YUNANİSTAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YUNANİSTAN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mart 2019 Salı

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Sondaja başlamasının ne gibi sonuçları olacak?

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Sondaja başlamasının ne gibi sonuçları olacak? 



© AP Photo / Petros Karadjias
ANALİZ.,
14:30 10.10.2018
(Güncellendi 14:34 10.10.2018)

Ankara’dan gelen ekim sonunda Doğu Akdeniz’de doğalgaz ve petrol sondaj çalışmalarına başlanacağı açıklamasını değerlendiren Rus uzmanlar, sondaj çalışmaları Ankara’nın Yunanistan, AB ve ABD ile ilişkilerini etkileyebilir ve en büyük risk askeri krizin çıkması.


Kıbrıs-Doğalgaz-Sondaj Platformu

© AP PHOTO / PETROS KARADJİAS


Çavuşoğlu: 

    Türkiye, Doğu Akdeniz'de hidrokarbon faaliyetlerine başlayacak
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, ekim sonunda Doğu Akdeniz'de hidrokarbon rezervlerinin çıkarılması çalışmalarına başlanacağını söyledi. Türkiye'nin elinde şu an sondaj çalışmaları için Fatih isimli gemi bulunuyor, ancak Güney Kıbrıs resmi olarak bu çalışmalar için izin vermedi.
Avrupa Komisyonu da Türkiye'ye Kıbrıs sahasındaki kaynaklardan kaçınması konusunda uyarıda bulundu. Türkiye ise bölgedeki tüm enerji projelerinde onayının alınmasını istiyor.
Sonuç olarak Akdeniz'deki kaynak meselesi, Ankara, Atina, Mısır ve Güney Kıbrıs arasında gerginlik konusu oldu.
Russia Today'e (RT) konuşan uzmanlar enerji kaynaklarının bölgedeki durumu nasıl etkileyeceğini yorumladı. Uzmanlara göre, Kıbrıs'ın Afrodit, İsrail'in Leviathan ve Tamar, Mısır'ın Zohr enerji sahasından sonra Akdeniz sularındaki petrol ve doğalgazdan Türkiye de pay almak istiyor.

Kuzey Kıbrıs Dışişleri Bakanı Kudret Özersay

    Kuzey Kıbrıs: Doğu Akdeniz'de ya beraber doğalgaz arayacağız ya da her şey duracak.

'TÜRKİYE, İSRAİL, YUNANİSTAN VE KIBRIS ARASINDAKİ KONSORSİYUMA KARŞI ÇIKIYOR'

Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi uzmanı Timut Ahmetov "Türkiye aslında İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs arasında Doğu Akdeniz'e yönelik konsorsiyuma karşı çıkıyor. Ankara bu ülkelerin Kıbrıs kara sularında doğalgaz-petrol sahaları oluşturmasını istemiyor, zira böyle bir durumda çıkarılan gazın Avrupa'ya satışından edinilen kârdan sadece Güney Kıbrıs yararlanacak. Türkiye ayrıca statüsü hakkındaki sorun çözülemeyen adanın gaz sahalarından belirli bir kısmı üzerinde hak iddia etmeye çalışıyor" dedi.

‘TÜRKİYE, ASKERİ POTANSİYELİNİ KULLANMAYA HAZIR OLDUĞUNU GÖSTERİYOR'

Ahmetov açıklamalarında "Türkiye diplomatik protestolarının başarısız olması sonucunda artık tavrını gerçek eylemlerle ortaya koymak zorunda kaldı. Bölge için en büyük tehditse sorunun askeri krize dönüşmesi olasılığı" sözleriyle devam etti.
Ahmetov, Türkiye'nin bölgedeki oyunculara askeri potansiyelini kullanmaya hazır olduğunu göstermeye çalıştığını, bunun donanmanın güçlendirilmesinden de anlaşıldığını vurguladı.
Rusya Bilimler Akademisi Uluslararası İlişkiler ve Ekonomi Enstitüsü'nden Yuriy Kvaşnin, Kıbrıs havzasındaki sorunun dünyanın büyük kısmının tanıdığı Kıbrıs Cumhuriyeti ve sadece Türkiye'nin tanıdığı Kuzey Kıbrıs sorunuyla bağlantılı olduğunu ifade etti.
Ancak Kvaşnin, Türkiye de, Kıbrıs'ı destekleyen Yunanistan da NATO üyesi olduğu için sorunun askeri yolla çözüleceğini düşünmediğini belirtti.

Exxon Mobil, yıl sonunda Kıbrıs açıklarında doğalgaz Arayacağını duyurdu AFP 2018 / SAUL LOEB

      ‘ANKARA'NIN YUNANİSTAN, AB VE ABD İLE İLİŞKİLERİ ETKİLENECEK'

Kvaşnin'e göre, Ankara'nın Doğu Akdeniz'de sondaj çalışmalarına başlama girişimleri Yunanistan'la ilişkilerini etkileyeceği gibi, AB ve ABD ile ilişkilerini de etkileyecek. Bu koşullar altında Türkiye'nin yalnız kalmaması önemli. Diğer yandan doğalgaz ve petrol çıkarılsa bile, Türkiye'nin bunları kendi pazarı dışında bir yere göndermesi pek ihtimal dahilinde değil.

     ‘AB, RUSYA'DAN GAZ SEVKİYATINA ALTERNATİF ARADIĞI İÇİN KIBRIS'A DESTEK VERİYOR'

AB ile ilişkilerin akıbetinin nasıl olacağını yorumlayan Ahmetov "Kıbrıs AB'nin desteğini net bir şekilde hissediyor. Bunun nedeni AB'nin Rusya'dan gaz sevkiyatına alternatif araması. Avrupa Komisyonu daha önce Mayıs 2018'de İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan'ın anlaştığı Doğu Akdeniz boru hattı projesini destekledi. Bu proje çerçevesinde Doğu Akdeniz'deki gaz kaynaklarının Yunanistan'dan Avrupa'ya aktarılması mümkün" ifadelerini kullandı.
Ahmetov, Türkiye'nin güvenmediği için sorunu Brüksel ile ilişkileri üzerinden çözebileceğini düşünmediğini de ekledi.


AB Konseyi Başkanı Donald Tusk
REUTERS / PHİL NOBLE

Doğu Akdeniz'deki sondaj krizi, AB-Türkiye zirvesini tehlikeye soktu
     ‘TÜRKİYE, İZOLE OLMAMALI'
Ahmetov "Türkiye her zaman Rusya ile gaz sahası oluşturma konusunda anlaşmalara öncülük edip bu anlaşmaları imzalayabilir. Her halükarda Türkiye için önemli olan izole olmamak, zira ABD ile AB ile ilişkilerinin ciddi şekilde bozulması pek beklenen bir şey değil" dedi.

Kvaşnin ise Rusya'nın kendini konudan olabildiğince uzak tutması gerektiğini savundu. Kvaşnin "Kıbrıs Cumhuriyeti, Avrupa'da iyi ilişkilerimizin olduğu sayılı ülkelerden. Ekonomik alanda yakın ilişkilerimiz var, birçok Rus şirket Kıbrıs üzerinden çalışıyor. Bu nedenle Rusya, Kıbrıs'la ilişkilerini riske atmayacaktır. Diğer yandan Rusya için Türkiye ile tartışmaya girmemek önemli" dedi.

https://tr.sputniknews.com/analiz/201810101035603857-turkiye-dogu-akdeniz-sondaj-kibris-ankara-ab-/

30 Mart 2018 Cuma

KIBRIS MESELESİNİN TARİHÇESİ, BÖLÜM 4

KIBRIS MESELESİNİN TARİHÇESİ, BÖLÜM 4


BM GENEL SEKRETERİ’NİN 28 MAYIS 2004 TARİHLİ İYİ NİYET MİSYONU’NA İLİŞKİN RAPORU 

BM Genel Sekreteri’nin İyi Niyet Misyonu ve müzakere sürecine ilişkin 28 Mayıs 2004 tarihli raporu 3 Haziran 2004 tarihinde (S/2004/437) yayınlanmıştır. 

BM Genel Sekreteri raporunda, referandumlar sonrasında Kıbrıs Türklerinin durumunun uluslararası camia tarafından ele alınması gereğine işaret etmiş ve Kıbrıs Türkleri’ne baskı uygulamak veya onları dünyadan tecrit etmek için hiçbir gerekçe kalmadığını kayda geçirmiştir. Bu çerçevede Genel Sekreter, Kıbrıs Türklerine yönelik ambargo ve kısıtlamaların kaldırılması için uluslararası camiaya ve Güvenlik Konseyi’ne kuvvetli bir çağrıda bulunmuş, Kıbrıs Türk tarafının kalkınmasını engelleyen ve onları dünyadan tecrit eden uygulamalara son verilmesini istemiştir. 

Genel Sekreter raporunda ayrıca, Kıbrıs’ta kalıcı bir çözümün siyasi eşitlik ve ortaklık temeline dayalı olması gerektiğini vurgulamış, Çözüm Planı’nın başarısızlığa uğramasının sorumluluğunu Kıbrıs Rum tarafına yüklemiş, Rum tarafının tutumunu sorgulamış, ve gerçekten siyasi eşitliğe ve ortaklığa dayalı çözümü istemeleri halinde Rumların bunu söylemelerinin yeterli olmayacağını, aynı zamanda eylemleriyle de göstermeleri gerektiğini belirtmiştir. 

Rumların böylece Annan Planını değil, esasen çözümü reddettiklerini de kayda geçiren Genel Sekreter, bunun ciddi bir değerlendirme gerektirdiğini vurgulamış, Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk tarafının müzakereler öncesinde, sırasında ve sonrasındaki olumlu tutumunu açık ifadelerle dile getirmiş ve bu tutumu takdirle karşıladığını beyan etmiştir. 

16–17 ARALIK 2004 TARİHLİ AB ZİRVESİ 

16–17 Aralık 2004 tarihlerinde gerçekleştirilen ve ülkemizin Sayın Başbakanımızın başkanlığında bir heyetle katıldığı AB Brüksel Zirvesi’nin sonuç bildirisinde, Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin 3 Ekim 2005 tarihinde başlaması kararlaştırılmıştır. Öte yandan bildiride, Türkiye’nin Gümrük Birliği’ni AB’ne 1 Mayıs 2004 tarihinde üye olan ve aralarında GKRY’nin de bulunduğu on yeni ülkeye teşmil edecek olan Uyum Protokolü’nü imzalayacağı yönündeki beyanının memnuniyetle karşılandığı ifade edilmiştir. 

Uyum Protokolü’nün imzalanmasının GKRY’nin resmi ve hukuki olarak tanınması anlamına gelmediği Zirve sırasında Sayın Başbakanımızca kayıtlara geçirilmiş, ayrıca Zirve’nin kapanışının ardından düzenlenen basın toplantısında, bir soruya cevaben AB Dönem Başkanı Hollanda’nın Başbakanı Balkenende tarafından açıklanmıştır. AB Komisyonu Sözcüsü ile İngiltere, Almanya ve Belçika Başbakanları Zirve’yi takiben da benzer açıklamalarda bulunmuşlardır. 

KKTC 2005 YILI CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ 

KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri 17 Nisan 2005 tarihinde yapılmıştır. Başbakan Mehmet Ali Talat birinci turda oyların % 55.60’ını alarak Cumhurbaşkanlığına seçilmiştir. Talat, 20 Nisan tarihinde düzenlenen yemin töreninin ardından görevi Rauf Denktaş’tan teslim almıştır. Cumhurbaşkanı Talat, Hükümeti kurma görevini Ferdi Sabit Soyer’e vermiştir. Başbakan Soyer kurduğu yeni hükümeti 26 Nisan 2005 tarihinde Cumhurbaşkanı’na sunmuş, yeni hükümet aynı gün onaylanmıştır. Hükümet Cumhuriyet Meclisinden 9 Mayıs 2005 günü güvenoyu almıştır. 

KIBRIS’TA HER İKİ TARAFA UYGULANAN KISITLAMALARIN İLGİLİ TÜM TARAFLARCA EŞZAMANLI OLARAK KALDIRILMASINA YÖNELİK ÖNERİMİZ 

Sayın Bakanımız 30 Mayıs 2005 tarihinde bir gazeteye verdiği mülakat ile Kıbrıs konusuna ilişkin yeni önerimizi ilgili tüm taraflara ve kamuoyuna sunmuştur. Öneride, KKTC’ne ve Ada’daki taraflar arasında karşılıklı olarak kişi, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımının sağlanması; doğrudan uçuşlar dahil, hava ve deniz limanlarına uygulanmakta olan tüm kısıtlamaların kaldırılması; üçüncü ülke uyruklarına uygulanan kısıtlamaların tümüyle kaldırılması; Kuzey Kıbrıs’ın da bir ekonomik birim olarak doğrudan AB Gümrük Birliği’ne dahil edilmesi ve bunun tüm getirilerinden yararlanması; Kıbrıs Türklerinin sportif, kültürel ve benzeri uluslararası etkinliklere katılmasının önündeki engellerin kaldırılması hususları yer almıştır. 

BMGS’NİN SİYASİ İŞLERDEN SORUMLU YARDIMCISI PRENDERGAST’IN TEMASLARI 

BM Genel Sekreteri’nin Siyasi İşlerden Sorumlu Yardımcısı Kieran Prendergast, 30 Mayıs–7 Haziran 2005 tarihleri arasında çıktığı bölge turunda KKTC, GKRY, Atina ve Ankara’da temaslarda bulunmuştur. Prendergast, temasları ve tarafların tutumları hakkında BMGS Annan ve Güvenlik Konseyi’ne bilgi sunmuştur. Prendergast sunuşunda Ada’da taraflar arasındaki uçurumun büyüklüğüne dikkat çekmiş, GKRY’nin kendisinden istendiği gibi görüşlerini BM’ye yazılı olarak sunmaktan imtina ettiğini vurgulamıştır. 

UYUM PROTOKOLÜ VE 29 TEMMUZ 2005 TARİHLİ DEKLARASYONUMUZ 

Ülkemizin, 16–17 Aralık 2004 AB Brüksel Zirvesi’nde imzalamayı taahhüt ettiği 1963 Ankara Anlaşması’nı tüm AB üyelerine genişleten Uyum Protokolü, Türkiye ile AB Dönem Başkanlığı ve Komisyon arasında 29 Temmuz 2005 akşamı mektup teatisi yoluyla imzalanmıştır. Bu imza vesilesiyle tarafımızdan, mektubumuz ve imzamızla hukuken bir bütün oluşturan resmi bir deklarasyon yapılmış ve Uyum Protokolü’nün imzalanmasının GKRY’nin siyasi olarak tanınması anlamına gelmeyeceği kayda geçirilmiştir. 

Türkiye’nin Uyum Protokolü’nü imzalarken Kıbrıs konusunda yapmış olduğu bu deklarasyona cevaben Avrupa Birliği, 21 Eylül 2005 günü kendi tutumunu beyan eden bir karşı-deklarasyon yayınlamıştır. 22 Eylül 2005 günü Bakanlığımız Sözcüsü tarafından AB’nin sözkonusu karşı-deklarasyonuna ilişkin üzüntümüzü kayda geçiren ve AB’nin Kıbrıs konusunda yerine getirmesi gereken sorumluluk ve yükümlülüklerini hatırlatan bir basın açıklaması yapılmıştır. 

24 OCAK 2006 TARİHLİ EYLEM PLANIMIZ 

Kıbrıs’taki tüm kısıtlamaların ilgili tüm taraflarca eşzamanlı olarak kaldırılması konusunda hazırlanan 10 maddelik Eylem Planımız, Sayın Bakanımız tarafından 24 Ocak 2006 günü Bakanlığımızda düzenlenen basın toplantısıyla kamuoyuna duyurulmuştur. ABD, AB Komisyonu, İngiltere, İtalya, İspanya, Kazakistan, Almanya, Slovakya, Pakistan, Avustralya, Bangladeş, Sudan, Paraguay, Bahreyn, Ukrayna, Belarus, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Gürcistan ve İslam Konferansı Örgütü girişimimizi destekleyici açıklamalar yapmış, BMGS Annan önerimizi inceleyeceğini belirtmiştir. 

Bahsekonu Plan’da, KKTC’ne ve Ada’daki taraflar arasında karşılıklı olarak kişi, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımının sağlanması; doğrudan uçuşlar dahil, hava ve deniz limanlarına uygulanmakta olan tüm kısıtlamaların kaldırılması; üçüncü ülke uyruklarına uygulanan kısıtlamaların tümüyle kaldırılması; Kuzey Kıbrıs’ın da bir ekonomik birim olarak doğrudan AB Gümrük Birliği’ne dahil edilmesi ve bunun tüm getirilerinden yararlanması; Kıbrıs Türklerinin sportif, kültürel ve benzeri uluslararası etkinliklere katılmasının önündeki engellerin kaldırılması öngörülmüştür. 

ADA’DA TEKNİK KOMİTELER KURULMASI 

BM Genel Sekreteri tarafından Ocak 2006’da Kıbrıs Özel Temsilcisi ve UNFICYP Misyon Şefi olarak görevlendirilen Michael Möller, 13 Şubat 2006 günü KKTC Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı Raşit Pertev’le yaptığı görüşmede, Kıbrıs’taki iki tarafın ortak ilgi alanları çerçevesinde müşterek komiteler oluşturulması önerisini getirmiştir. 

Esasen Türk tarafınca geliştirilen ve günlük hayatı kolaylaştırmak amacı taşıyan, iki taraf arasında eşitlik temelinde gerçekleştirilecek teknik komiteler toplanması önerisi hakkında Kıbrıs’taki iki tarafa gönderdiği 17 Şubat tarihli mektupta Möller, iki toplum arasında teknik işbirliği komiteleri kurulabilecek alanların (sağlık, çevre, su idaresi, kanalizasyon, kara para aklanması, suçun önlenmesi, yol güvenliği, göç ve insan kaçakçılığı, kriz yönetimi, insani konular) bir listesini ileterek bu öneriyi ileri götürmek için tarafların görüşlerini istemiştir. KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talat bu konuda BM Genel Sekreteri Annan’a bir mektup göndererek, Möller’in önerilerinin kapsamlı bir çözümün yerine geçemeyeceği yönündeki görüşü vurgulamıştır. 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’a gönderdiği 15 Haziran 2006 tarihli mektubunda Teknik Komiteler’in kurulması hususunda Kıbrıs Türk tarafının mutabakatını teyid ederek, BMGS'nin sözkonusu Komiteler’in bir an önce çalışmaya başlaması konusuna müdahil olmasını talep etmiş; bu bağlamda GKRY liderliğinin konuya ilişkin olumsuz tutumuna işaretle Kıbrıs sorununun, BMGS’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde ve Annan Planı temelinde çözümüne ilişkin Kıbrıs Türk tarafının taahhüdünü yinelemiştir. 

KKTC CUMHURBAŞKANI SAYIN TALAT İLE GKRY LİDERİ PAPADOPULOS’UN 8 TEMMUZ 2006 TARİHLİ GÖRÜŞMESİ, 8 TEMMUZ SÜRECİ 

BM Genel Sekreter Siyasi İşler Yardımcısı İbrahim Gambari’nin 7-8 Temmuz 2006 tarihlerinde Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ve GKRY lideri Papadopulos arasında yürüttüğü temaslar çerçevesinde, iki lider 8 Temmuz 2006 Cumartesi günü bir görüşme gerçekleştirmişlerdir. Görüşmede, “İlkeler Dizisi” ve “İki Liderin Kararı” başlıklı iki kağıt kabul edilmiştir. 8 Temmuz’da varılan mutabakat doğrultusunda Kıbrıs’ta Türk ve Rum tarafları 31 Temmuz 2006 tarihinde Kıbrıs sorununun özünü ilgilendiren konulara ilişkin kâğıtlarını teati etmişlerdir. Ancak, BM sürecini geri plana itmek isteyen GKRY’nin engellemeleri nedeniyle başlatılan bu süreçte uzun bir süre ilerleme kaydedilmesi mümkün olamamıştır. 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat, BM Genel Sekreteri Kofi Annan'la 20 Kasım 2006 tarihinde Cenevre’de bir görüşme gerçekleştirmiştir. BMGS Annan görüşme sonrasında yaptığı açıklamada, 2004 yılında yapılan referandumların sonucuna atıfla, Kuzey Kıbrıs'ın kalkınma çabalarına bütün tarafların yardımcı olması gerektiğini vurgulamış ve Mayıs 2004 tarihli iyi niyet misyonu raporunda Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonların kaldırılması gerekliliğine dikkat çektiğini belirtmiştir. 

KKTC’nin Lefkoşa’daki Lokmacı kapısının geçişlere açılmasını teminen yaptığı girişimler çerçevesinde Lokmacı Barikatı’nın KKTC bölümünde yer alan üst geçidin sökülme çalışmaları 9 Ocak 2007 tarihinde tamamlanmıştır. GKRY, 9 Mart 2007 tarihinde Lokmacı geçidinin Rum kesimindeki duvarı yıkmıştır. Bununla birlikte, Rum tarafı Lokmacı geçidinin yaya geçişlerine açılması için birçok ön koşul ileri sürmüştür. 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat, Kıbrıs Türk tarafının Kıbrıs sorununda bulunulan aşamayla ilgili değerlendirmeleriyle 8 Temmuz sürecine ilişkin beklentilerini ortaya koyan bir mektubu 3 Nisan 2007 tarihinde BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'a göndermiştir. 

Sayın Talat mektubunda, Rum tarafının mülkiyet konularını Teknik Komitelerin gündemine getirerek süreci çıkmaza sokmak istediğini, Çalışma Gruplarının sohbet toplantılarına dönüşmemesi için bu Gruplarda ele alınacak konuların baştan belirlenmesi gerektiğini ve Kıbrıs Türk tarafının en kısa sürede Rum tarafıyla kapsamlı çözüm müzakerelerine başlamaya hazır olduğunu belirtmiştir. 

Bu bağlamda, Kıbrıs Türk tarafının 8 Temmuz süreciyle ilgili önerilerini içeren bir belge 5 Nisan 2007 tarihinde KKTC Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı Pertev tarafından BMGS’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Möller’e tevdi edilmiştir. Kıbrıs Türk tarafı 26 Nisan 2007 tarihinde ise bahsekonu metnin gözden geçirilmiş halini BM’ye iletmiştir. 

BM nezdindeki Daimi Temsilcimiz, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Doğu Akdeniz’de son dönemlerde deniz alanlarının sınırlandırılması ve petrol/gaz aramaları bağlamında giriştiği faaliyetler ve Garanti Anlaşmalarına aykırı biçimde Fransa ile yaptığı askeri anlaşma ile bunlara ilişkin görüşlerimizi içeren bir mektubu 26 Nisan 2007 tarihinde BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'a göndermiştir. BM belgesi olarak da yayınlattırılan sözkonusu mektupta, GKRY’nin Kıbrıs’ın tümünü temsil iddiasının meşruiyeti sorgulanmış ve BM Genel Sekreteri’nin 28 Mayıs 2004 tarihli raporunda kayda geçen unsurlar temelinde Kıbrıslı Türkler üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması gerektiğine vurgu yapılmıştır. 

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, Kasım 2006 - Mayıs 2007 dönemini kapsayan Kıbrıs’ta konuşlu BM Barış Gücü (UNFICYP) raporunu 5 Haziran 2007 tarihinde Güvenlik Konseyi’ne sunmuştur. Raporda, Kıbrıs Türklerine uygulanan kısıtlamaların kaldırılmasının önemine vurgu yapılarak, eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından BM Güvenlik Konseyi’ne sunulan 28 Mayıs 2004 tarihli İyi Niyet Raporuna atıfta bulunulmuştur. 

GKRY lideri Papadopulos, 8 Temmuz Süreci’nin birinci yılını doldurmasını ve anılan süreçte bugüne kadar herhangi bir ilerleme kaydedilememesini gerekçe göstererek, Cumhurbaşkanı Sayın Talat’ı görüşmeye davet eden mektubunu 5 Temmuz 2007 günü BMGS Özel Temsilcisi Michael Möller’e iletmiştir. Papadopulos, mektubunda, sürece yeniden hareketlenme kazandırmak amacıyla iki liderin tercihen Temmuz ayı sonuna kadar bir araya gelmelerini önermiş ve toplantıda ele alınmak üzere, 8 Temmuz sürecinin uygulanmasına ilişkin bir öneri kâğıdını mektubuna eklemiştir. 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talat, GKRY lideri Papadopulos’un 5 Temmuz 2007 tarihli mektubuna cevaben göndermiş olduğu 14 Ağustos 2007 tarihli mektubunda, iki lider arasında yapılması öngörülen görüşmenin 8 Temmuz mutabakatı ile sınırlı kalmayarak, kapsamlı çözüm müzakerelerinin başlatılması hedefi doğrultusunda Kıbrıs sorununun tüm boyutlarıyla ele alınacağı anlayışı üzerine inşa edilmesini önermiştir. 

Papadopulos aynı gün (14 Ağustos) BMGS Özel Temsilcisine göndermiş olduğu mektupta, Sayın Talat’tan aldığı mektuba atıfla, iki lider arasındaki görüşmenin tarihinin belirlenmesi için bir an önce Koordinasyon Komitesi’nin toplanmasını teklif etmiş ve görüşmenin, bir önceki mektubunda da belirttiği üzere, 8 Temmuz sürecinde yaşanan tıkanıklığı aşmaya yönelik olacağını belirtmiştir. 

21 Ağustos 2007 tarihinde yapılan Koordinasyon Komitesi toplantısında, iki liderin 5 Eylül 2007 tarihinde bir araya gelmeleri kararlaştırılmıştır. 

KKTC CUMHURBAŞKANI SAYIN TALAT İLE GKRY LİDERİ PAPADOPULOS’UN 5 EYLÜL 2007 TARİHLİ GÖRÜŞMESİ 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talat ile GKRY Lideri Papadopulos 5 Eylül 2007 tarihinde BMGS’nin Özel Temsilcisi Möller’in de hazır bulunduğu bir toplantıda bir araya gelmişlerdir. 

Toplantıda Cumhurbaşkanı Sayın Talat, iki tarafın kapsamlı çözüm perspektifi üzerine yoğunlaşmalarının önem taşıdığının altını çizerek, iki taraf arasında iki, iki buçuk ay sürecek hazırlık dönemini müteakip kapsamlı müzakerelerin başlatılması ve 2008 yılı sonuna kadar kapsamlı çözüme ulaşılması yönünde bir öneri getirmiştir. Sayın Talat’ın önerisi Papadopulos tarafından reddedilmiştir. 

Görüşmeden sonra BMGSÖT Möller tarafından yapılan açıklamada, görüşmenin yapıcı bir ortamda gerçekleştiği, iki liderin sürecin biran evvel başlatılması konusunda anlaştıkları, kapsamlı çözüme ilişkin gündeme gelebilecek konuları görüştükleri ve temaslarına BM aracılığıyla devam etmeye ve uygun zamanda da yeniden bir araya gelmeye karar verdiklerini bildirilmiştir. 

KIBRIS TÜRK TARAFININ 16 EKİM 2007 TARİHLİ GÜVEN ARTIRICI ÖNLEMLER (GAÖ) ÖNERİSİ 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat, 16 Ekim günü New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon ile bir görüşme yapmıştır. Sayın Talat bu görüşmede Papadopulos’un uzlaşmaz tutumuna atıfta bulunarak, Kıbrıs Türk tarafının kapsamlı çözüme ilişkin yaklaşımını izah etmiş, ayrıca Genel Sekreter’e Kıbrıs’ta iki taraf arasında olumlu bir atmosferin tesis edilebilmesi için bir Güven Artırıcı Önlemler (GAÖ) paketi sunmuştur. 

Sözkonusu GAÖ paketiyle, Ara Bölge’de iki tarafın Silahlı Kuvveleri’nin birbirinden uzaklaştırılması (dekonfrontasyon) yönündeki 1989 tarihli Anlaşmanın genişletilmesi, Lokmacı (Lefkoşa içi) ve Yeşilırmak (KKTC’nin batı ucu) sınır kapılarının açılması, Erenköy’e serbest geçiş sağlanması, eşit sayıda Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum üyeden oluşacak bir Uzlaştırma Komitesi kurulması, karşılıklı tatbikatların sınıra yakın bölgelerde gerçekleştirilmemesi, Yiğitler-Pile yolunun inşa edilmesi, insan kaçakçılığı, uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suçla mücadele gibi konularda taraflar arasında BM Barış Gücü aracılığıyla işbirliğinin artırılması önerilmiştir. 

Öte yandan GKRY lideri Papadopulos, 15 Ekim 2007 tarihinde BMGS Ban’a gönderdiği mektubunda, 8 Temmuz süreciyle ilgili olarak bazı öneriler ortaya koymuştur. 

Konuyla ilgili olarak KKTC Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Hasan Erçakıca 23 Ekim 2007 tarihinde yaptığı açıklamada, Kıbrıs Türk tarafının 8 Temmuz sürecini anlaşılır ve sonuç almaya yönelik hale getirmek için çalışırken Kıbrıs Rum tarafının süreci içinden çıkılmaz hale getirmek için çaba gösterdiğine dikkat çekmiştir. 

BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’taki Barış Gücü’ne ilişkin 3 Aralık 2007 tarihli raporu BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün (BMBG) faaliyetlerine ilişkin Haziran-Aralık 2007 dönemini kapsayan raporu 3 Aralık 2007 tarihinde yayınlanmıştır. 

Raporda, Kıbrıs Türkleri üzerindeki izolasyonların kaldırılması telkin edilmiş ve bunun tanıma anlamına gelmediği belirtilmiştir. Raporda ayrıca, 8 Temmuz sürecine ilişkin gelişmeler ele alınırken, Kıbrıs Türk tarafının sergilediği tutumunun 8 Temmuz süreciyle uyumlu olduğu kaydedilmiş, Ada’da varılacak çözümün iki kesimli ve iki toplumlu federasyon ile siyasi eşitlik ilkelerine dayanacağı vurgulanmış, çözümün ana hatlarının bilindiği ve çözümün unsurlarının geçtiğimiz on yıllarda oluşmuş müktesebat ile anlaşmalara dayanacağı ifade edilmiştir. Ada’daki BM Barış Gücü’nün görev süresinin uzatılmasına ilişkin 1789 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı 14 Aralık 2007 tarihinde kabul edilmiştir. 

KKTC CUMHURBAŞKANI SAYIN TALAT İLE SAYIN BAŞBAKANIMIZIN MEKTUPLARI 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talat, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'a 22 Şubat 2008 tarihinde mektup göndererek, Kıbrıs Türk tarafının çözüm yönündeki iradesini muhafaza ettiğini ve yeni bir müzakere sürecini başlatmaya hazır olduğunu vurgulamıştır. Sayın Talat mektubunda ayrıca, önümüzdeki döneme ilişkin Kıbrıs Türk tarafının beklentilerini ortaya koyarak BMGS Ban’ın kişisel olarak sürece dahil olmasını ve kapsamlı çözüm çabalarına ivme kazandırmasını istemiştir. 

Sayın Başbakanımız 6 Mart 2008 tarihinde BM Genel Sekreteri Ban, AB Komisyonu Başkanı Barroso, BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyeleri ile AB Üyesi ülkelerin Devlet veya Hükümet Başkanları’na gönderdiği mektuplarda, 2008 yılının Kıbrıs’ta adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüme ulaşılması için bir fırsat penceresi sunduğunu, Türkiye'nin, Cumhurbaşkanı Sayın Mehmet Ali Talat’ın sözleri ve eylemlerinde ifadesini bulan Kıbrıs Türk tarafının yapıcı yaklaşımını desteklemeye devam ettiğini, Türkiye’nin, anavatan ve üç garantör devletten biri olarak kapsamlı müzakere süreci yoluyla çözüme katkıda bulunmaya kararlı olduğunu, ayrıca Kıbrıs Türk halkının maruz bırakıldığı haksız izolasyonların kaldırılması yönünde somut adım atılmasını beklediğimizi bildirmiştir. 

http://www.mfa.gov.tr/kibris-meselesinin-tarihcesi_-bm-muzakerelerinin-baslangici.tr.mfa

***

KIBRIS MESELESİNİN TARİHÇESİ, BÖLÜM 3

KIBRIS MESELESİNİN TARİHÇESİ, BÖLÜM 3

TÜRKİYE VE KKTC’NİN GİRİŞİMİ ÜZERİNE ANNAN PLANI MÜZAKERELERİNİN YENİDEN BAŞLAMASI 

Türkiye ve KKTC 2003 yılının sonunda Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözümün bulunabilmesi amacıyla yeni bir girişim başlatmışlardır. 

Bu çerçevede, BM Genel Sekreteri Annan, ilgili taraflara (Ada’daki iki taraf ile Türkiye ve Yunanistan) gönderdiği bir mektupla, kendilerini müzakere sürecini başlatmak amacıyla 10 Şubat 2004 tarihinde New York’a davet etmiştir. Taraflar, BM Genel Sekreteri’nin bu önerisini kabul etmişlerdir. 10–13 Şubat 2004 tarihleri arasında New York’ta yapılan görüşmeler, Türk tarafının olumlu ve yapıcı tutumu sayesinde başarılı geçmiş ve Ada’da müzakerelerin tekrar başlaması yolunu açmıştır. 

New York’ta varılan mutabakat, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum taraflarının belli bir tarihe kadar Annan Planı’nı müzakere etmelerini, üzerinde anlaşmaya varılamayan noktalarda müzakerelere anavatan Türkiye ve Yunanistan’ın katılımıyla devam edilmesini ve nihayet anlaşılamamış nokta kaldıysa bu alanlarda BM Genel Sekreteri’nin yetkisini kullanarak formüller üretmesi ve ortaya çıkacak nihai belgenin her iki tarafta ayrı ayrı, ancak eş-zamanlı olarak düzenlenecek referandumlarla Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum halklarının onayına sunulmasını içermiştir. Böylece, 1 Mayıs 2004 tarihinden önce çözüme ulaşılması ve AB’ne birleşmiş bir Kıbrıs’ın katılımı hedeflenmiştir. 

Müzakereler iki aşamalı olarak 19 Şubat 2004 tarihinde başlamış ve 31 Mart 2004 tarihine kadar devam etmiştir. Müzakerelerin birinci aşaması, 19 Şubat-22 Mart 2004 tarihleri arasında Ada’da sürdürülmüştür. Müzakerelerin bu aşamasında da Türk tarafı yapıcı bir tutum sergilemiştir. Siyasi düzeyde iki taraf arasında gerçekleştirilen görüşmelerde anlaşma sağlanamamış olsa da, teknik düzeyde yapılan komite toplantılarında bazı gelişmeler elde edilebilmiştir. Müzakerelerin ikinci aşaması ise, 24 Mart 2004 tarihinde İsviçre’nin Bürgenstock kasabasında, anavatanların da katılımıyla başlamış ve 31 Mart 2004 tarihinde BM Genel Sekreteri’nin Annan Planı’nın nihai halini taraflara sunması ile sonuçlanmıştır. 

ANNAN PLANI’NIN İÇERİĞİ 

Bürgenstock’da taraflara tevdi edilen ve 24 Nisan 2004 tarihinde iki tarafta referanduma sunulan planda, yeni ortaklığın iki kesimli olacağı, iki tarafın birbirinin ayrı kimliğini ve bütünlüğünü tanıyacağı, tarafların birbirlerinin kültürel, dini, siyasi, sosyal ve dil kimliklerine saygı gösterecekleri, bir tarafın diğer taraf üzerinde hakimiyet kuramayacağı, kurucu devletlerin kendi alanlarında yetkilerini egemence kullanacakları ve kendi düzenlerini serbestçe kurabilecekleri, kurucu devletlerin ve Federal Hükümetin birbirlerinin yetki ve işlevlerine karışamayacakları gibi hususlara ilaveten, bir tarafın diğer taraf üzerinde otorite ve yetki iddiasında bulunamayacağı hususu da yeralmaktaydı. 

Annan Planı, Garanti ve İttifak Andlaşmalarının Ada’da kurulan yeni düzeni (state of affairs) dikkate alarak aynen devam etmesine dayanmaktadır. Garantör ülkeler, sadece Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin değil, aynı zamanda Kurucu Devletlerin de toprak bütünlükleri, güvenlikleri ve anayasal düzenlerini garanti edeceklerdir. Plan uyarınca, İttifak Andlaşması uyarınca Kıbrıs Türk Devleti’nde konuşlandırılabilecek Türk ve Kıbrıs Rum Devleti’nde konuşlandırılabilecek Yunan birliklerinin sayısı 2011 yılına kadar 6000, 2018 yılına veya Türkiye’nin AB üyeliğine kadar 3000 olması öngörülmüştür. Planın önceki versiyonunda Türkiye AB üyesi olduğunda Ada’daki Türk ve Yunan askeri varlıklarının sıfıra indirilmesi öngörülmekteyken, son versiyonda, Türkiye’nin AB üyeliğinden ya da 2018 yılından sonra, 1960 İttifak Andlaşmasıyla öngörülen sayılar olan 650 Türk, 950 Yunan askerinin Ada’da kalmaya devam etmesi sağlanmıştır. 

Asker sayısında 6.000’e ulaşılabilmesi için çekilmenin %20’lik ilk aşaması Ocak 2005’te tamamlanmak üzere 29 aylık bir geri çekilme takvimi öngörülmektedir. Rum tarafına bırakılacak topraklardaki birliklerimizin ilk bölümünün 90 gün içerisinde sınırdan bir kilometre içeriye çekilmesi sözkonusudur. Ada’da bulundurulacak bu birliklerin nasıl konuşlandırılacakları, ne gibi silahlarla teçhiz edilecekleri, Ada içinde ne şekilde hareket edebilecekleri kurallara bağlanmıştır. Mesela, 100 askerin üstündeki hareketlerde 48 saat önceden bildirimde bulunma mecburiyeti getirilmektedir. 

Plana göre, kurulacak Ortaklık Devleti’nin adının Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti, Hükümetin isminin Federal Hükümet, Kurucu Devletlerin isimlerinin ise “Kıbrıs Türk Devleti” ve “Kıbrıs Rum Devleti” olması öngörülmekteydi. Bu çerçevede, Federal Hükümetin Anayasa’sına ilaveten, Kurucu Devletlerin de ayrı Anayasa’ları bulunması, iki liderin ilk iki ay için birer ay rotasyonla Eş-Başkanlığı yürütmeleri, Bakanlar Kurulu’nun referandumdan sonraki iki gün içinde isimleri taraflarca bildirilecek üç Rum ve üç Türk’den oluşması, Rumların AB, Maliye, Adalet ve İçişleri; Türklerin ise Ulaştırma ve Tabii Kaynaklar, Dışişleri ve Savunma ile Ticaret ve Ekonomi Bakanlıklarını üstlenmeleri, iki aylık bu dönemde geçici Federal Parlamento’nun da iki Kurucu Devletin Meclisleri tarafından atanacak 24’er üyeden oluşması kararlaştırılmıştı. Plan çerçevesinde, Federal Devlet Başkan ve Başkan Yardımcılığı ilk 5 yıl boyunca 10’ar aylık sürelerle, 5 yıldan sonra da 20’şer aylık sürelerle rotasyona tabi tutulacak, 6’ncı yıldan itibaren iki dönem Rum’a karşılık bir dönem Türk Başkan olacak, Başkanlık Konseyi 5 yıllığına 6’sı oy sahibi, 3’ü oy hakkı olmayan, toplam 9 üyeden oluşacaktı. 

Planda, Türk tarafına % 29.2 oranında toprak bırakılmakta, İngiliz üslerinden verilecek toprak dikkate alındığında bu oran %28.8’e düşmekte, buna mukabil Türk tarafı kıyı şeridinin % 52’sine sahip olmaktaydı. 

Plan uyarınca Rumlara verilecek topraklarda yaşayan yaklaşık 58.000 Kıbrıs Türkü‘nün 42 aylık takvim çerçevesinde aşamalar halinde bu bölgeleri terk ederek Kıbrıs Türk Kurucu devletine kalacak topraklara göç etmeleri kararlaştırılmıştı. Kıbrıs Türk Devleti’nde ve Kıbrıs Rum Devleti’nde ikamet izni verilecek Türk ve Yunan vatandaşlarının miktarı her iki kurucu devletin nüfusunun % 10’unu geçmeyecek, Anlaşma yürürlüğe girdiğinde Türk vatandaşlarının Kuzeydeki sayısı yaklaşık 20 bini, Yunan vatandaşlarının güneydeki sayısı yaklaşık 70 bini geçmeyecek, daha sonra bu oran % 5 olacak, üniversite öğrencileri ve öğretim üyeleri bu oranın dışında bırakılacaktı. 

5 yıllık moratoryumu takiben dokuz yıl zarfında kademeli olarak 39 bin Rum’un kuzeye dönmesine imkan verilen Plan’da, 6 ila 9’uncu yıl arasında, bir köy veya belediyenin nüfusunun %6’sı; 10 ila 14’üncü yıl arasında %12’sine denk kısıtlama, 14’üncü yıldan sonra ise 19’uncu yıla veya Türkiye AB’ne girene kadar ilgili Kurucu Devlet nüfusunun %18’i olarak belirlenmişti. 19uncu yılın sonunda ya da Türkiye’nin AB üyesi olmasıyla birlikte Kıbrıs Türk Devleti nüfusunun ancak üçte biri oranında Rumun Kuzey’e yerleşebileceği hükmü plana eklenmiştir. 

Plan’da her Rumun Kuzey’deki eski mülkünün üçte birine sahip olması yönünde bir düzenleme getirilmiş, geri kalan 2/3’ü için ise tazminat öngörülmüş, ancak, Karpaz bölgesindeki Dipkarpaz, Yeni Erenköy, Sipahi ve Adaçay köylerinin eski Rum sakinlerinin herhangi bir sınırlama olmadan eski mülklerine dönmeleri bu yerleşim birimlerine din, eğitim ve kültür alanlarında otonomi verilmesi kararlaştırılmıştı. 75 bin kişiyi etkileyebilecek bu düzenlemelerin getireceği rehabilitasyonun Türk tarafı için yaklaşık maliyetinin 3,8 milyar dolar olacağı Kıbrıs Türk tarafının Birleşmiş Milletler’e tevdi ettiği raporda bildirilmiştir. Rum tarafı ise kendi rehabilitasyonu için 20 milyar doların üzerinde bir kaynak ihtiyacından sözetmiştir. 

Plan kabul edilmiş olsaydı AB’nin de kabul etmek durumunda olacağı ve Türkiye’nin AB üyelik süreciyle de bağlantılı kılınan derogasyon ve kısıtlamalar bulunmaktaydı. Bunlar;  

a) Kurucu devlette ikametle ilgili yukarıda arzedilmiş olan kısıtlamalar, 

b) Türkiye ve Yunanistan vatandaşlarının Ada’da ikametiyle ilgili kısıtlama, 

c) Kıbrıs’ın Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına katılımının Garanti ve İttifak Andlaşmalarına uygun olacağı, Kıbrıs’ın AGSP’nin askeri boyutunun dışında kalacağı, 

d) Türk kurucu devletinde kişi başına düşen gayrısafi milli hasılanın Rum devletininkinin % 85’ne ulaşmasına kadar ya da 15 yıl boyunca gayrımenkul alımına getirilebilecek kısıtlama, 

e) Anlaşmanın yürürlüğe girmesinden sonraki altı yıl zarfında Kıbrıs Türk Kurucu Devleti’nde AB iç pazarının uygulamalarıyla ilgili kısıtlayıcı tedbirler alınmasıdır 

Referandumda olumsuz yanıt çıkması veya garantör ülkelerin birinin 29 Nisan’dan önce Andlaşmayı imzalamayı reddetmesi halinde, Kuruluş Anlaşması tümüyle geçersiz ve hükümsüz olması öngörülmüştür. Annan Planı kabul edilmiş olsaydı, özellikle yerlerinden edilecek Kıbrıslı Türkler ve mal-mülk konuları, yeni iki kesimliliğin oturtulması itibarıyla Türk tarafı için zor ve sancılı bir dönemden geçilmesine neden olacaktı. Ayrıca, Türk tarafının ekonomik açıdan yeni ortaklığa uyumu benzer güçlükleri beraberinde getirecekti. 

Planın yürürlüğe girmesi Ada’da iki tarafta ayrı ayrı yapılacak referandumlardan sonra 1960’da olduğu gibi ancak garantör ülkelerinde katılımıyla beşli andlaşmanın imzalanıp onaylanmasıyla mümkün olabilecekti. Bu bağlamda, garantör ülkeler referandumların olumlu sonuçlanması halinde gerekli iç onay işlemlerini tamamlayarak beşli andlaşmayı imzalayacakları hususunda taahhüt vermişlerdir. 

REFERANDUMLAR VE SONRASI 

Müzakereler neticesinde nihai hale getirilen çözüm planı 24 Nisan 2004 tarihinde GKRY ve KKTC’nde referandumlarla Kıbrıs’taki iki halkın onayına sunulmuştur. Rum halkının %75.83’ü Planı reddederken, Kıbrıs Türk tarafı kendileri için getireceği pek çok zorluğa rağmen %64.91 çoğunlukla Plan’a “evet” demiştir. Rum tarafının Plan’ı büyük bir çoğunlukla reddetmesinde GKRY lideri Papadopulos’un 7 Nisan 2004 tarihindeki halka seslenişinde Rum halkını “güçlü bir hayır” demeye çağırması ve Rum liderliğinin devlet eliyle sürdürdüğü “hayır kampanyası” da önemli bir etki yapmıştır. Sonuçta, Rum toplumunun reddi karşısında, BM ve AB dahil tüm uluslararası camianın desteklediği bu kapsamlı çözüm planı geçersiz hale gelmiştir. 

Referandumlar sonucunda Ada’da yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Referandumun ardından başta BM, AB gibi uluslararası kuruluşlar ile ABD, İngiltere, Almanya gibi ülkelerden Kıbrıs Türk tarafının tutumunu destekleyen, Rum tarafının planı reddetmesinden üzüntü duyulduğunu beyan eden ve Kıbrıs Türk tarafının izolasyonunun artık devam edemeyeceğini vurgulayan açıklamalar gelmiştir. Bu konuda bazı adımlar atılmışsa da bugün itibariyle gelinen noktada Kıbrıs Türklerinin yıllarca maruz kaldıkları izolasyonun kırılması sağlanamamıştır. Açıklamalarda ayrıca, eşsiz bir fırsatın kaçırıldığına da dikkat çekilmiştir. 

AB Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi’nin 26 Nisan 2004 tarihinde Lüksemburg’da gerçekleştirilen toplantısı sırasında Kıbrıs konusunda alınan kararda, Konsey, Kıbrıs Türk toplumunun izolasyonunun sona erdirilmesine kararlı olduğunu ifade etmiş ve bu amaçla Komisyon’u kapsamlı tedbirler almaya davet etmiştir. Ayrıca, Kuzey’e 259 milyon Euro’luk bir yardımda bulunulması da kararlaştırılmıştır. AB Konseyi’nin 26 Nisan tarihli kararı çerçevesinde hazırlanan iki tüzük (mali yardım tüzüğü ile doğrudan ticaret tüzüğü) GKRY’nin engellemeleri nedeniyle o dönemde kabul edilememiştir. 

GKRY 1 Mayıs 2004 tarihinde, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında AB’ne tam üye olmuştur. Türkiye tarafında aynı gün yapılan açıklamada, AB’ne katılacak olan Rumların, Kıbrıs Türklerini veya Kıbrıs’ın tamamını temsil etmeye yetkili olmadıkları, eşit statüye sahip Kıbrıs Türkleri veya Kıbrıs Adası’nın tamamı üzerinde yetki veya egemenliklerinin bulunmadığı, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Kıbrıs Türklerine zorla empoze edilemeyeceği, kendi anayasal düzenleri altında ve kendi sınırları içerisinde örgütlenmiş bulunan Rumların, Kıbrıs Türklerini veya Kıbrıs’ın tamamını temsil eden yasal hükümet olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Açıklamada ayrıca, Kıbrıs Türklerinin, kendi ülke sınırları ve anayasal düzenleri içerisinde örgütlenmiş bir halk olarak, hükümet etme yetkisini ve egemenliklerini kullanmakta oldukları, bu çerçevede Türkiye’nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımaya devam edeceği ve Güney Kıbrıs’ın AB’ne girişinin Türkiye’nin 1960 Anlaşmalarına dayanan Kıbrıs üzerindeki hak ve yükümlülüklerine hiçbir şekilde haleldar edemeyeceği ifade edilmiştir. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KIBRIS MESELESİNİN TARİHÇESİ, BÖLÜM 2

KIBRIS MESELESİNİN TARİHÇESİ, BÖLÜM 2

1993 GÜVEN ARTIRICI ÖNLEMLER PAKETİ 

Müzakereler 1993 Mayıs ayından itibaren, BM Genel Sekreteri'nin önerdiği Güven Artırıcı Önlemler (GAÖ) paketi üzerine odaklanmıştır. Bu paket çerçevesinde Lefkoşa Uluslararası Havaalanı (LUH) ve Maraş'ın, BM idaresinde iki tarafın ortak kullanımına açılması öngörülmüştür. Bu arada, Avrupa Birliği Adalet Divanı, Rumların müracaatı üzerine Temmuz 1994'te KKTC'nin AB'ne ihracatını yasaklayan bir karar almıştır. KKTC'nin toplam ihracatının %60'a yakın bir bölümünü etkileyen bu karar, GAÖ paketinin Kıbrıs Türk tarafına sağlayacağı somut yararları da ortadan kaldırmıştır. 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş ve GKRY Lideri Klerides arasında Ekim 1994’de Ara Bölge’de BM Özel Temsilci Yardımcısı’nın gözetiminde GAÖ paketinin Rum tarafınca kabulünü sağlamaya yönelik istikşafi mahiyette beş görüşme yapılmıştır. Bu görüşmelerde Klerides GKRY’nin 1990 yılında yaptığı tek yanlı AB üyeliği müracaatının Türk tarafınca desteklenmesini paketi kabul için ön şart olarak ileri sürmüş ve görüşmeler böylece sonuçsuz kalmıştır. 

GKRY, bunu hemen takiben aldığı tek yanlı bir kararla Kıbrıs Türk tarafı ile diyaloğu kesmiş, Mart 1995’de GKRY’ne AB’nin adaylık statüsü de vermesiyle, tamamen AB üyeliğine odaklanmıştır. 

YUNANİSTAN İLE GKRY ARASINDA ORTAK SAVUNMA DOKTRİNİ 

Yunanistan ve GKRY arasında Kasım 1993'te "Ortak Savunma Doktrini" yürürlüğe girmiştir. "Ortak Savunma Doktrini", iki ülke arasında ortak askeri strateji ve operasyonlar planlanmasını; ortak tatbikatlar yapılmasını, Girit, Oniki Adalar ve "Kıbrıs"ın savunma alt yapılarının yeniden düzenlenmesini; Yunanistan'ın Orta Akdeniz'de somut bir rol oynamasına imkân verecek şekilde Güney Kıbrıs'ta hava ve deniz üsleri kurmasını ve askeri harcamaların artırılmasını öngörmektedir. Bu yeni stratejik kavram ile tanımlanan "tek savunma alanı" ile Yunanistan'dan Ada'da Magosa'ya kadar uzanan bölge doğal savunma sahası olarak kabul edilmekte ve bu bölgenin her köşesinde etkinlik sağlanması amaçlanmaktadır. 

Anılan doktrin çerçevesinde Baf Askeri Havaalanı inşa edilmiş, Terazi deniz üssünün inşa edilmesine ve bunlara ek olarak, S-300 füzelerinin Rusya'dan alımına karar verilmiştir. GKRY, Batılı ülkelerin de baskısıyla S-300'lerin Ada'da konuşlandırılmasıyla ilgili kararını, Türkiye’nin girişimleri çerçevesinde Aralık 1998'de iptal etmek zorunda kalmıştır. Füzeler Girit’e konuşlandırılmıştır. 

1997 YÜZYÜZE GÖRÜŞMELER VE GKRY’NİN AB ÜYELİĞİ SÜRECİ 

BMGS Kıbrıs Özel Temsilcisi aracılığıyla Mart 1997'de başlatılan dolaylı görüşmeleri takiben, BMGS'nin yüzyüze görüşmeler için yaptığı çağrı üzerine Temmuz ve Ağustos 1997 aylarında yaklaşık birer hafta süreyle Sayın Denktaş ve Klerides, Troutbeck (ABD) ve Glion'da (İsviçre) biraraya gelmişlerdir. 

Troutbeck görüşmeleri sırasında AB Komisyonu'nun genişleme konusundaki "Gündem 2000" raporu ve GKRY ile 1998 başında tam üyelik görüşmeleri başlatılmasına ilişkin tavsiye kararı basına sızdırılmıştır. Türkiye ve KKTC tarafından AB'nin bu tutumuna karşı tepki gösterilmiş, bu bağlamda, 20 Ocak 1997 tarihli Türkiye-KKTC Ortak Deklarasyonu'nda öngörülen çerçevede, GKRY'nin AB üyeliği yönünde atacağı adımların KKTC'nin Türkiye ile bütünleşme sürecini hızlandıracağı 20 Temmuz 1997 tarihli Ortak Açıklamada kaydedilmiştir. 

KKTC Hükümeti, Aralık 1997 AB Lüksemburg Zirvesinde alınan GKRY ile üyelik müzakerelerinin başlatılması kararının BM müzakere sürecine ve çözüm parametrelerine yıkıcı bir darbe indirdiğini, bundan sonraki temasların ancak Ada'daki iki devlet arasında yürütülebileceğini, KKTC'nin GKRY ile AB arasında tam üyelik müzakerelerine katılmasının sözkonusu olmadığını açıklamıştır. Türkiye de KKTC'nin tutumunu desteklemiş ve AB ile Kıbrıs ve Türk-Yunan ilişkilerinin görüşülmeyeceği de Hükümet düzeyinde karara bağlanmıştır. 

Avrupa Birliği ile Güney Kıbrıs arasında tam üyelik müzakerelerinin başlatılması, Türkiye ve KKTC'ni federasyon modelinin Türkiye'nin içinde yeralmadığı bir Avrupa Birliği içerisinde ne ölçüde kalıcı olacağını irdelemeye sevk etmiştir. Yapılan değerlendirmelerde, istenilen tüm güvenceler bir müzakere sürecinde elde edilse dahi, iki kesimlilik, iki toplumluluk, Türkiye'nin etkin garantisinin devamı gibi parametrelerin aşındırılabileceği görülmüştür. Bu değerlendirme neticesinde Kıbrıs'a ilişkin politikamız Ada'daki fiili durumu esas alan yeni parametrelere oturtulmuş, müzakerelerin devamı için KKTC'nin egemen bir devlet olarak varlığının teslim edilmesini temel alan bir yaklaşım benimsenmiştir. 

Ülkemizin konuya ilişkin politikasının diğer bir boyutunu KKTC'nin bağımsız ve egemen bir devlet olarak güçlendirilmesi, Türkiye ile KKTC arasındaki işbirliğinin her alanda çeşitlendirilmesi ve derinleştirilmesi teşkil etmiştir. 20 Ocak, 20 Temmuz 1997 ve nihayet 23 Nisan 1998 tarihli Ortak Açıklamalar çerçevesinde Türkiye ile KKTC arasında kapsamlı bir bütünleşme süreci yürürlüğe konulmuştur. 

Bu doğrultuda, KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş tarafından 31 Ağustos 1998 tarihinde, soruna kalıcı bir çözüm bulunması amacıyla Ada’daki iki devlet arasında bir Konfederasyon tesis edilmesi önerilmiştir. Öneri, Kıbrıs'taki iki devletin aralarındaki temel meseleleri çözmelerini müteakip ortak bir yapılanma gerçekleştirmeleri temeline dayandırılmıştır. 

MÜZAKERE SÜRECİNİN CANLANDIRILMASI VE ARACILI GÖRÜŞMELER 

Kıbrıs müzakere sürecinin yeniden canlandırılması girişimleri 1999 yılının ikinci yarısında hızlanmıştır. BM Genel Sekreteri Kofi Annan, 14 Kasım 1999 günü yaptığı açıklamada "tarafların kapsamlı bir çözüme yönelik anlamlı müzakereler için zeminin hazırlanması amacıyla aracılı görüşmelere 3 Aralık tarihinde New York'ta başlama konusunda mutabık kaldıklarını" bildirmiştir. 

Bu açıklamayı takiben, 3 Aralık 1999-10 Kasım 2000 tarihleri arasında Cenevre ve New York’ta 5 tur aracılı görüşme yapılmıştır. Aracılı görüşmeler BMGS Annan veya Kıbrıs Özel Danışmanı Alvaro de Soto tarafından yürütülmüş, bu süreç zarfında Cumhurbaşkanı Denktaş ile Klerides'in herhangi bir vesileyle karşı karşıya gelmeleri ve görüşmeleri sözkonusu olmamıştır. 

Cumhurbaşkanı Denktaş, aracılı görüşmeler vesilesiyle Konfederasyon önerisini, güvenlik ve garantiler, mülkiyet sorunları, toprak ayarlamaları, bir çözüm çerçevesinde merkezi otoriteye bırakılacak yetki dağılımı, statü eşitliği, ambargolar ve AB üyeliği gibi Kıbrıs sorununun çeşitli veçhelerine ilişkin görüşlerini ayrıntılı olarak BM Sekreteryasına aktarmıştır.  

Dördüncü tur aracılı görüşmeler vesilesiyle Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan, 12 Eylül 2000 tarihinde Ada'daki iki halkın yekdiğerini temsil etmeyen siyasi eşit taraflar olduklarını teyid eden bir açıklama yapmıştır. BMGS'nin açıklamasında, tarafların bu eşit statüleriyle katılacakları görüşmeler aracılığıyla yeni bir ortaklığı öngören kapsamlı bir çözüme ulaşmaları gereğinin altı çizilmiştir. Rum tarafı 11 Ekim 2000 tarihinde meclisinde aldığı bir kararla BMGS’nin bu açıklamasını da reddetmekle Kıbrıs Türk tarafına nasıl baktığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. 

Beşinci turda, görüşmeler sürerken Cenevre'ye gelen BMGS Annan 8 Kasım günü taraflara “Sözlü İfadeler” adı altında bir kağıt sunmuştur. Kağıtta yeralan ifadelerin, sürecin içeriğiyle uyuşmadığı görülmüştür. 24 Kasım 2000 tarihinde Ankara'da Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Denktaş başkanlığındaki heyetler arasında bir değerlendirme toplantısı yapılmıştır. Anılan toplantı sonrasında Sayın Denktaş, Kıbrıs'ta iki ayrı egemen devlet, iki halk ve iki demokrasi bulunduğunu, aracılı görüşmelerin amacının kapsamlı görüşmelere geçilebilmesi için zemin hazırlanması olduğunu, ancak beş turda bunun yapılamadığını, görüşmelerin almış olduğu seyir nedeniyle ve Kıbrıs Türk tarafının ortaya koyduğu makul ve gerçekçi parametreler kabul edilmedikçe aracılı görüşmelere devam edilmesinde yarar görmediğini açıklamıştır. 

Bunu takiben zamanın Başbakanı Sayın Ecevit yaptığı açıklamada, Sayın Denktaş'ın görüşlerini paylaştığımızı ve aracılı görüşmelerden ayrılma kararını desteklediğimizi, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti'nin güvenliği ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin güvenliğinin bir birinden ayrılmaz bir bütün olduğunu belirtmiştir. 

KIBRIS TÜRK TARAFININ YÜZYÜZE GÖRÜŞME ÖNERİSİ 

Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş 8 Kasım 2001 tarihinde, Kıbrıs sorununa bir çıkış yolu bulunması amacıyla GKRY lideri Klerides’e mektup göndererek Ada’da yüz yüze görüşme önerisinde bulunmuştur. Bu çerçevede Sayın Denktaş, Klerides ile 4 Aralık 2001’de Ada’da ara bölgede biraraya gelmiştir. Görüşmenin başlangıcında Sayın Denktaş, ileriye dönük yapıcı bir vizyon ortaya koymuş, Türk tarafının eşit statüsüne dayanan yeni bir ortaklık kurulması amacına yönelik olarak kapsamlı bir çözümü müzakereye hazır olduğunu, sözkonusu ortaklığın AB üyeliğini varılacak kapsamlı siyasi çözümün esasları çerçevesinde destekleyeceğini belirtmiştir. 

Görüşmenin sonunda De Soto tarafından yapılan açıklamada, iki liderin 2002 Ocak ayı ortalarında Ada’da doğrudan görüşmeyi kabul ettikleri kaydedilmiştir. BM gözetimi altında, önkoşulsuz, tüm konuların masada olacağı ve herşey kabul edilene kadar hiçbir şeyin kabul edilmiş olunmayacağı anlayışıyla kapsamlı bir çözüme ulaşılana kadar görüşmelere devam edilmesi kararlaştırılmıştır. 

Bu çerçevede 16 Ocak 2002’de doğrudan görüşmeler başlamıştır. Liderler bu görüşmelerde “tüm konularda anlaşma sağlanmadan hiçbir konuda anlaşma sağlanmış olmayacağı” ilkesi çerçevesinde Kıbrıs konusunun çözümüne ilişkin görüşlerini ortaya koymuşlar, birbirlerine sorular sorarak izahat istemişler, böylece bir anlamda hangi görüşlerin müzakere edilebilir ve hangilerinin değiştirilemez olduğuna açıklık getirmeye çalışmışlardır. 

Rum tarafı, görüşmelerde 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin hala devam ettiği iddiasından hareketle Türk tarafını, bir Anayasa değişikliği vasıtasıyla bu “Cumhuriyete” dahil etmeye yönelik anlayışını sürdürmüş, iki tarafın mutlak eşitliği ve yetki paylaşımı temelinde gerçek ortaklığa dayalı yaşayabilir bir çözüm yönünde çaba göstermekten uzak görünmüştür. 

BMGS Annan 6 Eylül 2002 tarihinde, Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş ve GKRY Lideri Klerides’le Paris’te görüşmüş ve iki lider BMGS’ne görüşlerini aktarma fırsatı bulmuşlardır. BMGS Annan 3-4 Ekim 2002 tarihlerinde tarafları bir kez daha biraraya gelmek üzere New York’a davet etmiştir. New York’ta gerçekleşen görüşmelerden sonra Genel Sekreter’in yaptığı açıklamada Kıbrıs sorununun basit bir çözümü bulunmadığı ve kapsamlı çözüme ulaşmak için taraflar arasında iki taraflı “ad hoc” nitelikteki teknik komitelerin kurulmasına karar verildiği ifade edilmiştir. 

ANNAN PLANI’NIN ORTAYA ÇIKIŞI VE GÖRÜŞMELERİN KESİLMESİ 

3-4 Ekim’de New York’taki görüşmelerin ardından Cumhurbaşkanı Denktaş 7 Ekim’de ani bir kararla New York’ta kalp ameliyatına alınmıştır. Ancak 12 Aralık’taki Kopenhag Zirvesi yaklaşırken, bu tarihe kadar çözüme varılamamasının, Kıbrıs sorununu daha da karmaşık hale getireceğinden endişe eden Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan, 11 Kasım 2002 tarihinde taraflara, Annan Planı olarak da anılan “Kıbrıs Sorununa Kapsamlı Çözüm Temeli” başlıklı belgeyi sunmuştur. 

Gerek Denktaş’ın sağlık sorunları, gerek Ankara’da yeni hükümetin kurulma çalışmaları nedeniyle Türk tarafının plana resmi bir yanıt vermesi gecikmiştir. Bu kritik şartlarda ortaya konan plan Türk kamuoyunda şiddetli tepki görmüştür. Planı müzakere zemini olarak kabul eden Rum tarafı ise, mevcut şekliyle kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. BM, Kopenhag Zirvesi’nden iki gün önce, 10 Aralık’ta gözden geçirilmiş, üzerinde ufak-tefek değişiklikler yapılan planı taraflara iletmiştir. Cumhurbaşkanı Denktaş, planının pek fazla değişiklik içermediğini, eski plan olduğunu açıklamıştır. Son dakikaya kadar çözüm çabalarının sürdüğü Kopenhag’da hem Rum hem de Türk tarafı plana imza atmayı reddetmiştir. 

Kopenhag Zirvesi’nin Sonuç Bildirgesi’nde, Kıbrıs’ın AB’ne bir bütün olarak üye olacağı vurgulanırken, anlaşma olmaması halinde topluluk müktesebatının Kuzey’de uygulanmayacağı kaydedilmiştir. Türk tarafının “Rumların üyeliğini erteleyin” yönündeki talebinin göz önüne alınmadığı Zirve kararlarında, tarafların Planı 28 Şubat’a kadar müzakere etmeyi taahhüt ettikleri de ifade edilmiştir. Annan, Denktaş ve Klerides'e, 28 Şubat'a kadar izlenecek prosedürle ilgili yol haritası niteliğinde mektup göndermiştir. Bu arada Kopenhag Zirvesi’ni takiben KKTC’nde muhalefet güçlenmeye başlamıştır. 

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş ile GKRY Lideri Klerides 15 Ocak 2003 tarihinde Ara Bölge’de doğrudan görüşmeler için biraraya gelmişlerdir. Haftada üç kez görüşmek hususunda varılan mutabakat çerçevesinde, Sayın Denktaş ve Klerides’in başkanlığındaki heyetler arasında Ocak ayı içinde Ara Bölge’de doğrudan görüşmeler yapılmıştır. 

GKRY’nde başkanlık seçimlerini, 16 Şubat 2003 tarihinde yapılan ilk turda oyların %51.51’ini alan sağcı DİKO ve komünist AKEL’in ortak adayı Tasos Papadopulos kazanmıştır. Papadopulos’un kurduğu yeni kabine 28 Şubat 2003 tarihinde göreve başlamıştır. 

BMGS Annan, 26 Şubat 2003 tarihinde gittiği Ada’da Annan Planı’nın üçüncü versiyonunu taraflara sunmuştur. Genel Sekreter sözkonusu planı ve planda öngörülen süreci kabul edip etmediklerini bildirmek üzere iki tarafı 10 Mart 2003 tarihinde Lahey’e davet etmiştir. Davet üzerine iki lider 10 Mart tarihinde Lahey’de biraraya gelmişlerdir. Anılan toplantıya Garantör ülkeler olarak Türkiye, Yunanistan ve İngiltere de katılmıştır. 

Görüşmeler öncesinde Rum lideri Papadopulos’un, Annan planında yapılmasını istedikleri değişiklikleri BM Genel Sekreteri’ne duyurmuş olması muvacehesinde, Sayın Denktaş da 9 Mart günü değişiklik önerilerini Birleşmiş Milletler yetkililerine iletmiştir. Lahey’de yaklaşık 20 saat süren görüşmelerde, BM Genel Sekreteri taraflara tadil edilmiş plan üzerinden 28 Mart tarihine kadar müzakereleri sürdürmelerini ve planın 6 Nisan tarihinde referanduma sunulmasını önermiştir. Görüşmelerde Sayın Denktaş, planla ilgili olarak Türk tarafının kaygı ve beklentilerini gündeme getirmiş, iki tarafın mutabık kalmasından sonra planın referanduma sunulabileceğini kaydetmiştir. Bu çerçevede, Sayın Denktaş, 28 Mart tarihine kadar görüşmelere devam etmeyi kabul etmiştir. Papadopulos da planda mevcut boşlukların doldurulması gerektiğini ifadeyle, görüşmelere devam etmeyi kabul etmiş, ancak Rum kamuoyunun aydınlatılması bakımından referandum için iki aylık bir kampanyaya ihtiyaç duyduğunu ileri sürmüştür. Yunanistan tarafından da desteklenen bu taleple, Rum tarafının referandumu Güney Kıbrıs’ın 16 Nisan tarihinde AB’ne Katılım Anlaşmasını imzalamasından sonraya bırakmak istediği görülmüştür. 

Türk tarafı Lahey görüşmelerinin son aşamasında da sürecin devamına verdiği önemi ortaya koymuş ve bu çerçevede iki liderin 28 Mart tarihine kadar müzakerelere devam edebileceklerine ve varılacak noktada Genel Sekreter’le birlikte bir değerlendirme yapılarak referanduma gidilebileceğine dikkat çekmiştir. Ancak Genel Sekreter, 11 Mart sabahı konunun çıkmaza girdiği sonucuna vararak görüşmelere son vermeyi tercih etmiştir. 

BM Genel Sekreteri Annan’ın 1999 yılından beri devam eden dolaylı ve doğrudan müzakere süreci ve çözüm planının sunulmasından sonraki gelişmelere ilişkin 1 Nisan 2003 tarihli raporu 7 Nisan günü BM Belgesi olarak yayınlanmıştır. Raporda doğrudan görüşmelerin sonuçsuz kalmasından Kıbrıs Türk tarafı sorumlu tutulmuştur. 

GKRY lideri Papadopulos ve GKRY eski lideri Klerides'in Lahey’de son bulan Kıbrıs müzakereleri hakkında 2003 Kasım ayında Rum basınına verdikleri demeçler büyük yankı bulmuştur. GKRY eski lideri Klerides demecinde, müzakerelerde Türk tarafının bilinçli olarak uzlaşmaz gösterildiğini ve GKRY'nin "hiçbir şeyi kabul etmeyerek, hiçbir taviz vermeden ve başarısızlığı Türk tarafına ait gösterme" taktiği uygulayarak Avrupa Birliği üyeliği hedefine bir adım daha yaklaştığını ifade etmiştir. GKRY lideri Papadopoulos ise, Sayın Denktaş'ın müzakerelerde Annan Planı'nı kabul etmediğini açıkça ortaya koymasından istifade ettiğini, esasen Mart 2003 ayında Lahey'de Denktaş Annan Planına imza atmış olsa bile kendisinin Plan'ı imzalamayı düşünmediğini açıklamıştır. İki Rum liderin bu açıklamaları, Rum tarafının müzakereler sırasında samimi davranmadığını ve kapsamlı bir çözümü arzu etmediğini bir kez daha gözler önüne sermiştir. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

27 Şubat 2017 Pazartesi

“ Verin Takvimimizi ”



“ Verin Takvimimizi ” 



14-15 Aralık tarihlerinde toplanan Laeken Zirvesi, AGSP, AB’nin genişleme stratejisi ve AB Anayasası oluşturulması gibi kritik konuların tartışıldığı bir zirvedir. Zirve’de AGSP’nin operasyonel hale getirilmesi kararı verilmiş ancak Yunanistan’ın Türkiye’nin onayladığı çözümü veto etmesi nedeniyle AB’nin her operasyon için NATO’dan onay alması zorunlu kılınmıştır295. Arzu ettiği şekilde katılımını öngörmese de NATO’daki veto hakkının korunması sayesinde AB operasyonlarını dolaylı olarak kontrol edebilmesi ve gerektiğinde önleyebilmesinin Ankara’yı epeyce rahatlattığı söylenebilir. Böylelikle Türkiye, ilerde AB üyesi olacak Kıbrıs’ın yer alacağı Avrupa Ordusu’nun Kıbrıs ya da 
Ege’ye düzenleyeceği operasyonlarda NATO imkanlarının kullanılmasını veto edebilecektir. Laeken Zirvesi Sonuç Bildirgesi’nde296 Türkiye’nin müzakerelere çok yaklaştığı ve katılım öncesi stratejide yeni bir aşamaya geçilmesi gerektiği de vurgulanmıştır. 

Buna paralel olarak Türkiye, Avrupa’nın geleceğinin tartışılacağı Avrupa Konvansiyonu’na resmen davet edilmiştir. AGSP konusunda gelinen tatmin edici nokta, Türkiye’nin müzakerelere başlamaya çok yakın olduğunun belirtilmesi ve Konvansiyon daveti Ankara’yı son derece memnun etmiş görünmektedir297. 

Öyle ki, Kıbrıs’ın 2002’de müzakereleri tamamlayacağının ve 2004’teki Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde tam üye olacağının bir kez daha teyit edilmesi Ankara’nın tadını kaçırmaya yetmemiştir. 15-16 Mart 2002’de Barselona Zirvesi gerçekleşir. Zirvenin Başkanlık Bildirgesinde 298 Türkiye ve Kıbrıs’a ilişkin özel ifadelere yer verilmemiştir ancak AGSP konusunda yaşanan tartışmalar nedeniyle zirvenin sonuçları Türkiye’de de geniş yankı bulur. AB, Yunanistan’ın Ankara’nın 1 Aralık’ta kabul ettiği çözümü veto etmesi nedeniyle 2003’te tam olarak işlerlik kazandırmak istediği AGSP konusunda adım atmamaktadır. 
Yunanistan’ın, AGSP’nin müdahale alanının Türkiye’nin istekleri doğrultusunda daraltılması ve Türkiye’nin kendisini ilgilendiren konularda AGSP’nin karar 
mekanizmalarına katılmasına yanaşmadığı ancak AB ülkelerinden büyük baskı gördüğü anlaşılmaktadır299. 

Bu arada Denktaş ve Klerides arasında Ocak ayında başlamış olan yüz yüze görüşmeler düzenli aralıklarla devam etmekte ancak herhangi bir somut çözüme ulaşılamamaktadır. 3 Mayıs 2002’de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs Özel Temsilcisi Alvaro de Soto, Ada’daki müzakere süreci ile ilgili olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne bir brifing verir. De Soto’nun brifingde Türk tarafını çözümsüzlüğün sebebi olarak gösterdiği, bunun üzerine Kofi Annan’ın Ada’ya gitme kararı aldığı bildirilir300. BM’de bu gelişme yaşanırken, Washington’da AB-ABD Zirvesi düzenlenmektedir. Bu zirve sırasında Birliğin Komisyon Başkanı Romano Prodi, “Ada’da çözüm olsa da olmasa da Kıbrıs’ın üye olacağı” yönünde bir açıklama yapar301. 


14 Mayıs 2002’de Rejkyavik düzenlenen NATO Dışişleri toplantısı yine AGSP konusunda gerginliklere sahne olur. Yunanistan’ın İspanya’nın yeni önerilerine rağmen 2001 sonunda kabul edilen Ankara Mutabakatı’na itirazlarını sürdürmesi nedeniyle bir uzlaşma sağlanamaz302. 28 Mayıs’ta Roma’da gerçekleşen NATO Zirvesi’nde de uzlaşmazlık devam eder. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis ile özel bir görüşme yapması bile Yunanistan’ı AGSP konusunda ikna etmeye yetmez303. 

21-22 Haziran tarihlerinde İspanya’nın Seville kentinde AB Zirvesi toplanır. Zirve, hem AB’nin genişlemesi hem de AGSP konularının ele alındığı bir zirve olarak öne çıkar. 

Başkanlık Bildirgesi’nin304 “Genişleme” başlığının altında, 2002 yılına kadar aralarında Kıbrıs’ın da bulunduğu on aday ülke ile müzakerelerin tamamlanacağı, bu ülkelerle Katılım Antlaşmalarının 2003 yılı baharında imzalanabileceği belirtilir. Aynı zamanda hedefin, 2004 yılı AP seçimlerine yeni üyelerle gidilmesi olduğu yinelenir. Kıbrıs’ın katılımıyla ilgili olarak ise Helsinki Zirvesi sonrasında alınan kararın geçerli olduğu, AB’nin tercihinin birleşik Kıbrıs’ın tam üye olması olduğu, dolayısıyla Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin çabalarının desteklen diği vurgulanır. Aynı zamanda hem Kıbrıslı Türk hem de Kıbrıslı Rum liderlerine görüşmeleri hızlandırmaları yolunda çağrı yapılır. Yine “Genişleme” başlığı altında yer alan Türkiye’ye ilişkin paragrafta, Türkiye’nin son dönemlerde gerçekleştirdiği reformların memnuniyetle karşılandığı belirtilirken KOB’da yer alan öncelikleri yerine getirme konusunda Türkiye’nin teşvik edildiği ifade edilmektedir. Türkiye’nin diğer aday ülkelerle aynı kriterlere tabi olduğunu vurgulayan Bildirge, “Seville ve Kopenhag Zirveleri arasında yaşanan gelişmeler, Ekim 2002’de 



302 “Yunanistan’ın inadı inat”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 2002. Aynı tarihlerde Kofi Annan KKTC’yi ziyaret eder. Kofi Annan, kuruluşundan bu yana KKTC’yi ziyaret eden ilk Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’dir. 

Bu yönüyle Annan’ın ziyareti Türkiye’de geniş yankı bulmuştur: “Annan bir ilke imza attı”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 2002. Ancak Annan, Ada’da iki liderle yaptığı görüşmeler neticesinde çok da umutlu olunmaması gerektiği, iki lider arasında ciddi görüş farklılıkları bulunduğunu açıklar. “Kıbrıs’ta mucize beklemeyin”, Cumhuriyet, 14 Mayıs 2002; “Kıbrıs’ta turlar nafileymiş”, Radikal, 15 Mayıs 2002. Annan’ın KKTC’ye yaptığı ziyaret sırasında bir toplantı düzenleyen AB Genel İşler Konseyi, Kıbrıs’la müzakerelerin Haziran ayında tamamlamış olacağını ve böylece Birliğe tam üye olmaya hak kazanacak ilk devletin Kıbrıs olacağını ilan eder. “Kofi Annan çözüm için Ada’ya giderken, AB Rum kesimi için üyelik tarihi verdi”, Cumhuriyet, 14 Mayıs 2002. Bu dönemde hükümet içinde Kıbrıs konusunda ciddi bir görüş ayrılığı olduğu da görülmektedir. Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, Kıbrıs’ta daha “aktif ve uzlaşmacı” bir politika izlenmesini savunurken, bu yaklaşımı nedeniyle Dışişler Bakanı İsmail Cem tarafından “Türk tezlerini sulandırmakla” suçlanmıştır: “Cem’den Yılmaz’a: Sus!”, Radikal, 13 Mayıs 2002. 

Komisyon’un sunacağı İlerleme Raporu ile Helsinki ve Laeken Zirveleri sonuçları ışığında, Kopenhag’da Türkiye’nin adaylığının bir sonraki aşamasıyla ilgili yeni kararların alınabileceğini” ortaya koymuştur. Bildirgenin Kıbrıs ve Türkiye’yi de kapsayan genişleme ile ilgili bölümleri Ankara’da memnuniyetle karşılanır305. AB’nin Kıbrıs’ın on aday ülke ile birlikte tam üye olacak ülkeler arasında saydığı ve bu ülkelerle 2003 baharında üyelik antlaşmalarının imzalayacağının belirtildiği ancak Helsinki kararlarına gönderme yapılmasının Kıbrıs açısından dengeli bir yaklaşım olduğu vurgulanır306. Seville Zirvesi, AGSP tartışmaları açısından yeni açılımların getirildiği bir zirve olmuştur. Aralık 2001’den bu yana Ankara’nın kabul ettiği formüle itiraz ederek AGSP konusundaki gelişmelere ket vuran Yunanistan, AB ülkelerinden gelen baskılar sonucu Seville’de geri adım atarak Ankara Mutabakatı’na olan itirazından vazgeçtiğini söyler. Ancak Yunanistan’ın bir şartı vardır: Ankara Mutabakatı’nın ikinci maddesi olan, “AB, NATO üyesi ülkelere operasyon düzenleyemez” kuralında “mütekabiliyet” ilkesi gözetilmeli, aynı maddeye, “NATO üyeleri de AB ülkelerine operasyon düzenleyemez” 
ibaresi eklenmelidir. AB ülkelerinden kabul gören bu formüle Türkiye’nin itiraz eder. İsmail Cem, Türkiye açısından AGSP’nin Ankara Mutabakatı ile çözüldüğünü söylemektedir. Ancak yorumlar, artık AGSP meselesinde topun yine Türkiye’nin sahasında olduğu yönündedir307. 

1 Temmuz 2002 tarihinde AB’nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günter Verheugen’in Frankfurter Allgemeine gazetesine verdiği demeç, Türkiye’de tepkiyle karşılanır. Türkiye’nin Kopenhag’dan olumlu sinyal beklemesi için herhangi bir sebep olmadığını vurgulayan Verheugen, AB’nin Kıbrıs ve AGSP konularını pazarlık etmeyeceğini ifade eder308. Verheugen’in açıklamasına benzer bir açıklama, AP Türkiye raportörü Elma Brok tarafından 3 Temmuz tarihinde yapılır. Türkiye’nin tarih alabilmek için Kıbrıs ve AGSP’yi pazarlık konusu yapmaması gerektiğini ifade eden Brok, Kıbrıs konusundaki Helsinki kararının gayet net olduğunu, buna göre, çözümsüzlüğün Kıbrıs’ın üyeliğine engel teşkil etmeyeceğini bir kez daha teyit eder309. 3 Temmuz tarihinde bir başka açıklama da Verheugen’in sözcüsü Jean Christophe Filori’den gelir. Filori, Kıbrıs sorununun çözümünün genişleme takvimini etkilemeyeceğini belirtir310. AB’den Türkiye ve Kıbrıs’la ilgili hoşa gitmeyen sinyallerin geldiği günlerde ABD Büyükelçiliği’nin verdiği bir davete katılan Orgeneral Yaşar Büyükanıt, “AGSP’de tek bir harfin bile değişmeyeceğini” söyler311. Ankara ise AB’den gelen tatsız mesajlara resmi bir yanıt vermez. Bunun önemli gerekçelerinden biri o günlerde Ankara’da yaşanan ciddi hükümet krizidir. Ecevit’in hastalığı ve üst üste yaşanan istifalar nedeniyle hükümet azınlığa düşmüştür312. 


Bu gelişmelerden kısa bir süre sonra, Birleşmiş Milletler, Ocak ayından beri sürdürülmekte olan barış görüşmelerinde ilerleme kaydedilememesinin sorumluluğunu Türk tarafına yükleyen bir karar alır313. Denktaş’ın çok sert tepki verdiği BM kararına yanıt olarak Ankara, “ Denktaş’ı desteklediğini ” söylemekle yetinir314. 
BM kararının açıklandığı tarihlerde Türkiye’de hükümet bunalımı iyice büyümüş, erken seçim kararı alınması zorunlu hale gelmiştir315. 

3 Ağustos 2002’de Türkiye, AB Uyum Yasaları çerçevesinde, savaş ve yakın savaş tehdidi haricindeki hallerde idam cezasının kaldırılması ve Türkçe dışındaki dil ve lehçelerde yayın ve eğitim hakkını düzenleyen bir anayasa paketini kabul eder316. Bu aşamadan sonra Türkiye, AB’den müzakere tarihi alma konusunda çok ciddi çalışmalar yürütmeye başlar. Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel’in Eylül ayı başlarında Avrupa Parlamentosu’na ve Komisyon’a yaptığı ziyaretler beklendiği kadar olumlu geçmez. Gürel AB’den müzakere takvimi konusunda bir taahhüt duymak istemektedir ancak temasları sırasında AP Başkanı Pat Cox, Kıbrıs ve Türk-AB ilişkilerinin farklı konular olmasına rağmen birbirinden etkilendiğini vurgular317. Daha sonra Gürel, AB Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Javier Solana görüşür. Solana’nın da AGSP konusundaki 
çekincelerine yanıt veren Gürel, “Türkiye, NATO ile AB arasıdaki işbirliğine yapabileceği katkıyı Ankara düzenlemesiyle belli etmiştir” açıklamasını yapar318. Komisyonun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Verheugen, Gürel ile yaptığı görüşmede ise reform paketlerinin memnuniyet yarattığını ancak müzakerelere başlamak için aslolanın uygulama olacağının altını çizer. Gürel, bunun adil olmadığını, uygulamanın tam üyelik için bir koşul olduğunu, müzakereler için önkoşul olamayacağını ifade eder319. Bu arada AB’den Türkiye’ye müzakere takvimi verilemeyeceğine ilişkin mesajlar art arda gelmeye devam etmektedir. AB Komisyonu yetkilisi Eneko Landanbau, Türkiye ile yakın bir gelecekte 
müzakerelere başlanması için tarih verilmesinin muhtemel görünmediğini söylerken, AP Türkiye raportörü Arie Oostlanden, “Asıl Türkiye onayladığı reformları ne zaman uygulayacağına dair bize takvim versin” açıklamasını yapar320. Bu yorumların ardından bu kez de AB’nin aralarında Kıbrıs’ın da bulunduğu aday ülkelerle tam üyelik takvimini öne çekerek müzakereleri 11-12 Kasım Kopenhag yerine, 24-25 Ekim’de Brüksel Zirvesi öncesinde tamamlamaya çalıştığına dair haberler Ankara’da rahatsızlık yaratır321. 

Birliğin genişlemesi ve Türkiye’ye müzakere takvimi verilip verilmeyeceği konusunda bu tür tartışmalar yaşanırken, 26 Eylül 2002’de Avrupa Parlamentosu, Türkiye’yi AGSP konusunda yapıcı davranmaya çağıran bir rapor kabul eder322. AB’nin NATO’nun olanaklarını kullanmasını sağlayacak anlaşmanın bir an önce imzalanması ancak bu anlaşmanın AB’nin özerk karar verme mekanizmasına zarar vermemesi gerekliliğinin altı çizilir323. Böylelikle Komisyon’un İlerleme Raporunu yayınlamasına günler kala, ödün vermemekte ısrar ettiği Ankara Mutabakatı’nda geri adım atması konusunda Ankara’ya bir uyarıda bulunulmuştur. Türkiye ise AP’nin AGSP konusunda yönelttiği eleştirilere tepki gösterir. Dışişleri Bakanlığı sözcü vekili Hüseyin Diriöz, Türkiye’nin AGSP konusunda yapıcı davranmadığı eleştirilerinin gerçeklerle bağdaşmadığını, Türkiye’nin ABD ve İngiltere ile uzlaşarak hazırladığı Ankara metninin yapıcı yaklaşımın bir göstergesi olduğunu ifade eder324. Aynı tarihlerde Gürel, müzakere tarihi için ikinci ikna turlarına başlamıştır. Gürel, yaptığı görüşmelerde müzakere tarihi konusunda kesin bir taahhüt alamaz. AB, reformların uygulandığını görme konusundaki ısrarını devam ettirmektedir325. 

AB ile yaşanan tatsız gelişmelerin ardından 30 Eylül 2002’de, 12 Ocak 2001’den beri toplanmayan TC-KKTC Ortaklık Konseyi toplanır. Konsey, Türkiye ile KKTC arasındaki bütünleşme ve işbirliği çabalarını daha da derinleştirmeye yönelik kararlar alır. Toplantının sonunda yayınlanan ortak bildiride, “Kıbrıs’ta 39 yıldır çözüme ulaşılamamasının sorumlusu olarak, Kıbrıs’ı Elen adasına dönüştürmek isteyen Rum tarafı” gösterilir. Aynı zamanda “Güney Kıbrıs Rum Yönetimini uluslararası antlaşmalara aykırı olarak AB tam üyelik sürecini nihai aşamaya taşımasının Ada’daki bölünmeyi derinleştireceği” vurgulanır. “Türkiye ve KKTC arasında ekonomik ve mali bütünleşmenin sağlanması, güvenlik, savunma ve dış politika alanlarında ortaklık esasına dayalı kısmi bütünleşme çalışmalarının derinleştirilmesi konusunda görüş birliğine varıldığı” belirtilir326. 

Son derece tartışmalı reform paketlerinin Meclisten geçirilmesine ve yürütülen yoğun diplomatik çabalara rağmen AB’den müzakere takvimi verilmeyeceğine ilişkin haberlerin gelmesi, Ankara’nın Kıbrıs’la bütünleşme kartlarını yeniden masaya koymasına ve altı ayda bir toplanması öngörüldüğü halde 21 aydır toplanmayan TC-KKTC Ortaklık Konseyi’ni yeniden toplamasına yol açmıştır. Güney Kıbrıs’ın üyeliği durumunda Ada’daki bölünmenin derinleşeceği, Türkiye ile KKTC’nin kısmi bütünleşme çabalarının hızlanacağı bir kez daha ifade edilmiştir. 1995’ten bu yana çeşitli vesilelerle AB’yi tehdit etmeye yönelik olarak atılan bu adımın özellikle son yıllarda ciddiyetini iyice kaybettiğini görülmektedir. Nitekim Komisyon’un 9 Ekim’de yayınlayacağı İlerleme Raporu’na ilişkin söylentiler, AB’nin bu tehditlerden etkilenmediğini ortaya koymaktadır. Ekim ayının ilk günlerinde, Komisyon’un İlerleme Raporu’nda Türkiye ile müzakerelere başlama konusunda tavsiyede bulunmayacağı327, Kıbrıs’ın ise tam üye olacak ülkeler listesinde ilk sırada yer aldığına dair haberler yayılır328. 

9 Ekim 2002 tarihinde Komisyon bütün aday ülkelere ilişkin olarak hazırladığı İlerleme Raporlarını ve aday ülkelerin katılım yolunda kaydettikleri aşamayı 
karşılaştırmalı olarak ortaya koyan Strateji Belgesi’ni (Karma Belge) yayınlar. Türkiye için hazırlanmış olan raporda329, Kıbrıs “Üyelik Kriterleri”nin alt başlığı olan “Genişletilmiş Siyasi Diyalog ve Siyasi Kriterler” başlığının altında yer almaktadır. “Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin muhtemel sonuçların değerlendirilmesinin Kıbrıs için hazırlanan İlerleme Raporu’nda ele alındığı” belirtilmekte, Türkiye’nin, “Genişletilmiş Siyasi Diyalog kapsamında ve Nisan 2002’deki Türkiye-AB Ortaklık Konseyi’nde iki lider arasında başlamış olan doğrudan görüşmeleri desteklediğini beyan ettiği” vurgulanmaktadır. Bunun yanı sıra, “AB, Türkiye’nin katılımın müzakereleri tamamlanmadan önce Ada’da çözüme ulaşılması konusunda Kıbrıs Türk liderliğini teşvik etmesi gerektiğini defalarca vurgulamıştır” denmektedir. Siyasi kriterlerle ilgili “Genel 
Değerlendirme” bölümünde, yine Kıbrıs’taki çözüm arayışlarından söz edilmektedir. Türkiye’nin gerekli bazı reformları yasalaştırma gibi pek çok önemli adım atmış olmasına karşın kriterleri yerine getirmekten uzak olduğunun altı çizilmiştir. “Sonuç” başlığı altında, meclisten geçirilen reformların memnuniyetle karşılandığı belirtilirken, uygulama konusunda eksikliklerin giderilmesi için gereken idari ve mali yapıların oluşturulması gerektiğine vurgu yapılmıştır. 

Kıbrıs için hazırlanmış olan İlerleme Raporunda330, Kıbrıs’ta barış görüşmelerinin geldiği aşamanın tartışıldığı “Siyasi Çözüm İhtimalleri” bölümü, “Siyasi Kriterler” başlığı altında değil, bunun üst başlığı olan “Üyelik Kriterleri” bölümünde ve “Genel Değerlendirme"den sonra ele alınmıştır. “Siyasi Çözüm İhtimalleri” başlığı altında 2002 yılı Ocak ayından itibaren iki lider arasında başlatılan görüşme turları sonucunda temel meselelerin hiçbirinde somut bir ilerleme sağlanamadığının altı çizilmektedir. AB’nin birleşik bir Kıbrıs’ı üye yapma konusundaki tercihi belirtilmekle beraber çözümün bir koşul olmayacağı, o dönemde ilgili bütün faktörlerin dikkate alınacağına dair Helsinki’de 
kabul edilen kararın geçerli olduğu vurgulanmaktadır. “Sonuç” bölümünde “Kıbrıs’ın 28 müzakere başlığını tamamladığı” ve “Şimdiye dek müzakereler sırasında verdiği taahhütlerin tümünü uygulamada da yerine getirdiği”, dolayısıyla “belirlenen takvim uyarınca tam üyeliğin yükümlülüklerini yerine getirmeye hazır olduğu” belirtilmiştir. 

Aynı tarihte yayınlanan Karma Belge’deki331 ifadeler, İlerleme Raporlarını destekler niteliktedir. “Genişleme Öncesinde Avrupa” başlığı altında, aralarında Kıbrıs’ın da bulunduğu on aday ülkenin müzakereleri 2002 yılı sonunda tamamlamış olacağı ve bu ülkelerin 2004 yılı AP seçimlerine katılacak şekilde tam üye olacakları bildirilmektedir. Kıbrıs’ta çözüm çabalarına da yer verilen bu bölümde, AB’nin tercihinin birleşmiş bir Kıbrıs’ı üye kabul etmek olduğu ama burada da özellikle Türkiye’nin barış sürecini destekleyici katkılarda bulunması gerektiği vurgulanmaktadır. Kıbrıs için İlerleme Raporu’nda olduğu gibi Karma Belge’de de çözümün Kıbrıs’ın üyeliği önünde bir şart olmayacağı yinelen mektedir. Kıbrıs’a ayrılmış olan bölümde, bu ülkenin hem siyasi hem ekonomik hem de müktesebata dair bütün kriterleri yerine getirdiği ve 2004’te tam üye 
olabileceği bir kez daha teyit edilmiş, Türkiye ile ilgili bölümde ise bu ülkenin söz konusu kriterlerin hiçbirini tam olarak yerine getirmediği ifade edilmiştir. Siyasi kriterler konusunda atılan adımlar olumlu karşılanmakla birlikte, müzakerelere başlayabilmek için uygulamanın çok önemli olduğu vurgulanmıştır. Aynı zamanda barış görüşmelerinde ilerleme kaydedilememesinin sorumluluğunu Kıbrıs Türk tarafına yükleyen ve özellikle Türkiye’ye çözümü teşvik etmesi konusunda çağrıda bulunan De Soto değerlendirme raporu hatırlatılmıştır. Türkiye için geliştirilmiş katılım öncesi strateji önerisini getiren Karma Belge, bu doğrultuda Türkiye’ye verilecek olan mali yardımların artırılması gerektiğini belirtmiştir. 

Belgeler, Türkiye’de müzakere takvimi konusundaki kararın belirsiz olduğu332 ancak Kıbrıs’ın üyeliğinin kesinleştiği şeklinde yorumlara neden olur333. Belgelerin yayınlanmasının hemen ardından Dışişleri Bakanlığı kendi görüşünü yazılı olarak duyurur. Yapılan açıklamada, Komisyonun özellikle siyasi kriterler konusundaki önerilerinin Türkiye’nin beklentilerini karşılamaktan uzak olduğu, “Türkiye’nin son bir senede kaydettiği önemli siyasi ve ekonomik reformlarla müktesebat uyumu çalışmalarına yeterli bir karşılık teşkil etmediği” ifade edilir. Bu doğrultuda, Türkiye’nin “2003 yılında katılım müzakerelerinin başlatılmasına hak kazandığı” belirtilerek “Brüksel ve Kopenhag Zirvelerinde, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğine ilişkin siyasi iradeyi bu kapsamda ortaya koyacak somut bir karar alınması” beklentisi dile getirilir334. 

Hükümetin tepkisi ise daha sert olur. Dışişleri Bakanı Gürel, Komisyon’un “köstek” olduğunu söylerken, Kıbrıs’ın üyeliği konusunda, “Böyle bir durumda Türkiye’nin izleyeceği politikanın herkes tarafından bilindiği” açıklamasını yapar335. 

Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, Türkiye açısından gri alanların ön plana çıkarıldığını söyleyerek belgeleri eleştirir336. 10 Ekim tarihinde Dışişleri Bakanlığı, Kıbrıs’ın üyeliği konusunda bir resmi açıklama yapar. Ankara’nın görüşlerini beş maddede özetleyen açıklamada, “Rum yönetiminin tek taraflı ve meşru olmayan AB tam üyelik sürecinin 1959-1960 antlaşmalarına aykırı olduğu”, AB’nin Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları bir birlik olduğu gerekçesiyle bir kez daha vurgulanır ve AB’ye bu “tarihi hataya düşmeme”, Ada’daki çözüm sürecine katkıda bulunma çağrısında bulunulur. “AB bunları dikkate almadığı taktirde Rum Yönetiminin Yunanistan’la birleşme emelinin dolaylı olarak gerçekleşmiş olacağı” ve sonuç olarak “Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Yunanistan arasında kurulmuş olan siyasi ve stratejik dengenin bozulacağı” uyarısı yapılır337. 

“KKTC’yi ilhak etme” ya da “Ada’nın kuzeyi ile bütünleşme” tehditlerinin yer almadığı metinde, Kıbrıs’ın AB’ye tek taraflı üyeliğinin çözüm sürecini baltalayacağı ima 
edilmektedir. 

İlerleme Raporları ve Karma Belge’nin ardından yaşanan tartışmalar 24-25 Ekim’de Brüksel’de düzenlenen AB Zirvesi kararlarının Türkiye lehine daha olumlu ifadelere yer vermesi sebebiyle biraz durulur. Zirvenin Sonuç Bildirgesi’nde338 Türkiye ile ilgili paragrafta, “Birlik, Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini yerine getirme konusunda attığı önemli adımları memnuniyetle karşılar” ifadesi yer alır. Aynı zamanda Konsey’e “Kopenhag Zirvesi’nde Komisyon’un Strateji Belgesi, Helsinki, Laeken ve Seville Zirveleri sonuçları ışığında Türkiye’nin adaylığının bir sonraki aşamasına karar verilmesi için gereken unsurların hazırlanması” çağrısında bulunulur. Bu ifadeler, AB’nin 

Türkiye’ye Kopenhag’da tarih verebileceğine dair umutları artırır339. Kıbrıs’la ilgili bölümde yeni bir açılım söz konusu değildir. Katılım müzakerelerinin yıl sonunda tamamlanmasından önce Ada’da çözüm bulunması isteği yinelenmekte ancak Kıbrıs’ın üyeliği konusundaki kararın Helsinki kararları çerçevesinde alınacağı bir kez daha teyit edilmektedir. 

Brüksel Zirvesi’nin hemen ardından, 27 Ekim’de Kopenhag’da AB’ye aday ülkeler için bir günlük “mini zirve” düzenlenir. Zirveye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz katılır. Zirve sırasında Komisyon’un Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günter Verheugen ile yaptığı görüşmenin ardından bir açıklama yapan Yılmaz, “Türkiye için Kopenhag’da herhangi bir olumsuz gelişme ihtimalinin fevkalade azaldığını, AB’deki havanın lehimize olduğunu” ifade eder. Aynı zamanda Kopenhag’da Türkiye’ye “şartlı tarih” verilmesi ihtimalinin güçlü olduğunu, “Türkiye’yi düş kırıklığına uğratacak bir kararın çıkmayacağı izlenimini aldığını” belirtir 340.

Brüksel Zirvesi ve Kopenhag’da aday ülkeler için düzenlenmiş olan mini zirvenin ardından Türkiye’de oluşan olumlu hava, Kıbrıs’ın tam üye olacağı gerçeğini bir kez daha unutturmuş görünmektedir341. Genel seçimlere yalnızca birkaç gün kala Avrupa Birliği, sadece Türkiye’ye verilmesi muhtemel şartlı müzakere takvimi dolayısıyla siyasilerin gündemini işgal etmektedir. 

Bölümlerin Ortak Değerlendirmesi 

İkinci ve üçüncü bölümlerde, 1972’de Kıbrıs’ın AET’ye ortak üyelik başvurusunda bulunmasından, 3 Kasım 2002’ye kadar geçen zaman zarfında Türkiye’nin AB ile ilişkiler bağlamında izlediği Kıbrıs politikaları incelenmiştir. Sözü edilen dönemde ki gelişmeler, ikinci bölümün başında sıralanan ve AKP’ye eleştiri olarak yöneltilen itirazlar ışığında değerlendirildiğinde Türkiye’nin bu konuda tutarlı ve istikrarlı bir politikasının olmadığı ortaya çıkmaktadır. 

Hatırlanacağı üzere, Ankara’nın bu konuya ilişkin olarak öne sürdüğü itirazlardan ilki, “Kıbrıs’ın muhtemel AB üyeliğinin 1959-1960 antlaşmalarına aykırı olduğu” 
yönündedir. Sürecin başından bu yana Türkiye’nin tutumu irdelendiğinde, 1972 yılında Kıbrıs’ın ortak üyelik başvurusu karşısında sadece Türklerin dışarıda bırakılmaması çağrısında bulunduğu, 1990’ların başlarındaki Kıbrıs-AB yakınlaşmasına, uluslararası antlaşmalara aykırı olduğu gerekçesiyle değil, “Ada’da çözümü güçleştireceği” sebebiyle karşı çıktığı görülmektedir. Ankara uluslararası kamuoyunda ciddi olarak tartışıldığı taktirde kabul görebilecek bu hukuki itirazları, 1995 yılına gelinceye kadar gayri resmi düzeyde bile dile getirmemiştir. Tezlerini açıklayan bir mütaala hazırlanması konusunda bağımsız bir hukukçuyu görevlendirmek için 1997 Haziran ayını, bu mütalaanın BM 
belgesi olarak yayınlanmasını sağlamak için ise Temmuz ayında açıklanan Gündem 2000 raporunu beklemiştir. Mendelson Raporu olarak bilinen bu mütaala BM’ye sunulduğu günlerde zaten AB’nin genişleme takvimi çoktan açıklanmış, Kıbrıs ile üyelik müzakerelerinin başlayacağı tarih belirlenmişti. Dolayısıyla bu hukuki girişimin geç kalmış bir adım olduğu açıktır. Dahası, Ankara’nın, bizzat kendi talimatıyla hazırlanan bu mütalaanın arkasında sağlam bir biçimde durduğu dahi söylemek mümkün değildir. 

Nitekim Rum hükümetinin talebi üzerine çok kısa bir süre içinde hazırlanan ve BM belgesi olarak kabul edilen mütaalayı Ankara uzun yıllar yanıtsız bırakmış, karşı iddaları çürütmek için yeni bir hukuki girişimde bulunmamıştır. 

Bu süreçte Helsinki Zirvesi önemli bir dönemeçtir. Türkiye, Aralık 1999’daki Helsinki Zirvesinde adaylık statüsü verilmesi ve Kıbrıs’ta çözümün kendi üyeliğinin önünde bir şart olmaması karşılığında, aynı karardan Kıbrıs’ın da yararlanmasına onay vermiştir. Böylelikle Ankara, çeşitli hukuki itirazlar öne sürerek AB’ye üye olamayacağını iddia ettiği, hatta Ada’nın tamamını temsil etmediği gerekçesi ile tanımadığı bir ülkenin üyelik sürecinin önündeki muhtemel en büyük engelin kaldırılmasına kendi isteğiyle razı olmuştur. Helsinki’de adaylık statüsünü cebine koyan Türkiye, bu tarihten itibaren tutum değiştirerek, Kıbrıs’ın üyeliğine değil, Kıbrıs’ta çözümün Türkiye’nin önüne bir şart 
olarak getirilmesine karşı çıkma siyasetini sürdürmüştür. Bu nedenledir ki Türkiye’nin 2001 yılının ortalarından itibaren arada bir hatırlattığı bu hukuki itirazlar ve dört yıllık bir aradan sonra Mendelson Raporu’nun tozlu raflardan çıkarılarak güncellenmesi ve Birleşmiş Milletler’e yeniden sunulması, AB tarafından kayda değer bulunmamıştır. “Rum Yönetimi’nin Ada’nın tamamını temsil etmediği” yönündeki itiraz ise, içi doldurulmadan ve keyfi bir biçimde öne sürülen bir itiraz olarak kalmıştır. Zira daha Kıbrıs’ın bütün Ada adına ortak üyelik başvurusunda bulunduğu 1972’de bu durumun Avrupa ülkelerine gerekçeleriyle anlatılmış olması gerekirken, Ankara’nın bu konuda adım atmadığı, aynı hatayı tam üyelik başvurusunda bulunduğu ve üyelik yolunda ilerlediği 1990’ların ilk yarısında da sürdürdüğü görülmektedir. Oysa AB’nin, “Rum Yönetimi”ni “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıdığı, KKTC’yi “Ada’nın kuzeyi” olarak nitelendirdiği, hatta KKTC’de konuşlanmış olan Türk ordusunu “işgal kuvveti” olarak gördüğü, alınan zirve kararlarında, kabul edilen resmi belge ve raporlarda defalarca kez ortaya konmuştur. Buna rağmen Ankara’nın bu konuda ciddi ve tutarlı bir politika yürüttüğünü söylemek mümkün değildir. Şubat 1995’te Ada’yı temsil eden tek bir otoritenin bulunmadığı konusunda sesini biraz yükselten Ankara, Gümrük Birliği karar metnini AB tarafından Ada’nın tamamını temsil eden tek otorite olarak kabul edilen Kıbrıs’a müzakere takvimi verilmesi karşılığında imzalamış, böylelikle iddiasını kendi elleriyle geçersiz hale getirmiştir. Üstüne üstlük imzaladığı antlaşmada tanımadığı bu ülke ile ticaret rejimini uyumlulaştırmayı taahhüt etmiştir. Gümrük Birliği’nin imzalanmasından sonra AB’nin Kıbrıs’a yönelik tutumu yukarıda açıklandığı şekilde devam etmiş, Türkiye’den Kıbrıs’taki işgal birliklerini çekmesini isteyen kararlar alınmıştır. Buna rağmen Ankara, Lüksemburg Zirvesi’ne kadar AB’nin bu tavrına karşı herhangi bir tepki göstermemiştir. Ankara’nın Lüksemburg’tan Helsinki’ye kadar geçen dönemde attığı adımlar ise, uluslararası kamuoyunu ikna etmeye yönelik ciddi ve sağlam temelli girişimler olmaktan uzaktır. Bu doğrultuda alınan kararlar ve açıklanan deklarasyonlar, Türk kamuoyunu etkilemeye yönelik girişimler olarak nitelendirilmelidir. 

Nitekim geçmişteki bütün itirazlarına rağmen, Helsinki Zirvesi’nde, tanımadığı bu ülkenin üyeliğinin önünü açan en önemli kararın altına imzasını atan yine Ankara olmuştur. Annan Planı’nın imzalanması ile sonuçlanan süreçte ortaya konan eleştirilere bakıldığında, “AB, Ada’nın tamamını temsil etmeyen Kıbrıs’ı bütün hukuki itirazlarımıza rağmen üye yapma konusunda adım atmaktan vazgeçene kadar Gümrük Birliği’ni askıya alıyoruz” ya da “Üyelik başvurumuzu çekiyoruz” demesi beklenen Türkiye’nin tam tersine bu iki konuda istediğini alabilmek için Kıbrıs’ı tanıdığı şeklinde yorumlanabilecek kararları dahi kabul ettiği görülmektedir. 

“Kıbrıs sorununun çözümünün Türkiye’nin AB üyeliğinin önşartı olamayacağı” Türkiye’nin Kıbrıs politikasını oluşturan unsurların arasında, üzerine en çok durulması gerekenlerden biridir. Öncelikle Kıbrıs sorununun çözümünün Türkiye’nin AB perspektifi ile bir biçimde bağlı olduğu uzun yıllardır bilinmektedir. Türkiye’nin daha 1987’de yaptığı tam üyelik başvurusunun 1989’da reddedilme gerekçelerinden biri olarak Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün gösterilmiş olması bunun en çarpıcı örneklerindendir. Bilinen bu gerçek 
karşısında Türkiye’nin somut ve istikrarlı adımlar attığını söylemek zordur. Türkiye, 1995 yılında Gümrük Birliği karşılığında Kıbrıs’a müzakere takvimi verilmesini kabul ederek, bu iki konu arasındaki bağlantıyı bizzat tescil etmiştir. Helsinki sonrasında ise, Ankara, AB’nin bu yöndeki girişimlerini salt kozmetik değişiklikler ve kelime oyunları ile bertaraf etmeye çalışmış, özlü tutum değişikliğini sağlayacak herhangi bir adım atmamıştır. 

Türkiye’nin AB üyeliği ile Kıbrıs meselesi arasındaki ilişkiyi farklı bir açıdan değerlendirmek gerekir. Türkiye-AB ilişkileri ve Kıbrıs’ta çözüm müzakerelerinin tarihi gelişimine bakıldığında, AB’den Türkiye konusunda olumlu adım atmasının beklendiği kritik tarihlerin öncesinde barış görüşmelerinin Ankara’nın desteğiyle canlandırılmaya çalışıldığı görülmektedir. 1995 yılının Ocak ayında Gümrük Birliği nedeniyle Yunanistan engelinin aşılmaya çalışıldığı günlerde yaşanan bu durum, daha sonra Türkiye’ye adaylık statüsünün verildiği 1999 Helsinki ve müzakere takvimi verileceğine dair beklentilerin yüksek olduğu 2001 Laeken Zirveleri öncesi tekrarlanmıştır. Ayrıca, Kıbrıs’ta barış görüşmelerinin kesintiye uğradığı tarihlerin aynı zamanda Türkiye ile AB arasında büyük gerginliklerin yaşandığı dönemlerle birebir örtüşmesi dikkat çekicidir. 1997 Lüksemburg 
sonrası yaşanan gelişmeler, bunun en belirgin örneğidir. Türkiye’ye adaylık statüsünün verilmediği Lüksemburg Zirvesi’nin hemen sonrasında Denktaş görüşmelerden çekilmiş, Türkiye ile AB arasında siyasi diyalogun bulunmadığı iki yıl boyunca Ada’da da herhangi bir müzakere yapılmamıştır. Ancak Aralık 1999’da Türkiye’ye adaylık statüsü verileceğinin anlaşılmasının ardından Ada’da dolaylı görüşmeler başlamıştır. Tesadüfle açıklanamayacak bu durum aslında Ankara’nın Kıbrıs’ta çözüm ile Türkiye’nin AB üyeliği arasında tersten bir bağ kurduğunu ortaya koymaktadır. Ankara, AB kendisine yeşil ışık yaktığı zaman Denktaş’ı müzakere masasına oturtmuş, beklediği kararlar çıkmayınca da görüşmelerin kesilmesini teşvik etmiştir. Böylelikle, AB’nin Türkiye’nin üyeliğinin önüne Kıbrıs’ta çözümü bir şart olarak getiremeyeceğini savunan Ankara, 
AB’ye “Sen benim üyeliğim konusunda ne kadar adım atarsan ben de Kıbrıs’ta çözüme o kadar yaklaşırım” mesajı vererek, Kıbrıs’ta çözüm için Türkiye’nin üyeliğini bir “önşart” haline getirmiştir. 

“Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmesi durumunda, Türkiye’nin de KKTC ile entegrasyona gideceği” tezi dikkatle incelenmesi gereken bir tezdir. Türkiye, KKTC ile bütünleşme tehdidini resmi düzeyde ilk olarak Şubat 1995’te öne sürmüştür. Hatırlanacağı üzere, Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, AB, Kıbrıs ile müzakerelere başlar başlamaz, Ankara’nın KKTC ile bütünleşeceği ifade edilmişti. Ne var ki Ankara, bu açıklamanın bir ay sonrasında kendi tezini tamamen çürütecek bir biçimde, Gümrük Birliği kararının alınması karşılığında, AB ile Kıbrıs’ın daha çok yakınlaşmasının önünü açacak bir formüle onay vermiştir. Dahası bu tarihten sonra Kıbrıs’ın AB ile bütünleşme yolunda atacağı 
adımlar doğrultusunda, KKTC ile Türkiye’nin gerçekleştireceği karşı-bütünleşmenin sürekli olarak ertelendiği görülmektedir. Başta bu karşı-bütünleşme için müzakerelerin başlamasını esas alan Ankara, daha sonra “Kıbrıs-AB bütünleşmesi yönünde atılacak her adımın” TC-KKTC bütünleşmesine yol açacağını açıklamış, bunun gerçekleştirilememesi üzerine “AB Kıbrıs’ı tam üye olarak kabul ederse” demeye başlamıştır. Hatta bu söylem Helsinki sonrasında, “Kıbrıs’ta çözüm Türkiye’nin önüne bir şart olarak getirilirse” 
biçiminde değişim göstermiştir. Bütün bu ertelemelerin en önemli sebebi, Türkiye-KKTC yakınlaşmasının aslında Ankara’nın iddia ettiği gibi Kıbrıs-AB yakınlaşmasına değil, Türkiye-AB yakınlaşmasına/uzaklaşmasına bağlanmış olmasıdır. Örnekse, TC-KKTC entegrasyonunun en simgesel kurumlarından biri olan TC-KKTC Ortaklık Konseyi, Kıbrıs-AB Ortaklık Konseyi ile eşzamanlı kurulmamış, 1997 Ağustos’unda Türkiye’nin AB’nin bir sonraki genişleme dalgasına dahil edilmeyeceğinin açıklandığı Gündem 2000 raporundan sonra kurulmuştur. Ayrıca altı ayda bir toplanması kararlaştırılan Konsey’in ancak Türkiye ile AB ilişkilerinin gerildiği zamanlarda AB’ye gözdağı verme amaçlı 
toplandığı gözden kaçmamaktadır. Dikkat edilecek olursa, Türkiye-AB ilişkilerinin geliştiği dönemlerde, Kıbrıs da AB ile bütünleşme doğrultusunda hızla ilerliyor olmasına rağmen, Ankara, KKTC ile bütünleşme amacıyla hiçbir adım atmamaktadır. Ancak AB’nin Türkiye’ye kapıları kapattığına ilişkin işaretlerin geldiği ya da Kıbrıs’ın kendi üyeliği önünde bir şart olduğunu hissettiği durumlarda, KKTC ile bütünleşme ya da ilhak gibi şantajlara sarılmaktadır. 

Bunun en tipik örneği, Kıbrıs’ın müzakerelerde en başarıyla ilerleyen ülke konumunda olduğu ve 2002’de bütün fasılları tamamlayarak tam üye 
olmaya hak kazanacağının defalarca kez teyit edildiği 2000 yılıdır. 2000 yılı boyunca bu gerçeğin kayda geçirildiği zirve kararlarına, raporlara ve resmi açıklamalara hiçbir itirazda bulunmayan Türkiye, 2000 sonunda yayınlanan KOB’da “Siyasi Kriterler” başlığı altında yer alan Ada’da çözümün Türkiye’nin önünde bir şart olduğu imasının bulunması üzerine yine KKTC ile bütünleşme kartını masaya koymuştur. Ankara’nın celallenmesi üzerine bu metinde yapılan ufak bir kozmetik değişiklik, Kıbrıs’ın AB üyeliği konusunda herhangi bir yenilik getirmemesine rağmen Ankara’yı memnun etmeye yetmiştir.

2001 ve 2002 yıllarında ise, Kıbrıs meselesinin, yalnızca AB üyeliği açısından değil, AGSP ve daha geniş ölçekli bölgesel politikalarda istediğini elde edebilmek için Ankara’nın zaman zaman öne sürdüğü bir koz haline geldiği görülmektedir. Aralık 2000’deki Nice Zirvesi’nde hem 2010 yılına kadar genişleme takvimine alınmayan hem de AGSP dışına itilen Türkiye, vakit kaybetmeden Kıbrıs’ı ilhak edeceği tehditlerini savurmaya başlamıştır. 2001 yılın sonunda AGSP krizinin aşılması, Laeken Zirvesi’nden ılımlı mesajların çıkması üzerine ise “yanlış anlaşıldığını” açıklamıştır. Bu durum MGK kararlarına da çarpıcı bir biçimde yansımaktadır. Mayıs 2001’deki toplantıda kabul ettiği Kıbrıs’ta Eylem Planı’nı AB üyesi ülkelere gönderen, AGSP baskısının iyice yoğunlaştığı Eylül ayındaki toplantıda hükümete planı uygulamaya koyma çağrısında bulunan MGK, bir ay sonra ansızın Denktaş’ın girişimleri sonucu Ada’da başlayacak olan “önkoşulsuz” görüşmeleri desteklemeye karar vermiştir! 2002 yılının son aylarına dek AGSP konusundaki baskıların Yunanistan üzerinde yoğunlaşması, Barselona ile Seville Zirvelerinde Türkiye’ye müzakere takvimi verilebileceğine ilişkin olumlu mesajların verilmesi, aynı zirvelerde Kıbrıs ile katılım anlaşmasının 2003’te imzalanacağı ve 2004 yılı AP seçimlerine yeni üyelerle gidileceği yönünde kararların alınmış olmasına rağmen Ankara’da memnuniyetle karşılanmış, hatta Ankara söz konusu belgeleri, Helsinki kararına atıfta bulunduğu için, yani Kıbrıs’ı Türkiye’nin önüne bir şart olarak getirmediği için “dengeli” bulduğunu açıklamış tır. Türkiye’nin 2002 sonunda TC-KKTC Ortaklık Konseyi’ni toplaması ve bütünleşme konusunda söylemini yeniden sertleştirmesi ise, AB’nin kabul edilen reformlara rağmen müzakere takvimi vermeyeceğine ilişkin söylemlerini artırdığı döneme denk gelmektedir. Nitekim Ankara, Türkiye’ye müzakere tarihi verilmesi konusunda herhangi bir tavsiyede bulunmayan İlerleme Raporu ve Karma Belge yayınladıktan sonra, Kıbrıs’ın AB üyeliğinin 1959-60 antlaşmalarına aykırı olduğu ve bu gerçekleştiği durumda Türkiye’nin izleyeceği yolun bilindiği yönündeki bir açıklama yapmıştır. Ne var ki bu sert açıklamanın hemen birkaç hafta sonrasında, Brüksel ve Kopenhag’da gerçekleştirilen toplantılarda Aralık 2002’deki Kopenhag Zirvesi’ne ilişkin olumlu işaretlerin verilmesi, aynı zirvede Kıbrıs’ın müzakereleri tamamlamış olacağının ilan edilecek olmasına rağmen, Ankara’nın itirazlarını ve entegrasyon tehditlerini rafa kaldırması için yeterli olmuştur. 


Bütün bu gelişmelere bakıldığı zaman, Türkiye’nin, Kıbrıs’ın AB üyeliği bağlamında başta açıklanan itirazlarla uyumlu bir politika geliştirdiğini söylemek mümkün değildir. 
Türkiye, köşeye sıkıştığı zaman, yıllardır değişmediğini iddia ettiği tezlerinin hepsinden ödün vermekte beis görmemiş, AB’ye gözdağı vermek istediği dönemlerde KKTC’yi ilhak edeceği, Ada ile bütünleşeceği tehdidini savurmaktan çekinmemiştir. Yukarıda tartışılan geniş zaman diliminde, Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili en tutarlı ve istikrarlı politikası, Kıbrıs meselesini, AB ile ilişkilerini yürütür ken zaman zaman kullanacağı bir pazarlık kozu olarak görmüş olmasıdır. 1990’ların ilk yarısında Gümrük Birliği, 90’ların sonlarında adaylık statüsü, 2000-2001 yıllarında AGSP, 2002 yılında da müzakere takvimi konularında avantaj elde edebilmek adına birbiriyle çelişkili pek çok adım atan Ankara, Kıbrıs Türk halkın geleceğini umursamadan Ada’daki barış görüşmelerini bu sürece endekslemiş, böylelikle çözümsüzlüğün devam etmesine göz yummuştur. Bu tablo karşısında, Türkiye’yi yıllarca çözümsüzlüğün baş sorumlusu olarak görmüş olan uluslararası toplumun Türkiye’ye haksızlık ettiğini iddia etmek bir hayli güçleşmektedir. 

5. SONUÇ 

Bu çalışmada Annan Planı’nın referanduma sunulması sürecinde, Türkiye’nin “kırk yıllık” Kıbrıs politikasının değiştirildiği eleştirilerinden yola çıkılarak 1950’lerin ortalarından itibaren yürütülen Kıbrıs politikaları, iki ana eksen üzerinde incelenmiştir. Bunlardan ilki, tezin birinci bölümünün konusu olan, Ankara’nın “kırmızı çizgileri” ya da “olmazsa olmazları”dır. Türkiye’nin resmi politikasını oluşturduğu söylenen bu kırmızı çizgiler, ifade bulduğu TBMM kararları, TC-KKTC Ortaklık Açıklamaları ve 
Deklarasyonları ve Ankara’nın uygulamaları ışığında tartışılmıştır. İkinci ve üçüncü bölümlerde ise Kıbrıs’ın AB’ye tam üyelik sürecinde izlenen politikalar Türkiye’nin AB yolculuğuna paralel biçimde ele alınmıştır. 

Birinci bölümdeki değerlendirmelerden hatırlanacağı üzere, Türkiye’nin iddia edildiği gibi yarım asrı aşkın zamandır değişmeden kalmış kırmızı çizgileri olduğunu söylemek mümkün değildir. Tam aksine Türkiye, Kıbrıs politikasını konjonktüre göre sürekli değişen sloganlarla savunmuş, birbiriyle çelişen kararlara ve uygulamalara imza atmıştır. 
Aynı zamanda 1950’lerden bu yana Türkiye’nin Kıbrıs konusunda attığı adımlara bakıldığında, izlediği politikaların proaktif değil reaktif politikalar olduğu açıkça 
görülmektedir. Ankara, kimi zaman çeşitli “dış güçlere” gözdağı verebilmek için Kıbrıs meselesini tehdit unsuru olarak kullanmış kimi zaman beklenmedik ölçüde geri adım atarak Ada’da çözümün Türkiye’nin iki dudağı arasında olduğu izlenimini yaratmıştır. Bu tutum, yıllar içinde uluslararası toplum karşısında samimiyetini ve inandırıcılığını yitirmesine yol açmıştır.

İkinci ve üçüncü bölümlerde ise Türkiye’nin Kıbrıs’ın AB’ye tam üyelik süreci ile ilgili olarak baştan beri uluslararası kamuoyu nezdinde savunduğu iddia edilen hukuki ve siyasi tezleri tutarlılık ve kararlılık içinde ortaya koymadığı, bu konuda atılan adımların ya çok geç ya da çelişkili ve ciddiyetten uzak adımlar olduğu görülmüştür. Türkiye ne AB ile üyelik görüşmeleri yapan tarafın Ada’nın tamamını temsil etmediğini ikna edici bir biçimde savunmuş ne de antlaşmalardan kaynaklanan hukuki çekincelerini ilgili taraflarla müzakere etmiştir. Köşeye sıkıştığında KKTC’yle entegrasyona gideceği tehditlerini savuran Türkiye, AB’den yeşil ışık yakıldığı zaman bu tutumunu derhal terk etmiştir. 

Türkiye’nin sürekli yalpalayan politikası, uluslararası alanda kendi itibarını zedelemekle kalmamış, zaten başka bir devlet tarafından tanınmayan KKTC’nin de Türkiye’nin elinde bir oyuncak olduğu kanısını iyice yerleştirmiştir. 

Tezin başında belirtildiği gibi, bir değişim iddiasının gerçekçi olabilmesi için, herşeyden önce değiştirildiği söylenen durum ya da olgunun belli bir tutarlılık, diğer bir deyişle “değişmezlik” göstermesi gerekir. Türkiye’nin 1950’lerden bu yana benimsemiş olduğu politikaların çelişkilerine ve tutarsızlıklarına bakıldığında, Annan Planı’na uzanan süreçte Ankara’nın tutumunun “Türk dış politikasında Lozan’dan bu yana ilk kez büyük bir kırılma olduğu” iddiasının geçerli olmadığı açıkça görülmektedir. Türkiye’nin kırk yılı aşkın süredir Kıbrıs’la ilgili geliştirdiği politikalar, KKTC’yi kendisine bağımlı bir uydu ülke, Doğu Akdeniz’de kırk bin askerimizi konuşlandırdığımız bir üs; Kıbrıs meselesini de 
başta AB olmak üzere Batılı ülkelerle geliştirdiğimiz ilişkilerde gerektiğinde öne sürülecek bir tehdit, gerekmediğinde elde saklanacak bir koz olarak gördüğünü ortaya koymaktadır. 
Dolayısıyla Türkiye’nin dörtbaşı mamur bir Kıbrıs politikası olduğunu söylemek çok zordur. “Kırmızı çizgiler”in aslında “bukalemun çizgiler” olması, birbiriyle çelişkili pek çok tutum ve uygulamanın aynı anda sergilenmesi, atılacak adımların başkaları tarafından atılacak adımlara bağlanması, bunun bir sonucudur. Türkiye’nin başaktörleri arasında NATO, Yunanistan, AB, ABD gibi oyuncuların olduğu “ Batılı Ülkeler Politikaları ” vardır. 

Milli Dava ” Kıbrıs ise bu politikaların yürütülmesinde Türkiye’ye manevra alanı sağlayan bir mecradan ibarettir. 


DİPNOTLAR;


293 “Türkiye vites yükseltti”, Cumhuriyet, 7 Aralık 2001.Bu arada İsmail Cem, 9 Aralık’ta bir açıklama yaparak “Kıbrıs için bedel öderiz” derken yanlış anlaşıldığını, kastettiğinin AB değil, “muhtemel ambargolar” olduğunu ifade eder. 2 Kasım’daki “bedel öderiz” açıklamasından sonra Türkiye’nin Kıbrıs için AB üyeliğinden vazgeçeceği konusundaki sayısız yoruma rağmen sözlerini tekzip etme gereği duymayan Cem’in yaklaşan Laeken Zirvesi öncesinde AGSP konusunda varılan uzlaşının rahatlığıyla “yanlış anlaşıldım” açıklamasını yapması, “ne için bedel?” sorularını beraberinde getirmiştir, “ AGSP’de ödün verilmediğini söyleyen Cem, Kıbrıs’ta çözüm bulunacağına inandığını söyledi”, Cumhuriyet, 10 Aralık 2001; “ Cem: AB, Kıbrıs’ın bedeli değil ”, Akşam, 10 Aralık 2001. 
294 “AGSP için Türkiye’yle uzlaşan AB, Yunanistan’ı ikna edemiyor. Dananın kuyruğu 14-15 Aralık’taki Zirvede kopacak”, Radikal, 11 Aralık 2001; 
“Atina, Avrupa Ordusuna vize vermedi”, Cumhuriyet, 11 Aralık 
2001; “Atina’nın inadı AGSP’yi sarstı”, Radikal, 12 Aralık 2001; “ABD ve AB’den AGSP baskısı: Yunanistan yalnız kaldı”, Cumhuriyet, 12 Aralık 2001. 
295 “AGSP’de sancılı doğum”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2001; “Ecevit zirveye rahat katılıyor: AGSP, AB’nin sorunu”, Radikal, 15 Aralık 2001; “AGSP’de ne şiş yandı ne kebap”, Radikal, 16 Aralık 2001 
296 14-15 Aralık 2001 tarihli AB Laeken Zirvesi Başkanlık Bildirgesi’nin tam metni için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/68827.pdf. 
297 “Avrupa ailesine doğru”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2001; “Ecevit AB için umutlu: Başbakan, AB’nin Laeken zirvesinden memnun”, Radikal, 17 Aralık 2001; “Birlik ilk kez Türkiye ile üyelik müzakerelerini başlatmanın yakınlaştığını açıkladı. Ankara: AB ile yeni sayfa”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2001. 
298 15-16 Mart 2002 AB Barcelona Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/71025.pdf 
299 “Atina bu kez yalnız kaldı”, Milliyet, 17 Mart 2002; “Atina’ya AGSP baskısı artacak”, Cumhuriyet, 17 Mart 2002. 
300 “Birleşmiş Milletler, adadaki çözümsüzlükten Türk tarafını sorumlu tutuyor: Ankara’nın Kıbrıs telaşı”, 
Cumhuriyet, 4 Mayıs 2002; “Kıbrıs’ta işler iyi gitmiyor, Birleşmiş Milletler Türk tarafını işbirliği yapması 
için uyardı, Annan adaya gidiyor”, Radikal, 4 Mayıs 2002. 
301 “AK Başkanı Prodi: Ada’nın üyeliği Aralık’ta tamam”, Cumhuriyet, 4 Mayıs 2002. 
303 “Sürpriz Buluşma”, Radikal, 29 Mayıs 2002; 
304 21-22 Haziran tarihli AB Seville Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/72638.pdf. 
305 “AB’den ‘takvim’ sinyali”, Milliyet, 22 Haziran 2002; “AB’de sıcak mesajlar”, Radikal, 22 Haziran 2002; 
Umut AB’den mesai Türkiye’den”, Radikal, “23 Haziran 2002; “Türkiye kararı Kopenhag’da”, Cumhuriyet, 
23 Haziran 2002”; “AB’den ‘6 ay’ mesajı”, Milliyet, 23 Haziran 2002 
306 “Kıbrıs konusunda dengeyi bozmadılar,” Radikal, 23 Haziran 2002. 
307 “AGSP topu yine Türkiye’de”, Milliyet, 22 Haziran 2002; “AGSP düğümü yine çözümsüz”, Radikal, 23 
Haziran 2002; “Chirac: AGSP’de sorun kalmadı”, Milliyet, 23 Haziran 2002; “Yunanistan zirveden memnun”, Cumhuriyet, 24 Haziran 2002. 
308 “Türkiye’ye takvim yok”, Cumhuriyet, 2 Temmuz 2002; “Havada bulut, AB’yi unut”, Radikal, 3 Temmuz 2002. 
309 “AP Raportörü Elma Brok, Türkiye’yi AGSP ve Kıbrıs konusunda uyardı”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2002. 
310 “AB: Kıbrıs takvimi bozmaz”, Radikal, 4 Temmuz 2002. 
311 “AGSP’de harf bile değişmez”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2002. 
312 “Hükümet çözülüyor: Cem de istifa etmeyi düşünüyor”, Radikal, 4 Temmuz 2002. 
313 “BM’den Kıbrıs eleştirisi”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 2002; “BM Türk tarafını suçladı”, Cumhuriyet, 11 Temmuz 2002; “BM, Türklere çıkıştı: Rum tezine destek”, Radikal, 11 Temmuz 2002. 
314 “KKTC, uluslararası toplumun tek taraflı davranmaması gerektiğini söyledi”, Cumhuriyet, 11 Temmuz 2002 
315 “Türkiye erken seçim yolunda”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 2002. 
316 “Hayatımız değişiyor: Demokrasi havası”, Milliyet, 4 Ağustos 2002; 
317 “Ankara AB atağında”, Radikal, 4 Eylül 2002; 
318 “Solana ile görüşme”, Cumhuriyet, 5 Eylül 2002 
319 “Tatsız Görüşme”, Radikal, 6 Eylül 2002; “AB Bahane aramasın”, Cumhuriyet, 6 Eylül 2002. 
320 “Tarih için erken”, Radikal, 19 Eylül 2002. 
321 “AB takvimi öne çekme derdinde”, Radikal, 25 Eylül 2002. 
322 AP’nin 26 Eylül 2002 tarihli raporunun tam metni için, 
http://www.europarl.europa.eu/sides/getDoc.do?pubRef=-//EP//TEXT+PRESS+DN-20020926-1+0+DOC+XML+V0//EN. 
323 “AP’den AGSP sitemi”, Radikal, 26 Eylül 2002. 
324 “AP’nin eleştirilerine yanıt”, Cumhuriyet, 26 Eylül 2002; M. Ali Kışlalı, “AB yerine NATO”, Radikal, 27 Eylül 2002. 
325 “Ankara’ya hep aynı yanıt. Gürel AB’den müzakere takvimi istedi, Dönem Başkanı Danimarka, ‘Biz 
uygulamaya bakarız’ dedi”, Radikal, 27 Eylül 2002; “Gürel: AB’den tarih alamadık”, Cumhuriyet, 27 Eylül 2002. 
326 “İşbirliğinde yeni adımlar”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2002; “Entegrasyon adımı”, Radikal, 1 Ekim 2002. 
327 “AB yine tarih vermedi”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2002; “Avrupa Türkiye’yi dışlıyor”, Radikal, 5 Ekim 2002. 
328 “Rumlar için sorun yok”, Radikal, 5 Ekim 2002. 
329 9 Ekim 2002 tarihli Türkiye İlerleme Raporu’nun tam metni için, 
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_2002.pdf 
330 9 Ekim 2002 tarihli Kıbrıs İlerleme Raporu’nun tam metni için, 
http://www.competition.gov.cy/competition/competition.nsf/All/9C55FDD5E0B3D35EC2256C8C00322A6 
C/$file/Regular%20Report%202002.pdf?OpenElement. 
331 9 Ekim 2002 tarihli Karma Belge’nin tam metni için, 
http://www.tesev.org.tr/ab_izleme/abdokumanlar/2002_karma_belge.doc. 
332 “Avrupa 3 Kasım’ı bekliyor”, Cumhuriyet, 10 Ekim 2002; “AB kapıyı aralık bıraktı”, “Komisyon renk vermedi”, Radikal, 10 Ekim 2002; Erol Manisalı, “Türkiye’yi Oyalama Raporu”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2002; Gündüz Aktan, “İlerle(me!)” raporu”, Radikal, 12 Ekim 2002. 
333 “En başarılı öğrenci Rumlara yeşil ışık yakıldı”, Radikal, 10 Ekim 2002. 
334 İlerleme Raporu ve Karma Belge’nin yayınlanmasından sonra Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklama için, http://www.belgenet.com/arsiv/ab/dis_091002.html. 
335 “Dışişleri Bakanı Gürel: Raporun köstek olmasını beklemiyorduk”, Cumhuriyet, 10 Ekim 2002; “Ankara tepkisini sertleştirdi: AB Ada’da tarihi bir hataya düşmesin”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2002. 
336 “Yılmaz: Gri tonları ağır basan fotoğraf”, Cumhuriyet, 10 Ekim 2002. 
337 “Türkiye’den AB’ye Kıbrıs resti”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2002. 
338 24-25 Ekim 2002 AB Brüksel Zirvesi’nin Başkanlık Bildirgesi için, 
339 “AB Liderlerinden sıcak mesaj”, Hürriyet, 26 Ekim 2002; “Brüksel’de olumlu hava”, Radikal, 26 Ekim 
2002; “AB’den iyimser hava”, Cumhuriyet, 26 Ekim 2002. 
340 “Türkiye’ye koşullu müzakere”, Hürriyet, 29 Ekim 2002; “Yılmaz: AB’deki hava lehimize”, Milliyet, 29 Ekim 2002; “Yılmaz: koşullu tarih verilecek”, Radikal, 30 Ekim 2002; “Für Kopenhagen alles OK, Herr 
Yılmaz (Kopenhag için herşey yolunda Bay Yılmaz)”, Hürriyet, 31 Ekim 2002. 
341 M. Ali Kışlalı, “Güney Kıbrıs’ın AB üyeliği”, Radikal, 31 Ekim 2002. 

***