yunanistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yunanistan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ocak 2021 Cuma

ABD, Ambargolar ve Yaptırımlar

ABD, Ambargolar ve Yaptırımlar 


ABD, Ambargolar, Yaptırımlar, Mithat Işık, Analiz, Kıbrıs Barış Harekatı, Yunanistan,ENOSİS, Johnson, mektubu,Kanlı Noel,Kardak Krizi,





Stratejik Düşünce Enstitüsü 
Analiz 
Kd. Albay (E) Mithat Işık 
30 Aralık 2020 17:19 

    Türkiye-ABD ilişkilerinde dönem dönem inişler çıkışlar olmuştur. ABD ile Türkiye ilişkileri hiçbir zaman stratejik müttefiklik düzeyinde olmamıştır. ABD Türkiye'yi kendi çıkar ve menfaatleri doğrultusunda kullanabildiği sürece Türkiye'ye karşı dostane tutum sergilemiştir. ABD Türkiye'yi ve Türk ordusunu istediği zaman Kore Savaşı'nda olduğu gibi kendi çıkarları için kullanmak istemiştir. Ne zaman ki Türkiye kendi ulusal güvenlik ve çıkarlarını gündeme getirmiş, o zaman ABD ile ilişkilerde sıkıntılar yaşanmıştır. Aynı ittifak içerisinde olan iki müttefik ülkeden birinin diğerine yaptırımlar ve ambargo uygulaması kabul edilebilir değildir. 
Buna rağmen ABD 1963 yılından itibaren defalarca Türkiye'ye karşı yaptırım uygulamıştır. ABD'nin amacı bu yaptırımlarla Türkiye'ye bir maliyet ödetmekse, Türkiye'nin de ABD'ye ödeteceği maliyet yüksek olabilir. 

Türkiye'nin Washington ve Brüksel'e karşı uygulayacağı kozları vardır. 
Kıbrıs'ta 1963 yılında Rumlar Türkleri adadan çıkarmak ve imha etmek ENOSİS gerçekleştirmek için Türklere ve Türk köylerine karşı saldırı başlattılar. Başlangıçta 90 Türk Köyü devamında 103 Türk Köyü Rumların saldırılarına maruz kalmış, Lefkoşe’de Türkler şehit edilmiştir. Tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen 21 Aralık 1963 saldırılarında 364 Türk hayatını kaybetmiştir. Türkiye Rumların bu saldırılarını durdurmasını istemiş, saldırılar devam ederse adaya müdahale edeceğini açıklamıştır. Türkiye'nin baskı ve kararlılığı sayesinde Rumlar saldırılarını durdurmuştur ancak Rumlar 1964 yılının yaz başlangıcında tekrar Türklere saldırmaya başlamışlar; bunun üzerine 8 Ağustos 1964 günü Türkiye 30 savaş uçağı ile adaya müdahale etmiş ve Rumların saldırılarını önlemiştir. 

Türkiye'nin adaya müdahalesini önlemek için ABD Başkanı Johnson, Başbakan İnönü'ye bir mektup yaz yazmıştır. Müttefiklik ruhuna aykırı olan bu mektup tarihe Johnson mektubu olarak geçmiştir. Türkiye Başbakanı İnönü de aynı şekilde cevap vermiş ve “Yeni bir düzen kurulur ve Türkiye de orada yerini alır” demiştik. Johnson’ın yazmış olduğu bu mektup Türkiye'nin uyanışının başlangıcı olmuştur. 
Zira o zaman Türkiye adaya çıkarma yapmaya kalksa çıkarma yapacak gemisi yoktu. Çıkarmanın yolcu gemileri ile nasıl yapılacağı komutanlar arasında 
tartışılıyordu. 

Yeterli hava indirme birliğimiz yoktu. Sadece bir hava indirme taburumuz vardı. 
Komando tugayımız yoktu. 

Uçar birlik yapacak yeterli helikopterimiz yoktu. 

Amfibi Deniz Piyade Tugayımız henüz mevcut değildi. 
Johnson’ın mektubundan sonra Türkiye kendi çıkarma gemilerini yaptı hava indirme taburu sayısını 3'e çıkardı. Havadan ikmal birliğini büyüttü. 3 taburlu 
Komando Tugayı’nı kurdu. Amfibi Deniz Piyade Tugayı’nı 3 tabura çıkardı. 
Helikopter sayısını artırdı. Pilot ve teknisyen sayısını yeterli seviyeye çıkardı. 
Komando paraşüt subay, astsubay, erbaş ve er sayısını artırarak tugayların personel mevcudunu %100 seviyeye çıkardı. 

Kara, deniz, hava birliklerimiz, müşterek çıkarma, hava indirme, havadan ikmal ve uçar birlik müşterek tatbikatlarını sık sık yaparak Kıbrıs Harekâtı’na hazırlandı. 
Kıbrıs Barış Harekâtı’nda komando ve paraşüt kursu görmüş genç bir teğmen olarak Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı ile birlikte harekâta katıldım. Barış zamanında 
yaptığımız bu hazırlıklar sayesinde Kıbrıs Barış Harekâtı’nı en az zayiatla ve en kısa sürede yaptık. 
Kıbrıs Barış harekatı'ndan sonra ABD Türkiye'ye Şubat 1974'te silah ambargosu uyguladı. 



Ambargoya karşı Türkiye; 

25 Temmuz 1975'te ABD ile Türkiye arasında 1969'da imzalanan işbirliği anlaşmasını yürürlükten kaldırdı. 
Türkiye'de bulunan tüm ABD üsleri Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kontrolüne geçti. 
Neticesinde ABD 26 Eylül 1978'de ABD Başkanı Jimmy Carter tarafından ambargoyu kaldırdı. 
ABD ambargosu ile birlikte Türkiye kendi silahlarını yaptı, yeni ve daha etkili hafif ve ağır silah ve mühimmat üretti, savunma sanayinin temelleri atıldı. 

Kıbrıs Türk Federe Devleti ilan edildi. 

30 Ocak 1996 Kardak Krizi 

Yunanlılar Aralık’ta Kardak Adası’na asker çıkardı. 
Adaya çıkan Yunan askerleri 31 Ocak 1996 tarihinde Kardak Adası'na çıkan SAT komandoları tarafından adadan çıkarıldı. Bu olaydan sonra ABD Türkiye’ye yeni 
bir engelleme uyguladı. ABD Türkiye'ye hibe ettiği İki firkateyn ve parasını ödediği bir firkateyni almak için deniz kuvvetlerinden 480 personel ABD'ye gitti. 

ABD Kardak krizini bahane ederek firkateynlerin teslimini geciktirdi. 

Bu gecikme Türkiye'ye 50 milyon dolara mal oldu. 

ABD'nin yaptırım ve engellemeleri bugün de devam ediyor 
F-16'ların yenilenmesi 
Atak Helikopterin motorları için ihracat lisansının verilmemesi. 
Türkiye'nin F-35 Programından çıkarılması 
PKK/YPG Terör örgütüne yüzlerce tır silah mühimmat ve malzeme vermesi 
PKK/YPG Terör örgütüne tahrip, sabotaj ve yeni nesil silah eğitimi vermesi. 
FETÖ'nün Elebaşı olan FETÖ'yü Türkiye'ye teslim etmemesi 
Tarih 2020 - Savunma Sanayine karşı yaptırım kararı alması 
CAATSA Yasası 

ABD'nin hasımları ile yaptırımlar yolu ile mücadele etme yasasıdır. Hasım ülke demek diğer bir ifade ile düşman ülke demektir.S-400 hava savunma silahıdır. 
ABD Türkiye'ye patriotları satmamıştır. S-400 almasından rahatsız olmasının sebebi Türkiye'yi hasım ülke olarak görmesidir. Türkiye taviz vermeden dik 
durmalıdır. Verilecek bir taviz başka bir tavizin de habercisi olacaktır. 

14 Mayıs 2020 Perşembe

YUNANİSTAN-İSRAİL YAKINLAŞMASININ TÜRKİYE VE BALKANLARA ETKİSİ BÖLÜM 2

YUNANİSTAN-İSRAİL YAKINLAŞMASININ TÜRKİYE VE BALKANLARA  ETKİSİ  BÖLÜM 2





İsrail ve Yunanistan Arasında Dostluk Dönemi

Mehmet Şahin, İsrail-Yunanistan yakınlaşmasına ilişkin İsrail’in, Yunanistan’ın yıllarca Türkiye’ye karşı kullandığı “Düşmanımın düşmanı dostumdur” düşüncesiyle yaklaştığını söylemektedir.34 Yunanlı akademisyen Thanos Dokos ise, özellikle 2010 itibarıyla İsrail- Yunanistan ilişkilerinde yaşanan canlanmayı üç nedene bağlamaktadır. İlk olarak, Türkiye-İsrail ilişkilerinde yaşanan gerileme sonucunda İsrail’i Doğu Akdeniz’deki stratejik derinliğini arttırması için alternatif bir ortağa ihtiyacı ortaya çıkmıştı. İkinci olarak, Netanyahu hükümetinin Filistinlilere yönelik sert tutumu nedeniyle Batı tarafından eleştirilen ve giderek
yalnızlaşan İsrail için Yunanistan bir çıkış kapısı olarak algılanmıştı. Üçüncü olarak da, Atina içinde bulunduğu ekonomik kriz nedeniyle uluslararası piyasaların dışında kalmış ve yabancı yatırımlara ihtiyaç duymaktaydı. 

Yunanistan bu ihtiyacını Yahudi sermayesi ile telafi etmeyi arzulamakta ve aynı zamanda yine kriz nedeniyle azalan stratejik önemini yeniden yükseltmeyi hedeflemekteydi. Son olarak Mısır’daki gelişmeler, Suriye’deki iç savaş, İran’ın
nükleer programı, Ürdün ve Lübnan’da da olası istikrasızlığın yaşanması İsrail’in bölge dışı ittifaklara yönelmesine neden olmuştur demektedir.35

Aslında İsrail ve Yunanistan ilişkilerinde yakınlaşma adımları daha önce de belirtilen Simitis’in Başbakan olduğu dönemde atılmıştı. Dönemin Yunanistan Milli Savunma Bakanı Yerasimos Arsenis Aralık 1994’te İsrail’e resmi ziyarette bulunan ilk Yunanlı Savunma Bakanı olarak tarihe geçmiş ve iki ülke arasında askeri işbirliği anlaşması imzalanmıştır.36

Ancak her iki ülke söz konusu anlaşmayı bu dönemde faaliyete geçirmekten sakınmıştır. John M. Nomikos İsrail ile Yunanistan arasında imzalanan askeri işbirliği anlaşmasının hayata geçirilmemesinin nedenleri olarak Yunanistan’ın Arap dünyasına yabancılaşmayı istememesi, İsrail’in de Türkiye’yi rahatsız etmekten çekinmesi olarak değerlendirmektedir.37 Başka bir Yunanlı araştırmacı ise Türkiye-İsrail stratejik ilişkilerinin benzerinin İsrail ile Yunanistan arasında yaşanmasının mümkün olamayacağını savunmaktadır. Yunanistan’ın Türkiye ile bu konuda rekabet edemeyeceğini, dolayısıyla İsrail ile stratejik ilişkiler geliştirmeyi düşünmemesi gerektiğinin altını çizmektedir. Onun yerine tarihsel olarak İsrail ile daha yakın bir ilişki içinde bulunan “Kıbrıs” GKRY ile Yunanistan’ın bağlarının güçlenmesi gerekliliğine vurgu yapmaktadır.38 

   Daha önce de ifade edildiği gibi tarihsel olarak iki ülkenin farklı çıkar ve tehdit algılamaları ve son olarak dönemin şartları gibi nedenlerden ötürü İsrail-
Yunanistan yakınlaşması 2010 yılı itibarıyla yaşanmaya başlamıştır.

    Basına yansıyan haberlere göre dönemin Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu 2010’un Şubat ayında Moskova’daki Puşkin Lokantası’nda “tesadüfen”39 İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile bir araya gelmiş ve bu görüşmenin ardından iki ülke arasında askeri, istihbari ve turizm alanlarında işbirliği ilişkileri güçlenmeye başlamıştır. 2010 yılının Şubat ayında Papandreu-Netanyahu “tesadüfi” görüşmesinin ardından, önce Yorgo Papandreu Temmuz
2010’da İsrail’e gitmiş, bir ay sonra, Ağustos ayında da İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Yunanistan’a ilk resmi ziyarette bulunan İsrail Başbakanı olmuş ve bu ziyaretten iki ay sonra 18 Ekim 2010’da ise iki ülke sivil havacılık konusunda bir anlaşmaya imza atmışlardır.
   İddialara göre aslında, Yunanistan bu anlaşma öncesi zaten İsrail Hava Kuvvetleri’nin Yunan Hava Sahasında askeri eğitim uçuşları yapmasına izin vermişti.40

2011 yılının Ocak ayında İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın Atina ziyaretinde iki ülke terörizme karşı stratejik güvenlik işbirliği konusunda ortak komite kurulması kararı almıştır.41 

   Temmuz 2011’de Yunanistan Cumhurbaşkanı Karolos Papoulias İsrail’e gitmiş, mevkidaşı İsrail Cumhurbaşkanı Simon Perez ise bir yıl sonra, 6-9 Ağustos 2012 tarihlerinde Cumhurbaşkanı sıfatıyla Yunanistan’a resmi bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Yine 2011 yılında, 4 Eylül’de dönemin Yunanistan Milli Savunma Bakanı Panagiotis Beglitis ve İsrail Savunma Bakanı güvenlik işbirliği anlaşmasına imzalamışlardır.42 Bu ziyaretler silsilesi 2012 ve 2013 yılında da devam etmiştir. İki ülke arasındaki ziyaretler zincirine son olarak 4 Ekim 2013’ta
Yunanistan Başbakanı Antonis Samaras ve 12 Yunanlı Bakan ile İsrail’e ziyaret
gerçekleştireceği ziyaret eklenebilir. Yunan basınında yer alan haberlere göre görüşmelerin ana maddesi enerji alanında işbirliğini geliştirmek olacaktır. Bunun yanı sıra ekonomik işbirliği, turizm ve teknoloji alanlarında da ikili anlaşmaların gerçekleşmesi de beklenmektedir.43

Güney Kıbrıs’ın Rolü

Enerji alanında İsrail’in kendi kıta sahanlığı içerisinde geniş bir alanda doğal gaz rezervi bulmuş olması ve bunu bir şekilde Avrupa’ya taşımak istemesi önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. İsrail, kıta sahanlığı içerisinde bulunan doğal gazı Avrupa’ya satmayı arzulamaktadır. Dolayısıyla Türkiye’yi kaybettikten sonra bu satışı Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi üzerinden gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır.

Özellikle 1990’lı yılların başından itibaren sürekli gelişme eğilimi arzeden Türkiye-İsrail ilişkileri çerçevesinde İsrail, Türkiye’nin tepkisine neden olmamak düşüncesiyle GKRY tarafından önerilen; Yunanistan, İsrail ve GKRY’nin Orta ve Doğu Akdeniz bölgesi içinde Adriyatik’ten başlayıp Doğu Akdeniz’in sonu olan İsrail sahillerine kadar uzanan Münhasır Ekonomik Bölge kurulmasına ilişkin anlaşmayı sonuçlandırmaya yönelik herhangi bir adım atmamıştır. Ancak Türkiye ile ilişkilerin “Dökme Kurşun Operasyonu”, “Davos Krizi” ve son olarak “Mavi Marmara” saldırısından sonra kopma noktasına gelmesinin hemen ardından
İsrail ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında 17 Aralık 2010 tarihinde Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşmasını imzalanmıştır. Türkiye, böyle bir anlaşmanın Kıbrıs Türklerinin hak ve çıkarlarını yok saymak anlamına geleceği ve Kıbrıs müzakerelerini olumsuz etkileyeceği ve Doğu Akdeniz'de barış ve istikrara katkı sağlamayacağını vurgulamış, ancak, yapılan sert açıklama herhangi bir sonuç doğurmamıştır.44

İddialara göre İsrail Başbakanı Netanyahu Ağustos ayında Yunanistan’a gerçekleştirdiği ziyaret esnasında Atina’ya İsrail’in doğal gazının Avrupa’ya satışında transit ülke olması teklifinde bulunmuştu. İsrail Dışişleri Bakanı da yine aynı çerçevede İsrail doğal gazının Güney Kıbrıs üzerinden Yunanistan’a ulaştırılması ve hatta potansiyel olarak görülen Bulgaristan ve Romanya pazarlarına da Yunanistan üzerinden satış yapılmasını teklif etmiştir.45 

  Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervlerinin değerlendirilmesinin İsrail ekonomisine büyük katkı sağlayacağı sık sık dile getirilmektedir. Aynı zamanda İsrail’in uluslararası piyasalarda daha etkin bir şekilde yer almasını sağlaması açısından söz konusu anlaşma ve yakınlaşmaya bu nedenle önem verildiğinin de altı çizilmektedir.46

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan açısından bir değerlendirme yapılacak olursa İsrail ile gerçekleştirilmeye çalışan enerji işbirliğinin temel nedenini ekonomik çıkarların oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Güney Kıbrıs AB’ye üye olmayı başarmış ancak adanın bölünmüşlüğü gerçeğini ortadan kaldıramamıştır. Yunanistan gibi Kıbrıs Rum Yönetimi yanlış ekonomi politikaları nedeniyle ekonomik kriz yaşamaktadır. Dolayısıyla böyle bir işbirliği ekonomisine katkı sağlayacaktır. Öte yandan İsrail ile yakın ilişki içinde olması adaya Türkiye tarafından olası yeni bir müdahaleyi engelleme anlamını taşımaktadır.

   Ayrıca son yıllarda enerji koridorları güvenliğinin uluslararası ortamda giderek önem arz etmeye başladığı da dikkate alındığında Güney Kıbrıs böylelikle kendi çapında stratejik önemini garanti altına almayı çalıştığı düşünülmektedir.

Tüm gelişmelere rağmen birçok Yunanlı, Yahudi ve yabancı araştırmacı, gazeteci ve akademisyen de dile getirdiği gibi iki ülke yakınlaşmasının olumlu bir adım olduğunu düşünse de Yunanistan’ın İsrail açısından Türkiye’nin yerini ikame edemeyeceği düşünülmektedir. Aynı zamanda Yunanistan ve İsrail yakınlaşması nın 1990’larda Türkiye’nin İsrail ile yakınlaşmasına tam olarak benzediğini söylemek de doğru doğru olmayacaktır.

   Çünkü Yunanistan ve İsrail ilişkilerinin değişen şartlar ve çıkarlar doğrultusunda geliştiğini açıkça görmekteyiz. Dolayısıyla dış politikada, en azından Yunanistan ve İsrail için realist görüşün halen hakim olduğu görüşünün belirtilmesinde sakınca olmadığı da düşünülmektedir.

Son yıllarda ekonomik kriz nedeniyle iç politikasına odaklanan ve dış politikasında daha “uzlaşıcı” bir tavır sergileyen Yunanistan için İsrail ile işbirliği, İsrail-Güney-Kıbrıs- Yunanistan enerji işbirliği, İsrail’in Balkanlar’da aktifleşmesi gelişmeler yine ekonomik çıkar çerçevesinde değerlendirilmektir. Ancak yine de Türkiye temelli bir dış politika çizgisinden vazgeçilmiş olduğu görünse de, Yunanistan İsrail ile ilişkilerinin meyvelerini ABD nezdinde Yahudi lobileri aracılığıyla da toplamak istediğini dile getirmektedir.

İsrail’in Balkanlar’a Artan İlgisi

Neubauer, İsrail’in Balkan ülkelerine yönelmesini ve işbirliği alanlarını geliştirmeye yönelik çabalarını Türkiye ile gerginleşen ilişkiler ve Batı tarafından Netanyahu hükümetinin Ortadoğu barış sürecine isteksiz olan taraf olarak algılanmasından kaynaklandığını ifade etmektedir.47

Bu bağlamda İsrail’in Bulgaristan ile gelişen ilişkilere bakacak olursak, İsrail’de yayınlanan Haaretz Gazetesi haberine göre Bulgaristan Başbakanı Borisov, İsrail Hava Kuvvetleri’ne bağlı uçakların Bulgaristan hava sahasında askeri uçuş eğitimi yapmasına kendisi izin vermişti. Söz konusu habere göre İsrail-Bulgaristan ilişkilerinin gelişmesinde İsrail’in çabaları kadar Bulgaristan Başbakanı Borisov’un da yaklaşımı önem taşımaktadır. Borisov on sekiz yıl
sonra İsrail’i ziyaret eden ilk Bulgaristan Başbakanı olmuştur.48 Bulgaristan Başbakanı Borisov’un İsrail İstihbarat Şefi Meir Dagan ile yapmış olduğu görüşme iki ülke arasındaki istihbari işbirliğinin de bir göstergesi olarak yorumlanmıştır. Ayrıca Netanyahu ve Dagan ile toplantı yapmayı isteyen ve özellikle de istihbarat ve güvenlik alanlarında işbirliği talep eden ve İsrail uçaklarına hava sahasını açma teklifinde bulunan Bulgaristan Başbakanı Borisov
olduğu iddia edilmektedir.49

İsrail Başbakanı’nın 5 Temmuz 2011 tarihinde Bulgaristan’a gerçekleştirdiği iadeyi ziyaret sırasında iki ülke arasında Bulgar hava sahasının İsrail Hava Kuvvetleri tarafından askeri eğitim amacıyla kullanılmasına ilişkin anlaşmanın dışında ekonomi ve ticaret alanlarında çeşitli anlaşmalar imzalanmıştır.50 

Bulgaristan, İsrail’e sunduğu fırsatlar karşılığında, Yunanistan gibi, İsrail’in ileri teknoloji alanındaki kapasitesinden faydalanmayı ve bunun yanında İsrailli turistleri Türkiye yerine Bulgaristan’a çekmeyi amaçlamaktadır.

İsrail’in aynı dönemde Balkanlar’da ilişkilerini güçlendirdiği diğer bir ülke Romanya olmuştur. İsrail ile Romanya arasında 2004 yılından bu yana askeri alanda gelişmeler yaşanmaktadır. Küçük bir ülke olması nedeniyle stratejik derinliği olmayan İsrail, Romanya ile ilişkilerini geliştirerek Hava Kuvvetleri’nin eğitimini geliştirme çabası içerisindedir.

Romanya’da 27 Temmuz 2010’da meydana gelen ve altı İsrailli subayın öldüğü helikopter kazası, iki ülke arasındaki askeri ilişkilerin seyri açısından bir gösterge olmuştur.51

Askeri ilişkilerin yanı sıra söz konusu iki ülke ilişkilerinin ekonomik boyutu da
bulunmaktadır. Fikret Ertan’ın haberine göre göre, Romanya’daki İsrail yatırımları iki milyar doların üzerine çıkmıştır. Meşrubat, süt ürünleri, hayvancılık, sigortacılık, dünya çapında şirketlerin temsilcilikleri, araba kiralama, mühendislik, gazino işletmeciliği, tarım, bilişim, inşaat gibi alanlarda olmak üzere İsrail yatırımları Romanya’da kendini göstermektedir.

Bugün Romanya’da İsrail’e kayıtlı 3.500 kadar şirket faaliyet göstermektedir. Bunun yanında İsraillilerin sahip olduğu ancak üçüncü ülkelerde kayıtlı 2000 kadar şirkette mevcuttur.

İsrailliler ticari alandaki bu faaliyetleriyle Romanya ekonomisinde önemli bir yer
edinmektedirler. Ticari ilişkilere ilaveten 30 bin kadar İsrail vatandaşının aynı zamanda Romanya vatandaşı olduğu ve bu sayede Avrupa Birliği’nde serbestçe hareket etme imkânına sahiptirler. Ayrıca, yaklaşık 200 bin Romanya vatandaşı da İsrail’de göçmen işçi olarak çalışmaktadır. İsrail söz konusu fırsatları kullanarak Romanya ile ilişkilerini daha ileri bir düzeye taşıma gayreti içerisindedir.52

Sonuç Yerine

İsrail-Yunanistan yakınlaşması, İsrail’in Güney Kıbrıs Yönetimi ile ilişkilerini geliştirmesi ve son olarak yine İsrail’in Balkan ülkelerine ilgisinin artması Türkiye gibi bölgesel bir müttefiki “kaybetmiş” olmasından kaynakladığı aşikârdır. Öte yandan İsrail’in Yunanistan yakınlaşması, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Bulgaristan, Romanya gibi Balkan ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmeye çalışması ve bu yönde girişimlerde bulunması bölgesel istikrar ve barış açısından önemlidir. Ancak bu ilişkiler vasıtasıyla Türkiye’nin yarattığı boşluğu doldurmasını beklemek ya da Türkiye’yi zor durumda bırakacak bir ittifak çizgisi oluşturmasının kolay olmadığı düşünülmektedir.

Yunanistan İsrail ile gelişen ilişkilerini ihtiyatlı bir şekilde değerlendirmektedir. Her ne kadar Yahudi yatırımları ve İsrail ile enerji alanında işbirliğinin ekonomik anlamda ülkeye rahatlık sağlayacağı biliniyor olsa, geleneksel Arap yanlısı politikasından ve Arap sermayesinden vazgeçmeyecektir. Aynı zamanda Filistin meselesinde de geleneksel çizgisinden taviz vermesi de beklenmemektedir.

Bulgaristan ve Romanya iki kutuplu sistemin sona ermesinin ardından sancılı dönüşüm süreçlerini tamamlayarak AB üyesi olmayı başarmışlardır. Ancak ekonomik anlamda çekirdek AB üye ülkeleri seviyesine ulaşmayı henüz başaramayan bu iki ülke İsrail vasıtasıyla tıpkı Yunanistan ve Güney Kıbrıs gibi İsrail sermayesini ülkelerine çekmeyi amaçlamaktadırlar. Dolayısıyla bu çalışmada ele alınan yakınlaşmanın Türkiye’nin bölgede etkisini ortadan kaldıramayacağına ancak yine de önemsenmesi gereken gelişmeler olarak
değerlendirilmesi gerekliliğine inanılmaktadır.


KAYNAKÇA

Birgül Demirtaş-Coşkun, “Küreselleşmenin İkili Sorunlara Yansıması: Türk-Yunan İlişkileri Örneği”, Birgül Demirtaş Coşkun (der.), 
Türkiye-Yunanistan Eski Sorunlar, Yeni Arayışlar, ASAM, Ankara, 2002, s. 174-211.

Çağrı Erhan-Ömer Kürkçüoğlu, “1980-90 Orta Doğu’yla Arap Olmayan Devletlerle İlişkiler”,
Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt II, (1980-2001), İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s. 568-579.

George A. Kouvertaris, “The 1967 Military Coup and the Role of the Military in Greek Politics”, George A. Kouvertaris (ed.), Studies on Modern Greek Society 
and Politics, New York, Columbia University Press, 1999, pp. 129-151.

İlhan Uzgel, “1990-2001 ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt II, 
(1980-2001), İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s. 243-325.

Mehmet Şahin, “Ortadoğu’da Yalnızlaşan İsrail Yeni Müttefikler Arayışında”, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 25, Ocak 2011, s. 31-37.

M. Murat Hatipoğlu, “Yunanistan’ın Dış Politikası ve Balkanlar (1990-2000)”, Ömer. E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun (der.), Balkan Diplomasisi, Ankara, 
ASAM, 2001, s. 33-66.

Nikolaos A, Stavrou, “Ideological Foundations of the Panhellenic Socialist Movement”,
Nikolaos A. Stavrou (ed.), Greece Under Socialism A NATO Ally Adrift, New York, Orpheus Publishing, 1988, pp. 11-40.

Nuri Yeşilyurt-Atay Akdevelioğlu, “AKP Döneminde Türkiye’nin Ortadoğu Politikası”, İlhan Uzgel-Bülent Duru (der.), AKP Kitabı Bir Dönüşümün Bilançosu, 
Ankara, Phoenix Yayınevi, 2009, s. 381-238.

Nuri Yeşilyurt, “İkinci İntifada Sonrası Filistin Sorunu ve Barış Süreci (2001-2011)”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar,
Cilt III (2001-2012), İstanbul, İletişim Yayınları, 2013, s. 439-440.

Özlem Tür, “Türkiye-İsrail İlişkileri: Yakın İşbirliğinden Gerilime?”, Ortadoğu Analiz, Cilt 1, Sayı 4, Nisan 2009, s. 22-29.

Serhat Erkmen, “1990’lardan Günümüze Türkiye-İsrail Stratejik İşbirliği”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 2, Sayı 7 (Güz 2005), s. 157-185.

Sigurd Neubauer, “How the Emerging Balkan-Israeli Strategic Alliance could Alter Energy Security in the Eastern Mediterranean Basin, Journal of Regional 
Security, Vol 7, No. 1, 2012, s. 33-44.

Spiros. Ch. Kaminaris, “Greece and the Middle East”, Middle East Review of International Affairs, Vol 3, No. 2, June 1999, pp. 36-46.

Türel Yılmaz, “Türkiye-İsrail İlişkileri: Tarihten Günümüze”, Akademik ORTA DOĞU, Cilt 5, Sayı 1, 2010, s. 9-24.

Vassilis K. Fouskas, Balkanlar Ortadoğu Kafkasya Soğuk Savaş Sonrası ABD Politikaları, çev. Ali Çakıroğlu, İstanbul, Aykırı Yayıncılık, 2004.

Yannis Kapsis, “The Philosophy and Goals of PASOK’s Foreign Policy”, Nikolaos A. Stavrou (ed.), Greece Under Socialism A NATO Ally Adrift, New York, 
Orpheus Publishing, 1988, pp. 41-62.

Yunanca Kaynaklar

Βιβή Κεφαλά, “Η Ελληνική Εξωτερική Πολιτική στη Μέση Ανατολή”, επιμ. Παναγιώτης
Τσάκωνας, Σύγχρονη Ελληνική Εξωτερική Πολιτική, Τόμος Β, Αθήνα, Σιδέρης, 2003, σ. 655- 692.

Γιάννης Γ. Βαληνάκης, Εισαγωγή στην Ελληνική Εξωτερική Πολιτική 1949-1988, Δ’ Έκδοση,
Θεσσαλονίκη, Παρατηρητής, 1988.

Δημήτρης Μητρόπουλος, “Εξωτερική Πολιτική και Ελληνικά Μέσα Μαζικής Ενημέρωσης:
Υποταγή, Χειραφέτηση και Απάθεια”, επιμ. Παναγιώτης Τσάκωνας, Σύγχρονη Ελληνική
Εξωτερική Πολιτική, Τόμος Α, Αθήνα, Σιδέρης, 2003, σ. 275-295.

Θάνος Βερέμης-Θεόδωρος Κουλουμπής, Ελληνική Εξωτερική Πολιτική Διλήμματα Μιας Νέας
Εποχής, Αθήνα, Εκδόσεις Σιδέρης, 1997.

Μάριος Ευρυβιάδης “Ο ηγεμονικός άξονας Τουρκίας-Ισραήλ Συνέπειες για τη ελληνική
ασφάλεια”, επιμ. Χρ. Κ. Γιαλλουρίδης- Παναγιώτης Ι. Τσάκωνας, Ελλάδα και Τουρκία Μετά
το Τέλος του Ψυχρού Πολέμου, Αθήνα, Εκδόσεις Σιδέρης, 1999, σ. 293-323.

Μ. Ξανθάκης, κ.α., Οι Αραβικές Χώρες: Διεύρυνση των Οικονομιών τους και των Σχέσεων
τους με την Ελλάδα, Αθήνα, Ίδρυμα Μεσογειακών Μελετών, 1989.

Π. Κ. Ιωακειμίδης, “Το Μοντέλο Σχεδιασμού Εξωτερικής Πολιτικής στην Ελλάδα”,
Σύγχρονη Ελληνική Εξωτερική Πολιτική, Τόμος Α, επιμ. Παναγιώτης Τσάκωνας, Αθήνα,
Σιδέρης, 2003, σ. 91-136.

Παναγιώτης Τσάκωνας, “Εισαγωγή”, επιμ. Παναγιώτης Τσάκωνας, Σύγχρονη Ελληνική
Εξωτερική Πολιτική, Τόμος Α, Αθήνα, Σιδέρης, 2003, σ. 17-43.

Χρ. Κ. Γιαλλουρίδης, “Εισαγωγικές Παρατηρήσεις Σ’ένα Μεταβαλλόμενο Διεθνές
Σύστημα”, επιμ. Χρ. Κ. Γιαλλουρίδης- Παναγιώτης Ι. Τσάκωνας, Ελλάδα και Τουρκία Μετά
το Τέλος του Ψυχρού Πολέμου, Αθήνα, Εκδόσεις Σιδέρης, 1999, σ. 13-43.

İnternet Kaynakları

Αλ. Άγγελος Αθανασόπουλος, “Στο επίκεντρο της επίσκεψης Λίμπερμαν η ενεργειακή
συνεργασία Ελλάδος – Ισραήλ”, Το Βήμα, 12.01.2011
http://www.tovima.gr/politics/article/?aid=377452, (Erişim 11 Haziran 2013).

Ekavi Athanassopoulou, “Greece-Israel The evolution of the Bilateral Relationship and Future
Challenges”, http://www.ahepa.org/uploads/pdf/10-10-07_Athanassopoulou_remarks.pdf, (Erişim 20 Ağustos 2013).

Erika N. Pont, “Turkish and Israeli Relations and the Eastern Mediterranean Region”, 01
December 2010, http://www.foreignpolicydigest.org/turkish-and-israeli-relations-and-theeastern-
mediterranean-region/, (Erişim 01 Nisan 2013).

Fikret Ertan, “İsrail’in Romanya Yatırımları”, 29 Ağustos 2010,
http://www.timeturk.com/tr/makale/fikret-ertan/israil-in-romanya-yatirimlari.html, (Erişim 20
Ağustos 2013).

Herb Keinon, “Analysis: Disaster shines light on Romania ties”, The Jerusalem Post,
07.27.2010, http://www.jpost.com/International/Analysis-Disaster-shines-light-on-Romaniaties,
(Erişim 20 Ağustos 2013).

John M. Nomikos, “An Outline of Greek-Israeli Strategic Relations, RIEAS,
http://www.rieas.gr/research-areas/greek-studies/115.html, (Erişim 22 Temmuz 2013).
Semih İdiz, “Doğu Akdeniz’de Sular Isınıyor”, Milliyet, 27 Aralık 2010,
http://www.milliyet.com.tr/dogu-akdeniz-de-sular-isiniyor/semihidiz/siyaset/yazardetay/27.12.2010/1331318/default.htm, (Erişim 19 Ağustos 2013).

Thanos Dokos, “The Prospects for Greek-Israeli Relations: A View from Athens”, ELIAMEP Briefing Notes, Sayı 11, Nisan 2013, s.1-4, 
http://www.eliamep.gr/wpcontent/uploads/2013/04/BN1.pdf,  (Erişim 15 Temmuz 2013).

Vassilios Damiras, “Greek-Israeli Relations and the New Assertive Geostrategic Rapprochment”, 
http://www.examiner.com/aerticle/greek-israeli-relations-and-the-newassertive-geostrategic-rapprochement,  (Erişim 01 Nisan 2013).

Vassilios Damiras, “Greece and Israel in an Era of Strategic Friendship and Cooperation”,
http://www.rieas.gr/research-areas/global-issues/middle-east-studies/1604-greece-and-israelin-an-era-of-strategic-friendship-and-cooperation.html, 
(Erişim 01 Nisan 2013).
“Greece Agrees to Military Cooperation”, JTA, 6 December 1994,
http://www.jta.org/1994/12/06/archive/greece-agrees-to-military-cooperation, (Erişim 15 Temmuz 2013. )

“«Τα είπαν» Παπανδρέου - Νετανιάχου για το Ιράν”, 16 Φεβρουαρίου 2010,
http://www.inews.gr/22/atypo-deipno-papandreou-netaniachou-sti-moscha.htm,  (Erişim 22 Temmuz 2013).

“Μπεγλίτης: «Στρατηγική επιλογή η συνεργασία Ελλάδας - Ισραήλ»”, Τα Νέα, 05.09.2011,
http://www.tanea.gr/news/greece/article/4654650/?iid=2, (Erişim 01 Nisan 2013).

“Ενεργειακά θέματα στο επίκεντρο του ταξιδιού Σαμαρά στο Ισραήλ”, Τα Νέα, 6 Οκτωβρίου
2013, http://www.tanea.gr/news/politics/article/5045532/energeiaka-themata-sto-epikentrotoy-
taksidioy-samara-sto-israhl/, (Erişim 06 Ekim 2013).

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “İsrail ile GKRY Arasında İmzalanan MEB Anlaşması Hk.”, No. 288, 21 Aralık 2010, 
http://www.mfa.gov.tr/no_-288_-21aralik-2010_-israil-ile-gkry-arasinda-imzalanan-meb-anlasmasi-hk_.tr.mfa,  (Erişim 19 Ağustos 2013).

“İsrail’den Türkiye’ye Karşı Balkan İttifakı”, Analiz Merkezi, 14 Aralık 2010,
http://www.analizmerkezi.com/haber/-israilden-turkiyeye-karsi-balkan-ittifaki--18070.html, (Erişim 19 Ağustos 2013).

“Israel PM Netanyahu in Bulgaria visit, one of Israel’s best friends in Europe”, EJP, 7 July
2011, http://www.ejpress.org/article/51901, (Erişim 19 Ağustos 2013).


DİPNOTLAR;

1 1980’lerin ilk yıllarından itibaren ülkede PKK terör eylemlerinin başlaması ve giderek ivme kazanması, Körfez
   Savaşı sonrasında Irak’ın Kuzey’inde oluşturulan güvenli bölge ile birlikte terör örgütüne hareket alanı sağlamış
   ve Türkiye’nin önceleri kendi içerisinde bir asayiş sorunu olarak algıladığı ve yaklaştığı sorunun
   “uluslararasılaştığını” fark etmesi, ayrıca “sorunlu” komşuları Suriye ve Yunanistan’ın yine bu dönemde
   yakınlaşmaya başlaması ve PKK’ya destek vermeleri gibi gelişmeler Türk dış politikası açısından ve ülke
   güvenliği açısından tehdit algılamasına yeni bir boyut katmış ve Türkiye’yi bölgesel “ittifak” arayışlarına,
   İsrail’e yönlendirmiştir. Öte yandan İsrail ile yakın temas ve işbirliği yine Türkiye’nin kronikleşmiş Kıbrıs
   sorunu gibi konularda ABD’de Yahudi lobisinin desteğini kazanmasına ve ABD nezdinde bir nevi elini
   güçlendirmesine katkı sağlamıştır.
2 1990’lar boyunca Türkiye-İsrail ilişkilerinin askeri ve ekonomik alandaki işbirliğinin bir değerlendirmesi için
   bakınız Çağrı Erhan-Ömer Kürkçüoğlu, “1980-90 Orta Doğu’yla Arap Olmayan Devletlerle İlişkiler”, Baskın
   Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt II, (1980-2001),
   İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s. 568-579 ve Serhat Erkmen, “1990’lardan Günümüze Türkiye-İsrail Stratejik
   İşbirliği”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 2, Sayı 7 (Güz 2005), s. 157-185.
3 Türel Yılmaz, “Türkiye-İsrail İlişkileri: Tarihten Günümüze”, Akademik ORTA DOĞU, Cilt 5, Sayı 1, 2010, s. 9.
4 Erkmen, op.cit, s. 167.
5 İlhan Uzgel, “1990-2001 ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Kurtuluş
   Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt II, (1980-2001), İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s. 274.
6 Erkmen, op.cit, s. 166.
7 Uzgel, op.cit, s. 274-275.
8 Erkmen, op.cit, s. 159. 
9 Nuri Yeşilyurt, “İkinci İntifada Sonrası Filistin Sorunu ve Barış Süreci (2001-2011)”, Baskın Oran (ed.), Türk 
   Dış Politikası,Kurtuluş Savaşından BugüneOlgular,Belgeler,Yorumlar,CiltIII(2001-2012), İstanbul, İletişim 
   Yayınları, 2013, s. 439-440. 
10 Özlem Tür, “Türkiye-İsrail İlişkileri: Yakın İşbirliğinden Gerilime?”, Ortadoğu Analiz, Cilt 1, Sayı 4, Nisan  2009, s. 24. 
11 Nuri Yeşilyurt-Atay Akdevelioğlu, “AKP Döneminde Türkiye’nin Ortadoğu Politikası”, İlhan Uzgel ve 
    Bülent Duru (der.), AKPKitabıBir Dönüşümün Bilançosu, Ankara, Phoenix Yayınevi, 2009, s. 392-393. 
12 Erkmen, op.cit, s. 173. 
13 Yılmaz, op.cit, s. 19-20. 
14 Βιβή Κεφαλά, “Η Ελληνική Εξωτερική Πολιτική στη Μέση Ανατολή”,επιμ. Παναγιώτης Τσάκωνας, 
    ΣύγχρονηΕλληνικήΕξωτερικήΠολιτική, Τόμος Β, Αθήνα, Σιδέρης, 2003, σ. 671. 
15 Ekavi Athanassopoulou, “Greece-Israel The evolution of the Bilateral Relationship and Future Challenges”, 
     http://www.ahepa.org/uploads/pdf/10-10-07_Athanassopoulou_remarks.pdf, (Erişim 20 Ağustos 2013). 
16 Γιάννης Γ. Βαληνάκης, ΕισαγωγήστηνΕλληνικήΕξωτερικήΠολιτική1949-1988, Δ’ Έκδοση, Παρατηρητής, 
    Θεσσαλονίκη, 1988, σ. 20. 
17 Βαληνάκης, Ibid., σ. 20. 
18 Vassilios Damiras, “Greek-Israeli Relations and the New Assertive Geostrategic Rapprochment”,
    http://www.examiner.com/aerticle/greek-israeli-relations-and-the-new-assertive-geostrategic-rapprochement, (Erişim 01 Nisan 2013).
19 Κεφαλά, op.cit, σ. 673; Ayrıca bkz. Yannis Kapsis, “The Philosophy and Goals of PASOK’s Foreign Policy”,
    Nikolaos A. Stavrou (ed.), Greece Under Socialism A NATO Ally Adrift, New York, Orpheus Publishing, 1988, p. 57.
20 Yunan ordusunun 1967 darbesi ve Yunan siyasi hayatındaki rolü için bkz., George A. Kouvertaris, “The 1967
    Military Coup and the Role of the Military in Greek Politics”, George A. Kouvertaris (ed.), Studies on Modern
    Greek Society and Politics, New York, Columbia University Press, 1999, pp. 129-151.
21Yunanistan 1973 Yom Kipur Savaşında tarafsız olduğunu ve topraklarındaki üslerin Arap ülkeleri aleyhinde
    kullanılmasına izin vermeyeceğini ilân etmiş olsa da Girit’teki Suda Amerikan Üssünden İsrail’e destek vermek
    için ABD uçakları tarafından kullanıldığı da bilinmektedir, bkz., Βαληνάκης, op.cit, σ. 115-116.
22 Vassilios Damiras, “Greece and Israel in an Era of Strategic Friendship and Cooperation”,
    http://www.rieas.gr/research-areas/global-issues/middle-east-studies/1604-greece-and-israel-in-an-era-ofstrategic-friendship-and-cooperation.html,    
    (Erişim 01 Nisan 2013).
23 Yunanistan, Kıbrıs’ta yaşanan gelişmelere herhangi bir yabancı devletin etkin şekilde engel olmaması ve
    NATO’nun Yunanistan’a destek olmadığı inancına dayanarak 14 Ağustos 1974 tarihinde NATO’nun askeri
    kanadından ayrıldığını açıklamıştır. Yunanlı siyasetçiler Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadından
    ayrılmasıyla ABD’nin komünizmi çevreleme politikası önemli yere sahip olan ittifakın güney kanadının
    çökeceğine ve dolayısıyla ABD’nin böyle bir felaketi engellemek için Türkiye’ye baskı yapacağını ve Türk
    ordularının bu sayede adadan çekilmesinin sağlanacağına inanmaktaydılar, bkz., Βαληνάκης, op.cit, σ. 221-22.
24 Κεφαλά, op.cit, σ. 675; ayrıca bkz., Spiros. Ch. Kaminaris, “Greece and the Middle East”, Middle East Review
    of International Affairs, Vol. 3, No. 2, June 1999, p. 37.
25 Andreas Papandreu’nun Sosyalizm’de Üçüncü Yol savı için bkz., Nikolaos A. Stavrou, “Ideological
    Foundations of the Panhellenic Socialist Movement”, Nikolaos A. Stavrou (ed.), Greece Under Socialism A
    NATO Ally Adrift, New York, Orpheus Publishing, 1988, pp. 11-40.
26 Kaminaris, op.cit, s. 38. 1960-1980 arası Arap ülkelerinin Yunanistan’da özellikle inşaat sektöründeki
     yatırımlarına ilişkin bkz., Μ. Ξανθάκης κ.α., Οι Αραβικές Χώρες: Διεύρυνση των Οικονομιών τους και των
     Σχέσεων τους με την Ελλάδα, Αθήνα, Ίδρυμα Μεσογειακών Μελετών, 1989.
27 Θάνος Βερέμης-Θεόδωρος Κουλουμπής, Ελληνική Εξωτερική Πολιτική Διλήμματα Μιας Νέας Εποχής,
     Εκδόσεις Σιδέρης, Αθήνα, 1997, σ. 47.
28 Birgül Demirtaş Coşkun, “Küreselleşmenin İkili Sorunlara Yansıması: Türk-Yunan İlişkileri Örneği”, Birgül
     Demirtaş Coşkun (der.), Türkiye-Yunanistan Eski Sorunlar, Yeni Arayışlar, Ankara, ASAM, 2002, s. 200-201.
29 Bkz., Π. Κ. Ιωακειμίδης, “Το Μοντέλο Σχεδιασμού Εξωτερικής Πολιτικής στην Ελλάδα”, Σύγχρονη Ελληνική
     Εξωτερική Πολιτική, Τόμος Α, επιμ. Παναγιώτης Τσάκωνας, Σιδέρης, Αθήνα, 2003, σ. 104. Yunanistan’ın
     Soğuk Savaş sonrası Balkanlarda yer alan gelişmelerde ve Yugoslavya’nın parçalanması sonucunda meydana
     gelen Bosna Savaşında izlediği tutumun gerekçelerine ilişkin bkz., Vassilis K. Fouskas, Balkanlar Ortadoğu
     Kafkasya Soğuk Savaş Sonrası ABD Politikaları, çev. Ali Çakıroğlu, İstanbul, Aykırı Yayıncılık, 2004, s. 74-76.
30 Yunanistan’ın PKK terör örgütüne verdiği destekle bağlantılı olarak bkz. M. Murat Hatipoğlu, “Yunanistan’ın
     Dış Politikası ve Balkanlar (1990-2000)”, Ömer. E. Lütem ve Birgül Demirtaş Coşkun (der.), Balkan
     Diplomasisi, Ankara, ASAM, 2001, s. 49.
31 8 Mart 1994’ten itibaren Yunanistan’da 19 Mayıs “Pontuslu Helenlerin Soykırımını Anma günü” ve 25
     Ağustos 1999’dan itibaren de 14 Eylül tarihi “Küçük Asya Helenlerinin Türk Devleti tarafından Soykırıma
     Uğratılışlarının Anma Günü” olarak anılmaktadır. Bkz. Hatipoğlu, Ibid., s. 51.
32 Yunanlı siyasetçiler ve Yunan halkı tarafından bu “sözde soykırımlar” gerçek olarak kabul edilmektedir, bkz.,
    Χρ. Κ. Γιαλλουρίδης, “Εισαγωγικές Παρατηρήσεις Σ’ένα Μεταβαλλόμενο Διεθνές Σύστημα”, επιμ. Χρ. Κ.
    Γιαλλουρίδης- Παναγιώτης Ι. Τσάκωνας, Ελλάδα και Τουρκία Μετά το Τέλος του Ψυχρού Πολέμου, Εκδόσεις
    Σιδέρης, Αθήνα, 1999, σ. 39.
33 Δημήτρης Μητρόπουλος, “Εξωτερική Πολιτική και Ελληνικά Μέσα Μαζικής Ενημέρωσης: Υποταγή,
     Χειραφέτηση και Απάθεια”, επιμ. Παναγιώτης Τσάκωνας, Σύγχρονη Ελληνική Εξωτερική Πολιτική, Τόμος Α,
     Σιδέρης, Αθήνα, 2003, σ. 293.
34 Mehmet Şahin, “Ortadoğu’da Yalnızlaşan İsrail Yeni Müttefikler Arayışında”, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 25, Ocak 2011, s. 33.
35 Thanos Dokos, “The Prospects for Greek-Israeli Relations: A View from Athens”, ELIAMEP Briefing Notes,
     No. 11, April 2013, http://www.eliamep.gr/wp-content/uploads/2013/04/BN1.pdf, (Erişim 15 Temmuz 2013), p.1.
36 “Greece Agrees to Military Cooperation”, JTA, 6 December 1994,
     http://www.jta.org/1994/12/06/archive/greece-agrees-to-military-cooperation, (Erişim 15 Temmuz 2013).
37 John M. Nomikos, “An Outline of Greek-Israeli Strategic Relations, RIEAS, 
     http://www.rieas.gr/researchareas/greek-studies/115.html, (Erişim 22 Temmuz 2013).
38 Μάριος Ευρυβιάδης, “Ο ηγεμονικός άξονας Τουρκίας-Ισραήλ Συνέπειες για τη ελληνική ασφάλεια”, ”, επιμ.
     Χρ. Κ. Γιαλλουρίδης- Παναγιώτης Ι. Τσάκωνας, Ελλάδα και Τουρκία Μετά το Τέλος του Ψυχρού Πολέμου,
      Εκδόσεις Σιδέρης, Αθήνα, 1999, σ. 311.
39“ «Τα είπαν» Παπανδρέου - Νετανιάχου για το Ιράν”, 16 Φεβρουαρίου 2010, 
     http://www.inews.gr/22/atypodeipno-papandreou-netaniachou-sti-moscha.htm, (Erişim 22 Temmuz 2013).
40 Erika N. Pont, “Turkish and Israeli Relations and the Eastern Mediterranean Region”, 01 December 2010,
     http://www.foreignpolicydigest.org/turkish-and-israeli-relations-and-the-eastern-mediterranean-region/,   (Erişim 01 Nisan 2013).
41 Αθανασόπουλος Αλ. Άγγελος, “Στο επίκεντρο της επίσκεψης Λίμπερμαν η ενεργειακή συνεργασία Ελλάδος –
     Ισραήλ”, Το Βήμα, 12.01.2011, http://www.tovima.gr/politics/article/?aid=377452, (Erişim 11 Haziran 2013).
42 “Μπεγλίτης: «Στρατηγική επιλογή η συνεργασία Ελλάδας - Ισραήλ»”, Τα Νέα, 05.09.2011,
     http://www.tanea.gr/news/greece/article/4654650/?iid=2, (Erişim 01 Nisan 2013).
43 “Ενεργειακά θέματα στο επίκεντρο του ταξιδιού Σαμαρά στο Ισραήλ”, Τα Νέα, 6 Οκτωβρίου 2013,
     http://www.tanea.gr/news/politics/article/5045532/energeiaka-themata-sto-epikentro-toy-taksidioy-samara-stoisrahl/,
     (Erişim 06 Ekim 2013).
44 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “İsrail ile GKRY Arasında İmzalanan MEB Anlaşması Hk.”, No. 288, 21 Aralık 2010, 
     http://www.mfa.gov.tr/no_-288_-21aralik-2010_-israil-ile-gkry-arasinda-imzalanan-mebanlasmasi-hk_.tr.mfa,   (Erişim 19 Ağustos 2013). 
     Ayrıca konuya ilişkin bkz., Semih İdiz, “Doğu Akdeniz’de Sular Isınıyor”, Milliyet, 27 Aralık 2010, 
     http://www.milliyet.com.tr/dogu-akdeniz-de-sular-isiniyor/semihidiz/siyaset/yazardetay/27.12.2010/1331318/default.htm, (Erişim 19 Ağustos 2013).
45 Sigurd Neubauer, “How the Emerging Balkan-Israeli Strategic Alliance could Alter Energy Security in the
     Eastern Mediterranean Basin, Journal of Regional Security, Vol. 7, No. 1, 2012, p. 36.
46 Neubauer, Ibid., p. 35.
47 Neubauer, Ibid.
48 “İsrail’den Türkiye’ye Karşı Balkan İttifakı”, Analiz Merkezi, 14 Aralık 2010,
     http://www.analizmerkezi.com/haber/-israilden-turkiyeye-karsi-balkan-ittifaki--18070.html, (Erişim 19 Ağustos 2013).
49 Neubauer, Ibid., s. 39
50 “Israel PM Netanyahu in Bulgaria visit, one of Israel’s best friends in Europe”, EJP, 7 July 2011,
     http://www.ejpress.org/article/51901, (Erişim 19 Ağustos 2013).
51 Herb Keinon, “Analysis: Disaster shines light on Romania ties”, The Jerusalem Post, 07.27.2010,
    http://www.jpost.com/International/Analysis-Disaster-shines-light-on-Romania-ties, (Erişim 20 Ağustos 2013).
52 Fikret Ertan, “İsrail’in Romanya Yatırımları”, 29 Ağustos 2010, 
     http://www.timeturk.com/tr/makale/fikretertan/israil-in-romanya-yatirimlari.html, (Erişim 20 Ağustos 2013).


***


YUNANİSTAN-İSRAİL YAKINLAŞMASININ TÜRKİYE VE BALKANLARA ETKİSİ BÖLÜM 1

YUNANİSTAN-İSRAİL YAKINLAŞMASININ TÜRKİYE VE BALKANLARA  ETKİSİ BÖLÜM 1 




Utku KIRLIDÖKME*
⃰ Öğretim Görevlisi, Trakya Üniversitesi Balkan Araştırma Enstitüsü ve Trakya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi. 


ÖZET 


    Davos Krizi, Alçak Koltuk ve Mavi Marmara Saldırısı, gibi olaylarla aşamalı olarak kopma noktasına gelen İsrail-Türkiye ilişkileri, devlet olarak kurulduğu tarihten itibaren dış politikası katı bir şekilde güvenliğine ve devletin her şart altında yaşaması kuralına dayalı olan İsrail için Türkiye’nin yerini ve rolünü ikame edecek/edebilecek müttefiklere ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Böylelikle İsrail yeni ittifak arayışları çerçevesinde, başta Yunanistan olmak üzere Bulgaristan, Romanya ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. İsrail, “Düşmanımın düşmanı dostumdur” yaklaşımından ve ayrıca bölgede
giderek yalnızlaşmasından hareketle Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ilişkilerini geliştirmeye yönelmiştir. Ekonomik kriz ile boğuşan Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) için bu adımlar ekonomik anlamda rahatlama ve yitirilen stratejik önemin yeniden kazanılması anlamını taşımaktadır. İsrail, Türkiye’nin boşluğunu doldurmak için aynı zamanda Bulgaristan, Romanya gibi ülkelere yönelmiş ve ilişkilerini canlandırmayı
hedeflemiştir. Ancak İsrail’in bu ilişkiler vasıtasıyla Türkiye’nin yarattığı boşluğu
doldurmasını beklemek ya da gelişen bu ilişkiler aracılığıyla Türkiye’yi zor durumda bırakacak bir ittifak çizgisi oluşturmasını beklemenin çok da gerçekçi olmadığı düşünülmektedir.


Giriş 


    Yunanistan, 2009 yılından itibaren Avrupa ülkeleri arasında İsrail’i en çok eleştiren ülkeler kategorisinden İsrail’i en çok destekleyen ülkeler arasında yer almaya başlamıştır. Yunanistan ve İsrail arasındaki ilişkilerin bu denli dönüşümünü sağlayan en temel faktör bilindiği üzere aynı tarihler itibarıyla Türkiye İsrail ilişkilerinin gerilemesinden kaynaklanmaktadır. Davos Krizi, Alçak Koltuk ve Mavi Marmara Saldırısı, gibi olaylarla aşamalı olarak kopma noktasına gelen İsrail-Türkiye ilişkileri devlet olarak kurulduğu tarihten itibaren dış politikası katı bir şekilde güvenliğine ve devletin her şart altında yaşaması kuralına dayalı olan İsrail için Türkiye’nin yerini ve rolünü ikame edecek / edebilecek müttefiklere ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Böylelikle İsrail yeni ittifak arayışları çerçevesinde, başta Yunanistan olmak üzere Bulgaristan, Romanya ve GKRY ile ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. 

  Bu çerçevede bu çalışmanın amacı Yunanistan-İsrail yakınlaşmasının ve İsrail’in Balkanlara yönelik artan ilgisinin Türkiye ve Balkan coğrafyası açısından tartışmaktır.

Krizlerle gelen gerileme: İsrail-Türkiye İlişkilerinde “Sonbahar” Havası Türkiye, 28 Mart 1949  tarihinde İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuş, Soğuk Savaş yıllarında İsrail  ile ilişkilerini Soğuk savaş dengesi içinde yürütmüştür. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Körfez Savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni koşullar, Ekim 1991’de Madrid’de başlayıp Eylül 1993’te Oslo ile devam eden Ortadoğu Barış Süreci gibi gelişmeler Türkiye İsrail yakınlaşmasının önünü açmıştır. Akdeniz’in Doğu’sunda ve Körfez Savaşı sonrası Basra Körfezi’nde ortaya çıkan yeni durum bir yandan Türkiye’nin bölgesel konumunu yakından etkilemiş, öte yandan Türkiye’yi farklı sorunlar ve olanaklarla karşı karşıya bırakmıştır.1 

  Bu gelişmeler ışığında geleneksel olarak Ortadoğu’daki gelişmelere yönelik
mesafeli bir tutum izleyen Türkiye’nin dış politikasında değişimde bulunmasını gerektirmiş ve bu çerçevede İsrail ile ilişkilerinde yeni bir bakış açısı benimsemiştir. Körfez Savaşı’nın bölgesel sistem üzerindeki etkisi iki devletin ortak tehdit algılamasının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dolayısıyla 1990’lar boyunca Türkiye-İsrail ilişkilerinde yaşanan canlanma sonucunda askeri ve ekonomik alanlarda iki ülke arasındaki işbirliği gelişmiş2 ve ilişkiler “stratejik” olarak adlandırılmaya başlamıştır.3

İkili ilişkilerin anılan dönem boyunca “stratejik” olarak adlandırılması ya da tanımlanmasında ABD faktörünü ve Türkiye’nin ABD ile örtüşen ve kesişen politikalarını da eklemek gerekmektedir. Çünkü ABD, “Türkiye-İsrail ilişkilerinin olmazsa olmaz parçası” ve aynı zamanda iki ülke arasındaki “yakınlaşmanın itici güçlerinden birisi olmuştur”.4 Bu doğrultuda Türkiye’nin İsrail’le gelişen ilişkileri Türkiye-ABD ilişkileri açısından değerlendirildiğinde, ilk olarak, Türkiye-İsrail işbirliği ve yakınlaşması Türkiye tarafından ABD dış politikasını Türkiye lehinde etkilemenin bir yolu olarak görülmekteydi. Bunu da başarmanın en etkin yolu
ABD’deki Yahudi lobilerinin desteğini alarak ABD Kongresi’nin Türkiye aleyhinde kararlar almasını engellemek ve yine ABD’de etkin olan Ermeni ve Yunanlı lobilerine karşı Türkiye’nin elini güçlendirmek anlamını taşıyordu. İkinci olarak Türkiye, ABD-İsrail arasındaki yakın ekonomik ilişkilerden yararlanarak ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı ithalat kısıtlamalarını aşmayı hedeflemekteydi. ABD açısından ise gelişen Türkiye-İsrail ilişkileri ABD’nin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de etkinliğini artırma anlamını taşımaktaydı.5

   Böylelikle bu dönemde Türkiye ile İsrail arasında özellikle askeri ilişkiler bağlamında yakınlaşma başlamış ve ikili askeri ilişkileri ilgilendiren ilk anlaşma Mayıs 1994’te Güvenlik ve Gizlilik Anlaşması olmuştur. Ardından terörizm ile mücadele konusunda Karşılıklı Anlaşma ve İşbirliği Memorandumu ve 23 Şubat 1996’da imzalanan Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması imzalanmış ve yine aynı yıl, 28 Ağustos 1996’da iki ülke arasında Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşması imzalanmıştır.6

Öte yandan aynı dönemde, Türkiye ve ABD çıkarlarının kesiştiği bir diğer bölge
Balkanlar olmuştur. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin Balkanlar üzerindeki etkisi
Yugoslavya’nın dağılma süreci ile kendini göstermeye başladığında Türkiye ve ABD ilk etapta Yugoslavya’nın toprak bütünlüğünü savunmuştur. Ancak dağılma engellenemeyince ve Yugoslavya’nın kurucu cumhuriyetleri bağımsızlıklarını ilan etmeye başlayınca her iki ülke de söz konusu devletlerin bağımsızlık ilanlarını tanımıştır. Kısacası Türkiye ve ABD önce Bosna-Hersek’teki savaş sırasında, Makedonya’nın bağımsızlığını ilan etmesinin ardından Yunanistan ile yaşadığı soruna ilişkin izlenen politikalarda, NATO’nun Kosova müdahalesi sırasında benzer tutum ve tavır izlemişlerdir.7

2000’li yıllara gelindiğinde Türkiye-İsrail ilişkilerinde yaşanan sonbahar havası ya da dönüşüm/gerileme için Serhat Erkmen “ortak tehdit üzerine inşa edilen ilişkiler, tehdidin azalması ve ilişkinin içine doğduğu ortamın büyük bir değişikliğe uğraması, iki ülkede (fakat daha çok Türkiye’deki) dış politikaya bakışın tehdit-merkezli olmaktan çıkar merkezli olmaya kaymasıyla hızını kaybetmiştir” ifadesini kullanmaktadır.8 2002 yılında Türkiye’de iktidara
gelen AKP Hükümeti ile birlikte ikili ilişkilerdeki gerilemenin hız kazandığı doğrudur. Ancak Türkiye’nin İsrail’e yönelik tavrı ve AKP iktidarı öncesi sertleşme sinyalleri vermeye başlamıştır. İlk olarak Filistin’de İkinci İntifada9 nedeniyle İsrail-Filistin arasında yaşanan çatışmalar ve Filistin konusunda giderek artan Türk kamuoyu hassasiyeti10 sonucunda Türkiye’nin İsrail’e yönelik tavrı sert bir söylem düzeyine yükselmiştir.

Türkiye’nin İsrail özelinde ve Ortadoğu genelinde politikasının dönüşmeye başlamasının temel nedeni 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası uluslararası sistemde, daha doğrusu ABD’nin değişen Ortadoğu politikası ile de bağlantılı olduğunu söylemek mümkündür. 

   Yine de Türkiye-İsrail ilişkilerinin önce duraklama ardından gerileme evresine girmesini Nuri Yeşilyurt ve Atay Akdevelioğlu üç temel nedene dayandırmak tadırlar. İlk olarak 1990’ların sonlarına doğru Türkiye’nin sorun yaşadığı komşularıyla ilişkilerini büyük ölçüde normalleştirmiş, dolayısıyla katı “güvenlik” eksenli politikalardan uzaklaşmaya başlamıştı.

   İkinci olarak, daha önce de ifade edildiği gibi, 2000 yılından itibaren İsrail’in Filistinlilere yönelik uyguladığı sert politika ve İkinci İntifada Türk kamuoyunda büyün yankı uyandırmış ve Türk hükümetlerini İsrail ile iyi ilişkiler içinde olmasını güçleştirmiştir.11 

   Üçüncü olarak 2003’te ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin ardından İsrail’in Irak’ın kuzeyinde askeri etkinliğini arttırdığına yönelik haberler iki ülke ilişkilerini olumsuz etkilemiştir.12

   Öte yandan ABD’nin Irak’a yönelik olarak 2003 Mart ayında başlattığı savaşın, kurulduğu andan itibaren Arap komşularını zayıflatmak isteyen İsrail’in stratejilerine oldukça uygun düştüğünü söylemek mümkündür. Bir devlet olarak ortaya çıktığı 1948’den itibaren İsrail Ortadoğu’daki düşmanlarına karşı yıkma ve istikrarsız hale getirme politikası izlemiş, kendisine muhalif ya da düşman gördüğü bölge Arap devletlerindeki ayrılıkçı, etnik hareketleri bu politikasının bir sonucu olarak desteklemiştir. Dolayısıyla 2003 Irak Savaşı İsrail’in çıkarlarına hizmet etmiş olup, İsrail’in Irak’ın kuzeyinde Iraklı Kürtler arasındaki ilişkiler, başta Türkiye olmak, Suriye ve İran’da endişelerin artmasına ve özellikle de her
birinde güvenlik bunalımına neden olmuştur.

Irak Savaş’ı sırasında ve sonrasında ise Türkiye’nin politikaları İsrail’in aksine, özelde Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması, genelde ise bütün Ortadoğu bölgesinde istikrar ve barışın tesis edilmesi yönünde olmuştur. Böylelikle “İsrail’in 27 Aralık 2008’de Gazze’ye karşı başlattığı “Dökme Kurşun Operasyonu”, Davos Ekonomik Forumunda Başbakan Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında yaşanan “Davos krizi”, Anadolu Kartalı
Tatbikatının uluslararası boyutunun Türkiye tarafından iptal edilmesi, TRT ekranlarında gösterime başlayan ve Filistinlilerin dramını anlatan “Ayrılık” dizisine İsrail tarafından gösterilen tepki, İsrail’de Türkiye’nin Tel Aviv Büyükelçisinin alçak bir koltuğa oturtulmasıyla yaşanan “Alçak Koltuk Krizi” ve nihayet 2010 Mayıs ayının sonunda Gazze’de sivil halka yardım götürme amacıyla yola çıkan insani yardım konvoyunda bulunan Mavi Marmara gemisine İsrail askerlerince yapılan saldırıyla başlayan “Mavi Marmara Gemisi Krizi”, Türkiye-İsrail ilişkilerini geri dönüşü çok zor bir döneme sokmuştur.”13

Yukarıda yer alan gelişmeler doğrultusunda, yani Türkiye ile çıkarlarının artık ayrışması ve farklı yönlerde olması nedeniyle, İsrail yine “katı güvenlik” anlayışı ya da politikası çerçevesinde ittifak arayışına girmiş, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Balkanlara yönelmeye başlamıştır.

İsrail-Yunanistan İlişkilerinin Tarihsel Arkaplânı

Son dönem gelişmeler öncesinde Yunanistan ile İsrail arasındaki ilişkilere baktığımızda tarihsel olarak iki ülkenin birbirine karşı düşman olmasalar da soğuk ve mesafeli olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Yunanistan, II. Dünya Savaşı sonrası İsrail devletinin kurulmasına ilişkin Birleşmiş Milletler oylamasında “hayır” oyu veren ülkelerden bir tanesidir.14 Hatta iki ülke arasındaki diplomatik temsil düzeyi kırk yıl boyunca, Soğuk Savaş’ın sonuna kadar Maslahatgüzarı seviyesinde kalmıştır.15

Soğuk Savaşın ilk yıllarında Yunanistan Batı sisteminin oluşturduğu kurumlara üye olmuş ve Kıbrıs sorunun 1974’te doruk noktasına ulaşmasına kadar dış politika önceliğini komünizme karşı durmak olarak belirlemiştir.16 

   Βαληνάκης, bu tarihe kadar Yunanistan dış politikası açısından “temel tehdit, komünist rejimle  yönetilen kuzey komşulardan geldiği” yönündeydi.
Ayrıca Doğu ile Batı arasında yaşanabilecek olası bir karşılaşma Yunan diplomasi ve strateji çevrelerinin önceliği arasında yer almaktaydı.17

Yunanlı akademisyenler, İsrail-Yunanistan ilişkilerinin Soğuk Savaş yıllarında soğuk ve mesafeli olmasının nedeni olarak Yunanistan’ın tutumunun etkili olduğunu savunmaktadırlar.

Örneğin Vassilios Damiras, Yunanistan’ın kurulduğu andan itibaren İsrail’i Doğu Akdeniz bölgenizde bir rakip olarak algıladığından bahsetmekte ve bu nedenle uzun yıllar boyunca “Arap ülkeleri yanlısı” bir dış politika çizgisi izlediğini söylemektedir.18 Yunanistan’ın Soğuk Savaş döneminde “Arap ülkeleri yanlısı” bir dış politika izlemesinin diğer bir nedeni olarak Yunanistan’ın Ortadoğu bölgesiyle tarihsel bağlarından, Kudüs Ortodoks Rum Patrikhanesi’nin ve bölge de az da olsa yaşayan Ortodoks Yunanlı nüfusun var olması gibi nedenlerin de etkili olduğunu belirtmektedirler.19

   1967-1974 arası Yunanistan’ın idaresini ele geçiren askeri yönetimin, Albaylar Cuntasının dış politika parametrelerinin Soğuk Savaş şartlarına uygun olduğunu ve Arap yanlısı politikanın devam ettiğini söylemek mümkündür.20 

   1973’te Arap-İsrail Savaşı’nda Yunanistan tarafsız olduğunu ilan etmiştir.21 Anılan savaş sonrası  petrol ihraç eden Arap ülkelerinin İsrail’e destek veren Batı ülkelerine petrol ambargosu uygulaması  ve Yunanistan’ın da birçok ülke gibi petrol bağımlısı bir ülke olması; bir yıl sonra 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı Arap
ülkelerinin Birleşmiş Milletler oylamalarında Yunanistan ve doğal olarak Kıbrıs-GKRY” lehinde olmaları gibi gelişmeler Yunanistan’ın bu politikasının devam etmesinde etkili olmuştur.22

Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960’ta bağımsız olmasından itibaren Arap Dünyası ile çok yakın bir ilişki içinde olmuşlardır. Ülkenin ilk Cumhurbaşkanı olan Başpiskopos Makarios aynı zamanda Arap ülkelerinin bazılarının da üyesi olduğu Bağlantısızlar Hareketi’nin kurucularından biridir. Yunanistan bölgede ortaya çıkan Arap devletlerini ilk tanıyan devletlerden biri olduğu kadar 1956 tarihinde Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Nasır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesi ile ortaya çıkan krizde Türkiye’nin aksine Mısır tarafında yer almıştır.

Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası Kıbrıs’ın ilhakını savunan Yunanistan için adanın bölünmesi ve bu bölünmüşlüğe giden süreçte müttefik devletlerin, özellikle ABD ve NATO’nun engel olmaması,23 Yunan dış politikasında yeniden bir değerlendirmeye neden olmuştur. II. Dünya Savaşı sonrası güvenlik ağırlıklı bir dış politika izleyen Yunanistan, 1974 sonrası ulusal strateji ve dış politikasını yine güvenlik ağırlıklı, ancak, komünizm tehlikesi yerine “doğudan gelen tehlike” (Türkiye) üzerine şekillendirmiştir.

   Dolayısıyla bu noktada Yunan dış   politikasında Türkiye’nin yerine, Yunanistan tarafından algılanışa bakmadan son dönemde İsrail ile yakınlaşma adımlarının ne anlama geldiğini tam olarak izah etmenin mümkün olmayacağı düşünülmektedir.

Yunan Dış Politikasında Türkiye Faktörü

Yunanistan’ın Arap ülkelerinin davalarına olan sempatisi özellikle Andreas Papandreu’nun PASOK hükümeti (1981-1989) tarafından hem cesaretlendirilmiş hem de kullanılmıştır.

Yunanistan Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) 1981’de tanımıştır. Papandreu Yunanistan’ın kapitalist Batı ile komünist Doğu arasında kalan Üçüncü Dünya Ülkelerine liderlik etmesini arzulamıştır.24 Kaminaris’in altını çizdiği gibi kısmen Papandreu’nun 1981’de başlattığı bu siyasetin bir sonucu olarak Yunanistan Arap Dünyasındaki terör odaklarıyla da ilişki kurmuştur. Aslında bu siyaset ideolojik, politik ve ekonomik bazı hesapların bir ürünü olmuş ve Yunan dış politikasında Üçüncü Dünyacılık ya da Papandreu’nun savunduğu gibi “Sosyalizm’de Üçüncü Yol” 25, yani Bağlantısızlığa yönelim Kıbrıs ve Ege meselelerinde Arap uluslarının desteğini sağlamaya yönelik önemli bir araç olmuştur. Güçlü bir Filistin yanlısı tutum, güçlü bir Ermeni yanlısı ve bir Kürt yanlısı tutum, Arapları, Ermenileri ve
Kürtleri Türkiye karşısında Yunanistan’la yakınlaştırmak amacıyla sergilenmiştir.
Kaminaris’e göre ayrıca bu hesaplara Yunanistan’ın Arap sermayesini ülkede yatırım yapmaya çekmek istemesi de ilave edilebilir.26

Bu dönemde görüldüğü üzere aslında Yunanistan’ın da İsrail gibi dış politikasını şekillendiren temel unsur güvenlik ve tehdit algılaması üzerinedir. İsrail için düşmanlarla çevrili bir coğrafyada yer almak ve dolayısıyla özellikle 1990’larda Türkiye’ye yönelmesinin paralel yansımasını Yunanistan için de söylemek mümkündür. Yunanistan için Türkiye faktörü ve Türkiye “tehdidi” Yunan dış politikasının Soğuk Savaş’ın son yıllarında yeniden değerlendirmeye ve yeniden şekillendirmeye yöneltmiştir.

Böylelikle Soğuk Savaş’ın sona erdiği dönemde Yunanistan, SSCB’nin dağılması nın ardından Orta Asya ve Balkanlar’da yaşanan gelişmelere Türkiye’nin yaklaşımını Türkiye tarafından çevrelenme politikası olarak algılamıştır. Βερέμης ve Κουλουμπής Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası yeniden canlandırmaya çalıştığı “Osmanlı” vizyonunun sadece Türkmen, Azeri, Çeçenler gibi etnik grupları etkisi altına almaya çalışmadığını, aynı zamanda Balkanlarda etnik bakımdan yakınlığı olmayan fakat İslamiyet nedeniyle dini bağları olan Arnavut ve Boşnakları, hatta bölgede yaşayan tüm Müslümanları bu vizyonun bir parçası haline getirmeye çalıştığı şeklinde yorumlamışlardır.27 

     Bu dönemde Yunanistan, “Düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesi ile hareket etmiş,  Türkiye’nin PKK nedeniyle ihtilaflı olduğu güney komşusu Suriye ile askeri işbirliğine gitmiş, Ermenistan ve İran ile ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır.28 

Dolayısıyla Yunan dış politikası 1990’ların ikinci yarısında kadar hamasi bir çizgide devam etmiş ve Balkanlarda izlediği saldırgan ve hırçın dış politika  sonucunda hem bölgede yalnız kalmış hem de üyesi olduğu uluslararası kurumlarda savunduğu görüşlere destek bulamamıştır.29

Yunan dış politikasının bu tarihten itibaren değişime uğramasında en önemli etken Yunanlı yazarlara göre dönemin Avrupa yanlısı ve Yunan toplumunun modernleşmeci kesiminin de desteğini alan başbakan Kostas Simitis olmuştur. Dış politikada Simitis döneminde AB kadar Türkiye ile ilişkiler de önemli bir yer tutmuştur. Uzun yıllar “düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesiyle hareket eden Yunanistan, Ermenistan ve Suriye gibi Türkiye ile ilişkileri sorunlu ülkelerle ilişkilerini geliştirmiş, PKK’ya destek sağlamıştır.30 

  Birçok Yunanlı için Türkiye insan haklarını ihlal eden, komşularının toprakları üzerinde emelleri olan, ordunun idaresi altında bir ülkeydi. Bu nedenle “Ermeni soykırımı”, “Pontus’lu Helenlerin soykırımı”, “Küçükasya Helenlerinin soykırımı”,31 “Kıbrıs Helenlerinin soykırımı” ve “Kürt soykırımı” gibi siyasi söylemler Yunan halkı tarafından yaygın olarak benimsenmişti.32

   Tüm bunları değiştirme çabasında Simitis’e çağdaş Yunan siyasi tarihinde dış politikayla bağlantılı en önemli krizlerden biri olan PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 1999’da Kenya’da Yunanistan Büyükelçiliğinde gizlenirken üzerinde kendi adına düzenlenmiş Rum pasaportu ile yakalanması yardımcı olmuştur. Ardından, 17 Ağustos 1999’da Türkiye’de yaşanan Marmara depremi ve 7 Eylül 1999’da Atina civarında yaşanan deprem iki ülke arasında yeni bir sayfanın açılmasına olanak tanımıştır. İlginçtir ki Türkiye’de yaşanan depremin bir gün öncesine kadar Yunan medyasında “Kürt halkına yapılan işkenceler” ve “Öcalan fiyaskosundan” bahsedilirken, 33 depremle birlikte Yunan kamuoyunda Türk halkına karşı büyük sempati oluşmuş ve yardım kampanyaları başlatılmıştır.

2000’li yıllar itibarıyla Türkiye ve Yunanistan ilişkilerinde yaşanan ihtiyatlı yaklaşımın artarak devam ettiğini görmekteyiz. 

Kıbrıs, Ege, Azınlık gibi konularda sorunların devam etmesine rağmen karşılıklı temaslar, ortak çalışma grupları ve sivil toplum örgütlerinin faaliyetleri, ortak projeler, vs. anılan tarihten günümüze hızla artmaya başlamıştır. Ancak iki ülke arasında sürdürülen görüşmelere rağmen Kıbrıs ve Ege konularda halen bir mutabakatın  sağlanamamış olması birçok çevrede olduğu gibi akademik çevrelerce de Türk-Yunan yakınlaşmasının geleceğine ilişkin kuşku ve endişelerin dile getirilmesine neden olmaktadır.

Öte yandan Türk-Yunan ilişkilerinde yaşanan “normalleşme” dönemi Türkiye-İsrail ilişkilerinde gerilim ve krizler dönemi ile örtüşmektedir. Daha önce de ifade edildiği gibi 1990’lar boyunca yakın işbirliği içinde olan Türkiye ve İsrail son dönemde birbirlerine karşı uzak ve mesafelidir. Yunanistan ise yıllarca uzak durduğu İsrail ile ilişkilerinde canlanmayı yine bu dönemde yaşamaktadır.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

14 Nisan 2020 Salı

Türkiye’nin Enerji Politikasında Alternatif Bölgelerden Biri OlarakDoğu Akdeniz

Türkiye’nin Enerji Politikasında Alternatif Bölgelerden Biri OlarakDoğu Akdeniz



Yrd. Doç. Dr. Serdar Kesgin 

GİRESUN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ.,




TÜRKİYE, OECD ÜLKELERİ ARASINDA EN YÜKSEK ENERJİ TALEP ARTIŞ ORANLARINDAN BİRİNE SAHİP  ÜLKE OLMASININ YANINDA, ENERJİ KONUSUNDA BÜYÜK ÖLÇÜDE DIŞA BAĞIMLI BİR ÜLKE KONUMUNDADIR. 

   Türkiye, OECD ülkeleri arasında en yüksek enerji talep artış oranlarından birine sahip ülke olmasının yanında, enerji konusunda büyük ölçüde dışa bağımlı bir ülke konumundadır.

   Türkiye’nin enerji ihtiyacında doğal gaz % 31, petrol % 28, ithal kömür % 18, linyit % 11 ve yenilenebilir enerji % 12 paya sahiptir.
Türkiye tükettiği doğal gazın %99’unu, petrolün de % 93’ünü ithal etmektedir 1.

Türkiye’nin son on yıllık enerji kullanım alışkanlıklarına bakıldığında doğal gazın hızla artış gösterdiği ve enerji tüketiminde birinciliği petrolden aldığı görülmektedir.

Türkiye’nin Rusya ile yaşadığı uçak krizi sonrasında gündeme gelen önemli konulardan biri de Türkiye’ nin doğal gaz ihtiyacı hasebiyle Rusya’dan almış olduğu doğal gazın kesintiye uğrayıp uğramayacağı dır.

    Türkiye yıllık 49.8 milyar m³ doğal gaz tüketimi gerçekleştirirken doğal gaz ithalatının % 56’sını Batı Hattı ve Mavi Akım aracılığıyla Rusya Federasyonun dan, % 19’unu İran’dan, % 9’unu Azerbaycan’dan, % 9’unu Cezayir’den (LNG), % 7’sini Nijerya’dan (LNG) karşılamaktadır 2.

Mevcut alımların yanında Türkiye, Azerbaycan ile 2011 yılında (2017-2018 yılarında devreye girmesi planlanan) 6 milyar m³’lük bir anlaşma imzalamıştır. Aynı şekilde 1999 tarihinde Türkmenistan ile devreye girme tarihi belirtilmemiş 15.6 milyar m³’lük bir anlaşma mevcut tur 3. Türkmenistan ile yapılan anlaşma nın hayat geçirilmesi için Hazar geçişi üzerinde mutabakata varılması gerektiği görülmektedir. 

Bu konuda Türkiye-Azerbaycan-Türkmenistan arasında görüşmelerin devam ettiği bilinmektedir.
Ayrıca Türkiye ile Katar arasında LNG ithalatı konusunda görüşmeler gerçekleşmiş ve kısa zamanda alım anlaşmalarının faaliyete geçirilebileceği belirtilmiştir.

   Bu anlamda devreye girecek olan projelerle birlikte doğal gaz dengeleri değişecek ve Rus gazına duyulan ihtiyaç azalacaktır. Ancak Türkiye’nin artan doğal gaz tüketimi göz önüne alındığında yeni kaynaklara da ihtiyaç olduğu açıktır.
Türkiye, çevresi enerji havzalarıyla çevrili bir ülke olarak, enerjinin taşınması konusunda en uygun yol olan boru hatları üzerine kurulu bir enerji politikası geliştirmektedir.
Türkiye hem kendi ihtiyacını karşılamak hem de petrol ve doğal gazın dünya pazarlarına ulaştırılması konusunda bir terminal olma amacıyla çeşitli boru hattı projelerini faaliyete geçirmiş ve yeni hatlar üzerinde çalışma yapmaktadır. Söz konusu bölgelerden bir tanesi olarak da Doğu Akdeniz karşımıza çıkmaktadır.



   Doğu Akdeniz’in güneydoğusunda bulunan Levant Havzası, Kıbrıs adasının güneyinde bulunan Afrodit Havzası, Nil Deltası ve Kıbrıs ile Girit arasında kalan alanda önemli doğal gaz yatakları bulunduğu belirtilmektedir.

ABD Jeolojik Araştırmalar Kurumu verilerine göre Levant Havzası’nda 122 trilyon feet³’lük (3.45 trilyon m³) kanıtlanmamış doğalgaz rezervi bulunmaktadır 4.

Kıbrıs’ın Güneyinde bulunan Afrodit sahasında 142 ila 227 milyar m³’lük doğal gaz rezervi 5 olduğu belirtilmekle birlikte, bu rezervin 4.5 trilyon m³’e çıkabileceği ifade edilmektedir 6. Ayrıca Kıbrıs ile Girit adası arasında kalan bölgede de önemli gaz rezervlerinin olabileceği belirtilmektedir.

    Bölgedeki diğer bir önemli rezerv alanı da Nil Deltası’dır. Nil Deltası ile birlikte Mısır’ın Akdeniz sahillerinde ve Mısır genelinde 2.1 trilyon m³’lük doğal gaz rezervi olduğu hesaplanmaktadır 7. Mısır’ın mevcut kaynaklarına ilave olarak, İtalyan ENI şirketi 2015 yazında Mısır açıklarında 1 trilyon m³’e yakın rezerve sahip bir alan keşfettiklerini belirtmiştir. Teknolojinin ilerlemesi ile birlikte derin deniz arama faaliyetlerinin maliyetinin düşmesi, Doğu Akdeniz havzasındaki arama faaliyetlerinin artmasına neden olmaktadır. Bölgede henüz keşfedilmemiş ve araştırılmamış alanların varlığını da hesaba katıldığında, Girit ile Akdeniz’in
doğu sahillerini kapsayan bölgede 15 ila 20 trilyon m³ civarında bir potansiyel olduğu ifade edilmektedir. 

   Dünyanın en büyük gaz rezervlerine sahip olan Rusya’nın 47, İran’ın 34, Katar’ın 24 trilyon m³ doğal gaz rezervlerine  8 sahip  olduğu düşünülecek olursa, bölgedeki potansiyel dikkate almaya değerdir.

   Bölgede Doğalgaz arama ve işletme faaliyetleri yeni değildir. Mısır ve İsrail 1960’lı yıllarda arama faaliyetlerine başlamış ve ilerleyen yıllarda işletme sahaları açmıştır.

   Bugün bu iki ülke kendi enerji ihtiyaçlarını bölgeden karşılayabilecek düzeye gelmişlerdir. Mısır, İtalyan ENI şirketine 1960’lı yıllarda arama ve ardından da işletme ruhsatları vererek üretime başlamıştır. 2000’li yıllarda Nil Deltası’nda Shell firmasına verdiği ruhsatlar ile Mısır, doğalgaz üretimi ve ithali konusundaki niyetini ortaya koymuştur.



   Ayrıca Mısır, bölgedeki tek LNG dönüşüm santraline sahip ülke olması nedeniyle de doğal gaz ticaretinde önemli bir konum elde etmiştir.

   İsrail 1960’lı yıllardan bu yana Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama çalışmaları yapmaktadır. 2000’li yıllarda ise gelişen teknolojik imkanları kullanarak, Levant Havzası’nın kendine ait olan deniz alanlarında hidrokarbon yatakları bulmuş ve işletmeye başlamıştır. Zira bu yataklarda yaklaşık 1 trilyon m³’lük doğalgaz bulduğunu da açıklamıştır. Buna karşın ülkenin çıkarmayı düşündüğü yıllık miktar kendi ihtiyacından çok daha fazladır.

    Doğu Akdeniz’in Levant Havzası dışındaki bölgelerde enerji kaynaklarının işletilmesine dair en önemli kırılma noktasını, deniz alanlarının kullanılması konusundaki Türk-Yunan anlaşmazlığı ve Kıbrıs sorunu üzerine cereyan eden gelişmeler oluşturmaktadır.

   Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi medyalarında 2000’li yıllardan itibaren Doğu Akdeniz’de, özellikle de Kıbrıs adası etrafında doğal gaz yatakları bulunduğu hakkında yayınlar yapılmaya başlanmıştır. Yapılan yayınlara istinaden
geliştirilen dış politikalar bölgede anlaşmazlık konularını hareketlendirmektedir.

   Zira deniz alanlarının kullanımına dair ortaya çıkan sorunlar enerji kaynaklarının kimler tarafından çıkarılacağı konusunu da belirsizleştirmektedir.

Yunanistan ve GKRY bölgede deniz alanlarının kullanımı konusunda, Türkiye’nin Kıta Sahanlığı haklarını göz ardı ederek, Türkiye’ye çok az bir alan bırakmakta dır. Öyle ki; Yunanistan ve GKRY’nin girişimleri kabul gördüğü takdirde
Türkiye yaklaşık 104 bin km²’lik bir deniz alanını kaybetmiş olacaktır 9. 

Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin girişimlerine kadar, Türkiye kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge düzenlemeleri hakkında herhangi bir girişimde bulunmamıştır.

Ancak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi 2007 yılında adanın güneyinde 13 Adet Petrol Arama Ruhsatı vererek anlaşmazlığın fitilini ateşlemiştir. Zira parsellerin bazıları Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de iddia ettiği kıta sahanlığı alanın sınırları ile çakışmakta dır. Türkiye konuyla ilgili bir nota vermekle birlikte söz konusu alanlarda TPAO’ya petrol arama ruhsatı verdiğini açıklamıştır. KKTC de adanın geneli üzerindeki haklarına istinaden adanın güneyinde TPAO’ya arama ruhsatı tahsis etmiştir.

   Gelişmeler, ne Türkiye’nin ne de KKTC’nin bölgesel çıkarlarından ve haklarından vazgeçmeyeceğinin bir kanıtı gibidir.

    Bölgedeki önemli sorun noktalarından biri de Türkiye-İsrail ilişkileri oluşturmaktadır. Zira Filistin sorunu ve İsrail’in faaliyetleri son dönemde ilişkilerin gerginleşmesine neden olmuştur. Çeşitli platformlarda Türkiye ile İsrail’in karşı karşıya gelmesi Doğu Akdeniz’de dengeleri ve ilişkileri farklı bir boyuta taşımıştır. Gelişmeler Türkiye’yi Arap coğrafyasına yaklaştırırken
İsrail’i Yunan ve Güney Kıbrıs eksenine oturtmuştur. Öyle ki bu dönemde İsrail’in Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ekonomik, askeri ve enerji anlaşmaları imzaladığı görülmüştür.

    Enerji kaynaklarının kim tarafından işletileceği konusu ile birlikte önem arz eden diğer bir konu da enerjinin uluslararası pazarlara nasıl ulaştırılacağıdır. Bölge için en önemli pazar konumunda olan AB için enerji kaynaklarına ulaşımın çeşitlendirilmesi stratejik bir öneme sahiptir. Güney Kıbrıs’ın yıllık doğal gaz tüketiminin nüfusa ve gelişmişlik düzeyine oranla fazla olamayacağı düşünülecek olursa, tüketimden geriye kalan kısmın nasıl taşınacağı bir sorun olarak durmaktadır. Doğal gazın taşınması sorunu sadece Kıbrıs için değil, Levant Havzası’nda İsrail’in çıkardığı doğal gaz için de geçerlidir. İsrail çıkarmayı düşündüğü doğal gaz rezervlerinin yarısını satmayı planlamaktadır.

GKRY çeşitli vesilelerle Güney Kıbrıs’ın enerji terminali olması gerektiğini vurgulamaktadır. Simerini gazetesine göre, Limasol’da Eylül 2015’te gerçekleştirilen uluslararası denizcilik konferansında bir konuşma yapan Rum Enerji Bakanı Yorgos Lakkotripis, “Doğu Akdeniz’de yakın zamanda hidrokarbon yataklarının keşfi, Süveyş kanalının genişletilmesi ve diğer jeopolitik gelişmelerin Güney Kıbrıs’ın enerji kavşağı olma hedefini güçlendirdiğini” ifade etmiştir.10 Güney Kıbrıslı yetkililer bir LNG tesisi kurulması için İsrailli yetkililer ile temasa geçmişlerdir. Ancak kurulması düşünülen LNG tesisinin maliyetli oluşu ve
buna denizden taşıma maliyetinin de eklenecek olması; söz konusu projenin yürütülebilirliğini zayıflatmaktadır.

   İSRAİL’İN ENERJİ KONUSUNA BU DENLİ YOĞUN İLGİ GÖSTERMESİ, SADECE KENDİ İHTİYAÇLARINI KARŞILAMAK İÇİN DEĞİL ORTADOĞU’DA BİR ENERJİ MERKEZİ OLMA ARZUSUNDAN DA KAYNAKLANMAKTADIR.

    İsrail’in enerji konusuna bu denli yoğun ilgi göstermesi, sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamak için değil Ortadoğu’da bir enerji merkezi olma arzusun dan da kaynaklanmaktadır.

İsrail, Mısır doğalgazının İsrail üzerinden taşınmasını öngören Mısır-İsrail Doğalgaz Hattı’nın inşasını planlamaktadır.

   Başka bir proje de, boru hattı ile İsrail gazının Mısır’a gazın taşınıp buradaki mevcut LNG tesisinde sıvılaştırılması ve tankerlerle dünya piyasalarına ulaştırılması üzerinedir.

   Doğu Akdeniz doğal gazının taşınması konusundaki en makul ve en kısa yolun Türkiye üzerinden geçecek bir boru hattı olduğu öngörülmektedir. Doğu Akdeniz Boru Hattı’nın Kıbrıs üzerinden geçmesi ihtimali bulunsa da söz konusu hattın mesafesinin uzun olması nedeniyle yüksek maliyetli oluşu bu planın şansını azaltmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin giderek artan enerji ve özellikle de doğalgaz ihtiyacı Türkiye’yi önemli bir alıcı konumuna getirmektedir.

    Enerji kaynaklı politikalar bölge sorunlarıyla irtibatlanmaya başlamıştır. Benzer şekilde ilişkilerin enerji zemininde şekillenmeye başladığı görülmektedir. Bu durum bölgesel kutuplaşmaları daha sert hale getirebileceği gibi ilişkilerin yumuşamasını da beraberinde getirebilecektir. Batılı enerji şirketlerinin çıkaracağı doğal gaz, birbiri ile sorun yaşayan ülkelerin işbirliği ile Avrupa ve dünya pazarlarına ulaştırılabilecektir.

Son dönemlerde İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerinin normalleşme dönemine girmesine yönelik adımların atılmaya çalışılması, enerji konusunda Türkiye ile İsrail’in anlaşmaya varabileceği ihtimalini güçlendirmektedir. 

İki ülke yetkililerinin açıklamaları, kısa sürede anlaşma sağlanır ise 2019 yılında denizden 475 km’lik bir hat ile Türkiye’ye gaz sevkiyatının başlayabileceği
yönündedir. Türkiye’ye İsrail’den yıllık 30 milyar m³’lük gaz akışı sağlanabilece ği, bunun 10 milyar m³’ünün Türkiye tarafından kullanılabileceği hesaplanmaktadır. 11.

    Bu miktar Türkiye’nin toplam gaz ithalatının yüzde 20’sine tekabül etmektedir. İlerleyen dönemlerde Mısır ve Kıbrıs’ın güneyinden çıkarılacak doğalgazın da söz konusu hatta eklenmesi ihtimali, hattın hayata geçirilebilirliğini güçlendirmektedir.

    Söz konusu hat sadece Türkiye için değil;

    AB’nin kritik enerji altyapı güvenliği ve fiyat avantajı için de önemlidir. 

Söz konusu gazın TANAP üzerinden Avrupa’ya taşınabileceği de belirtilmektedir. Doğu Akdeniz veya diğer komşu bölgeler merkezli gerçekleştirilecek projeler, Türkiye’nin ve Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltması bakımın dan da önem kazanmaktadır. Zira hem Türkiye hem de Avrupa tükettiği doğal gazın yarısını Rusya’dan sağlamaktadır.

Türkiye’nin bölgede enerji odaklı atacağı adımlar, bölgedeki enerji potansiyelinin değerlendirilmesi noktasında Türkiye’yi dışlayabilecek projelerin hayata geçirilmesinin de önünü kesebilecektir. Enerji merkezli politikalar siyasal gelişmelerin tetikleyicisi olup bu konularda ilk adımı atacak olana avantaj sağlayacak niteliklidir. Özellikle Kıbrıs ve Filistin meseleleri bu minvalde
ele alınmalıdır. Türkiye üzerinden geçecek petrol ve doğal gaz boru hatlarının çeşitliliği, Türkiye’nin bir enerji terminali olma politikasını hayata geçirebilecek ve Ortadoğu denkleminde elini güçlendirecektir.

DOĞU AKDENİZ’İN LEVANT HAVZASI DIŞINDAKİ BÖLGELERDE ENERJİ KAYNAKLARININ İŞLETİLMESİNE DAİR EN ÖNEMLI KIRILMA NOKTASINI, DENİZ ALANLARININ KULLANILMASI KONUSUNDAKİ TÜRK-YUNAN ANLAŞMAZLIĞI VE KIBRIS SORUNU ÜZERİNE CEREYAN EDEN GELİŞMELER OLUŞTURMAKTADIR.


DİPNOTLAR;

1 “Ham Petrol ve Doğal Gaz Sektör Raporu, Türkiye Petrolleri”,
   http://www.enerji.gov.tr/ File/?path=ROOT%2f1%2fDocuments%2fSekt%C3%B6r+Raporu%2fHP_DG_SEKTOR_RPR.pdf, Mayıs 2015,
   Erişim tarihi 31.03.2016.
2 Ham Petrol ve Doğal Gaz Sektör Raporu
3 Doğal Gaz Alım ve İhracat Anlaşmaları, BOTAŞ, 
   http://www.botas.gov.tr/, Erişim tarihi 30.03.2016.
4 “Assessment of Undiscovered Oil and Gas Resources of the Levant Basin Province, Eastern Mediterranean”, 
   http://pubs.usgs.gov/fs/2010/3014/pdf/FS10-3014.pdf, Mart 2010 Erişim tarihi 27.03.2016.
5 Sinan Hastorun, “The Mineral Industry of Cyprus”, 
   http://search.usa.gov/ search?utf8=%E2%9C%93& affiliate=usgs&query=aphrodite+cyprus, Erişim tarihi 25.03.2016.
6 “Güney Kıbrıs Afrodit Sahasından Umutlu”, 
   http://www.enerjigunlugu.net/guney-kibris-afrodit-sahasindan-umutlu_12756.html#.VwI8_U-LSUk, 17.03.2015, Erişim tarihi 04.04.2016.
7 “Egypt International Energy Data and Analysis”, 
http://www.eia.gov/beta/international/ analysis_includes/countries_long/Egypt/egypt.pdf,    Erişim 20.02.2016.
8 International Energy Statistics, 
   https://www.eia.gov/cfapps/ipdbproject/IEDIndex3.cfm?tid= 3&pid=3&aid=6, Erişim tarihi 28.03.2016.
9 Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, Bilge Adamlar Kurulu Raporu: Doğu Akdeniz’de Enerji Keşifleri ve Türkiye, Rapor no: 59,
  İstanbul, 2013, S.22
10 “Hedef Güney Kıbrıs’ın Enerji Kavşağı Olması”, 
     http://www.istanbulhaber.com.tr/hedef-guney-kibrisin-enerji-kavsagi-olmasihaber-233920.htm, 
     Erişim tarihi 17.09.2015,  
     Erişim tarihi 03.04.2016.
11 Merve Özdil, “Normalleşme Olursa İsrail-Türkiye Boru Hattı2019’a Yetişebilir”, 
    http://www.hurriyet.com.tr/normallesme-olursaisrail-turkiye-boru-hatti-2019a-yetisebilir-40029001, 
    18.12.2015, Erişim tarihi 14.02.2016.

***

6 Şubat 2020 Perşembe

Soygun Ekonomisi

Soygun Ekonomisi  



Agah Oktay GÜNER
agahoktayguner@hotmail.com
19 Eylül 2011


Bu gün öyle bir ekonomik sistem içinde yaşıyoruz ki; savaşlar başlatıyor, insanları öldürüyor, darbeler, rejim değişiklikleri planlıyor. Bugünü iyi anlamak için düne bakmalıyız. II. Dünya Savaşı’nda Avrupa’da 50 milyona yakın insan öldü. Savaş yüzünden ülkelerin ekonomileri yıkıldı. ABD de bu savaşa katıldı. Ancak kendi topraklarında ciddi bir saldırı görmedi. Avrupa yıkılırken ABD yükseldi. Çünkü Rockefeller gibi Hitler’e ve diğer devletlere silah, gıda malzemesi pazarlayan iş adamları sermaye birikimini  sağladı. Savaş Avrupa’yı bitirirken ABD güçlendi. İşte ABD’de biriken bu paranın ihtiyaç sahiplerine ulaşması, borç verilmesi ekonominin büyümesi için önemli bir adımdı. 
Bu maksatla 1944 yılında ABD’nin Bretton Woods kasabasında bir toplantı yapıldı. Burada dünya ekonomisini önemli ölçüde etkileyen, bugün bile tesirleri görülen kararlar alınmıştır. IMF ve Dünya Bankası bu toplantıda alınan kararlar uyarınca kurulmuştur. IMF’nin o tarihte açıklanan kuruluş amacı: II. Dünya Savaşı sebebiyle ekonomileri batakta olan ülkelerin bütçe açıklarını düşürmek, iktisadi yapılarının düzelmesine yardımcı olmak için kısa vadeli finansman ve teknik destek sağlamaktır. IMF kredi vererek, bu yolla ülkeleri bağımlı kılmakta ve batak durumlara sürüklemektedir. Dünya Bankası’nın açıklanan kuruluş amacı: Yıkılan şehirlerin tekrar kurulması, alt yapı projelerinin onarılması, yenilenmesi için uzun vadeli kredi vermektir. Ancak asıl gaye IMF’ninki ile aynıdır. IMF ve Dünya Bankası birlikte hareket eder, önce hedefteki ülke borçlandırılır. Bunların direktifleri dışına çıkınca kredi musluğu kısılır. Ülke yönetimi derhal itaat etmek zorunda kalır. Zira devlet borçludur, tüketim ekonomisi ile şartlandırılmış halk borçludur. Dünya Bankası ve IMF’nin merkezleri Washington’dadır. Her iki kuruluşun sermayesindeki en büyük hisse; Musevi aileler olan Rockefeller ve Rothsehild’lere aittir. Bilindiği gibi Rothsehild’ler İngiltere banka sisteminin %100’üne, Fransa’da ise %98’ine sahiptir. Bretton Woods toplantısında alınan önemli bir karar da; altına dönüştürülebilen tek para biriminin ABD Doları olması ve diğer ülkelerin paralarının değerlerinin buna göre ayarlanmasıdır. Toplantıda 35 dolar= ı ons altın olarak sabitlenmiştir. Bu çerçevede her dolar saptanan altın karşılığı çerçevesinde basılacak ve ABD dolar verip altın alabilecekti. Bu kararla ABD Doları dünya parası haline geldi. Merkez Bankaları altın yerine  ABD Doları depolamaya başladı. Dolar rezervi para oldu. Böylece küre çapında işgalin finans ayağı sağlandı. ABD üretmeden para kazanmanın yolunu bulmuştu. ABD ekonomi yönetimi matbaada para basıyor, başka ülkelerin ürettiğini hiçbir emek harcamadan satın alıyordu. Basılan paralar Dünya Bankası ve IMF tarafından yüksek faiz karşılığı diğer ülkelere kredi olarak verilmeye başladı.İşte bu gelişme karşısında Fransa Cumhurbaşkanı de Gaulle ile Alman Başbakan Adenauer ABD’nin altın karşılığı değil karşılıksız dolar bastığını tespit ettiler. Piyasadan dolar toplayıp, ABD’ye “Al dolarları ver altını”  demeye karar verdiler. Rusya’yı da ABD’ye altın satmaması için bilgilendirdiler. Bu planı fark eden ABD, usta bir oyunla Avrupa çapında “68 gençliği”ni ortaya çıkardı ve “68 hareketi” başladı. Çalkantılar sonunda de Gaulle siyasetten çekildi. 1971 yılında yaşanan bütçe açığı sebebiyle ABD Bretton Woods anlaşmalarından çıktı. Doların altın karşılığına ilişkin kararı kaldırdı. Ülkelerin elindeki dolarlar kâğıt parçası oldu. IMF, Dünya Bankası, GATT ile  ABD’nin kan emicileri diğer ülkelerin boğazını sıkarken 1961 yılında OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) kuruldu. Amaç üye ülkelerin ve ABD’nin Marshall planı çerçevesinde kalkınması olarak belirtildi. OECD ekonomik büyüme yolunda borçlanmayı normal kabul ettirerek ülkelerin borç yükünü arttırmıştır. Bu gün Yunanistan, İspanya, Portekiz, İrlanda, İzlanda borç yüzünden kıvranıyor. Eğer Türkiye içine sokulduğu üretmeden tüketme politikasını terk etmezse  10 yıl içinde bu felâketi yaşayabilir.Biz aklımız ve gönlümüzle bu çıkmaz yolun yönetenlerce bir an önce görülmesini temenni ediyoruz.İşte bir makale çapında ABD’nin serveti ve zenginliğini özetledim. Kâğıdı altın değerine satanlar şimdi yalanlar icat ederek Afganistan’ı, Irak’ı işgâl ediyor. Bütün bir İslâm coğrafyasını kana bulayarak rejimlerini değiştiriyor. Amaç tüm bu bölgenin yer altı servetlerini sömürmektir! ABD’yi Avrupa’nın hürriyet sevdalısı insanlarıyla katiller, eşkıyalar ve soyguncular kurmuştu. Şimdilik devleti ikinci bölümdekiler, yani; katiller, eşkıyalar ve soyguncuların nesilleri yönetiyor. Atalarımız “Soydur çeker, topaldır seker” demişler. Milli, kaynaklarımızı topyekün harekete geçiren, her türlü israfa son veren, ekonomi politikalarıyla süper gücün kölesi olmak yerine kendimizin sultanı olmak zorundayız. 


Kaynak Yeniçağ: 
Soygun Ekonomisi  
Agah Oktay GÜNER 

https://www.yenicaggazetesi.com.tr/soygun-ekonomisi-19791yy.htm


***