KATAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KATAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mart 2019 Salı

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Sondaja başlamasının ne gibi sonuçları olacak?

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Sondaja başlamasının ne gibi sonuçları olacak? 



© AP Photo / Petros Karadjias
ANALİZ.,
14:30 10.10.2018
(Güncellendi 14:34 10.10.2018)

Ankara’dan gelen ekim sonunda Doğu Akdeniz’de doğalgaz ve petrol sondaj çalışmalarına başlanacağı açıklamasını değerlendiren Rus uzmanlar, sondaj çalışmaları Ankara’nın Yunanistan, AB ve ABD ile ilişkilerini etkileyebilir ve en büyük risk askeri krizin çıkması.


Kıbrıs-Doğalgaz-Sondaj Platformu

© AP PHOTO / PETROS KARADJİAS


Çavuşoğlu: 

    Türkiye, Doğu Akdeniz'de hidrokarbon faaliyetlerine başlayacak
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, ekim sonunda Doğu Akdeniz'de hidrokarbon rezervlerinin çıkarılması çalışmalarına başlanacağını söyledi. Türkiye'nin elinde şu an sondaj çalışmaları için Fatih isimli gemi bulunuyor, ancak Güney Kıbrıs resmi olarak bu çalışmalar için izin vermedi.
Avrupa Komisyonu da Türkiye'ye Kıbrıs sahasındaki kaynaklardan kaçınması konusunda uyarıda bulundu. Türkiye ise bölgedeki tüm enerji projelerinde onayının alınmasını istiyor.
Sonuç olarak Akdeniz'deki kaynak meselesi, Ankara, Atina, Mısır ve Güney Kıbrıs arasında gerginlik konusu oldu.
Russia Today'e (RT) konuşan uzmanlar enerji kaynaklarının bölgedeki durumu nasıl etkileyeceğini yorumladı. Uzmanlara göre, Kıbrıs'ın Afrodit, İsrail'in Leviathan ve Tamar, Mısır'ın Zohr enerji sahasından sonra Akdeniz sularındaki petrol ve doğalgazdan Türkiye de pay almak istiyor.

Kuzey Kıbrıs Dışişleri Bakanı Kudret Özersay

    Kuzey Kıbrıs: Doğu Akdeniz'de ya beraber doğalgaz arayacağız ya da her şey duracak.

'TÜRKİYE, İSRAİL, YUNANİSTAN VE KIBRIS ARASINDAKİ KONSORSİYUMA KARŞI ÇIKIYOR'

Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi uzmanı Timut Ahmetov "Türkiye aslında İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs arasında Doğu Akdeniz'e yönelik konsorsiyuma karşı çıkıyor. Ankara bu ülkelerin Kıbrıs kara sularında doğalgaz-petrol sahaları oluşturmasını istemiyor, zira böyle bir durumda çıkarılan gazın Avrupa'ya satışından edinilen kârdan sadece Güney Kıbrıs yararlanacak. Türkiye ayrıca statüsü hakkındaki sorun çözülemeyen adanın gaz sahalarından belirli bir kısmı üzerinde hak iddia etmeye çalışıyor" dedi.

‘TÜRKİYE, ASKERİ POTANSİYELİNİ KULLANMAYA HAZIR OLDUĞUNU GÖSTERİYOR'

Ahmetov açıklamalarında "Türkiye diplomatik protestolarının başarısız olması sonucunda artık tavrını gerçek eylemlerle ortaya koymak zorunda kaldı. Bölge için en büyük tehditse sorunun askeri krize dönüşmesi olasılığı" sözleriyle devam etti.
Ahmetov, Türkiye'nin bölgedeki oyunculara askeri potansiyelini kullanmaya hazır olduğunu göstermeye çalıştığını, bunun donanmanın güçlendirilmesinden de anlaşıldığını vurguladı.
Rusya Bilimler Akademisi Uluslararası İlişkiler ve Ekonomi Enstitüsü'nden Yuriy Kvaşnin, Kıbrıs havzasındaki sorunun dünyanın büyük kısmının tanıdığı Kıbrıs Cumhuriyeti ve sadece Türkiye'nin tanıdığı Kuzey Kıbrıs sorunuyla bağlantılı olduğunu ifade etti.
Ancak Kvaşnin, Türkiye de, Kıbrıs'ı destekleyen Yunanistan da NATO üyesi olduğu için sorunun askeri yolla çözüleceğini düşünmediğini belirtti.

Exxon Mobil, yıl sonunda Kıbrıs açıklarında doğalgaz Arayacağını duyurdu AFP 2018 / SAUL LOEB

      ‘ANKARA'NIN YUNANİSTAN, AB VE ABD İLE İLİŞKİLERİ ETKİLENECEK'

Kvaşnin'e göre, Ankara'nın Doğu Akdeniz'de sondaj çalışmalarına başlama girişimleri Yunanistan'la ilişkilerini etkileyeceği gibi, AB ve ABD ile ilişkilerini de etkileyecek. Bu koşullar altında Türkiye'nin yalnız kalmaması önemli. Diğer yandan doğalgaz ve petrol çıkarılsa bile, Türkiye'nin bunları kendi pazarı dışında bir yere göndermesi pek ihtimal dahilinde değil.

     ‘AB, RUSYA'DAN GAZ SEVKİYATINA ALTERNATİF ARADIĞI İÇİN KIBRIS'A DESTEK VERİYOR'

AB ile ilişkilerin akıbetinin nasıl olacağını yorumlayan Ahmetov "Kıbrıs AB'nin desteğini net bir şekilde hissediyor. Bunun nedeni AB'nin Rusya'dan gaz sevkiyatına alternatif araması. Avrupa Komisyonu daha önce Mayıs 2018'de İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan'ın anlaştığı Doğu Akdeniz boru hattı projesini destekledi. Bu proje çerçevesinde Doğu Akdeniz'deki gaz kaynaklarının Yunanistan'dan Avrupa'ya aktarılması mümkün" ifadelerini kullandı.
Ahmetov, Türkiye'nin güvenmediği için sorunu Brüksel ile ilişkileri üzerinden çözebileceğini düşünmediğini de ekledi.


AB Konseyi Başkanı Donald Tusk
REUTERS / PHİL NOBLE

Doğu Akdeniz'deki sondaj krizi, AB-Türkiye zirvesini tehlikeye soktu
     ‘TÜRKİYE, İZOLE OLMAMALI'
Ahmetov "Türkiye her zaman Rusya ile gaz sahası oluşturma konusunda anlaşmalara öncülük edip bu anlaşmaları imzalayabilir. Her halükarda Türkiye için önemli olan izole olmamak, zira ABD ile AB ile ilişkilerinin ciddi şekilde bozulması pek beklenen bir şey değil" dedi.

Kvaşnin ise Rusya'nın kendini konudan olabildiğince uzak tutması gerektiğini savundu. Kvaşnin "Kıbrıs Cumhuriyeti, Avrupa'da iyi ilişkilerimizin olduğu sayılı ülkelerden. Ekonomik alanda yakın ilişkilerimiz var, birçok Rus şirket Kıbrıs üzerinden çalışıyor. Bu nedenle Rusya, Kıbrıs'la ilişkilerini riske atmayacaktır. Diğer yandan Rusya için Türkiye ile tartışmaya girmemek önemli" dedi.

https://tr.sputniknews.com/analiz/201810101035603857-turkiye-dogu-akdeniz-sondaj-kibris-ankara-ab-/

DOĞU KIBRIS AKDENİZ DOĞALGAZ REZERV SAHALARI.,

DOĞU KIBRIS AKDENİZ DOĞAL GAZ REZERV SAHALARI.,



    'İnanılmaz Zenginliklerin Keşfi': Akdeniz'deki doğalgaz yatakları Ortadoğu'da Çatışmalara yol açıyor., 



Uzmanlara göre, Doğu Akdeniz'de büyük doğalgaz yataklarının tespit edilmesi, bölgede devam eden çatışmaların alevlenmesine yol açtı. Yataklar için Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs, İsrail, Lübnan ve Mısır mücadele ediyor. Zira dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz şirketlerinin çıkarları söz konusu. 
Bu mücadelenin sonucunun küresel enerji piyasasındaki dengeyi değiştirmesi de ihtimal dahilinde. Yeni bir uluslararası gerginlik noktası ortaya çıkması nelere yol açabilir? Akdeniz doğalgazı Rus gazına rakip olabilecek mi?



LEZZETLİ LOKMA.,

    2011 yılında, Kıbrıs kıta sahanlığında yeni bir doğalgaz yatağı bulunmuş ve buna 'Afrodit' ismi verilmişti. Halihazırda burada bulunan doğalgaz miktarının, 200 milyar metreküp olduğu değerlendiriliyor. Afrodit, Avrupa gaz piyasası yakınlarındaki cazip gaz üretim bölgesi olan Levanten Havzası'ndaki çok sayıda doğalgaz yatağından biri. 


Bu bölgedeki ilk büyük keşif, İsrail'in Tamar yatağıydı. 200 milyar metreküplük bu doğalgaz yatağı 2001 yılında açılmıştı. 

Bunun ardındansa daha büyük doğalgaz yatakları bulundu. En büyükleri ise İsrail'in 650 milyar metreküplük Leviathan ve Mısır'ın 850 milyar metreküplük Zohr yatakları oldu. 

KITA SAHANLIĞI MÜCADELESİ.,



Levanten Havzası'ndaki arama çalışmalarıyla, dünyanın en büyük doğalgaz şirketlerinin yanı sıra bir dizi ülke ilgileniyor. 

ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu verilerine göre, Suriye'nin kıta sahanlığında 700 milyar metreküp kadar gaz olabilir, yani karadakinden 2 kat daha fazla.
Suriye, kendi kıta sahanlığında doğalgaz üretmeyi planlıyor. 2017 sonlarında Suriye Petrol ve Doğal Kaynaklar Bakanı Ali Ganem, 2019 yılında üretime geçileceğini açıklamıştı. Ganem, doğalgaz üretimi konusunda 'dost ülkelerle' anlaşma sağlandığını söylemişti. 



Doğalgaz yarışına şubat ayında Lübnan da katıldı. Lübnan'ın kıta sahanlığında gaz arama hakkı Rus Novatek, Fransız Total ve İtalyan Eni ortaklığına verildi. Lübnan yönetimi, ülkenin münhasır ekonomik bölgelerinde 700 milyar metreküp gaz olduğu görüşünde. 



Lübnan'ın bu adımı, İsrail'in tepkisine yol açtı. Lübnan adına doğalgaz arama çalışmalarının yapılacağı bölge üzerinde hak iddia eden İsrail'in Savunma Bakanı Avigdor Liberman, "Bu kıta sahanlığı tüm standartlar çerçevesinde bize aittir" dedi ve yabancı şirketleri bu bölgede yapacakları çalışmalar konusunda uyardı.
Lübnan-İsrail çatışması ve Kıbrıs'la ilgili sorunlara Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerilim de eklendi. Nitekim Ankara ve Atina, Ege Denizi'ndeki sınırın nasıl olması gerektiği konusunda farklı görüşlere sahip. 

Petrol ve doğalgaz faktörünün Ortadoğu ülkelerinin politikaları üzerindeki etkisini Russia Today'de (RT) değerlendiren Rusya Yüksek Ekonomi Okulu Ulusal Araştırma Üniversitesi Öğretim Görevlisi Grigoriy Lukyanov, "Bu, bölgedeki çatışma potansiyelinin en güçlü faktörüdür. Petrol ve doğalgaz devi olmayan ülkeler şimdi, bölgede gelişen sosyo-ekonomik ve siyasi ilişkiler için tehdit oluşturuyor" ifadelerini kullandı. 

Lukyanov'a göre, buradaki en önemli sorun İsrail'in de enerji devi haline gelebilmesi. İsrail daha önce enerji kaynaklarının ithalatçısıydı, şimdi de yüksek inovasyon potansiyeli sayesinde Arap ülkeleri için gerçek bir rakibe dönüştü Lukyanov "İsrail, Arap ülkelerinin enerji sistemlerine karşı baskı oluşturabilir. Bu da yeni bir Arap-İsrail çatışmasının ön plana çıkarıyor" dedi.

Tel-Aviv ve Tahran arasındaki mevcut siyasi ve ideolojik anlaşmazlıkların üzerine kaynaklarla ilgili tartışmaların da ekleneceğini belirten uzman, ayrıca Türkiye, Rusya ve İran arasındaki olumlu işbirliği deneyimine de değindi: 
"Türkiye ile İran arasında Suriye konusunda bir uzlaşmanın ortaya çıkması, bu ülkelerin birbirleriyle anlaşabileceğine inanmak için bir sebep." 

Lukyanov'a göre, Türkiye ile İran arasında bir anlaşma olması İsrail için sorun yaratacak. Ayrıca Ankara'nın Moskova ve Tahran'la Suriye konusundaki işbirliği deneyimine sahip olması, Türkiye'nin münhasır ekonomik bölgesi ile sınırı olan Suriye kıta sahanlığında doğalgaz arama çalışmalarına başlaması halinde meydana gelebilecek sorunların çözümünde yardımcı olabilir.

KÜRESEL RAKİP,



İsrail'in küresel enerji piyasasındaki dengeyi değiştirmeye çalışabileceğini ve doğalgaz ihracatçısı olarak Rusya, İran ve Katar'ın rakibi haline gelebileceğini belirten Lukyanov, şu ifadeyi kullandı:

"İsrail gazı Güney Avrupa'ya gönderilebilir ve Türk Akımı'nın doğrudan rakibi olabilir."
Ancak bölge ülkeleri arasındaki anlaşmazlıklar henüz doğalgazın nihai tüketicilere ulaştırılmasına yönelik projelerinin hayata geçirilmesini zorlaştırıyor.

ABD'nin 2016'da destek verdiği, İsrail'in gazını Avrupa'ya ulaştırılması amacıyla Türk doğalgaz taşıma sistemine bağlayacak boru hattı projesi hâlâ belirsizlik içinde Grigoriy Lukyanov İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz, Haziran 2017'de, projeyle ilgili anlaşmanın 2017 sonlarına kadar imzalanacağı sözünü vermişti, ancak henüz bir anlaşma imzalanmadı.


2017 yılında ayrıca İsrail, Mısır ve Kıbrıs gazının denizaltından geçecek bir boru hattı üzerinden önce Yunanistan'a, ardından da Avrupa'ya ulaştırılmasının amaçlandığı proje, ilgili tüm ülkelerin enerji bakanları tarafından aktif olarak tartışılmış ve Avrupa Birliği'nin desteğini almıştı. Proje, 7.4 milyar dolar gibi yüksek maliyete sahip olması yüzünden hayata geçirilmedi.

İsrail ve Kıbrıs gazının Mısır'daki sıvılaştırma noktalarına gideceği yönünde temel bir tahmin var.
Sergey Pravosudov,Rusya Ulusal Enerji Enstitüsü Genel Müdürü
Ancak Pravosudov'a göre, bu gazın tam olarak Ortadoğu'ya mı, Avrupa'ya mı ya da Çin'e mi gideceğini henüz kimse söyleyemez. Pravosudov "Rekabet olacak ama nasıl bir rekabet? Tahminler her yıl revize ediliyor" dedi. 

https://tr.sputniknews.com/infografik/201803231032762299-akdeniz-yunanistan-kibris-dogalgaz-petrol/

***

25 Ocak 2019 Cuma

Dört Tarafımız Türkiyesiz dizayn ediliyor

Dört Tarafımız Türkiyesiz dizayn ediliyor



Cahit Armağan Dilek  
23 Kasım 2018


    Türkiye'nin çevresindeki kriz noktalarında gelişmeler görüntüde Türkiye lehineymiş algısı verse de biraz dikkatli bakıldığında Türkiye'nin nihai hedefini bilmediği senaryolara sürüklendiği görülmektedir. Gelin çevremizde şöyle bir tur atalım.

Katar Dışişleri Bakanının Bağdat ziyaretinde Irak, İran, Katar, Türkiye ve Suriye'yi kapsayan 5 ülkeden koalisyon kurulmasını önerdiği bildirildi. Görünürde olumlu bir haber. Ama böyle bir önerinin Katar gibi batılı doğulu tüm devletlerle gizli iş tutan bir devlet üzerinden gelmesi dikkat çekici.

Katar bunu bir başka devletin yönlendirmesiyle mi yapıyor sorusunun cevabını bulmak gerekir. Trump'ın 2017'de S.Arabistan'daki zirvesinde Ortadoğu Stratejik İttifakı kurulması kararı alınmıştı, başına da Suudileri oturtmuşlardı.

Halbuki böyle ittifaklar bölgenin lider ülkesi Türkiye tarafından organize edilmeliydi. Türkiye'nin bu gücünün olduğu ve kamu görevinde olduğumuz dönemlerde bunun strateji dokümanlarına girmesini de sağlamıştık. Devamı gelmedi. Ancak şimdilerde sadece kimin ne yaptığını takip eder, sıklıkla da şikayet eder durumdayız.

İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, bir körfez ülkesine ait askeri bir gücün Suriye'nin kuzey doğusunda Irak sınırına yakın Deyrezzor’a yerleştiğini bildirdi. Haber henüz teyit edilmedi ancak ABD'nin Suriye'ye Arap gücü konuşlandırma planlarını biliyoruz. ABD Fırat'ın doğusuna Türkiye'den önce Körfez ülkelerini yerleştiriyor olmasın?

Fırat'ın batısında operasyon yapıp kontrol altına aldığımız yerlerin kontrolümüz altında olmadığı haberleri geliyor.

Afrin'de TSK'nın ÖSO ile birlikte Afrin'de hırsızlık, gasp ve çete faaliyetleri yapan Şuheda El Şarkıyye (Doğu Şehitleri) grubuna yaptığı operasyon bir süredir Afrin'de çığırından çıkan işler olduğunu teyit ediyor. Diğer taraftan Zeytin Dalı harekatı sonrası yeniden Afrin'e dönen veya Afrin'de saklanmış YPG'lilerin ÖSO'ya yönelik saldırılarını, yerel halka eziyetlerini de dikkate aldığımızda Afrin'de devam eden çatışmalar başka sıkıntıların habercisi gibi.

Fırat'ın doğusunda PYD'nin Arap aşiretlerle görüşerek Türkiye'nin operasyonlarına karşı yanlarında yer almaya çağırdığı haberleri var. PYD'nin görüşmelerde Türk sınır hattında SDG Arap gruplara Türk sınırında devriye yapmasını hatta sınır güvenliğini Esad yönetimine devredilmesini önerdiği söyleniyor.

PYD'nin bu görüşmeleri ABD'den habersiz yapması mümkün değil. Bu durum Türkiye'nin El Bab'tan sonra Menbic'e yönelmesi üzerine batı ve güney sınır hattına Rus ve Suriye askerlerinin konuşlanmasıyla TSK'nın operasyonunun engellenmesine benzer bir süreci hatırlatıyor.

Yani biz ABD ile Rusya'ya mavi boncuklar dağıtırken onlar arkada bizim Fırat doğusuna operasyon  söylemlerinin de boşa çıkarak başka işler pişiriyor olabilir,.

Suriye liderliğinin ılımlı ve terörist grupların İdlib mutabakatını ihlalini sürekli hale getirmeleri üzerine İdlib'e operasyon kararı aldığı ve gün saydığı yönünde haberler sıklaştı. İran'ın da bu kararı desteklediği, Rusya'nın da operasyonu daha fazla geciktiremeyeceği duyumları geliyor.

Nitekim Rusya Türkiye'nin çok çalıştığını ancak yükümlülüklerini yerine getirmediğini  açıkladı. Savunma Bakanı Şoygu Suriye'deki mevcut durum için iki ülkenin hızlı aksiyon alması gerektiğini söyledi. Yani Rusya'nın sabrı tükenmek üzere.

Ancak Astana garantörlerinin 28-29 Kasım'daki 11. toplantısının bekleneceği ifade ediliyor. İdlib'de de zaman daralıyor.

Kaşıkçı cinayeti nedeniyle yerli yabancı tüm medyanın hedefe oturttuğu Suudi veliaht prens Selman 30 Kasım'da Arjantin'de yapılacak G20 zirvesine katılacakmış. ABD'nin Kaşıkçı raporunu açıklamadan sızdırılan bu bilgi CIA'nın raporu hakkında da .ipucu veriyor. Ve önceki gün Suudi Kral, Prens Selman’ın insan kaynağı geliştirme ve yeni nesli hazırlamaya odaklandığını söyledi. Yani kimse heveslenmesin oğlum kral olacak diyor.

Veliaht prensi G20'de aile fotoğrafında liderlerle el sıkışıp aklanırken göreceğiz galiba. Öyle olursa bu cinayetin esas faturası Türkiye'ye kesilecek gibi.

Batımızda Avrupa Ordusu tartışmaları var. Bu ordunun temeli olacak PESCO anlaşması çerçevesinde AB bir dizi kritik karar aldı. Rum-Yunan ikilisi birçok kritik projede rol almasının yanında sadece ikisinin birliğin ortak istihbarat okulu ile Müşterek Özel Kuvvetler Gücü komutasını projesini üstlenmesi arkalarına aldıkları gücü göstermesi açısından dikkat çekicidir.

Bizimkiler Türkiye'ye rağmen kuş uçmaz, yaprak kıpırdamaz deseler de bölge Türkiye'siz dizayn ediliyor. Türkiye değerli yalnızlığıyla başbaşa bırakılıyor.


https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/dort-tarafimiz-turkiye-siz-dizayn-ediliyor

5 Eylül 2018 Çarşamba

Yüzyılın Komplosu

Yüzyılın Komplosu

Ağustos 2018, Ribat

   Donald Trump’ın ABD başkanlığına seçilmesi en çok siyonist lobinin işine yaramıştır. Bunu Amerika’daki siyonist lobi de çok iyi tahmin ediyordu. O yüzden, Hillary Clinton’un kazanması ihtimalini de göz önünde bulundurarak onunla bağları koparmamak için bir yandan ona da destek veriyormuş gibi görünmesine rağmen gerçekte perde arkasından Trump’ı destekliyordu. Çünkü onun siyonistlere vaatlerinde gerçekçi ve samimi olduğunu, kazanmasının uluslararası siyonizmin her bakımdan lehine olacağını biliyordu.
Trump başkanlığa seçilmesinden sonra Filistin davasını tamamen tarihe gömmek ve işgalci siyonist devleti rahatlatmak amacıyla bir plan üzerinde çalışmaya başladı. Bu planla ilgili çalışmaları takip etmesi için de yahudi asıllı damadı Jared Kushner’i görevlendirdi. Bu amaçla damat Kushner’i en üst derecede müsteşarlık görevine getirdi.
Gayrimenkul ticaretiyle uğraşan yani bir iş adamı olan yahudi damat Jared Kushner'in diplomatik alanda bir bilgi ve birikimi yoktu. Kayınpederi Trump'a müsteşarlık yapması da işgal ettiği makamın gerektirdiği bilgi ve tecrübeye sahip olmasından değil Başkana yakınlığından kaynaklanıyordu.
Filistin meselesiyle ilgili görüşmeleri organize edebilmesi için diplomatik tecrübenin yanı sıra bu meselenin alt konularını ve kimin ne düşündüğünü, meseleye nasıl yaklaştığını da bilmesi gerekiyordu. Ancak bizim tahmin ettiğimize göre bu konuyla ilgili birikimi sadece yahudi kimliğinden kaynaklanan çok genel bilgilerden ibaretti. Meselelerin arka planı, tartışmalar, tarafların talepleri hakkında bir bilgi ve birikimi yoktu. Fakat onun bu konudaki eksiğinin meselelere vakıf bazı diplomatların ve özellikle ABD büyükelçisinin yanında dolaştırılması suretiyle giderilmesine çalışıldı.
Trump’ın, Filistin davasını tarihe gömmek amacıyla hazırlanmasını istediği planın şekillendirilmesi ve uygulamaya konması için bazı Arap ülkeleriyle işbirliğini artırması gerekiyordu. Bunun için de birinci derecede Suudi Arabistan’dan yararlanmak istedi. Trump, başkanlık koltuğuna oturmasından sonra ilk yurt dışı seyahatini Suudi Arabistan’a gerçekleştirdi. Bu ziyaretin Arap dünyasına dönük çeşitli planların hayata geçirilmesiyle irtibatı vardı. Ancak en önemli amaçlarından biri de siyonist işgal devletinin başını ağrıtan meselenin kesin bir şekilde tarihe gömülmesi planında Suudi Arabistan’dan yararlanılmasıydı. O yüzden Trump, damadı Kushner’in de bu ziyarete iştirak etmesini istedi.
Kushner, kayınpederinin Suudi Arabistan ziyaretine iştirak edebilmek için, uçağının Şabat (Cumartesi) tatiline denk gelen bir vakitte kalkacağından dolayı hahamdan özel izin çıkardı. Bu da hahamların ayrı bir özelliği. Kendilerini adeta Rab yerine koyarak onun yasakları veya emirleri üzerinde keyiflerine göre oynama yapabileceklerini, istedikleri için yasağı kaldırabileceklerini düşünüyorlar.
Trump bu ziyaretinde Suudi Arabistan yönetiminden şimdiye kadar perdenin arkasında yürüttüğü ilişkileri artık perdenin önüne taşımasını istedi. Bununla kastettiği ise siyonist işgal rejimiyle ilişkilerini normalleştirmesi, açıktan yürütmesi ve perdenin arkasında yürütmeye gerek görmemesiydi.
Trump’ın bu ziyaretinin hemen ardından başlatılan Katar’a yönelik ablukanın önemli bir boyutunu da Filistin meselesi oluşturuyordu. Katar’ın Filistin konusunda Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır dörtlüsüyle aynı yerde durması, Filistin’deki direnişin siyasi kanadının ileri gelenlerini sürgün etmesi, Filistin direnişine tamamen kapıları kapatması ve Gazze’ye yönelik yardımlarını tamamen durdurması isteniyordu. Katar’ın kendisinden istenen siyasi tutumu sergilemesi halinde, Trump’ın hazırladığı plana da engel çıkarmayacağı böylece bu plan konusunda Arap dünyasında bir ittifak sağlanması için zeminin oluşturulması mümkün olacaktı. Ancak Katar’ın dayatmalara boyun eğmemesi üzerine ona karşı abluka kararı alındı.

Trump’ın talimatları doğrultusunda Katar’ı kıskaca alan dörtlü bir yandan da diğer Arap ülkelerinin kendilerinin yanlarında yer almalarını sağlamak için onlara baskı yaptılar. Baskı yaptıkları ülkelerden biri de Ürdün’dü. Çünkü Ürdün’ün sergileyeceği tutum Filistin davasını tarihe gömme planında etkili olacaktı. Ürdün işgal altındaki Filistin topraklarıyla en geniş sınırlara sahip ve nüfusunun yarıdan çoğu da Filistinlilerden oluşan bir ülkedir. Ancak Ürdün, Katar’la ilişkilerini tamamen kesmedi, sadece seviyesini düşürdü. Bunun üzerine Suudi Arabistan ve BAE, Ürdün’e yardımlarını büyük ölçüde kesti. Bu yardımların kesilmesi Ürdün’ü ekonomik yönden sıkıntılara soktu. Çünkü Ürdün kendi ayakları üstüne durabilen bir ülke değildir. Dış yardımların kesilmesi üzerine içerideki kaynakları artırmak amacıyla IMF’nin verdiği reçeteyi uygulayarak yeni vergi yasası tasarısı hazırladı. Bu tasarı da ülke halkının tepkisine ve meydanlara çıkmasına neden oldu. Bu olaylar üzerine Ürdün Kralı II. Abdullah, Hani el-Mulki’nin başkanlığındaki hükümetin istifasını istedi. Ürdün’de siyasi istikrarın bozulmasının hem diğer Arap ülkelerini hem de siyonist işgal rejimini etkileyeceğini fark eden Suudi Arabistan Kralı Selman, Ürdün kralını davet ederek yardım vaadinde bulundu. Fakat bu yardım karşılığında ondan, damat Kushner’in gözetiminde hazırlanan ve dediğimiz gibi Filistin davasını tümüyle tarihe gömmeyi amaçlayan anlaşmaya destek verme sözü aldığını yapılan görüşme sonrasında vuku bulan bazı gelişmeler ve Ürdün Kralı II. Abdullah’ın yaptığı bazı açıklamalar gün yüzüne çıkardı.

Peki nedir bu anlaşma planı?

Bu plan ABD’nin “ Yüzyılın Anlaşması ” olarak yutturmaya çalıştığı sinsi bir oyundur. Henüz tam olarak metni ortaya çıkmamış olan bu anlaşma planının üç temel amacı bulunmaktadır. Bunların birincisi Kudüs’ün doğusuyla batısıyla tamamen siyonist işgal rejimine bırakılması, Filistin tarafının bu şehirle ilgili bütün iddialarından vazgeçmeleri ve buranın artık işgal rejiminin başkenti olarak kabul edilmesi için bütün tavizleri vermelerinin sağlanmasıdır. ABD’nin büyükelçiliğini Kudüs’e taşımasının amacı da siyonist işgalin bu şehrin tümü üzerinde meşrulaştırılmasını sağlamaktı. İkincisi Filistin devletinin sadece Gazze ile Batı Yaka’nın A ve B kategorisine giren toprakları üzerinde kurulması, C kategorisine giren yani yahudi yerleşim merkezlerinin bulunduğu toprakların ise siyonist işgal rejimine bırakılmasıdır. Üçüncüsü de toplam Filistin nüfusunun yarıdan çoğunu oluşturan, vatanlarından çıkarılmış Filistinli mültecilerin yurda dönüş haklarının tamamen iptal edilmesi, onların artık hiçbir şekilde yurda dönüş talebinde bulunmamalarıdır.
Burada görünüşte Filistin halkının lehine gösterilebilecek tek şey şeklen bir Filistin devletinin kurulmasıdır ki bu devlet de tamamen siyonist işgal rejimine mahkûm olacaktır. Görünüşte bağımsızlığını ilan etse de gerçek anlamda özgür ve bağımsız olamayacaktır. Böyle bir devlet karşılığında ise Trump yönetimi Filistinlilerden, Kudüs’ten tamamen vazgeçmelerini, onu tümüyle siyonist işgal rejimine bırakmalarını, Batı Yaka bölgesindeki C kategorisine giren topraklardan vazgeçmelerini, buralarda işgalin devam etmesine razı olmalarını, yurtlarından çıkarılmış mültecilerin yurda dönüş haklarından da temelli vazgeçmelerini istiyor. Böyle bir anlaşmanın gerçekte bir tuzak, Filistin davasını satmak ve ihanet olacağını Filistin gerçeğini görebilen herkes dile getiriyor. O yüzden bu planla ilgili haberlerde ve yorumlarda bundan “ Yüzyılın Anlaşması ” olarak değil “ Yüzyılın Komplosu ” veya “ Yüzyılın Satışı ” olarak söz ediliyor.
Başını Suudi Arabistan’ın çektiği, Arap dünyasındaki ihanet cephesi Filistin Yönetimi’nin bu anlaşmayı kabul etmesi için baskı yapmaya Kasım 2017’den itibaren başladı. Kasım 2017’nin başında Suudi Arabistan yönetimi Filistin Başkanı Mahmud Abbas’ı Riyad’a davet etti. Bu davet esnasında yapılan görüşmelerde Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed bin Selman’ın ona ya Kushner’in gözetiminde hazırlanan anlaşmayı kabul etmek ya da istifa etmek zorunda olduğunu söylediği haber kaynaklarında dile getirildi.
Aslında Mahmud Abbas’ın Filistin davasına sahip çıkma konusunda yeterince hassasiyet sahibi olmadığı, koltuğunu korumak için halkına zarar verecek büyük tavizler vermekten çekinmeyeceği, şu anda işgal rejimi hesabına Gazze’ye uyguladığı yaptırımların da onun gerçek tavrını gözler önüne serdiği söylenebilir. Ancak zikrettiğimiz üzere anlaşma çok büyük tavizleri gerektirmektedir ve buna Filistin halkından büyük tepkiler geleceği tahmin edilmektedir. Abbas’ın tereddütlü davranmasının sebebi de işte bu tepkilerden çekinmesidir. Abbas böyle bir anlaşmaya onay vermesi durumunda kendini büyük bir hain olarak Filistin tarihine yazdıracağını biliyor.

Anlaşmaya tamamen karşı olan Filistin direnişinin iyice kıskaca alınması için de, ABD ve işgal yönetimiyle işbirliği içinde olan cephe yoğun bir faaliyet yürütüyor. Bunların en ilginçlerinden biri Suudi Arabistan Müftüsü Abdülaziz bin Abdullah Âl-i Şeyh Et-Temimi'nin verdiği ve Filistin direnişini hedefe yerleştiren siyasi fetvadır. Suud müftüsü söz konusu fetvasında Filistin İslâmî Direniş Hareketi'ni yani Hamas'ı terör örgütü olarak nitelendirirken siyonist işgal rejimiyle savaşmanın da caiz olmadığını iddia etmişti. Suud rejiminin de Filistin direnişine Arap dünyasından yardımların tamamen kesilmesi için ABD ve İsrail hesabına gözlemcilik yaptığı biliniyor.

Ancak bu planın başarılı olması mümkün görünmemektedir. Çünkü Suudi Arabistan ve onunla birlikte ihanet cephesinde yer alan ülkeler Filistin meselesinde Filistin halkını temsil konumunda olan bir taraf değildir. Filistin meselesinin tarafları siyonist işgal rejimiyle Filistin halkıdır. Suudi Arabistan ve onunla birlikte ihanet cephesinde yer alanlar ise işgal rejimi hesabına Filistin direnişine ve halkına baskı yapmakla işgal rejimiyle aynı tarafta yer almış durumdadır. Bu durumda Suud rejimiyle işgal rejiminin ittifakı, aynı tarafın kendi içindeki anlaşması anlamına gelir. Meselenin tarafları arasında bir anlaşma anlamına gelmez.

Suud cephesi ve işgal rejimi bundan kaynaklanan sorunu aşmak amacıyla Mahmud Abbas yönetimini anlaşmayı kabul etmeye zorluyor. Abbas yönetiminin böyle bir anlaşmayı onaylaması ise Filistin davası açısından ciddi anlamda bir tehlike oluşturur. O yüzden Filistin direnişi Abbas yönetiminin böylesine tehlikeli bir anlaşmaya imza atmaması için yoğun çalışma yapıyor. Suud tarafı ise baskı gücünü kullanmaya çalışıyor. O yüzden her hal ü kârda Filistin davası açısından tehlikeli bir oyun oynandığını dile getirmek zorundayız. Fakat bu tehlikeli oyun Filistin halkının ve direnişinin davasından ve taleplerinden vazgeçmesi gibi bir sonuca götürmeyecektir.

http://www.vahdet.info.tr/filistin/dosya8/2219.html


***