21 Eylül 2019 Cumartesi

27 MAYIS 1960 KENDİ ÜLKESİNİ İŞGAL EDEN ORDU., BÖLÜM 5

27 MAYIS 1960 KENDİ ÜLKESİNİ İŞGAL EDEN ORDU., BÖLÜM 5



 Muhtıra Öncesi Gelişmeler 

 Hiç şüphesiz tarihte gelişen olaylar birbirine etki etmiştir. Bunlardan 27 
Mayıs Darbesinin etkileri 12 Mart Muhtırasını doğurmuştur. 



 1961 yılı seçimleri sonucunda, 27 Mayıs mimarlarından CHP’nin oyları tek başına iktidara gelmesine yetmez, DP’nin bir nevi uzantısı olan AP ile koalisyon hükümeti kurmak zorunda kalırlar. 1965 seçimlerine kadar durum böyledir, o 
seçimden sonra iktidar artık AP’nindir. O zamanlarda millete bir kurtarıcı gibi görünen, sonraları ise her türlü taşın altından çıkacak olan isim Süleyman Demirel, partinin genel başkanıdır. 
Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel sağlık sorunu yaşayınca, eski Genelkurmay başkanı Cevdet Sunay Cumhurbaşkanı olur. 

 27 Mayıs Darbesinden sonra oluşturulan anayasanın da fırsat vermesiyle sol düşünce siyasi alanda kendini göstermeye başlamıştır. 1961 yılında TİP kurulur. TİP’in varlığı CHP’nin siyasi söylemlerini etkilemiştir, bunun yanı sıra CHP artık ‘ ortanın solu ‘na doğru kaymıştır. 1962 yılında TİP, Türkiye Sosyalist Partisi ile birleşir, yeni oluşum birçok kez Anayasa Mahkemesine bazı anayasa maddeleri nin değiştirilmesi için dava açar(Aynı dönem AP, seçim sözü olan DP’liler için siyasi af konusunu gündeme taşır). Oluşumun İstanbul Milletvekili Çetin Altan’dır ve tanım yerindeyse sol o dönem en güçlü muhalefetini yapmıştır, muhtıra sonrası 20 Temmuz’da TİP kapatılır ve yöneticileri tutuklanır. Solda durum bu iken, ordu içinde 1954'lerden itibaren başlamış olan hareketlilik ve darbe hevesliliği devam etmektedir. 




 12 Mart’ta rol oynayan cuntalar çok çeşitlidir ve iç içe geçmiştir. Cemal Madanoğlu’nun başı çektiği sivil cunta(?), Muhsin Batur ve Faruk Güler’in başkanlığındaki askeri cunta vardır. Bu iki isim dışında ordu içerisinde birbirinden habersiz ve bağımsız kendi aralarında müstakil darbe yapmak isteyen cuntacı guruplar da vardır. Ordu içi bu şekilde kaynıyorken, hükümetin izlediği liberal politika soldan gelen seslerin yükselmesine neden olmaktadır. 

 Elbet malum dış mihrakları da unutmamak gerek. 21 Ocak 1972 tarihli The Daily Telegrapy gazetesi ‘ Where The CIA Has Worked ‘ başlıklı haberinde yayınladığı listede CIA’nın 1960 ve 1971 yıllarında olmak üzere iki kez Türkiye’deki siyasi gelişmelere müdahalede bulunduğunu iddia eder. 
Bu olaydan kısa bir süre sonra henüz iktidara hakim olan muhtıracılar bu gazetenin ülkeye girişini yasaklar. 

 Tüm bu gelişmeler olurken dünya üzerinde de yükselen sol düşüncenin etkisinde kalan üniversitelerdeki sol görüşlü öğrenciler de seslerini yükseltmektedir. Üniversitelerde siyasi düşünceler yayılırken, silahlarda üniversiteli olmuştur. Polisin üniversiteye girmesi neredeyse mümkün değildir, aslını isterseniz polisin de üniversitede işi olmamalıdır ancak aynı üniversiteler cuntacıların yeri de olmamalıdır. 

 Bu gergin ortam 12 Mart 1971 tarihine yaklaşırken iyice gerilmiş, olaylar büyümeye başlamıştır. 

 16 Şubat 1969'da Kanlı Pazar yaşanır. Beyazıt Meydanında ABD’nin 6. Filosunu protesto etmek için toplanan gençlik örgütleri ile karşıt görüşe sahip gençler karşılaşır. Olaylar sırasında Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan bıçaklanarak öldürülür. Hatta çok acı bir şekilde bıçaklanma anı basına da yansımıştır. 



 Haziran 1970'e gelindiğinde çalışma yaşamını ve temel sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı İş Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasasında değişiklik yapan tasarı senatodan geçirilince, DİSK yönetimi ve sendikaları durumu protesto etti, eylemler ve yürüyüşler başlattı. 15-16 Haziran Olaylarında birçok işçinin katıldığı yürüyüş gerçekleşti, yürüyüşün birinci günü akşamı 60 
günlük sıkıyönetim ilan edildi, DİSK’e bağlı birçok yönetici tutuklandı. 

Kadıköy’de meydana gelen olaylarda 2 işçi, 1 polis, 1 esnaf yaşamını yitirdi. 

 9 Mart 1971'de olayların iç yüzü yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. 

Bir zümrenin ‘ gereksiz ‘ görüşüne göre; 12 Mart Muhtırasının belki ‘ iyi ki oldu ‘ dedirtecek tek küçük gerekçesi işte bu gün yaşandı. TSK tarafından emir komuta zinciri içerisinde bu muhtıra verilmemiş olsaydı, TSK içerisinde kurulmuş olan, Cemal Madanoğlu’nun başında bulunduğu, gizli askeri cunta bu tarihte askeri darbe yapacaktı. Cunta içine sızmış olan Mahir Kaynak vasıtası ile darbe  önceden haber alınmış ve olaya karışanlar emekliye sevk edilmişti. (Daha sonraları dönemin Devrim Gazetesi genel yayın yönetmeni Hasan Cemal bu gizli niyetleri ‘ Cumhuriyeti Çok Sevmiştim ‘ adlı kitabında yazmıştır.) 

 Tüm bu kaos, kargaşa ortamında tarih 12 Mart 1971'e gelmiştir. Saat 13.00'ı gösterdiğinde Darbe TRT Radyosundan şu şekilde bildirilmiştir: 

_ Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür. 

_ Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir. 

_ Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize… 

 Ordu muhtırayı verdikten sonra Parlamento fesh edilmedi, partiler kapatılmadı, Anayasa askıya alınmadı fakat koşullar değişmişti, ordu tarafsız(?) bir başbakan aramaya koyuldu, CHP kadrolarından aranan tarafsız(!) isim bulundu; Nihat Erim. Erim 26 Mart günü CHP’den istifa etti, bağımsız başbakan hükümeti kurdu. 

 Bir darbe daha tarihimizdeki yerini aldı. Bu darbe bir başka darbemiz olan 12 Eylül’ü doğurdu; ölenler öldü, kalan sağların bir kısmı 12 Eylül’ü yarattı, bir kısmı 12 Eylül’ü alkışladı, bir kısmı 12 Eylül’de öldü, ölemeyenler işkence gördü. Tüm bunları göremeyenler ‘ ordu göreve ‘ diye bağırmaya devam etti. Sonra sonra biz anladık ki, darbe siyasi meseleler kılıfına sokulmuş, vicdan yokluğudur. 

 Bu kadarı ile de kalmadı. Muhtıra verilmesi olayından sonra o dönem sağ görüşlülerce ‘ anarşist ‘ kabul edilen ve Süleyman Demirel’in idamları hakkında onay oyu verdiği Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972 tarihinde idam edildi. Bu ‘ üç fidan ‘ın idealleri, inançları ve yaşamları ellerinden alınmakla kalmadı, ölümlerinden sonra 1969 yılında öldürülen arkadaşları Taylan Özgür’ün yanına gömülme istekleri yerine getirilmedi. 

 Ölenler öldü, işkenceden kalan sağlar, onların yarım bıraktığı mirası devraldı. Öldürenler de öldürdü, hayatta olmayan katillerin görevini de onlar devraldı. Parkasını sırtından çıkarmayan bir ‘ çocuk ‘ postalların kurbanı oldu. Emperyalizm ve kapitalizm illeti, vahşeti bu gün sinsice sindiği hayatlara, o gün yağlı urgan oldu. 

 27 Mayıs’ta sağ için gelen idam, 12 Mart’ta sol için geldi. Ve biz sonra sonra anladık ki, insan lehine dahi olsa, gerek otorite eliyle, gerekse sivil ellerce işlenen cinayetler; adı ve niyeti ne olursa olsun, insanlığın hayrına olmamıştır, olmayacaktır. 

Yıl dönümünde, Röportajlarla, Referandum Gölgesinde 12 Eylül Darbesi(1) 



Tarihin üzerinden geçen zamanla orantılı olarak yazılması kolaydır. 
Filmlere konu olabilir, belki bir şarkının sözlerine, bir şiire. Bir kalem yazabilir tüm bunları. Ancak fazlası vardır; o zamanı yaşayanlar. Daha da fazlası vardır; yaşayanların yakınları. 

 Yaşamak, yazmaktan çok daha zordur. Bir annenin yan odada uyuduğu evler vardır, çocuğunuzla koyun koyuna uyuduğunuz, eşinize sokulduğunuz, üstü açılmış mı diyerek usulca kapısını araladığınız odalarda, şevkatinizin baktığı kardeşler… Düşler vardır o evlerde, ışığın süzüldüğü her köşeye sinen, huzurlu düşler. Kabuslar vardır, sarıldığınız her nefesin sahibi olduğu kabuslar, vardır. 
Siz huzuru o evlere davet ededurun, sarıldığınız her canın kendini soluğunuzda saklı olduğu zamanlardan, huzurundan çok uzakta, bir ranza altında ayaklarını ve ellerini saklarken anımsadığı, tavaf ederken elektirik morarmış etlerini, çenesinden sızan kanın sıcaklığıyla yıllar sonra dahi canı gırtlağına dayanmış halde o kabuslardan uyandığı zamanlar da vardır. 

Ağlamaya başladığı ama hiç anlatmaya başlamadığı, herkesin sustuğu zamanlar vardır… 

Türkiye Darbeler Tarihi yazı dizisinde, 12 Eylül başlığında tarihi kolay olan şekliyle ben yazmaya çalıştım, zor haliyle yaşamış olanlar ise anlatmaya çalıştı. 

 Her darbenin kendince gerekçeleri vardır(!). Gereklere pek ihtimam göstermemek gerek zira bazı gerekçeler olmadığında, yaratılırlar aynı 12 Eylül’de olduğu gibi. Yapmak istenilene en ala kılıftır gerekçe yaratmak. 

Bu gerekçeler günü gelir, bir silahın aynı gün iki farklı uçtan birer kişiye ölüm olması olur, gün gelir faili belli olan bir faili meçhul olur, gün gelir bir suikast… 

 27 Mayıs ve 12 Mart askeri darbelerinden sonra darp edilmiş Türkiye, 12 Eylül 1980 öncesi bir kısım kendiliğince olan gelişmelerin yanı sıra, kurgusal olarak hazırlanan zemine bakarak, bir darbenin daha olası sinyallerini alır. 

 Darbe Öncesi Yaşanan Gelişmeler 

 Siyasi Cinayetler 

 ”  11 Temmuz 1978‘de Bedrettin Cömert Ankara’da,
1 Şubat 1979‘da Abdi İpekçi İstanbul Teşvikiye‘de, 
10 Eylül‘de Türkiye İşçi Partisi Adana eski il başkanı Ceyhun Can yazıhanesinde, 
Çukurova Üniversitesi Rektör Vekili Fikret Ünsal evinin önünde, 
19 Eylül‘de Malatya Ülkü Ocakları eski başkanı Mürsel Karataş İstanbul Sultanahmet‘te, 
28 Eylül‘de Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul , 
19 Kasım‘da eski Adalet Partisi İstanbul milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu İstanbul Beyazıt‘ta, 
20 Kasım‘da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Ümit Doğançay İstanbul Etiler Profesörler Sitesi’nde, 
3 Aralık 1979'da, Fedai Dergisi sahibi yazar Kemal Fedai Coşkuner İzmir Agora semtinde, 
7 Aralık‘ta İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden Cavit Orhan Tütengil İstanbul Levent’te, 
11 Nisan 1980‘de TRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu, 
27 Mayıs‘ta Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak Ankara’da, 
24 Haziran‘da Milliyetçi Hareket Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok evinde ve kızıyla birlikte, 
15 Temmuz‘da Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu Şişli’deki işyerinde, 
19 Temmuz‘da Eski Başbakan Nihat Erim İstanbul’da Dragos Deniz Kulübü’nden çıkarken, 
22 Temmuz‘da Maden-İş Sandikası genel Başkanı Kemal Türkler İstanbul Merter semtinde silahlı saldırı sonucu öldürülmüştür. ” 

 Tüm bu siyasi cinayetler fondayken, Siyasi olarak huzursuzluklarda mevcuttu. 

 Siyasi Durum 



 5 Ocak 1978- 12 Kasım 1979 yılları arasında Bülent Ecevit daha sonraları 11'ler olarak bilinecek AP’den ayrılan 11 bağımsız milletvekili ile Güneşli Motel’de görüşmüş, yeni kurulacak hükümette bakanlık koltuğu vaadiyle Demirel 
hükümeti aleyhine destek amaçlı gensoru girişimini desteklemesi konusunda anlaşmıştı. 31 Aralık’ta İkinci Milliyetçi Cephesi hükümeti (ıÜü”Milliyetçi Cephe Hükümetleri, TBMM‘de grubu bulunan sağ eğilimli AP, MSP, MHP ve CGP‘nin sol eğilimli CHP‘nin yeniden iktidar olmasını engellemek ve yakın bir tehlike olarak gördükleri komünizmin gelişmesini durdurmak amacıyla kurdukları Hükümet.DP’den ayrılan dokuz milletvekilinin destek vermesiyle 31 Mart 1975‘te, Süleyman Demirel‘in başkanlığında bir koalisyon hükümeti 
kuruldu. Bu hükümet sonradan kamuoyunda ve siyasal çevrelerde I. Milliyetçi Cephe hükümeti olarak adlandırıldı. Bir sonraki dönem seçimlerde CHP salt çoğunluğa kıl payı erişemedi ve çoğunluk için koalisyon ortağı bulamayınca CHP lideri Bülent Ecevit azınlık hükümeti kurmayı denedi ama bundan bir sonuç elde edemedi, çünkü “Milliyetçi Cephe” partileri (Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi) 229 milletvekilliğiyle TBMM’de salt çoğunluğu* oluşturuyordu ve Ecevit’in kurmaya çalıştığı azınlık hükümetine destek vermediler. Bunun ardından Cumhurbaşkanından hükümeti kurma görevini alan AP lideri Süleyman Demirel AP-MSP-MHP koalisyon ortaklığında “II. Milliyetçi Cephe” hükümetini kurdu.”) düşürülmüş, Ecevit hükümeti kurulmuştur. Görüşüldüğü üzere, bir milletvekili hariç diğer tüm milletvekillerine bakanlık koltuğu verilmiştir. AP’nin ‘ bir oya bakanlık ‘ cümleleriyle eleştirdiği bu hükümet ‘ Motel Hükümeti ‘ olarak anılmıştır. 




 Maraş Olayları 

 19 Aralık- 26 Aralık 1978'de Alevi-Sünni çatışmasının gerekli görülen her dönem bilinçli olarak kışkırtıldığı dönemlerden biri olan Maraş Olaylarında da aynı kışkırtmalar gerçekleşmişti. Kentteki Çiçek Sinemasında gösterilen milliyetçi bir filmin gösterimi sırasında Ökkeş Kenger adlı ülkücü bir gencin patlayıcı atması, Türk Solu tarafından olayların başlangıcı olarak kabul edilir. Olayın failinin solcular olduğunu iddia eden bir sağcı gurup ile bir ülkücü gurup, seyirci kitlesini etkileyerek, sloganlar atarak CHP il merkezine ve birçok yere saldırır. 

 Ertesi gün Alevilerin yoğunlukta bir başka bölgede bir kıraathane bombalanır. Bir Alevi vatandaş ölür. Aynı gün iki solcu öğretmen öldürülür. O dönem Maraş valisi olan Abdülkadir Aksu, bölgeye askeri güç gelmesini istemiş ancak bu isteği kabul görmemiştir. 22 Aralıkta, cenazelerin geldiği camide olay çıkaran ve cenazelerin kaldırılmasına, namazlarının kılınmasına itiraz eden bir gurup sağcının çıkardığı gürültü sonrasında gurup, kent çarşısına doğru yürür, burada bir Alevi-Sünni çatışması gerçekleşir ve 3 kişi yaşamını yitirir. 

 24 Aralık’ta saldırıların polis kuvvetlerine yönelmesi üzerine, kentteki tüm polisler görev dışı bırakılır. Ortalık çok daha fena bir hal alır. Bölgeye asker gücü gelmek zorunda kalır. 

 Bu olaylar sırasında CHP iktidardır. Olaylardan sonra CHP’nin içişleri bakanı ve ülkücü ajanı olduğu iddia edilen İrfan Özaydınlı, olayların sebebinin sol örgütler olduğunu iddia etti, partisinden büyük tepki aldı. Bülent Ecevit ise olaylarının failinin uzun süredir direndiği sıkıyönetim talebine zorlamak için kontrgerilla tarafından çıkarıldığını belirtti. 

 Olaylar neticesinde birçok ilde sıkıyönetim ilan edildi. 105 kişi yaşamını yitirdi. Olaylardan sonra yargılanan Ökkeş Kenger çok ilginç bir şekilde beraat etmiş, soyadını Şendiler olarak değiştirmiş, daha sonra ise Kahramanmaraş’tan milletvekili seçilmiştir. 

 Burada bir not girelim. Kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinmediği bir dönemde yaşananları bugünün şartları içerisinde çok daha kolay ve net isimlendirebiliriz ancak o dönem için bundan bahsetmek mümkün değildir. O dönem sol olarak kabul edilen CHP’nin sık sık faşizan ve ırkçı söylemlerine şahit olduğumuzdan kaynaklı olarak, tarihinin hiçbir zamanında olması gereken bir sol olmadığı, hatta iddialara göre solun yaşadığı kıyımlarda yer yer fail olduğu gerçeği yanı sıra, ....  Dersim gibi bir deneyim yaşamış olan bazı Alevilerin, halen CHP’li olması tutarsızlığı, sağcı kesimden birçok kişinin önce maşa olarak kullanılıp, sonra katledildiği gerçeği, mezhepsel ayrılıkları çatışmaya çevirmeyi bir gelenek haline getiren sağın şiddet içeren tutumları, bir dönemi aydınlatmanın ne kadar zor olduğunun kanıtıdır. 

Belki bugün tarafsız olarak yazmaya çalıştığımız tarihin bir bölümünün zorlanmasında ki neden, Ergenekon Davası süreciyle kısmen görebildiğimiz, işlerin ne kadar karmaşık yürüdüğü gerçeğidir. Sanırım ‘ tek tipçi ‘ siyaseti yürütmenin yolu, çok tipli katletmelerden geçiyor. 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder