28 Aralık 2016 Çarşamba

CUMHURBAŞKANI GÜL DÖNEMİ SURİYE - TÜRKİYE İLİŞKİLERİ BÖLÜM 1



CUMHURBAŞKANI  GÜL DÖNEMİ SURİYE - TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 1




Oytun ORHAN 
ORSAM Ortadoğu Uzmanı 
oytunorhan@orsam.org.tr 
Haziran’09 Cilt 1 -Sayı 6 
Ortadoğu Analiz - İnceleme  



Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Suriye ziyareti, Suriye ile gelişen ilişkilerin derinleşerek devam etmesi konusundaki kararlılığın bir göstergesi. 

  < 2000’lerin başında Türkiye-Suriye ilişkilerinde yakınlaşmayı sağlayan temel olgu güvenlik alanında işbirliği olmuştur. Teröre karşı işbirliği ve Irak merkezli ortak güvenlik kaygılarının yakınlaştırdığı iki ülke zamanla ekonomik, kültürel ve sosyal unsurları içeren çok boyutlu bir ilişki geliştirmiştir. >


Giriş 

Türkiye-Suriye ilişkileri, Nisan ayı sonunda iki ülkenin askeri birliklerin sınırda gerçekleştirdikleri ortak tatbikattan sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 15-17 Mayıs tarihleri arasındaki Şam ziyareti sonrasında bir kez daha gündeme gelmiştir. Abdullah Gül’ün Suriye ziyaretini, 10 yıl önce ilişkilerde yaşanmaya 
başlayan gelişimin ve Türkiye’nin son yıllarda komşuları ve yakın çevresine yönelik arayışlarının bir ürünü olarak görmek gerekmektedir. 
Suriye ile ilişkiler, Türkiye’nin arayışlarının en önemli ve başarılı ayağını oluşturmaktadır. Son yıllarda iki ülkenin ilişkilerinin belirlenmesinde stratejik çıkar hesapları kadar, hatta bazen daha öncelikle ortak tarih, kültüre dayanan kimlik öğeleri büyük önem taşımaya başlamıştır. Belki de bu yüzden Türkiye-Suriye arasında çok boyutlu ve içten bir ilişki geliştirilebilmiştir. 

Ancak ilişkilerdeki gelişimi sadece kimliğe dayalı unsurlarla açıklamak yetersiz olacaktır. Adana Mutabakatı ile güvenlik işbirliğinin geliştirilmesi, 
Irak Savaşı’nın bölgede ve dolayısıyla tarafların birbirlerini algılama biçiminde yarattığı değişim önemlidir. Gerçekten de Türkiye’nin Ortadoğu politikası ndaki değişim 2002 sonrasında AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) ile başlamakla beraber, Suriye ile yakınlaşma 1999 yılında başlamıştır.1 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 2000 yılında Suriye eski Devlet Başkanı Hafız Esad’ın cenaze törenine katılmak üzere Şam’a gidişi ile uzun yıllar sonra ilk üst düzey ziyaret gerçekleşmiş, Türkiye, “ilişkilerinin pürüzlerden arındırılıp, ileriye götürülmesi”2 yaklaşımını bu tarihlerde ortaya koymaya başlamıştır. Makalemizin ilk bölümünde yer alacak Türkiye-Suriye yakınlaşmasını gerekli kılan faktörler bu çerçevede açıklanmaya çalışılacaktır. 

Çalışma; 
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Şam ziyaretinin sonuçlarının değerlendirileceği bölümün ardından genel değerlendirme ile sonuçlandırılacaktır. 


Türkiye-Suriye Yakınlaşmasını Gerekli ve Mümkün Kılan Faktörler 

2000’lerin başında Türkiye-Suriye ilişkilerinde yakınlaşmayı sağlayan temel olgu güvenlik alanında işbirliği olmuştur. Teröre karşı işbirliği ve Irak merkezli ortak güvenlik kaygılarının yakınlaştırdığı iki ülke zamanla ekonomik, kültürel ve sosyal unsurları içeren çok boyutlu bir ilişki geliştirmiştir. Son 10 yıllık süreçte, Türkiye-Suriye ilişkilerinde yakınlaşmayı gerekli ve mümkün kılan faktörleri 6 ana başlık altında toplayabiliriz: 

Adana Mutabakatı ve Güvenlik İşbirliği: 20 Ekim 1998 tarihinde imzalanan ve teröre karşı işbirliği öngören anlaşma Türkiye-Suriye ilişkileri açısından dönüm noktasıdır. Yakınlaşma, ilişkileri o döneme kadar gölgeleyen PKK konusunun artık bir unsur olmaktan çıkmasıyla sağlanabilmiştir. 

2000 yılında Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Suriye’ye gidişi ile ilk somut ürününü veren süreçte karşılıklı birçok ziyaret gerçekleşmiştir.3 

Adana Mutabakatı sadece kâğıt üzerinde kalmamış, iki ülke güvenlik alanında son derece etkin bir işbirliği geliştirmiştir.4 Bu süreçte uzun yıllar 
yapısal sorunlar olarak ilişkileri olumsuz etkileyen Hatay ve su sorunu konuları siyasi gündemden tamamen çıkarılmıştır. Güvenlik alanındaki ortaklığın son aşaması Nisan 2009 tarihinde Türkiye ile Suriye Kara Kuvvetleri arasında, sınır bölgesinde üç gün süren “sınır birlikleri değişim tatbikatı” olmuştur. Taraflar böylece sınır bölgesinde PKK ve sınır kaçakçılığına yönelik daha etkin bir işbirliği geliştirme imkânı bulmuştur. 
Askeri işbirliği bununla sınırlı kalmamış, tatbikatın hemen ertesinde “savunma işbirliği” anlaşması imzalanmıştır. 

< Türkiye-İsrail ilişkilerindeki zayıflama, Türkiye-Suriye yakınlaşmasını hızlandıran ve güven eksikliğini azaltan  faktörlerden biri olarak görülebilir. >




















ESED TALABANİ

Irak Savaşı: 2003 işgali sonrası Irak merkezli ortak güvenlik kaygıları Türkiye-Suriye işbirliğini derinleştirmiştir. Irak’ın parçalanmasının iç istikrarlarını olumsuz etkileyeceği kaygısını paylaşan her iki ülke, İran’ı da içine alacak şekilde yakınlaşmaya başlamıştır. Ancak Suriye açısından Irak’ın parçalanması önemli olmakla beraber, ABD’nin Irak’taki askeri varlığı daha büyük bir tehdit olarak algılanmıştır. Böylece Irak politikasının temeline “Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması” yerine “ABD’nin Irak’ta başarısızlığa uğratılması” oturmuştur. Temelde farklı konular yatsa da iki ülkenin de Irak’tan güvenlik tehdidi 
algılaması yakınlaşmaya neden olmuştur. 

Aynı başlık altında değerlendirebileceğimiz bir diğer unsur ABD’nin Irak’a girmesiyle beraber Suriye’nin Irak Kürtleri ile ilişkilerinde yaşanan değişimdir. Daha önceleri Suriye’nin Saddam yönetimine karşı desteklediği Iraklı Kürt gruplar işgal sonrası ABD’nin Irak’taki en yakın müttefiki olmuş bu da Iraklı Kürt grupları Suriye açısından desteklenebilir bir araç olarak kullanabilmenin ötesinde tehdit pozisyonuna sokmuştur. Suriye’de 2004 yılında Kamışlı’da yaşanan Kürt ayaklanması tehdit algılamasını körüklemiştir. Bütün bunlar Suriye’yi ve Türkiye’yi bölgedeki Kürt hareketlere karşı mücadelede noktasında yakınlaştırmıştır. 

 Türkiye’nin Güvenlik Algılamaları ve Ortadoğu Politikasında Yaşanan Değişim: 

Bu değişiminin ana unsuru 2002 genel seçimleri sonrasında AKP’nin iktidara gelmesidir. 

AKP’nin dış politikasının belirlenmesinde etkin olan isimlerin başında uzun süre Başbakanlık Başdanışmanlığı görevini yürüttükten sonra Dışişleri 
Bakanlığı görevini devralan Ahmet Davutoğlu gelmektedir. Davutoğlu’nun ifadeleriyle, 2002 sonrası Türkiye’nin Ortadoğu politikası şu şekilde özetlenebilir: “Türkiye’nin Ortadoğu’ya bakışının hem düşünsel hem de coğrafi temelleri bulunmaktadır. Osmanlı’nın mirasçısı olması ve kendine has coğrafi konumu 5 Türkiye’nin kendini savunmacı bir anlayışta tanımlamasını imkânsız kılmaktadır. 


 <  Lübnan bağlamında Türkiye yine tüm mezhepsel gruplara eşit mesafede bir pozisyon alırken Suriye, Hizbullah önderliğindeki muhalefet yanlısı bir tutum sergilemektedir. Bu görüş ayrılıkları ikili ilişkiler açısından sorun yaratmasa da ortak ve etkin bir Ortadoğu politikası geliştirilmesini zorlaştırmaktadır. >


Türkiye, güvenlik sorunlarını çözebilmek için bölgeye yönelik ekonomik ve kültürel işbirliği kampanyası başlatmalıdır. Ortadoğu sorunlarına sırt çevirmek 
güvenlik problemlerine çözüm üretmeyecek, bölge sorunları dönüp dolaşıp Türkiye’nin iç istikrarını olumsuz etkileyecektir. Dolayısıyla Türkiye iç güvenlik ve istikrarını; çevresinde düzen ve istikrar yaratmak için aktif, yapıcı rol üstlenerek koruyabilecektir”.6 Düzen kurulabilmesi için kullanılması öngörülen dış politika enstrümanı diyalog olarak belirlenmiştir. Türkiye’nin tüm bölge ülkeleri ile konuşabilen, pazarlık yapabilen ve sözünü dinletebilen bir konuma getirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yaklaşım esasen Doğu’yu Batı’ya tercih eden bir yaklaşım olmamakla birlikte dış politikanın sadece Batı yerine farklı alternatif eksenler üzerine inşa edilmesi sonucunu doğurmuştur.7 Bu da doğası gereği 
Türk dış politikasında Batı boyutunu nispeten zayıflatırken, Türkiye’nin Ortadoğu ile ilişkilerini güçlendirmiştir. Güvenlik algılamalarındaki değişim ise Türkiye’nin Ortadoğu politika yapımında bölgeye Kuzey Irak ve katı güvenlik merkezli bakışa son verilmesidir. Bu çerçevede Ortadoğu’ya yönelik bütüncül bir bakış açısı getirilerek, Kuzey Irak sorununun bütün bölgesel sorunlardan bağımsız olarak ele alınamayacağı ve bölgedeki tüm istikrarsızlık unsurlarının iç istikrarı olumsuz etkilediği düşüncesine varılmıştır. 


Bu düşünce değişiminin Suriye politikasındaki etkisi ise şu şekildedir: Suriye Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılan kapısı konumundadır.8 
Bu açılım coğrafi, siyasi ve ekonomik anlamdadır. Suriye ile güvene dayalı yakın ilişkiler, Ortadoğu sorunlarında aktif olma arayışındaki Türkiye’ye 
önemli fırsatlar sunmakta, Türkiye’nin bölge sorunlarına daha rahat müdahil olması imkânı doğmaktadır. İsrail-Suriye barış görüşmelerinde üstlenilen arabuluculuk, Lübnan devlet başkanlığı krizinde oynanan yapıcı rol, İsrail-Filistin sorununda özellikle HAMAS tarafı ile kurulmaya çalışılan iletişimde9 Suriye ile ilişkilerin belirleyici olduğu söylenebilir. Suriye’nin Arap platformlarında Türkiye’ye verdiği destek de aynı doğrultuda değerlendirilebilir. Türkiye böylece Ortadoğu’da sorunların çözümünde anahtar bir konuma sahip olabilmektedir. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


****


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder