21 Aralık 2019 Cumartesi

DOĞU AKDENİZ ENERJİ REKABETİ. BÖLÜM 2

DOĞU AKDENİZ ENERJİ REKABETİ. BÖLÜM 2



GAZZE MARİNE 



Gazze Marine Doğu Akdeniz havzasında keşfedilen ilk enerji sahalarından biridir. ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi’nin bölgede yaptığı çalışmaya göre Gazze Marine havzasında yaklaşık 1 trilyon kübik feet doğalgaz bulunduğu tahmin edilmektedir. 

Gazze Marine, konum itibarıyla Tamar ve Leviathan’a kıyasla kıyıya daha yakın ve işletime uygunluk açısından daha sığ olmasına rağmen henüz el değmemiş bir bölgedir. 
Bölgenin işletim haklarını elinde bulunduran British Gas, Filistin Otoritesi, 
Birleşik Devletler ve The Office of the Quartet Representative, bölgenin geliştirilmesi ni desteklemek için gerekli girişimlerde bulunmuştur. 

British Gas, bölgedeki yatakların keşfinden 2007’ye kadar, Gazze Marine 
bölgesinden gaz satışı için İsrail hükümeti ile bir dizi anlaşma yapmıştır. Ancak mutabık kalınan anlaşmaların başarısız olmasının ardından British Gas anlaşmalardan çekilmiştir.8

Kaynak: Energy Policy, Brenda Shaffer, 

http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0301421511004113 

2008 yılında İsrail’deki ofisini kapatan British Gas, değer kaybetme riski olmasına rağmen hisse senetlerinin %90’ını elinde tutmaya devam etmektedir. Şirket, hem İsrail hem de bölgenin asıl hak sahibi olan Filistin Otoritesi ile ilişkilerini sürdürmüştür. Gazze Marine‘in geliştirilmesi önündeki en büyük zorluklar politik anlaşmazlıklar ve güvenlik sorunlarıdır. 2007’de HAMAS’ın Gazze’de yönetime gelmesinden bu yana İsrail Gazze Şeridi’ne yönelik ağır bir 
abluka ve ambargo uygulamaktadır. Bu durum Gazze Şeridi’ndeki altyapının, 
elektrik şebekesinin, yolların ve su rezervlerinin gelişmesi önündeki en büyük engeldir. 

İsrail ayrıca 2007’den itibaren Gazze Şeridi’ne çok sayıda saldırı düzenlemiştir. 
Bu saldırılar hem birçok kişinin hayatını kaybetmesine hem de bölgenin altyapısının onarılamaz şekilde tahrip olmasına neden olmuştur. Gazze için Ulusal Erken Kalkınma ve Yeniden Yapılanma Planı (National Early Recovery and Reconstruction Plan for Gaza) öngörüsüne göre enerji, su, sağlık ve tarım tesislerine karşı yapılan saldırılarda zarar gören yerlerin onarılabilmesi için 850 milyon Amerikan dolarından daha fazlası gerekmektedir.9 

İsrail’in Gazze Şeridi’ne 2014’te yaptığı saldırılardan bu yana İsrail-Filistin arasında Gazze Marine’in geliştirilmesine dair çok az bir temas söz konusu olmuştur. 

Keşfedildiği günden itibaren Gazze Marine bölgesinin geliştirilmesi ve rezervlerin 
çıkartılması hususunda göz önünde bulundurulması gereken çok fazla kriter olduğundan konu üzerinde kayda değer bir ilerleme kaydedilememiştir. 
1999 yılında dönemin İsrail başbakanı Ehud Barak Filistin’in bölge üzerindeki hak iddialarına karşı çıkmamış, Filistin Otoritesi de buranın keşif lisansını 25 yıllığına British Gas’a vermiştir. Ancak 2000 yılında İsrail’in Yam Tethys Konsorsiyumu (Houston merkezli Noble Enerji ve İsrail’in Delek Grubu) British Gas’ın Gazze açıklarında keşif yapmasının yasaklanması gerektiğine ilişkin İsrail Yüksek Mahkemesi’ne bir dilekçe vermiştir. Mahkeme belgelerine göre Yam Tethys, Filistin Otoritesi’nin bölgenin lisansını British Gas’a verecek kadar bölgede 
yasal yetkiye sahip olmadığını iddia etmiştir.10 

2001’de Yam Tethys Konsorsiyumu British Gas’ın bölgede arama ve keşif yapmasına izin veren lisansını iptal ettirmek amacıyla tekrar mahkemeye başvurmuştur. Ancak mahkeme bu konu hakkında henüz bir karar vermiş değildir. 

British Gas ve İsrail hükümeti, Filistin Otoritesi’nin imtiyaz sahibi olduğu 
bölgedeki doğalgazın satışına dair bir dizi anlaşma yapmak için müzakerelerde 
bulunmuşlardır. Ancak görüşmeler 2. İntifada’nın başlaması ile birlikte sona ermiştir. 2004 yılında British Gas, niyetinin Gazze Marine doğalgazını talep edecek yeni pazarlar bulmak olduğunu ve bu bağlamda Mısır’la birtakım görüşmeler yapmak istediğini açıklamıştır. Mısır açıklarında işletilen tek sıvılaştırılmış doğalgaz terminalinin varlığı dikkate alındığında, British Gas’ın yeni pazar olarak Mısır’a yönelme sebebi anlaşılmaktadır. 
Ancak British Gas’ın bu niyetini açıklaması üzerine, dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair araya girmiş ve bir sonraki yıl British Gas, İsrail ile müzakereleri yeniden başlatmıştır. 11 

O dönemde bölgenin geliştirilmesine dair hazırlanan projelerden biri de İsrail’in güneyde yer alan kıyı şehri Aşkelon’a yakın mesafedeki Gazze Marine bölgesinde bir boru hattı yapılması projesidir. Ancak bu konu üzerinde bir anlaşmaya varılamamıştır. Bunun sebebinin ücretlendirme konusunda yaşanan anlaşmazlık 
olduğu düşünülmektedir. Taraflar arasında devam eden müzakerelerin arka planında - endişeleri olmasına rağmen- İsrail’in HAMAS ile anlaşma niyetinde olduğu görülmektedir. 

2007’nin sonlarına doğru, Ehud Olmert’in başbakan olduğu dönemde, taraflar, British Gas ve İsrail’in sahada bulunan gazın Gazze Marine’den denizaltı boru hattı ile Aşkelon’a aktarılması konusunda vardıkları anlaşma çerçevesinde yakınlaşmışlardır. 

İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırılarının artması ve İsrail’le başlattığı 
görüşmelerin sürekli sekteye uğrayarak başarısızlıkla sonuçlanması üzerine British Gas İsrail’le yaptığı müzakerelerden 2007’de çekilmiş, ertesi yıl da İsrail’deki ofisini kapatmıştır. 

2013 yılında ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Filistin ekonomisini canlandırmak 
için 4 milyar dolarlık bir yardım planı önermiş, İsrail de Gazze Marine’in geliştirilmesi için destekte bulunmuştur. Gazze Marine’e yapılan bu yardımla Filistin ekonomisinin dışa bağımlılığının azalacağını öne süren ABD, aslında Filistin’in İsrail’e ekonomik anlamda daha fazla bağımlı hale gelmesini hedeflemiştir. 

Zira bu planla Gazze Marine sadece İsrail’in enerji güvenliğine katkı sağlayacak ayrıca İsrail-Filistin arasındaki dengesiz barışı da finanse edecektir. Bu sebepten dolayı 2013-2014 barış müzakereleri devam ederken Gazze Marine’in geliştirilmesi konusu da tartışılmış, fakat Nisan 2014’te görüşmeler bozulmadan 
önce, üzerinde uzlaşılan herhangi bir anlaşma olmamıştır. 

Filistinliler için enerji konusunda yapılacak iş birliği dönüştürücü etkiye sahip olabilir. Zira İsrail’in gaspının önlenmesi halinde, sadece Gazze Marine’in devlete 2,5-7 milyar dolar arası bir kazanç sağlayacağı tahmin edilmektedir. Bu rezervin geliştirilmesi ile elektrik üretimi için gerekli iç yakıt, Gazze bölgesinde deniz 
suyunun temiz suya dönüştürülmesi için yeterli enerji ve tarımsal ilerlemenin 
hızlanması için ihtiyaç duyulan katkı sağlanmış olacaktır. Dolayısıyla bu durumun Gazze ekonomisine katkısının olumlu olacağı aşikârdır.12 

FİLİSTİN TOPRAKLARINDA ELEKTRİK ENERJİSİ 

Filistin, enerji konusunda iki ana sorunla karşı karşıyadır: İlk olarak hem elektrik üretimi (planlama ve fiyatlandırma) hem de Filistin Otoritesi altındaki topraklar da insan ve emtia akışının sağlanması noktasında İsrail’in baskı ve yıldırma politikalarına maruz kalmaktadır. İkinci olarak ise, Filistinli elektrik üreticileri hak edilenden az ödeme alma, yanlış faturalandırma hatta elektrik hırsızlığından 
muzdariptir. Bütün bu olumsuzluklar Filistinli şirketlerin ana tedarikçileri olan Israel Electrical Corporation’a borçlanmalarına sebep olmaktadır. 

Ortadoğu’daki birçok ülkede olduğu gibi Filistin’de de enerji sisteminin karşı karşıya olduğu en büyük problem, finansal sorunların üstesinden gelmede yetersiz kalınmasıdır. 
Filistin Otoritesi enerji sistemi üzerinde hâkimiyeti nin olmamasından  kaynak lanan temel bazı sorunlarla karşı karşıyadır. 

Filistinliler elektrik konusunda hem Batı Şeria’da hem de Gazze Şeridi’nde neredeyse tamamen İsrailli tedarikçilere bağımlıdır. İsrail ve Filistin arasında yapılan Oslo Anlaşması’na göre, Filistin Otoritesi Batı Şeria ve Gazze Şeridi ile bitişik bölgeler olan A ve B bölgelerinde tam kontrole sahiptir. Ancak İsrail’in 
tam kontrolü altındaki C bölgesininki bu bölge A ve B bölgelerini kuşatmış durumdadır- altyapısının ihtiyaç duyduğu üretimin çoğu İsrail’in iş birliğine dayanmaktadır. 

Nüfustaki artışa paralel olarak artan enerji ihtiyacının karşılanmasının yanı sıra enerjiye ulaşımda istikrarın sağlanması da gittikçe önem arz eden bir konu olmaya başlamıştır. 
Hâlihazırda elektrik üretiminin olmadığı Batı Şeria’nın ihtiyaç duyduğu enerji İsrail ve Ürdün’den temin edilmektedir. Mevcut durumda Batı Şeria’da her yıl 860 megawatts (MW) elektrik tüketimi olduğu tahmin edilmektedir. Bu miktarın 
2020 yılına kadar 1310 MW’a çıkması beklenmektedir. 
Gazze Şeridi’ndeki durum ise oldukça vahimdir. Zira yıllık 410 MW’a yakın elektrik enerjisine ihtiyaç duyan Gazze Şeridi’ne yılda sadece 201 MW’a yakın 
bir miktar elektrik verilmektedir. 2020’ye kadar bu talebin Gazze’de de 1310 MW’a yükseleceği tahmin edilmektedir.13 

Filistin Otoritesi yakın bir tarihte Batı Şeria’nın iki tarafında İsrail’e bağımlılığı azaltacak olan elektrik üretimi için yeni kombine çevrim gaz türbini projesini geliştirmiştir. Mevcut planlara göre Batı Şeria’nın kuzeyinde bulunan Cenin şehrinde maliyeti yaklaşık olarak 500 milyon doları bulan 400 MW’lık bir enerji 
santrali kurulması öngörülmektedir. 

Batı Şeria’nın güneyinde bulunan el-Halil’de ise daha gelişmiş bir santralin kurulumu düşünülmektedir. Ocak 2014’te The Palestinian Power Generation Company/PPGC, İsrail’in kıta sahanlığında bulunan Levithan gaz yataklarındaki üretim başlar başlamaz 4,75 milyar kübik metre (bcm), (yaklaşık olarak 167 milyar kübik feet/bcf) gazın satın alımı anlaşmasını imzalamıştır. Böylece Cenin’  de kurulacak olan elektrik santrali için gerekli olan doğalgaz sağlanmıştır. 20 yıl süreli olan bu anlaşma yaklaşık 1,2 milyar Amerikan dolarına mal olacaktır. Anlaşma ayrıca, santrali PPGC’nin işleteceğini de öngörmektedir.14 Hâlihazırda 
el-Halil’de kurulması planlanan tesis için ise herhangi bir enerji tedarik anlaşması imzalanmamıştır ve her iki projenin başlayabilmesi için de hem Filistin Otoritesi’nin hem de İsrail’in izin vermesi gerekmektedir. 

2014 yazında, İsrail’in Filistin’e saldırmasından önce, Gazze Şeridi 2002’den itibaren işletimde olan ve sadece %50 kapasite ile 140 MW elektrik üreten gaz yakıtlı tek bir elektrik santraline sahipti. İsrail’in bölgeye düzenlediği saldırılardan sonra bu santral de düzenli hizmet veremez hale gelmiştir. 
Bu da Gazze’de halkın günlük ihtiyacı için gerekli elektriğe erişimini büyük ölçüde etkilemektedir. Kaldı ki tesis tam kapasite çalışsa bile Gazze 
halkının talebinin tamamını karşılayacak potansiyele sahip değildir. 
İsrail saldırılarından sonra üretimi büyük ölçüde düşen tesis, son yıllarda ancak ithal ettiği dizel yakıtı kullanarak 60 MW kapasite ile çalışabilmektedir.15 
Mevcut altyapı yetersizliğinden dolayı Gazze Şeridi’ne doğalgaz tedariki de sağlanamamaktadır. 
Bu yüzden Gazze’nin enerji ihtiyacı ağırlıklı olarak İsrail ve Mısır’dan ithal edilen elektrik ile sağlanmaktadır. İsrail’den yaklaşık olarak yıllık 120 MW, Mısır’dan ise 28 MW elektrik ithal edilmektedir. 

Ancak bu rakam Gazze’nin elektrik toplam ihtiyacının yarısından daha azına tekabül etmektedir.16 

Eylül 2016 Batı Şeria’nın aksine Gazze Şeridi sabit ve istikrarlı bir elektrik tedarikinden yoksundur. Ayrıca İsrail’in Gazze Şeridi’ne uyguladığı insanlık dışı ambargo da bu alanda yaşanan sıkıntıyı arttırmaktadır. 
Gazze’de sivil halk her gün 12 saatten daha fazla elektrik kesintisine maruz kalmaktadır.17 
Gazze Şeridi’nde enerji üretiminde yaşanan sıkıntıların sebebi sadece ambargo değildir. 
Örneğin 2014 yılında İsrail hava kuvvetleri Filistin Otoritesine ait elektrik tesislerini vurmuştur. Bu da bölgede zaten mevcut olan enerji problemini daha da arttırmıştır. 

Gazze’de elektriğin yetersiz oluşu, kasıtlı olarak kesilmesi ve temiz su tedarikinin kısıtlanması, günlük yaşamın her alanını etkilemektedir. 
Bölgede temel hane halkı ihtiyaçları dışında enerjinin çok büyük bir 
miktarına hem kanalizasyon arıtma sisteminde hem de sağlık hizmetlerinde gereksinim duyulmaktadır. Ayrıca su tedarikinin güvenliği için de elektriğe ihtiyaç duyulmaktadır. Şu an hem Batı Şeria’da hem de Gazze Şeridi’nde toplam 
400 milyon kübik metre suya gereksinim vardır. Batı Şeria’nın su tedariki İsrail’le ortak aküferden sağlanırken Gazze’de iç tedarikin büyük kısmı var olan fakat İsrail saldırıları ile devamlılığı kesintiye uğrayan aküferlerden temin 
edilmektedir.18 

DOĞU AKDENİZ VE BM DENİZ HUKUKU 



Sahildar devletin denizdeki yetki alanlarını kullanmasına yönelik olarak teamül hukukunda belirli terimler bulunmaktadır. Kara suları, bitişik bölge gibi dar deniz alanlarının dışında, devletlere diğer konularda yetkiler tanıyan kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) gibi kavramlar bunlardan başlıcalarıdır. 

1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne kadar yazılı olmayan ve teamül olarak 
uygulanan MEB, diğer maddelere göre daha büyük bir öneme sahip olup 
devletler arasındaki anlaşmazlıkların ve ihtilafların da başlıca kaynağıdır. Doğu Akdeniz Bölgesi’nde de kıta sahanlığı ve MEB kavramları konusunda ciddi uyuşmazlıklar söz konusudur. 
MEB, kara sularının ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 200 deniz milini geçmeyecek şekilde deniz yatağı ve toprak altı canlı ve cansız doğal kaynakların 
araştırılması, işletilmesi, muhafazası ve yönetimi konuları ile; aynı şekilde sudan, akıntılardan ve rüzgârlardan enerji üretimi gibi, bölgenin ekonomik amaçlarla araştırılmasına ve işletilmesine yönelik diğer faaliyetlere ilişkin egemen hakları sahildar devlete sağlamaktadır.19 
Sahildar devletin bu haklardan yararlanabilmesi için öncelikle MEB’in belirlenmesi gerekmektedir. Belirlenme aşamasında “ilan” ve “anlaşma” olarak iki ayrı yöntem bulunmaktadır. Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre sahildar devletin, ilan ettiği MEB’i gösteren bir harita veya coğrafi koordinatlara ilişkin listeleri yayımlayarak bir nüshasını BM Genel Sekreteri nezdinde tevdi etmesi gerekmektedir.20 
Sahilleri bitişik ve karşı karşıya bulunan devletler arasında MEB sınırlandırılması sorun olabilmektedir. Bu konuyla ilgili olarak Uluslararası Adalet Divanı ilgili tüm taraflar arasında varılacak bir anlaşmayla sorunun giderilmesi gerektiğine vurgu yapmaktadır. Bununla birlikte MEB’in tek taraflı ilan edilemeyeceğine dair bir düzenleme de bulunmamaktadır. 
Doğu Akdeniz’e kıyısı olan sahildar devletlerin MEB’lerini ya tek taraflı ya da ikili anlaşmalar çerçevesinde ilan ettikleri görülmektedir. 
Türkiye MEB ilanında bulunmazken GKRY, Suriye, Lübnan ve İsrail MEB 
ilanında bulunan sahildar devletler arasındadır. 
Türkiye açısından Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığı/MEB sınırlandırılması üç ayrı bölgede değerlendirilmektedir: 

.Birinci bölge Türkiye, Suriye ve KKTC kıyılarının bulunduğu bölge. 
.İkinci bölge Türkiye ve KKTC kıyılarının bulunduğu bölge. 
.Üçüncü bölge ise Türkiye, Yunanistan, KKTC, GKRY ve Mısır kıyılarının bulunduğu bölge. 21 

Günümüze kadar Suriye ile Türkiye arasında kıta sahanlığı ve MEB sınırlamasına dair hiçbir resmî girişim ve anlaşma olmamıştır. GKRY’nin Doğu Akdeniz’de sondaj çalışmalarına başlamasıyla birlikte Türkiye ile KKTC arasında 21 Eylül 2011 tarihinde Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması imzalanmıştır.22 

Bu anlaşmayla birlikte KKTC Bakanlar Kurulu, adanın kuzey ve güneyinde Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) petrol ve doğalgaz arama ve çıkarma ruhsatları vermiştir. KKTC Bakanlar Kurulu kararı ile adanın çevresinde yedi münhasır alan belirlenmiş ve bu alanlardan yedincisinde TPAO’ya petrol arama izni verilmiştir. Bakanlar Kurulu’nun verdiği ruhsat çerçevesinde TPAO’ya 
ait Piri Reis Gemisi, KKTC adına sismik petrol ve doğalgaz arama faaliyetlerine başlamıştır. 
Üçüncü bölge olan ve Türkiye, Yunanistan, KKTC, GKRY ve Mısır kıyılarının bulunduğu bölgede ise Türkiye’nin sayılan bu devletlerin hiçbiri ile kıta sahanlığına ilişkin herhangi bir deniz sınırlandırma anlaşması bulunmamaktadır. 

Bölgede Türkiye’ye en fazla sorun çıkaran ve Türkiye’nin denizdeki haklarını 
ihlal ederek diğer devletlerle ikili kıta saha sınırlandırması anlaşması yapan GKRY’dir. GKRY’nin gerçekleştirdiği tek taraflı fiilî uygulamalar, 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin MEB sınırlarının belirlenmesine yönelik 74. Maddesi’ne, kıta sahanlığı sınırlarını belirleyen 83. Maddesi’ne, “Yarı Kapalı Denizlere” ilişkin 122 ve 123. maddelerine, sözleşmenin uygulanmasında hakkın kötüye kullanılmamasını düzenleyen 300 ve 311. maddelerine aykırı düşmektedir.23 

Yukarıda da belirtildiği gibi Doğu Akdeniz’de sahildar devletler arasında yaşanan anlaşmazlığın en temel sebebi, kapalı bir deniz olan Akdeniz’in MEB’lerinin iç içe geçmiş olmasıdır.  

MEB, kara sularının ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 200 deniz milini geçmeyecek şekilde deniz yatağı ve toprak altı canlı ve cansız doğal kaynakların araştırılması, işletilmesi, muhafazası ve yönetimi konuları ile; aynı şekilde sudan, akıntılardan ve rüzgârlar  dan enerji üretimi gibi, bölgenin  ekonomik amaçlarla araştırılmasına ve işletilmesine yönelik diğer faaliyetlere ilişkin egemen hakları sahildar devlete sağlamaktadır. 



3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder