21 Haziran 2017 Çarşamba

Kuzey Irak, Dâhili ve Harici Bedhahlar BÖLÜM 1

Kuzey Irak, Dâhili ve Harici Bedhahlar 
BÖLÜM 1 


(*) Vedat Yenerer 
(*) 21. Yüzyıl Dergisi Editörü. Gazeteci, köşe yazarı.


Ortadoğu'da bölünme süreci 1991 yılında 1. Körfez Savaşı ile başladığında kimse bunun farkında değildi. O yıl, genç bir gazeteci olarak Mart ayında dağlarda ve Hezil Çayı'nı yüzerek geçtiğim Irak'ta yaşadıklarımın aslında ne anlama geldiğini neredeyse 10 yıl sonra anlayabilmiştim. Uluslararası güç tarafından “36. Paralel'in Kuzeyi Güvenli Bölge” adı altında Bağdat yönetiminden ve Türkmenlerden koparılan Irak'ın kuzeyi aslında bir türlü ilân edilemeyen Kürdistan'dı.




Uluslararası medya ile Irak'lı Kürtlerin öteden beri “Kürdistan” diye adlandırdığı ve 1971 yılında Saddam Hüseyin yönetiminden kısmen otonomi
almış bölgeyi Türk medyası ve meclisi “Kuzey Irak” olarak adlandırdı.

Hiçbir zaman “Neden Kürdistan?” sorusu sorulmadı. Sorgulandığında da iş işten neredeyse geçmişti.

Telafer ve Musul'da yaşayan Türkmenlerin dahil edilmediği, 36. Paralel'in güneyinde kalmasına karşın Süleymaniye gibi Kürtlerin çoğunlukta olduğu yerleşim birimlerinin açıkça koruma altına alındığı bölge “36. Paralel” adı altında Kürt liderlerin kontrolüne bırakıldı. Bu yönetim ilk iş olarak Türk şehri Erbil'in nüfus yapısını değiştirdi ve ardından Kürtlerin başkenti ilân etti.

Bu bölgenin ilk zamanlar sanki Irak'taki tüm muhaliflerin rahat hareket ettiği bir alan gibi algılanması sağlanırken, muhaliflerin hiçbir toplantısının Kuzey Irak'ta düzenlenmemiş olması sonradan dikkatleri çekti. Kürtlerin haricinde hiçbir grubun faaliyet göstermesine izin verilmedi. Silahlanmaya kalkanlara da büyük bir baskı uygulandı. Örneğin Türkmen liderlerini koruyacak görevlileri eğitmek amacıyla Erbil'de kurulan Türkmen Güvenlik Dairesi'nin eğitim faaliyetleri kısa bir süre sonra durduruldu. Türkmenlerin silahlı eğitim yapması fikri ilk günden itibaren Barzani ve Talabani'den tepki gördü, büyük rahatsızlık yarattı.

Türkiye'de eğitilen, görevlendirilen daire başkanı Emir İzzettin de Erbil'de 2003 yılında terörist iddiasıyla gözaltına alındı. İzzettin, mahkeme kararı ile serbest bırakılmış olmasına rağmen Barzaninin özel isteği gereği halen hapistedir. Türkiye eğitip gönderdiği Emir İzzettin'e hiçbir zaman  sahip çıkmadığı gibi, bu nedenle Barzani yönetimi ile kavga halindeki Türkmenleri caydırıcı tavırlar sergilemiştir. Türkiye'deki hükümetin İran'da esir alınan İngiliz askerleri için seferberlik başlatıp her türlü diplomatik baskıyı yaparken, Emir İzzettin için kılını bile kıpırdamaması  hükümetin Irak Türkleri ile ilgili politikasını açıkça ortaya koyması bakımından somut bir örnektir.

Türkiye'de “ Fderasyon da Tartışılmalıdır ” diyen 8. cumhurbaşkanı Turgut Özal döneminde, sonuçlarını bilerek bu oyuna göz yumduğu aşikardır. 

1992 yılında sınır kapısına asılan “Kürdistan'a hoş geldiniz” yazısı aradan yıllar geçtikten sonra medyada haber değeri kazandı.
Türkiye, önce Barzani'ye daha sonra da Talabani'ye milyonlarca dolar para ve askeri yardımda bulundu ve peşmergeleri eğitti, kırmızı pasaportlar
dağıttı. Ankara'ya açılan temsilcilikler ve Çankaya'da ağırlanan Kürt liderlerin, Emperyalist ABD'nin ve Sevr dayatmacılarının Ortadoğu'da uzun vadede
Türkiye çıkarlarının altına konulmuş bir dinamit olduğunu kimse fark etmedi. 

Fark edenler ve uyaranlar da dikkate alınmadı, ırkçılıkla suçlandı.

1991 yılında, bir kısmı Türkiye'ye sığınan daha sonra güvenli bölgeye dönen yaklaşık 200 bin Türkmenin verdiği varolma savaşı, Türk medyasının
ilgisizliği ve bilgisizliği nedeniyle gündeme alınmamıştır. Barzani ve Talabani ile röportaj yapma yarışına giren çoğunluğu Kürt kökenli bölge gazetecileri
Türkmenleri ya görmezden gelmiş ya da küçümsemiştir.

Irak'taki Türkmenler gördükleri her Türk pasaportlunun “Türk” olmadığını uzun yıllar sonra anlamıştır. Onlar, yıllarca Kürt kökenli vatandaşlarımızın kullandığı 
Türkiye plâkalı kamyonları, araçları durdurup “Türk” olduklarını düşünerek hediyeler vermiş, güzel sözler söylemişlerdir. Anavatandan gelen bir soydaşa 
Irak'ta tutsak olarak yaşadıklarını haykırmak istemişlerdir.

Türkmenler 1991'den sonra kendilerine yönelik ikinci sınıf muamelenin Türkiye'de yaşayan azınlık ırkçısı Kürtler tarafından yapıldığını fark ettiklerinde iş işten geçmişti. 

Bu durum onlarda hem hayal kırıklığı hem de büyük bir şok etkisi yaratmıştı.

1992 yılında Erbil'de kurulan Türkmen radyo ve televizyonu zor şartlar altında ilkel cihazlarla kurulmuştu. Talabani'nin kontrolündeki bu TV'ye Ankara hükümetleri zamanında yardım elini uzatmış, bugünkü Türkmeneli TV gibi birkaç kanal ve radyo istasyonu kurup, sınırdaki TV vericilerimizi de güçlendirmiş olsaydı bugün bölgede durum çok farklı olurdu.

Her ne kadar iki ayrı bölgeye bölünmüşlerde olsalar da Kürtler 12 yıl boyunca nihaî bir savaşa birlikte hazırlanırken, Türkmenler bu yılları birbirlerinden
kopuk ve korku içinde geçirdiler. 1996 yılında kurulan Türkmen Cephesi ve 2003 yılında neredeyse iş işten geçtikten sonra TRT, Dışişleri ve TSK'nın katkıları ile kurulan Türkmeneli TV gibi bir kanal, tüm Türkmenlerin ortak sesi olabildi. 2007'ye gelindiğinde kendisini çok geliştiren bu kanal, kısa zamanda büyük ilgi görünce, başta Kürt grupları ve ABD'yi ciddi olarak rahatsız etmeye başladı. Türkmeneli TV halen baskı altındadır ve işgal güçlerini ağır eleştiren programlar ve haberler yapılırken mümkün olduğu kadar sansürden geçer. Aksi taktirde
kanalın Kerkük'teki merkezi her an basılabilir ve zarar görebilir.

Kürt medyası Türkiye ve Türkmen düşmanlığı içeren ifadeleri, mesajları rahat rahat kullanırken, hatta PKK'ya bile program yaptırırken, Türkmen TV'si sansürlenmektedir. Türkiye'den gelen kitap, gazete ve dergiye de tahammül yoktur ve gümrük adı verilen kontrol noktasında bunlara el konulur.

Irak'ta Kürtler kadar hakkı olan Türkmenlerin bütün hakları işgalci ABD ve işbirlikçileri olan silahlı Kürt grupları tarafından gasp edilmiştir. Aynı özgürlük onlara tanınmamaktadır.

Devlet Politikamız: Düşmanlıkları Görmezden Gelmek 




Saddam Hüseyin döneminde tamamı Türk olduğu ve Türklüğü bırakıp Arap olmayı kabul etmedikleri için trafik lâmbası konulmayan, sinema ve kültür merkezi yapılmayan 500 bin nüfuslu Türkmen kenti Telafer, direndikçe
akan kan da, katliam da artıyor. ABD ve Kürt peşmergeler Türkmenleri evlerini terk etmeye zorluyor. Şu ana kadar en az 100 bin Türkmen evini
terk edip daha güvenli sayılan bölgelere kaçtı. Bu şiddete rağmen Kürtler istedikleri rakama ulaşamadı.  

Kürtlerin ateşten bir top haline gelen Telafer'deki bu evlere yerleşmesi artık mümkün değildir. 

<  Her ne kadar iki ayrı bölgeye bölünmüşlerde olsalar Kürtler 12 yıl boyunca nihaî bir savaşa birlikte hazırlanırken, Türkmenler bu yılları
birbirlerinden kopuk ve korku içinde geçirdiler. >

Musul'un kenar mahallelerinde bulunan ve ellerinde Kürdistan bayrakları ile gösteri yapan Kürtlerden eser kalmamıştır.

Son 6 aydır neredeyse Kürtlerin tamamı A-rapların ve Türkmenlerin aşırı kızgınlıklarından korkup kenti terk ederek daha güneye kaçmaktadır.
Yeni Kürdistan haritalarına dikkat edilecek olursa Musul tamamen çıkarılmış durumdadır. Bu da Kürtlerin gerçekte ne kadar umutsuz ve ABD'ye 
muhtaç olduklarını açıkça ortaya koymaktadır Telafer'de de durum aynıdır. Türkmenlerin akıtılan kanın intikamını, gelmeye cesaret edecek 
Kürt ailelerden çıkartacağı gerçeği Kürtleri kara kara düşündürmektedir. Türkiye sınırdan Barzani'ye Türk halkına verdiği fiyatın üçte birine elektrik
verirken, aynı Barzani Telafer'e 3 yıldır ne elektrik ne de su veriyor.

Açlık ve hastalık nedeniyle her gün masum insanlar ölmeye devam ediyor. Ankara hükümeti açıkça Barzani ve işgalci ABD'ye hizmet ederken kendi
soydaşlarını ölüme terk etmiştir.

İşgalciler Türkiye'den gelen insanî yardımı bile şehre sokmuyor, ama evini terk edenlere yol veriyor. Türkiye sık sık havan ateşi açılan ve yüzlerce
ölü ve yaralının bulunduğu Telafer'e son olarak su boru hattı kurma teklifinde bulundu. Ortak Vizyon Belgesi imzaladığımız ABD, bu teklife işine gelmediği
zamanlarda tekrarladığı “Irak hükümetine sorun" yanıtını verdi..

Kukla Irak hükümeti de tek bir polisini bile sokamadığı Telafer için "hayır yapamazsınız, izin vermiyoruz, onlar terörist" cevabını verdi.

AKP hükümeti “Aman gizli anlaşmalar yapıp sözler verdiğimiz ABD'yi kızdırmayalım!” düşüncesiyle olsa gerek hiç bir itirazda bulunmadı
ve projeyi hemen geri çekti.

AKP'nin yanı sıra meclisteki diğer partiler de Türkmen olan bu kentteki katliama tamamen seyirci kalmayı tercih ettiler ve etmeye devam ediyorlar.
Bu konuda hiç bir plân ya da projenin ortaya atılmamış olması çok düşündürücüdür. Bunun mantıklı en büyük nedenlerinden biri partilerin içinde çok sayıda Kürt milletvekili olmasıdır. Halepçe katilamını ağızlarına sakız yapan bu Kürt milletvekillerinin bugüne kadar Telafer, Musul ve Kerkük konularındaki 
politikaları ortadadır. Hiçbirinin bugüne kadar Telafer'de yaşanan insanlık dramını ağzına almamış olması dikkat çekicidir.

Endonezya'ya, Pakistan'a yardım götüren, Sudan'a hastane kuracağını açıklayan ve siyasîlerin dümen suyundaki sözde özerk Türk Kızılayı da,
burnumuzun dibindeki Telafer'de ilâçsızlıktan, susuzluktan, açlıktan kırılan soydaşlarımızı görmezden geliyor.
Irak'ta Güney Afrika Cumhuriyeti'ne varıncaya kadar yaklaşık 75 ülkenin yardım adı altında sivil toplum, istihbarat vs. kuruluşu var. Bir tek Türkiye'nin
yardım kuruluşu bulunmuyor. Hatırlıyorum, Kızılay 10 yıl önce tebeşir ve defter dağıtmıştı.

Geçen yıl da iki kamyon yardım götürdüler, bir şoför gece yol almak isteyince şehit edilmişti.

Güney sınırımızın dibinde soydaşlarımızın içinde bulunduğu zor ve kabul edilemez şartlar görmezden gelinerek KDP ve Kürt oluşumunun önünün açıldığı çok açıktır. Kızılay, Kosova ve Bosna'ya da "savaş var" bahanesiyle yıllarca yardım göndermedi. Yardım gönderdiklerinde de yarısını 250 bin müslümanı kameralar önünde vahşice öldüren katil ve psikopat Sırp paramiliterlere dağıttılar. Elleri kanlı Sırplar, şaşkınlıklarını gizleyemediler ve bu tuhaf duruma aylarca güldüler.

Balkanlarda da aynı Irak'ta yaşananlar yaşandı. Türkiye Türkler yerine Kosova'daki Türk düşmanı Sırp gazetelerine para yardımı yapmıştı. Kızılay
Uganda ve Tanzanya olsa hemen kamyonları yola çıkarıyor, ama soydaşın yardıma ihtiyacı olunca hep bir sorun ortaya çıkıyor. “Biz her topluma yardım
götürüyoruz. Ayrım yapmıyoruz” sözlerini söyleyen dünyada başka hiçbir yardım kuruluşu yoktur. Her yardım kuruluşunun önceliği vardır ve
en önemli yardım o öncelikli insanlara gönderilir Söz konusu Irak olduğu zaman tehlikeden söz eden Kızılay Irak'ta neden olmadıklarını açıklayamıyor. 

Hükümetin direnişin artmasıyla birlikte direnen Telaferliler için " Onlar Terörist " diye açıklama yapması dikkat çekicidir. Kamuoyu korkusu nedeniyle
böyle bir yaklaşımda bulunmaya çekinen iktidar kadrolarının bututumla Irak'ta Türkiye ve Türkmenlerin çıkarlarını koruması söz konusu değildir.

<  Endonezya'ya, Pakistan'a yardım götüren, Sudan'a hastane kuracağını açıklayan ve siyasîlerin dümen suyundaki sözde
özerk Türk Kızılayı da, burnumuzun dibindeki Telafer'de ilaçsızlıktan, susuzluktan, açlıktan kırılan soydaşlarımızı görmezden geliyor. >

PKK'nın Bağdat'ta çok sayıda açtığı bürolar ve ofisler var. Celal Talabani'ye destek ve yardımları için teşekkürlerin yazılı olduğu koca koca pankartları 
da ofislerinin önünde aylardır duruyor. “Görmemek için sadece Türk olmak” lâzım diyorlar. Çok sayıda Alman, İsveç ve Fransız vatandaşları PKK'nın bürosunda arı gibi çalışıyor.

Dağlarda Mehmetçiğe ve masum insanlara pusu kuran, çatışmalarda öldürülen teröristler için "resimli şehitler albümü" adlı bir katalog, Lübnan'da on binlerce bastırılmış, her köşe başında dağıtılıyor. Bu arada PKK militanları için Arapça kursu da açılmış. Yayınların arasında propaganda amaçlı bir Arapça dergi de çıkıyor. Öcalan Kalkınma ve Kültür Derneği adlı bir dernekteki toplantılarda Araplara "Üstad Abdullah Öcalan'ın Mücadelesi" adı altında kahramanlık öyküleri anlatılıyor.

Kuzey Irak'taki Kürdistan Sözde Demokrat Partisi ve " Kürdistan Bölge Başkanı " Mesut Barzani, Kürt sorununun bir realite olduğunu, bundan dost ve komşu ülkelerin rahatsız olmamaları gerektiğini hatırlatarak sık sık "Kürtlerin de devlet kurma hakkı var" diyor. Saddam Hüseyin sonrasında dünyada kalan az sayıdaki diktatörden biri olan Mesut Barzani, Kürtlere haksızlık yapıldığını ve devlet kurdurulmadığını da ekliyor.

Babasının ölümünden beri 30 yıldır Saddam'ın döktüğünden fazla kan döken, Kuzey Irak'ta kardeşlik yerine kan, nefret ve gözyaşıyla iki ayrı Kürt
bölgesi oluşturan Barzani ve Talabani yönetimleri Saddam Hüseyin'i mumla aratır hale gelmiştir.

Özellikle Barzani yönetimi Bugün tamamı Türkmen olan 500 bin nüfuslu Telafer ve dörtte üçü Arap ve Türkmen olan Musul'a hala bir peşmerge bile sokmayı başaramamış, çoluk çocuk öldürmeye devam ediyor. Bu şehirler tarih boyunca da Kürt bölgesi olmadı. ABD İşgal Ordusu'nun desteği ve silahlı peşmergelerin baskısıyla sahipsiz Türkmenler Barzani tarafından yönetiliyor. Ama bu durumun ne kadar süreceği belli değildir.

Erbil tarih boyunca Türk şehriydi ama zaman içinde Kürtlerin çoğalması Kerkük'teki Türkmenlerin koruma bölgesinin dışına alınmasıyla kentin ele geçirilme  sürecini hızlandırmıştır.

Türklüğün Ortadoğu'daki kalesi, sönmeyen ateşi Kerkük, AKP'nin, bölücülerin ve işbirlikçileri aydınların tüm gayretlerine,  Barzani ve Talabani'nin katliamlarına rağmen, hala Türk şehri olarak ayakta durmaktadır. İşgalcilerle birlikte hareket eden Kürtlerin bugüne kadar Kerkük  şehir merkezinde toplanıp “Kerkük kürttür, kürt kalacaktır” sloganları atarak gösteri düzenleyememiş olmaları dikkatlerden kaçmıştır. Bunun en büyük nedeni korkudur. Kerkük şehir merkezinde düzenlenecek büyük bir Kürt gösterisi Kerkük'ü ateşten topa çevirir. Türkmenler büyük bir tepki gösterir ve kanlı çatışmalar yaşanır.

Kısacası Türkiye'de Türklerin en yoğun yaşadığı bölgede bölücü Kürtler istedikleri zaman gösteri düzenleyebiliyor. Otobüs yakıp, polisle çatışabiliyor. Buna rağmen Türk milleti sessiz kalmaktadır. Oysa Kerkük'teki gerçek tam tersidir.
Tüm baskılara, işkencelere katliamlara ve silah üstünlüğüne karşın Türkler hala dimdik ayakta ve korku salmaya devam etmektedir.
Teze, Tuz, Altınköprü, Kifri, Mendeli ve daha pek çok yerleşim birimine peşmergeler ABD askerleri olmadan ana asfalttan içeri girememekte dirler.Kürtlerin giremedikleri yerleşim birimlerinin giriş ve çıkışlarındaki şehir isimlerini değiştirmekle, harita yapmakla, uyduruk sınırlar çizmekle bu şehirler Kürdistan olmuyor…

Peki Kürtlerin çoğunlukta olduğu şehirler nereleri diye sorulursa şu cevap verilebilir. Zaho, Duhok Süleymaniye.. Ayrıca, Akra, Amadiye, Sersing
Diana, Şaklava, Ranya gibi kasabalar da. Buralarda da tüm baskılara rağmen Arap, Türkmen, Yezidi, Süryani ve Şebeklerin sayısı ciddî miktardadır.

Barzani ve Talabani'nin haricinde, onların bile kontrol edemediği, silahların susmadığı Halepçe gibi İslamcı Kürtlerin yerleşim birimleri var. Bu bir avuç Kürt'ün yaşadığı bölgede, birbirine düşman 3-4 ayrı liderin yanı sıra, Sünni, Şii, Caferi, Kadiri, Yezidi, Süryani, Hıristiyan ve Yahudi gibi birbirinden
nefret eden oluşumlar var.

Silah zoruyla, ABD işgal ordusunun eteğinin altına, Yahudilerin korumasına girip, tüm Ortadoğu halklarına ve Müslüman alemine ihanet edip, Türk, Arap, Asuri, ve Yezidilerin yaşam alanını silahla gasp ederek, Kürtlerin yaşamadığı, bir mezar taşının bile bulunmadığı topraklara Kürdistan'ı kurmak istemek, ancak bar-barlık ve hayalden ibarettir.

Kuzey Irak, Dâhili ve Harici Bedhahlar Türklüğün Ortadoğu'daki kalesi, sönmeyen ateşi Kerkük, AKP'nin, bölücülerin ve işbirlikçileri aydınların tüm gayretlerine, Barzani ve Talabani'nin katliamlarına rağmen, hala Türk şehri olarak ayakta durmaktadır.

Aynı Yunanlıların İstanbul'da Konstantinopolis, İsrail'in Fırat ve Dicle arasında, Ermenilerin Doğu Anadolu ve Rumların da Doğu Karadeniz'de kurmak istedikleri hayali, ütopik devletler gibi. Sanki bu bölgelerde Türk milleti değil de başıboş koyunlar yaşıyor.

Türk milleti 1920'li yıllarda olduğu gibi tarihinin en zayıf dönemini yaşamıyor. Ama bir bölümüyle tarihinin en basiretsiz ve milli onur ve şuurdan
uzak yöneticileri iş başındadır. Irak'ın nimetleri Irak'ta yaşayanlar arasında pay edilmeyecekse, Türkiye hem soydaşlarını hem de Kürt ve Arap akrabalarının canını ve malını ayrılıkçı ve  etnik diktatörlere karşı gerekirse ordusuyla korumalıdır. Bu ordu bu korumayı yapacak güçtedir.

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder