”, İstanbul Aydın Üniversitesi Yayınları No.87, İstanbul, 2013. Kaynak: Prof. Dr. Sait Yılmaz da AVAZTÜRK ailesine katıldı 



***

7 Eylül 2018 Cuma

IRAK KÜRT BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİNE İLİŞKİN STRATEJİK ÖNGÖRÜLER. BÖLÜM 6

IRAK KÜRT BÖLGESİNİN JEOPOLİTİĞİNE İLİŞKİN  STRATEJİK ÖNGÖRÜLER. BÖLÜM 6


2.4. Kürt Oluşumun Ekonomik Yeterliliği ve Güvenliği 

Bugün anlaşmış görünen KDP ve KYB'nin anlaşmazlıklarının altında politik amaçlar bulunmaktadır. KYB giderek kendisini çok etnikli bir Irak'ın bir parçası olarak görmekte, federalizm fikrini desteklemektedir. KDP ise federal bir devlet fikrine çok sıcak bakmamakta ve giderek özgür bir Kürdistan devleti için çalışmaktadır. ABD'ye yönelik bu ciddi ayrımın temel nedenlerinin başında, grupların ekonomik gelişmişlik düzeyleri gelmektedir. KDP, Irak ve Türkiye arasındaki tek geçiş yeri olan Habur sınır kapısını kontrol etmektedir. Yıllardır süren yoksulluk ve uluslararası yaptırımlardan sonra, Iraklılar bugün başta Türk malları olmak üzere her türlü tüketim maddesine büyük gereksinim duymakta dırlar. Irak'ın her köşesinde Türk ürünlerine rastlamak mümkündür. Bunlar Irak'a Habur üzerinden girdiği için bu kapının gelirinin tümü KDP bölgesini tek başına kontrol eden Barzani Aşiretine gitmektedir. 
(Irak'taki bir ABD yetkilisine göre, KDP Habur'dan her gün geçen üç bini aşkın kamyon ve TIR'ın her birinden Habur'da ve kendi bölgesi içindeki kontrol noktalarında yüzlerce dolarlık 'teftiş ücreti' almakta ve bu şekilde yılda 300 milyon doları aşan miktarda para kazanmaktadır).224 

KDP'nin finansal bağımsızlığı sadece her gün Habur'dan kazandığı paradan ibaret değildir. Parti son on yıl boyunca Habur'dan elde ettiği geliri kendi bölgesindeki siyasi gücünün de yardımıyla buradaki iş dünyası üzerinde bir tekel oluşturmakta kullanmıştır. Netice olarak bugün KDP ve Mesud Barzani Aşireti çok zengin bir yatırım portföyüne sahiptir. KDP bölgesinde bugün birçok Barzani şirketi mevcuttur. 1997'de kurulan ve KDP'ye ait olan Kani firması, tek başına sigara ithal etmektedir. Bunun yanı sıra, KDP lideri Mesud Barzani'nin yeğeni Şirvan Barzani KDP bölgesinin telekomünikasyon ve cep telefonu piyasalarını tek başına kontrol eden Korek Telekom adlı bir kuruluşun başındadır. Bir zamanların siyasi partisi KDP şimdi büyük bir aile şirketi ve yatırım imparatorluğuna dönüşmüştür. Ekonomik açıdan kendisini özgür hisseden ve siyasi açıdan kendine yeten 
KDP'yi Irak'ın geri kalanı pek fazla ilgilendirmemektedir. KDP'nin ekonomik gücü en çok KDP başkenti Erbil'de gözlemlenebilmektedir.225 

Suriye, ABD ile yapılan anlaşmalar gereği Musul’a elektrik sağlamakta, Irak ile ticari ilişkilerini sürdürmektedir.226 

2.5. İran’ın Kuzey Irak Kürt Politikası 

1904 yılında İran’da petrolün bulunması ve 1908’de çıkarılmaya başlanması ile birlikte İran’ın jeostratejik konumu tüm dünyanın dikkatini çekecek bir konuma yükselmiştir. İran, soğuk savaş dönemi boyunca yapılan stratejik hesapların daima içinde olmuştur.227 

Irak-İran ilişkileri, Irak kurulduğundan beri Şat-ül-Arap başta olmak üzere sınır anlaşmazlıklarına konu olmuştur. Irak’ın dar bir alandan uluslararası denizcilik ağına bağlanmasının verdiği zaafiyet, Kuveyt’i ele geçirmek veya Verbe ve Bubiyan Adalarını ele geçirmek istemesine neden olmuştur. Emperyalist güçlerin bölgeye gelişiyle birlikte, Şat-ül-Arap üzerindeki İran-Irak ihtilafı şiddetlenerek artmıştır. 

7 Mart 1974’te İran ve Irak arasında sınır çatışmalarının sona erdirilmesi ve ateşkes görüşmeleri başlamıştır. Irak, İran’ı her türlü yollarla sıkıştırmak istemiş, İran’da buna karşılık Kürt gruplarına aktif destek vermiştir. Kürt gruplarının Irak birliklerine ağır zayiatlar verdirmesi, Irak’ın İran ile arasında bulunan Şat-ül-Arap sorunu dahil sınır sorunlarını çözen Cezayir antlaşmasını imzalamasına yol açmıştır. 

Emperyalist ve yayılmacı güçlerin İran’a yönelik tehditleri tarihsel sürece bakıldığında daima Irak sınırlarına yakın, batısından gelmiştir. İran’ın batı sınırlarının uzunluğu 1800 km’dir. Irak sınırı 1350 km, Türkiye sınırı 450 km’dir. Osmanlı İmparatorluğu bu bölgeye bir asra yakın hakim olmasına rağmen, daha doğusuna geçmeye gerek görmemiştir.228 

Kürt Federe Devleti’nin 4 Ekim 1992’de ilan edilmesi, Türkiye, İran ve Suriye’yi rahatsız etmiş, dışişleri bakanları 14 Kasım 1992’de Ankara’da bir araya gelmişlerdir. Ortak görüş, bölgede bir Kürt devletine izin verilmeyeceği olmuştur.229 

KDP ve KYB arasındaki mücadele, çatışma düzeyinde devam ederken Paris Kürt Enstitüsü ve Fransız hükümeti arabuluculuğa soyunmuş, tarafları Paris’te 23 Temmuz 1994’te bir araya getirmişlerdir. Türkiye, İran ve Suriye bu toplantıdan ciddi rahatsızlık duymuşlar, 23 Ağustos 1994’te Şam’da toplanarak bir anlamda Paris toplantısına karşılık vermişlerdir. Şam toplantısından çıkan sonuç; bölgede bir Kürt devleti kurulmasına onay verilmeyecektir. 

KDP ve KYB arasında uzlaşma sağlama çabaları 1995 yazında da sürmüştür. ABD’nin KDP ve KYB’yi bir araya getirme çabaları sonucu Dublin süreci başlamıştır. Bu süreçten rahatsız olan İran ve Suriye PKK’yı kullanarak süreci baltalamaya çalışmıştır. İran ve Suriye, 10 Eylül 1995’te Talabani ve Öcalan’ın katıldığı bir toplantıyı Şam’da gerçekleştirmişlerdir. Bir hafta içinde, KDP ve KYB liderleri Tahran’da bir araya gelmişlerdir. Tahran yönetimi, Irak Yüksek Devrim Konseyi ile anlaşarak , 5000 kişilik gücünü KDP ve KYB arasına sokma kararı almıştır. Bu birlik, Süleymaniye güneyinden Kuzey Irak’a girmiştir.230 
İran, bölgede faaliyet gösteren İslami Kürt hareketi üzerinden politika geliştirmeye çalışmıştır. Talabani ile anlaşan İran, 2000 personel ve 100 zırhlı araçtan oluşan askeri gücünü, Süleymaniye yakınlarındaki bir kampa 20 Temmuz 1996’da konuşlandırmıştır.231 

Tarih göstermektedir ki, Batıdan İran’a yönelik bir tehdit oluştuğunda İran Ruslara yanaşmıştır. 
ABD tehdidi altındaki İran, bugünde Rusya’ya  yanaşmaktadır. Aynı Rusya, İran kendisinden uzaklaştığında, İran’daki etnik unsurları kullanmaktan çekinmemiştir. 1945-1946’da Azerbaycan Demokrat Fırkasına Mahabat Kürt Cumhuriyetini kurdurmuştur. 

ABD’nin Irak’ı işgali ile başlayan süreç, İran’a bir takım yararlar sağlamıştır. Irak’ın %65’ni oluşturan Şiiler, Saddam rejimi altında ezilmekte iken, ABD işgali sonrası Irak’ın yönetiminde söz sahibi olmalarına yol açmıştır. Şiiler üzerinden Irak’ta etkin olan İran, Irak’ın parçalanması halinde etkinliğini güney ve güney batıya doğru genişletecektir. Bahreyn, Şii nüfus açısından üçüncü sırada bir ülkedir. Lübnan’dan başlayan Şii hilalin ucu, Irak, İran ve Pakistan’a kadar uzanmaktadır.232 Ürdün Kralı, Irak'ta İran yanlısı bir hükümetin iş başına gelmesi konusunda uyarı yaparak; Irak, İran, Suriye ve Lübnan'ı içeren bir Şii hilalinin oluşturulmasının amaçlandığını belirtmiştir.233 (Şekil-5) 





Şii Hilali Şii Hilali 
Şekil-5 

1970 ve 1980’lerde Irak Kürtlerini, Irak’a karşı destekleyen İran olmuştur. 1990’larda ise Irak Kürtlerini Irak’a karşı destekleyen Türkiye olmuştur. Bu esnada İran, Irak’ın yanında yer almıştır.234 

ABD'nin Irak’ta başarılı olması, İran'ın çıkarları aykırıdır. Irak'ın işgal edilmesiyle ülkedeki siyasi ve askerî dengelerin değişmesi, İran'ın Irak'taki rolünü artırmıştır. ABD'nin Irak’taki başarısı, İran’ın ABD ile sınırdaş olması ve güvenliğine tehdit oluşturması anlamına gelecektir. 

2.6. Suriye’nin Kuzey Irak Kürt Politikası 

ABD işgalinden önceki Irak yönetimi ile Suriye yönetimi benzer ideolojik temelleri olan dikta yönetimleriydiler. Ülkelerin İdeolojik temelini Arap milliyetçiliği oluşturuyordu. 1978 yılında Suriye-Irak birliği projesi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Pan-Arap hareketi, gerçekleşmesi uzak bir hedef olarak algılanmıştır. 

Benzer bir ideolojiye rağmen, İran-Irak savaşında Suriye, İran’ı desteklemiştir. İran ve Suriye arasındaki bu yakınlaşma, İran petrollerinin Suriye’ye nakledilmesi anlaşması ile gelişmiştir. O dönemde, Suriye, Irak’a ait petrol boru hatlarını kapatmıştır. Suriye’nin Irak’a karşı düşmanca tutumları 1986’dan itibaren değişmeye başlamıştır. 235 

1979 İran Devrimi ile ortak düşmanların varlığı, Tahran ve Şam yönetimini birbirlerine yaklaştırmıştır. Bölgesel güç dengesinde bir tarafta İran-Suriye ittifakı, diğer tarafta Türkiye-İsrail bloğu yer almaktadır. İran ve Suriye, ABD’yi, doğal kaynaklarını sömüren, bağımsızlıklarını tehdit eden emperyalist bir güç olarak görmektedirler. İran’la olan yakınlaşma, Suriye’ye Lübnan’daki İran yanlısı Şii milisleri yönlendirme avantajı sağlamıştır. Suriye, Irak’ın zayıflamasına yönelik politikalar izlese de, Bağdat’ta İran yanlısı bir Şii yönetimine sıcak bakmadığını belli etmiştir. Irak’ın bir başka güç tarafından işgal edilmesini kabul edilemez bir gelişme olarak görmüştür. Tahran ve Şam arasındaki ittifak ilişkileri sıcaklığını korurken, Suriye, İran’ın Arap Birliği içindeki önemli partneri olmaya devam etmektedir.236

 1975-1989 yılları arasında yaşanan Lübnan iç savaşında Suriye ve Irak karşıt grupları desteklemişlerdir. 1991 Körfez Savaşında Irak’a karşı koalisyon oluşturan ABD’nin yanında yer almıştır. 1997’de Irak ve Suriye arasında ilişkiler gelişme göstermeye başlamıştır. Bu sefer, Irak’a müdahale etmeye hazırlanan ABD’ye en sert tepki gösteren, Irak’ın toprak bütünlüğünü savunan ülkelerin başında Suriye gelmiştir. Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti, Suriye’nin Kuzey Doğusunda yaşayan Kürtleri kendileri ile birleşmeye götürebileceğinden veya otonomi isteyebileceklerinden dolayı, Suriye’yi endişelendiren bir husus olmuştur. Dolayısı ile Suriye, Kürt devleti oluşumunu çıkarlarına aykırı bulmaktadır. Mart 2004’te Kamışlı’da meydana gelen Kürt kalkışması, böyle bir olasılığın varlığını göstermektedir. Suriye’de bulunan 1.7 milyon Kürt nüfusun 200 bin kadarının vatandaşlık hakları yoktur.237 

Suriye, Irak Geçici Yönetim Konseyinin meşruiyetini tanımak istememiştir. Uluslararası toplantılarda bu hususa karşı çıkmasına rağmen Suriye bu 
politikasında başarılı olamamış ve Kasım 2004’te Irak Geçici Hükümetini tanımıştır.238 

Suriye’nin politikası, her zaman Kürtleri kullanarak Irak ve Türkiye’nin istikrarını bozmaya yönelik olmuştur.239 Suriye bir taraftan KYB’yi 1975 ‘ten 
beri desteklerken, diğer taraftan Kürtlerin bağımsızlık girişimlerinden de rahatsızlık duymuştur.

Kamışlı İslam Merkezi Başkanı Kürt alim Şeyh Muhammed Maşûk elHaznevi’nin öldürülmesi bir anda Suriye’yi karıştırmıştır. Kürtler başta Halep 
ve Kamışlı olmak üzere çeşitli yerlerde gösteriler yapmışlardır. İsrail’e yakınlığıyla bilinen bir internet sitesinde ABD’nin Beşşar Esed’i devirmek için 
düğmeye bastığı ileri sürülmüştür.240 

2.7. Diğer aktörlerin Kuzey Irak Kürt Politikası 

AB, Rusya ve Çin, Irak’ın Kuzeyindeki Kürt bölgesinin jeopolitiğine tesir edebilecek güç merkezleri olarak değerlendirilmiştir. 

2.7.1. AB’nin Kuzey Irak Kürt Politikası 

İran’da 1904’te petrolün bulunması ve British Petrol şirketinin kurulması ile birlikte, İngiltere’nin uluslararası deniz ticaret yollarının açık tutulması stratejik çıkarlarına, petrol gerekçesi de ilave edilmiştir. İngiltere’nin o dönemlerde stratejik düşüncesi, Güney Asya sularına hakim olmak, deniz ticaret yollarının ve sömürgelerinin güvenliğini sağlamaktır. Bu maksatla iki temel politika belirlemiştir. Bu iki temel politika; Süveyş Kanalı’ndan, Malakka Boğazı’na kadar olan bölgenin deniz hakimiyetini ve çıkarlarına tehdit oluşturabilecek, krize neden olabilecek noktaları, bölgeleri kontrol altında tutacak askeri gücü elinde bulundurmaktır.241 

20 Yüzyılın başlarında petrolün bulunması ile stratejik hesapların daima içinde kalan İran’ın bu konumunun önemini Almanya’da idrak etmektedir. Schlieffen ve Moltke’nin askeri doktrinlerinin İran’a önem atfettiği ileri sürülmektedir. İkinci Dünya harbi esnasında bir çok Alman vatandaşının Güney İran’a yerleştirilmesine İngiltere sert tepki göstermiştir. Günümüzde de Almanya’nın İran’a önem verdiğini gösteren politikaları gözlemlenmektedir.242

 Ortadoğu’nun Avrupa’ya yakınlığı, tarihsel bağları, zengin enerji kaynakları ve Avrupa’nın enerji ihtiyacının önemli bir bölümünü Ortadoğu’dan karşılaması, 
Avrupalı şirketlerin bölgede önemli yatırımlarının bulunması, Avrupa’nın bölge ile olan ilişkilerinde belirleyici olan hususlardır. 
Avrupa açısından Ortadoğu’nun iki ana güvenlik sorunu bulunmaktadır; Arapİsrail barışı ve Körfez güvenliğinin tesis edilmesidir. Alternatif enerji 
kaynakları bulununcaya kadar, Ortadoğu, tüm Dünya için jeostratejik önemini sürdürecektir. Bu önem, aynı zaman da Doğu Akdeniz, Hazar Havzası ve 
Orta Asya’nın kontrol edilmesi, Asya pazarlarına ulaşılması ve enerji kaynaklarının Batı ve Dünya pazarlarına aktarılması bakımından da büyük 
öneme sahiptir. Ortadoğu’daki istikrarsızlıklar, Avrupa’nın sosyal ve ekonomik yaşamını doğrudan etkilemektedir. Ortadoğu’nun yüksek doğum oranı, işsizlik ve az gelişmişlik, terörizme uygun atmosfer oluşturmakta, insan kaçakçılığı ve yasadışı göçler Avrupa’nın güvenliğine risk oluşturmaktadır. 

Genelde AB başkanlık bildirilerinde, Avrupa’daki istikrar ve huzuru, Ortadoğu’daki gelişmelerin doğrudan etkilediğine yer verilmektedir.243 

Ekonomik alanda süper güç olan AB, siyasi ve askeri alanda aynı etkinliğe sahip değildir. Kriz bölgelerine müdahale etmede yeterli askeri güce sahip olmadığı gibi, AB üyesi ülkelerin farklı çıkarlarının ortak bir noktada buluşturulama masından dolayı, karar verme sürecinde ortak bir karar alamamaktadırlar. 11Eylül terör saldırıları ile ABD, terörizmle sürekli bir savaş içinde olduğunu söylerken, AB farklı düşünüyordu. AB, terörizmle savaşın silahla değil, daha insani yöntemlerle yapılması gerektiğini söylüyordu. AB içersinde ABD politikalarından farklı düşünenlerin başında Almanya, Fransa ve Belçika gelmekteydi. ABD politikalarına destek verenlerin başında ise, İngiltere, İtalya ve İspanya gelmekteydi. Ardından Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri de Almanya ve Fransa’ya karşı tavır aldılar. Avrupa, ABD karşısına süper rakip olmak isterken, kendi içersinde “Eski” ve “Yeni” Avrupa diye bölünmüştür. ABD Savunma Bakanı Rumsfeld, Almanya Fransa eksenini kastederek “Yaşlı” Avrupa deyimini kullanmıştır. 

ABD’nin Irak işgali, ABD-AB ilişkilerindeki gerilimi artırmış, buna paralel olarak AB içindeki bölünmede artmıştır. Almanya-Fransa ekseni liderleri ABD’yi eleştirirken, Polonya Devlet Başkanı da ABD’yi destekleyen açıklamalar yapmaktaydılar. Irak işgali, Avrupa’nın bir bütün olarak dış politika oluşturamayacağının, kriz bölgelerine askeri müdahalede bulunamayacağının göstergesi olmuştur. Ekonomik alanda ABD’ye rakip olabilecek gücü olan AB’nin politik alanda ABD’ye rakip olamayacağı görülmüştür. Almanya–Fransa ekseni, ABD ile tartışmalarının içersine Rusya’yı da katmak istemişlerdir. Rusya Devlet Başkanı Yeltsin, 1997 yılında Almanya ve Fransa’ya, ABD hegemonyasına karşı üçlü konsey kurmayı teklif etmiştir. 2003 yılında Irak’ın işgali ile Almanya-Fransa ve Rusya ittifakı yeniden gündeme gelmiştir. ABD, BM’den Irak’a müdahale kararı çıkarmak isterken üçlü tarafından engellenmiştir. Rusya, sadece Irak nedeniyle değil, ABD’nin emperyal güdülerinin sınırlandırılması amacıyla BM sisteminin korunmasına önem vermektedir.244 

Küreselleşme ile karmaşık bir yapıya dönüşen uluslararası sistemde hegemon güç ABD, AB’nin çıkarlarına tehdit oluşturmaya başlamıştır. 

Soğuk savaş döneminde ABD’nin İsrail yanlısı politikalarını, Araplar Sovyetlere yanaşarak dengelemeye çalışmışlardır. Soğuk savaşın bitmesi ile meydana gelen boşluğun AB ve Japonya tarafından doldurulması, Arap Birliği İş konseyi toplantılarında Araplar tarafından dile getirilmiştir. 

AB ile Irak arasında belirgin bir siyasi ilişki olmamakla beraber, 1992’den beri Irak’a insani yardım konusunda AB başı çekmiştir. Saddam, soğuk savaş dönemi sonrası konumunu sağlamlaştırmak amacıyla Avrupa ülkeleri ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmış, özellikle Fransa ile ilişkilerini derinleştirmiştir. İlişkilerini geliştirmeye çalıştığı diğer ülkelerin Rusya ve ÇHC olduğu görülmüştür.245 

Irak’ın işgali öncesinde AB’nin çözüm için BM işaret etme politikası, İşgalden sonrada devam etmiştir. İşgalden sonra Irak’ın yapılandırılmasının BM çatısı altında olması gerektiği vurgulanmıştır. AB Komisyonu 1 Haziran 2004’te “AB ve Irak” ilişkilerine ait bir belge yayınlamıştır. Belge, AB’nin 246;Irak’taki temel çıkarlarını üç ana başlık altında toplamaktadır 

-Demokratik ve istikrarlı bir Irak, 
-İşleyen bir Pazar ekonomisinin kurulması, 
-Irak’ın uluslararası sisteme ekonomik ve siyasi entegrasyonunun sağlanması. 

2.7.2. Rusya’nın Kuzey Irak Kürt Politikası 

Soğuk savaş döneminde Irak, Moskova’nın bölgesel müttefiki olmuştur. Moskova, Irak üzerinden Akdeniz’e ve Akdeniz üzerinden Batı’ya baskı yapabilmeyi hesaplamıştır. Bu stratejik hesabı etkileyen uluslararası politika ve coğrafya, Moskova’ya iki seçenek sunmaktaydı; Birincisi İran, Azebaycan’ı, Irak, Suriye ve Doğu Akdeniz. İkinci seçenek, Afganistan, İran, Hürmüz Boğazı ve Umman Denizi’dir.247 

Moskova ile Irak arasındaki askeri ve politik alanda gelişen işbirliği, Moskova’nın Kürtleri elinde bir koz olarak tutma düşüncesinden vazgeçirmiş ve Irak yönetimi tarafından Kürtlerin katliama maruz kalmasına yol açmıştır. 

 ABD başta olmak üzere Batı, Moskova’nın bu stratejilerine karşı Irak’ın parçalanabilmesi için ayrılıkçı Kürtleri İran üzerinden desteklemiş ve  kullanmıştır. Moskova ve Irak ise, İran Kürtlerine destek vermişlerdir. Bu dönemde Kürtler, küresel ve bölgesel güçlerin maşası konumunda olmuşlardır. Kürtler, bugünde başta ABD olmak üzere bazı güçlerin maşası olma konumlarını sürdürmektedirler. 

Irak ve İran’ın tecrit edilmesini ve içten çökertilmesini hedefleyen Çifte Muhasara politikasına muhalefet edenler olmuştur. Irak’la olan ticaretlerinin 
zarar gördüğünü söyleyen Rusya, Çin ve Fransa gibi ülkeler bu politikaya karşı çıkmışlardır. Japonya ve Batı Avrupa ülkeleri ise İran ile olan ticari ilişkilerinin zarar gördüğünü belirtmişlerdir. Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Basra Körfezi ülkeleri Çifte Muhasara politikasının uzamasından hoşlanmamışlardır.248

 23 Aralık 1997’de Rusya’yı ziyaret eden KDP’nin yöneticisi Sami Abdurrahman, Rusya Dışişleri Bakan yardımcısı ile görüşmüştür. Rusya, sorunların Irak’ın toprak bütünlüğü içinde çözülmesi konusunda görüş birliği içinde olduklarını açıklamışlardır.249 

ABD, Irak’a yaptırım uygularken, muhalefeti bir araya getirmeye çalışırken, Rusya, Irak’a daha fazla yaklaşmıştır. 

1990’daki Körfez Krizi sırasında Gorbaçov liderliğindeki Rusya, ABD ile birlikte uyumlu politikalar geliştirmeye özen göstermiştir. BM’de Irak’a yapılacak harekatı veto etmemiştir. Yeltsin döneminde Rus muhafazakarlar Irak’a olan yaptırımların kaldırılmasını seslendirmeye başlamışlarsa da, ABD ile uyumlu politikalar sürdürülmüştür. 1996’da Primakov’un Dışişleri bakanı olması ile Rusya’nın Irak politikasında değişim başlamıştır. Primakov Ortadoğu sorunlarına ilgi göstermeye başlamış, Irak’ta bu ilgiye cevap vermiştir. Rusya, ABD’nin tek taraflı politikalarından dolayı çıkarları zarar gören Fransa ve Çin’i Rusya’nın yanına çekerek, Irak’a olan yaptırımların BM’de kaldırılmasına çalışmıştır. Rusya, Ekim 1997’de BM Güvenlik Konseyinde ABD’nin Irak tasarısını veto etmiştir. 1998’de Yeltsin; 

“...Rusya hiçbir koşulda ABD’nin Irak’ı bombalamasına izin vermeyecektir...” şeklinde konuşmuştur. Bu sırada ABD, Irak’ı vurmak için Güvenlik konseyinden yeni bir karar çıkarılmasına gerek olmadığını dile getirmiştir. Rusya, Fransa ve Çin’i yanına alarak Güvenlik Konseyinde üçlü bir blok oluşturmuştur. 250

 Rusya’nın Primakov döneminde Irak’la ilgili dış politikası üç temel esasa dayanıyordu. Birincisi, Rusya’nın hala Dünya siyasetinde var olduğunu 
göstermek istemiştir. İkincisi, Irak’tan alacağı 8 milyar doları tahsil etmek istiyordu. Uygulanan yaptırımlar sürdükçe, Rusya Irak’tan alacaklarını tahsil 
edemeyecekti. Üçüncü neden ise, Rus petrol ve doğal gaz şirketlerinin Irak’ta yürüttükleri projelerdi. Ambargo devam ettikçe bu projelerin uygulanması zor olacaktı. 

1 Ocak 2000’de Rusya Devlet Başkanı olan Vladimir Putin, Irak Savaşına giden sürecin öncesi ve sonrasında Rus dış politikasını belirleyen önemli aktör olmuştur. Irak’a yönelik yaptırımların kaldırılması yönünde çaba harcayan Putin, 11 Eylül saldırıları sonrası ABD’ye açık destek sağlamış, ilişkileri stratejik ortaklık düzeyine çıkarmıştır. Irak Savaşı sonrası Putin’in genel dış politikası, Irak Krizinin barışçı yollardan çözümü, BM’in devreye sokulması, Rusya’nın ekonomik çıkarlarının korunması ve ABD ile dostluğu bozmadan politikaların uygulanması olmuştur.251 

ABD’nin tek taraflı anti-balistik füze anlaşmasından çekilmesi, NATO’nun genişlemesi ve Irak’ın işgali Rusya’yı rahatsız etmiş ve ABD ile AB arasında seçim yapmaya zorlamış ve tercihini Avrupa’dan yana kullanmıştır. Yeltsin; Rusya, Almanya ve Fransa arasında üçlü konsey kurmayı teklif etmiş, 1998 Martında ülke liderleri Moskova’da buluşmuşlardır. Yeltsin, Urallar’a kadar uzanan Büyük Avrupa önerisinde bulunmuştur. 

 Irak savaşı sırasında Putin’in politikaları inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Kah ABD ile uyumlu hareket etmiş, kah ABD politikalarını Güvenlik Konseyinde veto etmiştir. Saddam rejiminin sona ermesiyle birlikte Rusya, ABD ile daha uyumlu politikalar geliştirmiştir. Rusya’nın resmi politikası, savaş sonrasında da BM’in merkezi rol oynaması, Irak’ın ülke bütünlüğü ve egemenliğinin korunması yönünde olmuştur.252 

Rusya, Irak’tan alacağı 8 milyar doların yüzde 90’ını sildiğini kasım 2004’te açıklamıştır. Rusya ABD karşısında Avrupa ve Çin ile birlikte hareket etmiştir. Irak’ta çıkarlarını korumanın ötesinde, BM sistemini korumak kaygısı taşıdığı ileri sürülebilir. 

2.7.3. Çin’in Kuzey Irak Kürt Politikası 

Geçmişte yaşanan güç mücadeleleri toprak kazanımını esas almıştır. Askeri güç, milli güç unsurları içinde belirleyici bir güç olagelmiştir. 
Günümüzde gelişen ve değişen Dünyada ekonomi uluslararası ilişkilerde temel belirleyici unsur olarak öne çıkmıştır. Büyük güçlerin mücadelesi, ekonomik alanda her geçen gün şiddetini artırarak sürmektedir. 
Ekonominin motorunu ise enerji oluşturmaktadır. Dünyada tüketilen enerji kaynaklarının dağılımında petrol, doğal gaz ve kömürün payı 2002 yılı 
itibarı ile yüzde 80 civarında olduğu görülmektedir. Her geçen gün büyüyen dünya ekonomisinin enerji ihtiyacının yüzde 85‘nin, 2030 yılında da bu kaynaklardan sağlanacağı öngörülmektedir. 

 Çin’in 1993 yılına kadar petrol üretimi, tüketimini karşılamış, bu yıldan itibaren tüketim miktarı artarak devam etmiş ve açık büyümüştür. Petrol tüketimini 
giderek artan biçimde ithalatla karşılamak zorunda kalan Çin için, başta Ortadoğu, Afrika ve Hazar kaynakları olmak üzere petrol sahalarına erişimin, yaşamsal derecede önemi bulunmaktadır. ABD'nin halen yaklaşık yüzde 57 olan ve 2025'de yaklaşık yüzde 70 oranına yükselmesi beklenen ithalat gereksinimi de dikkate alındığında, sınırlı petrol kaynaklarına erişim, küresel ulaşım yollarının ve ticaretin kontrolü mücadelesi önümüzdeki yıllarda sıcak çatışmalara yönelme olasılığını artırmaktadır. ÇHC sanayisi, 2050 yılında ABD’yi geçeceği ve buna paralel olarak enerji ihtiyacının da artacağı beklenmektedir. ÇHC’nin 2010’da petrol ithalat oranının, petrol tüketiminin yüzde 45’ine ulaşacağı ve tüketimin yüzde 80’ninin Ortadoğu’dan karşılanacağı hesaplanmaktadır.253 

Çin petrol şirketleri, Azerbaycan, Kanada, Kazakistan, Venezüella, Sudan, Endonezya, Irak (ABD işgali sonrası imtiyazlarını kaybetmiştir.) ve İran'da imtiyazlar almış durumdadır. İran'ın Yadavaran sahasının geliştirilmesi projesinde pay sahibidir. Sahanın en tepe noktada günde 

300.000 varil üretmesi beklenmektedir. Çin ile Kazak Hükümeti arasında Mayıs 2004'te imzalanan anlaşma kapsamında, Kazak petrolünü Çin'e taşıyacak 700 milyon Dolarlık bir boru hattı inşası tamamlanmak üzeredir. Petrol ihtiyacının yüzde 40'ını ithalatla karşılayan Çin, ithalatın yüzde 6O'ını Ortadoğu'daki petrol üreticilerinden sağlamaktadır. 2004 yılı itibarı ile son iki yılda Çin petrol talebi yılda ortalama yüzde 13'Iük büyük bir artış göstermiştir. 2004 yılında günde 6,4 milyon varil olan petrol tüketiminin, 2030'da günde 13 milyon varile yükselmesi beklenmektedir. Petrol ithalatının 2010'da 4,5 milyon varil/gün, 2030'da 10,5 milyon varil/gün olacağı tahmin edilmektedir. Böylece, petrol tüketiminde ithalatın payı yüzde 75'e ulaşmış olacaktır. Bu da, uluslararası paylaşım savaşımında ciddi bir unsur olarak öne çıkmaktadır.254 

ABD ve koalisyon güçleri tarafından Irak'ın işgalinden önce, Çin Irak'ta petrol anlaşmaları imzalamıştır. Bu girişimler, Çin'in enerji güvenliğine yönelik Ortadoğu'ya verdiği önemi göstermektedir. Irak’ın işgalinin Çin açısından güvenlik sorunu olarak algılanmıştır. Körfez savaşı esnasında ÇHC politikasının iki temel prensibi olmuştur. Bir; Krize bulaşmamak, iki; krize taraf olan her iki kesimle de iyi geçinmektir. ÇHC, II. Körfez Savaşı sonrasında, Irak’a karşı dengeli bir politika izlemeye başlamıştır. Barış ve istikrarın oluşması, ABD hegemonyasına karşı konulması amacıyla BM’in Irak’a uyguladığı yaptırımların hemen kaldırılmasını talep etmiştir. ÇHC, ABD’nin Irak’a olası bir harekatını 
önlemeye çabalamıştır. Çünkü, ticari ilişkilerinin zarar göreceğini ve enerji kaynaklarının kesileceğini görmüştür. ABD’nin İran’a olası bir harekatı 
karşısında BM’den karar çıkarılması yönünde tavır alacağı bilinen ÇHC, Doğu ve Güney Doğu’dan çevrilmesinin yanında Batıdan da Afganistan işgali ile çevrelenmesi, ÇHC’ni kuşatılmışlık duygusuna sürüklediği ve nedenle İran’a karşı olası bir harekatta, İran’ı destekleyeceği beklenmektedir. Çinli analistlerde Irak işgalinin kısa vadede terörizmle mücadele amacında olduğunu, ancak uzun vadede ABD’ye rakip olabilecek güçlerin ortaya çıkmasını önlemek amacında olabileceğine dair değerlendirmeler yapmaktadırlar. BOP çerçevesinde Irak’ta kazanılacak başarı, tek partili ÇHC’ni, anti demokratik bir yönetim olduğu gerekçesiyle Batı ile karşı karşıya gelmesine sebeb olabilir. Bu nedenle ÇHC, BOP’tan rahatsızlık duymaktadır. ABD’nin kullandığı ileri teknoloji ürünü silahlar, ÇHC’ni, ordusunu yenileme düşüncesine götürmüştür. Devlet Başkanı 
Jiang Zemin; Çin Ordusunu, ileri teknolojilerin kullanılacağı bir savaşa hazırlamak amacında olduğunu açıklamıştır.255 

Başta ABD olmak üzere; AB, Japonya gibi petrol ve doğal gaz ithalat gereksinim leri hızla artan dünya devleri, Ortadoğu, Hazar ve Afrika topraklarında bulunan kaynaklara yönelik strateji oluşturmakta ve politikalarını da bu stratejilere dayandırmaktadırlar. Gelecekte, petrole yönelik talep artışında en büyük payın sahibi olmaları beklenen Asya'nın diğer ülkelerinin (özellikle Japonya ve Kore), öncelikle Ortadoğu rezervlerine yönelmiş olmaları, ciddi bir rekabetin habercisi olarak algılanabilir. Talebin hızla artması, kaynakların paylaşımında çatışmalara 
neden olabileceği kaçınılmaz görülmektedir. Çin Ortadoğu’ya müdahil olmasıyla son birkaç yıldır ekonomik, politik ve stratejik açıdan büyük genişleme kaydetmiştir. 1990’ların sonundan bu yana, Çin’in bölgeye yönelik politikaları, devlet yönetimindeki üç büyük enerji şirketinin hedefleriyle birleştirilmiştir. 

ÇHC Ortadoğu’da zaman zaman farklı politikalar izlemiştir. İlk zamanlar uluslararası konulara ideoljik yaklaşırken, (1950’lerde Araplar arasındaki Batı karşıtı hareketlere anti emperyal hareketler olarak yaklaşmıştır..) son zamanlarda ekonomik çıkarlar açısından yaklaşmaktadır. Bölge ülkelerine silah satarak petrol almanın yollarını araştırmıştır. Körfez ve Irak Savaşları ile ABD’nin Körfez’e hakim olarak enerji kaynaklarını kesebileceği ihtimali, ÇHC’ni Ortadoğu ülkeleri ile daha yakından ilgilenmeye itmiştir. Çin ekonomik gelişmeye verdiği önem kadar Çin’in askerî modernizasyonu için de destek arayışına girmiş ve İran-Irak savaşında (1980-1988) her iki tarafa da silah satmıştır. Aynı zamanda 
1980’lerde F-10 savaş uçakları geliştirmek için de İsrail ile işbirliği yapmış, 1988 yılında Suudi Arabistan’a CSS-2 orta menzilli (1800 Km.) balistik 36 
adet füze satışı gerçekleştirmiştir.256 2002’de ilk serbest ticaret bölgesini Arabistan’da açmıştır. İsrail ile 1990’larda diplomatik ilişki kurmasıyla, 
denge kurmaya çalışmıştır. İsrail’den teknoloji gerektiren silah alımlarını ABD engellemiştir. Çin İsrail ilişkileri, ABD’nin tesiri altındadır.257 Libya ve 
Suriye ile M-9 balistik füzelerin satışı konusu da müzakereler yürütmüş, ancak Washington, Çin’in bu adımdan vazgeçmesi için baskı yapmıştır. 

İran-Irak Savaşının bitimi sonrasında yalnız kalmış olan İran, ÇHC’den konvansiyonel ve bazı kitle imha silahları almış, İran Devlet Başkanı 
Rafsancani’nin 1992’de Pekin’i ziyaretinden sonra Çin, İran’ın nükleer proğramında yer almıştır. ÇHC, ithal ettiği petrolün yüzde 17’sini İran’dan 
karşılamaktadır. ÇHC ve İran, bölgede yabancı güçlere karşı olduklarını, ABD’nin insan haklarını bahane ederek müdahalelerde bulunmasını uygun bulmadıklarını birlikte ifade etmişlerdir. ÇHC’nin Uygur bölgesinde Türk ve Müslüman nüfus ile sorunları bulunmaktadır. Türkiye’nin Orta Asya’da etkin olmasının önüne geçebilmek içinde İran ile ilişkilerini geliştirmek istemektedir. 

2002 yılından beri, Çin, enerji ihtiyacını karşılamak için uluslararası piyasalardan ithalat yapmak yerine, Ortadoğu’daki kritik öneme sahip hidrokarbon kaynaklara sahip olmak için büyük çaba sarf etmektedir. Çin’in, enerji güvenlik stratejisinin bir parçası olarak Ortadoğu üzerindeki vurgusunu devam ettireceği ve yoğunlaştıracağını öngörmek için her türlü neden bulunmaktadır. Bunun içinde ABD ile askerî bir çatışma ihtimali de bulunmaktadır. Çin’in petrol arayışı su götürmez şekilde ABD’nin Ortadoğu’daki nüfuzuna karşı yeni bir rakibin ortaya çıkışı demektir. Bu rekabet ihtiyatlı bir biçimde idare edilmez ise, çok alanlı konularda ikili bir anlaşmazlığın ortaya çıkması ve bunun da ABD’nin bölgedeki stratejik çıkarlarına zarar vermesi kaçınılmazdır. 258 

Çin’in batısında bulunan Sincan Uygur Özerk (Doğu Türkistan) bölgesinde Uygur, Kazak ve bir miktar Kırgız yaşamaktadır. Sincan-Uygur özerk bölgesinde yaşayan Türk kökenli Uygur ve Kazaklarla Türkiye’nin akrabalık bağları bulunmaktadır. Türkiye, Çin ile ilişkilerini dostane tutmakta, burada yaşayan akrabalarını Çin yönetimine karşı kışkırtmaktan kaçınmaktadır. Buna rağmen, Çin’in, Sincan bölgesindeki olası bir gelişmeyi dikkate alarak, Orta Asya ile Kafkasya bölgelerine olan yaklaşımı farklıdır. Orta Asya’da hareket özgürlüğünü garanti etmek istemektedir ve bu nedenle Batıyı Kafkaslarda meşgul etme ve durdurma çabasındadır. Bunun için İran ve Rusya’ya dolaylı yardımlar yapmakta ve Ermenistan’ı silahlandırmaktadır. 
Çin, Ermenistan’ı destekleyerek Azerbaycan’ın güvenliğini tehdit etmekte ve Türkiye’nin Kafkaslardaki çıkarlarını zora sokacak politikalar geliştirmektedir. 
Böylece ileride, Doğu Türkistan-Uygur sorunun gündeme getirilmesini engellemek istediği düşünülmektedir. 259 Bu konuda Rusya ile uyum içinde 
olan Çin, Türk etkisinin daha ileri gitmemesini hedefleyen politikalar içerisindedir. 
Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) Lideri Mesut Barzani, Çin'in Bağdat Büyükelçisi Yang Hung Lin ve bazı Çinli işadamlarıyla Selahaddin’de görüşmüştür. KDP'nin yayın organı Xebat gazetesinin haberine göre, Barzani’nin çeşitli temaslarda bulunmak üzere Çin'e gideceği belirtilmektedir.260 Küçük devletler, etnik unsurlar merkezi güçler tarafından daima kullanıla gelmişlerdir. Barzani ile Çin arasında başlayan temaslar, Çin’in de Kürt kartını kullanma düşüncesinde olabileceğini göstermektedir. Kuzey Irak’taki Kürt oluşum, ABD’den istediği desteği bulamadığı andan itibaren, Çin’in desteğini arayabileceği ve Kürt kartının Çin tarafından da kullanılabileceği öngörülmektedir. 


7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***