CUMHURBAŞKANI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CUMHURBAŞKANI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2016 Çarşamba

CUMHURBAŞKANI GÜL DÖNEMİ SURİYE - TÜRKİYE İLİŞKİLERİ BÖLÜM 2



CUMHURBAŞKANI  GÜL DÖNEMİ SURİYE - TÜRKİYE İLİŞKİLERİ BÖLÜM 2


İsrail’le İlişkilerin Etkisi: 




Türkiye’nin bir önceki başlıkta anlatılan zihniyet değişimi İsrail’le ilişkilerinde göreli bir zayıflamaya neden olmuştur. 
Suriye ile yakınlaşmayı mümkün kılan faktörlerden biri de bu zayıflamadır. Suriye dış politikasında İsrail ile Yakındoğu’da yaşadığı rekabet 
ve bu ülke kaynaklı güvenlik tehditleri büyük önem taşımaktadır. Suriye’ye ait stratejik Golan Tepeleri halen İsrail işgali altındadır. Buna karşılık 
Türkiye ve İsrail 1990’lı yılların ortalarında savunma ve güvenlik işbirliği anlaşmaları ile bazılarınca “stratejik müttefik” olarak tanımlanan 
bir ilişki kurmuştur. O dönemde kendini çevrelenmiş hisseden Şam yönetimi uzun yıllardır rekabet ettiği Saddam yönetimine yakınlaşarak 
bu güvelik tehdidini bertaraf etmeye çalışmıştır. Yani Suriye, Türkiye İsrail’e yakınlaştığı oranda ondan uzaklaşmıştır. Dolayısıyla İsrail ile yakın 
ilişkiler Türkiye’nin Suriye ile yakınlaşması önündeki en önemli engellerden biri olmuştur. Ancak 2000’lerin başından itibaren Türkiye’nin 
İsrail ile ilişkilerinde nispi bir gerileme yaşanmıştır. 

Bunun üç temel nedeni vardı: 

1) Türkiye’nin 2000’li yılların başından itibaren komşuları ile sorunlarını çözmeye başlaması İsrail’in Türk dış politikasındaki önemini göreli olarak azaltmıştı. 

2) Filistin sorununun güdeme gelmesi ile Türk kamuoyunun Filistin davasına ilgisini artırmış dolayısıyla kamuoyuna daha duyarlı hale gelen 
Türk dış politikasının İsrail ile açık samimi ilişkiler kurması zorlaşmıştı. 

3) İsrail’in Irak işgali sonrasında Kuzey Irak’ta Kürt grupları desteklediğine ilişkin haberler ilişkileri olumsuz etkilemişti. 10

<  Türkiye ve Suriye arasında hızla gelişen ilişkilere rağmen, Lübnan örneğinde olduğu gibi 
Ortadoğu politikalarında farklı bakış açılarının var olduğu bazı alanlar mevcut. > 


İşte bu göreli zayıflama Suriye ile yakınlaşmayı mümkün kılan faktörlerden biri olmuştur. Ancak İsrail ile ilişkilerin etkisi belirleyici 
olmaktan çok hızlandırıcıdır. Çünkü Suriye ile yakınlaşma İsrail ile ilişkileri zayıflaması ertesinde gerçekleşmemiştir. Tersine önce Suriye ile yakınlaşma 
sağlanmış, böylece Türkiye için İsrail’in önemi göreli olarak azalmıştır. Dolayısıyla İsrail ile ilişkilerdeki zayıflamayı, Türkiye-Suriye yakınlaşmasını 
hızlandıran, güven eksikliğini azaltan bir faktör olarak görmek gerekmektedir. 

Suriye’nin İzolasyonu: 2003 sonrası bölgesel gelişmeler de Türkiye-Suriye yakınlaşmasına fırsat sağlamıştır. Irak Savaşı Suriye’yi ABD ve İsrail 
arasında bırakarak derin bir güvenlik tehdidi algılamasına yol açmıştır. Bu süreci iki unsur tetiklemiştir. Birincisi ABD’deki Yeni Muhafazakâr 
yönetimin baskı ve izolasyona dayalı Suriye politikası, ikincisi ise 2005 yılında uluslararası toplumun büyük bölümünün arkasında Suriye olduğunu 
düşündüğü Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’ye yönelik suikasttır. Bu olay Suriye’nin ABD’ye karşı denge işlevi gören Avrupa Birliği 
ile ilişkilerinin askıya alınmasına yol açmıştır. Lübnan’da Sünni kesimi destekleyen ve Hariri ailesiyle yakın ilişkileri bulunan bazı Arap ülkeleri 
de Suriye’yi yalnız bırakmıştır. 

 < İsrail-Suriye barışında ilerleme sağlandığı, ABD-Suriye arasındaki problemler çözüldüğü oranda Türkiye-Suriye yakınlaşmasının derinleşerek 
stratejik düzeye varma şansı olduğu söylenebilir. Dolayısıyla Türkiye’nin İsrail-Suriye barış görüşmeleri ve ABD-Suriye diyalog sürecindeki yapıcı 
ve etkin rolünü sürdürmesi gerekmektedir. >



İşte bu ortam Suriye’yi Türkiye’ye daha fazla yakınlaştırmıştır. Çıkış arayan ve izolasyonu kırmak isteyen Suriye, Batı’ya açılan kapısı konumundaki Türkiye ile 
ilişkilere özel önem vermeye başlamıştır. Türkiye de bu açılıma karşılık vermiştir. 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, suikastın ardından baskıların en yoğun olduğu dönemde Şam ziyaretini gerçekleştirmiştir. 
Türkiye, bu açılımları “Suriye yönetimine uluslararası meşruiyet sağladığı” eleştirilerine rağmen gerçekleştirmiş tir. Bu şekilde kurulan güven duygusu, ilişkilerin daha sağlam bir zemine oturmasını sağlamıştır. 

Ekonomik Gerekçeler: 


AKP’nin Ortadoğu politikasında ekonomik yaklaşım da önemli bir yer tutmaktadır. Ekonomik karşılıklı bağımlılığının yaratılması, bölgeye istikrar getirerek güvenlik sorunlarının çözümünün bir aracı olarak görülmektedir. 
Bu yaklaşıma göre Ortadoğu’da düzen ve istikrar, izole edilmiş ekonomilerle birlikte var olamayacaktır.11 Bölgeye istikrar getirmenin ötesinde Türkiye’nin kendi ekonomik gereklilikleri de Ortadoğu’ya açılımı zorunlu kılmaktadır. 
Ekonomik istikrar ve büyümenin sürmesi çerçevesinde Ortadoğu pazarını Türk mallarına açmak önem taşımaktadır. Suriye hem kendi pazarı hem de Türkiye’nin Ortadoğu pazarına açılımı için imkân sunmaktadır. Ekonomik boyut Suriye açısından da önem taşımaktadır. Suriye 2000 sonrası dönemde ekonomik açıdan zor bir dönem geçirmiştir. Önce Irak Savaşı ile tarihsel olarak etkin olduğu Irak pazarını kaybetmiştir. 

Ayrıca Kerkük-Banyas petrol boru hattının kapanması ile önemli bir gelirden mahrum kalmıştır. 2003 yılında ABD’nin ekonomik ambargo uygulamaya 
başlaması Batı sermayesinin Suriye’ye girişini sınırlamıştır. Son olarak, Hariri suikastı sonrası oluşan izolasyon daha önceki yıllarda 

Körfez ülkelerinden gelen sermayenin de kesilmesine yol açmıştır. Suriye neredeyse sadece İran sermayesine bağımlı hale gelmiştir. Ticaret 
yapmakta ve yatırım çekmekte zorlanan Suriye, ekonomik çıkış açısından Türkiye’ye daha fazla önem vermeye başlamıştır. Türkiye her şeyden 
önce Suriye’nin Avrupa pazarına açılmasını sağlamaktadır. 
Türkiye pazarını da Irak’a alternatif olarak kullanabilmektedir. 2004 yılında imzalanan serbest ticaret anlaşması ile Türkiye-Suriye arasında ekonomik karşılıklı bağımlılık ilişkisi kurulmuş, iki ülke ekonomileri daha fazla bütünleşmiştir. İki ülke arası ticaret hacmi 2 milyar dolar düzeyine ulaşmıştır. Bunun yanında, Türk iş adamlarının yatırımları sermaye arayışındaki Suriye için büyük önem taşımaktadır. Ekonomik ilişkiler, ticaret ve yatırımlarla sınırlı değildir. Enerji alanında somut işbirliği projeleri yürütülmektedir. Arap Doğalgaz Boru Hattı projesi12, Suriye’de ve Irak’ta ortak petrol arama, petrol ürünlerinin değişimi ve henüz planlama aşamasında olan nükleer enerji işbirliği bu projeler 
arasında sayılabilir. 

Bu faktörler, 1999 yılından günümüze uzanan dönemde Türkiye-Suriye arasında sürekli derinleşen bir işbirliği dönemi başlatmıştır. En üst düzey yetkililer arası ziyaretlerden toplumlar arası artan iletişime kadar uzanan bu sürecin son aşaması Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 15-17 Mayıs tarihleri arasında Şam ve Halep’i kapsayan Suriye gezisi oluşturmuştur. 

Abdullah Gül’ün Şam Ziyareti ve Öne Çıkan Konular 

Türkiye-Suriye ilişkileri açısından büyük önem taşıyan Abdullah Gül’ün Şam ziyaretinde ele alınan konuları 4 başlık altında toplayabiliriz: 

İkili İlişkiler: Ziyaret, her şeyden önce Türkiye-Suriye ilişkilerindeki iyileşmenin devamı, hatta daha da derinleştirilmesi yönünde iki tarafın kararlılığının göstergesidir. 


 <  Önümüzdeki dönemde Suriye ile enerji alanındaki  işbirliğinin artması bekleniyor. >


İkili ilişkiler bağlamında güvenlik, ekonomi, enerji ve ulaşım işbirliği konuları görüşülmüştür. Güvenlik alanında işbirliğinin gelişerek devam etmesi beklenebilir. 
Ekonomi, en fazla öne çıkan boyut olmuştur. Gül, ziyaret sırasında Türk işadamlarından oluşan bir heyeti beraberinde götürmüştür. İş adamlarının 
Suriye’deki yatırım olanakları ele alınmış, sınır ticaretini kolaylaştırıcı çalışmalar yapılmıştır. Ayrıca Türkiye’nin Suriye’de organize sanayi bölgeleri kurma 
konusundaki tecrübesinden faydalanması konuları da görüşülmüştür. Bunların yanında enerji alanındaki işbirliğinin derinleşerek devamı ve ulaşım 
konusunda yeni işbirliği olanakları tartışılmıştır.13 
Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Türkiye-Suriye ticaretinin, Suriye’deki Türk yatırımlarının, enerji ve ulaşım alanlarındaki işbirliğinin artması beklenmelidir. 

İsrail-Suriye Barış Görüşmeleri: Ziyaret sırasında görüşülen bir diğer konu İsrail’in Gazze operasyonu sonrasında askıya alınan dolaylı İsrail-Suriye barış görüşmeleri olmuştur. 
Her iki taraf görüşmelerin yeniden başlatılması konusundaki istekliliklerini vurgulamıştır. Türkiye açısından önemli sonuç, önümüzdeki dönemde olası barış 
görüşmelerinde Türkiye’nin arabulucu rol oynaması konusunda Suriye’nin tam desteğinin alınmış olmasıdır.14 Görüşmeler başlatılacaksa sürecin 
yine Türkiye üzerinden yürümesi beklenmelidir. Suriye’nin görüşmeler konusundaki arzusunu teyit eden Türkiye15, bundan sonraki süreçte görüşmelerin başlatılması için yeni İsrail hükümetine Suriye’nin mesajını iletebilir. 

  Ortadoğu Barış Süreci: Filistin meselesi üzerinde ağırlıkla durulmuştur. Her iki taraf “iki devletli çözüm, HAMAS-El Fetih uzlaşısı, toprak karşılığı barış ve Güvenlik Konseyi kararlarına bağlılık” noktasında ortak bir tavır sergilemiştir.16 Lübnan’da Haziran ayı başında gerçekleşecek parlamento seçimleri öncesi bu ülkedeki istikrarın korunması konusu da ele alınmıştır. Ortadoğu Barış Süreci konusunda resmi söylem düzeyinde paralellik var gibi gözükse de taraflar arasında bu konuda politikaların tam olarak uyuştuğunu söylemek doğru olmayacaktır. Suriye lideri Beşar Esad, “ABD’nin teröre destek iddialarına” ilişkin bir soruya, “terör ile HAMAS kastediliyorsa evet destekliyoruz. Biz ise bir ülkenin işgalini, insanların öldürülmesini, evlerinden yurtlarından sürülmelerini terör olarak görüyoruz” şeklinde yanıtlamıştır. Bu da Türkiye’nin daha dengeli ve tarafsız tutumuyla uyuşmamaktadır. Lübnan bağlamında da Türkiye yine tüm mezhepsel gruplara eşit mesafede bir pozisyon alırken Suriye, Hizbullah önderliğindeki muhalefet yanlısı bir tutum sergilemektedir. 

Bu görüş ayrılıkları ikili ilişkiler açısından sorun yaratmasa da ortak ve etkin bir Ortadoğu politikası geliştirilmesini zorlaştırmaktadır. 

Irak: Irak konusunda yapılan görüşmelerde öne çıkan düşünce “toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin sağlanması” olmuştur.17 
Türkiye bu doğrultuda zaten işgalin başından bu yana merkezi yönetimi güçlendirecek, siyasi ve ekonomik istikrarı sağlayacak girişimlerde bulunmuştur. 
Ancak işgalin ilk yıllarında ABD’nin varlığını tehdit olarak algılayan Şam yönetimi güvenlik ve istikrarı bozan bazı girişimlere destek vermiştir.18 
Ancak son aylarda bu konuda önemli bir değişim yaşanmakta, Türkiye ve Suriye’nin Irak politikasında daha uyumlu bir dönemin başladığı 
görülmektedir. Suriye ve Irak hükümeti arasında artan görüşmeler, Suriye’nin merkezi hükümete verdiği destek, Irak ve Suriye arasında imzalanan ekonomik anlaşmalar bunlara örnek olarak gösterilebilir. Abdullah Gül’ün ziyareti sonrasında Suriye’nin Irak merkezi hükümeti ile siyasi, güvenlik ve ekonomik alanlarda işbirliğini artırması beklenebilir. 

Genel Değerlendirme 

Türkiye-Suriye ilişkilerinde ortak tarih, kültüre bağlı kimlik öğelerinin etkisi artmaktadır. Tarafların kimlik tanımlamalarında ortaya çıkan farklılaşmalar birbirlerini algılama biçimini de değiştirmektedir. Ancak yazıda belirtildiği üzere bu süreç iki ülkenin stratejik hesapları ve değişen bölgesel koşullardan bağımsız düşünülmemelidir. 
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Suriye ziyareti, bu çerçevede gelişen ilişkilerin derinleşerek devamı konusundaki kararlılığın göstergesidir. 

Ziyarete Türkiye açısından bakıldığında; Şam yönetiminin son aylarda gerçekleştirdiği dış politik açılım, izolasyonu kırma, bölgede istikrara katkı yapma çabalarına Türkiye destek verdiğini göstermiştir. Obama yönetiminin Suriye ile diyaloga geçme sürecine katkı verilmeye çalışılmıştır. Ziyaret, Suriye’nin son dönem politikalarına verilen onayın ve desteğin de işareti olarak görülebilir. Bölgede istikrar arayışındaki Türkiye Suriye’nin oynayacağı rolün öneminin farkındadır. Bu çerçevede Suriye’nin Lübnan ile karşılıklı büyükelçilik açması, Lübnan seçimleri öncesi ülkede herhangi bir istikrarsızlığa meydan 
vermemesi çabalarının devamı muhtemelen istenmiştir. Bunun yanında iki ülkenin Ortadoğu politikalarında uyum sağlanması konusunda ilerleme kaydedilmiştir. İsrail-Suriye barış görüşmelerinin devamı, HAMAS-El Fetih uzlaşısının sağlanması, iki devletli çözüm, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması konularında taraflar birbirlerinin pozisyonlarını net olarak algılayarak daha fazla işbirliği yapma şansına sahip olabilecektir. 


Ziyarete Suriye açısından bakıldığında öne çıkan unsurlar şu şekildedir: Ziyaret, Suriye’nin bir taraftan ABD’ye diyaloga hazır olduğu yönünde ılımlı mesajlar vermiş diğer taraftan zaten ortak askeri tatbikattan rahatsız olan İsrail’i daha da tedirgin etmesine imkân sağlamıştır. Suriye’nin son dönem açılımları Türkiye ile sınırlı değildir. Irak hükümeti ile görüşmeler, Lübnan Savaşı ve Gazze operasyonları sonrası ilişkilerinin iyice gerildiği Suudi Arabistan ve Ürdün ile sorunları çözme yolunda atılan adımlar, Abdullah Gül’ün ziyaretinden hemen sonra Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın Şam’a gelmesi bu açılımlardan bazılarıdır. Suriye böylece, bölgedeki önemini artırmak için çaba sarfetmekte, ABD’nin Suriye ile diyaloga geçme sinyalleri verdiği dönemde, bölgede ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Suriye, Türkiye ile yakın 
ilişkilerini Obama yönetimine ulaşmak açısından bir fırsat olarak da görebilir. Obama’nın ilk yurt dışı ikili ziyaretini Türkiye’ye yaptığı düşünülecek 
olursa Türkiye’nin Suriye açısından önemi daha net anlaşılmaktadır. Resmi açıklamalarda ifade edilmemiş olmakla birlikte, Beşar Esad, Abdullah Gül’e Obama yönetimine iletilmek üzere mesajlar da vermiş olabilir. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde diyalog arayışında olan taraflar arasında Türkiye’nin mesaj iletme ve kolaylaştırıcı rol oynaması da mümkün olabilir. 

İki ülke ilişkileri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ziyareti ile bir ileri aşamaya taşınmıştır. Ancak ilişkiler halen stratejik düzeye ulaşmamıştır. 
Buradaki temel engel iki ülkenin birçok konuda paralellik gösteren bölge politikalarında bazı farklılıkların bulunmasıdır. İsrail ile ilişkiler, Lübnan’da hükümet-muhalefet, Filistin’de HAMAS-El Fetih dengesinin farklı kurulması bunlar arasında sayılabilir. İsrail-Suriye barışında ilerleme sağlandığı, ABD-Suriye arasındaki problemler çözüldüğü oranda Türkiye-Suriye yakınlaşmasının derinleşerek stratejik düzeye varma şansı olduğu söylenebilir. Dolayısıyla 
Türkiye’nin İsrail-Suriye barış görüşmeleri ve ABD-Suriye diyalog sürecindeki yapıcı ve etkin rolünü sürdürmesi gerekmektedir. 

Ortadoğu Analiz 

DİPNOTLAR


1 Serhat Erkmen, “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası Çerçevesinde Irak Açılımı”, Stratejik Analiz, Cilt 9 Sayı 100, Ağustos 2008, s. 18. 

2 “Cumhurbaşkanı Sezer, Suriye’ye Gitti”,13 Haziran 2000, http://www.dunyagazetesi.com.tr/haberArsiv.asp?id=7129 (Son Erişim: 19 Mayıs 2009). 

3 2000-2003 arasında üst düzey 26 karşılıklı ziyaret gerçekleşmiştir. Bu ziyaretler arasında Suriye eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Abdülhalim Haddam’ın, Genelkurmay Başkanı Türkmani’nin, Dışişleri eski Bakanı Faruk Şara’nın Ankara ziyaretleri en öne çıkanlardır. Ekonomik alandaki ilişkilerin gelişimi çerçevesinde de Türkiye eski Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen Şam’a gitmiştir. 

4 “İşte Türkiye’ye En Çok PKK’lı Teslim Eden Ülke”, 29 Mart 2008, http://www.stargazete.com/guncel/isteturkiyeye-
en-cok-pkkli-teslim-eden-ulke-93944.htm, (Son Erişim: 19 Mayıs 2009). 

5 Aynı anda Avrupa, Asya, Afrika, Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar, Akdeniz, Hazar, Körfez ve Karadeniz ülkesi olabilmesi kastedilmektedir. 

6 Ahmet Davutoğlu, “Turkey’s Foreign Policy Vision,: An Assessment of 2007”, Insight Turkey, Cilt 10 No 1, 2008, pp. 77-83 

7 “Finlandiya’dan Türk Dış Politikasına Övgü”, 17 Mayıs 2009, http://www.haberturk.com/haber.asp?id=147324&c 
at=180&dt=2009/05/17, (Son Erişim: 17 Mayıs 2009). 

8 “‘Cumhurbaşkanlığı İnternet Sitesi Basın Açıklamaları: Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile Düzenledikleri Ortak Basın Toplantısında Yaptıkları Açıklama”, 15 Mayıs 2009, http://cankaya.gov.tr/sayfa/konusma_aciklama_mesajlar/
aciklama_mesajlar/, (Son Erişim: 19 Mayıs 2009) 

9 Türkiye’nin bu anlamda en çok ses getiren girişimi Suriye koruması altında Şam’da yaşayan HAMAS’ın siyasi lideri Halit Meşal’in Ankara ziyareti olmuştur. 

10 Nuri Yeşilyurt ve Atay Akdevelioğlu, “AKP Döneminde Türkiye’nin Ortadoğu Politikası”, Bülent Duru, İlhan Uzgel (der), AKP Kitabı: Bir Dönüşümün Bilançosu, Phoenix Yayınevi, Şubat 2009. 

11 Ahmet Davutoğlu, “Turkey’s Foreign Policy Vision,: An Assessment of 2007”, Insight Turkey, Cilt 10 No 1, 2008, p. 85. 

12 Arap Doğal Gaz Boru Hattı Projesi (Euro-Arab Mashreq Gas Market Project) ile, Mısır doğalgazının Ürdün, Lübnan, Suriye, Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması planlanmaktadır. 2003 yılında Mısır, Suriye ve Ürdün arasında imzalanan, daha sonra Lübnan, Türkiye ve Irak’ın da katıldığı projenin Suriye, Ürdün ve Lübnan arasındaki ilk aşaması tamamlanmıştır. Projenin Türkiye-Suriye ayağını Halep–Kilis arasında yapılması planlanan 62 kilometrelik boru hattı oluşturmaktadır. Böylelikle Arap doğalgazı Türkiye’nin ardından Avrupa’ya taşınacaktır. 

13 Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile Düzenledikleri Ortak Basın Toplantısında Yaptıkları Açıklama”, 15 Mayıs 2009, http://cankaya.gov.tr/sayfa/konusma_aciklama_mesajlar/aciklama_ 
mesajlar/?id=4917, (Son Erişim: 19 Mayıs 2009). 

14 “Esad: Türkiye’siz Masaya Oturmayız”, 18 Mayıs 2009, http://www.sabah.com.tr/Dunya/2009/05/18/esad_turkiyesiz_
masaya_oturmayiz, (Son Erişim: 19 Mayıs 2009). 

15 “Suriye Görüşmeler İçin İstekli”, 17 Mayıs 2009, http://www.haberturk.com/haber.asp?id=147329&cat=110& 
dt=2009/05/17, (Son Erişim: 17 Mayıs 2009). 

16 “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile Düzenledikleri Ortak Basın Toplantısında Yaptıkları Açıklama”, 15 Mayıs 2009, http://cankaya.gov.tr/sayfa/konusma_aciklama_mesajlar/aciklama_ 
mesajlar/?id=4917, (Son Erişim: 19 Mayıs 2009). 

17 “Beşar Esad’dan One Minute Övgüsü”, 17 Mayıs 2009, http://www.ntvmsnbc.com/id/24966971/, (Son Erişim: 18 Mayıs 2009). 

18 Bu konudaki iddialar tartışmalı olmakla birlikte, ABD tarafından yoğun olarak dile getirilmiştir. ABD’nin güvenlik birimlerinin raporlarında direnişçilerin büyük çoğunluğunun ya Suriyeli ya da Suriye sınırından Irak’a sızmış kişilerden 
oluştuğu belirtilmektedir. 


**

CUMHURBAŞKANI GÜL DÖNEMİ SURİYE - TÜRKİYE İLİŞKİLERİ BÖLÜM 1



CUMHURBAŞKANI  GÜL DÖNEMİ SURİYE - TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 1




Oytun ORHAN 
ORSAM Ortadoğu Uzmanı 
oytunorhan@orsam.org.tr 
Haziran’09 Cilt 1 -Sayı 6 
Ortadoğu Analiz - İnceleme  



Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Suriye ziyareti, Suriye ile gelişen ilişkilerin derinleşerek devam etmesi konusundaki kararlılığın bir göstergesi. 

  < 2000’lerin başında Türkiye-Suriye ilişkilerinde yakınlaşmayı sağlayan temel olgu güvenlik alanında işbirliği olmuştur. Teröre karşı işbirliği ve Irak merkezli ortak güvenlik kaygılarının yakınlaştırdığı iki ülke zamanla ekonomik, kültürel ve sosyal unsurları içeren çok boyutlu bir ilişki geliştirmiştir. >


Giriş 

Türkiye-Suriye ilişkileri, Nisan ayı sonunda iki ülkenin askeri birliklerin sınırda gerçekleştirdikleri ortak tatbikattan sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 15-17 Mayıs tarihleri arasındaki Şam ziyareti sonrasında bir kez daha gündeme gelmiştir. Abdullah Gül’ün Suriye ziyaretini, 10 yıl önce ilişkilerde yaşanmaya 
başlayan gelişimin ve Türkiye’nin son yıllarda komşuları ve yakın çevresine yönelik arayışlarının bir ürünü olarak görmek gerekmektedir. 
Suriye ile ilişkiler, Türkiye’nin arayışlarının en önemli ve başarılı ayağını oluşturmaktadır. Son yıllarda iki ülkenin ilişkilerinin belirlenmesinde stratejik çıkar hesapları kadar, hatta bazen daha öncelikle ortak tarih, kültüre dayanan kimlik öğeleri büyük önem taşımaya başlamıştır. Belki de bu yüzden Türkiye-Suriye arasında çok boyutlu ve içten bir ilişki geliştirilebilmiştir. 

Ancak ilişkilerdeki gelişimi sadece kimliğe dayalı unsurlarla açıklamak yetersiz olacaktır. Adana Mutabakatı ile güvenlik işbirliğinin geliştirilmesi, 
Irak Savaşı’nın bölgede ve dolayısıyla tarafların birbirlerini algılama biçiminde yarattığı değişim önemlidir. Gerçekten de Türkiye’nin Ortadoğu politikası ndaki değişim 2002 sonrasında AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) ile başlamakla beraber, Suriye ile yakınlaşma 1999 yılında başlamıştır.1 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 2000 yılında Suriye eski Devlet Başkanı Hafız Esad’ın cenaze törenine katılmak üzere Şam’a gidişi ile uzun yıllar sonra ilk üst düzey ziyaret gerçekleşmiş, Türkiye, “ilişkilerinin pürüzlerden arındırılıp, ileriye götürülmesi”2 yaklaşımını bu tarihlerde ortaya koymaya başlamıştır. Makalemizin ilk bölümünde yer alacak Türkiye-Suriye yakınlaşmasını gerekli kılan faktörler bu çerçevede açıklanmaya çalışılacaktır. 

Çalışma; 
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Şam ziyaretinin sonuçlarının değerlendirileceği bölümün ardından genel değerlendirme ile sonuçlandırılacaktır. 


Türkiye-Suriye Yakınlaşmasını Gerekli ve Mümkün Kılan Faktörler 

2000’lerin başında Türkiye-Suriye ilişkilerinde yakınlaşmayı sağlayan temel olgu güvenlik alanında işbirliği olmuştur. Teröre karşı işbirliği ve Irak merkezli ortak güvenlik kaygılarının yakınlaştırdığı iki ülke zamanla ekonomik, kültürel ve sosyal unsurları içeren çok boyutlu bir ilişki geliştirmiştir. Son 10 yıllık süreçte, Türkiye-Suriye ilişkilerinde yakınlaşmayı gerekli ve mümkün kılan faktörleri 6 ana başlık altında toplayabiliriz: 

Adana Mutabakatı ve Güvenlik İşbirliği: 20 Ekim 1998 tarihinde imzalanan ve teröre karşı işbirliği öngören anlaşma Türkiye-Suriye ilişkileri açısından dönüm noktasıdır. Yakınlaşma, ilişkileri o döneme kadar gölgeleyen PKK konusunun artık bir unsur olmaktan çıkmasıyla sağlanabilmiştir. 

2000 yılında Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Suriye’ye gidişi ile ilk somut ürününü veren süreçte karşılıklı birçok ziyaret gerçekleşmiştir.3 

Adana Mutabakatı sadece kâğıt üzerinde kalmamış, iki ülke güvenlik alanında son derece etkin bir işbirliği geliştirmiştir.4 Bu süreçte uzun yıllar 
yapısal sorunlar olarak ilişkileri olumsuz etkileyen Hatay ve su sorunu konuları siyasi gündemden tamamen çıkarılmıştır. Güvenlik alanındaki ortaklığın son aşaması Nisan 2009 tarihinde Türkiye ile Suriye Kara Kuvvetleri arasında, sınır bölgesinde üç gün süren “sınır birlikleri değişim tatbikatı” olmuştur. Taraflar böylece sınır bölgesinde PKK ve sınır kaçakçılığına yönelik daha etkin bir işbirliği geliştirme imkânı bulmuştur. 
Askeri işbirliği bununla sınırlı kalmamış, tatbikatın hemen ertesinde “savunma işbirliği” anlaşması imzalanmıştır. 

< Türkiye-İsrail ilişkilerindeki zayıflama, Türkiye-Suriye yakınlaşmasını hızlandıran ve güven eksikliğini azaltan  faktörlerden biri olarak görülebilir. >




















ESED TALABANİ

Irak Savaşı: 2003 işgali sonrası Irak merkezli ortak güvenlik kaygıları Türkiye-Suriye işbirliğini derinleştirmiştir. Irak’ın parçalanmasının iç istikrarlarını olumsuz etkileyeceği kaygısını paylaşan her iki ülke, İran’ı da içine alacak şekilde yakınlaşmaya başlamıştır. Ancak Suriye açısından Irak’ın parçalanması önemli olmakla beraber, ABD’nin Irak’taki askeri varlığı daha büyük bir tehdit olarak algılanmıştır. Böylece Irak politikasının temeline “Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması” yerine “ABD’nin Irak’ta başarısızlığa uğratılması” oturmuştur. Temelde farklı konular yatsa da iki ülkenin de Irak’tan güvenlik tehdidi 
algılaması yakınlaşmaya neden olmuştur. 

Aynı başlık altında değerlendirebileceğimiz bir diğer unsur ABD’nin Irak’a girmesiyle beraber Suriye’nin Irak Kürtleri ile ilişkilerinde yaşanan değişimdir. Daha önceleri Suriye’nin Saddam yönetimine karşı desteklediği Iraklı Kürt gruplar işgal sonrası ABD’nin Irak’taki en yakın müttefiki olmuş bu da Iraklı Kürt grupları Suriye açısından desteklenebilir bir araç olarak kullanabilmenin ötesinde tehdit pozisyonuna sokmuştur. Suriye’de 2004 yılında Kamışlı’da yaşanan Kürt ayaklanması tehdit algılamasını körüklemiştir. Bütün bunlar Suriye’yi ve Türkiye’yi bölgedeki Kürt hareketlere karşı mücadelede noktasında yakınlaştırmıştır. 

 Türkiye’nin Güvenlik Algılamaları ve Ortadoğu Politikasında Yaşanan Değişim: 

Bu değişiminin ana unsuru 2002 genel seçimleri sonrasında AKP’nin iktidara gelmesidir. 

AKP’nin dış politikasının belirlenmesinde etkin olan isimlerin başında uzun süre Başbakanlık Başdanışmanlığı görevini yürüttükten sonra Dışişleri 
Bakanlığı görevini devralan Ahmet Davutoğlu gelmektedir. Davutoğlu’nun ifadeleriyle, 2002 sonrası Türkiye’nin Ortadoğu politikası şu şekilde özetlenebilir: “Türkiye’nin Ortadoğu’ya bakışının hem düşünsel hem de coğrafi temelleri bulunmaktadır. Osmanlı’nın mirasçısı olması ve kendine has coğrafi konumu 5 Türkiye’nin kendini savunmacı bir anlayışta tanımlamasını imkânsız kılmaktadır. 


 <  Lübnan bağlamında Türkiye yine tüm mezhepsel gruplara eşit mesafede bir pozisyon alırken Suriye, Hizbullah önderliğindeki muhalefet yanlısı bir tutum sergilemektedir. Bu görüş ayrılıkları ikili ilişkiler açısından sorun yaratmasa da ortak ve etkin bir Ortadoğu politikası geliştirilmesini zorlaştırmaktadır. >


Türkiye, güvenlik sorunlarını çözebilmek için bölgeye yönelik ekonomik ve kültürel işbirliği kampanyası başlatmalıdır. Ortadoğu sorunlarına sırt çevirmek 
güvenlik problemlerine çözüm üretmeyecek, bölge sorunları dönüp dolaşıp Türkiye’nin iç istikrarını olumsuz etkileyecektir. Dolayısıyla Türkiye iç güvenlik ve istikrarını; çevresinde düzen ve istikrar yaratmak için aktif, yapıcı rol üstlenerek koruyabilecektir”.6 Düzen kurulabilmesi için kullanılması öngörülen dış politika enstrümanı diyalog olarak belirlenmiştir. Türkiye’nin tüm bölge ülkeleri ile konuşabilen, pazarlık yapabilen ve sözünü dinletebilen bir konuma getirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yaklaşım esasen Doğu’yu Batı’ya tercih eden bir yaklaşım olmamakla birlikte dış politikanın sadece Batı yerine farklı alternatif eksenler üzerine inşa edilmesi sonucunu doğurmuştur.7 Bu da doğası gereği 
Türk dış politikasında Batı boyutunu nispeten zayıflatırken, Türkiye’nin Ortadoğu ile ilişkilerini güçlendirmiştir. Güvenlik algılamalarındaki değişim ise Türkiye’nin Ortadoğu politika yapımında bölgeye Kuzey Irak ve katı güvenlik merkezli bakışa son verilmesidir. Bu çerçevede Ortadoğu’ya yönelik bütüncül bir bakış açısı getirilerek, Kuzey Irak sorununun bütün bölgesel sorunlardan bağımsız olarak ele alınamayacağı ve bölgedeki tüm istikrarsızlık unsurlarının iç istikrarı olumsuz etkilediği düşüncesine varılmıştır. 


Bu düşünce değişiminin Suriye politikasındaki etkisi ise şu şekildedir: Suriye Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılan kapısı konumundadır.8 
Bu açılım coğrafi, siyasi ve ekonomik anlamdadır. Suriye ile güvene dayalı yakın ilişkiler, Ortadoğu sorunlarında aktif olma arayışındaki Türkiye’ye 
önemli fırsatlar sunmakta, Türkiye’nin bölge sorunlarına daha rahat müdahil olması imkânı doğmaktadır. İsrail-Suriye barış görüşmelerinde üstlenilen arabuluculuk, Lübnan devlet başkanlığı krizinde oynanan yapıcı rol, İsrail-Filistin sorununda özellikle HAMAS tarafı ile kurulmaya çalışılan iletişimde9 Suriye ile ilişkilerin belirleyici olduğu söylenebilir. Suriye’nin Arap platformlarında Türkiye’ye verdiği destek de aynı doğrultuda değerlendirilebilir. Türkiye böylece Ortadoğu’da sorunların çözümünde anahtar bir konuma sahip olabilmektedir. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


****


3 Mayıs 2015 Pazar

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI SAYIN RAUF DENKTAŞ ONUR GÜNÜ TOPLANTISI




KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ  
CUMHURBAŞKANI
SAYIN RAUF DENKTAŞ
ONUR GÜNÜ TOPLANTISI


Yer: İstanbul Sepetçiler Kasrı - 13 Nisan 2005
Bilim Araştırma Vakfı ve Milli Değerleri Koruma Vakfı’nın katkılarıyla hazırlanan Türk İslam Birliği Dergisi Özel Sayısı Toplantısına KKTC Cumhurbaşkanımız Sayın Rauf Denktaş katılmışlardır.



Toplantıya Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının, akademisyenlerimizin, sivil toplum kuruluşu başkanlarının, gazeteci ve yazarların yoğun katılımı olmuştur. Toplantıya katılanlar arasında; 









Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Recai Kutan, İstanbul Vali Yardımcısı Mustafa Kemal Keskin, Bilim Araştırma Vakfı Başkanı Tarkan Yavaş, Milli Değerleri Koruma Vakfı Başkanı Altuğ Berker,Vakit Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Sami Özey, Milli Gazete Genel Yayın Yönetmeni Necdet Kutsal, Sağlık eski bakanı Halil Şıvgın, Ortadoğu Gazetesi İmtiyaz Sahibi Zeki Saraçoğlu, Adalet Eski Bakanı İsmail Müftüoğlu, Önce Vatan Gazetesi İmtiyaz Sahibi Abdullah Akosman, Devlet Eski Bakanı Nurhan Tekinel, Türkiye Gazetesi yazarı Rahim Er, Genpa Yönetim Kurulu Başkanı Zeynel Abidin Erdem, Prof. Dr. Cahit Babuna, Prof. Dr. Cemal Anadol, DSP eski milletvekili Edip Özgenç, Emekli Kurmay Albay İlhan Çiloğlu, Ortadoğu Gazetesi yazarı Süleyman Doğan, Emekli Kurmay Albay Tahir Tamer Kumkale, Milli Gazete yazarı Afet Ilgaz, Prof. Dr. Ömer Aksu, Prof. Dr. Ferit Hakan Baykal, Önce Vatan gazetesi yazarı Levon Panos Dabagyan, Güven Haraketi Başkanı Samim Uygun, Müsiad Genel Başkan Yardımcısı Yusuf Cevahir, Prof. Dr. Nejat Diyerbekirli, Ortadoğu Gazetesi yazarı Kenan Akın, AK Parti Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, Sağlık Eski Bakanı Cengiz Gökçek, Bağcılar Belediye Başkan vekili Lokman Çağırıcı, Vakit Gazetesi yazarı Hüseyin Öztürk, Rusya Federasyonu İstanbul Konsolosu Vladimir Krugliyakov, Kazakistan konsolosu Raşit Osakbayev bulundu. 


Toplantıdan önce bir mehteran gösterisi düzenlendi ve 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile ilgili bir fotoğraf sergisi gezildi. 

Toplantıya işlerinin yoğunluğundan dolayı katılamayıp telgraf ile mesaj gönderen Başbakanımız Sayın Tayyip Erdoğan tüm katılımcılara sevgi ve selamlarını sundu. Telgraf gönderen diğer kişiler arasında, Ulaştırma Bakanı Sayın Binali Yıldırım, Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ, Devlet Bakanı Ali Babacan, Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Sayın Kadir Topbaş, Sayıştay Başkanı Sayın Mehmet Damar, TOBB Başkanı Sayın Rıfat Hisarcıklıoğlu, BBP Genel Başkanı Sayın Muhsin Yazıcıoğlu, Prof. Dr. Necmettin Erbakan, DYP Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan ve DYP Yönetimi vardı. 


Toplantıda Türk İslam Birliği ile milli davamız Kıbrıs hakkında bir multivizyon gösterisi yapıldı. Ardından söz alan konuşmacılar şunlar oldu:

Sayın Rauf Denktaş (KKTC Cumhurbaşkanımız)
Sayın Tarkan Yavaş (Bilim Araştırma Vakfı Başkanı)
Sayın Altuğ Berker (Milli Değerleri Koruma Vakfı Başkanı)
Yakan Cumalıoğlu (Kıbrıs Türk Milli Komitesi Başkanı)

Konuşmacıların ardından kokteyl ve katılanlara plaketlerinin sunulduğu plaket töreni düzenlenerek toplantıya son verildi.
BAV Başkanı Tarkan Yavaş Sayın Rauf Denktaş’a bir onur ödülü plaketi takdim etti. Milli Değerleri Koruma Vakfı Başkanı Altuğ Berker de Sayın Cumhurbaşkanına özel bir yaka rozeti taktılar. 

Kıbrıs Milli Komitesi Başkanı Sayın Yakan Cumalioğlu da BAV’ın Kıbrıs’ımıza yaptığı hizmetlerden dolayı BAV Başkanı Sayın Tarkan Yavaş’a bir teşekkür plaketi takdim ettiler.


KONUŞMACILAR

Tarkan Yavaş (Bilim Araştırma Vakfı Başkanı): 
KKTC Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş’ın haklı mücadelesini örnek alıyoruz ve bu davayı devam ettireceğimize söz veriyoruz. Tüm sorunlarımız ancak milli birlik ve beraberlik içinde aşılacaktır. Bunun için karşılıklı sevgi ve hoşgörü içinde olmamız gerekir. Son günlerden ülkemizde meydana getirilen suni kavgalara kapılmadan, bunları hoşgörüyle hızlıca geçerek asıl olan milli birlik ve beraberliği tesis etmek gerektiğini bilmek gerekir. Bu sayede Türk milletini değil tüm dünyayı ilgilendiren bir konudur. Türk İslam dünyasında Türkiye olarak öncülük yaparsak 21. yüzyıldan yepyeni bir medeniyetin oluşmasına vesile oluruz. Bugün mirascısı olduğumuz Osmanlı imparatorluğu bunu tarihte somut olarak yapmış büyük bir imparatorluktur. Mirasçısı olarak bizler ehil ve layığız. Türk milleti olarak bunu bir üstünlük değil bunu bur hizmet aşkı olarak görüşüyoruz. Cezayir Cumhurbaşkanının yaptığı açıklamalar da bunu teyit etmiştir. O konuşmalar boşuna değildir. Kazakistan cumhurbaşkanının Orta Asya Birliği oluşturmak istemesi tesadüf ve boşuna değildir. Bu dünyadaki sürecin sonucudur. Bu bir tercih değil, zorunluluktur. Dünyadaki gelişmeler bizi buna zorlamaktadır. Türk İslam birliği bir araya geldiğinde KKTC’nin sorunları diye bir şey kalmayacaktır. Türkmenler, Çerkezler, Kafkasya Türkleri ve bütün Türk İslam dünyası farklı cephelerde mücadele vermektedir. Bunun ortak çözüm noktası birlik ve beraberliktir.
Biz tarihimizde hoşgörü birlik ve beraberlik ve dayanışma içinde yaşamız bir toplum olarak bu birliği kurabiliriz, kurmalıyız da. Bu gün hepimiz Papanın ölümüne şahit olduk. Naşın önünde 3 ABD Başkanının birlikte dua ettiğini görüyoruz, bu boşuna değildir, batı Hıristiyan topluluğunun bir birliktelik görüntüsüdür. Bu bir güç temsilidir. Aynı şeyi bizimde yapmamız, aynı fotoğrafı bizim de vermemiz gerekir.

Türk İslam Birliği kurulduğunda dünya barışını kuracak bir birlikteliktir. Tüm dünya barışı için bu birlikteliği yapmalıyız, tarihte yaptık, bir kere daha yapaycağız.
Denktaş bu önemli görevde milli beraberliğimiz kurulması için çok önemli bir nokta olarak görüyoruz. Bundan sonraki dönemde de kendisinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz.
Yakan Cumalıoğlu (Kıbrıs Milli Koordinasyon Komitesi Başkanı):
Sayın Cumhurbaşkanım 17 Nisan 2005 sonrası yeni bir başlangıç olacaktır. Yalnız değilsiniz. Türklüğünü hisseden vatan evlatları daima yanınızda olacaktır. Kazanız mübarek olsun. 3 senedir BAV Kıbrıs milli davamıza çok duyarlı bir yaklaşım sergilemiştir, örnek olacak bir davranış. Bir takım kurumlarımızın hadiseyi yozlaştırma noktasındaki hareketleri yanında bav istikrarlı bir çalışma yapmıştır. Bugün huzurunuzda BAV’ın Sayın Yönetimine nacizane plaketi sunmak istiyorum.
Altuğ Berker (Milli Değerleri Koruma Vakfı Başkanı):
Denktaş’ın yarım yüzyıldır verdiği haklı mücadelesini anıtlaştırmak için özel sayı tertip ettik. Türk İslam Birliği dergisinin bu isimde olmasının nedeni Osmanlı coğrafyasında yüzlerce yıldır birlikte yaşamış olan Türk İslam topluluklarının tekrar bir birliktelik sağlaması amacıyla konmuştur. Bu köklü çözüm olacaktır. Türkiye’mizin ve Kıbrıs’ımızın da karşısında bulunan birçok soruna köklü ve kalıcı çözüm olacaktır. Birlik ruhu oluşmuş Türk devletleri ve İslam ülkelerinin KKTC’yi tanımaları ve ekonomik işbirlikleri sayesinde Kıbrıs’ımıza dayatılan sorunlar kendiliğinden çözülecektir. AB ve Türk İslam dünyası arasındaki ilişkileri düzenlemek gibi büyük bir misyon Türkiye üzerinde olacak, Türkiye bölgesinde ve dünyada büyük bir devlet halini alacaktır. Barış ve adalet içinde bunu sürdürmüş olan Osmanlı mirasçısı Türkiye dünya siyasetini yönlendirici olacaktır. Bu misyon yeni düzenin gelmesine vesile olacaktır. 150 yıldır dünyaya hakim olan materyalist zihniyetin getirdiği savaş ve yıkımlar son bulacak ve Türk İslam medeniyetinin getirdiği barış dostluk ortamı meydana gelecektir. Buna vesile olacak tek ülke Türkiye’dir. Jeopolitik durumu, tarihi misyonu, Osmanlı mirası buna neden olmaktadır. Nasıl ki Türk Milleti 600 yıl boyunca dünyaya adalet barış ve huzur ortamı getiren Osmanlı medeniyetinin kurucusu olduysa, şimdide buna vesile olacak Türk İslam medeniyetinin kurulmasına öncülük edecektir. 21. yüzyıl Türk İslam asrı olacaktır. Buna vesile olmak bizlerin ellerindedir.


















Rauf Denktaş (KKTC Cumhurbaşkanı): 
Genç arkadaşlar, genç başkan, ümit dolu güven dolu sözlerinizi işitmekten memnun oldum, sevindim, gurur duydum. Atatürk’ün size emanet ettiği bu güzel vatanı bölmek için başlatılan büyük bir mücadele var. Siz haklı olarak Türkiye’nin İslam alemini de birleştirici rolünü de üstlenmesini istiyorsunuz. Endişem şu, Türkiye en güçlü ve en haklı olduğu davadan Kıbrıs davasından gerilerse, biz, Türki Cumhuriyetler Türkiye’ye nasıl güveneceğiz, nasıl güvenebiliriz. Dolayısıyla Türk İslam sentezi içerisinde Türkiye’nin daha da güçlenmesi tarihi rollerini omuzlayabilmesi için en haklı ve en güçlü olduğu davada Kıbrıs davasında bu hakkı koruyacak güçte olduğunu dünyaya göstermesi gerekir.

Bu bir inanç meselesidir. İnandık, güvendik anavatana ve bekledik. Anavatandan ‘en kötü günlerde yanınızdayız dayanın’ dediler bu bize yeniden can verdi. Bu birlik, et ile tırnak oluş, bizim

gücümüz. Bunu keşfettiler. Bizi sizden sizi bizden ayırmak için yapmadıkları kalmıyor. Kanmayın aldanmayın. Kalp bir, tarih bir, ülkü bir, Atatürk bayrak, Türk bayrağı sancak. Bizi sizden sizi bizden kimse ayıramaz. 

Şimdi Kıbrıs meselesi Denktaş’ın meselesi Mehmet’in Ahmet’in meselesi değil biz millet adına bir davanın vekilliğini yaptık. Barış harekâtı Türk milletinin davasının kurtuluşudur. Kıbrıs Türkü’nün kurtuluşu değil. Türk milletinin davasının kurtuluşudur. Bugün aramızda o günlerin temsilcilerini görüyoruz, gurur duyuyoruz. Bize yeniden doğuş şansı vermiştir. İnsanımız sağlamdır, ümitli yeni bir kurtuluşu beklemektedir. Buraya gelirken dışarıdaki sergiyi gördük, o günleri hatırladık. 
Kıbrıs meselesi sırat köprüsünden geçiyor. Yanlış bir adım her şeyimizi kaybettirebilir. Çünkü Annan planı denilen, ABD İngiliz usulü bir plan hazırlanmıştır. Bu planda KKTC denilen kuruluşun egemenliği yoktur, bağımsızlığı yoktur. Bu plan altında Türkiye adadan çıkarılmıştır. Müdahale hakkı yoktur. Dolayısıyla biz yine kesilmeye başlarsak uzaktan bakıp vah vah diyeceksiniz ama gelemeyeceksiniz. Burası Türk adasıdır. Burada uluslararası haklar vardır. Türkiye hiçbir şart altında en azından kuzeyden vazgeçemez sözünü dünyaya haykırmak zorundayız. Türkiye’yi adadan çıkarma ABD’nin Avrupa’nın esas planı. Bunu bilerek söylüyorum, arşivlere bakarak söylüyorum. 1964’te ABD’nin Kıbrıs üzerindeki siyasete Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesi Türkiye’nin gücendirilmemesi. Onların dediklerini kabul etmedim diye uzlaşmaz olmuşuz. Şereftir şandır benim için. 

Bayrak yırtıldıktan sonra reaksiyon gösterirsek, Kıbrıs gittikten sonra mı reaksiyon göstereceksiniz. Olmaz öyle şey. 
Türk milleti Kıbrıs’tan vazgeçemez. Kıbrıs türkü endişe etmesin. Halkın heyecanı görüyorum. Ama gazetede tek bir satır görmezsiniz. Türk milletinin heyecanının dünyaya duyurmayı gazeteciler yasaklamıştır. 

Görevimiz Kıbrıs’ı bunlara vermemek, güvenimiz Türk ulusudur. Sizsiniz siz gençlersiniz. Dolayısıyla Türk İslam birliği doğru yoldasınız ama Türkiye’ye parçalamak küçültmek isteyenlerin karşında hep birlikte basınımızla da birlikte dikilelim. Buna sahip çıkalım. Bugün Kıbrıs şehitleri gazileriyle kucaklaştım, çok duygulandım, onların heyecanı devam emektedir. Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır. 




http://www.bilimarastirmavakfi.org/rd_onur_toplantisi.html

..

3 Mart 2015 Salı

5 + 5 CUMHURBAŞKANI


5 + 5  CUMHURBAŞKANI



30 Mart 2000 Perşembe 

"KABİLİYETLİ ÇIRAK, USTADAN USTA OLUR."

Uzun ve karmaşık çalışmalardan sonra iktidar partilerinin desteği ve isteğiyle Sayın Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel'in yeniden seçilmesini sağlayacak anayasa değişikliği nihayet 29 Nisan'daT.B.M.M. gündemine geldi. Yapılan bütün uzlaşı çağrılarına ve Sayın Başbakan Ecevit'in bütün ikna konuşmalarına rağmen sonuç iktidarın beklediği gibi olmadı. Milletin beklediği gibi oldu. Yapılan ilk tur oylamalar Anayasa değişikliği için geçerli 367 oy'un bulunamayacağını gösteriyor. Değişiklik geçse bile, kulisler; milletin vekillerinin artık Demirel'den başka bir yüz görmeyi arzu ettiklerini haykırıyor.

Kimsenin kuşkusu ve korkusu olmasın yüce meclisimiz yeni Cumhurbaşkanımızı 16 Mayıs'ta Çankaya'ya uğurlayacaktır. Her kim seçilirse seçilsin yeni Cumhurbaşkanımız büyük bir liyakat ile ülkemizi yönetecektir. Çünkü demokrasi şahışların değil, sistem ve kuralların hakim olduğu rejimin adıdır. Türk devlet yönetimi güçlüdür. Türkler devlet yönetiminde dünyada eşine rastlanmayacak kadar çok tecrübe kazanmıştır.

Şimdi cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olarak daha öncede vurguladığım düşüncelerimi bir kere daha açıklamak istiyorum.

Cumhurbaşkanımız büyük devlet adamı Sayın Süleyman DEMİREL bugün tam 76 yaşındadır. Yasal bekleme süresi 16 Mayısta dolmaktadır. Anayasmız bir kişinin 7 yıl süre ile ve sadece bir kere seçileceğini öngördüğü içindir ki Sayın Demirelin anayasa değişmeden yeniden seçilmesi hukuken mümkün değildir. Şimdi T.B.M.M. büyük bir ciddiyetle 16 Mayıstaki bu seçime hazırlanmaktadır. Meclis ve Türkiye'nin gündemi bu seçime kitlenmiştir.

Allah sağlıklı ve uzun ömürler versin. Sayın Demirel; 38 yaşında genç bir bürokrat iken yeni kurulan Adalet Partisi'ne girdi. 1964 yılında 40 yaşında iken partinin başına geçti. Siyaset alanında çok yeni ve tecrübesiz olmasına rağmen 41 yaşında ve fevkalade kritik günlerde başbakanlık koltuğuna oturdu.

1965-1971 yıllarında bu genç ve tecrübesiz politikacının önderliğinde ülkemiz; çok istikrarlı ve daima yükselen bir kalkınma hamlesi sergiledi. Demirel ; başbakan olduğunda lisede öğrenci idim. Gençliğim, orta yaşım ve emekliliğim SÜLEYMAN DEMİREL'in iktidar, muhalefet ve Cumhurbaşkanlığı ile geçti. Gözümüzü açtık O'nu gördük. Büyüdük ve hala O'nunla yaşıyoruz. Görünen manzara o'dur ki daha birkaç yIl yine O'nunla yaşayacağız. Bizim neslimizin değişmez kaderi ve yazısı bu.

Sayın Demirel'in bilgisine, görgüsüne, devlet tecrübesine erişmek ve bu konuda olumsuz bir söz söylemek mümkün değil. Bu bakımdan herkezden tam puan alır. Fakat kendisine tam puan veremediğimiz hususlarda mevcuttur. Tam puan vermediğimiz hususlar bu yetenekleri ile ilgili değildir. Neden hala bu memlekette kendisine ihtiyaç duyulmasıdır.

Sayın DEMİREL; kırk yaşında partisini iktidara taşımış, başbakan olmuş, bu görevide büyük bir başarıyla yerine getirmiş bir devlet adamı olarak ; kendisinden sonra gelen gençlere neden fırsat tanımamıştır? . Daima en iyi kendisinin bu ülkeye hizmet edebileceğini göstererek yükselme yolundakilerin önünü tıkamıştır.? Nerededir 2000'li yılların dünyasına yön vereceği varsayılan Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı, başbakan, bakan ve üst düzey yönetici adayları.?

Demokrasi ve buna dayanan Cumhuriyet rejimleri şahıslarla kaim değildir. Sistemler ve kurallar rejimidir. Şahısların hakimiyeti kırallık ve dikta rejimlerinde görülür. Demokrasileri belirli şahıslarla yürütmeye çalışmak gerçekçi değildir ve sistemin tabiatına aykırıdır. Bugün burada hala ayni şahısların vazgeçilmezliği tartışılıyorsa sistemde önemli arızaların olduğunu varsaymak gerekir.

Sayın Demirel'in bir kere daha seçilebilmesi için anayasamızın ilgili maddelerinin
değişmesi gerekir. Bunun içinde T.B.M.M. üye tamsayısının üçte ikisinin evet oyu gerekiyor. Bu sayının tutturulması için bütün partilerin uzlaşması gerekiyor.

Şimdi; sayın Cumhurbaşkanımızın çağdaşı olan ve 1957 yılında CHP milletvekili olarak
başladığı siyasi hayatına bugün başbakan olarak devam eden ve yıllarca en büyük muhalifi olduğunu bildiğimiz Sayın Bülent ECEVİT'in önderliğinde " Sayın Demirel'i Yeniden
Cumhurbaşkanı Seçme" kampanyaları yürütülmektedir.

"Bu ülkeyi ancak Demirel yönetebilir. Başkasının seçilmesi ülkemiz için felaket olur." gibi ifadeler basınımızda sık sık görülmeye başlandı.

Sayın Başbakanımız haklıdır. Söyledikleri doğrudur. Bugün sadece ülkemizde değil, dünyada Sayın Demirel'den daha tecrübeli ve yetenekli bir politikacı yoktur. Fakat benim kanaatime göre ;artık bu bilgi ve tecrübesini yönetimde kullanmasının değil, yeni nesillere aktarmasının zamanı gelmiştir. Arkadan gelecek gençler nasıl yetişecekler.? Başbakan ve Cumhurbaşkan? olmak için 30-40 yıl bekleyecekler mi? Sayın Demirel 41 yaşında başbakan olduğu zaman bugün kendisinin oturduğu makamlar kendi önünü açmasalardı ve kendisine bu şansı vermeselerdi bugünkü tecrübesine erişebilir miydi.?

1965' lerin genç ve tecrübesiz başbakanı Süleyman Demirel ilk beş yılında adeta yönetim harikası gerçekleştirmişti. Atatürk 39 yaşında T.M.M.M. Başkanı, 40 yaşında Başkomutan, 42 yaşında ise Cumhurbaşkanı olmuştu.

 - Bu ülkede yeni Demireller artık yetişmiyormu ?
 - Bu ülkenin okullarından artık adam çıkmıyormu ?
 - Yoksa yetişiyorda kendilerine imkan mı verilmiyor.?

Eğer yoksa ve yetişemiyorsa sistemde arıza var demektir. Eğer sistem iyi çalışıyorsa , bu ülkenin yetişmiş genç beyinleri neredeler ?
 * Göreve talip değiller mi ?
 * Yoksa görev verildide görevden mi kaçtılar ?
 * Gençlerin önü ne zaman ve nasıl açılacaktır.?
 * Gençlere ne zaman güvenilecektir.?

Kanaatimce; millete güvenmek ve bu milletin içinde var olduğu bilinen değerleri
destekleyerek , önemli görevleri üstlenmesinden korkmamak gerekir. Bu milletin içinden daha nice Demirel'ler, Ecevit'ler çıkacaktır. Ülkemizde nice yetişmiş beyin, kendilerine fırsat tanınmasını ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyor.

Korkmayın verin fırsatı. Allah hepinize uzun ömürler versin. Ama bilinki; bu gençler yine sizi sayarlar ve engin tecrübenizden yararlanmak için sizi baştacı ederler.

Eğer kendinizi vazgeçilmez kabul edip yerinizi liyakatli gençlere bırakmazsanız; ve yönetici olmakta israr ederseniz; engin tecrübelerinizi sizden sonra gelen nesillere anlatacak ve bilgi birikiminizi kağıda döküp gelecek kuşaklara aktaracak zamanı bulamayabilirsiniz.

Sizin bilgi ve tecrübenize bu ülke insanının ihtiyacı vardır. Bunu kendinizle beraber götürmek lüksüne sahip değilsiniz. Günlük yoğun çalışma şartları içinde bunu yapabilmeniz ise imkansızdır. Bunun için;

LÜTFEN ARTIK ÇEKİLİN VE GENÇLERİN ÖNÜNÜ AÇIN...

Koltuğa bu kadar yapışmanızın ve vazgeçilmez olduğunuzu düşünmenizin millete hizmet aşkından kaynaklandığını hepimiz biliyoruz.

Sizler büyüksünüz. Büyüklüğünüzü sıranın artık başkalarında olduğunu görerek daha
iyi sergileyebilirsiniz.

Bu ülkenin siz olmadanda büyüyecek ve güçlenecek bir olgunluğa eriştiğini lütfen kabul edin ve gereğini yapın.

Bunu yapınki, bu millet vatanın her köşesine birer heykelinizi dikerek sizi ölümsüz kılsın.Sizi tarih içindeki şanlı yerinize oturtsun.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
30 Mart 2000 Perşembe

http://www.kumkale.net/yazi.asp?id=25

..