ORTA ASYA GÜVENLİK SORUNLARI VE NATO’YA YANSIMALARI, BÖLÜM 2
Sovyet döneminde Moskova yönetimi, izlediği etnik politikalarla her bir
cumhuriyette farklı bir ulusal kimlik, dil ve kültür bilincinin oluşması için onları
ayrı ayrı cumhuriyetlere bölerek ayrıştırmıştır. Bu sayede bu cumhuriyetlerde
homojen nüfus oluşumlarını engellemiştir
(Lipovski, 1996; 211-223; Erhan, 2005; 17).
Orta Asya’nın beş ayrı cumhuriyete bölünmesi, farklı milliyetlerin
oluşumunu büyük ölçüde hızlandırmış ve esas itibariyle Türk çoğunluğun
oluşturduğu bölgenin Müslüman nüfusunu parçalayarak, her biri kendi ulusal
bilinci, dili, kültürü ve ekonomik bağımsızlığına sahip ayrı ve farklı halklara
dönüştürmüştür (Aydın, 2005; 250-251). Bu dönemde yaratılan çok uluslu
cumhuriyetler nedeniyle bugün hala bölgede kimlikle ilgili sorunlar devam
etmektedir. Kimlik konusu doğrudan etnik yapılarla da ilgili bir konu olup, bu
devletlerin karışık etnik yapılara sahip olmaları bir istikrarsızlık unsuru olarak
değerlendirilebilir. Bölgedeki bu etnik çeşitlilik, kültürel zenginlikten öte ulusal
kimlik oluşturma sürecini zedeleyici nitelikte ve önemli bir istikrarsızlık unsuru
olmaktadır3 (Menon, 1995;152). Bölgedeki ülkelerin hemen hepsinde
azımsanmayacak oranlarda bulunan Rus nüfusu (Richard, 2002; 485-506), söz
konusu ülkelerin bağımsızlık sürecinde Rusçayı ve Rubleyi terk ederek kendi
ulusal dil ve paralarını yürürlüğe koymalarına tepki göstermiştir. 2004’te çıkarılan bir yasa ile Kırgızistan’da Kırgızcanın kullanılmasını yaygın hale getirme çabası ise diğer etnik unsurların asimilasyonunu amaçladığı için tepki toplamıştır
(Mamataipov; 2004). Öte yandan Moskova'nın izlediği etnik politikalar da bu
cumhuriyetlerde homojen nüfus oluşumlarını engellemiştir. Her bir cumhuriyetin
içine yerleştirilen etnik azınlıklar, ulusal bilincin yaratılmasının önüne
geçmektedir (Erhan, 2003).
Aynı zamanda birlik cumhuriyetleri içinde homojen yapının kırılması ve milliyetçi bir canlanmanın engellenmesi maksadıyla, farklı ulusların bir cumhuriyet içinde bulunmasını sağlayacak şekilde sınırlar değiştirilmiş, Rus ve Slav ırkına mensup topluluklar Orta Asya’daki Cumhuriyetler içine göç ettirilmiştir (Ziegler, 2006; 103-126). Zaten tarihte Rus emperyalizminin en belirgin özelliği istila ettiği ülkelerin en verimli, stratejik noktalarına Rusları yerleştirmek ve böylece hâkimiyeti altına almak olmuştur (Uçar, 2007; 42).
1 Özellikle Afganistan’da diğer Orta Asya ülkeleri gibi etnik yapı çeşitlilik göstermekte olup nüfus %40 Peştun,%25 Tacik,%19 Hazara,%7 Özbek,%4 Türkmen %5 diğerlerinden oluşmaktadır.
Ülkede 47 farklı dil kullanılmaktadır. Bağımsızlıklarının ardından Kazakistan’ın yüzde 39’u Kazaklardan ve yüzde 38’i Ruslardan oluşmaktayken; Kırgızistan’ın yüzde 52’si Kırgız, yüzde 22’si Rus, yüzde 13’ü Özbek; Tacikistan’ın yüzde 62’si Tacik, yüzde 24’ü Özbek ve yüzde 7’si Rus; Türkmenistan’ın yüzde 71’i Türkmen, yüzde 9’u Özbek, yüzde 9’u Rus; Özbekistan’ın ise yüzde 71’i Özbek yüzde 8’i Rus ve yüzde 5’i Taciklerden oluşmaktadır. (Bkz: CIA World
Factbook 2011,
https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/index.html, (e.t.
19/08/2009)).
Ülkeler arasındaki su sorunu; Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan arasında gittikçe derinleşmektedir. Özellikle de Özbekistan ile Kırgızistan arasında daha önemli boyutlardadır. Su sorununun temel nedeni aslında Orta Asya’da da uygulanabilecek bir uluslararası su rejiminin bulunmamasıdır.
Bağımsızlık sonrası suyla ilgili en büyük anlaşmazlık, başlıca su kaynakları olan
Amu Derya ve Sir Derya nehirlerinin paylaşılamamasından kaynaklanmaktadır
(Spoor ve Krutov, 2003; 49). Bunlardan özellikle Amu Derya ve Sir Derya’nın
kaynaktan denize dökülmesine kadar farklı ülkelerden geçmesi, ister istemez
bölge ülkeleri arasında sürtüşmelere ve anlaşmazlıklara neden olmaktadır
(International Crisis Group, 2002; 1).
Diğer bir sorunun başlangıcını Sovyetlerin dağılmasının ardından bu
ülkelerdeki dini hareketleri arttırması oluşturmuştur. Gerek İmparatorluk
Rusya’sında olsun gerekse Sovyet döneminde dini ve kültürel inanç ve gelenekleri İslami olan etnik grupların tamamı Müslüman halklar şeklinde anılmışlardır. Yine İmparatorluk Rusyası döneminde olduğu gibi, Sovyet Rusyasında da
Müslümanlar, ülkenin varlığına yönelik bir tehdit olarak algılanmıştır (Çelikpala,
2006; 214). Stalin döneminde, dinsel kültürün simgesi olan camiler, medreseler
ve okullar ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır (Sagadeev, 1994; 30). Özellikle bu
durumun Rus ve Batı karşıtı eğilimleri de arttırmasından ve bölgede bir
Müslüman-Hıristiyan ayrımı ve çatışmasına yol açmasından korkulmuştur
(Olcoot, 1994; 150). Buna rağmen İslami kimliklerini tam anlamıyla kaybetmemiş olan Orta Asya ülkelerinde, toplumsal hayattan eğitime ve yönetim yapısına kadar hemen her alanda hâlâ bunun izlerini ve etkilerini görmek mümkündür. Zira Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Leninizm’in yıkılmasıyla ideolojik anlamda ortaya çıkan güç boşluğu birçok ülkede milliyetçilikle doldurulmaya çalışılsa da milliyetçiliğin tek başına bu güç boşluğunu dolduramaması üzerine dini faaliyetler bölge genelinde artmıştır (Khamidov, 2003; 1-6). Bu faaliyetlerin temel amacı mevcut yönetimlerin yerine dini esaslara dayalı yönetimlerin oluşturulmasıdır (Tabyshalieva, Swanström-Cornell-, op.cit., s. 3; Poonam Mann, “Religious Extremism In Central Asia”, Strategic Analysis, Vol. 25, No. 9 (December 2001),
http://www.ciaonet.org/olj/sa/sa_dec01map01.html, (e.t. 05/11/2003), ss. 5-6).
Bölgedeki ülkelerin insan hakları karnesinin zayıf oluşu, demokratik kurumların
yetersizliği (Erhan, 2003) ise bu durum için uygun bir ortam oluşturmuştur.
1952 yılında Ürdün’de politik bir parti olarak kurulan Hizbut Tahrir örgütünün amacı (Farouki, 1996; 53), İslam devletlerinde laik rejimleri yıkarak
yerlerine şeriat kuralarına göre yönetilen bir İslam devleti kurmak olmuştur
(Kimmage, 2007; 3). Özbekistan İslami Hareketi ise, Özbekistan’da Kerimov
yönetimini yıkarak yerine İslami bir devlet oluşturmak amacıyla kurulmuştur
(MANN, Poonam. “Islamic Movement of Uzbekistan: Will it Strike Back?”, Strategic Analysis, Vol. 26, No. 2, 2002, 17 Kasım 2007,
http://www.ciaonet.org/olj/sa/sa_apr02map01.html.
Washington yönetiminin köktendinci gurupların yıkıcı eylemlerinin tüm
antidemokratik uygulamalarına karşı Orta Asya rejimlerini desteklemiş (Menon,
2002; 190) ve bölgenin sorunlarıyla istismara açık oluşunun tipik bir örneğini
oluşturmuştur. Özbekistan İslam Hareketi ve Taliban gibi terör örgütlerinin
kendilerine finans sağlamak üzere uyuşturucu kaçakçılığını kullandığından bölge
devletleri organize suçlarla mücadele konusunda yetersiz kalmaktadırlar (Erhan,
2004; 123-149). Taliban gruplarının geçtiğimiz on yılda uyuşturucu kaçakçılığını
vergilendirmeden yıllık 75-100 milyon dolarlık gelir elde ederken, 2005 yılından
2009 yılına kadar kaçakçılığın vergilendirilmesinden bu rakamın yıllık 90-160
milyon dolara ulaştığı tahmin edilmektedir (Gürer, Cüneyt., “Afganistan Kaynaklı Uyuşturucu Kaçakçılığı ve Uluslararası Güvenliğe Etkileri”,
http://guneyturkistan.wordpress.com/2009/11/02/afganistan-kaynakli-
uyusturucu-kacakciligi-ve-uluslararasi-guvenlige-etkileri/ (e.t.02/11/2009). Orta Asya'ya giren uyuşturucunun bir kısmı bölge içinde dağıtılıp tüketilirken, bir kısmı da buradan Rusya’ya ve Avrupa ülkelerine sevk edilmektedir (Olcott ve Udalova, 2005; 2). Böylelikle Afganistan, İran ve Pakistan’dan Rusya ve
Avrupa’ya uyuşturucu madde ticareti için ana geçiş güzergâhlarından birisi olarak kullanılmaya başlanmıştır (Nichol, 2007; 20-21). Sınır problemleri, bölge
devletleri arasındaki işbirliği eksikliği, suç örgütleri ile mücadele edecek
birimlerin eğitim, teçhizat, bütçe ve teknoloji olarak yetersizliği, işsizlik rüşvet
gibi sosyo – ekonomik sorunlar nedeniyle Dünya genelinde üretilen ve kaçakçılığı yapılan afyon ve eroininin %90 nından fazlası Afganistan kaynaklı olmasına, dünya genelinde yılda üretilen toplam 3700 ton afyonun 3500 tonu Afganistan’da üretilmesine sebebiyet vermektedir (Gürer, Cüneyt, “Afganistan Kaynaklı Uyuşturucu Kaçakçılığı ve Uluslararası Güvenliğe Etkileri”,
http://guneyturkistan.wordpress.com/2009/11/02/afganistan-kaynakli-
uyusturucu-kacakciligi-ve-uluslararasi-guvenlige-etkileri/ (e.t.02/11/2009).
Sınır sorunları, etnik problemler, su sorunları ve uyuşturucu kaçakçılığının
sonucunda ortaya çıkan iç sorunlar; ilgili taraflar arasında çatışma yaratması,
ekonomik durumlarını ve politik bağımsızlıklarını geliştirmek üzere yapılan
işbirliğinin güvenilirliğini önlemesi ve hatta bilinen dış tehdide karşı yabancı
güçlerden bir garanti almak için anlaşmaya çabalanması gibi birçok sebepten
dolayı bu durum potansiyel istikrarsızlık sebebi olarak düşünülmelidir. İlgili
ülkelerin yabancı müdahalelere karşı işbirliğinden kaçınmasını sağlayan bu
etkenler, bunun yerine yabancı güçleri bu zayıflığı kendi çıkarları doğrultusunda
kullanmaya davet etmektedir. Bu durum gerek Rusya gerekse ABD için herhangi bir kargaşada bu ülkeleri kontrol altına almaları için elverişli bir ortam
yaratmaktadır.
Bu sorunların bölgede bulunan NATO’nun gerek faaliyetlerine gerekse
güvenliğine etkileri, sorunları her daim sıcak tutulabilme potansiyeline istinaden
devam edebilecektir. NATO, küresel bir güvenlik örgütü haline gelmesi
noktasında, siyasal, ekonomik ve sosyal zorluklarla karşı karşıya olsa da, XXI.
yüzyılın tehditleriyle mücadelenin bunları dikkate alarak gerçekleştirilebileceği
açıkça ortadadır. Bu nedenle yukarıda bahsi geçen yeni dönemin sorunları ile
mücadelede uluslararası işbirliğinin sağlanmasında en etkili adres, daha önceki
dönemlerde elde ettiği başarılar da göz önünde tutularak yine NATO olacaktır
(Erhan, 2004). Bu sebepten dolayı bu sorunların çözümü için NATO, bölgede
geliştirilen işbirliği girişimlerini önemsemek durumundadır.
3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder