18 Aralık 2019 Çarşamba

Terörizmle Mücadelede Kırılma Noktaları ve Strateji Değişikliğinin Zamanlaması BÖLÜM 2

Terörizmle Mücadelede Kırılma Noktaları ve Strateji Değişikliğinin Zamanlaması BÖLÜM 2



Güvenlik Kuvveti Miktarı ve Kırılma Noktaları 

Terörle mücadelede başarılı olmak için ne kadar güç kullanılması gerektiği konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Sömürgelerde ortaya çıkan iç ayaklanmalar ve Soğuk Savaş dönemindeki isyanlarda bu ihtiyaç asgari lüzumlu kuvvet olarak tanımlanmıştır. Yakın geçmişteki olaylar dikkate alınarak yapılan incelemelerde ise isyancı/terörist başına düşen güvenlik kuvveti miktarı, bölgedeki toplam nüfus ile güvenlik kuvveti karşılaştırması veya kilometre kareye düşen güvenlik personeli sayısı gibi faktörler dikkate alınmıştır. Sadece terörist sayısı ile güvenlik kuvvetleri sayısını karşılaştırmanın doğru olmadığı, halk desteğinin etkisini de dahil etmek için toplam nüfus ile karşılaştırmak gerektiği yönündeki görüşler daha fazla kabul görmektedir (Kozelka, 2008: 7). Bu çerçevede 1000 kişilik nüfusa karşılık 20-25 güvenlik personelinin, yerleşim yerlerinde görev yapacak polis miktarı için de her 1000 kişilik nüfusa karşılık 4 polisin asgari yeterli miktar olduğu belirtilmektedir (McGrath, 2006: 81-106). Kuvvet ihtiyacının tespiti sadece birkaç faktöre bakarak belirlenebilecek bir husus değildir. 
Bu husus daha detaylı bir inceleme konusu olabilecek niteliktedir. 

Örnek olarak verilen oranlar araştırmacıların kendi ana vatanları dışında yaşanmış olaylar dikkate alınarak tespit edilmiştir. Türkiye ’nin yaşadığı 
tecrübeler farklıdır. Her şeyden önce hudut güvenliğinin sağlanması için ayrılacak güvenlik kuvveti miktarı önemli bir yer tutmaktadır. PKK terörünün kırsal ağırlıklı, bölge arazisinin sarp ve ulaşımın yetersiz olması, alan kontrolü için gerekli karakol ve sabit üs miktarının fazlalığı, bu üslerde kendi kendine yeterli olacak sayıda personel bulundurma zorunluluğu güvenlik gücü ihtiyacını da artırmıştır. 
Aşağıdaki grafik (Şekil 3.) ülkemizin yaşadığı tecrübede gücün etkisinin çok 
önemli bir faktör olduğunu göstermektedir. 

Şekil 3.
Güvenlik güçleri miktarı, ele geçen ve teslim olan terörist sayısı karşılaştırması 
Olayların başlangıcından itibaren uzun süre aynı miktarda güvenlik kuvveti 
ile yürütülen mücadelede görev alan unsurların sayısı 1991-1994 yılları arasında iki katına çıkarılmış ve bu yıllar terörle mücadelede en fazla insan kaybının yaşandığı dönem olmuştur. PKK kuruluş aşamasında benimsediği strateji ile 1991 yılında devrimci halk savaşında üçüncü safhaya geçmeyi (Halk ayaklanmaları ile kurtarılmış bölgeler oluşturulması) öngördüğünden olayların yoğunluğunu artırmıştır. 

Bu eylemlerle elde edeceği kazançların yaşayacağı kayıplardan daha fazla 
olacağını düşündüğü için insan zayiatın daki artışı göze almıştır. Çatışmalarda yaşanan can kayıpları ve şiddetten zarar görenlerin yaşadığı acılar örgüt üyeleri ve destekçileri arasındaki bağların güçlendirilmesi, şehitlik kavramının yüceltilmesi, intikam duygusunun yüksek tutulması ve bütün bunların bir kurtuluş mücadelesi olduğu yönünde algı yaratılması için PKK tarafından kullanılmıştır. Bu gelişmelere rağmen 1994 yılı askeri açıdan örgüt adına bir hezimet ve kırılma yılıdır. Bundan sonra örgüt teoride öngörülen askeri zafer kazanma hedefini bırakmış, siyasi alandaki çalışmalara ağırlık vermiştir. Silahlı unsurları ise bu çalışmaları desteklemek ve pazarlık gücünü yüksek tutmak için muhafaza etmiştir. Bu değişimin iyi analiz edilebildiğini söylemek güçtür. Doğrudan mücadelenin uygulama aracı olan güvenlik kuvvetlerinin kullanımında alan kontrolüne geçmek gibi taktik ve strateji değişiklikleri yapılmış olmasına rağmen dolaylı mücadele kapsamında uygulanabilecek reform niteliğinde bir değişiklik yapılmamıştır. 

1996 yılında kolluk güçlerine ilave olarak Silahlı Kuvvetlerin diğer birliklerinin 
de teröristle mücadelede görevlendirilmesi ile sahadaki kuvvet miktarı ezici bir şekilde artmıştır. Şekil.3’de sadece Silahlı Kuvvetlerin Jandarma ve Kara Kuvvetleri unsurlarına rakamsal olarak yer verilmiştir. Aynı dönemde Hava Kuvvetlerinin terörle mücadeleye aktif desteği de artmıştır. 1997 Yılından itibaren PKK nın yurt dışı kamplarına yapılan yoğun hava harekatları örgüt mensuplarının kalabalık olarak barındığı yerlerde daha küçük unsurlara ayrılmasına neden olmuş, bunun sonucunda barınma, eğitim, komuta kontrol ve lojistik desteğin sağlanmasında güçlükler yaşanmış, yeni elemanların katılımını önlemede caydırıcı bir faktör olmuştur. 

Sahadaki güç miktarı artmış olmasına karşılık güvenlik kuvvetlerinin verdiği 
kayıpların azalması, ele geçen terörist miktarının artması ve kendi inisiyatifleri 
ile eylem yapma yeteneklerinin azalması terörle mücadelede bir dönüm noktasını işaret etmektedir. Bu dönemde terör örgütü tarafından ilan edilen sözde ateşkesin en önemli nedeni kaybedilen güç ve prestijdir. Dünyadaki diğer örnekler incelendiğinde terör örgütlerinin ortalama 10-15 yıl aktif mücadele verebildiği başarılı olamazsa çöküşe geçtiklerine yönelik tespitler bulunmaktadır. Bunu doğrular şekilde PKK yöneticileri de 1994-95 yıllarında sonuç almayı planladıklarını açıklamışlardır. 


Kamu düzeni sağlandıktan sonra asker yerine kolluk güçlerinin görünürlüğünün 
artırılması ve sorumluluğun devir alınması dikkat edilmesi gereken önemlibir husustur. 

Örgütün çöküşe geçtiği bir dönemde güvenlik kuvvetlerinin miktarının 
artırılması, doğrudan mücadele döneminde getirilen sınırlayıcı tedbirlerin 
devam etmesine neden olduğundan halkın yaşamı olumsuz etkilenmiş, bu durum örgüt tarafından siyasi tabanını genişletmede istismar edilmiştir. Bölgeye yönelik mahalli ve genel seçim sonuçlarına göz atıldığında desteğin nasıl arttığını gözlemlemek mümkündür. Ayrıca kullanılan kuvvet miktarı ile teröristlerin etkisiz hale getirilmesinde sağlanan sayısal başarı güç ile orantılı değildir. 1996 Yılında yapılan değişikliğin olumlu yanlarından birisi yoğun çatışmaların yaşandığı dönemde kolluk kuvvetlerinin yıpranan imajının diğer bir askeri unsur ile değiştirilmiş olmasıdır. 

PKK terörü ile yürütülen uzun soluklu mücadelede güç kullanımı ve buna 
bağlı dönüm noktalarının irdelendiği bu bölümün sonunda ilk yıllarda yığınakta 
yapılan hatanın günümüzdeki etkilerine tekrar değinilecektir. Olayların başlangıcından 1994 yılına kadar mücadele ağırlıklı olarak kolluk güçleri ile yürütülmüş, ihtiyaca göre Kara Kuvvetleri unsurları kolluk güçlerini takviye etmiştir. Terör olayları bir asayiş sorunu olduğundan öncelikle polis, jandarma gibi kolluk güçlerinin kullanılması doğru bir yaklaşımdır. 1996 Yılında Silahlı Kuvvetler unsurları doğrudan sorumluluk almıştır. Takviye olarak birlik göndermekle asli sorumlu unsur olarak görev almak oldukça farklıdır. Çünkü eğitim, teşkilatlanma, silah, malzeme temini ve mücadeleye yönelik bilgi alt yapısının sağlanması Silahlı Kuvvetler için önceliklerin değiştirilmesi gereken, zaman alıcı bir faaliyettir. Bu nedenle Silahlı Kuvvetlere daha önceki bir zaman diliminde, örneğin Birinci Körfez Savaşı öncesi veya hemen sonrasında sorumlu luk verilmiş olsa örgütün çöküşü ve terörün sonlandırılması hızlandırılmış olur mu idi sorusu düşünülmeye değer bir konudur. 

Çünkü kullanılacak kuvvet kadar zamanlaması da önemlidir. Bu kuvvetin hangi 
safhada nasıl kullanılacağına hükümet ve parlamento karar verir (Özcan, 2010). 

Çatışmaların süresi uzadıkça yaşanan kayıplar ve acılardan dolayı kin, düşmanlık ve bunlarla bağlantılı toplumun ayrışması artacağı için barışın sağlanması da zorlaşmaktadır. Mason (2007: 79), çatışmaların uzaması durumunda her iki tarafın da kesin zafer elde etme ihtimalinin azalacağına dikkat çeker. Buna göre: 

“Eğer isyancılar kazanırsa genellikle oldukça erken bir zamanda kazanırlar. 
Eğer hükümet güçleri kazanırsa benzer şekilde onlarda erken bir zamanda 
kazanırlar çünkü isyancılar örgütlü askeri bir güce sahip olan devletin gözü 
ve baskısı altında, kendilerinden çok daha kuvvetli bir otoriteye karşı savaşacak 
yetenek geliştirmek zorunda olduklarından bu dönemde dezavantajlı durumda  dırlar”(Mason 2007: 79). 

Bu varsayımdan hareketle terörün 1990’lı yıllarda bitirilmiş olması halinde 
sağlanabilecek pek çok kazanımdan bir kaçı aşağıda belirtilmiştir. 

• Demokrasinin geliştirilmesi ve sağlamlaştırılmasında daha cesaretli adımlar 
atılabilir veTürkiye bölgesine örnek olabilirdi. 
• Güvenliğe yapılacak harcamalardan yapılacak tasarruflar ve sağlanacak güvenlik ortamında özel sektörün gerçekleştireceği yatırımlarla daha dengeli 
bölgesel kalkınma sağlanabilirdi. 
• Soğuk savaşın sonunda batılı ülkelerin fazlası ile yararlandığı barışın hisselerine düşen payından (peace dividend) Türkiye de yararlanabilirdi. 
• Asker sivil ilişkileri demokratik standartlara göre düzenlenebilirdi. 
• Silahlı kuvvetlerin reorganizasyonu daha erken yapılabilirdi. 
Terörün daha erken bir zamanda sonlandırılmasının getireceği kazanımlar yanında olumsuz yönleri de olabileceği unutulmamalıdır. 1999 Yılından sonra yaşanan dönemde görüldüğü gibi güvenlik alanında erkenden sağlanacak mutlak başarı sonucunda sorunun temel nedenlerinin göz ardı edilme ihtimali de yüksek olabilir, bu durum bittiği zannedilen terörün uygun koşullar oluştuğunda tekrar ortaya çıkma nedeni olarak kullanılabilirdi. 

Dönüm noktası tanımında da değinildiği gibi olayların üzerinden zaman geçtikten sonra bu değerlendirmeleri yapmak daha kolay ancak yaşandığı dönemlerde tespit etmek zordur. Bu nedenle terörizmle mücadelede siyasi ve sosyal analizler kadar dönüm noktalarının tayininde bir karar destek vasıtası olarak analitik yaklaşımlardan da yararlanılmalıdır. 2000’li Yıllarda güvenlik kuvvetlerinin miktarı önemli ölçüde azaltılmış olmasına rağmen bölgede devlet otoritesinin görünürlüğü ve kanun hakimiyeti arttığından bu tarihten itibaren dolaylı mücadele kapsamında yapılacak değişikliklerin güvenlik kuvvetlerinin varlığı ile desteklenmesi vekalıcı olma şansı artmıştır. Ancak aşağıdaki tabloya bakıldığında bu fırsatın değerlendirilemediği görülmektedir. 

Dolaylı Mücadele İçin Uygulanan Tedbirler 

Dolaylı mücadele kapsamında güvenlik tedbirlerine paralel olarak uygulamaya 
konulan diğer tedbirler (Tablo 1.) incelendiğinde yine güvenlik kuvvetlerinin ihtiyacı olan düzenlemelerin ön plana çıktığı görülmektedir 


Tablo 1.Terörizmle Dolaylı Mücadele Kapsamında Uygulanan Bazı Tedbirler. 

2009 DTP’nin kapatılması, TRT-6 Kürtçe yayın başlatılması, Demokratik açılım programı, Yayla yasaklarının kaldırılması,İnsan hakları izleme kurulu, Ceza evlerinde Kürtçe konuşma yasağının kaldırılması, RTÜK Yönetmeliğinde değişiklik yapılması 2010 Kamu düzeni müsteşarlığı kurulması, Seçimlerde Kürtçe propagandanın serbest bırakılması, Taş Atan çocuklar yasası 2014 Demokratikleşme paketi, Anadilde eğitim, köy isimleri değişikliği, partilere seçim yardımı, Yargı reformu, TRT kanunu değişikliği 

Tabloda yer verilen tedbirler bu konudaki uygulamaların tamamı olmas da 
önemli olanları kapsamaktadır. Bunlara ilaveler yapılabilir. Ancak görünen odur 
ki ilk yıllarda güvenliği sağlamak için ihtiyaç duyulan idari ve hukuki düzenlemelere ağırlık verilmiş, 2000’li yıllarda bunların yanında siyasi ve hukuki tedbirler de uygulamaya konulmuştur. Söz konusu uygulamaların bütün tedbirler dikkate alınarak eşgüdüm içerisinde ve fırsat penceresi olarak tanımlanabilecek dönemlerde yapıldığını söylemek zordur. Çünkü bakanlıklar arası terörizmle mücadele faaliyetlerinde koordinasyonu sağlayacak daimi bir teşkilat merkezi idare seviyesinde kurulmamıştır. 1997 Yılında faaliyete geçirilen Terörle Mücadele Yüksek Kurulu ise belirli aralıklarla toplanan bir koordinasyon kurulu niteliğindedir. Mevcut uygulamalara göre bir konuda kanun teklifi hazırlanması ve yasalaşması öncelikle ilgili bakanlık bürokrasisi ve meclisteki komisyonun çalışmaları ile hayata geçirilmektedir. Mecliste Terörle Mücadele Komisyonu da oluşturul mamıştır. Her bakanlığın önceliği ve terörle mücadeledeki rolü farklı olduğundan ihtiyaçların bir bütün olarak ele alınması çoğu zaman mümkün olmamıştır. 

Güvenlik gerekçeleri ile bazı bakanlıkların karar alıcı bürokrat ve siyasetçileri de bölgeye ziyaretlerini sınırlandırdık ları için gerçek durumu ve ihtiyaçları değerlendirmekten uzak kalmışlar dır. 

Ülkenin bütünü için hazırlanan düzenlemeler bölge ihtiyaçları karşısında 
yetersiz kalmış ya da beklenen etkiyi yaratmamıştır. OHAL Valiliği kaldırıldıktan 
sonra terör bölgesinde görev yapan mülki idarecilerin yetkileri oldukça 
kısıtlanmış ve bölgenin gerektirdiği ihtiyaca göre inisiyatif kullanamaz duruma 
gelmişlerdir. Kanunların içeriği, detayları ve dili konusunda var olan genel şikayetler bölgedeki idareciler açısından daha büyük problemler yaratmıştır. 

Tablo 1.’de yer alan düzenlemeler incelendiğinde başlangıçta olaylara sadece güvenlik penceresinden bakıldığı, sorunun kaynağı ve nasıl çözüle bileceğine dair değerlendirmelerin eksik yapıldığı görülmektedir. Sıkıyönetimden sonra 1987 yılında OHAL ilanı ve Bölge Valiliği teşkili ile bir an önce asayiş ve kamu düzenin sağlanması hedeflenmiştir. İsimleri farklı olsa da yapılan düzenlemelerin birçoğu geçmişte devletin asayişi sağlamak için uyguladığı tedbirlerin benzeridir. Son olayın diğerlerinden en önemli farkı 30 yılı aşkın bir süredir sonlandırılamamış olmasıdır. 

Aslında demokrasi ile yönetilen ve benzer sorunları 20 yıldan fazla yaşayan ülkelerin çoğunda terörizmle mücadeleden devletlerin galip çıktığı görülmüştür. (Connable ve Libincki’in (2010: 153) tespitlerine göre: 

“Teröristler, çatışmaların uzaması ile halktan aldıkları desteğin azalması, 
başlangıçta ilan ettikleri hedeflerinden sapmaları, şiddeti acımasızca kullanıp 
halkı bıktırmaları ya da hükümetlerin çeşitli alanlarda reform yaparak 
kozlarını ellerinden almış olmalarından dolayı mücadeleyi kaybetmişlerdir.” 

Bu değerlendirme ışığında PKK ile mücadelede; yapılması gereken düzenlemelerin zamana yayılarak geciktirilmesi, çok uzun süre halkın günlük yaşamını olumsuz etkilemesine rağmen güvenlik tedbirlerinin değişiklik yapılmadan uygulanması, teröristler aleyhine olabilecek bir süreci neredeyse tersine çevirmiştir denebilir. 

Karar vericilerin ihtiyatlı yaklaşımı ve yaşanan gecikmede şu değerlendirmenin 
de etkili olabileceği gözden kaçırılmamalıdır. 

“Başlangıçta küçük de olsa yapılan reformlar daha sonra yapılacak hızlı ve 
radikal reformlardan daha önemlidir. Ancak bu durum henüz demokratikleşmeyi 
tamamlamamış ülkelerde kumar oynamak gibidir. 
Bazen temel haklar ve bazı siyasi isteklerin yerine getirilmesi stratejik seviyede dez avantaj yaratabilir. 
Örneğin basın, konuşma ve toplantı hürriyetini genişletme temel bir hak isteğidir fakat bunlar kolaylıkla kitle gösterilerine dönüşebilir ve terörle mücadeleyi olumsuz etkileyebilir.” (Connable ve Libincki, 2010:79 ) 

Bu nedenle daha önce verilen bazı haklar bir müddet sonra daraltıldığında 
terör örgütünün istismarına açık bir alan yaratılmış olmaktadır. Zaman içerisinde değişiklikler yapılsa bile demokratikleşme çabalarının sürdürülmesi yine de en iyi çözüm ve terörün panzehiridir. Ancak can güvenliği ve yaşam hakkını vatandaşları için sağlayamayan devletlerin diğer tedbirlerle başarıya ulaşması da mümkün değildir. 

TSK ve bir bütün olarak güvenlik güçleri terörle mücadelede kendilerine verilen 
görevi başarı ile yerine getirmiş ve bazı dönemlerde örgütün silahlı gücünü 
büyük ölçüde etkisiz kılmıştır. PKK terör örgütü içerde kaybettiği gücünü, Birinci 
Körfez Savaşı, Kuzey Irak’ta uçuşa yasak bölge uygulaması, Kuzey Irak’ta gönüllü veya sessiz bir destekle barınma ve yaşam alanları elde etmesi, İkinci Körfez Savaşı ve sonrasında yaşanan kaotik ortam gibi dış gelişmelerden yararlanarak yeniden tesis etmekte başarılı olmuştur. 

Bu gelişmeler örgütün ömrünü uzatmış, geçen sürede tabanını sağlamlaştırmış, 
hem yurt içi hem de yurt dışında daha fazla siyasi bir figür haline gelmiştir. Devletlerin mutlak üstünlüğü ile sonuçlanan dünyadaki diğer örneklere bakıldığında terörün sonlandırılması için müzakere yapılması, genel af ilanı, yasadışı örgütlerin siyasi hayata katılmasına izin verilmesi veya bölgesel reformların gerçekleştirilmesi gibi bir çok düzenlemenin hükümet inisiyatifi ile hayata geçirildiği görülmektedir. (Sri Lanka veTamil örneğinde olduğu gibi) Çünkü terörü yaratan nedenlerde bir iyileştirme yapılmadığı zaman uygun koşullar oluştuğunda tekrar ortaya çıkma ihtimali vardır. Bu durumda mutlak zafer de göreceli bir başarıya dönüşmektedir. 

Söz konusu değişiklikler terör örgütünün çöküşünü müteakip hükümet inisiyatifi 
ile yapıldığında en önemli faktör psikolojik üstünlüktür. 
Bu durumda kamuoyunun yapılan değişiklikleri benimsemesi ve örgütün isteklerinin sınırlandırılması ihtimali daha yüksek olacaktır. 

Sonuç 

Sonuç olarak terörizmle mücadelede uygulanacak strateji, bu kapsamda hangi 
araçların ne zaman, hangi sıklıkla uygulamaya konulacağı siyasi bir tercihtir. Terör örgütleri açısından amaç, terörü bir araç olarak kullanarak 

“ Çatışmanın bedelleri karşısında devletin dayanma iradesini adım adım yok 
etmek, hareketin gelişmesini sağlamak, sonuçta çatışmaların çoğunu kaybetse 
de savaşı kazanmaktır. Butür bir anlayış karşısında en önemli husus devletin gücünü kullanma iradesi ve bu gücün yetenekleri ile ilgilidir. Hiçbir isyancı / devrimci hareket devletin güvenlik güçleri istekli ve mücadeleyi sürdüre bilecek yetenekte olduğu sürece başarıya ulaşamaz. Ancak devletin güvenlik güçleri başka seçeneklerin bulunduğu bir ortamda silahlarını 
kullanma arzusunu sorgulamaya başladıklarında isyancıların/devrimcilerin 
kazanma günü gelebilir.” (Romano , 2010: 243) 

Son dönemde özellikle 2012 yılından sonra çözümün olgunlaştığı varsayımından 
hareketle PKK terörünü sonlandırmak için dolaylı mücadele yolu seçilmiş ve 
siyasi bir tercih yapılmıştır. Devlet bu yaklaşımla silahlı gücünü kullanma iradesini gönüllü olarak bir müddet askıya almıştır. Uygulanan yöntemler ve zamanlama konusundaki tartışmalar bir tarafa bırakılacak olursa yaşanan gelişmeler sonucunda artık macun tüpten çıkmıştır. 

Örgüt ve siyasi uzantıları tarafından öne sürülen hususlar kabul edilmese bile kazanç hanesine yazılacak ve talep çıtası daha yükseklere çıkarılmak istenecektir. 

Halk arasında destekçileri olan ve geniş kitleleri etkileyebilme yeteneğine sahip 
bir terör örgütü ve onun yarattığı terörizmle mücadele stratejisi ve uygulama planları hazırlanırken şu husus daima göz önünde bulundurulmalıdır. “Terörizme karşı başarılı olabilmek için topluma ve mevcut rejime yönelik asıl tehdidin öncelikle teröristlerin silahlı unsurlarından değil terör örgütünün ideolojisi ve toplumda istismar ettiği konulardan geldiği dikkate alınmalıdır. Şüphesiz terör örgütünün silahlı unsurları ortadan kaldırılmalıdır ancak bu gerçek tehlikenin ortadan kalktığı anlamına gelmez. Terör örgütünün siyasi istekleri ve niyetini dikkate almayan hiçbir strateji terörle mücadelede başarılı olamaz. Başarı için güvenlik tedbirlerinin alınması gereklidir fakat tek başına yeterli değildir (US Army FM 100-20). 

Not; Bu tanımlamanın Çinli bir general tarafından yapıldığı yönünde bilgiler de mevcuttur. 


Kaynakça 

British Army Field ManuelVolume 1 Part 10, October (2009). 
Connable B. ve Libicki Martin C. (2010). How Insurgencies Ends.National Defense Research Institute. 
Erdoğan İ. (2003). Terörle Mücadele Stratejileri Bağlamında “Müzakere”Türkiye Örneği, Akademik İncelemeler Dergisi, 8 (2). 
Galula, D. (2006). Counterinsurgency Warfare,Theory and Practice. Preager Security International. 
Guide to the Analysis of Insurgency(2012). US Government Publication. 
Kozelka Glen E.(Maj.). (2008). Boots on the Ground; A Historical and Contemporary Analysis of Force Levels for Counterinsurgency Operations, 
School of Advanced Military Studies. 
Mason David T.(2007).Sustaining the PeaceAfter Civil War.Strategic Studies Institute. 
McGrath John J. (2006). Boots on the Ground, Troop Density in Contingency Operations. Combat Studies Institute Press. 
Özcan Nihat A. (3 Temmuz 2010). Kanlı Terörle Yüzleşme, Yeniçağ Gazetesi. 
Romano, D., (2010). Kürt Milliyetçiliği.Vate Yayınevi. 
US Army FM 100-20 Military Operations in Low Intensity Conflict, Appendix-D, Chapter-2. 
Ünal M.C. (2011). The Basics of Terrorism and Counterterrorism. Routledge Handbook of Criminology. 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder