21 Eylül 2019 Cumartesi

27 MAYIS 1960 KENDİ ÜLKESİNİ İŞGAL EDEN ORDU., BÖLÜM 12

27 MAYIS 1960 KENDİ ÜLKESİNİ İŞGAL EDEN ORDU., BÖLÜM 12



 Muhtıraya Giden Süreç… 

10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin dolmasına 30 gün kala, yasal olarak olması gerektiği gibi Cumhurbaşkanı adayı belirleme sürecine girilir. Yine anayasal olarak Cumhurbaşkanı TBMM tam üye sayısının üçte iki çoğunluğu ve gizli oy ile seçilir. Ancak ülke Cumhurbaşkanı olarak önerilecek ismin eylemselliğinden çok şekilciliğine, zihin okuma yöntemleriyle ehemmiyet veren, çok sesli, az sayıdaki, baskın azınlığın meydanı olma halinde uzun yıllar baskı ile yönetildiği için, bu uğurda halkın seçimi dahi dikkate alınmadığı için ve Ak Parti iktidarı sürecinden rahatsızlık duyan kesimin ‘ ordu göreve ‘ çığlıkları ile Cumhuriyet Mitingleri düzenlediği için bu normal süreç, sanki anormalmiş gibi yaşanır. 

 Cumhuriyet Mitingleri ile ülkeyi kaos ortamına, bölmeye götürenler eylemlere devam ederken, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramına tarih olarak yakın düşen önemli günlerden bir gün olan Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri çakışır. Kutlu Doğum Haftası etkinleri bünyesinde birkaç çocuk, başını örtüp, ilahi söylediği için, asker ve sivil görünümlü militer yapı heveslileri büyük rahatsızlık duyar. Gazetelerin köşelerinden, televizyonların ekranlarına, 
sokaklara ve meydanlara taşan bu kitlenin Ak Parti’nin seçimlerden tek başına iktidar olmasından duyduğu rahatsızlığa, birkaç çocuğun şiir, ilahi okuması bardağı taşıran son damla etkisi yapar. Darbecilerin laiklik tehlikesi(!) ihtimaline dahi tahammülü yoktur. İşte her şey böyle başlar, halkın seçtiği bir parti ve birkaç çocuğunun dinlerinin en önemli şahsiyeti olan Peygamberlerini anması, bir ülkenin silahlı kuvvetlerini ve kısmi kitlesini darbe-müdahale-muhtıra lehine harekete geçirir. 

Bildirinin Tam Metni 

Tüm bu gelişmelerden sonra bir görüşe göre gereklilik arz eden açıklama, bir görüşe göre müdahale-muhtıra olan bildiri hiç tereddüt edilmeden yayınlanır. 

 ‘’ Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir. Uygun ortamlarda ilgili makamların, sürekli dikkati ne sunulmakta olan bu faaliyetler; temel değerlerin sorgulanarak yeniden tanımlanması isteklerinden, devletimizin bağımsızlığı ile ulusumuzun birlik ve beraberliğinin simgesi olan milli bayramlarımıza alternatif kutlamalar tertip etmeye kadar değişen geniş bir yelpazeyi  kapsamaktadır. 
Bu faaliyetlere girişenler, halkımızın kutsal dini duygularını istismar etmekten çekinmemekte, devlete açık bir meydan okumaya dönüşen bu çabaları din kisvesi arkasına saklayarak, asıl amaçlarını gizlemeye çalışmaktadırlar. 
Özellikle kadınların ve küçük çocukların bu tür faaliyetlerde ön plana çıkarılması, ülkemizin birlik ve bütünlüğüne karşı yürütülen yıkıcı ve bölücü eylemlerle şaşırtıcı bir benzerlik taşımaktadır. ''

Bu bağlamda; 

Ankara’da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları ile aynı günde kuran okuma yarışması tertiplenmiş, ancak duyarlı medya ve kamuoyu baskıları sonucu bu faaliyet iptal edilmiştir. 

22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa’da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile, o saatte yataklarında olması gereken ve yaşları ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş, bu sırada Atatürk resimleri ve Türk bayraklarının indirilmesine teşebbüs edilerek geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur. 

Ayrıca, Ankara’nın Altındağ ilçesinde “Kutlu Doğum Şöleni” için ilçede bulunan tüm okul müdürlerine katılım emri verildiği, Denizli’de İl Müftülüğü ile bir siyasi partinin ortaklaşa düzenlediği etkinlikte ilköğretim okulu öğrencilerinin başları kapalı olarak ilahiler söylediği, Denizli’nin Tavas ilçesine bağlı Nikfer beldesinde dört cami bulunmasına rağmen, Atatürk İlköğretim Okulunda kadınlara yönelik vaaz ve dini söyleşi yapıldığı yolunda haberler de kaygıyla izlenmiştir. 

Okullarda kutlanacak etkinlikler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilgili yönergelerinde belirtilmiştir. Ancak, bu tür kutlamaların yönerge dışı talimatlarla yerine getirildiği tespit edilmiş ve Genelkurmay Başkanlığınca yetkili kurumlar bilgilendirilmesine rağmen herhangi bir önleyici tedbir alınmadığı gözlenmiştir. 

Anılan faaliyetlerin önemli bir kısmının bu tür olaylara müdahale etmesi ve engel olması gereken mülki makamların müsaadesi ile ve bilgisi dahilinde yapılmış olması meseleyi daha da vahim hale getirmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. 

Cumhuriyet karşıtı olan ve devletimizin temel niteliklerini aşındırmaktan başka amaç taşımayan bu irticai anlayış, son günlerdeki bazı gelişmeler ve söylemlerden de cesaret almakta ve faaliyetlerinin kapsamını genişletmektedir. 

Bölgemizdeki gelişmeler, din ile oynamanın ve inancın siyasi bir söyleme ve amaca alet edilmesinin yol açabileceği felaketlerin ibret alınması gereken örnekleri ile doludur. Kutsal bir inancın üzerine yüklenmeye çalışılan siyasi bir söylem veya ideolojinin inancı ortadan kaldırarak, başka bir şeye dönüştüğü, ülkemizde ve ülke dışında görülebilmektedir. 
Malatya’da ortaya çıkan olayın bunun çarpıcı bir örneği olduğu ifade edilebilir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin çağdaş bir demokrasi olarak, huzur ve istikrar içinde yaşamasının tek şartının, devletin Anayasamızda belirlenmiş olan temel niteliklerine sahip çıkmaktan geçtiği şüphesizdir. 

Bu tür davranış ve uygulamaların, Sn. Genelkurmay Başkanı’nın 12 Nisan 2007 tarihinde yaptığı basın toplantısında ifade ettiği “Cumhuriyet rejimine sözde değil özde bağlı olmak ve bunu davranışlarına yansıtmak” ilkesi ile tamamen çeliştiği ve Anayasanın temel nitelikleri ile hükümlerini ihlal ettiği açık bir gerçektir. 

Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir. 

Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır. 

Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir. 

 Kamuoyuna Saygı ile duyurulur.” 

 Bu muhtıranın kof bir gerekçe olan; laiklik tehdit altında öyle ise müdahale etmek görevdir, sorumluluğu yanı sıra, bir başka yönü de; Ermeni, Kürt ve ırkçı olmayan vatandaşlarının antidemokratik uygulamalara, zulme ve şiddete maruz kalması, ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ ilkesine riayet etmeyenleri açıkça ‘düşman‘ ilan etmesidir. 

 Sonuç 

Hükümet bildiriyi üzerine almış ve Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek ertesi gün bir basın açıklaması yaparak Hükümetin de laiklikten yana olduğunu bildirmiştir. Hükümet alışılmadık bir şekilde, daha önceki askeri müdahalelerin ardından hükümetlerin takındığı tavırların aksine muhtırayı sert bir tepkiyle karşıladı. Cemil Çiçek konuşmasında Genelkurmay Başkanı’ nın resmi olarak Başbakan’ a bağlı olduğunu, görevleri itibarıyla Başbakan’a karşı sorumlu olduğunu belirtti. 

Mecliste temsil edilen CHP, ANAP, DYP, HYP, SHP ile TBMM’de sandalyesi olmayan DSP, MHP, İP liderleri erken seçim kararı alınarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yeni Meclis tarafından yapılması gerektiğini basın açıklamaları ile belirtmişlerdir. Ancak Hükümet böyle bir yolu tercih etmediklerini ve seçim sürecinin devam edeceğini açıklamışlardır.

 Abdullah Gül ise adaylıktan çekilmeyeceğini açıklamıştır. 

Ülkeyi Cumhuriyet Mitingleri ile kaos ortamına, bölmeye götürenler eylemlere devam ede dursun; bu sürece rağmen Cumhurbaşkanı önerisi olarak 24 Nisan 2007 günü Abdullah Gül’ün adı ortaya çıktı. 27 Nisan tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı birinci tur seçimlerinde 357 kabul oyu çıkmasına karşın 367 sayısına ulaşılamadığı için, seçim ikinci tura kalmış; 
Anayasanın ilgili hükmü gereği, ilk oturumun açılabilmesi için 367 üyenin Mecliste hazır bulunması gerektiği gerekçesi ile Cumhuriyet Halk Partisi tarafından oturumun iptali için Anayasa Mahkemesi’ne açılan dava sonucu Meclis’in bu birinci oturumu, Anayasa Mahkemesi’nin 1 Mayıs 2007 tarihli kararı ile iptal edildi. 6 Mayıs 2007 tarihinde Mecliste yapılan iki yoklamada da toplantı yeter sayısının bulunamayışı yüzünden 11. Cumhurbaşkanı seçilememiştir. 

Abdullah Gül 28 Ağustos 2007 tarihinde yapılan cumhurbaşkanlığı seçim üçüncü turunda 339 oy alarak Türkiye Cumhuriyetinin 11. Cumhurbaşkanı seçildi. 

Böylece Nisan 2007'de başlayan Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanını seçim süreci sona erdi. 

Ayrıca, TBMM’de 27 Nisan 2007 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi 1. turunda toplantı yeter sayısı olan 367 sayısına ulaşılamadığı gerekçesiyle CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne yapılan itiraz başvurusu 1 Mayıs 2007 tarihinde haklı bulunarak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 1. turu iptal edilmiştir. Bu gelişmeler üzerine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 24 Haziran ya da 1 Temmuz tarihinde erken seçime gidileceği açıklaması yaptı. Ayrıca, 1973 ve 1980'de olduğu gibi askerlerin Cumhurbaşkanlığı sürecine artık müdahil olmalarını engellemek için, Anavatan Partisi’nin teklifi TBMM tarafından kabul edilerek Anayasa değişikliği yapıldı ve bundan sonra Cumhur başkanlarının 5 senede bir doğrudan halk (cumhur) tarafından seçilmesi kabul edildi. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve CHP itiraz ettikleri için bu değişiklik referandum ile halkoyuna sunuldu ve %78 oy oranı ile kabul edilerek kesinleşti. 

Not: Ergenekon Davasının halen sonuna gelinememiş olduğu bu zamanlarda, ispatlanamadığı gerekçesiyle, faillerinin elini kolunu sallayarak gezdiği, yahut bir gecede salıverildiği, Darbeler Tarihi yazı dizisine başlık olamamış ‘ darbe eylem planlarını ‘ planlandığına inansam dahi hali hazırda ‘ıslak bir imza‘ mevcut olmadığından-olduğundan(?) bu başlığa konu olması gerekirken, etik bulmadığımdan, bu yazıya konu etmiyorum. 

 Bitirirken., 

Yazı yazmak yorucu bir uğraştır. Akademik yahut bilgiye dayalı toplamda bir sayfalık bir yazı için dahi, yeri geldiğinde onlarca kitap, makale taramanız gerekebilir. Beyni oldukça yoran bu eylemden fazlası da vardır; ruhu yoran yazılar yazmak. 

 Türkiye Darbeler Tarihi yazı dizisinin bilgiye, araştırmaya dayanan bir yönü olduğu gibi ruha baskı yapacak, bezginlik yaratacak bir yönü de oldu. Daha reşit olmadığı bir yaşta işkence görenler ile röportajlar, neredeyse bir hiç uğruna asılmış bir başkandan tutunda, eğitim-çalışma hakkı zorla gasp edilmiş başörtülü öğrencilere kadar, katledilen, faili meçhul denilen bir yığın insanın, bir yığın acısına şahit olduk. Çok istekli olarak başladığım bu yazı dizisi açıkçası beni çok yordu. Şimdi bitirirken bir görevi teslimin rahatlığı yanı sıra bir eziyetler 
dönemine tekrar şahit olma halinden kurtulmanın huzurunu yaşıyorum. 

Son başlığımız olan 27 Nisan Muhtırasının da, bu minvalde Asker eliyle yapılmış son müdahale olmasını diliyorum. 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder