Prof. Dr. Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof. Dr. Sait Yılmaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Kasım 2019 Pazartesi

Dördüncü Krallık ve Kaşıkçı..

Dördüncü Krallık ve Kaşıkçı.. 


Prof. Dr. Sait Yılmaz, 
22 Kasım 2018 

 Kaşıkçı olayının perde arkası aralandıkça son birkaç yıla damgasını vuran önemli gelişmelerin birbiri ile bağlantıları ortaya çıkmaya başladı. Suudi yönetimi ile ilgili gelişmelerin ana nedeni, Krallıkta yeni bir dönem açmak daha açıkçası Salman ailesinin krallığının diğer aile üyelerini bertaraf ederek sadece kral ve oğlunun başta olduğu yeni bir krallık inşa etmektir. Bu yeni krallığa “Dördüncü Krallık” da deniliyor. Suudi Abdülaziz’in, 1780’de Vahabizmin fikir babası Abdülvahab ile kurduğu ilk eşkıya devletine ‘birinci krallık’ demekteler. Osmanlı, çölün ortasında deve üstünde yaşayan Bedevi kabilelerinden oluşan bu güruhu ve 1840’da kurulan ikincisini yok etmişti. Osmanlıya Birinci Dünya Savaşı’nda ihanet neticesi 1932’de resmen kurulan bugünkü krallık ise ‘üçüncü krallık’ olarak adlandırıyor. 

Suud ailesi ile vahşetin ve El Kaide’nin babası Vahabizmin ittifakı bugüne kadar hep devam etti. Veliaht prens Muhammed Bin Selman (MBS), dördüncü krallık için uzun zamandır reform hikâyeleri düzüyor ve Batıda imaj çalışması yapıyordu. Devlet geleneği olmayan Suudilerde ne Arap ne İslam ne de Batı kültüründen söz edilebilir. MBS, Suudi krallık dâhilinde sayıları 200 yılda sayıları 100 bini bulan prensi eritmek için amca çocuklarının hemen hepsini öldürmek ya da hapise atmak yolunu seçti. Böylece sadece Selman kolundan yeni bir krallık kurma planını uyguluyor. Şimdi kraliyet ailesinin durumuna bir bakalım. 

Veliaht Selman ne yapmaya çalışıyordu? 

Bugünkü kral Selman Bin Abdülaziz 90 yaşında ve ilerlemiş alzheimer hastası. Günde 16-18 saat uyuyor, konuşamıyor ve ancak bir iki el hareketi yapabiliyor. Oğlu veliaht MBS, 33 yaşında ve doğru dürüst bir eğitimi yok. Para ve iktidar hırsı çok fazla olan birisi ve Almanya’da iki yıl delilik tedavisi almış. Filipinli dadı (köle anne) ruhu ile büyüyen MBS, her şeyi para ile elde edebileceğini düşünüyor. Yanında kendisi gibi eğitimsiz çok güvendiği iki adamının etkisi ve yönlendirmesi ile hareket ediyor. MBS, son bir yıldır krallığın diğer tüm aile kollarındaki hemen herkesi öldürttü. Suudi yönetimi bugüne kadar İngiltere, Fransa veya İsviçre’de bu cinayetleri işlerken nasıl olsa yönetimi para ile satın alırız diye düşündü. Sağ kalanların bir kısmı Almanya’ya kaçtı. Bunun sebebi, Avrupa’da Suudi parasında ihtiyacı olmayan tek ülke olan Almanya’nın para ile satın alınamamış olması. MBS ve yanındakilerin siyasi geçmişleri ve tecrübeleri olmadığından diplomasi ve devlet yönetimi geleneğinden haberleri yok. 

Tehdit gördüklerine saldırma ve yok etme güdüsü ile hareket ediyorlar. 

Örneğin Gabon Devlet Başkanı ülkeye geldiğinde kayboldu ve hala ne olduğu bilinmiyor. 

Hariri’nin başına gelenler de benzer. Lübnan başbakanı Hariri’nin annesi Suud 
ailesindendi, babasını Suudlar büyütmüşlerdi. Eski krala bağlı idi ve Selman iktidara gelmesin diye ekipler oluşturmuştu. Hariri, davet edildiği Suudi Arabistan’da uçaktan iner inmez MSB’nin korumalarının doğrudan saldırısına uğradı. İyice dövüldükten sonra Selman’ın önüne atıldı. MBS, Hariri’den bütün parası istemişti ve niyeti yerine başka biri geçirmekti. Hariri ortadan kaybolunca MBS yönetimi, önce Arabistan’a geldiğini inkâr etti. Daha sonra Fransa’daki Macron yönetimi iş bağlantıları olan Fransız vatandaşı Hariri’ye sahip çıkınca, 
‘bizde’ diye itiraf ettiler. 
Lübnan başbakanı geldikten ancak 20 gün sonra ortaya çıktı. Selman yönetimi ‘burada olduğunu bilmiyorduk, misafir’ yalanına başvurdu. Hariri ise korkudan hala ağzını açamıyor. 

Neden Kaşıkçı? 

Kaşıkçı olayının nedeni, Suudi Arabistan’da ki muhalefetin sesini susturmak değil çünkü zaten siyasi görüş olarak ülkede bir muhalefet yoktu. Peki, eğer muhalefet yoksa neden MBS, kraliyetin diğer üyelerini yok etmek istedi. Aslında ülkedeki tüm prensler kraliyeti sistem içinde kendilerinin de faydalandığı destekliyor. Üstelik cezasını bildikleri için asla kralı veya yönetimi eleştirmeye çalışmıyorlardı. Suudi Arabistan’da kralı eleştirmek suçtur ve doğrudan ölüm cezasını gerektirir. Eğer veliahtı eleştirirseniz hapis cezası ile kurtulabilirseniz. Suudi bayrağındaki kılıç, işte bu ölüm cezasının sembolüdür. Osmanlı 
askerlerini katleden bu zihniyete göre, kendileri gibi düşünmeyen herkes kâfirdir. Peki, neden MBS, prensleri ve diğerlerini öldürtmeye devam ediyor? Öncelikle yüz yıllar içinde Suudi ailesi öyle genişlemişti ki ülkede ki prens sayısı 100 bine yaklaşmıştı. Her kralın onlarca eşi vardı ve bunlar da iki gruba ayrılıyordu. Suud bir anneden olanlar her türlü hakka sahipti ama İngiliz, Türk vb. başka milletlerden kadınlardan doğan çocukların hakları sınırlı idi, miras bile 
alamazlardı. 100 bin prensin 70 bini Arap olmayanlardan oluşuyor ve aileler arasında büyük bir kriz yaşanıyor. Bu aile krizi yanında bir de Selman’ın kendi mücadelesi başladı. Siyasi olmasa da ailenin %80’i kokudan Selman’ı istemiyor. Kendi askerinden ve vatandaşından korkan Selman’ı Amerikalı Blackwater koruyor. 

 Kaşıkçı İstanbul’daki Suudi konsolosluğuna ilk gittiğinde çok iyi karşılanır. 
Kendisinden dört gün sonra yeni bazı evraklar getirmesi istenir. Ancak bu randevu öncesi Kaşıkçının katline karar verilir. Daha önce Avrupa’da işlenen cinayetleri para ile çözen MBS ve akıl hocaları, nasıl olsa arkasında bir kabile yok, çok ses çıkmaz diye düşünürler. Ancak, Kaşıkçı Arap dünyasında en önemli on gazetecinden biri ve İngilizce bildiği için Batı medyasına çıkan tek Arap gazeteci idi. Bu yüzden, Batı tarafından tanınıyor ve düşüncelerine saygı duyuluyordu. Üstelik Kaşıkçı muhalefet etmekten ziyade görüşlerini açıklarken bunun sadece ‘nasihat’ olduğunu söylüyordu. Kaşıkçıya susması için önce para teklif edilmiş ama kabul görmemişti. İddialara göre; Kaşıkçı ile ilgili yapılan orijinal plan şöyledir. Katlini müteakip, konsolosluk arka kapısından bir benzeri çıkarılarak, kayda yayınlanacak ve kendi eliyle gönderdiği sözde bir mesaj ile eş adayına evlilik için henüz karar vermediği, düşüneceği mesajı gönderilecektir. Böylece konsolosluğu terk ettiği ve İstanbul içinde kaybolduğu izlenimi verilecektir. Daha sonra Kaşıkçı’nın İstanbul’da kaybolduğu şeklinde bir yayına 
başlanacak ve Türkiye suçlanacaktır. Ancak, ses kaydı bu oyunu bozar, Türkiye erken farkına varır. Türkiye’ye gelen Suudi savcı Kaşıkçı’nın telefonunu ister çünkü telefonda Selman ve yardımcıları ile yapılan görüşmeler de vardır. 

 Katar ve Kuveyt Gelişmeleri.. 

 ABD (Trump) yönetimi, iktidara gelince ilk iş Selman ailesinin Suudi Arabistan’ın başında kalmasına destek vermesi karşılığı açıktan 500 milyar dolar ister. Para sözünü veren MBS’den daha da fazlası istenir. ABD’ye ziyarete giden MBS, eski ABD başkanlarını (Bush, Clinton vd.) ziyaret ederek onların vakıflarının her birine 2-3 milyar dolar bağışta bulunur. Sıra 500 milyar doların verilmesindedir. Her şey 5 Mayıs 2017’deki “Körfez-ABD-İslam Ülkeleri İşbirliği Zirvesi”nde başlar. Türkiye, daha önce böyle bir zirve olmadığı ve anlam 
veremediği gerekçesi ile katılmaz. Selman, zirvede diğer İslam ülkelerine “ABD batıyor, eğer kurtarmazsak biz de batarız” der. Böylece, Selman yönetimi istenen paranın 350 milyar dolarını temin eder ama kalan 150 milyar dolarını Katar ve Kuveyt’ten ister. Suudi Arabistan, Katar’dan para ve İran ile doğal gaz anlaşmasının iptalini ister ama kabul etmeyince ambargo başlar ve işgal tehdidi başlar. Türkiye, Katar ile dayanışmasını göstermek için bir birlik gönderir. Ardından MBS, Kuveyt’i tehdit eder. 

 Suudiler, Kuveyt yönetimine “Biz sizi Saddam’dan kurtardık, ABD bizden bu parayı zorla istiyor ve biz ikinci Saddam olabiliriz” yani ülkenizi işgal edebiliriz demektedir. Kuveyt’ten istenen 50 milyar dolar ve tarafsız bölgedeki doğal gaz rezervlerinin gelirlerinin verilmesidir. Kuveyt, Türkiye ve İngiltere’den yardım istedi. Bunun üzerine iki ay önce Kuveyt, tıpkı Katar gibi Türkiye’den ordu istedi ve önümüzdeki günlerde bir birliğin gitmesi bekleniyor. 

 Kaşıkçı sonrası Ortadoğu ve dünyayı bekleyenler.. 

Kaşıkçı’nın katli ile ilgili ses kaydının şimdiye kadar 7-8 dk.lık bölümü yayınladı. Asıl kayıt üç saati buluyor ve Ankara, elinde olan kanıtları açıklamak yerine MBS’nin itiraf etmesini bekliyor. Suudiler şu ana kadar kanıtların %20’sini itiraf ettiler, %80 hala gizli duruyor. Türkiye, Suudilerden bu aşamada üç şey istiyor; 

- Özür, 
- Türkiye’de olan %80 diğer kanıtı itiraf etmesi, 
- Bunlardan sonra oturup konuşmak. 

 Ancak MBS, iktidarı kaybettiği taktirde en kısa zamanda diğerleri tarafından 
öldürüleceğini biliyor. Eğer kurtulursa, Türkiye’den intikam almaya kalkacak ve daha kanlı işlere girişecek. 

 Kaşıkçı olayının arkasındaki Suudi Arabistan dışında ABD, Mısır, İsrail, Lübnan gibi ülkeler adlarının ifşa olmaması için Türkiye’ye tavizler vermeye hazırlar. S. Arabistan adına gelen Mekke Valisi, 50 milyar dolar teklif etti. Mısır, İhvan’ı 5 yıl siyasete girmemek üzere serbest bırakmaya hazır. Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den Yunanistan ile birlikte dışlamaya çalışan İsrail ve Mısır, ‘Türkiye’de masada olmalıdır’ demeye başladılar. 

Trump’ın damadı Kushner’in onay verdiği 36 kişilik liste hala yürürlükte. Komplodaki rolünü hala saklayan Trump ve İsrail, MBS’yi kurtarmaya çalışıyorlar ama MBS yerine kim gelirse gelsin gene ABD’nin adamı olacağı kesin yani sıradakilerin hepsi kendi adamları. 
MBS gitse de ABD, Suudi Arabistan’daki rejimin değişmesine izin vermez çünkü bu gerici ve gelenekselci rejimi İngilizlerle birlikte kurdular. Bu yüzden, 1917’deki Sykes-Picot’tan beri Ortadoğu’yu sömürmenin garantisi olan bu işbirliğine “Yüzyılın İttifakı” diyorlar. 

 ABD için Ortadoğu’da sözünü dinleyecek güçlü bir lider yoktu ve bunun için Selman seçilmişti. Şu an ABD’nin Yemen, Suriye, Irak ve Suudi Arabistan’ı bölerek yeniden dizayn çalışması durdu. Durumu örtbas için tekrar İran senaryosu gündeme geldi. 

 Sonuç.. 

 Dünyadaki genel resime bakacak olursak artık ülkeler arası mücadeleler siyasi 
olmaktan çıktı, doğrudan ekonomik ve güvenlik alanında veriliyor. İnsan hakları ve özgürlükler kadar uluslararası hukuk da göz ardı ediliyor. Devlet başkanları, başbakanlar kaçırılıyor, diplomatik temsilciliklerde cinayetler işleniyor, ülkeler para için bu cinayetleri görmezden geliyor. Sebep olarak dünya ülkelerinin ABD’den Çin’e büyük bir ekonomik kriz içinde olması gösteriliyor. 

Özetle, para için her türlü cinayet işleniyor veya göz yumuluyor. 

Vahşet ve barbarlık devlet seviyesine taşındı. Bir yandan küreselciler ile ulusalcılar arasındaki mücadele devam ediyor ve gelişmelerin dünyayı hangi istikamete götüreceği ancak 2020’den sonra belirginleşmeye devam edecek. 
Bu yüzden sık sık ittifaklar değişiyor. Savaş tamtamları makalemizde bahsettiğimiz gibi, nükleer silahların kullanılabileceği senaryolar konuşuluyor. 
Ya uluslararası hukuka döneceğiz ya da büyük bir savaş kaçınılmaz olacak. 

Türkiye, Kaşıkçı olayı ile birlikte hiç ummadığı bir zamanda birçok devletin ipini 
yakaladı. Türkiye için her şeyden önemlisi ABD’den YPG/PKK konusunda alınacak tavizlerdir. Pazarlıklar Fırat’ın Batısı (Münbiç) ve Rojova’nın Türkiye’ye bırakılması yönünde yürüyor. El Cezire’de Esat’a bağlı bir Kürt yönetim bölgesi kurulabileceği masada tartışılıyor. 

***

9 Mart 2019 Cumartesi

Dördüncü Krallık ve Kaşıkçı..

Dördüncü Krallık ve Kaşıkçı.. 







Prof. Dr. Sait Yılmaz,  
22 Kasım 2018 




 Kaşıkçı olayının perde arkası aralandıkça son birkaç yıla damgasını vuran önemli gelişmelerin birbiri ile bağlantıları ortaya çıkmaya başladı. Suudi yönetimi ile ilgili gelişmelerin ana nedeni, Krallıkta yeni bir dönem açmak daha açıkçası Salman ailesinin krallığının diğer aile üyelerini bertaraf ederek sadece kral ve oğlunun başta olduğu yeni bir krallık inşa etmektir. Bu yeni krallığa “Dördüncü Krallık” da deniliyor. Suudi Abdülaziz’in, 1780’de Vahabizmin fikir babası Abdülvahab ile kurduğu ilk eşkıya devletine ‘birinci krallık’ demekteler. Osmanlı, çölün ortasında deve üstünde yaşayan Bedevi kabilelerinden oluşan bu 
güruhu ve 1840’da kurulan ikincisini yok etmişti. Osmanlıya Birinci Dünya Savaşı’nda ihanet neticesi 1932’de resmen kurulan bugünkü krallık ise ‘üçüncü krallık’ olarak adlandırıyor. Suud ailesi ile vahşetin ve El Kaide’nin babası Vahabizmin ittifakı bugüne kadar hep devam etti. Veliaht prens Muhammed Bin Selman (MBS), dördüncü krallık için uzun zamandır reform hikâyeleri düzüyor ve Batıda imaj çalışması yapıyordu. Devlet geleneği olmayan Suudilerde ne Arap ne İslam ne de Batı kültüründen söz edilebilir. MBS, Suudi krallık dâhilinde sayıları 200 yılda sayıları 100 bini bulan prensi eritmek için amca çocuklarının hemen hepsini öldürmek ya da hapise atmak yolunu seçti. Böylece sadece Selman kolundan yeni bir krallık kurma planını uyguluyor. Şimdi kraliyet ailesinin durumuna bir bakalım. 

Veliaht Selman ne yapmaya çalışıyordu? 

Bugünkü kral Selman Bin Abdülaziz 90 yaşında ve ilerlemiş alzheimer hastası. Günde 16-18 saat uyuyor, konuşamıyor ve ancak bir iki el hareketi yapabiliyor. Oğlu veliaht MBS, 33 yaşında ve doğru dürüst bir eğitimi yok. Para ve iktidar hırsı çok fazla olan birisi ve Almanya’da iki yıl delilik tedavisi almış. Filipinli dadı (köle anne) ruhu ile büyüyen MBS, her şeyi para ile elde edebileceğini düşünüyor. Yanında kendisi gibi eğitimsiz çok güvendiği iki adamının etkisi ve yönlendirmesi ile hareket ediyor. MBS, son bir yıldır krallığın diğer tüm 
aile kollarındaki hemen herkesi öldürttü. Suudi yönetimi bugüne kadar İngiltere, Fransa veya İsviçre’de bu cinayetleri işlerken nasıl olsa yönetimi para ile satın alırız diye düşündü. Sağ kalanların bir kısmı Almanya’ya kaçtı. Bunun sebebi, Avrupa’da Suudi parasında ihtiyacı olmayan tek ülke olan Almanya’nın para ile satın alınamamış olması. MBS ve yanındakilerin siyasi geçmişleri ve tecrübeleri olmadığından diplomasi ve devlet yönetimi geleneğinden haberleri yok. Tehdit gördüklerine saldırma ve yok etme güdüsü ile hareket ediyorlar. 

Örneğin Gabon Devlet Başkanı ülkeye geldiğinde kayboldu ve hala ne olduğu bilinmiyor. 

Hariri’nin başına gelenler de benzer. Lübnan başbakanı Hariri’nin annesi Suud 
ailesindendi, babasını Suudlar büyütmüşlerdi. Eski krala bağlı idi ve Selman iktidara gelmesin diye ekipler oluşturmuştu. Hariri, davet edildiği Suudi Arabistan’da uçaktan iner inmez MSB’nin korumalarının doğrudan saldırısına uğradı. İyice dövüldükten sonra Selman’ın önüne atıldı. MBS, Hariri’den bütün parası istemişti ve niyeti yerine başka biri geçirmekti. Hariri ortadan kaybolunca MBS yönetimi, önce Arabistan’a geldiğini inkâr etti. Daha sonra Fransa’daki Macron yönetimi iş bağlantıları olan Fransız vatandaşı Hariri’ye sahip çıkınca, 
‘bizde’ diye itiraf ettiler. Lübnan başbakanı geldikten ancak 20 gün sonra ortaya çıktı. Selman yönetimi ‘burada olduğunu bilmiyorduk, misafir’ yalanına başvurdu. Hariri ise korkudan hala ağzını açamıyor. 

Neden Kaşıkçı? 

Kaşıkçı olayının nedeni, Suudi Arabistan’da ki muhalefetin sesini susturmak değil çünkü zaten siyasi görüş olarak ülkede bir muhalefet yoktu. Peki, eğer muhalefet yoksa neden MBS, kraliyetin diğer üyelerini yok etmek istedi. Aslında ülkedeki tüm prensler kraliyeti sistem içinde kendilerinin de faydalandığı destekliyor. Üstelik cezasını bildikleri için asla kralı veya yönetimi eleştirmeye çalışmıyorlardı. Suudi Arabistan’da kralı eleştirmek suçtur ve doğrudan ölüm cezasını gerektirir. Eğer veliahtı eleştirirseniz hapis cezası ile kurtulabilirseniz. Suudi bayrağındaki kılıç, işte bu ölüm cezasının sembolüdür. Osmanlı askerlerini katleden bu zihniyete göre, kendileri gibi düşünmeyen herkes kâfirdir. Peki, neden MBS, prensleri ve diğerlerini öldürtmeye devam ediyor? Öncelikle yüz yıllar içinde Suudi ailesi öyle genişlemişti ki ülkede ki prens sayısı 100 bine yaklaşmıştı. Her kralın onlarca eşi vardı ve bunlar da iki gruba ayrılıyordu. Suud bir anneden olanlar her türlü hakka sahipti ama İngiliz, Türk vb. başka milletlerden kadınlardan doğan çocukların hakları sınırlı idi, miras bile 
alamazlardı. 100 bin prensin 70 bini Arap olmayanlardan oluşuyor ve aileler arasında büyük bir kriz yaşanıyor. Bu aile krizi yanında bir de Selman’ın kendi mücadelesi başladı. Siyasi olmasa da ailenin %80’i kokudan Selman’ı istemiyor. Kendi askerinden ve vatandaşından korkan Selman’ı Amerikalı Blackwater koruyor. 

 Kaşıkçı İstanbul’daki Suudi konsolosluğuna ilk gittiğinde çok iyi karşılanır. 
Kendisinden dört gün sonra yeni bazı evraklar getirmesi istenir. Ancak bu randevu öncesi Kaşıkçının katline karar verilir. Daha önce Avrupa’da işlenen cinayetleri para ile çözen MBS ve akıl hocaları, nasıl olsa arkasında bir kabile yok, çok ses çıkmaz diye düşünürler. Ancak, Kaşıkçı Arap dünyasında en önemli on gazetecinden biri ve İngilizce bildiği için Batı medyasına çıkan tek Arap gazeteci idi. Bu yüzden, Batı tarafından tanınıyor ve düşüncelerine saygı duyuluyordu. Üstelik Kaşıkçı muhalefet etmekten ziyade görüşlerini açıklarken bunun sadece ‘nasihat’ olduğunu söylüyordu. Kaşıkçıya susması için önce para teklif edilmiş ama kabul görmemişti. İddialara göre; Kaşıkçı ile ilgili yapılan orijinal plan şöyledir. Katlini müteakip, konsolosluk arka kapısından bir benzeri çıkarılarak, kayda yayınlanacak ve kendi eliyle gönderdiği sözde bir mesaj ile eş adayına evlilik için henüz karar vermediği, düşüneceği 
mesajı gönderilecektir. Böylece konsolosluğu terk ettiği ve İstanbul içinde kaybolduğu izlenimi verilecektir. Daha sonra Kaşıkçı’nın İstanbul’da kaybolduğu şeklinde bir yayına başlanacak ve Türkiye suçlanacaktır. Ancak, ses kaydı bu oyunu bozar, Türkiye erken farkına varır. Türkiye’ye gelen Suudi savcı Kaşıkçı’nın telefonunu ister çünkü telefonda Selman ve yardımcıları ile yapılan görüşmeler de vardır. 

 Katar ve Kuveyt gelişmeleri.. 

 ABD (Trump) yönetimi, iktidara gelince ilk iş Selman ailesinin Suudi Arabistan ’ın başında kalmasına destek vermesi karşılığı açıktan 500 milyar dolar ister. Para sözünü veren MBS’den daha da fazlası istenir. ABD’ye ziyarete giden MBS, eski ABD başkanlarını (Bush, Clinton vd.) ziyaret ederek onların vakıflarının her birine 2-3 milyar dolar bağışta bulunur. Sıra 500 milyar doların verilmesindedir. Her şey 5 Mayıs 2017’deki “Körfez-ABD-İslam Ülkeleri İşbirliği Zirvesi”nde başlar. Türkiye, daha önce böyle bir zirve olmadığı ve anlam veremediği gerekçesi ile katılmaz. Selman, zirvede diğer İslam ülkelerine “ABD batıyor, eğer kurtarmazsak biz de batarız” der. Böylece, Selman yönetimi istenen paranın 350 milyar dolarını temin eder ama kalan 150 milyar dolarını Katar ve Kuveyt’ten ister. Suudi Arabistan, Katar’dan para ve İran ile doğal gaz anlaşmasının iptalini ister ama kabul etmeyince ambargo başlar ve işgal tehdidi başlar. Türkiye, Katar ile dayanışmasını göstermek için bir birlik gönderir. Ardından MBS, Kuveyt’i tehdit eder. 

 Suudiler, Kuveyt yönetimine “Biz sizi Saddam’dan kurtardık, ABD bizden bu parayı zorla istiyor ve biz ikinci Saddam olabiliriz” yani ülkenizi işgal edebiliriz demektedir. Kuveyt’ten istenen 50 milyar dolar ve tarafsız bölgedeki doğal gaz rezervlerinin gelirlerinin verilmesidir. Kuveyt, Türkiye ve İngiltere’den yardım istedi. Bunun üzerine iki ay önce Kuveyt, tıpkı Katar gibi Türkiye’den ordu istedi ve önümüzdeki günlerde bir birliğin gitmesi bekleniyor. 

 Kaşıkçı Sonrası Ortadoğu ve dünyayı bekleyenler.. 

Kaşıkçı’nın katli ile ilgili ses kaydının şimdiye kadar 7-8 dk.lık bölümü yayınladı. Asıl kayıt üç saati buluyor ve Ankara, elinde olan kanıtları açıklamak yerine MBS’nin itiraf etmesini bekliyor. Suudiler şu ana kadar kanıtların %20’sini itiraf ettiler, %80 hala gizli duruyor. Türkiye, Suudilerden bu aşamada üç şey istiyor; 

 - Özür, 

 - Türkiye’de olan %80 diğer kanıtı itiraf etmesi, 

 - Bunlardan sonra oturup konuşmak. 

 Ancak MBS, iktidarı kaybettiği taktirde en kısa zamanda diğerleri tarafından 
öldürüleceğini biliyor. Eğer kurtulursa, Türkiye’den intikam almaya kalkacak ve daha kanlı işlere girişecek. 

 Kaşıkçı olayının arkasındaki Suudi Arabistan dışında ABD, Mısır, İsrail, Lübnan gibi ülkeler adlarının ifşa olmaması için Türkiye’ye tavizler vermeye hazırlar. S. Arabistan adına gelen Mekke Valisi, 50 milyar dolar teklif etti. Mısır, İhvan’ı 5 yıl siyasete girmemek üzere serbest bırakmaya hazır. Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den Yunanistan ile birlikte dışlamaya çalışan İsrail ve Mısır, ‘Türkiye’de masada olmalıdır’ demeye başladılar. 

Trump’ın damadı Kushner’in onay verdiği 36 kişilik liste hala yürürlükte. Komplodaki rolünü hala saklayan Trump ve İsrail, MBS’yi kurtarmaya çalışıyorlar ama MBS yerine kim gelirse gelsin gene ABD’nin adamı olacağı kesin yani sıradakilerin hepsi kendi adamları. 

MBS gitse de ABD, Suudi Arabistan’daki rejimin değişmesine izin vermez çünkü bu gerici ve gelenekselci rejimi İngilizlerle birlikte kurdular. Bu yüzden, 1917’deki Sykes-Picot’tan beri Ortadoğu’yu sömürmenin garantisi olan bu işbirliğine “Yüzyılın İttifakı” diyorlar. 

 ABD için Ortadoğu’da sözünü dinleyecek güçlü bir lider yoktu ve bunun için Selman seçilmişti. Şu an ABD’nin Yemen, Suriye, Irak ve Suudi Arabistan’ı bölerek yeniden dizayn çalışması durdu. Durumu örtbas için tekrar İran senaryosu gündeme geldi. 

 Sonuç.. 

 Dünyadaki genel resime bakacak olursak artık ülkeler arası mücadeleler siyasi 
olmaktan çıktı, doğrudan ekonomik ve güvenlik alanında veriliyor. İnsan hakları ve özgürlükler kadar uluslararası hukuk da göz ardı ediliyor. Devlet başkanları, başbakanlar kaçırılıyor, diplomatik temsilciliklerde cinayetler işleniyor, ülkeler para için bu cinayetleri görmezden geliyor. Sebep olarak dünya ülkelerinin ABD’den Çin’e büyük bir ekonomik kriz içinde olması gösteriliyor. 

Özetle, para için her türlü cinayet işleniyor veya göz yumuluyor. 

Vahşet ve barbarlık devlet seviyesine taşındı. Bir yandan küreselciler ile ulusalcılar arasındaki mücadele devam ediyor ve gelişmelerin dünyayı hangi istikamete götüreceği ancak 2020’den sonra belirginleşmeye devam edecek. Bu yüzden sık sık ittifaklar değişiyor. Savaş tamtamları makalemizde bahsettiğimiz gibi, nükleer silahların kullanılabileceği senaryolar konuşuluyor. 
Ya uluslararası hukuka döneceğiz ya da büyük bir savaş kaçınılmaz olacak. 

Türkiye, Kaşıkçı olayı ile birlikte hiç ummadığı bir zamanda birçok devletin ipini 
yakaladı. Türkiye için her şeyden önemlisi ABD’den YPG/PKK konusunda alınacak tavizlerdir. Pazarlıklar Fırat’ın Batısı (Münbiç) ve Rojova’nın Türkiye’ye bırakılması yönünde yürüyor. 

El Cezire’de Esat’a bağlı bir Kürt yönetim bölgesi kurulabileceği masada tartışılıyor. 

***

26 Aralık 2018 Çarşamba

YÜKSELEN ASYA PASİFİK VE ÇİN,

YÜKSELEN ASYA PASİFİK VE ÇİN,

Prof. Dr. Sait Yılmaz  

14 Ekim 2017


21. Yüzyılda Neler Olacak?
Doç.Dr.Sait YILMAZ
Giriş
20. yüzyıla girerken hiç kimse bu yüzyılın iki büyük dünya savaşına yol açacağını, Sovyetler Birliği ve Çin’in yükselişini, sömürgeci imparatorlukların sona ereceğini, teknoloji ve bilgi devriminde ortaya çıkacak yenilikleri öngörememişti. Gerçekte, hiçbir yüzyıl takvimin gösterdiği ilk yılında başlamaz. Yüzyılları başlatan sonraki dönemde dünyaya yön veren çok önemli dönüm noktalarıdır. Örneğin 19. yüzyıl 1800 yılında değil, 1789’da başlamıştı. Fransız devrimi sonrası Avrupa’da yaşanan güç çekişmelerinin neden olduğu sömürgecilik ve emperyalist politikalar dünya olaylarına damgasını vurdu. 20. yüzyılı başlatan ise 1870’de Alman Birliği’nin kurulması oldu ve sonrasında yaşanan güç çekişmeleri iki dünya savaşına yol açtı. 21. yüzyıl ise çok ilginç bir şekilde aynı yıla rastlayan üç önemli gelişme ile 1989’da başladı. Bu üç gelişmeden ilki olan Sovyetler Birliği’nin çöküşü, sadece dünyadaki güç dengesini ve güvenlik ortamını değiştirmedi, ideoloji çekişmelerini de bitirdi. 1989’un diğer önemli gelişmesi ise internetin bulunması idi. İnternet ve haberleşme teknolojisinde başlayan gelişmeler küreselleşme olgusuna ve bugün yaşadığımız bilgi çağına vücut verdi. 1989’un çok daha az farkında olunan gelişmesi ise klonlama ve gen terapisinde yaşanan gelişmelerdir. Birinci Dünya Savaşı ilk defa zehirli gazlar kullanıldığı için kimyacıların, İkinci Dünya Savaşı ise füzeler ve nükleer silahların kullanılması nedeni ile fizikçilerin savaşı olmuştu. Üçüncü Dünya Savaşı ise gen terapisinde devam eden buluşlar sonucu insan benzeri yapıların savaştığı biyoteknolojinin savaşı olacaktır.
Uluslararası Güç Dengesindeki Değişim
Tarihin çeşitli dönemlerinde ya tek bir hegemon güç olmuş ve o dönem bu gücün etrafındaki gelişmelere göre biçimlenmiştir. Bazen birden fazla birbirine benzer güç merkezi olmuş ve bunlar arasındaki çekişme ve rekabet tarihsel olayların belirlenmesinde etkin olmuştur. 18. yüzyılda, İngiltere; sonraki 200 yüzyıl boyunca Avrupa diplomasisine egemen olan “güç dengesi” kavramını geliştirmişti. Modern dünya sisteminin ilk hegemonik gücü İngiltere idi. 18. yüzyılda Fransa ile birlikte öne çıkan İngiltere, hegemon güç konumunu 1945’lere kadar sürdürdü. ABD iç savaşını sona erdirerek, Almanya ise ulusal birliğini sağlayıp Sedan’da Fransa’yı yenerek istikrarlı bir siyasi yapı oluşturmuşlardı. ABD, ancak 1898 yılındaki İspanya Savaşı sonrasında büyük güç konumuna gelerek hegemonya için yarışa dâhil oldu. 1914 yılına kadar olan dönemde ABD çelik ve otomobil, Almanya ise kimya sektöründe başlıca üretici konumuna gelmişti. 1870’lerde başlayan Almanya ve ABD arasındaki küresel rekabet ise ancak İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yenilmesi ile sona erdi. Uluslararası güç dengesi sıralaması 1900’de; İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya ve ABD şeklindeydi. 1945’te liderlik iki kutuplu düzen içinde ABD ve SSCB’ye kaydı. Bu yıllarda Japonya, Çin ve İngiltere çok geride kaldı. Soğuk Savaş’ın 2 + 3 (ABD – Sovyetler Birliği + Çin – Japonya – Almanya) dengesinin yerini 1990’da Rusya’nın bir alt kademeye düşmesi ile 1 + 4 (ABD + Rusya – AB – Japonya – Rusya) dengesi almıştır.
Soğuk Savaş sonrası dönemde yeniden yapılanma süreci devam etmektedir. Gidiş çok kutupluluğa doğrudur ve uluslararası ortam daha kaotik bir hal almaktadır. 19. yüzyılın başlarında Almanya’nın, 20. yüzyılın başlarında ABD’nin dünya dengelerini etkileyecek şekilde ortaya çıktığı gibi, 21. yüzyılda küresel güç olma  yolunda ilerleyen ülkelerin dünyanın jeopolitik dengelerini değiştirebileceği ve bunun potansiyel etkilerinin bütün dünyayı etkileyeceği tahmin edilmektedir. 2020 yılından itibaren ABD hegemonyası; Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve Endonezya tarafından tehdit edilecektir. Soğuk Savaş sonrası dönem tek süper gücü daha müdahaleci yaparken, büyük güçleri ise bölgesel güvenlik ortamlarındaki konumlarını güçlendirmeye itmiştir.
Yükselen güçlerin ABD’nin rakibi olması henüz kesin değildir. ABD’nin en yakın rakibi AB’dir, ancak AB’nin de bu yüzyılın ilk çeyreğinde, mevcut problemlerini, askeri ve siyasi alanlardaki eksikliklerini gidererek ABD’nin karşısına bir süper güç olarak çıkması pek mümkün gözükmemektedir. Avrupa’nın ABD’nin rakibi olabilecek bir siyasi güç için gerekli bütünlüğe ulaşması çok zaman alacaktır. Eski ana Avrupa güçleri olan İngiltere, Almanya ve Fransa; ABD ile aradaki güç boşluğunu kapatamayacak kadar zayıftırlar. ABD’nin Soğuk Savaş sonrası sistemdeki payı % 30’dan % 33’e çıkarken Çin aynı dönemde % 18’den % 25 civarına yükselmiştir. Hegemonya mücadelesi Batı merkezli dünya ile Doğu merkezli bir dünya rekabetine gitmektedir.
Halen dünya üretiminin % 30’unu yapan ABD’yi 2020 yılında Çin yakalayacak, Çin ve Hindistan; ABD’yi geçeceklerdir. 2050 yılında Batı Blokunun dünya üretimindeki payı % 35’e düşerken, Uzak Doğu’nun % 65’e çıkacağı anlaşılmaktadır. Gelinen aşama 2025-2030 yıllarda güç dengesinin önemli değişimleri tetikleyecek kritik eşiklerden geçeceğini göstermektedir. Bu nedenle, küresel güç piramidinin en üst tabakalardaki aktörleri güvenlik ve savunma alanındaki reform çalışmalarına bu tarihleri hedefleyerek devam etmektedirler.
Geleceğin Güvenlik Ortamı
Gelecek otuz yılda insan hayatının umulmayan oranda değişime uğrayacağı öngörülmektedir. Bu değişimin üç olgusu ise iklim değişikliği, küreselleşme ve küresel eşitsizlik olarak belirlenmiştir. Atmosferin 21. yüzyıl boyunca bugüne kadar görülmemiş oranda ısınacağını gösteren kanıtlar bulunmaktadır. Bunun temel sonuçları, muhtemelen eriyen buz kütleleri, okyanusların termal genişlemesi, okyanuslardaki akıntı ve akımlarda değişiklikler ile atmosferden gelen karbondioksit ile daha asitli hale gelen deniz suyu olacaktır.
2035’e kadar, dünya nüfusunun üçte ikisi su sıkıntısı çeken alanlarda yaşayacaktır. Küresel iklim değişikliği yerleşim için gerekli olan alanları daraltacak ve tarım ile verimliliğe ait yöntemlerde değişiklik ile sonuçlanacaktır. 1900 yılında 1’e 2 olan en zengin ile fakir arasındaki fark, daha 1997’de 1’e 100’ü geçmişti. Birçok insanın maddi şartları önümüzdeki 30 yılda muhtemelen iyileşirken, zengin ve fakir arasındaki fark artacak, mutlak fakirlik küresel bir sorun olarak kalacaktır. Bu nedenle, çatışmalar genellikle geniş çapta anarşi yaratan, yaygın suçları, isyanları, şiddeti, iç savaşı içerecek şekilde toplumsal nitelikte olacaktır. Küresel nüfus 2035 yılından önce muhtemelen 6,5 milyardan 8,5 milyara yükselecektir. En hızlı artış, ekonomik risk altında olan bölgelerde görülecektir. Dünya nüfusu 2035’e kadar çoğunluğu gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere % 20 oranında artacaktır. Avrupa, Japonya ve Çin dünya tarihinde görülmemiş yaşlı nüfus ile birlikte demografilerinde düşüş ile karşı karşıya geleceklerdir. 2020’den itibaren küresel ekonomik gelişmede bir yavaşlama olacaktır. Gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere göç devam edecek, bu göç etnik karışımı ve seçmen sayılarını değiştirecektir. Şehirleşmenin yaygınlaşması ile birlikte ve dünya nüfusunun yarıdan fazlası 2025 yılında şehirlerde yaşayacak ve nüfusu 30 milyonun üzerinde şehirler artacaktır. Yeni şehirlerin varoşları salgın hastalıklara yol açabilecek, belediyeler temel hizmetleri sağlamada zorlanacak, gecekondu bölgeleri artacaktır. Bilgi ve ulaşım teknolojisinin daha da gelişmesi az gelişmiş ülkelerde etnik ve ulusal kimliklerin keskinleşmesine, refah toplumlarında ise aşınmasına yol  açacaktır. Genel olarak Asya, gelecek 15 yıl içerisinde küresel güç dengelerindeki değişimin en önemli aktörü olacaktır. Yüksek teknolojiyle artan yatırımların etkisiyle büyüyen Asya pazarı, bölgenin çok geniş alanlara yayılmış ekonomik bölgelerle rekabet imkânını artıracaktır. Geleceğin bilişim teknolojilerinde Avrupa, Asya’nın gerisinde kalacaktır. ABD birçok alanda liderliğini ve Asya ile rekabeti sürdürmesine rağmen, bazı önemli sektörleri kaybedecektir. Enerji için olan talep 2035 yılından önce muhtemelen yarıdan fazla artacak, fosil yakıtlar bu artışın % 80’den fazlasını karşılayacaktır. Enerji kaynakları için rekabet 30 yıl boyunca baskın hale gelecek, dünya enerji talebindeki artış yıllık olarak muhtemelen %1,5 ile %3,1 arasında olacaktır.
Geleceğin Savaşları
21. yüzyılın ilk yıllarındaki küresel güvenlik ikilemleri 20. yüzyıla göre niteliksel olarak farklıdır. Ulusal egemenlik ve ulusal güvenlik arasındaki geleneksel bağ zayıflamıştır. Savaşın, resmi olarak ilan edilmiş bir devlet meselesi olduğu zamanlar artık geride kalmıştır. Çok ender ve genellikle gelişmiş ülkelerin az gelişmiş ülkeler ile yapacağı savaşlar artık hassas silahlarla gerçekleşecek, rakibi silahsızlandırmak ve kontrol altına almak için kullanılacaktır. Küreselleşme çağında savaş; resmi olmayan, yayılmış ve çoğu zaman isimsiz çatışmalar şeklinde küresel bir istihbarat ağına dayalı, özel ve vekilli savaşlar, örtülü operasyonlar ve propaganda mücadeleleri ile yürütülmektedir. Bugünün krizleri küresel terör örneğinde olduğu gibi kimliksiz, devletsiz, önceden tahmin edilemeyen, gerekçesiz, etik olmayan, topraksız ve ulusallaşan niteliktedir. Dünyanın büyük bölümünde güvenlik tehditleri artık askerlerden değil; ekonomik çöküş, siyasi baskı, kıtlık, aşırı nüfus artışı, etnik ayrılıklar, çevre tahribatı, terörizm, suç ve hastalıklar gibi diğer sorunlardan kaynaklanmaktadır. 21. yüzyılın değişen güvenlik kapsamı güvenliğin askeri olmayan boyutlarındaki tehlikelere de hazırlıklı olmayı gerektirmektedir. Çatışmanın askeri ve askeri olmayan cepheleri arasındaki sisli ilişki artacaktır. Daha kapsamlı yaklaşımlar benimsendikçe, şimdiye kadar askerler tarafından icra edilen pek çok güvenlik ve savunma rolü siviller tarafından yerine getirilmeye başlanacaktır. Geleceğin üç büyük savaş senaryosu şu şekildedir;
– İran: Senaryosu;
İran’ın muhtemel savaş planı balistik ve cruise füzelerinin dağıtılmasını, Hürmüz Boğazı’nın mayınlanmasını ve denizaltılarının burada devriye gezmesini öngörecektir. Gemilere karşı füze bataryaları yaklaşan ABD gemilerini hedef alacaktır. ABD liderliğinde bir koalisyon saldırısına karşı, İran kanlı ve uzun bir savaşa hazırlanmaktadır. İran stratejisi, Amerikalıların kendi ulusal çıkarları tehlikede olmadığında uzun süre savaşa angaje olamayacaklarını hesaplamasına dayanmaktadır. İran’ın amacı ABD zayiatını artırmak ve koalisyonun dağılmasını sağlayacak kadar kan akıtmak olacaktır. Bu savaşta, nükleer, kimyasal veya biyolojik savaş başlıklı füzeler kullanılacaktır. Bu nedenle ABD tarafından füze 2018 yılına kadar savunma sistemi geliştirilmeye çalışılmaktadır. ABD savaşa İran’ın derinliğindeki kilit hedefleri bombalayarak başlayacaktır. Füzeler ve hava saldırıları ile desteklenen bir konvansiyonel taarruz da söz konusu olabilir.
– Kuzey Kore Senaryosu;
Kuzey Kore’nin Güney’i işgali ABD tarafından güçlü bir karşılık verilmedikçe son bulmayacak ve bu durum nükleer silah kullanımını zorunlu kılacaktır. Bu nedenle Kuzey Kore’nin nükleer silah edinme isteğinin temel nedeni Güney’i işgal etmesine karşılık olarak ABD’nin nükleer silah kullanmasına karşı koymaktır. Kuzey Kore, uzun yıllardır ABD’nin nükleer saldırısına hazırlanmakta ve yer altında köstebek bir toplum yaratacak kadar yer altı sığınağı geliştirmiştir. Askeri hedefler sıkı şekilde koruma altına alınmıştır. Üstelik Kuzey Kore’deki bir  nükleer patlama hava koşullarına bağlı olarak komşu ülkeleri de (özellikle Güney Kore ve Japonya) etkileyebilecektir. 5 Kilotonluk küçük bir nükleer bombanın bile Japon Denizi’ne ulaşacağı hesaplanmaktadır. 2030’lardan sonra gerçekleşmesi beklenen bu savaşta füze savaşına sahne olacak ve füze savunma sistemine büyük iş düşecektir. Öte yandan ABD’nin uzun menzilli balistik stratejik silah kullanımı ise her ikisi de nükleer silah kullanımına karşı olan Japonya veya Rusya’nın iznine tabidir.
– Çin (Üçüncü Dünya) Savaşı Senaryosu;
Savaşı tetikleyen, Çin’in Tayvan’ı işgali ve Güney Çin Denizi’nde ancak savaş yolu ile çözülebilecek egemenlik sorunları olacaktır. Çin, konvansiyonel gücünü özellikle Pasifik bölgesinde konuşlanacak şekilde modernize ederken, gelecekteki savaşın sahnesi olacak yeni bir güç projeksiyonu ağı kurmaktadır. Çin’in hayali Tayvan ile birleşerek Hong Kong’a benzer bir ekonomik patlama daha yaşamaktır. Çin’in askeri planları Spratly adalarını savunmak ve Tayvan’ı nötralize etmek üzerinedir. Bölge ile ilgili bir gerginliğin başlaması ile birlikte Çin, Tayvan ve Spratly adalarından itibaren 1.000 km.lik bir bölgede deniz ve hava kontrol bölgesi deklare edecektir. Bu bölgeye giren herhangi bir gemi veya uçak (Çin denizaltıları, mayınlar, balistik ve cruise füzeleri ile) imha edilecektir. Çin Kara Kuvvetleri, Tayvan sahillerine çıkacaktır. ABD, Güney Kore ve Japonya’daki üsleri kullanamayacağını bunun yerine Tayland, Singapur ve Filipinlerdeki üslerden yararlanacağını hesaplamaktadır. Avustralya ve Yeni Zelanda da askeri nitelikte olmayan üs desteği sağlayabilir. Tayvan’daki üsler ise Çin’in güdümlü füze kuvvetlerinin menzili dahilindedir. 2040 sonrasını bekleyen bu savaş için Çin, öncelikle ekonomik olarak ABD’yi yakalamayı hedeflemekte, bu yüzden şimdilik ‘barışçı yükselme’ stratejisi izlemektedir.
21. Yüzyılda Bizi Neler Bekliyor?
Son 25 yılın buluşları önemlerine göre şöyle sıralanabilir; internet, cep telefonu, kişisel bilgisayar, fiber optik, e-posta, ticari GPS (küresel konuşlandırma sistemi), taşınabilir bilgisayarlar, hafıza depolama disketleri, tüketicilere yönelik dijital fotoğraf makinası, radyo frekanslı kimlik etiketleri, MEMS (mikro elektromekanik sistemler), DNA testleri, hava yastıkları, ATM, gelişmiş piller, melez (hibrid) otomobiller, organik ışık-yayıcı diyotlar, görüntü panelleri, HDTV (yüksek çözünürlüklü televizyon), uzay mekiği, nanoteknoloji, yapay hafıza ve sesli posta, navigasyon sistemleri. Yeni teknoloji uygulamaları, insanların ve bireysel refahın gelişmesinde teşvik edici rol oynayacaktır. Bu faydalar; bazı yaygın hastalıklar için yapılan medikal buluşlar ve tedaviler, geliştirilmiş gıda ve içilebilir su uygulamaları, kablosuz iletişimin genişletilmesi ve özellikli dil çeviri teknolojileri gibi ticari, kültürel, sosyal hatta politik ilişkilere katkı sağlayabilecek nitelikler taşıyabilir. Geleceğin teknolojileri sadece bireysel teknolojilere erişimde değil, aynı zamanda hayatın her köşesine yayılan enformasyon, biyoloji ve nanoteknoloji alanlarında belirleyici rol oynayacaktır. Altı yeni teknoloji ve endüstri dalının geleceğe ilişkin değişimi gerçekleştireceği değerlendirilmektedir: bilgi teknolojisi endüstrisi; biyoteknik devrim (insanların kaderini ve yaşamını esaslı tarzda değiştirebilir); gen tekniği (insana hayatın yeni şekillerini, yeni özelliklere sahip olarak kurmak için korkunç bir güç verebilir); yeni suni hammaddeler endüstrisi; yeni bir enerji sistemi ile ilgili teknolojik gelişmeler; uzaya dayalı teknolojiler (uzay yolculuğu tekniğinde de önemli gelişmeler beklenmektedir). Soğuk Savaş sonrasında başlayan pek çok trendin (AB’nin geleceği, küreselleşme, teknolojinin getirecekleri, ulus-devlet içindeki krizler, etnik çatışmalar, küresel ısınma, Çin’in yükselişi vb.) henüz ucu açıktır ve bu da geleceğin okunmasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, uzun dönemli değerlendirmelere ilişkin birden çok tahminde bulunmak zorunda kalınmakta, her türlü gelişmeye karşın çok yönlü projeksiyonlar, alternatif senaryolar hazırlamak zorunluluğu kendini hissettirmektedir. Tarih artık hızlanmış, geçmişte önümüzdeki 30-40 yıla yönelik gelecek tahminleri yapılabilirken, bugün 5-10 sene sonrasını görmek zorlaşmıştır. Yukarıda açıklanan genel trendlerin yanında şu radikal değişim olasılıkları mevcuttur; NATO ve/veya Avrupa Birliği’nin dağılması, küresel ekonomik çöküş, Rusya’nın çözülmesi, ABD-ÇinRusya Savaşı, terörün yayılması (uygarlıklar savaşı), nükleer bir savaş ve yeni bir ideolojinin yayılması. Bunlara şunları ilave edebiliriz; çok öldürücü ve bulaşıcı bir suni virüsün ortaya çıkışı, California’da beklenen güçlü deprem (muhtemelen ABD’nin haritasını değiştirecektir), saldırgan ve güçlü bir diktatörün ortaya çıkması, benzinin yerine ucuz ve bol miktarda kullanılabilen bir enerji kaynağının bulunması, özellikle havacılık ve bilgisayar alanında devrim niteliğinde teknolojik yenilikler, -ki benim hayalim son yıllarda bazı gelişmelerin yaşandığı ‘ışınlama’nın bulunmasıdır. Başka bir yazıda, Türkiye’nin Geleceği’ni değerlendireceğiz.
@DocDrSaitYilmaz

BM UNPROFOR Türk Barış Gücü’nde Harekat Subayı ve 1996 yılında Saraybosna’da NATO-SFOR’da Sivil-Asker İşbirliği Uzmanı 
olarak görev yapan Prof. Dr. Sait Yılmaz, AVAZTÜRK’ün başarılı kalemlerinin arasına katıldı.
 
Kaynak: Prof. Dr. Sait Yılmaz da AVAZTÜRK ailesine katıldı .,

1997 yılında İTALYA-Roma’da NATO Savunma Koleji eğitimini tamamlayan ve ayrıca 1998-2001 yılları arasında NATO (SHAPE) Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanlığı Karargahı BELÇİKA-Mons’da Kriz Yönetim Uzmanlığı görevi yapan Prof. Dr. Sait Yılmaz AVAZTÜRK ailesine katıldı.

İşte AVAZTÜRK ailesinin yeni üyesi Prof. Dr. Sait YILMAZ'ın özgeçmişi:
Sait YILMAZ, 1961 yılında İzmit’te doğdu. Kabataş Erkek Lisesi’nde okuduktan sonra babasının tayini nedeni ile liseyi memleketi olan ISPARTA-Yalvaç’ta bitirdi. 1982 yılında Kara Harp Okulu’ndan Piyade Teğmeni olarak mezun oldu. 1984’de Eğridir Komando Okulu’nu bitirdi, Bolu ve Hakkâri’de Komando Bölük Komutanlığı yaptı. 1988 yılında ABD-Virginia’da Havadan İkmal Kursu’nu tamamladı. 1991’de Kara Harp Akademisi’ni bitirdi.

BOSNA-HERSEK’de 1994 yılında BM UNPROFOR Türk Barış Gücü’nde Harekat Subayı ve 1996 yılında Saraybosna’da NATO-SFOR’da Sivil-Asker İşbirliği Uzmanı olarak görev yaptı. 1997 yılında İTALYA-Roma’da NATO Savunma Koleji eğitimini tamamladı. 1998-2001 yılları arasında NATO (SHAPE) Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanlığı Karargahı BELÇİKA-Mons’da Kriz Yönetim Uzmanlığı görevi yaptı ve bu süre zarfında ALMANYA/Oberammergau’daki NATO Okulu’nda Kriz Yönetim Kursu Direktörü olarak “NATO’da Kriz Yönetimi” konferansları verdi.

1998-2000 yılları arasında ABD-Oklahoma Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Avrupa Programı’nda MA Eğitimi’ni tamamladı. 2000-2005 yılları arasında ise Gazi Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Doktora Eğitimi yaptı.

2006 yılında Silahlı Kuvvetlerden kendi isteği ile emekli olmayı müteakip Yrd.Doç.Dr. olarak Beykent Üniversitesi’nde  Öğretim Üyesi kadrosuna atandı. 2011-2014 yılları arasında İstanbul Aydın Üniversitesi Ulusal Güvenlik ve Stratejik Araştırmalar Merkezi (USAM) Müdürü olan Sait YILMAZ, 2012 yılında Doçent oldu. Halen Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler (İngilizce) bölümünde kadrolu öğretim üyesi olarak dersler vermektedir. Doç.Dr. Sait YILMAZ’ın güvenlik, savunma ve istihbarat konularında yayımlanmış çeşitli kitap ve makaleleri bulunmaktadır.

Yayınlar

Uluslararası Hakemli Dergilerde yayınlanan makaleler
[1] YILMAZ S., “State, Power, and Hegemony”,International Journal of Business and Social Science, Vol. 1 No. 3; December 2010, (Radford Va., USA; 2010), p.193-206. ISSN 2219-1933 (Print), 2219-6021 (Online)
http://www.ijbssnet.com/journals/Vol._1_No._3_December_2010/20.pdf
[2] YILMAZ S., “Question of Strategy in Counter-Terrorism: Turkish Case”,International Journal of Business and Social Science, Vol. 2 No. 1; January 2011, (Radford Va., USA; 2010), p.140-151. ISSN 2219-1933 (Print), 2219-6021 (Online)
http://www.ijbssnet.com/journals/Vol._2_No._1;_January_2011/13.pdf
Uluslararası bilimsel toplantılarda sunulan ve bildiri kitabinda (Proceedings) basılan bildiriler
[1]  YILMAZ S. “The Middle East in the Light of 21 st Century Power Relations”, Beykent University, The First International Strategy and Security Studies Symposium, The New Middle East in Questioning Strategic Trends, (İstanbul, 17-18 April, 2008).
[2]  YILMAZ S. “Transformation of Defense”, Beykent University, The Second International Strategy and Security Studies Symposium, The National Defense in the 21 st Century, (İstanbul, 16-17 April, 2009).
[3]  YILMAZ S. “Future Power Relations and Cyprus”, Eastern Mediterranean University, Center For Strategic Studies, International Conference on Europe and North Cyprus “Perspectives in Political, Economic and Strategic Issues”, (Fa Magusta,-Cyprus, 12-13 Nov, 2009).
[4]  YILMAZ S. “Iraqi Energy Sources and Turkey”, Beykent University, The Third International Strategy and Security Studies Symposium, Energy Security, (İstanbul, 15-16 April, 2009).
[5]  YILMAZ S. “Power Competetions and Future Wars in Eurasia” Istanbul Aydın University, The First International Strategy and Security Studies Congress, Turkey and Eurasia RElations, (Istanbul, 22 March, 2013).
Yazılan Uluslararası kitaplar veya kitaplarda bölümler
[1] Edt. YILMAZ S., “Security and Defense Perspectives Beyond 2010”, The ISIS Press, (İstanbul, 2010).
[2] YILMAZ S., “The Transformation of Defense”, Edt. YILMAZ S., “Security and Defense Perspectives Beyond 2010”, The ISIS Press, (İstanbul, 2010), s.149-164.
Ulusal Hakemli dergilerde yayınlanan makaleler
[1] YILMAZ S., “Güçsüz Güç”, Harp Akademileri K.lığı, SAREN Enstitüsü, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl: 3, Sayı : 5, (İstanbul, Haziran 2007), s.67-104.
[2] YILMAZ S., “Atatürkçü Düşünce Sistemi ve Avrupa Birliği Değerleri”, Beykent Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:1, No.1, (İstanbul, Bahar 2007), s.108-152.
[3] YILMAZ S., “21.Yüzyılda Güvenlik Alanının Yeni Aktörleri: Özel Askeri Şirketler ve Kontratçı Firmalar”, Harp Akademileri K.lığı, SAREN Enstitüsü, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl: 3, Sayı : 6, (İstanbul, Aralık 2007), s.43-70.
[4] YILMAZ S., “Uluslararası İlişkilerde Güç ve Güç Dengesinin Evrimi”, Beykent Üniversitesi, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl:1, Sayı 1, (Bahar 2008), s.27-65.
[5] YILMAZ S., “Karadeniz’de Değişen Dengeler ve Türkiye”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, Cilt 4, Sayı 15, Güz 2007, (Çorum, 2007), s. 45-66.
[6] YILMAZ S., “Kriz Yönetimi ve Güç Kullanımı”, Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü Savunma Bilimleri Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 1, (Ankara, Mayıs 2008), s.145-169.
[7] YILMAZ S., “Yükselen Güç Çin’in Güvenlik Politika ve Stratejileri”, Beykent Üniversitesi, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt:1, Sayı 2, (Güz 2008), s. 77-98.
[8] YILMAZ S., “ABD Silahlı Kuvvetlerinde Dönüşüm”, SAREM Stratejik Araştırmalar Dergisi, Genelkurmay ATASE Başkanlığı, Sayı:13, (Ankara, Mayıs 2009), s.21-51).
[9] YILMAZ S., “Soğuk Savaş Sonrası Rusya Federasyonu Güvenlik ve Savunma Anlayışı”, Beykent Üniversitesi, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt:2, Sayı 3, (Bahar 2009), s.79-99.
[10] YILMAZ S., “Kamu Güvenliği Ve Acil Durum Planlaması: “H1N1 (Domuz Gribi) Örneği”, Beykent Üniversitesi, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt:2, Sayı:2, (Güz 2009), s.69-106.
[11] YILMAZ S., “Orta Doğu’ya Demokrasiyi Getirmek”, Uluslararası İktisadi ve İdari İncelemeler Dergisi, Yıl: 3, Sayı 5, (Yaz 2010), Trabzon, s.63-82.
[12] YILMAZ S., “Irak’ın Kuzeyi ve Türkiye”, Beykent Üniversitesi, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt:3, Sayı:1, (Bahar 2010), s.79-103.
[13] YILMAZ S., “Bölücü Terör İle Mücadelede Gelinen Aşama”, Beykent Üniversitesi, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt:3, Sayı:2, (Güz 2010), s.55-80.
[14] YILMAZ S., “ABD Sivil Müdahale Yöntemi; Demokrasi Geliştirme”, TURAN Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt:4, Sayı:14, (İlkbahar 2012), s.109-120.
[15] YILMAZ S., “Avrupa Birliği ve Postmodern Jeopolitik”, Kafkas Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt:3, Sayı:3, Yıl: 2012, s.185-214.
[16] YILMAZ S., “PKK Terör Örgütü ve KCK’da Son Durum”, TURAN Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt:4, Sayı:15, (Eylül 2012), s.5-12.
Ulusal Bilimsel toplantılarda sunulan ve bildiri kitabında basılan bildiriler
[1] YILMAZ S. “Türkiye İçin Yeni Bir Güvenlik Konsepti İhtiyacı”, Bölgesel Sorunlar ve Türkiye Sempozyumu: 12-13 Kasım 2007, K.Maraş Sütçü İmam Üniversitesi Yayın No.: 131, Edt. A.H. Aydın, S.Taş, S. Adıgüzel, (K.Maraş, 2008), s.258-278.
[2] YILMAZ S. “Yumuşak Güç ve Türkiye”, Türkiye’de Siyasetin Dinamikleri Sempozyumu, 4-5-6 Nisan 2008, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, (Bolu, 2010), s.312-338.

Diğer Yayınlar

Makaleler:
[1]  YILMAZ S., “Modern Orduların Yeniden Yapılanma Faaliyetleri Işığında  Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 21. Yüzyıla Yönelik Konsept ve Kuvvet Yapısı Nasıl Olmalıdır?”, Genkur. ATASE Bşk.lığı Yayınları, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Sayı: 358, (Ankara, Ekim 1998), s.39-45.
[2] YILMAZ S., “ABD ile Türkiye Arasında Stratejik Ortalık Vizyonu”, Genkur. ATASE Bşk.lığı Yayınları, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Sayı : 371, (Ankara, Ocak 2002), s.70-81.
[3] YILMAZ S., “Güvenliğin Yeni Boyutları”, Genkur. ATASE Bşk.lığı Yayınları, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Sayı: 368, (Ankara, Nisan 2001), s.41-52.
[4] YILMAZ S., “Avrupa Birliği Güvenlik Boyutu ve Türkiye”, Genkur. ATASE Bşk.lığı Yayınları, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Sayı : 379, (Ankara, Ocak 2004), s.4-15.
[5] YILMAZ S., “Sistematik Ulusal Bilgi Üretilmeli”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 3, Sayı : 133,  (15 Ocak 2007), s.6-7.
[6] YILMAZ S., “Küresel, Bölgesel ve Ulusal Düzeyde Türkiye için Yeni Bir Yaklaşım”, Cumhuriyet Strateji Dergisi Yıl : 3, Sayı : 152,  (28 Mayıs 2007), s.16-17.
[7] YILMAZ S., “Kuzey Irak İçin Yumuşak Güç Kullanımı”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 158,  (09 Temmuz 2007), s.18-19.
[8] YILMAZ S., “Dünyaya Biçilen Kaos”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 163,  (13 Ağustos 2007), s.20-21.
[9] YILMAZ S., “Bölücülüğe Karşı Akıllı Güç”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 178,  (26 Kasım 2007), s.20-21.
[10] YILMAZ S., “Atatürkçü Düşünce Sistemi ve Avrupa Birliği Değerleri”, Atatürkçü Düşünce Dergisi, Yıl : 1, Sayı : 4,  (Kasım 2007), s.16-19.
[11] YILMAZ S., “Kafkaslarda Yeni Güç Kurgusu”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 184,  (07 Ocak 2008), s.22-23.
[12] YILMAZ S., “Bölgesel Kürt Taktiği”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 187,  (28 Ocak 2008), s.12-13.
[13] YILMAZ S., “Irak’ın Kuzeyi Dönüştürülmeli”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 192,  (03 Mart 2008), s.14-15.
[14] YILMAZ S., “AB’nin Yayılma Stratejisi”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 195,  (24 Mart 2008), s.14-15.
[15] YILMAZ S., “Rus Demokrasi Konsepti”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 199,  (21 Nisan 2008), s.16-17.
[16] YILMAZ S., “ABD Hegemonya Kurgusu”, 21. Yüzyıl Dergisi, Yıl 2, Sayı 4, Ocak-Şubat-Mart 2008, (Ankara, 2008), s. 45-66.
[17] YILMAZ S., “İstihbarat Savaşları”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 205,  (02 Haziran 2008), s.14-15.
[18] YILMAZ S., “ABD’nin Askeri Çıkmazı”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 4, Sayı : 211,  (14 Temmuz 2008), s.22-23.
[19] YILMAZ S., “Savunma İçin Reform Zamanı”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 5, Sayı : 213,  (28 Temmuz 2008), s.14-15.
[20] YILMAZ S., “Gerçek Yeni Dünya Düzeni”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 5, Sayı : 220,  (15 Eylül 2008), s.8-9.
[21] YILMAZ S., “ABD’de Sivil-Asker Anlaşmazlığı”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 5, Sayı : 222,  (29 Eylül 2008), s.10-11.
[22] YILMAZ S., “Yeni Silah Sistemleri”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 5, Sayı : 225,  (20 Ekim 2008), s.14-15.
[23] YILMAZ S., “ABD’nin Savaş Senaryoları”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 5, Sayı : 228,  (10 Kasım 2008), s.14-15.
[24] YILMAZ S., “Obama’nın Olası Politikaları”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 5, Sayı : 233,  (15 Aralık 2008), s.6-7.
[25] YILMAZ S., “Rus Ordusunda Değişim”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 5, Sayı : 235,  (29 Aralık 2008), s.12-13.
[26] YILMAZ S., “Çin Stratejisi”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Yıl : 5, Sayı : 241,  (09 Şubat 2009), s.8-9.
[27] YILMAZ S., “Jeopolitik ve Strateji”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 61, (Şubat 2009), s.74-77.
[28] YILMAZ S., “Jeopolitik ve İstihbarat Savaşları”, 21. Yüzyıl Dergisi, Yıl 2, Sayı 6, Temmuz-Ağustos-Eylül 2008, (Ankara, 2008), s. 125-150.
[29] YILMAZ S., “Türk Savaş Sanatı ve Stratejisi”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 62, (Mart 2009), s.10-16.
[30] YILMAZ S., “Türkiye’de Ulusal Güvenlik ve MİT’deki Değişim”, 21. Yüzyıl Dergisi, Yıl 2, Sayı 7, Ekim Kasım Aralık 2008, (Ankara, 2008), s. 227-236.
[31] YILMAZ S., “Obama İle Özgürlük ve Demokrasi”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 63, (Nisan 2009), s.24-27.
[32] YILMAZ S., “NATO’nun Dönüşümü”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 64, (Mayıs 2009), s.14-21.
[33] YILMAZ S., “Enerji Güvenliği”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 65, (Haziran 2009), s.13-16.
[34] YILMAZ S., “Türkiye İçin Savaş Vakti”, TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi Uluslararası Bilimsel Hakemli Mevsimlik Dergi, Yıl: 2009, Sayı: 3, s.5-10.
[35] YILMAZ S., “Türkiye ve Savaşlar”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 68, (Eylül 2009), s.32-36.
[36] YILMAZ S., “Değişen Diplomasi Anlayışı ve Türkiye”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 69, (Ekim 2009), s.24-28.
[37] YILMAZ S., “Büyük Güçler ve Kıbrıs”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 71, (Aralık 2009), s.44-48.
[38]  YILMAZ S., “Avrupa Birliği’nin Geleceği”, TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi Uluslararası Bilimsel Hakemli Mevsimlik Dergi, Yıl: 2009, Sayı: 4, s.21-24.
[39] YILMAZ S., “ABD-AB-Rusya İlişkileri Üzerinden NATO’da Son Durum ve Türkiye”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 9, Sayı: 74, (Mart 2010), s.10-15.
[40] YILMAZ S., “H1N1 (Domuz Gribi) ve Türkiye’de Kamu Güvenliği”, TURAN Stratejik Araştırmalar Merkezi Uluslararası Bilimsel Hakemli Mevsimlik Dergi, Yıl: 2010, Sayı: 5, s.37-44.
[41] YILMAZ S., “Karadeniz’in Güvenliği ve Rusya-Ukrayna-Türkiye Üçgeni”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 9, Sayı:75, (Haziran 2010), s.22-28.
[42] YILMAZ S., “Karadeniz’in Güvenliği ve Rusya-Ukrayna-Türkiye Üçgeni”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 9, Sayı:75, (Haziran 2010), s.22-28.
[43] YILMAZ S., “Büyük Resimden Orta Doğu ve Türk-İsrail Gerilimi”, 21. Yüzyıl Dergisi, Sayı 19, Temmuz 2010, (Ankara, 2010), s.57-64.
[44] YILMAZ S., “Irak’ın Kuzeyi İçin Türk Dış Politikası”, 21. Yüzyıl Dergisi, Sayı 20, Ağustos 2010, (Ankara, 2010), s.15-22.
[45] YILMAZ S., “Irak’ın Geleceği ve Türkiye”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 9, Sayı:76, (Eylül 2010), s.22-26.
[46] YILMAZ S., “Irak Enerji Kaynakları ve Türkiye”, 21. Yüzyıl Dergisi, Sayı 22, Ekim 2010, (Ankara, 2010), s.51-58.
[47] YILMAZ S., “Füze Kalkanı Projesi ve Türkiye”, 2023 Dergisi, Sayı 115, 15 Kasım 2010, (Ankara, 2010), s.12-15.
[48] YILMAZ S., “NATO Lizbon Zirvesi Sonuçları, Füze Savunma Sistemi ve Türkiye”, Jeopolitik Aylık Strateji Dergisi, Yıl: 9, Sayı:77, (Aralık 2010), s.20-23.
[49] YILMAZ S., “World Armies at a Crossroad with Defence Technologies”, Defence Turkey, Vol.4, Issue: 23, Year: 2010, p.50-52.
[50] YILMAZ S., “Amerika Birleşik Devletleri’nde Bölücülük ve Terör”, 21. Yüzyıl Dergisi, Sayı 26, Şubat 2011, (Ankara, 2011), s.45-50.
[51] YILMAZ S., “NATO Lizbon Zirvesi Sonuçları, Füze Savunma Sistemi ve Türkiye”, 21. Yüzyıl Dergisi, Aralık 2010, Sayı. 24, s.25-31.
[52] YILMAZ S., “Yeni Orta Doğu ve İslamsız Dünya”, Jeopolitik Dergisi, Yıl:10, Sayı: 78,  Mart 2011, s.32-35.
[53] YILMAZ S., “Libya Operasyonu ve Türkiye”, 21. Yüzyıl Dergisi, Sayı 28, Nisan 2011, (Ankara, 2011), s.25-30.
[54] YILMAZ S., “Türk Ulusal Güvenliğinde NATO ve AGSP Denklemi”, Teori Dergisi, Mayıs 2011, s.15-33.
[55] YILMAZ S., “Libya Operasyonu ve Türkiye”, Jeopolitik Dergisi, Yıl:10, Sayı: 79,  Haziran 2011, s.26-29.
[56] YILMAZ S., “Amerika Birleşik Devletleri’nde Bölücülük ve Terör”, Jeopolitik Dergisi, Yıl:10, Sayı: 79,  Haziran 2011, s.42-46.
[57] YILMAZ S., “Uluslararası Müdahale ve Meşruiyet; Libya Örneği”, 21. Yüzyıl Dergisi, Sayı 34, Ekim 2011, (Ankara, 2011), s.35-40.
[58] YILMAZ S., “Atatürk, Ortadoğu ve Filistin”, Aydın - İstanbul Aydın Üniversitesi Uygulama Dergisi, Ekim/Kasım 2011, (İstanbul, 2011), s.12-15.
[59] YILMAZ S., “Yumuşak Güç ve Evrimi”, TURANSAM Dergisi, Sayı: 12, Cilt: 3, Sonbahar 2011, (Konya, 2011), s.31-36.
[60] YILMAZ S., “Türk Ordusunda Profesyonelleşme ve Vicdani Ret, Bedelli Askerlik Tartışmaları”, Teori Dergisi, Ocak 2012, s.39-53.
[61] YILMAZ S., “Avrupa Birliği Üçe Bölünürken Türkiye”, 21. Yüzyıl Dergisi, Şubat 2012, s.48-51.
[62] YILMAZ S., “ABD Silahlı Kuvvetleri’nde Dönüşüm ve Yeni Savunma Stratejisi”, Teori Dergisi, Mart 2012, s.21-38.
[63] YILMAZ S., “ABD İstihbaratında Yaşanan Değişimler”, TURANSAM Dergisi, Sayı: 13, Cilt: 4, Kış 2012, (Konya, 2012), s.10-15.
[64] YILMAZ S., “ABD Sivil Müdahale Yöntemi; Demokrasi Geliştirme”, Teori Dergisi, Nisan 2012, s.25-37.
[65] YILMAZ S., “ABD Sivil Müdahale Yöntemi; Demokrasi Geliştirme”, 21. Yüzyıl Dergisi, Nisan 2012, s.53-57.
[66] YILMAZ S., “İsrail ve Barzani Ailesi”, İstanbul Aydın Üniversitesi Aydın Gazetesi, Ağustos/Eylül 2012, Sayı: 14, (İstanbul, 2012), s.1,3.
[67] YILMAZ S., “Batı İstihbaratı ve Sosyal Medya”, İstanbul Aydın Üniversitesi Aydın Gazetesi, Ağustos/Eylül 2012, Sayı: 14, (İstanbul, 2012), s.8-9.
[68] YILMAZ S., “Suriye Olaylarına Kimler Hangi Rolü Oynuyor?”, Teori Dergisi, Ekim 2012, s.26-35.
[69] YILMAZ S., “Kamu Diplomasisi: Başka Halklara Angaje Olmak, Ayaklandırmak”, 21. Yüzyılda Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:1, Eylül/Ekim/Kasım 2012, s.201-224.
[70] YILMAZ S., “Türk Savaş Sanatı ve Stratejisi”, 21. Yüzyıl Dergisi, Kasım 2012, Sayı: 47, s.69-74.
[71] YILMAZ S., “ABD, Monroe Doktrini’ne Dönebilir mi?”, Teori Dergisi, Aralık 2012, s.36-48.
[72] YILMAZ S., “U.S. Civil Intervention Method: Democracy Promotion”, EURAS Academic Journal, Vol.1, No:1, Autum/September 2012, p.16-29.
[73] YILMAZ S., “Türkiye’nin Gündemindeki Terör”, Tarih Dergisi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Sayı: 312, Cilt: 52, (Aralık 2012), s.39-45.
[74] YILMAZ S., “Almanya Kıskacındaki Avrupa Birliği”, Teori Dergisi, Şubat 2013, s.43-52.
[75] YILMAZ S., “Başkanlık Sistemi; ABD, Türkiye’ye Örnek Olabilir mi?”, Yeni Türkiye Dergisi, Mart-Nisan 2013, Sayı: 51, s.617-635.
[76] YILMAZ S., “Amerikan İstihbaratı-2013”, Teori Dergisi, Nisan 2013, s.47-61.
[77] YILMAZ S., “Amerikan İstihbaratının Büyüyen Gizli Savaşı”, 21. Yüzyıl Dergisi, Nisan 2013, Sayı: 52, s.5-12.
[78] YILMAZ S., “Asya-Pasifik Güvenliği”, 2023 Dergisi, Sayı 144, 15 Nisan 2013, (Ankara, 2013), s.12-17.
[79] YILMAZ S., “Gezi Parkı Direnişi İle Başlayan Halk Eylemlerinin Analizi”, Teori Dergisi, Temmuz 2013, s.29-37.
[80] YILMAZ S., “Türk Hava Savunma Sistemi ve Çin Füzeleri”, 2023 Dergisi, 15 Aralık 2013, Sayı: 152, s.54-59.
 Ulusal Kitaplar:
[1]  YILMAZ S., “21 nci Yüzyılda Güvenlik ve İstihbarat”, 1. Baskı, ALFA Yayınları (İstanbul, 2006). 2. Baskı: Milenyum Yayınları, Kasım 2007.
[2]  YILMAZ S., SALCAN O., “Siber Uzayda Güvenlik ve Türkiye”, Milenyum Yayınları, (İstanbul, 2008).
[3]  YILMAZ S., “Güç ve Politika”, ALFA Yayınları, (İstanbul, 2008).
[4] YILMAZ S., “Ulusal Savunma: Strateji, Teknoloji, Savaş”, Kum Saati Yayınları, (İstanbul, 2009).
[5] YILMAZ S., “Irak Dosyası”, Kum Saati Yayınları, (İstanbul, 2011).
[6] YILMAZ S. & Osman Akagündüz, “Kürtler Neden Devlet Kuramaz”, Milenyum Yayınları, (İstanbul, 2011).
[7] YILMAZ S., “Terör ve Türkiye”, Kum Saati Yayınları, (İstanbul, 2011).
[8] YILMAZ S. “Uzay Güvenliği”, Milenyum Yayınları, (İstanbul, 2013).
[9] YILMAZ S. “Akıllı Güç”, Kumsaati Yayınları, (İstanbul, 2012).
[10] YILMAZ S. “Amerikan İstihbaratı 1947-2013”, Kripto Yayınları, (İstanbul, 2013).
[11] YILMAZ S. “İstihbarat Bilimi”, Kripto Yayınları, (İstanbul, 2013).
Ulusal Kitap Bölümü:
[1] Edit.: ÖZTÜRK O.Metin, “Dış Politika ve Terör”, YILMAZ S., “11 Eylül Saldırıları ve Kriz Yönetimi”, Biltek Yayınları, (Ankara, 2003).
[2] Edit.: ÇAKMAK Haydar, “Türk Dış Politikası 1919-2008”, YILMAZ S., “Türkiye İtalya İlişkileri”, Platin Yayınları, (Ankara, 2008).
[3] Edit.: ÇAKMAK Haydar, “Türk Dış Politikasında 41 Kriz 1924-2012”, YILMAZ S., “Teorik Çerçevede Kriz Kavramı ve Kriz Yönetimi”, Kripto Yayınları, (Ankara, 2012).
[4] Edit.: ÇAKMAK Haydar, “Türk Dış Politikasında 41 Kriz 1924-2012”, YILMAZ S., “Füze Kalkanı Krizi”, Kripto Yayınları, (Ankara, 2012).
[5] Edit.: ÖZKAN Abdullah, ÖZTÜRK Tuğçe Ersoy “Kamu Diplomasisi”, YILMAZ S., “ABD ve AB’de Kamu Diplomasisi ve Güç Projeksiyonu”, TASAM Yayınları, (İstanbul, 2012).
[6] Edit.: ÖZDAĞ Ümit “21. Yüzyılda Prens Devlet ve Siyaset Yönetimi”, YILMAZ S., “Jeopolitik ve Jeostrateji”, Kripto Yayınları, (Ankara, 2012).
[7] Edit.: ÇAKMAK Haydar  ‘ABD’nin Askeri Müdahaleleri’, YILMAZ S., ‘ABD Hegemonya Sisteminde Silahlı Kuvvetlerin Rolü ve Askeri Müdahale Anlayışında Gelişmeler’, Kaynak Yayınları, (İstanbul, 2013). ISBN: 978-975-343-768-4.
[8] Edit.: ÇAKMAK Haydar  ‘ABD’nin Askeri Müdahaleleri’, YILMAZ S., ‘ABD’nin Uruguay’a Askeri Müdahaleleri’, Kaynak Yayınları, (İstanbul, 2013). ISBN: 978-975-343-768-4.
[9] Edit.: ÇAKMAK Haydar  ‘ABD’nin Askeri Müdahaleleri’, YILMAZ S., ‘ABD’nin Filipinlere Askeri Müdahaleleri’, Kaynak Yayınları, (İstanbul, 2013). ISBN: 978-975-343-768-4.
[10] Edit.: ÇAKMAK Haydar  ‘ABD’nin Askeri Müdahaleleri’, YILMAZ S., ‘ABD’nin Guatemala’ya Askeri Müdahaleleri’, Kaynak Yayınları, (İstanbul, 2013). ISBN: 978-975-343-768-4.
Editörlük:
[1] YILMAZ S., “Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Dergisi”, Altı Aylık Uluslararası İlişkiler Dergisi, Beykent Üniversitesi Yayınları, 2007-Devam.
[2] YILMAZ S., “21. Yüzyılda Türkiye Konferanslar Dizisi 2006-2007”, BÜSAM Yayınları No.1, Beykent Üniversitesi, (İstanbul, 2008). (ISBN: 978-975-6319-01-7).
[3] YILMAZ S., “1. Uluslararası Strateji ve Güvenlik Çalışmaları Sempozyum Bildirileri”, Beykent Üniversitesi Yayınları No.60, İstanbul, 2009.
[4] YILMAZ S., “2. Uluslararası Strateji ve Güvenlik Çalışmaları Sempozyum Bildirileri”, Beykent Üniversitesi Yayınları No.66, İstanbul, 2009.
[5] Edt. YILMAZ S., “Security and Defence Perspectives Beyond 2010”, ISIS Publications, (İstanbul, 2010).
[6]  Edt. YILMAZ S. “1. Uluslararası Strateji ve Güvenlik Çalışmaları Kongresi”, “Türkiye-Avrasya İlişkileri Kongresi Bildirileri”, İstanbul Aydın Üniversitesi Yayınları No.87, İstanbul, 2013. Kaynak: Prof. Dr. Sait Yılmaz da AVAZTÜRK ailesine katıldı 



***