14 Aralık 2020 Pazartesi

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNİN KÜRESEL ENERJİ GÜVENLİĞİ STRATEJİSİNDE TÜRKİYENİN ROLÜ., BÖLÜM 1

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNİN KÜRESEL ENERJİ GÜVENLİĞİ STRATEJİSİNDE TÜRKİYENİN ROLÜ., BÖLÜM 1



 Enerji güvenliği, ABD’nin Küresel Enerji Stratejisi, Sina KISACIK, Türkiye’nin Enerji Stratejisi, Petrol Boru Hatları,  Doğalgaz Boru Hatları.

Sina KISACIK
17 Temmuz 2012



Özet: ABD’nin enerji politikasının öncelikle küresel bir boyutu bulunmaktadır. Bu politikanın temelini oluşturan ana unsur dünya çapında artmakta olan arz ve kaynak çeşitliliğidir. Değişik kaynaklardan dünya enerji pazarına giriş yapan her ek enerji (petrol ve doğalgaz) kaynağı aynı anda ABD’nin de kendi enerji güvenliğinin artmasına neden olmaktadır. Bu çerçevede ön plana çıkan ülkelerden birisi ise Türkiye’dir. Türkiye, coğrafi konum olarak öncelikle Orta Doğu ve Hazar Havzası olmak üzere dünyanın ispatlanmış gaz rezervlerinin % 71,8’inin ve kanıtlanmış petrol rezervlerinin % 72,7’sinin mevcut olduğu bir bölgenin yakınında yer almaktadır. Bu makalenin amacı artan enerji güvenliği endişelerini azaltması düşünülen petrol ve doğalgaz boru hatları çerçevesinde Türk-Amerikan ilişkilerinin hangi boyutlarda olduğunu incelemektir.

GİRİŞ

Günümüzde, gelişmiş devletlerin yanı sıra gelişmekte olan devletler için en önemli konulardan birisi de enerji kaynaklarına güvenli ve sorunsuz bir biçimde ulaşabilmektir. Bu, kendi sistemlerin ve küresel ekonomik sistemin sürdürülmesi açısından elzem bir konudur. Bu kaynaklara sahip olan devletler ile bu kaynaklara ihtiyaç duyan diğer devletlerarasında kimi zaman yakın ilişkiler kurulabilmekte kimi zaman da problemler yaşanabilmektedir.
Enerji kaynakları açısından zengin fakat henüz gelişmesini tamamlayamamış ülkeler, ellerinde bulundurdukları petrol ve doğalgaz gibi kaynakları, bu kaynaklara aşırı ölçüde gereksinimi bulunan sanayileşmiş ülkelere satarak kendilerine girdi sağlamayı amaçlamaktadırlar. Aynı zamanda bu kaynakların satışından elde ettikleri gelirleri kendi ülkelerini gelişmesi için kullanmaktadırlar. Birleşik Devletler gibi endüstrileşmiş ülkeler bu kaynakların kendi ülkelerine problemsiz bir şekilde ulaşmasını hedeflemektedirler.
Bu amaca yönelik olarak gelişmiş devletler birtakım stratejiler ortaya koymaktadırlar. Bunlardan en önemlilerinden birisini bu kaynaklara sahip olan ülkelerle her alanda yakın ilişkiler geliştirmektir. Bir diğeri ise petrol ve doğalgaz gibi kaynakların boru hatları ile kendilerine aktarılması konusunda bu hatların geçtiği ülkelerle yakın ve sağlam münasebetler kurmaktır.
Amerikan küresel enerji güvenliği stratejisi bu çerçevede düşünüldüğünde ön plana çıkan ülkelerden birisi ise Türkiye’dir. Çünkü Türkiye coğrafi konum itibariyle bir petrol ve doğalgaz okyanusunun bulunduğu bölgelere komşudur. Bu durum, enerji güvenliği sağlamak için büyük çaba sarf eden ABD ve enerji güvenliğini kavramını, bu kaynakların bulunduğu ülkelere yönelik olarak geliştirdiği küresel stratejinin bir parçası olarak düşünen Birleşik Devletler için çok büyük bir öneme sahiptir. Türkiye’nin bu kaynakların çoğunlukla yer aldığı ülkelerle ve bu kaynaklara bağımlı olan ülkeler arasında bir köprü rolünü oynayabileceği iddia edilmektedir.
Ayrıca Türkiye’nin bu kaynakların yer aldığı ülkelerle birçok alanda yakın ilişkilere sahip olması, enerji temini konusunda artan ölçüde bağımlılık yaşayan ve bu bağımlılıktan dolayı sıkıntılı olan Batılı ülkeler için dikkat çekici bir husustur. Buna ilaveten bu kaynakların transferinin Rusya gibi bu konuyu siyasi baskı aracı olarak kullanan bir ülkenin eline bırakılmaması gerektiği de ön plana çıkarılmaktadır.
Bu çerçevede ilk bölümde Amerikan küresel enerji güvenliği stratejisinden söz edilecektir. İkinci bölümde ise, Türkiye’nin enerji stratejisine değinilecektir. Üçüncü ve son bölümde, Türkiye-ABD arasındaki ilişkiler, ilk iki bölümde bahsedilen stratejiler temel alınarak alternatif petrol ve doğal gaz boru hatları bağlamında incelenecektir.

1.  ABD’nin Küresel Enerji Güvenliği Stratejisi

ABD’nin de içerisinde yer aldığı endüstrileşmiş Kuzey ülkeleri var olan küresel enerji düzeninin temel belirleyicileri olup, dünyadaki CO2 salınımlarının % 75’inin de kaynağı oluşturmaktadırlar. Buna ilaveten dünyanın mineral ve maden kaynaklarının % 70’ini tüketmektedirler.[1] ABD’nin enerji politikası öncelikle küresel bir boyuta sahip olup, bu politikanın temelini oluşturan ana unsur dünya çapında artmakta olan arz ve kaynak çeşitliliğidir. Mevcut durumda, ABD kendi enerji güvenliğini ve küresel ekonomik sistemin sürdürülebilirliğini sağlamaya yönelik olarak dünyanın en önemli petrol ve doğal gaz üreticisi ülkeleriyle yakın işbirlikleri içerisinde bulunmaktadır.
1990’larda Amerikan yönetimleri daha çok ülkenin uzun dönemli enerji güvenliğinin sağlanması için çaba göstermişlerdir. Amerikan ekonomisinin petrol ithalatına olan bağımlılığının sürekli olarak artmakta olması bu konudaki kaygıları daha da ön plana çıkarmıştır.[2] 2000’li yıllara bakıldığı zaman ABD’nin özellikle Körfez ülkelerinden ithal ettiği petrol miktarında artış olduğu gerçeği ile karşılaşılmıştır. Bu yüzden ABD’nin stratejik hedefi olarak hem Amerikan hem de dünya enerji talebini karşılayabilecek her türlü kaynak çeşitliliğinin (özellikle Hazar Havzası) ve enerji türünün gerçekleştirilmesi ortaya konulmuştur. Amerika, petrol ithalatında tek bir kaynağa bağımlı kalmayı istememektedir.
Petrol ihracatçılarının sayısının çoğalması öncelikle Körfez bölgesinde meydana gelebilecek herhangi bir siyasi karışıklık durumunda ABD, Batı Avrupa ve Japonya’ya petrol sevkiyatında yaşanabilecek kesinti riskini de azaltmış olacaktır. Bu bağlamda, Körfez ülkelerinin ve OPEC’in dünya petrol fiyatlarını belirleme yeteneğini azaltması durumunu da ortaya çıkarabilecektir.
Hazar Havzası coğrafi açıdan kapalı bir bölge olmasından dolayı, burada bulunan fosil yakıt ve hidrokarbon üreticisi ülkeler bu kaynaklarını dünya pazarlarına iletmek konusunda birçok problem ile karşı karşıyadırlar. Bu ülkelerin enerji kaynaklarını değerlendirebilmeleri ve zenginlik seviyelerini artırabilmeleri için ABD, çeşitli boru hattı projelerine destek vermektedir. Hazar bölgesinin Amerikan politikasında sahip olduğu konumunun ana belirleyici faktörü ABD’nin enerji çıkarlarıdır.[3] 1990’lı yılların ortalarından itibaren Washington, Hazar Denizi ürünlerinin pazarlanması amacıyla bir doğu-batı eksenini destekleme kararını verdi. Amerikan yönetimine göre bu eksenin en temel özelliği Rusya ile İran arasındaki kuzey-güney ekseninin ehemmiyetini azaltıyor olmasıydı. Burada bahis konusu olan, bölgede Rusya’nın nüfuzunu sınırlandırmak, Kafkasya ve Orta Asya’daki eski Sovyet cumhuriyetlerinin “batı yanlısı” eğilimlerini desteklemek, dünya enerji kaynaklarının çeşitliliğini artırmak, İran’ı bölgesel düzeyde tecrit etmek ve de Amerikan şirketlerinin çıkarlarını korumak ve desteklemekti. Bu hedefler bağlamında, bölge ülkelerinin petrol ve doğal gaz kapasitelerinin geliştirilmesi için aşağıdaki gerekli önlemler belirlenmiştir. Bunlar;
Kısa ve uzun vadede enerji kaynaklarının ihracat yollarının çeşitlendirilmesi;
Türkiye üzerinden geçecek petrol boru hattı projesinin desteklenmesi;
İran’a önemli miktarda siyasal, ekonomik ve stratejik kazanımlar sağlayacak projelerin yasaklanması ve bloke edilmesi;
Amerikan şirketlerinin çıkarları doğrultusunda Hazar Boru Hattı Konsorsiyumu’nun yeniden yapılandırılması.
Zbigniew Brzezinski’ye göre sınırlı bir büyüklüğe ve az bir nüfusa sahip olmasına rağmen, Azerbaycan elinde bulundurduğu çok büyük enerji kaynaklarıyla jeopolitik bakımdan bir öneme haizdir. Hazar Denizi yatağı ve Orta Asya zenginliklerini içeren şişe içindeki bir mantardır.[4] Eğer Azerbaycan tamamen Moskova’nın kontrolü altına girerse Orta Asya devletlerinin bağımsızlığı büyük ölçüde anlamsızlaşabilir. Azerbaycan’ın bağımsızlığı anlamsızlaştırıldıktan sonra son derece önemli petrol kaynakları da Rusya’nın hâkimiyetinin süjesi olabilir. Rusya’nın hâkimiyetinde olmayan bir bölgeden geçen boru hattıyla Batı pazarıyla bütünleştirilmiş olan Azerbaycan, ileri ve yüksek enerji tüketimi olan ekonomilerle enerji kaynakları bakımından zengin olan Orta Asya arasında ulaşımı gerçekleştirebilen bir anayol olma potansiyeline sahiptir.
Mayıs 1998’de Washington yönetimi, geniş ölçekli Hazar Denizi Girişimi’ni deklare etmiştir. Aynı zamanda Amerikan firmalarının ilgisine mazhar olmayan Bakü-Ceyhan projesine politik desteğini giderek artırmıştır. Hazar politikasının önemini vurgulamak ve etkinliğini sağlamak amacıyla, Haziran 1998’de Amerikan Başkanı ve Dışişleri Bakanı için ABD’nin Hazar temelli enerji diplomasisini organize edecek özel bir danışman (ilki Richard Morningstar) atanmıştır.[5] İlk başlarda Hazar kaynaklarının Amerikan enerji güvenliği açısından sahip olduğu önemin üzerinde daha çok durulurken, yeni dönemde özellikle bölge ülkelerinin petrol ve doğal gaz sektörlerinin geliştirilmesinin yanı sıra ABD’nin Orta Asya ve Kafkasya’daki stratejik çıkarlarının savunulmasını ön plana çıkarılmıştır. Enerji diplomasisi, içerik açısından daha kapsamlı bir stratejinin alt başlığı olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Morningstar, “dört önemli stratejik hedefi” gerçekleştirmeye yönelik bir araç olarak gördüğü boru hattı projeleri ile ilgili görüşmeleri tamamıyla politik alana çekmiştir. Bu hedefler aşağıdaki hususları içermektedir;
Hazar bölgesindeki yeni cumhuriyetlerin bağımsızlıklarının ve refah seviyesinin güçlendirilmesi ve ekonomik ve siyasi reformların teşvik edilmesi;
Bölgenin yeni ulus-devletleri arasında ekonomik ilişkileri geliştirmek suretiyle, bölgesel ihtilafların ve muhtemel savaşların önüne geçilmesi;
Amerikan ve diğer şirketler için ticari ve yatırım imkânlarının iyileştirilmesi ve
ABD ve müttefiklerinin enerji güvenliğinin desteklenmesi ve Hazar bölgesinin bağımsızlığının korunmasıdır.
28 Ocak 2010 tarihinde Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı’nın Avrasya Enerji Birimi Özel Temsilcisi Büyükelçi Richard Morningstar Amerikan İlerleme Merkezi’nde yaptığı bir konuşma ile Birleşik Devletlerin 2010 ve sonrasında Amerikan hükümetinin Avrasya enerji konuları ile ilgili politikalarını ortaya koymuştur. Buna göre Washington’un Avrasya bölgesine yönelik stratejisinin 4 unsuru bulunmaktadır. Bunlardan ilki, aynı zamanda alternatif teknolojilerin yanı sıra tüm enerji kaynaklarının kullanımında verimliliği ve muhafazayı desteklerken, diğer yandan da yeni petrol ve doğal gaz kaynaklarının geliştirilmesini teşvik etmektir.[6] Washington burada Azerbaycan ya da Türkmenistan’da yeni doğal gaz üretiminden bahsederken bunun Birleşik Devletlerin çıkarı için olmadığını ifade etmektedir. Bu durum küresel enerji güvenliğini arttıracak biçimde uluslararası gaz akışına katkıda bulunacaktır. Bu stratejinin bir diğer parçası ise, Amerikan yönetimi, Avrupa’nın kendi enerji güvenliğini sağlamaya yönelik arayışlarına destek vermek istemektedir. Bu stratejinin son ayağında ise; Birleşik Devletler, Kafkasyalı ve Orta Asyalı üretici ülkelerin hidrokarbon kaynaklarını satmaları için yeni pazarlar bulmalarına yardımcı olmak yer almaktadır.
 
2. Türkiye’nin Enerji Stratejisi

Türkiye, enerji arenasında hem tüketici olarak, hem de Doğu-Batı Koridorundaki bölgesel enerji akışları için bir geçiş rotası bağlamında temel bir oyuncudur.[7] Özellikle, hırslı sanayileşme ve modernleşme projelerinin desteklenmesi çerçevesinde ülkenin enerji ihtiyaçları 1993’den beri yılda yaklaşık olarak % 8-10 oranında artmış ve enerji, Türkiye’nin Ortadoğu’yla giderek artan bir biçimde bütünleşmesinde itici rolü oynamaya devam etmektedir. Petrol, hala Türkiye’nin enerji gereksinimin % 40’ını karşılamaktadır. Bu petrolün % 90’ı Ortadoğu’dan (Suudi Arabistan, İran, Irak, Suriye) ve Rusya’dan temin edilmektedir.
Fakat Türkiye’nin enerji kaynağı tercihi jeopolitik olanları da içeren bir biçimde diğer sebeplerden dolayı artan bir oranda petrol yerine doğalgaz tarafından ikame edilmektedir. Buna ilaveten, gaz daha az kirletici ve Türkiye için daha kolay mümkün olan bir şey olup bunun maliyetleri Anadolu’yu transit olarak geçip diğer pazarlara giden boru hatlarından ciddi ölçüde aldığı geçiş ücretleri ile dengelenmektedir.  Türkiye’nin Hazar, Orta Asya ve Ortadoğu devletleriyle yaptığı enerji temin anlaşmaları aynı zamanda ülkenin oralardaki jeopolitik bağlarını da geliştirmektedir. Ankara, kendi doğal gaz kaynaklarını çeşitlendirme konusunda girişimlerini sürdürmektedir.[8] 2010 yılı itibariyle Türkiye’nin gaz tüketiminin yaklaşık % 55’lik kısmı Rusya tarafından ya doğrudan Karadeniz üzerinden ya da Bulgaristan kanalıyla sağlanıyor olacaktır. Diğer % 20’lik kısım ise İran’dan gelecektir. % 13’lük bir bölüm Azerbaycan’dan ve geriye kalan kısım ise Cezayir ve Nijerya’dan sıvılaştırılmış doğal gaz olarak gelecektir. Aynı zamanda Türkiye, Katar ile gaz sağlama konusunda görüşmeler yürütmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Enerji Bakanı Taner Yıldız’a göre Türkiye, yapıcı bir biçimde dünyanın enerji güvenliğine katkıda bulunabilir. Daha özel olaraksa Ankara önemli bir bölgesel rol oynamak suretiyle bir köprü olmaktan daha fazlası olabilir. Bu çerçevede Asya ve Avrupa arasında bölgesel bir merkez olma potansiyeline sahiptir. Türkiye, birtakım özellikleri sayesinde ulusal ve uluslararası enerji taşıma konuları çerçevesinde enerji jeopolitiğinin merkezinde yer almaktadır.[9] Bu nedenlerden ilki, Türkiye’nin jeopolitik konumunun en masrafsız taşımacılık araçları için elverişli olmasıdır. İkinci sebep ise Türkiye’nin jeopolitik pozisyonu çeşitli enerji kaynaklarına ulaşmayı garanti etmektedir. Üçüncü olarak, Ankara kendi eşsiz jeopolitik konumunu merkeze koyan ve bölgesel ve de uluslararası enerji sorunlarını çözme konusundaki becerisini kolaylaştıracak olan bir politik kavramsal çerçeve dayanan enerji politikaları formüle etmektedir.
Türkiye, başta Orta Doğu ve Hazar Havzası olmak üzere, dünyanın ispatlanmış gaz rezervlerinin % 71,8’inin ve ispatlanmış petrol rezervlerinin % 72,7’sinin bulunduğu bir bölgede yer almaktadır.[10] Bu nedenle, Türkiye, kaynak ülkeler ile tüketici pazarları arasında doğal bir köprü işlevi görmekte ve kaynak ve güzergâh çeşitlendirilmesi yoluyla enerji güvenliğinin sağlanmasında önemli bir ülke olarak ön plana çıkmaktadır. Bu hususlar günümüzde Avrupa’da daha da önem kazanmıştır. Avrupa’nın enerji arz güvenliğine katkı sağlayacak olan tamamlanmış ve halen gerçekleştirilmekte olan önemli boru hattı projeleri, Avrasya enerji ekseninde önemli bir transit ülke ve bölgedeki enerji merkezi olarak Türkiye’nin oynamakta olduğu rolün önemini arttırmaktadır.
Bu hedeften hareketle, Türkiye, geniş Hazar Havzası hidrokarbon kaynaklarının doğrudan Batı pazarlarına ulaştırılmasını öngören ve “21. Yüzyılın İpek Yolu” olarak sunulan Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun gerçekleştirilmesine ön ayak olmuştur. Kafkasya ve Orta Asya’yı Avrupa’ya bağlayan boru hattı projeleri, bölgenin Batı ile bütünleşmesi açısından faydalı olacaktır. Güvenli ve ticari açıdan kârlı boru hatları, bölgeye istikrar ve refahın getirilmesine katkıda bulunacaktır.
Türkiye’nin enerji güvenliğindeki rolü kendisinin jeostratejik öneminin temel bir boyutunu oluşturmakta olup 1990’lardan beri enerji konuları Amerika’nın Türkiye’deki çıkarlarının temeli olmuştur.[11] Kendini çevreleyen bölgelerden gelen enerjinin önemli bir tüketicisi olmasına ilaveten Türkiye çeşitli üreticilerden çeşitli tüketicilere yönelik gerçekleşen enerji ticareti için ana bir kanal olarak ortaya çıkmıştır. Gerçekten de Türkiye enerji bağlamında ortaya çıkan ve gelecekte Avrupa ve dünya ticaretinde temel bir rol oynaması beklenen yeni bir Akdeniz pazarının tam ortasında yer almaktadır.
 
3. Petrol ve Doğalgaz Boru Hatları Çerçevesinde Türk-Amerikan İlişkileri

Brzezinski’ye göre Ankara ile Hazar Denizi havzası ve Orta Asya’nın geleceğine yönelik yapılacak olan sürekli danışmalar Türkiye’de ABD ile stratejik ortaklık duygusunun gelişmesine katkıda bulunacaktır. Buna ilaveten Amerika Türkiye’nin, Azerbaycan’da, Bakü’den başlayıp Akdeniz kıyısında Ceyhan’a kadar uzanmakta olan boru hattının Hazar Denizi havzası enerji kaynaklarının ana çıkış noktası olarak hizmet etmesine yönelik arzularına da güçlü bir biçimde destek vermelidir.[12]
Türk-Amerikan ilişkileri bağlamında, Türkiye’nin enerji güvenliğinde artmakta olan rolünün bazı anlamlı boyutları bulunmaktadır. Birincisi, enerji transit rotalarının çeşitlendirilmesinin dünya petrol pazarları üzerinde dengeleyici bir etkisi olacak ve eğer Körfez’den gemilerle taşımanın kesintiye maruz kaldığı durumlarda Amerikan stratejik çıkarlarını da destekliyor olacaktır. Türkiye, daha önemli bir enerji transit ülkesi haline geldikçe eğer önerilen projelerin sağlam bir ticari temeli olursa bu durum Amerikan firmaları için yeni fırsatlar yaratabilir. Türkiye, gemilerle gaz ve petrol taşınmasından önemli miktarda geçiş ücretleri kazanmaya devam etmektedir.[13] Aynı anda Boğazlardan idare edilemeyecek sayıda geçen tanker geçişlerini azaltmada bir menfaat sağlayacaktır ki bu Türkiye’nin son on yıldaki boru hattı politikasının ana katalizörü olarak ortaya çıkan güvenlik ve çevresel endişelerinin sebeplerinden birisini oluşturmaktadır. Çünkü Türkiye’nin içinde ve çevresinde geleceğe yönelik enerji geliştirme konusunda iyi bir yöntem petrolden daha çok gazla ilgilidir.
AB perspektifinden petrol ve doğalgaz anlamında enerji sağlayıcı devletler hem doğalgaz hem de petrol ithalatı çerçevesinde üç ana grup altında sınıflandırılabilir.[14] Doğalgaz kullanımında 3 ana arter Rusya, Afrika ve Norveç olarak ortaya çıkmaktadır. Petrol kullanımında, Norveç ve Rusya’ya ilave olarak Ortadoğu ön plana çıkmaktadır. Türkiye’nin öne sürdüğü tez ise AB enerji kullanımında bu üç gruba ilaveten yeni bir rota ya da koridor yani diğer bir deyişle dördüncü arter haline gelebilmektir.
Ayrıca, Türkiye’nin enerji alanında Rusya’nın sağlayıcılığına ve yeni enerji projelerindeki Rus hâkimiyeti ile ilgili olarak endişeleri vardır. Türk enerji tüketiminin tahminen % 65’lik bir kısmını gaz oluşturmakta ve bu gazın kabaca % 65’lik kısmı da Rusya’dan alınmaktadır. Fakat Ankara aynı zamanda kendisinin Rus-Türk enerji ticaretindeki siyasi ve ticari çıkarları konusunda hassas olacaktır. Bölgesel enerji jeopolitiği daha karmaşık bir hale geldikçe ve enerji güvenliği tartışmaları daha ehemmiyet kazandıkça, enerji sadece kolay bir biçimde ikili ilişkilerde bir anlaşmazlık kaynağı olarak gündeme gelebilecektir.[15]
İkinci olarak, Türkiye’nin enerji politikalarının Orta Asya, Kafkasya ve Ortadoğu’daki Amerikan stratejisi için yansımaları olacaktır. Türkiye, Irak gazının ve petrolünün gelecekte Avrupa’ya taşınmasının yanı sıra Azeri petrolü ve gazı için de potansiyel olarak önemli bir pazar olma bağlamında hayati bir iletişim hattı durumunda olacaktır. Fakat ABD-İran ilişkilerinde dönüşümü engellemekte olan Washington, özellikle Türk topraklarının İran gazının ve petrolünün ihracatı için bir koridor olarak kullanılması bağlamındaki Türk-İran enerji anlaşmalarından hoşnut olmayacaktır.[16]
Aynı şekilde Moskova ile yeni bir stratejik rekabette ihtiyatlı olan Washington, Türk altyapısının kullanılması yoluyla Rus mallarının Avrupa’ya ve Ortadoğu’ya ihraç edilmesinin genişlemesini sınırlandırıcı birtakım çabalar içinde bulunabilir. Her iki durumda da Türkiye, sorunlu komşularıyla enerji temelli ilişkilerini sınırlandırmaya gidecektir ki, eğer bu durum Türkiye’nin kendi ekonomik ve siyasi çıkarlarına ters düşerse Amerika’nın bu yöndeki baskılarına karşı gelebilir. Eğer ikili ilişkiler genel olarak sorunlu olursa, bu bölgedeki Amerikan kaldıraç gücü daha da azalmış olacaktır.
Üçüncü ve son olarak, Amerikan’ın tavrının Türkiye’nin kendi enerji çıkarları üzerinde etkisi olacaktır. Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı’na Amerikan desteği Türk perspektifine göre kesinlikle stratejik idi. Fakat BTC’nin kapasitesi Irak’tan İskenderun’a giden mevcut hattın tahminen yarısıdır. Irak’ta 10 yıldır devam eden ekonomik yaptırımlar ve devam eden güvensizlik durumu şu anlama gelmektedir; sadece göreceli olarak Irak petrolünün az bir miktarı Türkiye kanalıyla pazara aktarılmaktadır. Kısacası ABD’nin petrol üretimini etkilemek ve boru hatlarının güvenliğini sağlamak için Irak’ta yapacaklarının Türkiye’nin transit bir ülke oynayacağı ve elde edeceği gelir üzerinde çok önemli bir etkisi bulunmaktadır. Jeopolitik risk, Türkiye’nin çevresindeki ve Türkiye’den geçen enerji altyapısının daha da geliştirilmesine yönelik ana bir engel olup Türk bakış açısına göre ABD dış ve güvenlik politikası bu riskleri kontrol altına alabilir veya tahrik edebilir. Enerji jeopolitiği, Amerika’nın ve Avrupa’nın Türkiye’nin stratejik önemi ile ilgili algılamalarını ve Türkiye’nin kendi uluslararası rolü hakkındaki hissiyatını güçlendirecektir.
Fakat rotaların çeşitlendirilmesi, projelerin geliştirilmesi ve ticari karlılıkla ilgili altı çizilen temel sorunlar Türkiye’nin enerji politikasını Amerikan stratejik hedeflerini destekleyecek biçimde kullanmasını zorlaştıracaktır. Yine de Türkiye, yeni boru hattı projelerinin güvenli bir biçimde ilerlemesi ve var olan rotaların kapasitelerinin giderek artmasına izin verecek şekilde Washington’ın, kendine yakın bölgelerde (ve Türkiye’nin kendi Güneydoğusunda) güvenlik için gerekli koşulları yaratmasına yardımcı olmasına konusunda bu ülkeye bakacaktır.
Azerbaycan’ın bağımsızlığını elde etmesinden sonra Batılı petrol şirketleri dikkatlerini Hazar bölgesi enerji kaynaklarına yöneltmişlerdir. Rusya’nın arzusu Azerbaycan petrolünün kuzey hattı adı verilen bir hatla taşınması yönünde olmuştur.[17] Böylece, Bakü’den Rusya’nın Novorossisk limanına ulaştırılacak olan petrol buradan tankerlerle Boğazlar yoluyla dünyaya ulaştırılmış olacaktı. Rusya, Sovyetler Birliği döneminde inşa edilen boru hattının kendisini bu rekabette avantajlı kılacağını düşünmekteydi.
Türkiye ise petrolün taşınmasında kendi topraklarından geçecek olan Bakü-Tiflis-Ceyhan hattını ön plana çıkarmaktaydı. İran ise petrolün kendi üzerinden taşınmasını arzulamaktaydı. Bunlardan İran hattı, ABD’nin muhalefetiyle karşılaşmıştır. ABD ve Türkiye’nin desteklemekte olduğu doğu-batı enerji koridoru ve Rusya seçeneği arasındaki mücadelede Türkiye, Boğazlardaki var olan yoğun trafiği ve bunun İstanbul için oluşturduğu tehlikeleri gündeme getirmiştir. Türkiye’nin Boğazlar’ın var olan trafiğine ilaveten bir de Hazar petrolünün buradan taşınması durumunda ortaya çıkacak ilave trafiği kaldıramayacağı görüşünün yanı sıra Rusya alternatifine karşı başka düşünceler de öne sürülmüştür. Rusya’nın Novorossisk limanındaki iklim şartları, Azerbaycan’dan Rusya’ya giden boru hattının güvenli olmayan bölgelerden geçmekte olduğu ifade edilmiştir. Bakü’den Ceyhan Limanı’na ulaşacak bir hattın ise çevresel avantajlarının ortaya konulduğu gibi Ceyhan Limanı’nın lokasyonu, yılın 365 günü operasyonel olabilmesi ve de Ceyhan Limanı’nın yılda 120 milyon ton petrolü kaldırabilecek kapasiteye sahip olması Türkiye’nin hattın avantajlarıyla ilgili ileri sürdüğü tezlerdi. Bu hattın dezavantajını ise 3 milyar dolara varan maliyetin projeyi pahalı hale getirdiği hususu oluşturmaktaydı.
Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı’na (BTCHPH) giden sürecin başlangıcı 1994 yılında “Yüzyılın Anlaşması” olarak ortaya konan 8 milyar dolarlık anlaşma ile olmuştur. Amaco, Penzoil, UNOCAL, Exxon, Ramco, Staatoil, Itochu, Delta, SOCAR, TPAO ve Lukoil’in içinde bulunduğu Azerbaycan Uluslararası Petrol Konsorsiyumu oluşturulmuştur.[18] TPAO’nun önceleri % 1,75’lik hissesi bulunmaktayken Azerbaycan şirketi SOCAR’dan aktarılan % 5’lik payla hisse oranı % 6.75’e çıkarılmış bulunmaktadır.  BTC projesinin ticari çekiciliğini artırmak için Washington yönetimi, Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan’a yatırımcılar için avantajlar sağlanması ve petrol geçişi için ödenen vergi oranlarının azaltılması konusunda baskıda bulunmuştur. Projenin bölgesel bir inisiyatif olduğunu vurgulamak amacıyla ABD, Ekim 1998’de Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan ve Özbekistan Devlet Başkanlarının katıldığı Ankara Deklarasyonu adlı bir imza töreni organize edilmiştir. Bu Deklarasyona dönemin ABD Enerji Bakanı Bill Richardson da gözlemci olarak imza koymuştur. Richardson, doğu-batı enerji koridorunun parçası olan bu hattın bölgede ekonomik gelişme ve ulusların zenginliğine artı değer sağlayacağını belirtmiştir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın 1999 yılındaki zirvesinde Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan, Türkmenistan ve Kazakistan BTC’ye olan desteklerini tekrar vurgulamışlardır. 2000 yılında Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye ana boru hattı taslağı konusunda anlaşmaya vararak ileri bir aşamaya geçmişlerdir.
Gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda finansman sorununun ortadan kaldırılmasıyla hız kazanan BTC boru hattından deneme amaçlı petrol, 25 Mayıs 2005 tarihinde pompalanmış ve daha sonra hattan petrol akışı başlatılmıştır. Yıllık 50 milyon ton (günde 1 milyon varil) kapasitesi olan BTC boru hattının açık denizlere çıkışı bulunmayan Hazar bölgesinin petrol kaynakları için ana ihraç güzergâhı olması düşünülmektedir. Çalışma ömrünün en az 40 yıl olması planlanan bu hattan ilk petrol 28 Mayıs 2006 tarihinde Ceyhan’da yapılmış olan ve dünyanın en büyük ham petrol ihraç tesisleri arasında gösterilen Ceyhan Haydar Aliyev Terminali’ne ulaştırılmıştır. 4 Haziran 2006 tarihinde BTC boru hattıyla Akdeniz’e getirilen petrol, ilk tankerle dünya pazarlarına gönderilmiştir.[19] Bu hattın resmi açılış töreni 13 Temmuz 2006 günü Ceyhan’da gerçekleştirilmiştir. Hattın toplam uzunluğu 1760 kilometredir (Azerbaycan: 445 km, Gürcistan: 245 km ve Türkiye: 1070 km). 5 Ocak 2009 tarihi itibariyle BTC üzerinden 653 tankere yaklaşık toplam 520 milyon varil petrol yüklemesi gerçekleştirilmiştir. 16 Haziran 2006 tarihinde Kazakistan, BTC petrol boru hattı projesine resmi olarak katılmıştır. Bu amaçla, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev arasında anılan tarihte, Almatı’da Ev Sahibi Ülke Anlaşması imzalanmıştır. Kazak ham petrolü, Hazar Denizi’nden tankerlerle Bakü’ye getirilerek, BTC boru hattıyla Ceyhan’a 2008 Kasım’ından itibaren pompalanmaya başlanmıştır.
Bakü-Tiflis-Erzurum Doğalgaz Boru Hattı ise Doğu-Batı Enerji Koridorunun ikinci bileşenini oluşturmaktadır. Güney Kafkasya Boru Hattı olarak da bilinen bu hat ile Hazar Denizi’nin Azerbaycan’a ait kesiminde yer alan Şahdeniz sahasında üretilecek doğal gazı Gürcistan üzerinden Gürcistan-Türkiye sınırına ulaştıracak olan boru hattından yılda 6,6 milyar metreküp doğal gaz ihraç edilmesi öngörülmektedir. Azerbaycan ile Türkiye arasında Mart 2001 tarihinde GKBH projesi ile ilgili olarak Hükümetlerarası Sözleşme ve Alım-Satım Sözleşmesi, Eylül 2002’de ise Azerbaycan ile Gürcistan arasında GKBH ile doğal gazın Azerbaycan ve Gürcistan’dan ve onların sınırları dışında transiti, transferi ve satışı konusunda sözleşme imza edilmiştir. Boru hattının inşasına Ekim 2004’de başlanmış ve Mayıs 2006’da ise ilk kullanım gazı, aynı senenin Aralık ayındaysa ilk ticari gaz gönderilerek boru hattı faaliyete geçirilmiştir. İlk Şahdeniz gazı Temmuz 2007’de Türkiye’ye ulaştırılmıştır.

BTE Doğal Gaz Boru Hattı aynı zamanda, Türkmenistan ve Kazakistan’da yer alan dünyanın dördüncü büyük doğal gaz rezervlerine erişecek olan Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’nin ilk saç ayağı olarak değerlendirilmektedir. 2007 senesinde ise şu anda kullanılmakta olan tabakanın altında bulunan yüksek basınçlı yeni bir tabaka ortaya çıkarılmıştır.[20] Bu keşif sonrasında yapılan kuyu verileri tetkiki sonucunda Şahdeniz projesinin 2. aşamasının başlatılması kararı alınmıştır. 2. aşamanın toplam maliyetinin 10 milyar dolar civarında olması öngörülmekte ve yıllık doğalgaz üretiminin ise 12-15 milyar metreküp seviyesinde olacağı düşünülmektedir. Güzergâh ve kaynak çeşitlendirmesine ekstra katkılarda bulunacak olması nedeniyle Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı Projesi özel bir ivedilik kazanmıştır. Arz güvenliği açısından, Kazakistan ve Türkmenistan’ın doğal gaz ve petrollerini Batı pazarlarına ihraçlarında tek bir ülke veya rotaya bağımlı kalmamaları da önem taşımaktadır.




Kaynak: 




***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder