BÜTÜN BOYUTLARIYLA SURİYE KRİZİ VE TÜRKİYE, BÖLÜM 5
Şam ile ilişkilerin gelişmeye başladığı 2000’li yıllardan itibaren Türk liderlerin
Suriyeli muhataplarına demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesi
doğrultusunda reform tavsiye ettiği bilinmektedir. 2011 yılı başında Arap uyanışı süreci ortaya çıktığında ve Mart ayında Suriye’de halk kitleleri reform
talebiyle gösteri yürüyüşleri düzenlemeye başlayınca, Türkiye reform çağrılarını
kamuoyu önünde dile getirmeye başlamıştır. Ankara, Suriye’de sağlıklı
bir reform süreci yürütülebilmesi için Esed iktidarıyla temasa geçmiş, Şam
yönetimine kararlı bir şekilde reform telkininde bulunmuştur. Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan Şam’ı ziyaret etmiş, Beşşar
Esed’i reformlara teşvik etmiştir. Suriye’de kitlesel gösterilerin yaygınlaşma
eğilimi gösterdiği 2011 yılının bahar aylarında Türkiye diplomatik temsilciler
göndermeyi sürdürerek Esed rejimini demokratikleşme doğrultusunda reform
yapması için cesaretlendirmeye devam etmiştir.
Ancak Türkiye’nin girişimleri Esed rejimi üzerinde etkili olmamış, Baas iktidarı
ülkedeki halk hareketinin şiddet yoluyla bastırılması gerektiği yönündeki
duruşunda ısrar etmiştir. Esed rejiminin ülkedeki Baas Partisinin iktidar
tekeline son vermeye dönük somut bir adım atmaması, kitlesel halk gösterilerini
silahlı kuvvet kullanarak bastırmaya yönelmesi ile Türkiye’nin tutumu
değişmeye başlamıştır. Diplomatik girişimlerin ardından Esed rejiminin
tutumunu ilk elden dinleyen ve rejimin ülkedeki halk hareketine bakışının
değişmeyeceğini anlayan Türkiye, Şam yönetimiyle ilişkilerini askıya almıştır.
Suriye’deki muhalefet hareketinin ülke geneline yayılması ve silahlı bir
ayaklanmaya dönüşmesi neticesinde ise Türkiye açıkça Esed rejimi aleyhinde
tavır geliştirmiştir.
Türkiye, Suriye’deki demokratikleşme sürecine dâhil olabilecekleri kanaatiyle
muhalif unsurlarla da temas kurmuş, muhalefetin toplantılarına ev sahipliği
yapmıştır. Türkiye, Esed iktidarına yönelik tutumunu Ağustos ayı içinde
değiştirdikten sonra muhalefeti Baas rejimine alternatif olarak görmeye başlamış ve bu doğrultuda hareket etmiştir. Suriye muhalefeti, 31 Mayıs 2011
tarihinde Antalya’da ve 23 Ağustos’ta İstanbul’da olmak üzere Türkiye’de ilk
etapta düzenlediği iki toplantının ardından tek çatı altında birleşmeyi kararlaştırmıştır.
Aynı dönemde (Temmuz 2011) Özgür Suriye Ordusu da kurulmuş,
Suriye’deki kitlesel yürüyüşler silahlı ayaklanma halini almıştır. Suriyeli muhaliflerin devam eden Türkiye toplantıları neticesinde 2 Ekim 2011’de muhalefeti temsil edecek Suriye Ulusal Konseyi Burhan Galyon başkanlığında
kurulmuştur. Türkiye böylece Suriye muhalefetinin tanınmasına ve tek çatı
altında toplanmasına destek olmuş, muhalefeti Esed rejimine karşı destekleme ye başlamıştır. Ankara, Tunus’da Bin Ali iktidarının, Mısır’da Mübarek
yönetiminin ve Libya’da Kaddafi rejiminin yıkıldığı bir dönemde Suriyeli
muhalefetin de Esed rejimine karşı sonuç alabileceğini değerlendirmiş, Suriye
krizi politikasını bu doğrultuda belirlemiştir.
Esed iktidarının silahlı kuvvete başvurması sonucunda iç çatışmaların başladığı
Suriye’deki kriz, İran’ın ve Arap Birliği’nin müdahil olmasıyla bölgesel
bir anlaşmazlık haline gelmiştir. Esed rejiminin Arap Birliği’nin hazırladığı
çözüm planına riayet etmemesi üzerine Suriye’nin üyeliği askıya alınmıştır.
Bu gelişmeyi müteakip, Türkiye de bu ülkeye karşı tek taraflı yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Türkiye tek taraflı yaptırımlarla Arap Birliği ile birlikte
hareket ederek Esed rejimi üzerindeki uluslararası baskıyı artırmaya çalışmıştır.
Türkiye’nin 30 Kasım 2011 tarihinde 9 madde halinde açıkladığı yaptırımlar kapsamında;
• Suriye’de halkıyla barışık bir yönetim kurulana kadar Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi mekanizmasının askıya alındığını,
• Baas iktidarında halka karşı şiddete başvuran kişilerin Türkiye’ye seyahatlerinin yasaklandığını ve Türkiye’deki mal varlıklarının dondurulacağını,
Esed rejiminin kuvvetli destekçisi konumundaki bazı işadamlarına da benzer tedbirlerin getirileceğini,
• Suriye ordusuna her türlü askeri malzemenin satış ve tedarikinin durdurulacağını,
• Türkiye üzerinden Suriye’ye silah ve askeri malzeme transferinin önleneceğini,
• Suriye Merkez Bankası ile ilişkilerin durdurulacağını,
• Suriye hükümetinin Türkiye’deki finansal mal varlıklarının dondurulacağını,
• Suriye hükümeti ile kredi ilişkilerinin durdurulacağını,
• Suriye Ticaret Bankası ile işlemlerin durdurulacağını,
• Suriye’deki altyapı projelerinin finansmanı için imzalanan Eximbank kredi anlaşmasının askıya alındığını duyurmuştur.
2012 yılının Ocak-Şubat döneminde Arap Birliği tarafından BM’ye taşınan Suriye krizinin küresel bir anlaşmazlığa dönüştüğü anlaşılmış, Türkiye bu süreçte Beşşar Esed’in iktidarı terk etmesi gerektiği yönündeki yaklaşımını sürdürmüştür.
Esed iktidarı da rejime bağlı güvenlik güçlerine karşı gerçekleştirilen
eylemlerde Suudi Arabistan ve Katar’ın yanında Türkiye’yi de suçlamaya
başlamıştır. Türkiye’nin muhalefet hareketiyle sürdürdüğü temaslara karşılık
Esed rejiminin bu dönemde PKK/KCK terör örgütü lideriyle irtibat kurduğu
ve Suriye’nin kuzeyinde PKK/KCK güdümündeki PYD’ye serbestlik tanıdığı
yönündeki haberler basına yansımaya başlamıştır.
Türk Hava Kuvvetleri’ne ait bir F-4 tipi savaş uçağı, 22 Haziran 2012 tarihinde
Malatya’dan havalandıktan sonra Akdeniz üzerinde uluslararası hava
sahasında Esed rejimine bağlı kuvvetler tarafından düşürülmüştür. Keşif amacıyla silahsız uçan uçağın uluslararası hava sahasında düşürülmesi ve iki Türk pilotun şehit olmasını müteakip Türkiye, Suriye’ye karşı “angajman” kurallarını değiştirmiş, Türk kara ve hava sahasına yaklaşan Suriyeli unsurların hedef alınacağını beyan etmiştir.
Bu dönemde Türkiye, krizin iç savaş halini almasıyla büyüyen sığınmacılar
sorununa karşı Suriye’nin kuzeyinde bir tampon bölge kurulabileceği yönündeki
kanaatini NATO’nun ve BM’nin gündemine taşımış, batılı müttefiklerinden
bu konuda destek talep etmiştir. Tampon bölge önerisi Fransa tarafından
desteklenirken, ABD öneriye temkinli yaklaşmış, Rusya ise böyle bir uygulamaya karşı çıkmıştır.
Suriye ordusuna ait topçu birliklerinden 3 Ekim 2012 tarihinde atılan top mermilerinin Türkiye sınırları içinde Akçakale’ye düşmesi neticesinde 5 Türk
vatandaşı hayatını kaybetmiş ve 10 kişi yaralanmıştır. Uçak krizinden farklı
olarak bu saldırılara misli ile mukabele edilmiş, atışın yapıldığı noktalardaki
hedefler Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından etkisiz hale getirilmiştir. Şam’ın
kaza olduğunu iddia ettiği ancak tekrar etmeye devam eden saldırıların ardından Türkiye, Suriye’ye karşı caydırıcı olmak maksadıyla Meclis’te hükümete bir yıl süre ile yurtdışına asker gönderme yetkisi veren tezkere kararını almıştır.
Türkiye bu dönemde Suriye kaynaklı tehditlere karşı ayrıca NATO’dan
savunma amaçlı Patriot füze sistemi talep etmiştir. Türkiye’nin talebinin kabul
edilmesiyle gönderilen Patriot hava savunma sistemi Suriye sınırına konuşlandırılmıştır.
Suriye krizi, sınırdaki yerleşim merkezlerine düşen top mermilerinin yanında
Türkiye’de terör eylemlerine de yol açmaya başlamıştır. Daha önce sınır kapılarında meydana gelen bombalı saldırılardan sonra Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 11 Mayıs 2013 tarihinde düzenlenen iki ayrı bombalı saldırıda 51 kişi
ölmüş, 146 kişi yaralanmıştır. Saldırıda 452 işyeri, 293 konut, 62 araç ve 11
kamu binası patlamadan dolayı hasar görmüştür.
Esed rejiminin, protesto yürüyüşü yapan Suriye vatandaşlarına ateş açmasıyla
derinleşen ve muhalefetin silahlanmasıyla iç savaşa dönüşen kriz Türkiye’yi
doğrudan etkilemektedir. Sığınmacılar sorunu, Esed rejiminin PKK/KCK terör
örgütüne sağladığı himaye, Suriye’nin kuzeydoğusundaki ayrılıkçı eğilimler
ve iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin kesintiye uğraması Suriye’deki
krizin Türkiye’yi doğrudan etkilediğini göstermektedir. Türkiye-İran-Irak hattındaki gelişmeler de krizin dolaylı etkileri olarak değerlendirilebilir.
Suriye krizi Türkiye’nin güneyinde bir sığınmacı sorununu beraberinde getirmiştir.
Çatışmadan kaçan Suriye vatandaşları komşu ülkeler Türkiye, Lübnan,
Ürdün ve Irak’a sığınmaktadır. Hâlihazırda bu dört ülkeye giriş yapmış olan
2 milyon civarında Suriyeli sığınmacı bulunmaktadır. Türkiye’ye giriş yapan
sığınmacı sayısı ise Ankara’nın psikolojik sınır olarak tespit ettiği 100 bini
aşmış ve katlanarak artmıştır. Türkiye hukuki ve ahlaki açıdan doğru olanı
yaparak güney komşusundaki iç savaştan kaçan Suriyelileri kabul etmeye devam etmektedir. Ancak sığınmacılar meselesi Türkiye’de ciddi bir mali külfete
yol açtığı gibi özellikle Suriye sınırına yakın illerde güvenlik sorununa
dönüşebilmektedir. Suriye’deki çatışmaların uzaması halinde, sığınmacıların
Türkiye’ye maliyeti önemli ölçüde artabilir ve sığınmacıların barındığı bölgelerin
güvenliği problemli hale gelebilir.
Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacı sayısı Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığı’nın (AFAD) 22 Temmuz 2013 tarihli verilerine göre 500 bini aşmış
durumdadır. Türkiye’deki sığınmacılar Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa,
Kahramanmaraş, Osmaniye ve Adıyaman’da yer alan çadırkent ve konteyner kentlerde barındırılmaktadır. Çadır kent ve konteyner kentler dışında Türkiye’deki çeşitli hastanelerde refakatçi, hasta ve yaralı olarak 100’lerce Suriye vatandaşı bulunduğu bilinmektedir.34
Suriyeli sığınmacı sayısı resmi kaynaklarca 500 bini aşkın olarak tespit edilse
de yapılan tahminlere göre Türkiye’de resmi ve gayri resmi olarak Esed rejiminden kaçan yaklaşık 600 bin civarında sığınmacı bulunmaktadır. Suriyeli
sığınmacıların büyük bölümü çadırkent veya konteynerkent kurulan 7 ilde barındırılırken bir bölümü de Türkiye’nin çeşitli bölgelerine kendi imkânlarıyla
yerleşmiştir. Bu durum muvacehesinde Türkiye, topraklarına daha fazla sığınmacı girişini önlemek için NATO’nun ve BM’nin gündemine taşıdığı tampon
bölge talebini kararlılıkla dile getirmeye devam etmeli, Suriyelilere üçüncü
ülkelerde mülteci statüsünün verilmesi için çaba sarf etmelidir.
Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacılar ülke ekonomisine ciddi bir yük oluşturmaktadır.
Türkiye AFAD koordinasyonuyla sığınmacıların insani yardım ihtiyaçlarını karşılamakta, sığınmacılara barınma, yiyecek, sağlık, güvenlik, eğitim, haberleşme ve bankacılık hizmetleri sunmaktadır. Sığınmacı sayısındaki
artış dikkate alındığında, Suriyeli sığınmacılar meselesinin Türkiye’ye
getirdiği mali yükün giderek artacağı değerlendirilebilir. Çadırkentlerin bulunduğu sınır illerine Suriye’den kaçak yollarla sokulan ürünler ise yerli esnafı
olumsuz etkilemektedir. Türkiye bu nedenle sığınmacıların barındırıldığı
illerin sınırlarını daha sıkı denetlemelidir.
Suriyeli sığınmacılar meselesi, Türkiye’de çadırkent ve konteynerkentlerin
yer aldığı bölgelerde güvenlik riskleri doğurmuştur. Sığınmacıların kaldığı
kamplardaki hadiseler bu risklere işaret etmektedir. 27 Ekim 2012 tarihinde
Kahramanmaraş’ta Suriyelilerin kaldığı çadırkentte giyim yardımlarının kendilerine ulaştırılmadığını iddia eden sığınmacılar ile görevliler arasında çıkan
tartışma 2’si polis 3 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanmıştır. Kamplar içinde
adi suçlarla mücadele ve asayişin sağlanması Türkiye için önemli bir sorundur.
Türkiye, Suriyeli sığınmacılar için kurulan kampları sıkı şekilde denetleyebilmeli,
silahlı muhaliflerin kamplara giriş yapmasına izin verilmemelidir.
Kamplara yerleşen Suriye vatandaşlarının kimlikleri daha sıkı denetlenmeli,
Esed rejimine bağlı istihbarat görevlilerinin kamplara sızmasının önüne geçilmelidir.
Suriye’deki iç savaş PKK/KCK terör örgütüne ciddi bir dış destek doğur
muştur. Suriye’nin kuzeyindeki otorite boşluğu ve Esed rejiminin Türkiye’ye
karşı örgüte destek vermeye yönelmesi PKK/KCK’ya bölgede hareket alanı
sağlamıştır. Esed rejimi terör örgütünü ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundaki
Kürtlerin muhalefete katılmasını engellemek maksadıyla kullanmakta, bu
doğrultuda örgüte silah ve mühimmat tedarik etmektedir. PKK/KCK da Esed
rejiminin sağladığı himaye ile Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda PYD ile
birlikte varlık göstermekte, militan kaynağını Suriyeli Kürtlerden temin etmeye
çalışmaktadır. Orta Doğu’da dört parçalı konfederal bağımsız bir Kürdistan
hedefleyen terör örgütü, PYD üzerinden bölgedeki ayrılıkçı eğilimi tahrik
etmekte, Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda kendi güdümünde ilk etapta
özerk bir yönetim tesis etmeye çalışmaktadır. Bu açıdan terör örgütünün
Suriye’de PYD adı altındaki faaliyetlerinin Türkiye’nin toprak bütünlüğüne
tehdit oluşturduğu değerlendirilmektedir.
Esed rejimi, PKK/KCK’yı destekleyerek ve ülkenin kuzeyinde terör örgütü
güdümündeki Kürt oluşumuna müsaade ederek Suriye muhalefetine ev sahipliği
yapan Türkiye’ye misillemede bulunmaya teşebbüs etmiştir. Beşşar Esed
yönetiminin bölgedeki Kürt meselesini Türkiye’ye zarar verecek biçimde
yönlendirdiği yönünde yayınlar yapılmaktadır. Esed rejimi, Suriye Kürtleri
üzerinden Türk-Kürt veya Kürt-Kürt (Barzani-PKK&PYD) çatışması çıkarmak
suretiyle Kürt sorununun bölgede farklı bir krize dönüşmesi doğrultusunda
hareket edebilir. Nitekim Suriye Kürtlerindeki ayrılıkçı eğilim diğer
taraftan Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni harekete geçirmiş, Barzani
Suriye Kürt Ulusal Konseyi çatısı altında Suriye Kürtlerini birleştirmeye teşebbüs
etmiştir. Barzani’nin girişimi Ankara’yı harekete geçirmiş, 1 Ağustos
2012 tarihinde Davutoğlu beraberindeki heyetle Erbil’i ziyaret ederek Barzani
ile görüşmüş, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt oluşumunun olası sonuçlarını ve
Türkiye’nin hassasiyetlerini bildirmiştir.35
Suriye’deki kriz iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkileri durma noktasına
getirmiştir. 2009’da Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin tesisiyle birçok
alanda işbirliğine giden, karşılıklı vizeleri kaldıran iki ülkenin 36 kriz öncesindeki ikili ticaret hacmi hızlı bir büyüme trendi yakalamıştı.37
Suriye’deki krizle birlikte Türkiye’nin bölgede başlattığı ekonomik bütünleşme
süreci akim kalmış, iki ülke arasındaki ticari bağlar ciddi ölçüde zarar görmüştür.
Türkiye’nin Arap dünyasına açılmasına imkân tanıyan Suriye’deki kara
yolları kriz nedeniyle kapanmıştır. Suriye topraklarından geçen kara yollarının
kapanması Türkiye’nin Arap dünyasıyla yürüttüğü ticarete zarar vermiştir.
Sığınmacılar meselesi, PKK/KCK terör örgütü sorunu ve Suriye’nin kuzeyindeki
ayrılıkçı eğilimler, ikili ekonomik ilişkilerin asgari düzeye inmesi krizin
Türkiye’yi doğrudan etkilediğini göstermektedir. Doğrudan etkilere ilave
olarak Ankara’nın Tahran ve Bağdat’la olan ilişkilerindeki gelişmeler krizin
Türkiye’yi dolaylı olarak da etkilediğine işaret etmektedir. Türkiye’nin Esed
rejimine karşı muhalefet hareketini desteklemesi, bölgesel stratejisini Esed
iktidarının ayakta kalmasına bağlayan İran’la ilişkileri olumsuz etkilemiştir.
İranlı bazı üst düzey yetkililerin bu süreçte Türkiye’ye yönelik tehdit içerikli
açıklamaları dikkat çekmiştir.
İran’ın, Suriye krizindeki tutumuna karşılık Türkiye’ye tepkisel bir duruş sergilediği ve PKK/KCK terör örgütünü tekrar desteklemeye başladığı yönünde
haber ve yorumlar yayımlanmaktadır. İranlı istihbarat görevlilerinin Türkiye’deki
askeri tesisler hakkında bilgi topladığı tespit edilmiş, bu bilgileri terör örgütüyle paylaştığına yönelik değerlendirmeler yapılmıştır. İran’ın sınır karakollarından bazılarını geçici olarak PKK/KCK’ya tahsis ettiği ve terör örgütü militanlarının İran sınırından Türkiye’ye girerek eylem yapmalarına imkân sağladığı basına yansımıştır. İran’ın etkisiyle Irak’taki Maliki iktidarının da aynı dönemde Tarık Haşimi’nin Türkiye’ye sığınmasını gerekçe göstererek Ankara karşıtı politikalar izlemeye başladığı gözlemlenmiştir. Maliki iktidarının Türkiye ile ilişkilere zarar verebilecek girişimlerde bulunduğu, Türkiye’nin PKK/KCK terör örgütüyle mücadelesini zorlaştırabilecek adımlar atabileceği değerlendirilmekte dir. Bölgesel bir güç olması ve coğrafi yakınlığından ötürü Türkiye’nin Suriye krizine ilgi göstermesi doğaldır. Bununla birlikte Orta Doğu sorunlarının çözüm
sürecine müdahil olan aktörleri sorunun parçası haline getirme özelliği sürekli
hatırda tutulmalıdır. Türkiye, Suriye’deki krizin Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de iktidarın değişmesi ile sonuçlanan süreçlerden farklı seyredebileceğini
öngörememiş, krizde sorunun tarafı haline gelmeye başlamıştır. Ankara,
iç dinamikleri bakımından iktidarı değişen Arap ülkelerinden belirgin ölçüde
ayrılan Suriye’deki krizin bölgesel ve küresel bir anlaşmazlığa dönüşebileceğini
değerlendirememiştir.
Türkiye-Suriye ilişkilerindeki kopuş, Türk dış politikasında tatbik edilmeye
çalışılan “sıfır sorun” politikasının Orta Doğu gibi bir bölgede oldukça zor
olduğunu göstermiştir. Nitekim Ankara’nın Esed rejimine karşı tavır alması
neticesinde İran ve Irak’la ilişkilerde de problemler belirmeye başlamış,
Türkiye’nin bölge ülkeleriyle sorunsuz ilişkiler hedefi çarpıcı biçimde sekteye
uğramıştır.
Türkiye, BM kararıyla Suriye sınırları içinde kurulacak tampon bölge fikrini
desteklemeye devam etmelidir. Suriye’de kuzeyden 25 km derinlikte doğu-
batı doğrultusunda kurulacak bir tampon bölge, yerlerini terk etmek zorunda
kalan vatandaşların ülke dışına çıkmadan güvenli bölgeye geçmesine imkân
tanıyacak, Türkiye’nin sığınmacılar sorununa çözüm konusunda yardımcı olabilecektir.
Esed rejiminin elindeki füze sistemleri ve kimyasal silahlar dikkate
alınarak Türkiye’nin orta ve uzun menzilli hava savunma füze sistemlerindeki
yetersizliğinin giderilmesi için Patriot füzelerinin NATO’dan talep edilerek
Türkiye topraklarında konuşlandırılması isabetli bir hareket tarzıdır. Patriotlar
sayesinde caydırıcılık sağlanabilir ve fiili bir saldırı durumunda vahim sonuçların
ortaya çıkması engellenebilir.
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (BİLGESAM), uçak krizinin
ardından yaptığı “Suriye Sorunu ve Türk Dış Politikasına Toplumsal Bakış”
başlıklı anket çalışmasındaki sonuçlar dikkate değerdir. Ankette “Türkiye
Suriye’deki muhalif gruplara destek olmalı mıdır, olmamalı mıdır?” sorusuna
ise katılımcıların %59,1’i “destek olmamalıdır” şeklinde cevap verirken,
%40,9’luk bir oran “desteklenmelidir” cevabını tercih etmiştir. “Türk uçağının
düşürülmesi olayında Türkiye’nin tavrı ne olmalıydı?” sorusuna verilen
cevaplarda “Türkiye’nin mevcut tavrı doğrudur” seçeneği %46,4 oranında
işaretlenirken “Türkiye, NATO desteğini alarak müdahalede bulunmalıydı”
cevabı %18,3 oranında desteklenmiştir. Anketteki “Hükümetin Suriye politikasını nasıl buluyorsunuz?” sorusuna katılımcıların %45’i “ doğru buluyorum” şeklinde cevap verirken %55’i “yanlış buluyorum” seçeneğini tercih
etmiştir.38 Suriye krizindeki olaylar ve anket verileri dikkate alındığında
Türkiye’nin sıcak savaştan kaçınmasının ve saldırılara misli ile mukabele etmesinin en makul seçenek olduğu değerlendirilmektedir.
Türkiye’nin sonuçlarından doğrudan etkilendiği Suriye krizi karşısında tamamen
kayıtsız kalması mümkün değildir. Ancak Ankara’nın krizin çözümüne
katkı sağlama hedefiyle, sürece imkân ve kabiliyetlerini aşabilecek düzeyde
sorumluluklar üstlenerek dâhil olması da akılcı değildir. Krize askeri açıdan
daha çok dâhil olması durumunda Türkiye, Suriye meselesinde sorunun belirgin
bir tarafı haline gelecektir. Türkiye Suriye krizinde Esed rejimine karşı
silahlı çatışmaya girerse, hem yerelde hem de bölgesel ve küresel düzeyde
bir çatışma hattına dâhil olacak, İran’la karşı karşıya kalacağı gibi Rusya ve
Çin’le olan iyi ilişkiler de zarar görebilecektir.
Türkiye, PKK/KCK terör örgütü ve PYD’nin bölgedeki faaliyetlerini takip etmeli
ancak Suriye Kürtlerini karşısına almamalıdır. Ankara, Suriye’deki Kürtleri
kendi tarafına çekmeli, kriz döneminde Kürtlerde ortaya çıkan kaygıları
giderebilecek şekilde hareket etmelidir. Türkiye, Suriye Devrimi ve Muhalefet
Güçleri Ulusal Koalisyonu’nun temsil niteliğinin geliştirilmesine dönük
girişimleri desteklemeli, başta Kürtler olmak üzere Suriye’deki diğer tüm unsurların muhalefet cephesinde temsil edilmesini sağlamalıdır. Türkiye, Suriye
muhalefetinin birleştirilmesi yönünde irade göstermelidir.
Türkiye krize müdahalede insani boyutu ön planda tutmalı, muhtemel bir uluslararası koalisyonda silahlı çatışmadan ziyade insani yardım ve lojistik noktasında devreye girmelidir. Türkiye, dikkat ve enerjisini Esed sonrası Suriye’nin yeniden inşasına teksif etmeli, imkânlarını bu doğrultuda seferber etmelidir.
Yeniden yapılanma sürecinde Türkiye’nin büyük desteğini alan Suriye’deki
yeni iktidarla birlikte ikili ilişkiler de oldukça güçlü olabilecektir.
6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder