İktidar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İktidar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Nisan 2020 Perşembe

İktidar, Demokrasiden Uzaklaşıyor

İktidar, Demokrasiden Uzaklaşıyor


ÖN BİLGİ..,

    2 Mart 1988 tarihinde Anayasa Mahkemesi Başkanvekilliği, 8 Mayıs 1991 ve ardından 25 Mayıs 1995’te ikinci defa Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yaparak, 1 Ocak 1998 tarihinde emekli olan Sayın Yekta Güngör Özden ile Anayasa değişiklik paketinin hazırlanış-sunuş sürecini ve referandum sonucuna dair öngörülerini konuştuk. Anayasa değişikliği evrelerinde demokratik yollara özen gösterilmediği gibi içeriğin, yargıyla ilgili bölümlerinde demokrasiye uygun davranılmadığının çok belirgin  olduğuna dikkat çeken Özden, “Ne toplumsal uzlaşma izlenmiş ne de çağımızın evrensel değerlerine uyulmuştur” dedi. 


    Açıklamasının devamında ‘Güçler ayrılığı’ ilkesinin göz ardı edilmekle kalınmamış olduğunu vurgulayan Özden, ‘güçler birliği’ ile tek adamlık’ düzenine özlemi gerçekleştirecek bir yapı düşünüldüğünü ifade etti.

Anayasa Mahkemesinin, kararı konusunda ise “Anayasa Mahkemesi, hukukun siyasallaşmasını önlemek görevinde bu kez başarılı olamamış, kendi geleceğini de iktidarların avucuna düşürmüştür” diye konuştu. Referandum içeriğinde
yer alan değişikliğin tümünün birden oylanmasının ise büyük bir hata olduğunu kaydetti. Referandum kampanyalarında iktidarın hırs ve imkânlarının üstünlüğü nü vurgulayan Özden, ülke rejiminin devamı için siyasi partilerin ve demokratik  tüm kurumların el birliğiyle halkın bilinçlendirilmesi yönünde başarılı çalışmalar yapması gerektiğini belirtti ve oyların, ‘namus’ bilinerek, bilinçle kullanılması gerektiğini söyledi.

İktidar, Demokrasiden Uzaklaşıyor


  Anayasa değişikliğinin siyasal bir kalkışma olduğu açıktır Anayasa değişiklik paketinin hazırlanış, sunuş ve referanduma gidiş şekli anayasaya uygun mudur? “Sivil anayasa yapacağız” diyen iktidar demokratik yollardan geçerek mi bu hazırlığı yapmıştır?

   Anayasa, ülkenin ulusal yaşamının düzenlenmesinde ve devletin örgütlenmesinde en etkin yeri olan hukuksal metindir. 

Bu nedenle ulusal yaşam andıdır. Böyle bir belgenin hazırlanmasından yürürlüğe konulmasına kadar tüm aşama ve evrelerde, toplumsal katkıya ağırlık ve öncelik verilmelidir. Yalnız iktidarın ya da siyasal partilerin istencine bırakılırsa benimsenip içselleştirilmesi, etkinlik ve saygınlığı yeterli olmaz. Değişikliklerden, yeniden-al baştan yapımına değin, tartışmalarla gölgelenir. AKP iktidarı, kendi eğilim ve bağımlılığına uygun bir düzen peşindedir. Bu zayıflığı, Anayasa Mahkemesi kararıyla; ‘laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak’tan aldığı ceza ile
vurgulanmıştır. ‘Ilımlı İslam’ devleti yapısına ulaşmak için göz ardı ettiği ilkeler bir yana, yurdun kurtuluşu ve cumhuriyetin kuruluşu konusundaki ilkelerle, değerleri de yıkmak ve yıkılmasına seyirci kalmak gibi bir tutum içinde olmuştur.


Önündeki engelleri kaldırmak için de Anayasa değişikliğini kaçınılmaz
görünce kendi kafasına uygun kimi hukukçulara bir ön metin hazırlatmış,
tepkiler alınca sumen altı etmiştir. 
   Sonra başka konulardaki olumsuzluklar da eklenince kendilerini  korumak ve kurtarmak amacıyla güvenceye almak için yargıyı ele geçirmek üzere yanıltıcı ve aldatıcı başka kurallarla süsleyerek,  gündeme getirmiştir. 
    Yine kendine yakın kuruluşlarla görüşüp desteklerini alarak, Yasama organına sunmuştur.

    Oysa toplumun her kesiminin, özellikle üniversitelerin, baroların, meslek odalarının, uzmanların görüşlerini de aldıktan sonra kendisi için değil; ulus için, devlet için yaraşır bir Anayasa taslağı oluşturmalı idi. Bundan kaçınmıştır.

    Yaklaşan genel seçim nedeniyle telaşa düşmüştür. İsviçre’de, 1974’te başlatılan değişiklik, 2001 yılında yürürlüğe konmuştur. Bizdeki alelacele Anayasa değişikliğinin siyasal bir kalkışma olduğu açıktır.


Ayrıca TBMM görüşmelerinde İç Tüzük’e uygun davranılmadığı, 111 milletvekili nin Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuruda açık seçik ortaya konulmuştur.
Sonucu, sağlama bağlamak isteyen iktidar, ‘Anayasa değişikliklerinin Halk oyuna Sunulması Hakkında’ 23.5.1987 günlü-3376 no’lu Yasa’nın 2. Maddesindeki
120 günlük süreyi 45 güne indirmek için Meclis’e değişiklik tasarısı getirmiş ancak 60 gün ile yasalaşmıştır.


Bu da Yüksek Seçim Kurulu’nun Anayasa’nın 67/son fıkrası gereğince değişiklikten bir yıl sonra uygulanması kararıyla başarıya ulaşamamıştır.

Sivil Anayasa’, ‘Reform’, ‘Demokrasinin açılımı’ sözlerinin gerçeği yansıtmadığı, asıl amacın;

  ‘Yandaş Yargı’ oluşturmak olduğu ilgililerinin konuşmalarından, yandaş
medyanın sürdürdüğü izleneceklerden, düzenlenen etkinlik ve tartışmalardan
bellidir. Anayasa değişikliği evrelerinde demokratik yollara özen gösterilmediği gibi içeriğin, yargıyla ilgili bölümlerinde demokrasiye uygun davranılmadığı çok belirgindir.

  Ne toplumsal uzlaşma izlenmiş ne de çağımızın evrensel değerlerine uyulmuştur.
Güçler-erkler ayrılığı göz ardı edilmekle kalınmamış, ‘güçler birliği’ ile ‘tek adamlık’ düzenine özlemi gerçekleştirecek bir yapı düşünülmüştür.
Yargı bağımsızlığı ile gerçekte halkın, hak arama özgürlüğünün ve adaletli yargılanma hakkının dayanağı olan ‘yargıç güvencesi’ çiğnenmiştir. Olanlar da olacakların habercisidir…



    Anayasa Mahkemesi kendi geleceğini de iktidarların avucuna düşürmüştür Anayasa Mahkemesinin referandum hakkında aldığı karar konusundaki görüşleri niz nedir?

Anayasa Mahkemesi’nin halkoylaması konusunda aldığı kararın, olumlu ve olumsuz yönleri vardır.

   Kuşkusuz, Anayasa’nın 148. maddesi gereğince iş olsun türünden Anayasa
değişiklikleri için getirilen sınırlı denetim, biçim denetimidir. Mahkeme,
asla öz (esas) yönünden denetim yapmamış, denetimini biçim yönünde
yapmıştır. Tersine nitelemeler ve savlar, iktidarcılarla iktidarın gerçek dışı sözleridir. 

İşlerine gelmeyen karara karşı, ağızlarına geleni söyleme alışkanlığındandır. 

  Bu da yetmiyormuş gibi üyeleri, medyaya sızdırılıp yanlış yorumlanan ve amaçlı değerlendirilen konuşmalar ve gözdağı niteliğindeki tutumlarla baskı altına almışlardır. Mahkeme, Anayasadaki basit üç koşuldan önce ‘Değiştirilmesi
öngörülemez kurallara yönelik değişiklik önerileri biçim Söz konusu olduğundan’ incelemesini bu yönde yaparak sonuca varmıştır. Elbet denetlenen, metindir. 

   Elbet iptal, kimi düzenleme bölümlerini geçersiz kılacaktır. Bu, esasa yönelik inceleme yapmak olmadığı gibi yetki gaspı vs değildir. Mahkemeyi kapatmaktan
söz edip üyelere yaptırım uygulanmasını öneren Meclis Başkanlarının katılınması olanaksız, konumlarına yaraşmayan sözleri AKP’li anlayışının yankılanmasıdır. 
   Hukuk devleti anlayışıyla asla bağdaşmayan bu tutucu, sömürücü anlayış, karşı karşıya olduğumuz tehlikelerin belirtilerinden kimilerini özetlemektedir.
Mahkeme, biçim yönüne ilişkin incelemenin anlamını ikinci kez belirlemiştir.

(Birincisi, Anayasanın 10. ve 42. Maddelerine yönelik biçim nedeniyle geri çevrilen değişiklikte olmuştu). 

Anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulmasından sonra denetlenebileceği savını da çürütmüştür.

Anayasanın 148, 175. maddeleriyle 3376 nolu Yasanın ilgili maddelerine aykırı savın yerinde olmadığı, karara bağlanmıştır. Denetlenen, Resmi Gazete’de yayımlanan yasadır.

   Ancak denetlenen maddelerde iptal edilen tümceler toplam 48 sözcüktür. Bunların kaynağı, temeli olan kuralın, hukuka uygun bulunması yanlış olmuştur. Bu sonuçta baskılardan, atama yöntemlerine, kişilerle ilgili söylentilere kadar geniş bir kuşku alanının etkisi olup olmadığı gerekçeli kararın karşı oylarla
birlikte yayımlanmasıyla anlaşılacaktır.

   Mahkeme, bir olanağı kaçırmış; 
1961 Anayasasının getirdiği açılımın askeri yönetimce daraltılmasını önlemek ve aykırılıkları gidermek fırsatını değerlendirememiştir.
Bu, asla siyasal bir karar değildir. Ancak Cumhur başkanının üye atamasının
yanlışlığını bir kez daha kanıtlamıştır. 
Anayasa Mahkemesi, hukukun siyasallaşmasını önlemek görevinde bu kez başarılı olamamış, kendi geleceğini de iktidarların avucuna düşürmüştür.

‘Darbe Anayasası’ diye anılan anayasamıza göre yapılması planlanan değişiklik paketi ile gerçekten sivil ve demokratik bir anayasaya kavuşacak mıyız?

Değişiklik Paketinin ‘gerçekten sivil ve demokratik bir Anayasa’ ile ilgisi bulunmamaktadır. Gerçekten demokratik bir Anayasa istense idi yargıyla ilgili kurallar böyle olmazdı.

   Yandaş Yargı, İktidar Yargısı, Sözde Yargı, Göstermelik Yargı savlarına haklılık veren yapıyı öngören değişikliğin öbür kuralları yıllardan beri söylenen, istenen, beklenen kurallardı. Kimileri yazıla, söylene bıkkınlık getirmişti. Kimileri de olağan gelişmeleri içermektedir.

   Ancak kişisel, toplumsal yaşamda kazandıracakları çok az olmaktadır.
1961 Anayasasının getirip 1982 Anayasasının götürdüklerini geri getirmektedir. Maddeler, ayrı ayrı değerlendirilse; yargı değişikliğini sağlamak için konulan süsler, dolgu maddeleri olduğu benimsenir. Üniversite özerkliği, işsizlik, toplu sözleşme, devrim yasaları vb konularda atılım sayılacak hiçbir ilerleme yoktur.

   İktidarın tutumu, demokrasiye yakınlaşmayı değil, demokrasiden uzaklaşmayı göstermektedir. Olanlar ortadadır. 
Gözaltılar, tutuklamalar, özel yetkili mahkemeler, özel yaşamın gizliliğinin çiğnenmesi, iletişim özgürlüğü, rektör ve yargı üyesi atamaları; nasıl gidildiğinin
göstergesidir…

Oluşan, ‘AKP Anayasası’dır.

Değişikliği öngörülen maddeler hukuksal açıdan ne kadar yeterlidir?

Değişikliği öngörülen kurallar, biraz önce de değindiğim nedenlerle
gereksinimleri karşılayacak durumda olsalar bile değişikliğin tümü yetersizdir.

Yargıyla ilgili kuralların dışındakilerin getireceği bir şey yoktur ama değişikliğinin tümünün özellikle yargıyla ilgili kurallarının götüreceği çok şey vardır. Değişikliğin tümünün birden oylanması da (Meclis’te 367 oyun altında kaldığından, oylamanın nasıl yapılacağını Meclis kararlaştırıyor) bir büyük hatadır. Değişiklik, yürürlüğe girerse yargı bağımsızlığından, yargıç güvencesinden, demokrasiden, insan haklarından, hukuk devletinden, laiklikten söz etmek olanaksız kalacaktır. Artık yargı, iktidar partisi il ve ilçe başkanlarıyla
Adalet Bakanlarının etkisinde, milletvekillerinin pençesinde kıvranacaktır.

    Anayasa, Danışma Meclisi’nden ve halkoyundan geçmiştir. Askerlerin
etkisi ve ağırlığı açık olmakla birlikte ‘Askeri Anayasa’ demek yanlıştır. ‘Sivil Anayasa’ deyişi, tıpkı Cumhurbaşkanını halk seçtirerek olumlu bir şey yapılıyormuş göstermeye benzemektedir. Başbakanın, “Şimdi halk karar verecek, millet söz söyleyecek” diyerek, yığınları okşamasının bir türüdür. Oluşan, ‘AKP Anayasası’dır. 
Bu bakımdan maddelerin ayrı ayrı değerlendirilmesini gerekli ve yararlı bulmuyorum.

Yargıyla ilgili maddeler dışındakilerin yürürlüğe girmelerinin yararı olmasa da sakıncası yoktur ama yargıyla ilgili maddeler yürürlüğe girerse sakınca, çok büyük olur. Öbür maddelerin anlamı ve değeri azalır.       

   TC Anayasası değişiklik paketinin halka anlatılması ve halkın aydınlatılması
koşulları için zamanlama ve duyurular yeterli midir?

Değişiklik paketinin halka anlatılmasının süresi ve koşulları yeterli değildir. Seçim yasalarının kuralları uygulanacağından ‘yasak’lar, kimi yerlerde yönetimin baskıya dönüşen el atmalarıyla zamansız ve yersiz uygulanmaktadır. Halkımızın siyasal, toplumsal, kültürel düzeyi bellidir. Hukukçuların kimilerinin bile güç anladığı kuralları, halkımızın anlayarak değerlendirmesi beklenmemelidir. 
Spor takımları tutar gibi parti tutma biçiminde oylama bilinmektedir. 

Buna karşın, son siyasi gelişmelerin umut rüzgârı estirmesi olumlu bir yöneliş sayılmaktadır.
Halka anlatma yolunda medyaya, aydınlara, demokratik kitle örgütlerine büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. İktidar ağırlıklı medya yanında, 3376 no’lu Yasa’nın Cumhurbaşkanı’na bile yer vermesi, ‘silahların eşitliği’ ilkesine
uyulmadığının göstergesidir. Bunlar gözetilerek çalışılmalıdır.

   Ülke rejimi bu Anayasa değişikliğiyle tehlikeli bir dönemeçtedir Bir takım partilerce bunun bir siyasi oylama gibi algılatılması yönündeki çalışmaların ülke rejimi açısından yanlış boyutu nedir?

Kimi partilerin davranışı, ülkenin geleceği yönünden sakıncalar taşımaktadır.
Eğilim, anlayış birlikteliği ve benzerleriyle iktidarı destekleyenlerin hukuk devleti- gerçek demokrasiyle hiçbir bağları olmadığı daha iyi anlaşılmaktadır. Yeni bir Anayasa yapmak yolunda girişimde bulunmak yerine, yamalarla 16. Anayasa
değişikliğine destek vermek; iktidarın koluna takılıp yürümekten başka bir şey değildir. Oylamanın, “AKP’ye Hayır” biçiminde algılanıp uygulanacağı kanısı yaygındır.

Bunu, seçime bırakıp Anayasa’yı ulusal yaşamımız ve hukuksal içeriğiyle
değerlendirerek oy kullanmak gerekir. Halkımızın sağduyusunun egemen olması dileğindeyim.

Seçimlerde halka nasıl yaklaştığı, valiler eliyle neler yaptığı bilinen iktidarın, kendisi için yaşam koşulu sayarak neler yapacağı kestirilemez.
Çok dikkatli olmak zorunluluğu paylaşılmaktadır. İktidar, her ne kadar tersini söylese de halkoyunun ‘Hayır’la sonuçlanması, çekilmesini hızlandırır. Ülke rejimi, bu Anayasa değişikliğiyle tehlikeli bir dönemeçtedir. Siyasal partilerin, iyi düşünüp iyi çalışmaları yalnız görevleri değil, varlıkları nedeniyle de borçlarıdır.
Şimdiden korsan afişler kullanılmaya başlanmıştır!

Oy’lar; ‘namus’ bilinerek ve bilinçle kullanılmalıdır Evet/Hayır sonuçlarına göre
özellikle hukuk, yargı, kuvvetler ayrılığı ve rejim kapsamında Türkiye, ne gibi konulara hazırlıklı olmalıdır? Anayasa değişikliği halkoyundan olumlu (‘Evet’ oylarının fazlalığıyla) çıkarsa, erkler ayrılığından söz edilemez.

   Yargı, siyasal iktidarın eline geçer. Günümüzde yüksek yargı organlarına
nasıl atama yapıldığı belli iken gelecekte hiçbir sınır ve ölçü tanımadan,
siyasal yanlılıkla bu işlemler yürütülecek, halkın adalet beklentisi, siyasal dayanaklara bağlı olacaktır. Laiklik ilkesine ödünlerle yaklaşanların arttığı bir ortamda bu ilke sulandırılacak, hukuk devleti ilkesiyle birlikte zayıflama, cumhuriyetin temel niteliklerini geçersiz kılacaktır. 

Bunun sonu karanlıktır. 

Tek adamlığa yöneliş de hızlanacaktır. Dikta belirtilerinin birbirine eklendiği  günümüzün yarını, Ortadoğu ülkelerinin çektiği sıkıntıların kaynadığı kazan değil, ‘kazanı kaynatan ocak’ olabilecektir. 
Demokrasi amaçlanarak kurulan cumhuriyetin temeli olan ‘erkler ayrılığı’ ilkesinin kaldırılması amacıyla rejim güvencesiz kalacak; kargaşa, ‘Ilımlı İslam’ devletiyle bile giderilemeyecektir.

Cumhuriyetin kalelerini bir bir ele geçiren iktidar, bu değişiklikten sonra başka işlemler, başka değişiklikler gerçekleştirecek, af yasası ile kendini sağlam bir zırha alacaktır. Dokunulmazlıklara dokunmayarak sergilediği söze bağlılık,
davranışıyla içtiği andan bağlılık aykırılıkları herkesi düşündürmeli, oylar; ‘namus’ bilinerek ve bilinçle kullanılmalıdır. Bu yolun geri dönüşü olsa bile çok güçtür; zaman yitirilerek, yaşam değerlendirilemez.

   Özetleyerek anlatmaya çalıştığım nedenlerle 12 Eylül 2010’da yapılacak
halk oylaması, hepimiz için (kişisel ve kuruluşlar olarak) bir ders, bir sınav niteliğindedir. Siyasal iktidarı anayasa, hukuk, adalet ve ahlak sınırında
tutmakla görevli yetkili Anayasa yargısından, siyaset yaptığını sananlar
hiç hoşlanmaz. Her yaptıklarının geçerli sayılmasını isterler.

Anayasanın 148. maddesindeki yasaların son oylama çoğunluğu, Anayasa
değişikliklerinin önerme, kabul çoğunluğu ve iki kez görüşme zorunluluğuyla
sınırlı biçim incelemesinin dar anlamdaki basitliği, bir denetim değildir. Denetim sayılması istenen bir geçişme dir. Bununla Anayasa Mahkemesinin elini kolunu bağlayarak, kendilerinin denetimsiz ve sınırsız yetkilerine ölçü koyulmasına
karşı çıkmak, demokrasiyle bağdaşan bir anlayış olamaz.

Kanun hükmünde kararnamelere ilişkin görüşme yöntemine de uyulmamaktadır.
Yönetimin her tür eylem ve işleminin bağımsız yargının denetimine açık tutulması zorunluluğuna işlerlik kazandırmak için atılan adımlar olumlu olmakla birlikte yeterli değildir.

1961 Anayasası döneminde Yüksek Hâkimler Kurulunun kararları, yargı denetimi ne bağlı idi. Şimdi bu yolun açılması iyi ama Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulunun başında Adalet Bakanı, içinde Bakanlık müsteşarı olduktan, üyelerinin seçilmesinde yönetimin (Cumhurbaşkanı, Anayasanın 8. Maddesine göre
Yürütmenin içindedir) ağırlığı bulunduktan sonra yargının bağımsızlığı
savunulamaz.

Anayasa hukukçularının eleştirileri kimi gazete ve dergilerde yayımlanmaktadır.
İktidar yandaşları dışında halk oylamasına olumlu bakanlar, ‘yok’ denecek kadar azdır.

  Bilimin, aklın, deneyimlerin ve olayların ışığında yargının bağımsızlığını tümüyle ortadan kaldıran bir Anayasa değişikliğinin benimsenmesi, olanaksızdır.

Her kesimin ağzına bir parmak bal sürülerek oylarını kazanmak yolu izlenmekte dir ama hukuk devleti olmadıktan sonra bu bal, zehirden farksız olur. 

Zamanla, tadı kaçar. İnanç sömürüsüyle demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri sömürüsü birlikte yürütülmekte, adalet, hukuk ve yargı anlayışındaki bozukluklar
da uygulamalarla sürdürülmektedir.

   Üniversitelerin genelde suskunluğu, kimi hukukçuların yandaşlığı, kimi medya tetikçilerinin saldırısı da üzüntüyü arttırmaktadır.

   Yargısı bağımlı, yanlı, önyargılı hukuk devleti olamaz. Hukuk devleti olmayınca da demokrasi olamaz.
Demokrasi olmayan yerde de insan hak ve özgürlükleri olmaz.

İktidar olur, muhalefet olmaz. 
Muhalefet olmayınca denetim olmaz; dikta olur…

Peki, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın kararları duyurması yöntemi uygun mu?

   Yanlış anlaşılan durumu açıklamak için bu soruyu da ben kendi kendime sorarak, derginizin okurlarına ve yurttaşlarıma bilgi vermek istedim:
Anayasanın 153. Maddesinin 1. Fıkrasının ikinci tümcesinde;

   “İptal kararları, gerekçesi yazılmadan açıklanmaz” denilmektedir. 

1961 Anayasasının ilk biçiminde kararların verildiği gün yürürlüğü
benimsenmiş ti. 1971 değişikliğinde, gerekçeli yayımla yürürlüğe gireceği öngörüldü. 1982 Anayasası, Resmi Gazete’de yayım koşulunu yineledi
(Mad.153/Son). Şimdiki durumda iptal kararlarının gerekçesi yazılmadan açıklanmaması ‘ret kararı’nın açıklanmasında uygulanmıyor. 

   Açıklanmayınca, iptal kararı verildiği sanılıyor ama karar, ret de olabiliyor. İptal ile ret karışınca, sakıncalar doğabiliyor. Bu nedenle 1983 yılından beri
kararlar açıklanmıyor; sonuç bildiriliyor. Açıklama; kararın gerekçesi,
karşı oylarıyla birlikte olur. Oysa sonuç bildirilerek kamuoyu aydınlatılıyor,
Yasama organıyla Yürütme organına işlemler konusunda ışık tutuluyor, ilgililer de karışık ve yanlış anlamalardan kurtuluyor. Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümediğinden iptal edilen kararla yapılması olanağı bulunan kimi işlemler, karar yayımlanıncaya kadar yapılmaktan uzak kalınabiliyor. Hukuk devletinde kararı açıklamanın yararı var, zararı yok ama ‘açıklama’nın koşulları
ayrı… Anayasa’ya iktidarın kendi dediklerinin yanlış da olsa egemen kılınması için koydukları bu kurala da aykırılık olmaması için yapılan duyuru, açıklama değil; sonuç bildirmelidir. Bunun yöntemini de Başkan belirlemektedir. Benim zamanım da bu görevi, Başkan vekiline vermiştim. Şimdiki Başkan, kendisi basın ilgilileri önünde açıklamakta, kişisel görüşlerini de yansıtmaktadır. Bu katılınsın, katılın masın; onun, bileceği iştir...

Anayasa Mahkemesi kendini yasa koyucu yerine koyarak bir hüküm hiç kurmamıştır

Bir de “Anayasa Mahkemesinin, kendini yasa koyucu yerine koyarak yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm kuramayacağına” ilişkin Anayasanın 153. maddesinin 2. Fıkrası var: Bu gereksiz ve anlamsız kural, üyelere; “Milletvekilliği yapmayın; Mahkeme olarak kendinizi, Meclis yerine koymayın!” demektedir. 

Buna gerek var mı?

Üyeler, Yetki ve görevlerini bilmezler mi? 

Doğal olarak kimi kararlar, düzenlemeden başka bir duruma neden olabilir. İstenenle, karar bağdaşmazsa durum değişir. 2. Fıkra siyasetçilerin,
amaçlı ve yanlış anlamalarıyla Mahkemenin suçlanmasına neden olmaktadır.

Mahkeme, hiç bir zaman kendini yasa koyucu yerine koyarak bir hüküm kurmamıştır. Yapması gereken işi yapmıştır. 
Sonucun Meclis düzenlemeleriyle ters düşmesi, yasa koyucu yerine geçmek, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde kural koymak sayılması doğru değildir.

Anayasa değişikliklerimiz diğer ülkelere oranla çok sık yapılmakta Anayasanın 81. ve 103. maddelerindeki andı içenlerin antlarına aykırı tutum ve davranışlar içinde olması da ülkemizde Anayasa’ya bağlılığın, hukuka saygının, yargıya güvenin yeterli olmadığının kanıtıdır.

Sorunun Asıl yönü budur.

  Türkiye mizdeki ölçüde sık sık ve çok Anayasa değişikliğinin başka ülkelerde yapıldığına rastlanmamaktadır.

Gereken özenin gösterildiği kanısında olmadığımı üzülerek belirtiyorum.


***

17 Nisan 2020 Cuma

REFERANDUM ve ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ.,

REFERANDUM ve ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ.,


İktidar, Demokrasiden Uzaklaşıyor.,
 Yekta Güngör Özden 
EYLÜL 2010 SAYI: 26

2 Mart 1988 tarihinde Anayasa Mahkemesi Başkanvekilliği, 8 Mayıs 1991 ve ardından 25 Mayıs 1995’te ikinci defa Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yaparak,
1 Ocak 1998 tarihinde emekli olan Sayın Yekta Güngör Özden ile Anayasa değişiklik paketinin hazırlanış-sunuş sürecini ve referandum sonucuna dair öngörülerini konuştuk. 
    Anayasa değişikliği evrelerinde demokratik yollara özen gösterilmediği gibi içeriğin, yargıyla ilgili bölümlerinde demokrasiye uygun davranılmadığının çok belirgin olduğuna dikkat çeken Özden, “Ne toplumsal uzlaşma izlenmiş ne de çağımızın evrensel değerlerine uyulmuştur” dedi. Açıklamasının devamında 
  ‘Güçler ayrılığı’ ilkesinin göz ardı edilmekle kalınmamış olduğunu vurgulayan Özden, ‘güçler birliği’ ile ‘tek adamlık’ düzenine özlemi gerçekleştirecek
bir yapı düşünüldüğünü ifade etti.

    Anayasa Mahkemesinin, kararı konusunda ise “Anayasa Mahkemesi, hukukun siyasallaşmasını önlemek görevinde bu kez başarılı olamamış, kendi geleceğini
de iktidarların avucuna düşürmüştür” diye konuştu. Referandum içeriğinde yer alan değişikliğin tümünün birden oylanmasının ise büyük bir hata olduğunu
kaydetti. Referandum kampanyalarında iktidarın hırs ve imkânlarının üstünlüğü nü vurgulayan Özden, ülke rejiminin devamı için siyasi partilerin ve demokratik  tüm kurumların el birliğiyle halkın bilinçlendirilmesi yönünde başarılı çalışmalar yapması gerektiğini belirtti ve oyların, ‘Namus’ bilinerek, bilinçle kullanılması  gerektiğini söyledi.


İktidar, Demokrasiden Uzaklaşıyor.,



    Anayasa Değişikliğinin siyasal bir kalkışma olduğu açıktır Anayasa değişiklik paketinin hazırlanış, sunuş ve referanduma gidiş şekli anayasaya uygun
mudur? “ Sivil Anayasa yapacağız ” diyen iktidar Demokratik yollardan geçerek mi bu hazırlığı yapmıştır?

    Anayasa, ülkenin ulusal yaşamının düzenlenmesinde ve devletin örgütlenmesinde en etkin yeri olan hukuksal metindir. Bu nedenle ulusal yaşam andıdır. 

    Böyle bir belgenin hazırlanmasından yürürlüğe konulmasına kadar tüm aşama ve evrelerde, toplumsal katkıya ağırlık ve öncelik verilmelidir. 

Yalnız iktidarın ya da siyasal partilerin istencine bırakılırsa benimsenip içselleştirilmesi, etkinlik ve saygınlığı yeterli olmaz. Değişikliklerden, yeniden-al baştan yapımına değin, tartışmalarla gölgelenir. AKP iktidarı, kendi eğilim ve bağımlılığına uygun bir düzen peşindedir. 

    Bu zayıflığı, Anayasa Mahkemesi kararıyla; ‘laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak’tan aldığı ceza ile vurgulanmıştır. ‘ Ilımlı İslam’ Devleti yapısına ulaşmak için  göz ardı ettiği ilkeler bir yana, yurdun kurtuluşu ve cumhuriyetin kuruluşu konusundaki ilkelerle, değerleri de yıkmak ve yıkılmasına seyirci kalmak gibi bir tutum içinde olmuştur.

   Önündeki engelleri kaldırmak için de Anayasa değişikliğini kaçınılmaz görünce kendi kafasına uygun kimi hukukçulara bir ön metin hazırlatmış, tepkiler alınca 
sumen altı etmiştir. Sonra başka konulardaki olumsuzluklar da eklenince kendilerini korumak ve kurtarmak amacıyla güvenceye almak için yargıyı ele geçirmek  üzere yanıltıcı ve aldatıcı başka kurallarla süsleyerek, gündeme getirmiştir. Yine kendine yakın kuruluşlarla görüşüp desteklerini alarak, Yasama organına sunmuştur.

    Oysa toplumun her kesiminin, özellikle üniversitelerin, baroların, meslek odalarının, uzmanların görüşlerini de aldıktan sonra kendisi için değil; ulus için, devlet için yaraşır bir Anayasa taslağı oluşturmalı idi. Bundan kaçınmıştır.

     Yaklaşan genel seçim nedeniyle telaşa düşmüştür. İsviçre’de, 1974’te başlatılan değişiklik, 2001 yılında yürürlüğe konmuştur. Bizdeki alelacele Anayasa değişikliğinin siyasal bir kalkışma olduğu açıktır.

     Ayrıca TBMM görüşmelerinde İç Tüzük’e uygun davranılmadığı, 111 milletvekilinin Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuruda açık seçik ortaya konulmuştur.

Sonucu, sağlama bağlamak isteyen iktidar, ‘Anayasa değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında’ 23.5.1987 günlü-3376 no’lu Yasa’nın 2. Maddesindeki
120 günlük süreyi 45 güne indirmek için Meclis’e değişiklik tasarısı getirmiş ancak 60 gün ile yasalaşmıştır.

Bu da Yüksek Seçim Kurulunun Anayasanın 67/son fıkrası gereğince değişiklikten bir yıl sonra uygulanması kararıyla başarıya ulaşamamıştır.

Sivil Anayasa’, ‘reform’, ‘demokrasinin açılımı’ sözlerinin gerçeği yansıtmadığı, asıl amacın; ‘Yandaş Yargı’ oluşturmak olduğu ilgililerinin konuşmalarından, yandaş medyanın sürdürdüğü izlencelerden, düzenlenen etkinlik ve tartışmalardan bellidir. 

   Anayasa değişikliği evrelerinde demokratik yollara özen gösterilmediği gibi içeriğin, yargıyla ilgili bölümlerinde demokrasiye uygun davranılmadığı çok belirgindir.
   Ne toplumsal uzlaşma izlenmiş ne de çağımızın evrensel değerlerine uyulmuştur.
Güçler-erkler ayrılığı göz ardı edilmekle kalınmamış, ‘güçler birliği’ ile ‘tek adamlık’ düzenine özlemi gerçekleştirecek bir yapı düşünülmüştür.

   Yargı bağımsızlığı ile gerçekte halkın, hak arama özgürlüğünün ve adaletli yargılanma hakkının dayanağı olan ‘yargıç güvencesi’ çiğnenmiştir. 
Olanlar da olacakların habercisidir…

   Anayasa Mahkemesi kendi geleceğini de iktidarların avucuna düşürmüştür Anayasa Mahkemesinin referandum hakkında aldığı karar konusundaki
görüşleriniz nedir?

    Anayasa Mahkemesinin halk oylaması konusunda aldığı kararın, olumlu ve olumsuz yönleri vardır.

    Kuşkusuz, Anayasa’nın 148. maddesi gereğince iş olsun türünden Anayasa değişiklikleri için getirilen sınırlı denetim, biçim denetimidir. 
Mahkeme, asla öz (esas) yönünden denetim yapmamış, denetimini biçim yönünde yapmıştır. Tersine nitelemeler ve savlar, iktidarcılarla iktidarın gerçek
dışı sözleridir. İşlerine gelmeyen karara karşı, ağızlarına geleni söyleme alışkanlığından dır. Bu da yetmiyormuş gibi üyeleri, medyaya sızdırılıp
yanlış yorumlanan ve amaçlı değerlendirilen konuşmalar ve gözdağı niteliğindeki tutumlarla baskı altına almışlardır. 

    Mahkeme, Anayasa’daki basit üç koşuldan önce ‘Değiştirilmesi öngörülemez kurallara yönelik değişiklik önerileri biçim konusu olduğundan’ incelemesini bu
yönde yaparak sonuca varmıştır. Elbet denetlenen, metindir. Elbet iptal, kimi düzenleme bölümlerini geçersiz kılacaktır. Bu, esasa yönelik inceleme yapmak 
olmadığı gibi yetki gaspı vs değildir. Mahkemeyi kapatmaktan söz edip üyelere yaptırım uygulanmasını öneren Meclis Başkanlarının katılınması olanaksız, 
konumlarına yaraşmayan sözleri AKP’li anlayışının yankılanmasıdır. Hukuk devleti anlayışıyla asla bağdaşmayan bu tutucu, sömürücü anlayış, karşı karşıya
olduğumuz tehlikelerin belirtilerinden kimilerini özetlemektedir.

    Mahkeme, biçim yönüne ilişkin incelemenin anlamını ikinci kez belirlemiştir. ( Birincisi, Anayasa’nın 10. ve 42. Maddelerine yönelik biçim nedeniyle geri 
çevrilen değişiklikte olmuştu). Anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulmasından sonra denetlenebileceği savını da çürütmüştür.

    Anayasa’nın 148, 175. maddeleriyle 3376 no’lu Yasa’nın ilgili maddelerine aykırı savın yerinde olmadığı, karara bağlanmıştır. Denetlenen,
Resmi Gazete’de yayımlanan yasadır.

    Ancak denetlenen maddelerde iptal edilen tümceler toplam 48 sözcüktür. Bunların kaynağı, temeli olan kuralın, hukuka uygun bulunması yanlış olmuştur. Bu sonuçta baskılardan, atama yöntemlerine, kişilerle ilgili söylentilere kadar geniş bir kuşku alanının etkisi olup olmadığı gerekçeli kararın karşı oylarla birlikte yayımlanmasıyla anlaşılacaktır.

Mahkeme, bir olanağı kaçırmış; 1961 Anayasasının getirdiği açılımın askeri yönetimce daraltılmasını önlemek ve aykırılıkları gidermek fırsatını değerlendirememiştir.

    Bu, Sosyal Siyasal bir karar değildir.


Ancak Cumhurbaşkanının üye atamasının yanlışlığını bir kez daha kanıtlamıştır.
Anayasa Mahkemesi, Hukukun siyasallaşmasını önlemek görevinde bu kez başarılı olamamış, kendi geleceğini de iktidarların avucuna
düşürmüştür.

    ‘Darbe Anayasası’ diye anılan anayasamıza göre yapılması planlanan değişiklik paketi ile gerçekten sivil ve demokratik bir anayasaya
kavuşacak mıyız?

    Değişiklik Paketinin ‘gerçekten sivil ve demokratik bir Anayasa’ ile ilgisi bulunmamaktadır. Gerçekten demokratik bir Anayasa istense idi yargıyla ilgili kurallar böyle olmazdı.

     Yandaş Yargı, İktidar Yargısı, Sözde Yargı, Göstermelik Yargı savlarına haklılık veren yapıyı öngören değişikliğin öbür kuralları yıllardan beri söylenen, istenen, beklenen kurallardı. Kimileri yazıla, söylene bıkkınlık getirmişti. Kimileri de olağan gelişmeleri içermektedir.

     Ancak kişisel, toplumsal yaşamda kazandıracakları çok az olmaktadır.

1961 Anayasasının getirip 1982 Anayasasının götürdüklerini geri getirmektedir. Maddeler, ayrı ayrı değerlendirilse; yargı değişikliğini sağlamak için konulan süsler, dolgu maddeleri olduğu benimsenir. Üniversite özerkliği, işsizlik, toplu sözleşme, devrim yasaları vb konularda atılım sayılacak hiçbir ilerleme yoktur.

    İktidarın tutumu, demokrasiye yakınlaşmayı değil, demokrasiden uzaklaşmayı göstermektedir. Olanlar ortadadır. Gözaltılar, tutuklamalar, özel yetkili mahkemeler, özel yaşamın gizliliğinin çiğnenmesi, iletişim özgürlüğü, rektör ve yargı üyesi atamaları; nasıl gidildiğinin göstergesidir…

Oluşan, ‘ AKP Anayasası’dır.


Değişikliği öngörülen maddeler hukuksal açıdan ne kadar yeterlidir?
Değişikliği öngörülen Kurallar, biraz önce de değindiğim nedenlerle gereksinimleri karşılayacak durumda olsalar bile değişikliğin tümü yetersizdir.

     Yargıyla ilgili kuralların dışındakilerin getireceği bir şey yoktur ama değişikliğinin tümünün özellikle yargıyla ilgili kurallarının götüreceği çok şey vardır. 
Değişikliğin tümünün birden oylanması da (Meclis’te 367 oyun altında kaldığından, oylamanın nasıl yapılacağını Meclis kararlaştırıyor) bir büyük hatadır. 

    Değişiklik, yürürlüğe girerse yargı bağımsızlığından, yargıç güvencesinden, demokrasiden, insan haklarından, hukuk devletinden, laiklikten söz
etmek olanaksız kalacaktır. 
    Artık yargı, iktidar partisi il ve ilçe başkanlarıyla Adalet Bakanlarının Etkisinde, Milletvekillerinin Pençesinde kıvranacaktır.

Anayasa, Danışma Meclisi’nden ve halkoyundan geçmiştir. Askerlerin etkisi ve ağırlığı açık olmakla birlikte ‘Askeri Anayasa’ demek yanlıştır. ‘Sivil Anayasa’ deyişi, tıpkı Cumhurbaşkanını halk seçtirerek olumlu bir şey yapılıyormuş göstermeye benzemektedir. Başbakanın, “Şimdi halk karar verecek, millet söz söyleyecek” diyerek, yığınları okşamasının bir türüdür. Oluşan, ‘AKP Anayasası’dır. Bu bakımdan maddelerin ayrı ayrı değerlendirilmesini gerekli ve yararlı bulmuyorum.

Yargıyla ilgili maddeler dışındakilerin yürürlüğe girmelerinin yararı olmasa da sakıncası yoktur ama yargıyla ilgili maddeler yürürlüğe girerse sakınca, çok büyük olur. Öbür maddelerin anlamı ve değeri azalır.

     TC Anayasası değişiklik paketinin halka anlatılması ve halkın aydınlatılması koşulları için zamanlama ve duyurular yeterli midir?

Değişiklik paketinin halka anlatılmasının süresi ve koşulları yeterli değildir. Seçim yasalarının kuralları uygulanacağından ‘yasak’lar, kimi yerlerde yönetimin baskıya dönüşen el atmalarıyla zamansız ve yersiz uygulanmaktadır. Halkımızın siyasal, toplumsal, kültürel düzeyi bellidir. Hukukçuların kimilerinin bile güç anladığı kuralları, halkımızın anlayarak değerlendirmesi beklenmemelidir. Spor takımları tutar gibi parti tutma biçiminde oylama bilinmektedir. Buna karşın, son siyasi gelişmelerin umut rüzgârı estirmesi olumlu bir yöneliş sayılmaktadır.

     Halka anlatma yolunda medyaya, aydınlara, demokratik kitle örgütlerine büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. İktidar ağırlıklı medya yanında, 3376 no’lu Yasa’nın Cumhurbaşkanı’na bile yer vermesi, ‘silahların eşitliği’ ilkesine uyulmadığının göstergesidir. 

     Bunlar gözetilerek çalışılmalıdır.

Ülke rejimi bu Anayasa değişikliğiyle tehlikeli bir dönemeçtedir Bir takım partilerce bunun bir siyasi oylama gibi algılatılması yönündeki
çalışmaların ülke rejimi açısından yanlış boyutu nedir?
Kimi partilerin davranışı, ülkenin geleceği yönünden sakıncalar taşımaktadır. Eğilim, anlayış birlikteliği ve benzerleriyle iktidarı destekleyenlerin hukuk devleti- gerçek demokrasiyle hiçbir bağları olmadığı daha iyi anlaşılmaktadır. Yeni bir Anayasa yapmak yolunda girişimde bulunmak yerine, yamalarla 16. Anayasa değişikliğine destek vermek; iktidarın koluna takılıp yürümekten başka bir şey değildir. Oylamanın,
“AKP’ye Hayır” biçiminde algılanıp uygulanacağı kanısı yaygındır.

     Bunu, seçime bırakıp Anayasa’yı ulusal yaşamımız ve hukuksal içeriğiyle değerlendirerek oy kullanmak gerekir. Halkımızın sağduyusunun
egemen olması dileğindeyim.

     Seçimlerde halka nasıl yaklaştığı, valiler eliyle neler yaptığı bilinen iktidarın, kendisi için yaşam koşulu sayarak neler yapacağı kestirilemez.
Çok dikkatli olmak zorunluluğu paylaşılmaktadır. İktidar, her ne kadar tersini söylese de halkoyunun ‘Hayır’la sonuçlanması, çekilmesini hızlandırır. Ülke rejimi, bu Anayasa değişikliğiyle tehlikeli bir dönemeçtedir.

    Siyasal Partilerin, iyi düşünüp iyi çalışmaları yalnız görevleri değil, varlıkları nedeniyle de borçlarıdır.

Şimdiden korsan afişler kullanılmaya başlanmıştır!

    Oy’lar; ‘namus’ bilinerek ve bilinçle kullanılmalıdır Evet/Hayır sonuçlarına göre özellikle hukuk, yargı, kuvvetler ayrılığı ve rejim kapsamında Türkiye,
ne gibi konulara hazırlıklı olmalıdır?

    Anayasa değişikliği halkoyundan olumlu (‘Evet’ oylarının fazlalığıyla) çıkarsa, erkler ayrılığından söz edilemez.

Yargı, siyasal iktidarın eline geçer. Günümüzde yüksek yargı organlarına nasıl atama yapıldığı belli iken gelecekte hiçbir sınır ve ölçü tanımadan, siyasal yanlılıkla bu işlemler yürütülecek, halkın adalet beklentisi, siyasal dayanaklara bağlı olacaktır.

     Laiklik ilkesine ödünlerle yaklaşanların arttığı bir ortamda bu ilke sulandırılacak, hukuk devleti ilkesiyle birlikte zayıflama, cumhuriyetin temel
niteliklerini geçersiz kılacaktır.

     Bunun sonu karanlıktır. Tek adamlığa yöneliş de hızlanacaktır. Dikta belirtilerinin birbirine eklendiği günümüzün yarını, Ortadoğu ülkelerinin
çektiği sıkıntıların kaynadığı kazan değil, ‘kazanı kaynatan ocak’ olabilecektir. Demokrasi amaçlanarak kurulan cumhuriyetin temeli olan ‘erkler ayrılığı’ ilkesinin kaldırılması amacıyla rejim güvencesiz kalacak; kargaşa, ‘Ilımlı İslam’ devletiyle bile giderilemeyecektir.

     Cumhuriyetin Kalelerini bir bir ele geçiren iktidar, Bu değişiklikten sonra başka işlemler, başka değişiklikler gerçekleştirecek, Af yasası ile kendini sağlam bir zırha alacaktır. Dokunulmazlıklara dokunmayarak sergilediği söze bağlılık, davranışıyla içtiği andan bağlılık aykırılıkları herkesi düşündürmeli, oylar; ‘ Namus ’ bilinerek ve bilinçle kullanılmalıdır. Bu yolun geri dönüşü olsa bile çok güçtür; zaman yitirilerek, yaşam değerlendirilemez.

    Özetleyerek anlatmaya çalıştığım nedenlerle 12 Eylül 2010’da yapılacak halk oylaması, hepimiz için (kişisel ve kuruluşlar olarak) bir ders, bir sınav niteliğindedir. 
    Siyasal iktidarı anayasa, hukuk, adalet ve ahlak sınırında tutmakla görevli yetkili Anayasa yargısından, siyaset yaptığını sananlar hiç hoşlanmaz. Her yaptıklarının geçerli sayılmasını isterler.
Anayasa’nın 148. maddesindeki yasaların son oylama çoğunluğu, Anayasa değişikliklerinin önerme, kabul çoğunluğu ve iki kez görüşme zorunluluğuyla sınırlı biçim incelemesinin dar anlamdaki basitliği, bir denetim değildir. Denetim sayılması istenen bir geçişme dir. Bununla Anayasa Mahkemesinin elini kolunu bağlayarak, kendilerinin denetimsiz ve sınırsız yetkilerine ölçü koyulmasına karşı çıkmak, demokrasiyle bağdaşan bir anlayış olamaz.

    Kanun hükmünde kararnamelere ilişkin görüşme yöntemine de uyulmamaktadır.
Yönetimin her tür eylem ve işleminin bağımsız yargının denetimine açık tutulması zorunluluğuna işlerlik kazandırmak için atılan adımlar olumlu olmakla birlikte yeterli değildir.

    1961 Anayasası döneminde Yüksek Hâkimler Kurulu’nun kararları, yargı denetimine bağlı idi. 
Şimdi bu yolun açılması iyi ama Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun başında Adalet Bakanı, içinde Bakanlık müsteşarı olduktan, üyelerinin seçilmesinde
yönetimin (Cumhurbaşkanı, Anayasa’nın 8. maddesine göre Yürütme’nin içindedir) ağırlığı bulunduktan sonra yargının bağımsızlığı savunulamaz.

    Anayasa Hukukçularının eleştirileri kimi gazete ve dergilerde yayımlanmaktadır.
İktidar yandaşları dışında halk oylamasına olumlu bakanlar, ‘yok’ denecek kadar azdır.
Bilimin, aklın, deneyimlerin ve olayların ışığında yargının bağımsızlığını tümüyle ortadan kaldıran bir Anayasa değişikliğinin benimsenmesi, olanaksızdır.
Her kesimin ağzına bir parmak bal sürülerek oylarını kazanmak yolu izlenmekte dir ama hukuk devleti olmadıktan sonra bu bal, zehirden farksız olur. 
    Zamanla, tadı kaçar. İnanç sömürüsüyle demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri sömürüsü birlikte yürütülmekte, adalet, hukuk ve yargı anlayışındaki bozukluklar da uygulamalarla sürdürülmektedir.

    Üniversitelerin genelde suskunluğu, kimi hukukçuların yandaşlığı, kimi medya tetikçilerinin saldırısı da üzüntüyü arttırmaktadır.

Yargısı bağımlı, yanlı, ön yargılı hukuk devleti olamaz. Hukuk devleti olmayınca da demokrasi olamaz.

Demokrasi olmayan yerde de insan hak ve özgürlükleri olmaz.

İktidar olur, muhalefet olmaz. Muhalefet olmayınca denetim olmaz; dikta olur…

Peki, Anayasa Mahkemesi Başkanının kararları duyurması yöntemi uygun mu?

Yanlış anlaşılan durumu açıklamak için bu soruyu da ben kendi kendime sorarak, derginizin okurlarına ve yurttaşlarıma bilgi vermek istedim:

Anayasa’nın 153. maddesinin 1. Fıkrasının ikinci tümcesinde;

“İptal kararları, gerekçesi yazılmadan açıklanmaz” denilmektedir.

     1961 Anayasası’nın ilk biçiminde kararların verildiği gün yürürlüğü benimsenmişti. 1971 değişikliğinde, gerekçeli yayımla yürürlüğe gireceği
öngörüldü. 1982 Anayasası, Resmi Gazete’de yayım koşulunu yineledi (Mad.153/Son). Şimdiki durumda iptal kararlarının gerekçesi yazılmadan
açıklanmaması ‘ret kararı’nın açıklanmasında uygulanmıyor. Açıklanmayınca, iptal kararı verildiği sanılıyor ama karar, ret de olabiliyor. 

İptal ile Ret karışınca, Sakıncalar doğabiliyor.

Bu nedenle 1983 yılından beri kararlar açıklanmıyor; sonuç bildiriliyor.
Açıklama; kararın gerekçesi, karşı oylarıyla birlikte olur. Oysa sonuç bildirilerek kamuoyu aydınlatılıyor, Yasama organıyla Yürütme organına işlemler konusunda ışık tutuluyor, ilgililer de karışık ve yanlış anlamalardan kurtuluyor. Anayasa Mahkemesi kararları geriye yürümediğinden iptal edilen kararla yapılması olanağı bulunan kimi işlemler, karar yayımlanıncaya kadar yapılmaktan uzak kalınabiliyor. Hukuk devletinde kararı açıklamanın yararı var, zararı yok ama ‘ açıklamanın koşulları ayrı… Anayasa’ya iktidarın kendi dediklerinin yanlış da olsa egemen kılınması için koydukları bu kurala da aykırılık olmaması için yapılan duyuru, açıklama değil; sonuç bildirmelidir. Bunun yöntemini de Başkan belirlemektedir. Benim zamanında bu görevi, Başkan vekiline vermiştim. Şimdiki Başkan, kendisi basın ilgilileri önünde açıklamakta, kişisel görüşlerini de yansıtmaktadır.

Bu katılınsın, katılınmasın; onun, bileceği iştir...

Anayasa Mahkemesi kendini yasa koyucu yerine koyarak bir hüküm hiç kurmamıştır Bir de “Anayasa Mahkemesi’nin, kendini yasa koyucu yerine koyarak yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm kuramayacağına”
ilişkin Anayasa’nın 153. maddesinin 2. Fıkrası var: Bu gereksiz ve anlamsız kural, üyelere; “ Milletvekilliği yapmayın; Mahkeme olarak kendinizi, Meclis yerine koymayın!” demektedir. Buna gerek var mı?

    Üyeler, yetki ve görevlerini bilmezler mi? Doğal olarak kimi kararlar, düzenlemeden başka bir duruma neden olabilir. İstenenle, karar bağdaşmazsa
durum değişir. 2. Fıkra siyasetçilerin, amaçlı ve yanlış anlamalarıyla Mahkemenin suçlanmasına neden olmaktadır.

Mahkeme, hiç bir zaman kendini yasa koyucu yerine koyarak bir hüküm kurmamıştır. 

Yapması gereken işi yapmıştır. 

Sonucun Meclis düzenlemeleriyle ters düşmesi, yasa koyucu yerine geçmek, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde kural koymak sayılması
doğru değildir.
Anayasa değişikliklerimiz diğer ülkelere oranla çok sık yapılmakta Anayasa’nın 81. ve 103. maddelerindeki andı içenlerin antlarına aykırı tutum ve davranışlar içinde olması da ülkemizde Anayasa’ya bağlılığın, hukuka saygının, yargıya güvenin yeterli olmadığının kanıtıdır.

Sorunun asıl yönü budur.

Türkiyemiz deki ölçüde sık sık ve çok Anayasa değişikliğinin başka ülkelerde yapıldığına rastlanmamaktadır.

Gereken özenin gösterildiği kanısında olmadığımı üzülerek belirtiyorum.


****

24 Ağustos 2019 Cumartesi

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1950.1960) ve BASIN. BÖLÜM 6


DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1950.1960) ve BASIN. BÖLÜM 6


     Kağıt tahsisi konusunda (la yine DP'yi tutarı gazetelere, tirajlarına göre büyük ölçüde kağıt verilmiş, tarafsız ve muhalif gazetelere ise bu alanda çok hasis davranılmış, hatta muhalif bir derginin 1958 Temmuz'unda kağıdı kesilmiştir.53 
     3 Kasım 1958'de Ulus gazetesi bir ay süreyle kapatıldı; yazı işleri müdürü İhsan Ada tutuklandı. Bu, Ulus'un üçüncü kapatılışıydı. 31
     1 Kasımda ise Akis'i yayımlayan Metin Toker, hükümete danışmanlık yapan Nihat Erime hakaret ettiği gerekçesiyle bir yıl hapis cezasına çarptırıldı. 
     Aralık 1958'de Adalet  Bakanı Esat Budakoğlu Meclis'te, 1954'den Mayıs 1958'e kadar 238 gazetecinin mahkum olduğunu açıkladı.
     25 Nisan 1959'da Ulus gazetesi yeniden 4. kez bir ay süreyle kapatıldı. Mayıs başlarında Ege'nin muhalefetini dışa vuran '' Demokrat İzmir Gazetesi '' 
bir grup saldırgan tarafından tahrip edildi.

     2 Mayıs günü İnönü'nün İzmir de karşılanışıyla ilgili harer ve fotoğraflar ve CHP Liderinin o günkü demeci için de yayın yasağı konuldugu. Bu ve benzeri 
olaylarla ilgili olarak verilen yayın yasakları ve toplatma kararlan da geniş eleştirilere yol açtı.
Yalnızca Mart 1954-Mayıs 1958 yılları arasında 1161 gazeteci hakkında kovuşturma yapılmış ve bunların 238'i mahkum edilmiştir.54


*** Ertesi gün Cumhuriyet Gazetesi sütunları  yayımlanıyor ve şu açıklamayı yapıyordu: " Gazetemiz basılırken zabıta, lnönü'nün  demecine ait neşir yasağını 
tebliğ etti ve onun nezaretinde sahife kalıplarında kazıntılar yapıldı; basılan gazeteler de polis tarafından müsadere olundu." Cumhuriyet, 3 Mayıs 1959.

1959 yılı başlarındaki gergin siyasal ortamda gazeteler kapatıldı, Gazeteciler hapse atıldı, Uygulanan Sansür yüzünden gazetelerin birinci sayfalarında son 
anda çıkanlan haberler nedeniyle beyaz başlıklar görülmekteydi. ** 

1959 - 1960 Mayıs'ı arasında basın davalarının sayısı alabildiğine artmıştı.

1959 yılının Mart ve Nisan ayları, DP iktidarı ve taraftarlarının hırçınlıklarının doruğa çıktığı aylardı. 16 Mayıs 1959'da Ulus Gazetesiyle Akis Dergisinin yayını
yasaklandı. CHP'nin yayın organı durumundaki Ulus gazetesinin bir aylığına kapatılması çok sert tepkilere yol açarken, bir yurt gezisinde bulunan CHP Genel
Başkanı İsmet İnönü Uşak'ta saldırıya uğrayarak atılan bir taşla başından yaralandı. Olay, gazetelerde 8 sütuna manşetten verilirken, İnönü'nün söylediği 
sözler, son anda yasaklandığı için gazetelerin birinci sayfaları beyaz boşluklarla çıktı. Mayıs ayı ise iktidar - muhalefet kavgasının doruğa çıktığı bir aydı. 
Mayısın ikinci günü İzmir'de büyük olaylar meydana gelmiş, DP'nin İL  Merkezi'ne dinamit konmuş, 3 Mayıs tarihli Milliyet'in bu kez de manşeti beyaz çıkmıştı. 
Bir gün sonra İstanbul'a gelen İsmet İnönü Topkapıda yine saldırıya uğramış, olayın basına yansıması son anda getirilen bir yasakla yine engellenmişti.55 

   İktidar tüm bu olayların basın tarafından yönlendirildiğini belirtmekteydi.

3 Temmuz'da İnönü'nün CHP İstanbul İl Merkezinde yaptığı basın toplantısının metninin yayımlanması hükümetçe yasaklandı.
1959 yılının sonlarında, DP İktidarının muhalefete karşı artık hiç tehammülü kalmamıştı. Osman Bölükbaşı, 10 ay hapse mahkum oldu. 
Kısa bir süre sonra da Ahmed Emin Yalman'ın Vatan gazetesi kapatıldı. Yönetimin gazeteler üzerinde kurduğu sansür baskısı alabildiğine artmış, Sansürle yetinmeyen yönetim, gönderilen yasaklara uyulup uyulmadığını kontrol etmek amacıyla gazetelerde polis bekletmeye başlamıştı.56

 1960 başlarında iktidarın gazetecilere yönelik baskıları da birbirini izleyen tutuklamalara* dönüştü. Aynca gazete kapatma uygulamaları da sürmekteydi. 
Basın tarihine " Pulliam Davaları " adıyla geçen davaların bir çoğu sürüyordu.** 

**  Bu ortamda Milliyet dünyada yılın adamı olarak Fransa Devlet Başkanı Charles De Gaulle'ü seçerken, DP'nin gazetelere ve gazetecilere karşı olan 
sert tutumuna bir tepki olarak da Türkiye'deki Yılın Adamını "Hapisteki Türk Gazetecisi" olarak belirtilmişti. Milliyet, 1 Ocak 1959.

Kim'den Şahap Balcıoğlu, Vatan'dan Naim Tirali ve Selami Akpınar 16 şar ay hapse mahkum oldular ve ceza evine kondular. 72 yaşındaki Ahmed Emin 
Yalman da 15 ay 16 günlük cezasını çekmek üzere 7 Mart 1960 da cezaevine alındı ancak  11 Mart'ta hastaneye gönderildi, 15 Nisan'da da hastalığı 
nedeniyle Serbest bırakıldı. Akis. Kim ve Vatan birer ay, Ulus gazetesi iki ay kapatıldı. Dünya gazetesinden Falih Rıfkı Atay, Bedii Faik ve Yekta
Ragıp Önen bir süre yargılandılar. Daha sonra Dünya ile iyi ilişkiler kuran Menderes, Davalardan vazgeçti. Pulliam Davaları bütün dünyada yankılar uyandırdı.  Ankara'ya protesto telgrafları yağdı.

1960'da DP'nin muhalefetle ve basınla ilişkileri alabildiğine gerginleşti.  30 Nisan 1960'da basının şiddetli muhalefeti karşısında Menderes Sarol'a 
"  Elimizde derdimizi gerçekleri millete anlatacak Radyo dan başka silah kalmadı.  Bunca yardım, Bunca dostluğa rağmen gazeteler karşımızda cephe aldılar. 
Bugünden, İtibaren vatandaşlarımıza Radyodan ben konuşacağım" demiştir.57

*  Cemil Sait Barlas, Oktay Yerel, Cemalettin Ünlü, Tarık Halulu, Yusuf Ziya Ademhan, Beyhan Cenkçi çeşitli davalardan mahkum olmuşlardı. 
    Tüm bu gazeteciler 27 Mayıs'ta serbest bırakıldılar.
** Amerika'da Indianapolis ve Arlzona Republle gazetelerini çıkaran Eugen Pulliam, Menderes'le görüşmek için Türkiye'ye gelir. Daha önce görüşme isteği 
kabul edilen Pulliam ve eşi Hilton'da üç gün beklerler. Üç gün sonra Başbakan'ın gemiyle İzmir'e gideceği ve kendisiyle gemide görüşeceği. söylenir. 
    Güvertede Pulliam'la karşılaşan Menderes "böyle bir görüşmeden haberinin olmadığını" söyler ve görüşmeyi reddeder.
    Pulliam da ABD'ye dönüşünde iki sert yazıyla "1957 seçimlerinden sonra hüküm süren kin ve nefret havasından ve basına yapılan baskılardan" söz eder. 
    Bu yazılar, Vatan, Dünya ve Ulus gazetelerinde, Kım, Akis ve Altıok dergilerinde yayımlandı.
    Menderes'in izniyle bu yayınlar hepsi için dava açıldı. Davalar 1959 ve 1960 yıllarında sürdü. Ayrıntılı bilği için bkz. A. KABACALI, a.g.e., s. 259-260 ; 
A. E. YALMAN, a.g.e., s. 341-342.

Sıkıyönetimin hemen ardından 28 Nisan Ulus ve Akis'in sorumluları sorguya çekildi. Komisyon Sıkıyönetime gönderdiği yazılarla   Ulus, Akis, Dünya, Kim ve
Demokrat İzmir'in ve matbaalarının kapatılmasını bildirdi. 29 Nisan'da Forum ve 30 Nisan'da Cumhuriyet, 4 Mayıs ta Yeni Sabah, 8 Mayıs'ta Milliyet kapatıldı.
Milliyet'in yöneticileri Tahkikat Komisyonu üyesi olan ve aynı zamanda Gazeteci olan Bahadır Dülger tarafından sert bir tavırla geri çevrildiler. 
Böyle bir ortamda Menderes İzmir'e gitmiş, İktidar gazeteleri " DP kalesi" olarak  bilinen İzmir'de 300 bin kişinin Menderes'i karşıladığını bildirmiş, 
Akşam. Gazetesi karşılanışın havadan çekilmiş bir fotoğrafını yayınlamıştı. Bu fotoğrafta kalabalığın Fazla olmadığı görülüyordu. Akşam aynı gün kapatıldı.

1950-1960 arasında 867 gazetecinin mahkumiyetiyle sonuçlanan 2300 Basın davası açılmıştır.58 
1956-1960 arasındaki dört yılda gazetecilere tam 57 yıllık hapis cezası verilmişti.59

SONUÇ

Basın, bugün olduğu giti DP iktidarı döneminde de siyasi bir arena olma ve gündeme yön verme niteliklerini taşımaktaydı. 
Bu arenada hem iktidar hem de muhalefet karşılıklı saldırılarda bulunmuş tur. DP iktidarı  süresince CHP'nin geçmişine saldırı sürmüş, kamu oyunda CHP'nin eski saygınlığını  kazanması olasılığı arttıkça  DP de baskıcı tutumunu artırmıştır. Saldırgan tutum kişisel hakaretleri de içine almıştır.
Örneğin İnönü'nün 7 Ekim 1952 'de Manisa konuşması Üzerine Çıkan olaylar Zafer'de " Milli Münafık'ın Meşum Tahrikeri Tesirini Gösterdi '' 60 
Manşetiyle yer almıştı.

DP ve onun genel başkanı Adnan Menderes iktidarları süresince basından yayarlanarak kamuoyunun desteğini kazanmak istemişlerdi. Fakat "Demokrasi" 
bayrağı altında seçimleri kazanmasına rağmen ekonomik ve toplumsal vaatlerini gerçekleştireremeyip, toplumsal kriz yükseldikçe basının muhalefeti de artmıştı. 
Bunun üzerine Menderes tarihi yanılgılarından birini yaşayarak baskıcı yasal düzenlemeler ve yöntemlerle basını susturma yoluna gitmiş, DP yanlısı basını da resmi ilanlar, kağıt ve arsa tahsisi gibi yöntemlerle desteklemiştir.

1959 Aralık ayında bütçe görüşmeleri sırasında basınla ilgili Sarol'un hazırladığı rapordaki görüşler DP'nin basını değerlendirmesi açısından önemlidir. 
Sarol basının tek parti hükümeti boyunca iktidarın organı olarak görev yaptığını ve 1950'den itibaren düşünce özgürlüğünü kısıtlayan hükümlerin toptan 
kaldırıldığını belirterek "
Hürriyetlerin en azizi telakki edilen ve üzerine hepimizin titremekle yükümlü bulunduğumuz basın hürriyeti itiraf etmek lazımdır ki 9 yıl süren bu yeni tatbikat
döneminde kendisinden beklenen parlak imtihanı verememiştir. (...) Bu arada iktidarımızın Türk basınının modern ve teknolojik sahada cihazlanması için 
devletten ne ölçüde büyük yardımlar gördüğünü, hükümetin hiçbir iktidar döneminde rastlanmayan sevgiyi, fedakarlığı gazete ve tesislerden esirgemediğini buna karşılık bir kısım gazetelerin hürriyetleri göz göre göre suistimal ederek bizzat kendilerinin hürriyetleri zedeleme yolunu tercih ettiklerini" açıklamıştır.61 

Görüldüğü gibi DP iktidarının son döneminde bile baskıcı tutumu savunarak basın " Parlak İmtihan verememek "le suçlanmıştır .

Tüm bu baskıcı yöndeki değişmelere rağmen dönemin ilginç özelliklerinden birisi, siyaset adamlarının kendilerine yakın gazete ve dergilerde makaleler yazması,
düşüncelerini bu şekilde iletme yoluna gitmesidir. Örneğin İnönü ve Nihat Erim'in Ulus'ta, Celal Bayar ve Menderes'in Vatan ve Zafer'de, Fuat Köprülü'nün 
Kudret'te makaleleri yayımlanmıştır. .

1950-1960 arasındaki iktidar-basın ilişkisindeki tüm gerilime rağmen bu dönem, bugün hala etkililiğini sürdüren Milliyet, Hürriyet gibi gazetelerin de içinde
bulunduğu pek çok gazetenin yayımlanmaya başladığı, baskı teknikleri ve yeni gazetecilik anlayışlarıyla tirajların 100 binin üzerine çıktığı,
 (Özellikle 1955'den sonra) bir dönem olmuştur. Bu durum DP'nin yanısıra başka bir Sosyo-Ekonomik çalışmanın konusunu oluşturan (Geleneksel yapının 
kırılması, Pazar Ekonomisinin gelişmesi vb.) nedenlerin de sonucudur.

27 Mayıs 1960 İhtilali'nin hemen ardından kurulan 30 Mayıs 1960 Tarihli Cemal Gürsel Hükümeti ise " Cumhuriyetin başlıca mesnetlerin den biri" olarak 
özgür basını, göstermektedir.


DİPNOTLAR;

1. Hıfzı TOPUZ, Türk Basın Tarİhi, İstanbul, Gerçek Yayınevi, 1972, s. 170.
2. Nilgün GüRKAN, Demokrasiye Geçişte Basının Rolü' (1945-1950), Ankara, A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, 1994, s.93 .
3. Ulus,1 Temmuz 1946.
4. Nuran DAGLI, Belma AKTORK (haz.), Hükıimetler ve Programları (1920-1960), Ankara, TBMM Yay., 1988, s.119. Ayrıca bkz. İfade Ozgürlügü Hapiste,
    Ankara, Çağdaş Gazeteciler Derneği Yayınları, 1994,  s.431.
5. Alpay KABACALI, Türk Basınında Demokrasi!, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay., 1994, s. 201. .
6. a.g.e., s.423.
7. N. DAĞLI  ,1988, s.145, Ayrıca bkz. İfade Özgürlügü Hapiste, ÇGD Yay., 1994, s.433.
8. İfade Özgürlügü Hapiste, ÇGD Yay.,1994, s. 433.
9. Cem EROGUL, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, Ankara, İmge Kitabevi Yay., 1990, s. 48.
10. Ali GEVĞİLİLİ, Yükseliş ve Düşüş, İstanbul, Bağlanı Yayınlan, 1987, s. 86.
11. Cumhuriyet, 2 Ağustos 1951.
12. N. DAGLI ve AKTÜRK, a.g.c.,s.163; Ayrıca bkz. İfade Özgürlüğü Hapiste, 1994, s. 435.
13. N. DAGLI ve AKTÜRK, a.g.e.,s.164; Ayrıca bkr.. İfade Özgürlüğü Hapiste, 1994, s. 435. .
14. Mükerrem SAROL, Bilinmeyen Menderes C.1.I1, İstanbul, Kervan Yay. 1983, s. 177.
15. A. KABACALI, a.g.e., s. 230; Korkmaz ALEMDAR, " Demokrat Parti ve Basın ", Tarih ve Toplum, Mayıs 1986, s. 53.
16. Cumhurlyet, 7 Haziran 1950.
17. M. SAROL, a.g.e., s. 257 -258
18. a.g.e.,s. 259
19. Ahmed Emin YALMAN, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim (1945 - 1970), (Baskı yeri ve tarihi belirtilmemiştir), s. 322.
20. M. SAROL, a.g.e., s. 560. .
21. a.g.e., s. 622-624 .
22. Orhan KOLOĞLU, Osmanlıdan Günümüze Türkiye'de Basın, İstanbul, İletişim Yay., 1992, s. 70.
23. M. SAROL, a.g.e., s. 206-207.
24. Milliyet, 4 Temmuz 1955. 
25. Tayfun TÜRENÇ, Erhan AKYILDIZ, Gazeteci, İstanbul. Milliyet Yay., 1986, s. 145-146.
26. a.g.e., s. 150.
27. K. ALEMDAR, İletişim ve Tarİh, Ankara, İmge Yay., 1996, s. 143-147.
28. A.E. YALMAN, a.g.e., s. 298 -301.
29. Fuat Süreyya ORAL, Türk Basın Tarıhı Cılt n, Ankara, Sanayii Nefise Matbaası, 1973, s. 184.
30.C. EROĞUL, 1990 , a.g.e., s. 61. '' Meclis görüşmeleri sırasında kabul edilmeyen bir madde bu konuda aydınlatıcı bir örnek olabilir. 
     1950 yasa tasarısının 3 ı. Maddesi şöyle düzenlenmişti: " Rızaları hilafına şahısların hususi veya aile hayatları hakkında ima tarikiyle dahi olsa yayında bulunanlar, suçtan zarar görenin şikayeti üzerine 2 aya kadar hapis veya 200 liradan 2000 liraya kadar ağır para cezasına mahkum edilirler." 
     Maddenin görüşülmesi sırasında Cezmi Türk, Nadir Nadi ve Sıtkı Yırca1ı farklı biçimlerde karşı çıkmışlar, savunusunu ise Bahadır Dülger yapmıştır. 
     Dülger, basının serbest olması yarunda kişilerin aileleri, özel. hayatları, şeref ve haysiyetlerin korunması gerektiğini vurgular. "Bir adamın
namusluluğunun veya namussuzluğunun kıstasını bir gazeteci eline verebilir miyiz?" diye de sorar. Sıtkı Yırcalı kamu yaşamında görevalan kişilerin 
yaptıkları her şeyin milletin denetiminde olması gerektiğini savunur. Bu denetimi basın yapacaktır, " eğer bu şekilde, umumi de olsa, hususi de olsa 
bütün müesseselerimizin kontrolünü ele almazsak, basın hürriyetini buraya teşrnil etmezsek başka türlü hakimiyetlerin kurulmasına vesile hazırlamış oluruz" der. Madde Yırcalı'nın teklifiyle metinden çıkartılır.
31. N. DAGLI ve AKTÜRK, a.g.e., s. 169; Ayrıca bkz. İfade Özgürlügü Hapiste, İstanbul, ÇGD Yay., 1994, s. 436.
32. a.g.e., s. 169; Aynca bb. İfade Özgürlüğtü Hapiste, İstanbul, ÇGD Yay., 1994. s. 436.
33. a.g.e . s. 170; Aynca bkz.. İfade Özgürlüğü Hapiste, İstanbul. ÇGD Yay., 1994, s. .437.
34. A. KABACALI, a.g.e., s. 237-238.
35. M. SAROL, a.g.e., s. 427 .
36. Cumhurlyet. 6, 8, 25 Ocak 1956.
37. M. SAROL, a.g.e., s. 678-679.
38. Emin KARAKUŞ, İşte Ankara. Istanbul, 1977, s. 368-370 .
39. H. TOPUZ, a.g.e., s. 188.
40. Seniye YüCEL, İktidar ve Basın Kartı, Ankara, ÇGD yayınları, 1995, s. 11.
41. Ahmet DANIŞMAN, Basın Özgürlüğününü Sağlanması Önlemlerı, Ankara, A.Ü. BYYO Yayınları No: I, 1982, s.150 - 151
42. K. ALEMDAR, 1996, a.g.e., s. 134.
43. a.g.e., s. 136.
44. E. KARAKUŞ, a.g.e . s. 433.
45. A. KABACAU, a.g.e., s. 234.
46. Cumhurlyet, 6 Şubat 1951. i
47. Cumhurıyet, 25 Haziran 1990. (Mehmet Ali Sebük ile görüşme)
48. a.g.e., S. 238.
49. Cumhurlyet, 19' Mart I955.
50. Devir, 28 Ağustos 1954, S.l.
51. Devir, 28 Ağustos 1954, S.l.
52. T. TÜRENÇ, a.g.e., s. 166.
53. H. TOPUZ, a.g.e., s. 192 .
54. H. TOPUZ, a.g.e., s. 193.
55. T. TORENÇ, a.g.e., s. 178.
56. a.g.e., s. 185.
57. M. SAROL, a.g.e., s. 1003.
58. 0. KOLOOLU, a.g.e., s. 69.
59. Metin TOKER, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları, Demokrasiden Darbeye (1957-1960), Ankara, Bilgi Yay.,1991, s.. 94.
60. Zafer, 9 Ekim 1952.
61. M. SAROL, a.g.e   s 834


****

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1950.1960) ve BASIN. BÖLÜM 5

DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1950.1960) ve BASIN. BÖLÜM 5



B- Baskıcı Yöntemler.,

CHP'den hesap soracağını söyleyen Menderes'e karşı başta Ulus'un başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın olmak üzere CHP'li basın saldırıya geçti. Şubat 1951'de
Kırşehir'de Atatürk büstünün tahrip edilmesi üzerinde basının önemle durduğu bilinmektedir. " Bu dönemde Necip Fazıl Kısakürek'in şeriatçı bir çizgi izlemekte 
olan '' Büyük Doğu ''dergisine Başbakanlıkça " örtülü ödenekten yardım yapıldığı 27 Mayıs'tan sonra açıklanmıştır.45

  DP'nin iktidar döneminde sol düşünce şiddetle kovuşturulmaya başlanmış, "İşçiler Birleşiniz" başlıklı bir yazıyı yayımlayan Haftanın Sesi dergisinin 
Yazı İşleri Müdürü Yusuf Ahıskalı tutuklanmıştı.46 
Hatta bu dönemde sol basının, üzerindeki baskılar nedeniyle DP'ye karşı yazılar yazamaması nedeniyle DP'nin sol açıdan eleştirilemediği söylenmiştir. !

22 Kasım 1952'de Vatan'ın başyazarı A. Emin Yalman'a karşı düzenlenen suikasti Samet Ağaoğlu'nun tezgahladığı iddia edilmektedir. Bu iddiaya göre Samet
Ağaoğlu, N. Fazıl'a 170 bin lira vermiş, Fazıl da Büyük Dolu ve Hür Adam dergilerinin yönlendirmesiyle suikaste ortam hazırlamıştır.47

1954 seçimlerinden sonra Muhalif basındaki eleştiriler yoğunlaşırken basın davalarının sayısı da hızla artmış. Özellikle CHP organı Ulus ve Nihat Erim'in
çıkardığı Halkçı gazetelerinin yazarlarıyla Metin Toker'in Akis'i için çok sayıda dava açıldı. Birçok gazeteci* basın suçlarından mahkum edildi. 
Bütün şimşekler muhalif gazeteciler üzerine yağıyor; İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de uzaktan yakından biraz dili sürçen gazeteci, kendisini cezaevinde buluyordu.

DP yanlısı basın için ise durum .daha farklıydı. Onların işlediği suçlar kovuşturulmuyor, kazara hapse girdiklerinde ise çok farklı bir uygulamayla
karşılaşıyorlardı.**

*   Şinasi Nahit Berker, Metin Toker, Ülkü Arman, Nihat Subaşı, Fethi Giray, Beyhan Cenkçi, Kurtul Altuğ, Yusuf Ziya Ademhan.
** Ömeğin, DP'yi tutan gazetelerden birinin yazı işleri müdürünun hapse girmesiyle sağlık durumu ileri sürülerek, hastaneye nakledilmesi bir olmuşdu. 
    Bu gazeteciye hemen dekanın odası ayrılmış, Özel bir telefon çekilmişti. Gazeteci bazı akşamlar hastaneden çıkıp evine gitmiş, sabahın erken 
saatlerinde yine hastaneye gelmişti. Ayrıntılı bilgi için bakınız  A. KABACAU, a.g.e., s. 239.

....

  1954 yılında davalar birbirini izledi:  Dünya  Gazetesi yazarlarından Bedii Faik tutuklandı, başka bir davadan dolayı Dünya'nın yazı İşleri müdürü Ali İhsan Göğüş 12 ay hapse mahkum edildi. Yine; bu dönemde Menderesin muhalif gazetecileri sivil polislere izlettiği belirtilmektedir. 
Örneğin bu gazetecilerden Yeni Sabah gazetesi sahibi Safa Kılıçlıoğlu da bunu gazetesinde yayımlıyor ve bir Saldırı olursa silahıyla yanıt vereceğini
yazıyordu.48 
Kılıçlıoğlu, Menderes'e görüşlerini belirten telgrafı çekmesi nedeniyle 6 ay hapis cezasına çarptırıldı, karar temyiz edildi.
Hüseyin Cahit Yalçın Halkçı gazetesindeki makalelerinde Başbakana hakaret ettiği gerekçesiyle 1 Aralık. 1954'de tutuklandı  ve  verilen 26 ay 20 günlük 
hapis cezası Yargıtay'ca onaylandı"**  Ceza evinde hastalanan, 80 Yaşındaki Hüseyin Cahit, 27 gün sonra olağanüstü önlemlerle  Hastaneye kaldırıldı. 
Yurt içinden ve dışından gelen büyük . baskılar sonucu, 108 gün sonra Cumhurbaşkanı Celal Bayar, yasanın verdiği yetkiye dayanarak hapis cezasını kaldırdı.49 
Menderes  Halkçı gazetesine açtığı, toplamı 100 bin lirayı bulan tazminat davalarından vaz geçti.*** 

*  Hüseyin Cahit'in bu ilk tutuklanması değildir. İlk kez Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası merkezinde yapılan aramaları 'Terakkiperver Fırka Basıldı" biçiminde duyurduğu için tutuklanmıştı. Bu tutuklama, Doğu'daki Şeyh , Sait ayaklanmasının ardından hükümete iki yıl süreyle geniş yetkiler tanıyan 4 Mart 1925 Tarihli Takrir-i Sükun Kanununun sonrasındaki ilk tutuklama ydı. Ayrıntılı bilgi için bakınız. N. GüRKAN, a.g.e . s. 55.
   Aynca Tan olayı ile ilgili olarak da ilk saldırı işaretini Yalçın'ın " Kalkın Ey Ehli Vatan!" başlıklı yazısıyla verildiği belirtilmektedir. Bakınız Zekeriya SERTEL.
   Hatırladıklarım, İstanbul 1977.  Nisan 1952' de ise Yalçın'ın Ulus'daki " Gözü Kapalı oy Verme" başlıklı yazı nedeniyle milletvekili dokunulmazlığı kaldırılmıştır. 
   Eroğul için bu olay, DP'nin " Çoğunluk İstibdadına yönelişinin ilk önemli belirtilerinden biridir." Bakınız C. EROGUL. a.g.e . s, 75-76.

**  Oysa DP'ye en sert muhalefeti yapan Falih Rıfkı Atay'ın Ulus'dan ayrılmasından sonra Menderes'in yakın çalışma arkadaşı Sarol "DP'i kıırulduğu 
günden itibaren kalemiyle, zehirler saçarak hırpalamaya çalışan F. R. Atay Şükürler olsun Ulus gazetesinden atıldı.
     Yerine Hüseyin Cahit Yalcın getirildi. Bu dcğişiklikten canı yanmış bütün partililer çok sevinmişlerdi. Hüseyin Cahit Yalçın  İttihat ve Terakki'nin önde gelen insanlanndan biriydi. Şöhretli bir gazeteci memleketini seven, cesur. inatçı, hayatı her sahada mücadele içinde geçmiş, ileri yaşlara ulaşmış bir insandı" demişti. Sarol'un ve dolayısıyla DP'nin Yalçın'a güveni onun da seçiın yasasını şiddetle eleştirmesinden kaynaklanıyordu. 
     Sarol'un sözlerini ilginç  kılan DP'nin daha sonra izlediği yola muhalefet ettiği için hapis cezaları alan Yalcın'a başlangıçta duyulan güveni göstermesidir. Sarol'un açıklaması için bakınız: M. SAROL, 1983, s. 70.

***  " Menderes Hüseyin Cahit'in mahkumiyeti için " ' Ne olurdu milli hayatımız ın değer çizgisine ulaşmış bu insanlar, yaşamın yeni koşullarına göre gerçeği görerek hareket etseler ... "diyecekti.  Bakınız  M. SAROL, a.g.e  s. 319. 
        Hüseyin Cahit'in tutuklanması üzerine düzenlenen gösteriler ve gazete yayınlarını " siyasi amaçlı ve yersiz nümayiş " olarak değerlendiren 
hükümet engelleme yoluna gitti .. Her yasak ya da baskı yeni yasak ya da baskıları getiriyordu, Hüseyin Cahit'in Hastalığı sırasında ise Menderes Sarol'dan
        Yalçın'ı ziyaret etmesini istemiş " Bu insanlarla Mustafa Kemal bile başa çıkamamış. Gazetecilerle , İster istemez iyi geçinmeye, dost olmaya mecburuz. 
        (... ) 
        Kendisini benim adıma ziyaret et.  Adamın gönlünü almaya çalış. Kusurlu biziz. Ona karşı çok mahcubuz " demiştir., Ve Hüseyin Cahit'in mahkumiyeti bir 
kaza olarak değerlendirilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bakınız  a.g.e., s. 388-389.
....

Yine o günlerde, Cumhuriyetçi Millet Partisi yöneticilerinden emekli general Sadık Aldoğan, bir yazısından dolayı mahkum edilerek Millet gazetesi yazı işleri 
müdürü Hüsnü Zeki Söylemezoğlu'yla birlikte, ceza evine konuldu. Ulus, Yeni Ulus ve Halkçı gazetelerinde sorumlu müdürlük yapan Cemal Sağlam hakkında 
69 dava açıldı.'"
Bütün bu olaylara rağmen Mükerrem Sarol, Türkiye'de basın özgürlüğünün varlığım savunuyordu: " Matbuat hürriyetinin eğer kendine mahsus bir tarif namesi  var saki vardır bizde bugün hakim bulunmakta olan siyasi ve hukuki halin buna aynen uygun bulunduğu muhakkaktır ve esasen hiç kimse bu zaviyeden gelerek bu son derece mühim müessesenin mevcut bulunmadığını yahut noksanlıklar arz ettiğini iddia eylemekte değildir. (...) 

Genç demokrasimizi, daha eskilerin atlattığı badireden sonra komünizme, faşizme yahut irticaa peşkeş çekemeyiz.( ...)" 50 Saral'un bu düşüncesine rağmen 7 Nisan 1955'de İnönü'nün damadı Metin Toker, Akis dergisinde Sarol'a hakaret ettiği gerekçesiyle 9 ay 10 gün hapse mahkum edildi.
Özellikle 1956 yasa hükümleri, hür basın hak ve hürriyetlerini daha da daraltmıştır. (...) Bununla beraber Türkiye, basın hürriyeti olmayan memleketler arasında gösterilmek. Türkiye basın hürriyeti teminat altında bulunan memleketlerden de değildir."51

  1954'de CHP tarafından Falih Rıfkı'ya yok pahasına satıldığı iddia edilen ve bu nedenle de CHP mallarıyla birlikte hazineye devredilmesi istenen Dünya gazetesinin yazarı Bedii Faik'in tutuklanması üzerine Sarol yasa hükümlerinin kabadayılığa son verdiğini ve hançer gibi kullandığı kaleminin elinden alındığını düşünmüştü.
6 Eylül 1955 günü başlayıp 7 Eylül 1955 sabahına kadar süren olaylı gösteriler sırasında İstanbul'da bulunan Menderes ile öteki sorumlular, Vilayet'te toplanarak sıkıyönetim kararı aldıktan sonra 7 Eylül tarihli gazeteleri getirterek sansür ettiler. Yeniden baskı için kalıp hazırlamak uzun süreceği için , gazetelerin sansür edilen bölümleri ezilerek okunamaz duruma getirilmiştir. 
Sıkıyönetim Komutanı Nurettin Aknoz 10 Eylül günü Harbiye'de basın toplantısı düzenleyerek basına konan yasakları açıkladı. .

19 Eylül 1955'te Ulus gazetesi İsmet İnönü'nün "Çetin Bir İmtihan" başlıklı Meclis'i tekrar toplantıya çağıran makalesini yayımlayan Ulus gazetesinin 
basılması ve yayımlanması süresiz, Hürriyet ve Tercüman makaleyi iktibas ettiği için basılmaları ve yayınlanmaları 15 gün, Hergün Gazetesi 15 gün 
basılması ve yayımlanması yasaklandı. Yasakları bildiren örfi İdare Kumandanı Korgeneral Nurettin Aknoz "men ettim" ifadesini kullanmaktadır. 
Ulus 31 gün kapalı kalmış açıldığı gün " Türk Ordusu Ancak Vatan ın Hizmetindedir " başlıklı yazı nedeniyle yine kapatılmış ve bu ceza 32 gün sürmüştür. .

* Cemal Sağlam'a verilen en ağır ceza 5 yıl 5 ay 10 gün ağır hapis ve 10888 lira para cezasıydı (23 Eylül 1954). Sonradan bu dava kaldırıldı. 
Öldüğü gün, 20 Ekim 1955'te Ankara adliyesinde duruşması vardı; Ölümünden iki saat sonra mübaşir tarafından duruşmaya çağrıldı. 
  Ayrıntılı bilgi için bakınız A. KABACALI, a.g.e., s. 239.

...

Her zaman " Men ettim" ifadesiyle biten sıkıyönetim bildirilerine göre, Ankara'da çıkan Medeniyet gazetesi " Batı Trakya Türkleri ve Açıldı Durumları" başlıklı
makaleden dolayı süresiz (22 Eylül), 8 Aralık gündü Dünya gazetesi " DP Grubundaki Huzursuzluk Arttı", Vatan gazetesi "Bu Böyle Gidemez " başlıkları 
kışkırtıcı niteliğinde görüldüğünden, 15'er gün süreyle. 'Kapatılmıştı.

  Menderes'in ABD gezisi ise muhalif basına karşı hırçınlaştığı döneme rastlamaktadır. Associated Press Telelesleri Eisenhower in Menderes'i yarım saat kabul edişini yanlışlıkla " yarım dakika kabul etti" olarak geçmiş, muhalefet basını bunu manşetten vermişti.52

   DP için yavaş yavaş tehlike çanlarının çalmaya  başladığı 1957 seçimlerini önemli ölçüde oy kaybıyla kazandı. Başta CHP olmak üzere  bütün muhalefet 
partilerinin, DP'nin seçime hile karıştırdığını öne sürerek sonuçlara itiraz etmeleri  bu da basında manşetten yansıtılmıştı. Aynı yıl basın davalarını protesto  bildirisi  yayımlaması nedeniyle İstanbul Gazeteciler Sendikası bir süre kapatılmıştır.

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***