İLİŞKİLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İLİŞKİLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Şubat 2017 Salı

TÜRKİYE’NİN ENERJİDE DIŞA BAĞIMLILIĞININ TÜRKİYE - RUSYA İLİŞKİLERİNE ETKİLERİ




TÜRKİYE’NİN ENERJİDE DIŞA BAĞIMLILIĞININ TÜRKİYE - RUSYA İLİŞKİLERİNE ETKİLERİ




Barış DOSTERİ 
Özet ;

Bu metin 23 – 24 Eylül 2014 tarihlerinde Kocaeli Üniversitesinde düzenlenen “ Uluslararası Enerji ve Güvenlik Kongresi ” başlıklı konferansta sunulan tebliğdir. 


Türkiye, enerji tedarikinde dısa bağımlı bir ülkedir. Özellikle petrol ve doğalgaz açısından bu bağımlılık, Türk dıs politikasını da derinden etkiler. 
Öncelikle Rusya, Dran, Irak ve Azerbaycan gibi komsularından enerji ithal eden Türkiye’nin, doğalgazda Rusya’ya olan mutlak bağımlılığı, ilk nükleer santralin 
yapımının da yine bu ülke tarafından üstlenilmesi, iki ülkenin diplomatik iliskilerine de yansır. Suriye, Irak, Dran gibi önemli bölgesel konularda 
birbirinden farklı, hatta karsıt politikalar izleyen Ankara ve Moskova arasındaki iliskilerde, enerji her zaman ilk sırada gelir. Türkiye’nin bir numaralı dıs ticaret ortağı olan Rusya, dıs politikasında enerjiyi sadece Türkiye’ye karsı değil, Avrupa’ya karsı da önemli bir diplomatik silah olarak kullanır. Türkiye’nin yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmemesi, elektrik enerjisinde tek kaynağa (doğalgaz), bu kaynağın temininde de tek ülkeye (Rusya) bağımlı olması, enerji güvenliği ve ekonomik istikrar açısından olduğu kadar, dıs politika ve güvenlik açısından da önemli bir sorundur. 

Anahtar Kelimeler: Enerji, güvenlik, diplomasi, bağımlılık, doğalgaz. 

Giriş 

Enerji, uluslararası iliskilerde büyük önem tasır. Siyasette, ekonomide, diplomaside, güvenlikte çok önemli olan bir kaynaktır. Ona sahip olanlar tarafından stratejik bir silah olarak kullanılır. Çetin mücadelelerin, kanlı savasların nedenleri arasında ilk sıralarda gelir. Enerji kaynaklarının dünyadaki dengesiz dağılımı dikkate alındığında, Dngilizlerin ünlü devlet adamı Winston Churchill’in su sözleri daha iyi anlasılır: “Bir damla petrol, bir damla kandan daha değerlidir”. Ülkelerin artan enerji talebinin yanında, artan nüfus da enerji 
alanındaki rekabeti keskinlestirir. Enerjinin çıkarılıp islenmesinden baslayarak, arzında, pazarlanmasında, tasınmasında zorlu bir rekabet söz konusudur. Ancak enerji arz güvenliğinde kolay çözümler yoktur. Enerjinin erisilebilir ve sürdürülebilir olması da kolay değildir. Hem kaynak bazında hem tedarikçi ülkede hem de tasıma güzergâhında çesitlilik sağlanması zordur. Günümüzde aynı anda hem ucuz, hem temiz, hem güvenli, hem de sürekli bir enerji kaynağına sahip olmak için yoğun çaba göstermek, gelismeleri yakından takip 
etmek gerekir. 

Dünyada enerji kaynaklarının tüketim kompozisyonu değisim halindedir. Gelismis ülkelerin yanı sıra gelismekte olan ülkelerin, en basta da Çin’in enerji talebinde büyük artıs söz konusudur. Kömürün ağırlığında bir miktar azalma, petrol, doğalgaz ve nükleer enerji kullanımında ise bir miktar artıs gözlenmekte dir. 

Su ve rüzgâr enerjisinin tüketiminde de artıs gözlenmektedir. 
Enerji üretiminde ise Orta Asya, Hazar ve Ortadoğu, yani Avrasya’nın merkezi ve çevresi öne çıkmaktadır. Ülkelerin büyümesine kosut olarak, enerji tüketimi de 
arttığından, enerji kullanımında tasarruf, verimlilik arayısları önem kazanmakta dır. Farklı enerji kaynaklarının, yeni, yerli ve yenilenebilir kaynakların önemi hızla artmaktadır. 

Enerji kaynağı açısından zengin ülkeler, bu kaynağı diplomaside etkili bir araç olarak kullanırken, tüm devletler, ikili ve çok taraflı siyasette, enerji güvenliğine büyük özen gösterirler. Enerji temininde dısa bağımlı olmanın, dıs politikada manevra sahasını daralttığını bilirler. Enerjiyi, sadece ekonomik gelismenin temel sartı olarak değil, aynı zamanda siyasi bağımsızlığın ve ulusal güvenliğin de temel unsuru olarak kabul ederler. Gelişmiş ülkeler, “enerji politik” denilen enerji siyasetinde, bilimsel bilgiyle beslenen, inisiyatif alabilen, proaktif politikalar izlerler. Bu sayede enerji alanında basarılı adımlar atar, azami kazanç sağlar, kayıplarını en aza indirmeye çalısırlar. 

Dünya birincil enerji tüketiminde, fosil yakıtların ağırlığı devam edecektir ki, özellikle Türkiye’nin çevresinde yasanan siyasi gelismeler, iç savaslar, çatısmalar ve isgaller de, büyük güçlerin, emperyalist merkezlerin, bu hesabı yaptıklarını göstermektedir. Farklı kurulusların ve uzmanların öngörülerinde kimi değisiklikler olsa da, 2020 yılında da fosil yakıtlar, yani petrol, kömür ve doğalgaz en çok tüketilen enerji kaynakları olacaktır. Farklı tahlil ve tahminlerin ortalaması alındığında, petrolün yaklasık yüzde 40, kömürün yaklasık yüzde 30, 
doğalgazın da yüzde 25 oranında tüketileceği hesaplanmaktadır. Kısacası, önümüzdeki yıllarda da fosil yakıtların baskın konumu değismeyecektir. 

Buna karsılık nükleer enerjinin ve hidroenerjinin payları yüzde 3 – 4 düzeyinde tahmin edilmektedir. Diğer yenilenebilir enerji kaynaklarına ise yüzde 1 oranında pay ayrılmaktadır. 
Ancak belirtmek gerekir ki, yukarıda da değinildiği üzere, farklı kurulusların farklı öngörüleri söz konusudur. Örneğin; piyasa değeri olarak dünyanın en büyük enerji sirketi olan Exxon Mobile’ın arastırmasına göre; 2025 yılına kadar doğalgaz, kömürün yerine geçip dünyada en çok kullanılan ikinci enerji türü olacaktır. Sirket, doğalgazın kömürü geçmesine neden olarak çevre kosullarını öne sürmektedir. Kömürden daha çevre dostu bir yakıt olan doğalgaz tüketiminin 2040’a kadar yüzde 65 artacağını öngörmektedir. Kömür tüketiminde ise önümüzdeki yıllarda biraz daha artıs, sonrasında ise sert bir düsüs beklemektedir.2 

1 – Türkiye’nin Dthal Enerji Bağımlılığının Boyutları 

Dünya Enerji Konseyi’nin Türkiye’yle ilgili verilerine göre; enerji talebi artan ülkelerden olan Türkiye’nin enerjide dısa bağımlılık oranı yüzde 72’dir ve toplam ithalatı içinde enerji kalemi yüzde yaklasık 25’lik paya sahiptir. Bu yüksek enerji ithalatı, artan cari açığın en büyük nedenidir. Hem gelismekte olan hem de nüfusu artan bir ülke olarak bu durum, Türkiye açısından sürdürülebilir değildir. Türkiye, petrol ve doğal gazda büyük ölçüde dısarıya bağımlıdır. Ülke bazında ele alındığında, en çok enerji ithal ettiği iki ülke Rusya ve iran’dır. Türkiye, yıldan yıla oranlar küçük ölçüde değisse de, kabaca, kullandığı doğalgazın yüzde 60’ını Rusya’dan ithal etmektedir. Rusya Türkiye’nin bir numaralı dıs ticaret ortağıdır. 
2013 itibariyle iki ülke arasındaki ticaret hacmi, dolaylı kalemlerle birlikte 50 milyar dolara ulasmıstır ve denge Rusya’nın lehinedir. Rusya Türkiye’deki doğalgaz dağıtımında da ortaklıklarla hisse sahibidir. Dç piyasada da enerji sektöründe etkili olmakta, yatırımlar yapmakta, ortaklıklar kurarak, Türk sirketlerini satın alarak gücünü pekistirmektedir. Mersin Akkuyu’da yapımına baslanan Türkiye’nin ilk nükleer santralinin yapımından isletmesine, yakıt tedarikinden yönetimine kadar yüzde yüz Rusya tarafından üstlenilmesi de, Türkiye’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığını artıracak bir diğer unsurdur. 

Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) raporlarına göre; 2011-2013 yılları arasında ham petrol ithalatında Dran ve Rusya’nın payı düsüs eğilimindeyken, Irak’ın payı artmıstır. 2013 yılında 2012 yılına göre, Dran’ın payı yüzde 39’dan yüzde 28’e, Rusya’nın payı yüzde 11’den yüzde 8’e düsmüs, Irak’ın payı yüzde 19’dan yüzde 32’ye çıkmıstır.3 Doğalgazda ise 2013 yılında kaynak ülkeler bazında Türkiye’nin doğalgaz ithalatı söyle gerçeklesmistir: Rusya yüzde 58’le ilk sıradadır. Onu yüzde 19’la Dran takip etmektedir. 

Azerbaycan yüzde 9, Cezayir LNG olarak yüzde 9 paya sahiptir. Nijerya’nın payı ise LNG olarak yüzde 3’tür.4 

Türkiye’de tüketilen doğalgazın yaklasık yarısı elektrik üretiminde kullanılmakta dır. Dlk sıradaki elektrik üretimini birbirine yakın oranlarla (yaklasık yüzde 25’er) sanayi ve konutlardaki tüketim takip etmektedir. Doğalgazda Türkiye’nin yerli üretiminin tüketimi karsılama oranı yüzde 1.5’tir. Bu oran, doğalgazda dısa bağımlılığın süreceğini de gösterir. 2013’te Türkiye’nin toplam enerji ithalatı 55.9 milyar dolar olarak gerçeklesmis, toplam ithalatının yüzde 22.2’sini olusturmustur. Bu fatura aynı zamanda toplam dıs ticaret açığının da yüzde 56’sını olusturmaktadır. 

Türkiye’de zaman zaman enerji temininde yasanan sıkıntılar, petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki dalgalanmalar ve bu ürünlerin ithalatındaki artıslar, yasamın her alanında etkisini göstermektedir. Sanayi üretiminden konutlardaki aydınlanma ya, hane halkının ısınmak için tükettiği yakıttan artan cari açığa dek her alana yansımaktadır. Doğalgazı en çok elektrik üretiminde, konutlarda ve sanayide kullanan Türkiye, al ya da öde ilkesine göre yaptığı anlasmalar ve garantili alım nedeniyle de, dünya ortalamasına göre daha yüksek bir doğal gaz faturası ödemektedir. Bu durum aynı zamanda sanayinin rekabet gücünü olumsuz etkilemekte ve konutlarında doğalgaz kullanan yurttasların bütçesini sarsmaktadır. 

Türkiye’nin 1990 – 2011 dönemi enerjiyle ilgili verileri incelendiğinde 1990’dan bu yana dısarıya bağımlılığın hızla arttığı görülür. Enerji talebini yerli üretimle karsılama oranı 1990’da yüzde 48.1 iken, 2000’de yüzde 33.1’e, 2010’da ise yüzde 29.2’ye gerilemistir. Son dönemde izlenen politikaların sürdürülmesi halinde, birincil enerji tüketiminde yüzde 70’ler düzeyinde olan dısa bağımlılığın süreceği ve daha da artacağı saptanmaktadır. EPDK analizlerine göre; Türkiye’de 2010 – 2030 döneminde yapılacak enerji yatırımlarının toplamı 225 – 280 milyar dolar olarak tahmin edilmektedir. Enerji yatırımlarında en büyük pay makine ve donanıma aittir. Yatırım tutarının asgari yüzde 60’ının makine ve donanım alımına ayrılacağı kabul edilirse, 20 yıllık dönemde 225 – 280 milyar dolar olması tahmin edilen enerji yatırımlarının 135 – 168 milyar dolarlık bölümünün makine ve donanıma harcanacağı görülür. Türkiye’nin enerjideki yüksek bağımlılığı, araç / gereç / donanım dikkate alındığında çok daha yüksek boyutlara ulasmaktadır. Söyle ki, Türkiye, elektrik üretim ekipmanları için 
her yıl 7 – 8.5 milyar doları yurt dısına aktarmaktadır ve birçok alanda olduğu gibi ekipmanlar konusunda da Çin, Türkiye için en büyük kaynak konumunda dır.5  Bu durum, sadece iktisadi iliskilerde değil, siyasi ve diplomatik iliskilerde de sık sık gündeme gelmekte, Türkiye’ye karsı caydırıcı bir koz olarak kullanılmaktadır. Türkiye’nin Malatya’nın Kürecik ilçesine yerlestirilen füze radarı sistemi, yine Türk topraklarına yerlestirilen patriot füzeleri, Suriye gibi konu baslıklarında Rusya ve Dran’la farklı cephelerde olduğu dikkate alınırsa, bağımlılığın siyasi yansımaları daha net görülür. Yüksek enerji bağımlılığı iktisadi boyutunun yanında, siyasette, diplomaside, ulusal güvenlikte de ciddi riskler yaratır. Türkiye, petrol ithalatında Rusya ve İran’a karsı alternatif yaratmıs ise de, doğalgaz temininde bu iki ülkeye karsı ciddi bir seçenek yaratabilmis değildir. Enerji koridoru olmak, enerji dağıtım üssü olarak öne çıkmak amacıyla muhtelif enerji geçis güzergâhları, enerji nakil hatları için projeler üreten veya üretilen projelere katılan Türkiye, muhtelif projelere karsın, bu konuda henüz umduğu sıçramayı yapamamıstır. Ekonomik, stratejik, jeopolitik engelleri asmakta zorlanmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin bizzat kendisinin de içinde 
bulunduğu enerji projelerinde zaman zaman Rusya ile ters düsmesi de ( Örneğin; Basarısızlıkla Sonuçlanan NABUCCO gibi) Türkiye’nin Rusya’ya karsı elini zayıflatan bir diğer unsurdur. 

2 – Rusya’nın Enerji Kartı 

Rusya, dünyanın en önemli enerji üreticilerinden biridir. Yeryüzünün en zengin doğalgaz rezervlerine sahiptir. Dünyanın en büyük doğalgaz ihracatçısıdır. Petrol ihracatında da dünyada üçüncü sıradadır. Uluslararası enerji piyasalarında çok etkili bir aktördür. Enerji öncelikli bir ekonomi politikası gütmekte, enerjiyi dıs politikasında çok temel, stratejik bir silah olarak kullanmaktadır. Sadece güçlü bir enerji tedarikçisi olarak değil, aynı zamanda enerji geçis yollarını denetleyen büyük bir devlet olarak da jeopolitik, stratejik, ekonomik ve diplomatik ağırlığını artırmaktadır. Ayrıca, bölgedeki tarihsel konumunu, gücünü, ittifak iliskilerini kullanmakta, bölge ülkeleri üzerindeki ekolojik hakimiyetini pekistirmekte, 
yumusak güç unsurlarını da devreye sokmaktadır. Enerji ihracında pazarını genisletip çesitlendirmekte, güçlü iliskiler içinde olduğu Çin’le enerji alanında dev isbirliği projelerine imza atmaktadır. “Dünyanın fabrikası” olarak nitelenen Çin’in Rusya’dan yaptığı enerji ithalatı, Rusya’nın elini güçlendirmektedir. 

Rusya, her ne kadar son dönemlerde Ukrayna ile yasadığı sorunlar ve Kırım’ın Rusya’ya katılması nedeniyle G 8’den6 dıslanmıs, üyeliği askıya alınmıs ise de bu ülkeler arasındaki en büyük enerji üreticisi ve ihracatçısıdır. Ülke siyasetine devlet baskanı Vladimir Putin’in ağırlığını koymasıyla birlikte benimsenen enerji politikası, petrol ve kömürde göreli olarak liberal ve özel sektöre öncelik tanıyan bir yaklasıma sahipken, doğalgaz ve elektrik üretiminde devlete ağırlık vermektedir. Ülkenin sadece ekonomisinde değil, politik ve diplomatik adımlarında da önemli yer tutan enerji sektöründe, en büyük ulusal enerji sirketi olan Gazprom’a stratejik önem verilmektedir. Bu kurulusun yöneticileri Putin’e yakın isimlerden oluşmaktadır. 

Rusya, dünyanın ve Avrasya’nın en büyük güçlerinden olan Çin’le her alanda gelisen iliskilere sahiptir. İki ülke birbirlerini “stratejik ortak” olarak tanımlamaktadır. Sanghay İsbirliği Örgütü’nde (SDÖ), BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) içinde, 

Birlesmis Milletler Güvenlik Konseyi’nde birlikte hareket etmektedir. Ortadoğu basta olmak üzere, dünyanın sorunlu bölgelerinde izledikleri politikalar büyük ölçüde örtüsmektedir. iki ülke orduları ortak tatbikatlar düzenlemektedir. Çin’in enerji talebenin sürekli arttığı düsünüldüğünde, Rusya ile Çin arasındaki uzun vadeli isbirliğinin, bu bağlamda Gazprom’un önemi daha iyi anlasılır.7 Rusya, Çin’in yanında, Avrupa Birliği’yle ve özellikle de birliğin en büyük ekonomisi olan Almanya’yla enerji alanında yakın iliski içindedir. AB’nin ve Almanya’nın en büyük doğalgaz tedarikçisidir. 

Rusya, Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkelerinde de elektrik ve doğalgaz tasınmasında ve dağıtımında etkisini artırmaya çalısmaktadır. Enerji piyasaları nda kendisi açısından dezavantaj olusturan altyapı sorunlarını, bu alandaki büyük ölçekli yatırımlarla asmakta, eksiklerini gidermektedir. Avrupa’da özellikle Almanya ve İtalya’yla enerji düzleminde yakın iliskileri bulunan Rusya’nın, bu düzeyde olmasa bile, Fransa ve İngiltere’yle de iliskileri gelismistir. Avrupa Birliği Rus doğalgazına bağımlı olduğundan bu durum siyasi iliskilere de yansımak ta, AB’nin doğalgaz talebinin artmasına kosut olarak, ithalat bağımlılığı da artmaktadır. 

Avrupa’nın artan enerji talebi ve Rusya’ya olan bağımlılığı üzerinde önemle durmak gerekir. Zira bu bağımlılık, Batı’nın Rusya’ya karsı blok olarak hareket etmesini zorlastırmakta, Batı içinde çatlak yaratmaktadır. Rusya’nın bölgesel ve küresel diplomaside elini güçlendirmektedir. Söyle ki, AB’nin doğalgaz talebi yıllık 560 milyar metreküptür. Bu miktar dünya doğalgaz talebinin yüzde 17’sini olusturmaktadır. AB’nin doğalgaz üretimi 2013’te 200 milyar metreküp olmustur. Aradaki fark 360 milyar metreküptür, yani AB yüzde 64 oranında ithalat bağımlısıdır. 2030’a gelindiğinde AB’nin doğalgaz tüketimi 760 milyar metreküp olacak, üretimi ise 160 milyar metreküpe inecektir. Yani ithalatı 600 milyar metreküpü bulacaktır. Bu da dıs kaynak bağımlılığını yüzde 80’e tasıyacaktır. AB’ye gelen doğalgazın yüzde 80’i boru hatlarıyla, yüzde 20’si ise LNG olarak Nijerya ve Katar’dan gelmektedir. Boru hatlarıyla gelen 3 ana koridor sunlardır: 

1 – Norveç ve Dngiltere kaynaklı koridor. 

2 – Rusya kaynaklı koridor. 

3 – Afrika üzerinden, Cezayir ve Libya’dan gelen, Akdeniz’den geçen boru hatları. 

2013’te Rusya’dan 136 milyar metreküp doğalgaz ithal eden AB’nin doğalgaz pazarının yüzde 38’i Rusya’nın elindedir. 2030’a gelindiğinde Rusya’nın 
Avrupa’ya 236 milyar metreküp doğalgaz satacağı tahmin edilmektedir ki, bu Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığının daha da artacağının isaretidir.8 

Rusya’nın geçtiğimiz yıllarda doğalgaz nedeniyle Ukrayna ile yasadığı sorunlar, son aylarda Kırım’ın Rusya’ya katılması ve Ukrayna’da yasanan gerginlik nedeniyle boyut değistirmistir. Rusya – Ukrayna gerginliğinin siyasi, diplomatik ve askeri boyutunun yanında iktisadi boyutu ve enerji boyutu da vardır. Bu sorunda ABD ve AB her ne kadar Ukrayna’dan yana tavır almıslarsa da, Rusya üzerinde bekledikleri etkiyi yaratamamıslardır. Bunda, Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığının ve özellikle Almanya’nın Rusya’yla olan yakın iliskilerinin payı büyüktür. Almanya’nın Çin ve Dran’la da iliskilerinin gelistiği düsünüldüğünde, bu tercihinin Rusya’yla sınırlı taktik bir adım olmadığı, daha genis boyutlu bir stratejik adım olduğu düsünülebilir. 

Rusya, enerji konusunda çok yönlü, çok boyutlu bir siyaset izlemektedir. Örneğin; İran’la bu ülkenin nükleer faaliyetleri bağlamında isbirliği yapmakta, bu ülkeye teknoloji satmaktadır. Keza ülkenin en büyük enerji sirketi olan Gazprom, bir yandan Irak’taki varlığını güçlendirmekte, bir yandan da Kuzey Irak’taki Kürt Bölgesel Yönetimi’yle temaslarını sıklastırmaktadır. Gazprom, bir yandan Avrupa’da serbestlesen yatırım ortamından yararlanırken, diğer yandan Ortadoğu’da İran ve Irak’ta, Kuzey Afrika’da ise özellikle Libya, Cezayir ve Mısır’da yeni üretim, paylasım ve ticaret anlasmaları arayısındadır. Gazprom’un sirket olarak yeni sahalara yayılısı, devlet merkezli uluslararası politikalarla uyumludur. Kremlin’in dıs politikadaki önceliklerini gözetmektedir. Avrupa pazarındaki serbestleşmeden etkili şekilde yararlanırken, Rusya’nın jeopolitik hedeflerine de, alternatif enerji güzergahlarındaki kontrolünü artırarak aracılık yapmaktadır. Güney Akım Projesi de, Rusya’nın Avrupa’yla kurduğu enerji iliskisinin, ekonomik olmanın ötesinde stratejik önceliklere sahip olduğu kanısını güçlendirmektedir.9 

3 – Türkiye – Rusya Dliskilerinde Enerji Unsuru 

Dıs politika, enerji ihtiyacı dikkate alınmadan yürütülemez. Türkiye gibi, enerjide dısa bağımlı olan (petrolde yüzde 93, doğalgazda yüzde 98 oranında), tükettiği enerjinin büyük bölümünü iki ülkeden (Rusya ve Dran) ve diğer komsu ülkelerden temin eden bir ülkenin, bu yalın gerçek nedeniyle diplomaside eli çok kuvvetli değildir. Rusya ile iliskiler özelinde bakıldığında Türkiye, nükleer santral yapımına 15 yılda toplam 71 milyar dolar ödeyecektir. En büyük ekonomik sorunlarından biri cari açık olan, verdiği cari açığın büyük bölümü de 
enerji ithalatından kaynaklanan Türkiye, bu durumun siyasette, ekonomide, diplomaside, ulusal güvenlikte yarattığı sorunlarla sık sık yüzlesmektedir. Örneğin; petrol fiyatındaki 10 dolarlık artıs, cari açığı 5 milyar dolar artırdığından, enerji faturası konusunda oldukça endiseli bir ülkedir. 

Türkiye ile Rusya arasında ilk doğalgaz anlasması, henüz SSCB dağılmadan önce, 1986’da imzalanmıstır. SSSCB dağıldıktan sonra da iliskiler ekonomik ve politik açıdan hızla gelismistir. Dki ülkenin ekonomik yapıları ve sanayileri, rekabetçi olmaktan çok, birbirinin eksiklerini giderici özelliklere sahiptir. 1986’da imzalanan anlasmaya göre; Türkiye doğalgaz bedelinin bir bölümünü mal ve hizmetle ödeyebilecekken, ilerleyen yıllarda Rusya’dan ithal ettiği doğalgaza karsılık bu ülkeye mal ihraç etmeyi sürdürememistir. Bugüne dek Rusya 
pazarından yeterince yararlanamamıstır. 1997’de Rusya ile ikinci büyük doğalgaz anlasması imzalanmıs ve Mavi Akım olarak bilinen projeyle Türkiye, 25 yıl boyunca Rusya’dan yılda 16 milyar metreküp doğalgaz almayı yükümlen mistir. 2004 Aralık ayında Putin’in Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret sonrasında ekonomik ilişkiler daha da gelişmiştir. 

Rusya, Hazar petrolünün Rusya’yı dıslayarak Bakü – Ceyhan Boru Hattı üzerinden batı pazarlarına tasınmasını ise kendisi için bir yenilgi olarak görmüstür. Bu olayın ve diğer gelismelerin de etkisiyle, ürettiği enerjiyi dünya pazarlarına ulastırmak için, yani sadece üretimde değil nakilde de söz sahibi olabilmek için, sürekli biçimde alternatif yolları gündeme getirmistir. Bu kapsamda Rusya’da üretilen enerjinin dünya pazarlarına ulastırılmasında Türkiye’yi de alternatif bir güzergâh olarak görenler vardır. Ancak belirtmek gerekir ki, ABD’nin, Rusya’nın enerji üretimi ve iletimindeki tekelini kırmaya dönük adımlarını hesaba katan Rusya’da, Türkiye’nin enerji dağıtım üssü, enerji geçis yolu olma çabasını endiseyle karsılayanlar çoğunluktadır. 

Karadeniz ve Türk Boğazlarını kendisi açısından yasamsal önemde gören ve Montrö Boğazlar Sözlesmesi konusunda çok hassas olan Rusya, 2008’de Gürcistan’la yaptığı savas sırasında, Türkiye’nin Montrö Boğazlar Sözlesmesi konusunda gösterdiği hassasiyeti ise takdir etmistir. Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyesi olmasına siddetle karsı çıkan Moskova’nın bu kaygılarını Ankara da büyük ölçüde paylasmaktadır. Ancak Ukrayna’da yasanan gelismeler sonrasında Türkiye’nin izlediği diplomasi ve Montrö Boğazlar Sözlesmesi konusunda esnemeye baslayan tavrı, Moskova’da endiseyle izlenmektedir. 

Rusya, ekonomik iliskilerdeki avantajlı pozisyonunu baskı aracı olarak kullanırken, yasanan krizlerde, aslında hassas ve kırılgan olan tarafın Türkiye olduğunu basarılı sekilde Ankara’ya hissettirmistir. Rusya’nın gümrüklerinde Türk mallarına uyguladığı zorlastırıcı rejim hafızalardaki tazeliğini korumaktadır. Rusya sadece Türkiye’den gelen Türk mallarını değil, Türk orjinli ama Avrupa’dan gelen malları bile “kırmızı hat” uygulamasıyla teker teker kontrol etmek suretiyle gümrüklerinde günlerce bekletmistir. Özellikle Türk tekstil ve 
insaat sektörü gümrük krizinden milyonlarca dolar zararla çıkmıstır. Yaz ve sonbahar ayları geldiğinde ise “domates krizi”, “mandalina krizi” adlarıyla neredeyse geleneksellesen bir sebze – meyve krizi yasanmaktadır. Rusya, geçtiğimiz yıllarda birkaç kez, tarım ürünlerinde yüksek oranda ilaç kalıntısı, nitrat ve Akdeniz Sineği bulunduğu gerekçesiyle Türkiye’den bazı tarım ürünlerinin ithalatını durdurmuştur.10 

Türkiye ile Rusya, Suriye’deki iç savasta, Irak siyasetinde, Türkiye’ye yerlestirilen füze kalkanı radarında, ABD’nin Karadeniz’e yönelik hesaplarında ve bu bağlamda Montrö Boğazlar Sözlesmesi’ni esnetmeye hatta mümkünse değistirmeye yönelik politikalarında, Ukrayna’daki son gelismelerde farklı politikalar izlemektedirler. Gelisen iktisadi, toplumsal, kültürel iliskilere, coğrafi yakınlığa, Rus turistlerin Türkiye’ye yönelik ilgisine, Türkiye’nin, Rusya’nın kurucu üye olduğu Sanghay Dsbirliği Örgütü’ne “Diyalog Ortağı” olarak kabul edilmesine rağmen, Türkiye’nin ABD basta olmak üzere Batı Bloku ve NATO ile olan güçlü bağları nedeniyle, Türkiye ile Rusya arasında, güçlü bir yakınlasma yasanmamaktadır. Her ne kadar Türkiye, Avrupa Birliği’yle soğuyan ilişkilerinin de etkisiyle, Sanghay Dsbirliği Örgütü’ne katılmak istediğini birkaç kez dillendirmiş olsa da, mevcut durumda bu üyeliğin gerçekleşmesi olanaksızdır. 

Her ikisi de büyük imparatorlukların bakiyesi ve Avrasya ülkesi olan Türkiye ile Rusya, Soğuk Savas’ın bitip, SSCB’nin dağılmasıyla birlikte, ikili iliskilerde rekabet ve isbirliğini aynı anda düsünmeye baslamıslardır. Özellikle Orta Asya’da bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetleri’nin ortaya çıkısıyla birlikte, Ankara’nın adımlarına karsı Moskova tedirgin olmustur. Türkiye’nin, eski Sovyet coğrafyasında, Orta Asya ve Kafkasya’da etkili olma çabalarının devamının gelmemesi ve Putin dönemiyle birlikte Rusya’nın “yakın çevre”den baslayarak yeniden öne çıkması sonrasında iki ülke iliskileri hızla gelismeye baslamıstır. Ancak, Rusya özellikle son yıllarda, Türkiye’nin “ılımlı islam” projesine destek verdiğini, bunun da Orta Asya’da radikal akımları güçlendirdiğini düsünmektedir. Dki ülkenin Karadeniz ve Ortadoğu politikalarında da bir rekabet olmakla birlikte, Rusya’nın Avrasya ve Ortadoğu’da artan etkisine kosut olarak, küresel bir aktör olarak da öne çıktığı ve gelişmelere ağırlık koyduğu görülmektedir. 

Dünyanın kanıtlanmıs doğalgaz ve petrol rezervlerinin yüzde 70’ini çevresinde bulunduran Türkiye, dünyanın enerji nakil merkezi, enerji geçis üssü, enerji transit istasyonu olmaya çalısmaktadır. Bu hedef Türkiye’yi heyecanlandır maktadır. Ancak bu hedefe, Rusya’ya rağmen ulasmak olanaksız dır. Türkiye, boru hatları diplomasisi izlemeye çalısırken Rusya’ya karsı net, kararlı, etkili bir siyaset takip edememektedir. Bütüncül, sağlıklı ve etkili bir enerji politikası yoktur. Rusya ise kaynak ülke olarak ve Avrupa’nın doğalgazda kendisine 
olan bağımlılığını bilerek, dinamik ve basarılı bir boru hatları diplomasisi izlemektedir. Özellikle Karadeniz’deki, Hazar ve çevresindeki enerji kaynakları söz konusu olduğunda Rusya’nın bariz bir belirleyiciliği söz konusudur. Ayrıca, Akdeniz’deki, Irak’taki ve Dran’daki enerji kaynaklarının çıkarılması, islenmesi, dünya pazarlarına ulastırılması için de, Türkiye’nin komsularıyla iyi iliskiler içinde olması gerekir. Ancak mevcut tabloda Türkiye; Suriye ve Irak basta olmak üzere komsularıyla irili ufaklı sorunlar yasamaktadır. Bölgesel bir güç olan Dran’la tarihsel rekabet içindedir. Türkiye, en az sorunlu olduğu komsusu olan ve enerji ithal ettiği Azerbaycan’la da, Ermeni açılımı sonrasında gerginlik yasamıstır. Rusya’nın özellikle Suriye ve Dran’la yakın iliskileri, Irak’la gelisen münasebetleri, Azerbaycan üzerindeki nüfuzu dikkate alındığında, Türkiye’nin enerji konusundaki hedefine ulasmasının, enerji köprüsü olmasının, en azından simdilik olanaksız olduğu görülür. 

Sonuç 

Doğalgaz yakıtlı elektrik üretim santrallerinde gaz gereksiniminin hangi ülkeden, hangi anlasmalarla, hangi boru hatlarıyla, hangi yatırımlarla karsılanacağı çok önemlidir. Elektrik üretiminde doğalgaz payının yüzde 30’un altına düsürülmesi hedefine ulasabilmek için, dısa bağımlılığın azaltılması gerekir. Türkiye’nin, yerli ve yenilenebilir enerji kaynakları açısından potansiyeli yüksektir. Kimi değerlendirmelere göre; önümüzdeki 25 yıllık elektrik enerjisi gereksiniminin tamamını yerli kömür ve diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının verimli sekilde kullanılmasıyla karsılamak mümkündür. Ancak bunun için planlamaya, enerjide milli politikalara ve sürdürülebilir kalkınmayı önceleyen yaklasımlara gereksinim vardır. Bu kaynakların daha etkin ve verimli kullanılması için, devlet öncülüğün de stratejik planlama yapılması sarttır. Son yıllarda uygulandığı üzere, dileyenin, dilediği yerde, dilediği kaynak veya yakıtla, dilediği teknolojiyle, dilediği zaman aralığında, yeterli denetim olmaksızın yaptığı enerji yatırım uygulamalarından vazgeçilmelidir.11 

Enerjide bağımlılık ekonomide bağımlılık demektir. Ekonomik bağımlılık ise siyasi, askeri, diplomatik, kültürel, teknolojik bağımlılığı getirir. Bu da, ulusal bağımsızlıkla ve milli egemenlikle bağdasmaz. Türkiye, enerji kaynaklarını daha verimli değerlendirmelidir. Enerji iletimindeki kayıp ve kaçağı (üretilen elektriğin beste beri kayıp ve kaçaktır) en alt düzeye çekmelidir. Enerjide kaynak çesitliliği yaratmalı, tek bir kaynağa (doğalgaz) ve bu kaynağın temininde tek bir ülkeye (Rusya) bağımlılığa son vermelidir. Entegre bir enerji politikası izlemeli, bu alanda stratejik planlama yapmalı, kendi kaynaklarını arayıp, üretip, isletmelidir. Fosil yakıtlar arasında petrol ve doğalgaz açısından fakir olan Türkiye, kömür rezervleri açısından asırı zengin olmasa da, fakir bir ülke de değildir. Keza yenilenebilir enerji kaynakları söz konusu olduğunda Türkiye rüzgâr, günes ve jeotermal enerji potansiyeli yüksek bir ülkedir. Dünyanın 7. büyük jeotermal enerji potansiyeline sahip olan Türkiye, bu alana daha çok yatırım yapmalıdır. 

Türkiye kamu öncülüğünde planlamaya öncelik verirken, bu yolla belirsizliklerin, gereksiz yatırımların, çevre dostu olmayan projelerin önüne geçmelidir. Sözde değil, özde bir ulusal enerji politikası saptanmalıdır. Dthal enerjiye bağımlılığı azaltacak yerli, yenilenebilir kaynaklara öncelik tanınmalıdır. Doğalgazda Rusya’ya olan bağımlılığı azaltmak için hem doğalgaza alternatif kaynak arayısına girilmeli, hem de kaynak ülkelerde çesitliliğe gidilmelidir. Enerji politikalarında hedefler gerçekçi, akılcı ve uygulanabilir olmalıdır. 

DİPNOTLAR;


1  Doç. Dr., Marmara Üniversitesi Öğretim Görevlisi 
2 “ Doğalgaz, Kömürün Saltanatını Bitiriyor ”, Hazar World, Ocak 2014, Sayı: 14, s: 4. 
3 www.epdk.org.tr, Petrol Piyasası Sektör Raporu, 2013. 
4 www.epdk.org.tr, 2013 Yılı Doğalgaz Piyasası Sektör Raporu. 
5 Oğuz Türkyılmaz, “Bağımlılığın Öteki Yüzü”, Cumhuriyet Enerji, 4 Aralık 2012, s: 4. 
6 G 8, Dngilizce “Group of Eight” tümcesinden türemis olup, dünyanın GSMH’sı en yüksek olan ülkelerini belirtmek için kullanılır. 
Rusya bu gruba en son katılan ülkedir. Diğer üyeleri sunlardır: ABD, Japonya, Almanya, Dngiltere, Fransa, İtalya, Kanada. 
1975 yılından beri her yıl ekonomi zirvesi düzenleyen bu ülkeler, dünya ekonomisinin yaklasık üçte ikisini temsil ederler. 
7 Süreyya Yiğit, “Türkiye, Büyük Orta Asya ve SDÖ Pekin Zirvesi”, Ortadoğu Analiz, Ağustos 2012, Cilt: 4, Sayı: 44, s: 56. 
8 Samir Kerimli, Türkiye’nin Enerji Merkezi Olması Yolunda TANAP Projesinin Rolü, Hazar Strateji Enstitüsü Yayınları, Dstanbul, 2014, s: 9 – 10. 
9 Sanem Özer, “Doğu Akdeniz’de Enerji Güvenliği ve Savasları”, Ortadoğu Analiz, Aralık 2013, Cilt: 5, Sayı: 60, s: 71. 
10 Fatih Özbay, “Soğuk Savas Sonrası Türkiye – Rusya Dliskileri: 1992 – 2010”, Bilge Strateji, Cilt: 3, Sayı: 4, Bahar 2011, s: 62 – 63. 
11 Oğuz Türkyılmaz, age. 


KAYNAKÇA 

“ Doğalgaz, Kömürün Saltanatını Bitiriyor”, Hazar World, Ocak 2014, Sayı: 14, s: 4. 
  2013 Yılı Doğalgaz Piyasası Sektör Raporu, www.epdk.org.tr 
  Fatih Özbay, “ Soğuk Savas Sonrası Türkiye – Rusya Dliskileri: 1992 – 2010 ”, Bilge Strateji, Cilt: 3, Sayı: 4, Bahar 2011, s: 62 – 63. 
  Oğuz Türkyılmaz, “Bağımlılığın Öteki Yüzü”, Cumhuriyet Enerji, 4 Aralık 2012, s: 4. 
  Petrol Piyasası Sektör Raporu, 2013. www.epdk.org.tr 
  Samir Kerimli, Türkiye’nin Enerji Merkezi Olması Yolunda TANAP Projesinin Rolü, Hazar Strateji Enstitüsü Yayınları, Dstanbul, 2014, s: 9 – 10. 
  Sanem Özer, “Doğu Akdeniz’de Enerji Güvenliği ve Savasları”, Ortadoğu Analiz, Aralık 2013, Cilt: 5, Sayı: 60, s: 71. 
  Süreyya Yiğit, “Türkiye, Büyük Orta Asya ve SDÖ Pekin Zirvesi”, Ortadoğu Analiz, Ağustos 2012, Cilt: 4, Sayı: 44, s: 56. 


*****

28 Aralık 2016 Çarşamba

CUMHURBAŞKANI GÜL DÖNEMİ SURİYE - TÜRKİYE İLİŞKİLERİ BÖLÜM 2



CUMHURBAŞKANI  GÜL DÖNEMİ SURİYE - TÜRKİYE İLİŞKİLERİ BÖLÜM 2


İsrail’le İlişkilerin Etkisi: 




Türkiye’nin bir önceki başlıkta anlatılan zihniyet değişimi İsrail’le ilişkilerinde göreli bir zayıflamaya neden olmuştur. 
Suriye ile yakınlaşmayı mümkün kılan faktörlerden biri de bu zayıflamadır. Suriye dış politikasında İsrail ile Yakındoğu’da yaşadığı rekabet 
ve bu ülke kaynaklı güvenlik tehditleri büyük önem taşımaktadır. Suriye’ye ait stratejik Golan Tepeleri halen İsrail işgali altındadır. Buna karşılık 
Türkiye ve İsrail 1990’lı yılların ortalarında savunma ve güvenlik işbirliği anlaşmaları ile bazılarınca “stratejik müttefik” olarak tanımlanan 
bir ilişki kurmuştur. O dönemde kendini çevrelenmiş hisseden Şam yönetimi uzun yıllardır rekabet ettiği Saddam yönetimine yakınlaşarak 
bu güvelik tehdidini bertaraf etmeye çalışmıştır. Yani Suriye, Türkiye İsrail’e yakınlaştığı oranda ondan uzaklaşmıştır. Dolayısıyla İsrail ile yakın 
ilişkiler Türkiye’nin Suriye ile yakınlaşması önündeki en önemli engellerden biri olmuştur. Ancak 2000’lerin başından itibaren Türkiye’nin 
İsrail ile ilişkilerinde nispi bir gerileme yaşanmıştır. 

Bunun üç temel nedeni vardı: 

1) Türkiye’nin 2000’li yılların başından itibaren komşuları ile sorunlarını çözmeye başlaması İsrail’in Türk dış politikasındaki önemini göreli olarak azaltmıştı. 

2) Filistin sorununun güdeme gelmesi ile Türk kamuoyunun Filistin davasına ilgisini artırmış dolayısıyla kamuoyuna daha duyarlı hale gelen 
Türk dış politikasının İsrail ile açık samimi ilişkiler kurması zorlaşmıştı. 

3) İsrail’in Irak işgali sonrasında Kuzey Irak’ta Kürt grupları desteklediğine ilişkin haberler ilişkileri olumsuz etkilemişti. 10

<  Türkiye ve Suriye arasında hızla gelişen ilişkilere rağmen, Lübnan örneğinde olduğu gibi 
Ortadoğu politikalarında farklı bakış açılarının var olduğu bazı alanlar mevcut. > 


İşte bu göreli zayıflama Suriye ile yakınlaşmayı mümkün kılan faktörlerden biri olmuştur. Ancak İsrail ile ilişkilerin etkisi belirleyici 
olmaktan çok hızlandırıcıdır. Çünkü Suriye ile yakınlaşma İsrail ile ilişkileri zayıflaması ertesinde gerçekleşmemiştir. Tersine önce Suriye ile yakınlaşma 
sağlanmış, böylece Türkiye için İsrail’in önemi göreli olarak azalmıştır. Dolayısıyla İsrail ile ilişkilerdeki zayıflamayı, Türkiye-Suriye yakınlaşmasını 
hızlandıran, güven eksikliğini azaltan bir faktör olarak görmek gerekmektedir. 

Suriye’nin İzolasyonu: 2003 sonrası bölgesel gelişmeler de Türkiye-Suriye yakınlaşmasına fırsat sağlamıştır. Irak Savaşı Suriye’yi ABD ve İsrail 
arasında bırakarak derin bir güvenlik tehdidi algılamasına yol açmıştır. Bu süreci iki unsur tetiklemiştir. Birincisi ABD’deki Yeni Muhafazakâr 
yönetimin baskı ve izolasyona dayalı Suriye politikası, ikincisi ise 2005 yılında uluslararası toplumun büyük bölümünün arkasında Suriye olduğunu 
düşündüğü Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’ye yönelik suikasttır. Bu olay Suriye’nin ABD’ye karşı denge işlevi gören Avrupa Birliği 
ile ilişkilerinin askıya alınmasına yol açmıştır. Lübnan’da Sünni kesimi destekleyen ve Hariri ailesiyle yakın ilişkileri bulunan bazı Arap ülkeleri 
de Suriye’yi yalnız bırakmıştır. 

 < İsrail-Suriye barışında ilerleme sağlandığı, ABD-Suriye arasındaki problemler çözüldüğü oranda Türkiye-Suriye yakınlaşmasının derinleşerek 
stratejik düzeye varma şansı olduğu söylenebilir. Dolayısıyla Türkiye’nin İsrail-Suriye barış görüşmeleri ve ABD-Suriye diyalog sürecindeki yapıcı 
ve etkin rolünü sürdürmesi gerekmektedir. >



İşte bu ortam Suriye’yi Türkiye’ye daha fazla yakınlaştırmıştır. Çıkış arayan ve izolasyonu kırmak isteyen Suriye, Batı’ya açılan kapısı konumundaki Türkiye ile 
ilişkilere özel önem vermeye başlamıştır. Türkiye de bu açılıma karşılık vermiştir. 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, suikastın ardından baskıların en yoğun olduğu dönemde Şam ziyaretini gerçekleştirmiştir. 
Türkiye, bu açılımları “Suriye yönetimine uluslararası meşruiyet sağladığı” eleştirilerine rağmen gerçekleştirmiş tir. Bu şekilde kurulan güven duygusu, ilişkilerin daha sağlam bir zemine oturmasını sağlamıştır. 

Ekonomik Gerekçeler: 


AKP’nin Ortadoğu politikasında ekonomik yaklaşım da önemli bir yer tutmaktadır. Ekonomik karşılıklı bağımlılığının yaratılması, bölgeye istikrar getirerek güvenlik sorunlarının çözümünün bir aracı olarak görülmektedir. 
Bu yaklaşıma göre Ortadoğu’da düzen ve istikrar, izole edilmiş ekonomilerle birlikte var olamayacaktır.11 Bölgeye istikrar getirmenin ötesinde Türkiye’nin kendi ekonomik gereklilikleri de Ortadoğu’ya açılımı zorunlu kılmaktadır. 
Ekonomik istikrar ve büyümenin sürmesi çerçevesinde Ortadoğu pazarını Türk mallarına açmak önem taşımaktadır. Suriye hem kendi pazarı hem de Türkiye’nin Ortadoğu pazarına açılımı için imkân sunmaktadır. Ekonomik boyut Suriye açısından da önem taşımaktadır. Suriye 2000 sonrası dönemde ekonomik açıdan zor bir dönem geçirmiştir. Önce Irak Savaşı ile tarihsel olarak etkin olduğu Irak pazarını kaybetmiştir. 

Ayrıca Kerkük-Banyas petrol boru hattının kapanması ile önemli bir gelirden mahrum kalmıştır. 2003 yılında ABD’nin ekonomik ambargo uygulamaya 
başlaması Batı sermayesinin Suriye’ye girişini sınırlamıştır. Son olarak, Hariri suikastı sonrası oluşan izolasyon daha önceki yıllarda 

Körfez ülkelerinden gelen sermayenin de kesilmesine yol açmıştır. Suriye neredeyse sadece İran sermayesine bağımlı hale gelmiştir. Ticaret 
yapmakta ve yatırım çekmekte zorlanan Suriye, ekonomik çıkış açısından Türkiye’ye daha fazla önem vermeye başlamıştır. Türkiye her şeyden 
önce Suriye’nin Avrupa pazarına açılmasını sağlamaktadır. 
Türkiye pazarını da Irak’a alternatif olarak kullanabilmektedir. 2004 yılında imzalanan serbest ticaret anlaşması ile Türkiye-Suriye arasında ekonomik karşılıklı bağımlılık ilişkisi kurulmuş, iki ülke ekonomileri daha fazla bütünleşmiştir. İki ülke arası ticaret hacmi 2 milyar dolar düzeyine ulaşmıştır. Bunun yanında, Türk iş adamlarının yatırımları sermaye arayışındaki Suriye için büyük önem taşımaktadır. Ekonomik ilişkiler, ticaret ve yatırımlarla sınırlı değildir. Enerji alanında somut işbirliği projeleri yürütülmektedir. Arap Doğalgaz Boru Hattı projesi12, Suriye’de ve Irak’ta ortak petrol arama, petrol ürünlerinin değişimi ve henüz planlama aşamasında olan nükleer enerji işbirliği bu projeler 
arasında sayılabilir. 

Bu faktörler, 1999 yılından günümüze uzanan dönemde Türkiye-Suriye arasında sürekli derinleşen bir işbirliği dönemi başlatmıştır. En üst düzey yetkililer arası ziyaretlerden toplumlar arası artan iletişime kadar uzanan bu sürecin son aşaması Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 15-17 Mayıs tarihleri arasında Şam ve Halep’i kapsayan Suriye gezisi oluşturmuştur. 

Abdullah Gül’ün Şam Ziyareti ve Öne Çıkan Konular 

Türkiye-Suriye ilişkileri açısından büyük önem taşıyan Abdullah Gül’ün Şam ziyaretinde ele alınan konuları 4 başlık altında toplayabiliriz: 

İkili İlişkiler: Ziyaret, her şeyden önce Türkiye-Suriye ilişkilerindeki iyileşmenin devamı, hatta daha da derinleştirilmesi yönünde iki tarafın kararlılığının göstergesidir. 


 <  Önümüzdeki dönemde Suriye ile enerji alanındaki  işbirliğinin artması bekleniyor. >


İkili ilişkiler bağlamında güvenlik, ekonomi, enerji ve ulaşım işbirliği konuları görüşülmüştür. Güvenlik alanında işbirliğinin gelişerek devam etmesi beklenebilir. 
Ekonomi, en fazla öne çıkan boyut olmuştur. Gül, ziyaret sırasında Türk işadamlarından oluşan bir heyeti beraberinde götürmüştür. İş adamlarının 
Suriye’deki yatırım olanakları ele alınmış, sınır ticaretini kolaylaştırıcı çalışmalar yapılmıştır. Ayrıca Türkiye’nin Suriye’de organize sanayi bölgeleri kurma 
konusundaki tecrübesinden faydalanması konuları da görüşülmüştür. Bunların yanında enerji alanındaki işbirliğinin derinleşerek devamı ve ulaşım 
konusunda yeni işbirliği olanakları tartışılmıştır.13 
Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Türkiye-Suriye ticaretinin, Suriye’deki Türk yatırımlarının, enerji ve ulaşım alanlarındaki işbirliğinin artması beklenmelidir. 

İsrail-Suriye Barış Görüşmeleri: Ziyaret sırasında görüşülen bir diğer konu İsrail’in Gazze operasyonu sonrasında askıya alınan dolaylı İsrail-Suriye barış görüşmeleri olmuştur. 
Her iki taraf görüşmelerin yeniden başlatılması konusundaki istekliliklerini vurgulamıştır. Türkiye açısından önemli sonuç, önümüzdeki dönemde olası barış 
görüşmelerinde Türkiye’nin arabulucu rol oynaması konusunda Suriye’nin tam desteğinin alınmış olmasıdır.14 Görüşmeler başlatılacaksa sürecin 
yine Türkiye üzerinden yürümesi beklenmelidir. Suriye’nin görüşmeler konusundaki arzusunu teyit eden Türkiye15, bundan sonraki süreçte görüşmelerin başlatılması için yeni İsrail hükümetine Suriye’nin mesajını iletebilir. 

  Ortadoğu Barış Süreci: Filistin meselesi üzerinde ağırlıkla durulmuştur. Her iki taraf “iki devletli çözüm, HAMAS-El Fetih uzlaşısı, toprak karşılığı barış ve Güvenlik Konseyi kararlarına bağlılık” noktasında ortak bir tavır sergilemiştir.16 Lübnan’da Haziran ayı başında gerçekleşecek parlamento seçimleri öncesi bu ülkedeki istikrarın korunması konusu da ele alınmıştır. Ortadoğu Barış Süreci konusunda resmi söylem düzeyinde paralellik var gibi gözükse de taraflar arasında bu konuda politikaların tam olarak uyuştuğunu söylemek doğru olmayacaktır. Suriye lideri Beşar Esad, “ABD’nin teröre destek iddialarına” ilişkin bir soruya, “terör ile HAMAS kastediliyorsa evet destekliyoruz. Biz ise bir ülkenin işgalini, insanların öldürülmesini, evlerinden yurtlarından sürülmelerini terör olarak görüyoruz” şeklinde yanıtlamıştır. Bu da Türkiye’nin daha dengeli ve tarafsız tutumuyla uyuşmamaktadır. Lübnan bağlamında da Türkiye yine tüm mezhepsel gruplara eşit mesafede bir pozisyon alırken Suriye, Hizbullah önderliğindeki muhalefet yanlısı bir tutum sergilemektedir. 

Bu görüş ayrılıkları ikili ilişkiler açısından sorun yaratmasa da ortak ve etkin bir Ortadoğu politikası geliştirilmesini zorlaştırmaktadır. 

Irak: Irak konusunda yapılan görüşmelerde öne çıkan düşünce “toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin sağlanması” olmuştur.17 
Türkiye bu doğrultuda zaten işgalin başından bu yana merkezi yönetimi güçlendirecek, siyasi ve ekonomik istikrarı sağlayacak girişimlerde bulunmuştur. 
Ancak işgalin ilk yıllarında ABD’nin varlığını tehdit olarak algılayan Şam yönetimi güvenlik ve istikrarı bozan bazı girişimlere destek vermiştir.18 
Ancak son aylarda bu konuda önemli bir değişim yaşanmakta, Türkiye ve Suriye’nin Irak politikasında daha uyumlu bir dönemin başladığı 
görülmektedir. Suriye ve Irak hükümeti arasında artan görüşmeler, Suriye’nin merkezi hükümete verdiği destek, Irak ve Suriye arasında imzalanan ekonomik anlaşmalar bunlara örnek olarak gösterilebilir. Abdullah Gül’ün ziyareti sonrasında Suriye’nin Irak merkezi hükümeti ile siyasi, güvenlik ve ekonomik alanlarda işbirliğini artırması beklenebilir. 

Genel Değerlendirme 

Türkiye-Suriye ilişkilerinde ortak tarih, kültüre bağlı kimlik öğelerinin etkisi artmaktadır. Tarafların kimlik tanımlamalarında ortaya çıkan farklılaşmalar birbirlerini algılama biçimini de değiştirmektedir. Ancak yazıda belirtildiği üzere bu süreç iki ülkenin stratejik hesapları ve değişen bölgesel koşullardan bağımsız düşünülmemelidir. 
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Suriye ziyareti, bu çerçevede gelişen ilişkilerin derinleşerek devamı konusundaki kararlılığın göstergesidir. 

Ziyarete Türkiye açısından bakıldığında; Şam yönetiminin son aylarda gerçekleştirdiği dış politik açılım, izolasyonu kırma, bölgede istikrara katkı yapma çabalarına Türkiye destek verdiğini göstermiştir. Obama yönetiminin Suriye ile diyaloga geçme sürecine katkı verilmeye çalışılmıştır. Ziyaret, Suriye’nin son dönem politikalarına verilen onayın ve desteğin de işareti olarak görülebilir. Bölgede istikrar arayışındaki Türkiye Suriye’nin oynayacağı rolün öneminin farkındadır. Bu çerçevede Suriye’nin Lübnan ile karşılıklı büyükelçilik açması, Lübnan seçimleri öncesi ülkede herhangi bir istikrarsızlığa meydan 
vermemesi çabalarının devamı muhtemelen istenmiştir. Bunun yanında iki ülkenin Ortadoğu politikalarında uyum sağlanması konusunda ilerleme kaydedilmiştir. İsrail-Suriye barış görüşmelerinin devamı, HAMAS-El Fetih uzlaşısının sağlanması, iki devletli çözüm, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması konularında taraflar birbirlerinin pozisyonlarını net olarak algılayarak daha fazla işbirliği yapma şansına sahip olabilecektir. 


Ziyarete Suriye açısından bakıldığında öne çıkan unsurlar şu şekildedir: Ziyaret, Suriye’nin bir taraftan ABD’ye diyaloga hazır olduğu yönünde ılımlı mesajlar vermiş diğer taraftan zaten ortak askeri tatbikattan rahatsız olan İsrail’i daha da tedirgin etmesine imkân sağlamıştır. Suriye’nin son dönem açılımları Türkiye ile sınırlı değildir. Irak hükümeti ile görüşmeler, Lübnan Savaşı ve Gazze operasyonları sonrası ilişkilerinin iyice gerildiği Suudi Arabistan ve Ürdün ile sorunları çözme yolunda atılan adımlar, Abdullah Gül’ün ziyaretinden hemen sonra Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın Şam’a gelmesi bu açılımlardan bazılarıdır. Suriye böylece, bölgedeki önemini artırmak için çaba sarfetmekte, ABD’nin Suriye ile diyaloga geçme sinyalleri verdiği dönemde, bölgede ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Suriye, Türkiye ile yakın 
ilişkilerini Obama yönetimine ulaşmak açısından bir fırsat olarak da görebilir. Obama’nın ilk yurt dışı ikili ziyaretini Türkiye’ye yaptığı düşünülecek 
olursa Türkiye’nin Suriye açısından önemi daha net anlaşılmaktadır. Resmi açıklamalarda ifade edilmemiş olmakla birlikte, Beşar Esad, Abdullah Gül’e Obama yönetimine iletilmek üzere mesajlar da vermiş olabilir. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde diyalog arayışında olan taraflar arasında Türkiye’nin mesaj iletme ve kolaylaştırıcı rol oynaması da mümkün olabilir. 

İki ülke ilişkileri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ziyareti ile bir ileri aşamaya taşınmıştır. Ancak ilişkiler halen stratejik düzeye ulaşmamıştır. 
Buradaki temel engel iki ülkenin birçok konuda paralellik gösteren bölge politikalarında bazı farklılıkların bulunmasıdır. İsrail ile ilişkiler, Lübnan’da hükümet-muhalefet, Filistin’de HAMAS-El Fetih dengesinin farklı kurulması bunlar arasında sayılabilir. İsrail-Suriye barışında ilerleme sağlandığı, ABD-Suriye arasındaki problemler çözüldüğü oranda Türkiye-Suriye yakınlaşmasının derinleşerek stratejik düzeye varma şansı olduğu söylenebilir. Dolayısıyla 
Türkiye’nin İsrail-Suriye barış görüşmeleri ve ABD-Suriye diyalog sürecindeki yapıcı ve etkin rolünü sürdürmesi gerekmektedir. 

Ortadoğu Analiz 

DİPNOTLAR


1 Serhat Erkmen, “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası Çerçevesinde Irak Açılımı”, Stratejik Analiz, Cilt 9 Sayı 100, Ağustos 2008, s. 18. 

2 “Cumhurbaşkanı Sezer, Suriye’ye Gitti”,13 Haziran 2000, http://www.dunyagazetesi.com.tr/haberArsiv.asp?id=7129 (Son Erişim: 19 Mayıs 2009). 

3 2000-2003 arasında üst düzey 26 karşılıklı ziyaret gerçekleşmiştir. Bu ziyaretler arasında Suriye eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Abdülhalim Haddam’ın, Genelkurmay Başkanı Türkmani’nin, Dışişleri eski Bakanı Faruk Şara’nın Ankara ziyaretleri en öne çıkanlardır. Ekonomik alandaki ilişkilerin gelişimi çerçevesinde de Türkiye eski Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen Şam’a gitmiştir. 

4 “İşte Türkiye’ye En Çok PKK’lı Teslim Eden Ülke”, 29 Mart 2008, http://www.stargazete.com/guncel/isteturkiyeye-
en-cok-pkkli-teslim-eden-ulke-93944.htm, (Son Erişim: 19 Mayıs 2009). 

5 Aynı anda Avrupa, Asya, Afrika, Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar, Akdeniz, Hazar, Körfez ve Karadeniz ülkesi olabilmesi kastedilmektedir. 

6 Ahmet Davutoğlu, “Turkey’s Foreign Policy Vision,: An Assessment of 2007”, Insight Turkey, Cilt 10 No 1, 2008, pp. 77-83 

7 “Finlandiya’dan Türk Dış Politikasına Övgü”, 17 Mayıs 2009, http://www.haberturk.com/haber.asp?id=147324&c 
at=180&dt=2009/05/17, (Son Erişim: 17 Mayıs 2009). 

8 “‘Cumhurbaşkanlığı İnternet Sitesi Basın Açıklamaları: Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile Düzenledikleri Ortak Basın Toplantısında Yaptıkları Açıklama”, 15 Mayıs 2009, http://cankaya.gov.tr/sayfa/konusma_aciklama_mesajlar/
aciklama_mesajlar/, (Son Erişim: 19 Mayıs 2009) 

9 Türkiye’nin bu anlamda en çok ses getiren girişimi Suriye koruması altında Şam’da yaşayan HAMAS’ın siyasi lideri Halit Meşal’in Ankara ziyareti olmuştur. 

10 Nuri Yeşilyurt ve Atay Akdevelioğlu, “AKP Döneminde Türkiye’nin Ortadoğu Politikası”, Bülent Duru, İlhan Uzgel (der), AKP Kitabı: Bir Dönüşümün Bilançosu, Phoenix Yayınevi, Şubat 2009. 

11 Ahmet Davutoğlu, “Turkey’s Foreign Policy Vision,: An Assessment of 2007”, Insight Turkey, Cilt 10 No 1, 2008, p. 85. 

12 Arap Doğal Gaz Boru Hattı Projesi (Euro-Arab Mashreq Gas Market Project) ile, Mısır doğalgazının Ürdün, Lübnan, Suriye, Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması planlanmaktadır. 2003 yılında Mısır, Suriye ve Ürdün arasında imzalanan, daha sonra Lübnan, Türkiye ve Irak’ın da katıldığı projenin Suriye, Ürdün ve Lübnan arasındaki ilk aşaması tamamlanmıştır. Projenin Türkiye-Suriye ayağını Halep–Kilis arasında yapılması planlanan 62 kilometrelik boru hattı oluşturmaktadır. Böylelikle Arap doğalgazı Türkiye’nin ardından Avrupa’ya taşınacaktır. 

13 Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile Düzenledikleri Ortak Basın Toplantısında Yaptıkları Açıklama”, 15 Mayıs 2009, http://cankaya.gov.tr/sayfa/konusma_aciklama_mesajlar/aciklama_ 
mesajlar/?id=4917, (Son Erişim: 19 Mayıs 2009). 

14 “Esad: Türkiye’siz Masaya Oturmayız”, 18 Mayıs 2009, http://www.sabah.com.tr/Dunya/2009/05/18/esad_turkiyesiz_
masaya_oturmayiz, (Son Erişim: 19 Mayıs 2009). 

15 “Suriye Görüşmeler İçin İstekli”, 17 Mayıs 2009, http://www.haberturk.com/haber.asp?id=147329&cat=110& 
dt=2009/05/17, (Son Erişim: 17 Mayıs 2009). 

16 “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile Düzenledikleri Ortak Basın Toplantısında Yaptıkları Açıklama”, 15 Mayıs 2009, http://cankaya.gov.tr/sayfa/konusma_aciklama_mesajlar/aciklama_ 
mesajlar/?id=4917, (Son Erişim: 19 Mayıs 2009). 

17 “Beşar Esad’dan One Minute Övgüsü”, 17 Mayıs 2009, http://www.ntvmsnbc.com/id/24966971/, (Son Erişim: 18 Mayıs 2009). 

18 Bu konudaki iddialar tartışmalı olmakla birlikte, ABD tarafından yoğun olarak dile getirilmiştir. ABD’nin güvenlik birimlerinin raporlarında direnişçilerin büyük çoğunluğunun ya Suriyeli ya da Suriye sınırından Irak’a sızmış kişilerden 
oluştuğu belirtilmektedir. 


**

CUMHURBAŞKANI GÜL DÖNEMİ SURİYE - TÜRKİYE İLİŞKİLERİ BÖLÜM 1



CUMHURBAŞKANI  GÜL DÖNEMİ SURİYE - TÜRKİYE İLİŞKİLERİ, BÖLÜM 1




Oytun ORHAN 
ORSAM Ortadoğu Uzmanı 
oytunorhan@orsam.org.tr 
Haziran’09 Cilt 1 -Sayı 6 
Ortadoğu Analiz - İnceleme  



Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Suriye ziyareti, Suriye ile gelişen ilişkilerin derinleşerek devam etmesi konusundaki kararlılığın bir göstergesi. 

  < 2000’lerin başında Türkiye-Suriye ilişkilerinde yakınlaşmayı sağlayan temel olgu güvenlik alanında işbirliği olmuştur. Teröre karşı işbirliği ve Irak merkezli ortak güvenlik kaygılarının yakınlaştırdığı iki ülke zamanla ekonomik, kültürel ve sosyal unsurları içeren çok boyutlu bir ilişki geliştirmiştir. >


Giriş 

Türkiye-Suriye ilişkileri, Nisan ayı sonunda iki ülkenin askeri birliklerin sınırda gerçekleştirdikleri ortak tatbikattan sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 15-17 Mayıs tarihleri arasındaki Şam ziyareti sonrasında bir kez daha gündeme gelmiştir. Abdullah Gül’ün Suriye ziyaretini, 10 yıl önce ilişkilerde yaşanmaya 
başlayan gelişimin ve Türkiye’nin son yıllarda komşuları ve yakın çevresine yönelik arayışlarının bir ürünü olarak görmek gerekmektedir. 
Suriye ile ilişkiler, Türkiye’nin arayışlarının en önemli ve başarılı ayağını oluşturmaktadır. Son yıllarda iki ülkenin ilişkilerinin belirlenmesinde stratejik çıkar hesapları kadar, hatta bazen daha öncelikle ortak tarih, kültüre dayanan kimlik öğeleri büyük önem taşımaya başlamıştır. Belki de bu yüzden Türkiye-Suriye arasında çok boyutlu ve içten bir ilişki geliştirilebilmiştir. 

Ancak ilişkilerdeki gelişimi sadece kimliğe dayalı unsurlarla açıklamak yetersiz olacaktır. Adana Mutabakatı ile güvenlik işbirliğinin geliştirilmesi, 
Irak Savaşı’nın bölgede ve dolayısıyla tarafların birbirlerini algılama biçiminde yarattığı değişim önemlidir. Gerçekten de Türkiye’nin Ortadoğu politikası ndaki değişim 2002 sonrasında AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) ile başlamakla beraber, Suriye ile yakınlaşma 1999 yılında başlamıştır.1 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 2000 yılında Suriye eski Devlet Başkanı Hafız Esad’ın cenaze törenine katılmak üzere Şam’a gidişi ile uzun yıllar sonra ilk üst düzey ziyaret gerçekleşmiş, Türkiye, “ilişkilerinin pürüzlerden arındırılıp, ileriye götürülmesi”2 yaklaşımını bu tarihlerde ortaya koymaya başlamıştır. Makalemizin ilk bölümünde yer alacak Türkiye-Suriye yakınlaşmasını gerekli kılan faktörler bu çerçevede açıklanmaya çalışılacaktır. 

Çalışma; 
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Şam ziyaretinin sonuçlarının değerlendirileceği bölümün ardından genel değerlendirme ile sonuçlandırılacaktır. 


Türkiye-Suriye Yakınlaşmasını Gerekli ve Mümkün Kılan Faktörler 

2000’lerin başında Türkiye-Suriye ilişkilerinde yakınlaşmayı sağlayan temel olgu güvenlik alanında işbirliği olmuştur. Teröre karşı işbirliği ve Irak merkezli ortak güvenlik kaygılarının yakınlaştırdığı iki ülke zamanla ekonomik, kültürel ve sosyal unsurları içeren çok boyutlu bir ilişki geliştirmiştir. Son 10 yıllık süreçte, Türkiye-Suriye ilişkilerinde yakınlaşmayı gerekli ve mümkün kılan faktörleri 6 ana başlık altında toplayabiliriz: 

Adana Mutabakatı ve Güvenlik İşbirliği: 20 Ekim 1998 tarihinde imzalanan ve teröre karşı işbirliği öngören anlaşma Türkiye-Suriye ilişkileri açısından dönüm noktasıdır. Yakınlaşma, ilişkileri o döneme kadar gölgeleyen PKK konusunun artık bir unsur olmaktan çıkmasıyla sağlanabilmiştir. 

2000 yılında Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Suriye’ye gidişi ile ilk somut ürününü veren süreçte karşılıklı birçok ziyaret gerçekleşmiştir.3 

Adana Mutabakatı sadece kâğıt üzerinde kalmamış, iki ülke güvenlik alanında son derece etkin bir işbirliği geliştirmiştir.4 Bu süreçte uzun yıllar 
yapısal sorunlar olarak ilişkileri olumsuz etkileyen Hatay ve su sorunu konuları siyasi gündemden tamamen çıkarılmıştır. Güvenlik alanındaki ortaklığın son aşaması Nisan 2009 tarihinde Türkiye ile Suriye Kara Kuvvetleri arasında, sınır bölgesinde üç gün süren “sınır birlikleri değişim tatbikatı” olmuştur. Taraflar böylece sınır bölgesinde PKK ve sınır kaçakçılığına yönelik daha etkin bir işbirliği geliştirme imkânı bulmuştur. 
Askeri işbirliği bununla sınırlı kalmamış, tatbikatın hemen ertesinde “savunma işbirliği” anlaşması imzalanmıştır. 

< Türkiye-İsrail ilişkilerindeki zayıflama, Türkiye-Suriye yakınlaşmasını hızlandıran ve güven eksikliğini azaltan  faktörlerden biri olarak görülebilir. >




















ESED TALABANİ

Irak Savaşı: 2003 işgali sonrası Irak merkezli ortak güvenlik kaygıları Türkiye-Suriye işbirliğini derinleştirmiştir. Irak’ın parçalanmasının iç istikrarlarını olumsuz etkileyeceği kaygısını paylaşan her iki ülke, İran’ı da içine alacak şekilde yakınlaşmaya başlamıştır. Ancak Suriye açısından Irak’ın parçalanması önemli olmakla beraber, ABD’nin Irak’taki askeri varlığı daha büyük bir tehdit olarak algılanmıştır. Böylece Irak politikasının temeline “Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması” yerine “ABD’nin Irak’ta başarısızlığa uğratılması” oturmuştur. Temelde farklı konular yatsa da iki ülkenin de Irak’tan güvenlik tehdidi 
algılaması yakınlaşmaya neden olmuştur. 

Aynı başlık altında değerlendirebileceğimiz bir diğer unsur ABD’nin Irak’a girmesiyle beraber Suriye’nin Irak Kürtleri ile ilişkilerinde yaşanan değişimdir. Daha önceleri Suriye’nin Saddam yönetimine karşı desteklediği Iraklı Kürt gruplar işgal sonrası ABD’nin Irak’taki en yakın müttefiki olmuş bu da Iraklı Kürt grupları Suriye açısından desteklenebilir bir araç olarak kullanabilmenin ötesinde tehdit pozisyonuna sokmuştur. Suriye’de 2004 yılında Kamışlı’da yaşanan Kürt ayaklanması tehdit algılamasını körüklemiştir. Bütün bunlar Suriye’yi ve Türkiye’yi bölgedeki Kürt hareketlere karşı mücadelede noktasında yakınlaştırmıştır. 

 Türkiye’nin Güvenlik Algılamaları ve Ortadoğu Politikasında Yaşanan Değişim: 

Bu değişiminin ana unsuru 2002 genel seçimleri sonrasında AKP’nin iktidara gelmesidir. 

AKP’nin dış politikasının belirlenmesinde etkin olan isimlerin başında uzun süre Başbakanlık Başdanışmanlığı görevini yürüttükten sonra Dışişleri 
Bakanlığı görevini devralan Ahmet Davutoğlu gelmektedir. Davutoğlu’nun ifadeleriyle, 2002 sonrası Türkiye’nin Ortadoğu politikası şu şekilde özetlenebilir: “Türkiye’nin Ortadoğu’ya bakışının hem düşünsel hem de coğrafi temelleri bulunmaktadır. Osmanlı’nın mirasçısı olması ve kendine has coğrafi konumu 5 Türkiye’nin kendini savunmacı bir anlayışta tanımlamasını imkânsız kılmaktadır. 


 <  Lübnan bağlamında Türkiye yine tüm mezhepsel gruplara eşit mesafede bir pozisyon alırken Suriye, Hizbullah önderliğindeki muhalefet yanlısı bir tutum sergilemektedir. Bu görüş ayrılıkları ikili ilişkiler açısından sorun yaratmasa da ortak ve etkin bir Ortadoğu politikası geliştirilmesini zorlaştırmaktadır. >


Türkiye, güvenlik sorunlarını çözebilmek için bölgeye yönelik ekonomik ve kültürel işbirliği kampanyası başlatmalıdır. Ortadoğu sorunlarına sırt çevirmek 
güvenlik problemlerine çözüm üretmeyecek, bölge sorunları dönüp dolaşıp Türkiye’nin iç istikrarını olumsuz etkileyecektir. Dolayısıyla Türkiye iç güvenlik ve istikrarını; çevresinde düzen ve istikrar yaratmak için aktif, yapıcı rol üstlenerek koruyabilecektir”.6 Düzen kurulabilmesi için kullanılması öngörülen dış politika enstrümanı diyalog olarak belirlenmiştir. Türkiye’nin tüm bölge ülkeleri ile konuşabilen, pazarlık yapabilen ve sözünü dinletebilen bir konuma getirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yaklaşım esasen Doğu’yu Batı’ya tercih eden bir yaklaşım olmamakla birlikte dış politikanın sadece Batı yerine farklı alternatif eksenler üzerine inşa edilmesi sonucunu doğurmuştur.7 Bu da doğası gereği 
Türk dış politikasında Batı boyutunu nispeten zayıflatırken, Türkiye’nin Ortadoğu ile ilişkilerini güçlendirmiştir. Güvenlik algılamalarındaki değişim ise Türkiye’nin Ortadoğu politika yapımında bölgeye Kuzey Irak ve katı güvenlik merkezli bakışa son verilmesidir. Bu çerçevede Ortadoğu’ya yönelik bütüncül bir bakış açısı getirilerek, Kuzey Irak sorununun bütün bölgesel sorunlardan bağımsız olarak ele alınamayacağı ve bölgedeki tüm istikrarsızlık unsurlarının iç istikrarı olumsuz etkilediği düşüncesine varılmıştır. 


Bu düşünce değişiminin Suriye politikasındaki etkisi ise şu şekildedir: Suriye Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılan kapısı konumundadır.8 
Bu açılım coğrafi, siyasi ve ekonomik anlamdadır. Suriye ile güvene dayalı yakın ilişkiler, Ortadoğu sorunlarında aktif olma arayışındaki Türkiye’ye 
önemli fırsatlar sunmakta, Türkiye’nin bölge sorunlarına daha rahat müdahil olması imkânı doğmaktadır. İsrail-Suriye barış görüşmelerinde üstlenilen arabuluculuk, Lübnan devlet başkanlığı krizinde oynanan yapıcı rol, İsrail-Filistin sorununda özellikle HAMAS tarafı ile kurulmaya çalışılan iletişimde9 Suriye ile ilişkilerin belirleyici olduğu söylenebilir. Suriye’nin Arap platformlarında Türkiye’ye verdiği destek de aynı doğrultuda değerlendirilebilir. Türkiye böylece Ortadoğu’da sorunların çözümünde anahtar bir konuma sahip olabilmektedir. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


****