30 Kasım 2019 Cumartesi

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN., BÖLÜM 9

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN., BÖLÜM 9




Fakat Türkiye'ye girenlerden önemli bir bölüm, girer girmez teslim olmaya başlamıştı. Bir kısmı da kendisini ihbar ettirerek yakalatıyordu.Mevcut kargaşanın büyüklüğü APO'nun canını yeterince sıkmış olacak ki, yapmış olduğu toplantılarda ağzından bazı şeyleri kaçırmaya başladı. Olayın şoku altında konuşurken şunları söylüyordu; " Bu alanlarda boşuna mı barındırıyoruz? Yüzlerce silah, binlerce mermi bize iş olsun diye mi veriliyor? Şimdiden dağılır, bir şeyler yapamazsak bize 91 -
buralarda hayat hakkı verirler mi? Beni Şam'da bir saniye bile tutarlar mı?"APO hiddetleniyor ancak bu gizli güçlerin kim olduğunu söylemiyordu. 
Ama anlayanlar anlıyordu. Bu tür konuşmalar değişik etkiler de yaratıyordu. Kimi yeise kapılıyor, kendisini tecavüze uğramış gibi görüyor, kimileri de bu 
konuşmalardan garip bir zevk alıyordu; "Demek bizleri de koruyup kollayanlar varmış." diye düşünüyorlardı.Okurlara ilginç gelebileceği düşüncesiyle iki olaya 
daha değinmekte yarar vardır;    *Daha önce belirttiğimiz gibi Suriye, 1982 yılında HAMA'da meydana gelen Müslüman Kardeşler Örgütünün ayaklanmasından Irak devletini sorumlu tutuyor ve SADDAM'ı İHVAN-I MÜSÜLİMİN militanlarını barındırmakla suçluyordu. Bu nedenle Irak'ın Suriye üzerinden Akdeniz'e açılan petrol boru hattını kapatmıştı. Ancak Irak, petrolünü Türkiye üzerinden Akdeniz'e ulaştırıyordu. Suriye bu boru hattını kafasına takmıştı. İşte bu günlerde Abdullah ÖCALAN, iki tane tahrip ekibi hazırladı ve patlayıcı uzmanlarını birisi; Mardin ili Mazı dağ ilçesi, ikincisi; Şanlıurfa Bozova ilçesi olmak üzere görevlendirdi. 
Bu iki grubun görevleri; Irak petrolünü Akdeniz'e ulaştıran boru hatlarını tahrip etmekti. Görev talimatında özetle şöyledeni biliyordu; "Eğer görevinizi başarı ile 
tamamlarsanız, Suriye'deki konumumuz, daha işin başında güçlenmiş olacaktır ve bize gerekli olan birçok imkana kavuşmuş olacağız."Yorumsuz olarak okuyucuya sunduğumuz ikinci olay ise şöyledir; Türk Silahlı Kuvvetleri 1983yılı Mayıs ayında Kuzey Irak topraklarında küçük çaplı bir sıcak takip operasyonu, daha doğrusu küçük bir iki bir ilikle ihtar yürüyüşü yapmıştı. Olayı müteakip APO, hemen bir talimat yayınlatarak şu şekilde bir propaganda yapılmasını emretti; 
"PKK gerillaları ile işgalci Türk Ordu Birlikleri arasında şiddetli çarpışmalar devam etmektedir. Düşmana büyük kayıplar verdirdik.Yenilgiye uğrayan düşman geri 
çekiliyor. Musul ve Kerkük şehirlerinin işgalini kahraman gerillalarımız engellemiştir." Bu sırada Suriye'deki bir Bulgar diplomat,92 hemen Suriyeli iki adamını Türkiye üzerinden Hakkari'ye göndererek incelemeler yaptırdı. PKK patronu APO'ya da; "Eğer dedikleriniz doğru ise ve gerçekten de çatışmalar başlamışsa sizlere her türlü maddi ve manevi destek verilecektir. Hem de istediğinizden fazla..." şeklinde açıklamada bulundu.YENİDEN PLANLAMAAPO, 1983 yılının sonlarında muhaliflerini temizlemiş, hemen hemen bütün militanlarını gruplar halinde Güneydoğu Anadolu'nun çeşitli illerinin kırsallarına serpiştirmişti.Türkiye'ye giren gruplar huzurlu değildi. Örgüt içinde komplo ile öldürülme tehlikesini geçicide olsa savuşturmuş olsalar bile, bulundukları alanlarda çok mahrum koşullarda; dağ başlarında, mağaralarda, yeraltı sığınaklarında yaşamak zor geliyordu. Kesin talimat verilmiş ve uyarılmışlardı; "TC Faşizmi dağı taşı ajanlaştırmıştır. 

Her tarafta yoğun bir denetimi vardır. 

Bu nedenle köylerde sakın yatmayın vs."Gruplardan sık sık kaçanlar oluyordu. Kaçanların çoğu halkın ilgisizliğinden yakınıyorlardı.  
Çünkü halk ellerinde silah, sırtlarında çanta taşıyan bu insanları yadırgamaya başlamıştı. "Siz Barzani peşmergesi misiniz? Yoksa Celali mi ?" diye sorarken Siirt, Bitlis ve Muş civarları "Siz kan davasından dolayı mı dağa çıktınız?" diye sorular yöneltiyorlardı.Bu görüntüye PARTİZAN örgütü nedeniyle yabancı olmayan insanlar ise Tunceli ve civarlarındaydı. Halk, eli silahlı adamlara alışkındı ama bunlar biraz farklıydı. Proleterya,burjuvazi, Marxizm-Le-ninizm gibi bir türlü anlayamadıkları şeylerden bahsediyorlardı. 

Giderek halkın büyük bir kısmı, "Bu yabancı adamlar çoluk çocuğumuza bir zarar vermesin" diye ekmek verirken, bir kesim ise kadınları öne sürüp, "Erkeğimiz evde yoktur" dedirterek kapılarını açtırmıyorlardı. Bazı 93 yerlerde ise gene bazı kişiler "Bu silahlı adamları beslersek düşmanlarımız bizden çekinirler,güçlü oluruz." şeklinde düşünüyorlardı. Kaçmalar işte bu koşullardan dolayı oluyordu. Kaçanlar için APO'ya yazılan raporlarda ise; "Korkaktı, küçük burjuvaydı, ailesini özledi, dağ koşullarına adapte olamadı vs." gibi şeyler bildiriliyordu. APO, durumu sezdikten sonra planlamalarda değişildik yapıldığını bildirdi. "Keşif ve istihbarat faaliyetleri eylemler temelinde yapılmalıdır." şeklinde uyarılarda bulundu. "Eğer girdiğiniz bölgelerde ilk iş olarak birkaç eylem düzenleseydiniz, hem halk sizi bir otorite olarak görecek vesize her kapı açılacaktı, hem de eylemlere bulaşmış birinin kaçmaya kalkışması çok zorlaşacaktı.Hatta eylemi olan biri çatışmada bile kolay teslim olmaz." diyerek talimatlar yazıyor du. APO'nun bu talimatlarına rağmen eylem yapmaya kimsenin cesareti yoktu. Daha çok dar alanlarda az bir ilişki ile, kuytu köşelerde gruplar kendilerini barındırmaya çalışıyorlardı.Bazı militanlar kaçmayı beceremediği ve teslim olmayı göze alamadığı için her şeye rağmen yeniden yurt dışına çıkmayı deniyorlar, becerebilenler süklüm püklüm bir tavırla "Ben henüz ülke pratiğinde faaliyet yürütecek konumda değilim, kendimi yeterli görmüyorum, yeniden eğitim görmeliyim." diyorlardı. Bunların çoğu geçmişte APO için birçok cinayet işlemiş kişilerdi ve kendilerinde bir şey yapma gücü göremediklerinden 
kurbanlık koyunlar gibi boyunlarını APO'ya uzatıyorlardı. Bu tür kişilere Suriye'de olsun Irak'la olsun APO'nun talimatıyla çok kötü uygulamalar yapılıyordu.   

Geçmişte PKK'ya ve APO'ya büyük yararlar sağlamış PKK'yı adeta sırtında taşımış ve çoğu üst düzeyde kadro olan bu insanların düşüncelerine prim vermek, hallerine acımak APO için yıkım olurdu. Bu nedenle de konumlan ne olursa olsun adeta köpek muamelesine tabi tutuluyorlardı.İlginç olan; bu insanların kendilerine tatbik edilen uygulamalara hemen adapte olu vermeleriydi.En ulak bir tepki bile göstermiyorlardı, sanki bitkisel hayata girmişlerdi. Bazıları deli numarası yapıyor, bazıları da bir süre sonra gerçekten çıldırıyorlardı. Bazıları 94 "Beni serbest bırakın, başımın çaresine bakarım" dediğinde derhal ajan damgasını yiyiyor ve sonlarını çok çabuk getiriyorlardı. 

Bu türün infazı genelde Kuzey Irakla bir dizi işkenceden sonra gerçekleştiriliyor du. Yeri gelmişken PKK Merkez Komitesi üyesi Abdullah KUMRAL'ın (YUSUF HOCA)durumunu aktarmak istiyoruz: A.KUMRAL, yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı PKK'dan ayrılmak istiyordu. Apo; uzun süre yarı tehdit yarı ikna metoduyla A.KUMRAL'ı kazanmak için çalıştı. Bu şahıs 1979 yılından 1980 yılı ortalarına kadar Gaziantep bölge sekreterliği yapmış,1980 sonunda da Şanlıurfa bölge sekreterliğine getirilmişti. Yani örgüt içinde büyük bir prestiji vardı. Abdullah KUMRAL kesin tavrını ortaya koyunca göz hapsine alındı. 
Daha sonra kaldığı evden kaçmayı başardı. Aynı gün Suriye İstihbaratı tarafından yakalanarak PKK'ya teslim edildi.Sonra ne mi oldu? Kulaklarına kızdırılmış tüfek harbisi sokulmak suretiyle öldürüldü!Önemli olarak gördüğümüz bir husus da şudur; PKK içindeki infazlarda görev alanların çoğu yani birçok cellat belki bir hafta veya bir ay ya da bir yıl sonra, başka bir PKK'lı celladın önünde kurban gitmiştir.İlerde yeri geldikçe PKK içi infazların önemli örneklerine kısaca da olsa değineceğiz.  

1984 yılı başında Kuzey Iraktaki yürütmenin başında olan APO'nun yeni gözdeleri ve elemanlar üzerinde APO kadar yetkiye sahip olan Duran KALKAN (ABBAS), Cemil BAYIK (CUMA), Selahattin ÇELİK (SELİM HOCA), Kesire ÖCALAN (FATMA), Halil ATAÇ(EBUBEKİR), Mahsum KORKMAZ (AGİT), Halil KAYA (KÖR CEMAL), Sabri OK (HASAN), Abdullah EKİNCİ (GÖZLÜKLÜ ALİ) bulunuyordu. 

Bunun yanı sıra Lübnan ve Suriye'den getirilen kadro takviyeleriyle Kuzey Irak'ta Büyük Zap Vadisinde LAK-1 denilen yerde NİSAN ayında bir dizi toplantı gerçekleştirildi.Bu toplantılar bir ay kadar sürdü.En son olarak ta APO adı na 
Duran KALKAN'ın katıldığı bir toplantıyla planlamalar tamamlandı.Planlamaya göre birkaç üst düzey görevlileriyle 95 birlikte lojistik görevlileri dışında kalan 
herkes Türkiye'ye giriş yapacaktı. Giriş yapanlar gittikleri yerle de derhal bölge askeri birimlerini teşkil edecekler, hemen eylemlere başlayacaklardı. 
Yapılan planlamanın mutlaka başarılı olması gerekiyordu çünkü APO, aksi bir durumu asla kabul etmeyeceğini gönderdiği talimatlarla sık sık belirtiyordu.

"Ülkeye giriş yaptığınızda sizleri yurt dışına bağlayan tüm köprüleri yıkıp atacaksınız,sıkıştığınızda yurt dışına kaçmayı aklınıza getirmeyin. Girdiğiniz yerlerde artık sizi hiç bir güç söküp atamasın. Halk sizi bir otorite olarak görmediği taktirde bırakın ekmek vermeyi,kolunuzdan tutuğu gibi devlete teslim eder. O görkemli dağlar sizlerden korkmalıdır."Duran KALKAN ise APO'nun bu talimatlarını daha da sertleştirerek gruplara iletiyor, bir takım psikopat tavırlar takınarak ve acayip el kol hareketleriyle "Yakıp yıkmalısınız, kan dökülmeli,oluk gibi kan akmalı size karşı koyanların tümünü öldürün!" diyerek bağırıyordu. Talimatları ve yeni planlamaları dinleyen gruplar, 1984 yılı Mayıs ayından itibaren yeniden şu bölgelerde konuşlanmak ve eylemler yapmak üzere peş peşe Güneydoğu'ya girmeye başladılar:

- Iraktan Hakkari Bölgesi
- Iraktan Eruh-Şırnak Bölgesi
- Iraktan Van-Çatak Bölgesi
- Iraktan Mardin Bölgesi
- Iraktan Sason-Diyarbakır
- Bingöl Bölgesi
- İran üzerinden Kars
- Ağrı Bölgesi
- Suriye üzerinden Adıyaman Bölgesi teşkil edilmiş oldu.   

    Adı geçen bu bölgelere girişler 1984 yılı Haziran ayına kadar tamamlandı, artık her şey tamamdı. 
Belirtilen bölgelerdeki toplam militan sayısı 200 civarında idi. 
Bunun 150 kadarı yurt dışından yeni girmişti, 50 kişisi de her bölgenin yapmış olduğu hazırlık çalışmaları sırasında cezaevlerinden tahliye olarak toplanan, 
ya da yakın akraba 96 çevrelerinden seçilmiş yeni elemanlardı. Bunların yanısıra PKK'nın 200 civarında elemanı Irak ve İran'da, 50 civarında militan Suriye'de 
ve Lübnan'da, 50 kadar militanı da Avrupa ve Libya'da bulunuyordu. Yani PKK'nın 1984 yılı gücü, yaklaşık olarak 500 kişi kadardı.Bölgelerine yerleşen 
militanların ilk yaptıkları iş, üç kişiden meydana gelen Bölge Hazırlık Birimleri'ni oluşturmak olmuştu. Bu birimler ilerde Bölge Komiteleri şekline dönüşeceklerdi.  

Birimler bir yandan yaygın bir propaganda ile yandaş teminine çalışırken, diğer yandan eğitilmek üzere yurt dışına adam göndermenin yollarını arıyorlardı. 
İlk etapta eski sempatizanlara, akraba çevrelerine, ailesiyle problemi olan gençlere, askere gitmek üzere olanlara kancayı takıyorlardı. Bunun yanı sıra 12 Eylül'de gözaltına alınmış, birkaç yıl ceza evinde yattıktan sonra dışarı çıkmış kişileri bulup toplamaya büyük özen gösteriyorlardı. 

CEZA EVLERİ; PKK'NIN PERSONEL KAYNAĞI 

PKK militanlarının cezaevlerine düşmeleri, birkaç istisnayı saymazsak 1979 yılı içersinde başlamıştır. Özellikle şehir merkezlerinde ve bilahare Şanlıurfa ve Mardin illeri kırsalında 1978 yılından itibaren başlayan yoğun silahlı eylemler neticesinde PKK eylemcileri tutuklanmaya başladılar. Aslında başlangıçta PKK lıların yakalanması tesadüflere bağlı iken 1979 yılı ortalarından itibaren güvenlik kuvvetlerinin, eline PKK ile ilgili cinayetlerin ve yazışmaların geçmesi üzerine planlı operasyonlar şeklinde gerçekleşti. 1980 yılında yakalananların sayısı artarken 12 Eylül'den hemen sonra yurt dışına kaçanlar hariç bütün PKK militanları yakalanmıştı.  

Yakalananların içinde Merkez Komite üyeleri de mevcuttu. Hatta bunların bir kısmı örgütün arşivleri, belgeleri ve dökümanlarıyla yakalanıyorlardı. 
Mazlum DOĞAN, M.Hayri DURMUŞ,Kemal PİR, M.Can YÜCE, Mehmet ŞENER, Mustafa KARASU, Rıza ALTUN,97 Hasan ŞERİK PKK'nın yönetici kadrolarında idiler. 
Tutukluların büyük bir bölümü Diyarbakır Askeri Cezaevinde yatarken bir bölümü de Elazığ, Adana, Gaziantep, Adıyaman ve Erzurum Ceza evlerindeydiler. 
Cezaevlerinde yatanlar genelde üç gruba ayrılmışlardı.- Yönetici konumunda olanlar;Bunlar APO'nun gözdeleriydiler. Dışarıda iken birçok eylemin tertipçisi 
olarak PKK'ya hizmet etmişlerdi.
- Tetikçi grup;Genellikle dönemin atmosferinden etkilenmişler, birçoğu kafa-kol ilişkileri ile örgüte girmiş ve yığınla cinayet işlemişlerdi.
-Yatakçılar; Bunlar adeta provakasyonlar sonucu örgüte girmiş kişilerdi. Cinayetler öncesi ve sonrası militanları barındırmış, keşif, istihbarat, kuryelik gibi görevler yapmışlardı.Askeri savcılarca iddianameler hazırlanıp da işlenen cinayetlerden dolayı sevk ve idareci grupla, tetikçiler ve yatakçıların büyük çoğunluğu için idam istemleri gündeme gelince zorla örgüte alet edilen yatakçı kesimden başlamak üzere, tetikçiler de de panik havası baş göstermeye başladı. Yatakçılar daki panik kısa bir süre sonra yerini örgüte karşı kine bırakırken, tetikçiler de ise, dışarıdaki lümpen yaşamın bitip de askeri cezaevi koşullarının egemen olması huzursuzluğa yol açtı. Yönetici kesim bu durumu derhal kullanarak "İşte faşist TC. sizlere baskı yapıyor, sizleri sanki askerimiz siniz gibi askerlerle beraber kaldırıyor, spor yaptırıyor, belli saatlerde yatmanızı
istiyor vs." gibi sözlerle diğerlerini kışkırtıyorlardı. Hayatlarında bir gün bile düzenli yaşama alışkın olmayan bu insanları, kışkırtarak, yatakçıları sindirerek idareye karşı "Kurallarınızı tanımıyoruz cezaevlerinde yaşam koşullarını biz belirleriz..." gibi ve daha bir yığın taleple isyanlar başlattılar. Olaylar bir süre etki-tepki 
biçiminde geliştikten ve devam ettikten sonra artık pek çok insan ceza evinde bile birtakım oyunlar uğruna peşkeş çekildiklerini 98 anlayıp, topluca cezaevinin 
kurallarına uyacaklarını bildirdiler. Böylece yönetici durumundaki militanlar açıkta kaldılar. Gerçi bunlar da bir süre kurallara uymayı denediler ama sonuçta 
özellikle yatakçıların ve tetikçilerin hışmına uğradılar. " Dışarıda iken neden bunca işi başımıza sardınız? Madem sonuçta bu noktada birleşecek tik neden bizleri cezaevi yönelimine karşı kışkırtıp zor durumda bıraktırdınız?" gibi çeşitli sorulara muhatap oluyorlardı.Böylece ipliği pazara çıkan bu kişilerin bir kısmı, çeşitli yöntemlerle intihar ederken bir kısmı da ölüm oruçlarıyla hayatlarına son verdiler.Bu intihar ve ölüm oruçları olaylarının psikolojik analizini, kimlerin sıkıştıklarında neden intihar ettiklerini ve bu tür intiharların hangi ruhsal bozukluklardan kaynaklandığını da psikologlara bırakıyoruz. Kaba hatlarıyla çizdiğimiz bu tablo daha çok Diyarbakır Ceza evinde somutlaşmıştır.Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde birinci sınıfta iken okulu terk ederek PKK'ya katılan ve 1991 yılında PKK'dan ayrılarak teslim olan Ş.R.G. isimli şahıs; Diyarbakır Ceza evinde tutuklu iken,bunalıma girdiği için kendisini yakmaya kalkışır. Kalınca giyinip her tarafına kolanyalı pamuk yerleştirir ve kibritle tutuşturur. Birden bire kendini alevler içinde bulur. Cildi yanmaya başlayınca çığlıklar atarak koğuştaki diğer tutukluları çağırır ve "Su getirin kurtarın beni" diye çırpınır. İmdada yetişenler kısa sürede Ş.R.G.yi kurtarırlar. Ve Ş.R.G. yanında-kilere yaptıklarından pişman olduğunu belirterek; 
"Ne kadar aptalmışım, yaşamanın değerini şimdi anlıyorum. Mazlum DOĞAN'ın kendisini yaktığını kim söylüyorsa yalandır." diyor. (PKK'lılar, PKK merkez komite üyesi olan Mazlum DOĞAN'ın kendisini ceza evinde yaktığını iddia ediyorlar. Oysa, bu şahıs bunalıma girdiği için tuvalette kendisini asmıştı. 
Ceza evindekileri sansasyonel intiharlara sürüklemek için "Mazlum üç kibrit çöpü ile kendisini davaya feda etti"denilmektedir.)1980 yılı sonlarından 1983 yılı sonlarına kadar ceza evindeki 99 gerçekler bu çerçevede iken; Abdullah ÖCALAN yurt dışında cezaevi gerçeğini tepe taklak ederek, çarpıtarak öncelikle kendi elemanlarının, sonra da bu konulara duyarlı Avrupa kamuoyunun gözlerini büyüyordu. Avrupa kamuoyunun bu konularda neden duyarlı olduğu da ayrı bir komedidir, yeri geldiğinde açıklamaya çalışacağız.   

Burada yazdıklarımızdan ötürü bazı art niyetli bozguncular kıyamet koparacaklar ama bu yazdıklarımızı bozguncu başı Abdullah ÖCALAN-'da itiraf ediyor. "Gerillanın kuruluş esaslarına ilişkin temel perspektifler ve talimatname" isimli kendi kitabının 119-120. Sayfalarında;".

.. Benimde hesaplarım vardır. Neden ? En azından kendimi örgütlü, denetimli, irtibatlı yürütüyorum. 
Çok eminim ki, benim hareketi sürdürme imkanlarım olmasaydı imha edilirlerdi.Düşmanın dayattığı politikalarında amacı bu idi. Ve giden gitti. 
Gerisi teslim olacaktı hem de daha 1980 lerde... Onu hesaba alarak adım adım PKK'yı yaşattım. Çoğunuz bunu itiraf ediyor.Gözleri bende, bana bir şey olursa 
birçok adam teslim olacak, onurunu kurtarmak isteyenler de ölüm orucu, kendini yakma biçiminde kendi sonlarını onurlu bir biçimde getireceklerdir. 
Bu gerçekleri niye görmüyorsunuz. ?"APO; "Cezaevlerinde arkadaşlarımız üzerinde zulüm var. Önder arkadaşlarımızı işkencede öldürüyorlar fakat arkadaşlarımız buna karşı şanlı bir direniş sergiliyorlar." diyordu. Eylemsiz geçen üç yıl boyunca yurt dışında bu yönlü propagandaların ardı arkası gelmedi. Binlerce afiş,bildiri, pul, kitap, broşür, bülten bastırılarak basın toplantıları, yürüyüşler, işgaller, açlık grevleri yapılarak özellikle Avrupa'da dikkatler Diyarbakır Cezaevi üzerine çevrildi. 
Zaten başta Rum-Yunan lobileri olmak üzere çeşitli iyiliksever(!) kuruluşlar böyle bir fırsat bekliyorlardı. Heyetler,"insanlık adına" Türkiye ve öncelikle 
Diyarbakır'dan başlamak üzere cezaevlerini denetleme turlarına çıktılar. Bu heyetlerin yolluklarını ödeyenler de sanırım okurların tahmin ettiği çevrelerdir.
Sonuçta Askeri Yönetim çekilip yönetim sivillere devredilince, cezaevlerinde iç yönetimi Apocular ele geçirerek oraları birer eğitim kampına dönüştürdüler. 
Tahliyesi yaklaşanlar "Çıkar,çıkmaz doğruca 100 dağ kadrosuna katılın yoksa size de hain damgası vururuz!" tehdidi ile talimatlandırıl dı. 
Böylece örgüte yeni bir eleman kaynağı sağlanmış oluyordu.Türkiye Cumhuriyetinin cezaevlerini bir türlü İslah edememesi sonucu; PKK Merkez Komitesi Üyesi Kemal PİR, PKK içinde özdeyiş haline gelmiş bulunan şu sözleri söylemiştir. "Kürdistan özgürlük mücadelesinin kalbi Diyarbakır'da, 
Diyarbakır'ın kalbi de zindanda atmaktadır."1992 yılında dahi bu cezaevinin durumu aynıdır ve burada tutuklu bulunanlar girişlerinden çıktıkları güne kadar akademik PKK kariyeri yapmaktadırlar!

15 AĞUSTOS  1984 EYLEMLERİ (ERUH ve ŞEMDİNLİ BASKINLARI)

1984 Yılının Haziran ayı sonlarında, APO'nun talimatıyla Kuzey Irakla iki tane SilahlıPropaganda Birliği oluşturuldu.Bu birliklerin üst kuruluşuna 
KÜRDİSTAN KURTULUŞ BİRLİĞİ-HEZEN RIZGARIYA KÜRDİSTAN (HRK) adı verildi. Bu iki silahlı propaganda birliğinin biri; Hakkari Bölge Komitesi, diğeri de Eruh-Şırnak Bölge Komitesi sahasında koşullandırıldı. 
Bu birlikler üçer tane silahlı propaganda grubundan oluşuyordu. 
Birkaç ay sonra da Van-Çatak sahasında bir silahlı propaganda birliği teşkil edildi. HRK isimli bu askeri kuruluşun ilanı sansasyonel eylemlerden sonra yapılacaktı. 
Bu, aynı zamanda yaklaşık dört yıllık bir hazırlık döneminin Türkiye topraklarında denemeye sokulması oluyordu. APO için artık bıçak kemiğe dayanmıştı ye birileri bir şeyler dayatıyordu. Bazen Lübnan'daki HELVE Kampına giderek orada eğitim gören militanların bir an önce eğitimlerini tamamlamasına uğraşıyor acele ediyordu.101 

Bir seferinde kamptaki bir militan yağcılık olsun diye; "Başkanım, böyle dolaşmanız tehlikeli oluyor biraz kendinize dikkat edin" deyince APO, söylenenlerin basit yağcılık olduğunu bile bile kasılarak ve sırıtarak; "Eğer beni düşünüyorsanız talimatlarımı harfiyen uygularsınız. Eylem anlayışımızı büyük bir kararlılıkla ve ne pahasına olursa olsun hayata geçirirsiniz. İşte o zaman bana birşey olmaz. O taktirde benim can güvenliğim sağlanmış olur. Ama tembellik yaparsanız, sağda solda keyif çatar sanız, işte o zaman hem benim hem sizin, hayatlarımız tehlikeye girer.Beni o zaman hiç kimse korumaz." diyordu. APO'nun bu itiraflarına herhangi bir yorum getirmiyoruz. Ne demek istediği gayet açıktır.Türkiye'de askerlerin idareyi sivillere devrettiği, Avrupa ile ilişkilerin yeniden canlandığı bir dönemde PKK, Eruh ve Şemdinli ilçeleri baskınlarıyla TC'ye karşı silahlı mücadeleyi başlattığını ve HRKyi kurduğunu ilan etti. Bu eylemler ile kendilerine emek verenlerin, emeklerinin boşa gitmediğinin ilk işaretlerini vermiş oluyordu.15 Ağustos 1984 Eylemleriyle yani Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla yepyeni bir sayfa açılıyordu. 
Kimin için diye sormaya gerek var mı?Bu olaylar ve devamında günümüze kadar gelen gelişmelerde herkes için bir pay vardı. Kimin payına bal, kiminin payına 
zehir düşmüştü.İlk etapta bu olayların başlamasıyla birlikte; Bulgaristan'da Türk azınlığa karşı girişilen zulüm çarklarının dönmeye başlaması, Kıbrıs ve 
Ege gibi sorunların çıkmaza girmesi, sorunun Yunanistan ve Rumlar lehine çözümü için yaygın propagandaların yapılması söz konusu olmuştu.Yurt dışında 
diplomatlara ve Türk tesislerine yönelik Ermeni terörü «aniden kesilmiş ve yerini etkin lobilerin yasal mücadeleleri almıştı. Bu ve buna benzer gelişmeleri 
çoğaltmak ve derinleştirmek mümkündür.Bize göre, bu olayların anlamı ve önemi üzerinde çok durmak gerekiyor. Zaten bu nedenle biz
de PKK örgütünün kuruluşundan, ilk örgütlenme ve eylem anlayışına, yurt dışına çıkışından yurt dışındaki 102 barınma korunma biçimine kadar, ayrıca; kadro 
temin ve kullanma yöntemine, Avrupa'da ki çalışmaları ve imkanlarına, Kuzey Irakta nasıl konuşlandıkları na özet olarak değindik. Buraya kadar olan kısım iyi 
kavranır ise, 15 Ağustos 1984 tarihinden sonra meydana gelenler daha iyi anlaşılacaktır.Okuyucu burada haklı olarak; "Pekala iyi hoş da, bu anlattıklarınız sanki bir film gibi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu senaryo filme çekilirken neredeydi? Böyle şey olur mu? Elin oğlu Türkiye'nin her bölgesinde mevcut ve düzeltilmesi gereken sorunları alıyor, onları sadece Güneydoğu ya aitmiş gibi gösteriyor, halkı ve gençleri kandırıyor açıkça ve avaz avaz her yerde;ben Türkiye Cumhuriyeti'ne savaş ilan ettim, Kürdistan denen bölgede devlet kuracağım diyor,kitaplar yazıyor. Afişler asıyor, mitingler, işgaller yapıyor en sonunda iki ilçe merkezini basarak elini kolunu sallayıp tekrar dağa dönüyor, bu nasıl iştir?" diye sorabilir.Eruh ve Şemdinli eylemleri Türkiye'de birçok kesim ve çevrede adeta şok etkisi yarattı. 

Devlet böyle bir şey beklemiyordu. Bu hadiseleri yapanlar, sanki gökten zembille ini vermişler di. Çünkü;o güne kadar emniyet ve asayişten sorumlu olan kuruluşlar, PKK hazırlığının, dönen dolapların,hazırlanan tezgahların bu gün de olduğu gibi farkında değillerdi.Bu eylemler; psikolojik etkileri büyüt olan, basit, risksiz fakat sansasyonel etkileri fazla olan eylemlerdir. Yöre halkı hariç genelde Türk kamuoyu terör ve terörist faaliyetleri yakın en bilmesine rağmen bu tür eylemlere yabancıydı. 
Öyle ya, iki ilçeye saldırılıyor, bir tanesi işgal ediliyor, sonra işgalciler ortadan kayboluyordu. Gazete manşetleri verdikleri haberlerle halkınşaşkınlığını iyice artırıyordu. 
"Eruh ve Şemdinli'yi basan teröristler aynı gece Irak'a kaçtılar!" Bir başka manşet; "Baskını gerçekleştiren teröristler falan dağda çembere alındı, bütün ikmal ve iaşe yolları kesildi yakalanmaları an meselesi vs." Görülüyor ki; olayları halka aktaran gazeteler de olaylardan habersizdiler. Yöre halkı basının abartmaları, güvenlik 
kuvvetlerinin telaşı,103 teröristlerin yakalanamayışından dolayı büyük bir korku ve paniğe kapılmıştı. 

Fakat meseleyi İngiliz BBC radyosu biliyordu. 

Apo'nun sesi radyosu gibi "PKK gerillaları, gerilla mücadelesi,Kürdistan ...vs." gibi bir üslup kullanıyordu. Eylemlerden sonra ise örgüt elemanları, 
her ne kadar birçok operasyona maruz kalmışlarsa da,hareket sahaları bir hayli genişti. Bu geniş alanda küçük birimlerle takip harekatı yapılacağı yerde, 
dar bir bölgeye büyük birlikler toplanmış, çok sayıda insan gözaltına alınmış ve "Doğuda komando, sıkıyönetim zulmü" balonunun propagandası başlatılmıştı. 
Zulüm söz konusu olmamakla beraber, insanlar günahlı ve günahsız sorgu merkezlerine toplanmıştı. Kan davası, kadın-kız kavgası, toprak anlaşmazlığı, aşiret çekişmesi, mahalli particilik nedenleriyle herkes birbirini PKK'cı olmakla suçluyor, ihbar ediyor ve yakalattırıyor du. Devletin halkla ilişkileri yok denecek kadar azdı. 

Mevcut ilişkilerin önemli bölümü, çıkar temelinde şekillenmişti ve devlet kendi topraklarında doğru dürüst bir haber alamıyordu. Yöneticilerin de bir bölümü 
" yan baktın Siirt'e tayin, çok konuşuyor Hakkari'ye tayin, bu adam tehlikeli Çukurca'ya tayin" vs. uygulamalarının bir gereği olarak Güneydoğuya gelmişlerdi. 
Yöre halkından gençler operasyonlardan tedirgin olduklarından kaçıp dağdakilere katılıyorlardı. Çünkü örgüt elemanları;"Operasyon sırasında köyünüz yakılıp 
yıkılacak, genç olanlar kurşuna dizilecek, iyisi mi bir anönce gelip bize katılın!" diyorlardı.Cezaevlerinden tahliye olup da başıboş dolaşanlardan bir kısmı, 
Türk basınının dağdakileri efsaneleştirme düzeyindeki abartmalarına inanarak bir an önce PKK lılarla ilişkiye girme yollanıyorlardı. Şehirlerde ailevi sorunları 
olan, iş sahibi olamamış gençler olayları ilgi ile takip ediyorlardı.Yakınları ceza evinde olan, PKK içindeyken ölen ya da halen örgütte bulunan kişiler de 
örgüt açısından önemli bir potansiyel teşkil ediyordu.Bu kesimler başlangıçta a/ar azar, daha sonra ilişki kanalları geliştikçe hızla ve gruplar halinde dağa ya 
da yurt dışına giderek PKK'ya 104 katıldılar. Ancak, her biri bambaşka duygu ve düşüncelerle örgüte katılıyorlardı.Eylemlerin yoğunluk kazandığı Mardin, Siirt, 
Şırnak, Batman, Hakkari gibi yörelerde yaşayan halk, gerek köylerde, gerekse şehirlerde olsun artık sadece PKK eylemlerini konuşuyordu. Türk basını 
manşetlerinden hadiseleri indirmez olmuştu. Ancak, bu manşetler çok abartılı ve sorumsuz bir şekilde atılıyordu. Hatta olayların içindeki güvenlik kuvvetleri 
bile başlangıçta sağlam sağlıklı bilgilenemedikleri için; basının rotasına girmişler, adeta basın tarafından yönlendiriliyorlardı.Bazı köşe yazarları ise meselenin 
özünden haberdar olmadıkları halde kulaktan dolma bilgiler ile akıl hocalığı yapmaktan geri durmuyorlar, PKK'yı APO'nun arzu ettiği gibi; adeta yöre halkının örgütlü tepkisinin bir doruk noktası gibi gösteriyorlardı.Devleti idare edenler, hadiselerin şokunu uzun süre yaşamak durumunda kaldılar. 
Olayların bu şekilde ve bu boyutta ortaya çıkması beklenilen bir şey değildi. Halbuki APO, o zamana kadar yığınla üst düzey PKK militanını 
"Türk İstihbaratının ajanıdır" diyerek kurşuna dizdirmişti. APO'nun ajandır diye kurşuna dizdirdiği gençlerin bir iki tanesi gerçekten Türk İstihbaratının ajanı olsaydı; Devlet bu hadiseler karşısında bu kadar şok geçirmez, bu kadar hazırlıksız yakalanmazdı. Önceden bilerek birtakım tedbirler almamış olsa bile, en azından olaylar başlar başlamaz doğru bir teşhis koyar ve teşhise uygun tedbirleri geliştirirdi.Herkesin bildiği gibi; olaylardan sonra yerel güvenlik birimleri, elde ettikleri bölük pörçük ipuçlarıyla sıradan bir zabıta vakasına müdahale eder gibi tedbirler geliştirmeye çalıştılar. 

Bu durum aylarca böyle devam etti. Daha sonraki bilgilenmeler de bir işe yaramadı.Çünkü; uzun süre bu bilgiler de birbirinden kopuk olarak ele alındı. 
Sağlıklı bilgi olmayınca sağlıklı bir değerlendirme de yapılamıyordu.1984 yılında başlayan eylemler üst karar organlarınca sağlıklı analiz edilebilseydi, biçimsel olarak bir gerilla faaliyetinin varlığı anlaşılabilecekti. 105 
Bu faaliyeti yürütenler, uzun yıllar çok uygun koşullarda ideolojik-politik ve askeri bir eğitimden geçmişlerdi. 
Bu insanlar, çok katı merkeziyetçi bir teşkilatın birer parçası durumunda idiler.Büyük çoğunluğu, kendilerinin yaşama şartlarını böyle bir faaliyet içinde görüyordu. 
Ayrıca,manevra yapabilecek, lojistik destek görecek, icab ettiğinde geri çekilebilecek, takviye eleman alabilecek bir GERİ CEPHE'ye, Uluslararası platformlara sesini duyurabilecek her türlü yazılı dokümanın hazırlandığı, kadro ve taraftar potansiyeli yüksek ve maddi destek sağladığı bir AVRUPA SAHASI'na, Gerilla faaliyetleri için son derece uygun bir COĞRAFYA'ya, karşı mücadele yöntemleri konusunda SON DERECE HAZIRLIKSIZ BİR DÜŞMANA, faaliyet alanında son derece dağınık örgütsüz, çaresiz ve kullanılmaya yatkın bir KİTLE' ye, bütün bu avantajların üstüne; istismara son derece açık KÜRTLÜK KONUSU 'na ve son olarak da Mafya vari yöntemler ile örgüt yöneten SIRTINI SAĞLAM YERLERE DAYAMIŞ BİR ABDULLAH ÖCALAN'a sahiptiler.  

Bu şartlar, biçimsel olarak bir gerilla mücadelesi için idealdi. Daha yerinde bir deyişle olağanüstü idealdi! Fakat, bu şartların dinamosu, motoru, itici gücü ve 
özü demek olan halk desteği geçici ve göreceliydi, yapaydı. Çünkü; PKK halkın bu yönlü istemlerini sırtlamak amacıyla değil, başkaları adına özel bir görevle 
teşkilatlandırılmıştır.Bu durumda sayılan diğer şartların varlığı hiç önemli değildi. Şimdi biçimsel gerilla faaliyetine gelelim; Abdullah ÖCALAN'ın yürütmüş olduğu 
gerilla faaliyetinin en büyük kozu gene Abdullah ÖCALAN'dır.İkinci kozu ise; Abdullah ÖCALAN'a her türlü manevra imkanı, kamplar, lojistik, geri cephe,propaganda ve militan devşirme sahaları yaratan efendileridir.Üçüncü kozu; silahlı propaganda faaliyetleridir.Bölgedeki uygun coğrafya, yöre halkının dağınıklığı, istismara açık oluşu ve devletin yetersizliği ise, avantaj sağlayan yan faktörlerdir.106

APO, bazı güçler adına silahlı propagandayı yaşatan bir ara halkadır.
Bu nedenle de çok önemlidir!

Sonuç olarak; 

Devlet bu konuda yeterli olarak bilgili değildi. Bilahare elde ettiği bilgileri yerliyerine oturtamadı. Yapılan yanlışlıklar ve yanlış dahi olsa alınan tedbirlere karşı; örgütün geliştirdiği yöntemler üzerine doğan kargaşanın asayiş tedbirlerine yansıması ise, APO ve adamlarına her geçen gün nefes aldırdı.

10.CU  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN.., BÖLÜM 8

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN., BÖLÜM 8




Diğer taraftan KDP'nin SADDAM'a karşı başlattığı mücadeleye osıralar Irakla savaş halinde bulunan İran'da sahip çıktı. BARZANİ'nin İran'da kamplar açmasına ve serbestçe girip çıkmasına müsaade etti. Fakat Irak, bu konularda Suriye ve İran'dan daha az tecrübeli değildi. Uzun süreli bir İngiliz veRus-Bulgar deneyimi mevcuttu. 
O da hemen 80 İran Kürtlerinin lideri olan Abdurrahman KASEMLO ile ilişkiye geçti ve İran Kürdistan Demokrat Partisi ile Irak Devlet Başkanı 
Saddam HÜSEYİN bir anlaşma yaptılar. Buna göre; KASEMLO İran'a karşı savaşacak ve aynı zamanda İran'daki BARZANİ kuvvetlerinin kamplarına saldıracaktı. 
Buna karşılık Irak yönetimi; İran Kürtlerine para ve silah verecek, Irak topraklarında kendilerine üslenme imkanı sağlayacaktı.Kürt halkı üzerinde oynanan oyunları, TALABANİ'leri,  BARZANİ leri, KASEMLO ları,Abdullah ÖCALAN ları yani, kendi halkını işporta tezgahındaki mallar gibi pazarlayanları üç beş kelime ile anlatmak mümkün değildir. Böyle bir şey yapmak Kürt insanının vermiş olduğu canlan ve döktüğü kanları hafife almak olur. Burada durmayı tercih ediyoruz. Durmak, belki bunların sebep olduğu yıkımları geçiştirmek olur ama bu sadece bize ait değildir. Bu gerçekleri su yüzüne çıkarması gerekenlerin, bu duruma çanak tutanların, eğer varsa yüzlerini daha fazla kızartmamak için şimdilik susalım.Evet PKK'nın Kuzey Irak'a giriş öyküsü kısaca böyledir. 1982-83 yıllarında Avrupa'daki çalışmaların da hızlandırılması ile çok sayıda eleman eğitilmek amacı ile hava yoluyla Şam'a aktarılıyordu. Lübnan alanı İsrail işgali altında bulunduğundan eskisi gibi rahat kullanılamıyor, elemanların bir kısmı Kuzey Irak topraklarına gönderiliyordu.Militanların ağırlıklı bir bölümünün Suriye'nin Şam, Halep ve Kamışlı illeri civarındaki hücre evlerinde kapalı kalması bazı güçlükler çıkarıyordu.En önemlisi Abdullah ÖCALAN'ın 1981 yılında, PKK 1. Konferansında ortaya attığı geleceğe ilişkin planlarına muhalefet edenler ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine APO hem bu olumsuzlukların önüne geçmek ve hem de tüzük gereği süresi dolmuş olan 2. Kongreyi toplamak için harekete geçti. Kongrede yeni dönem için kafasında oluşturmuş olduğu perspektifi hakim kılmak istiyordu. Daha sonra "kongrenin kararıdır, sizin kararınızdır, mecburen yerine getirilecektir"deyip karşı çıkanları ezmeyi planlıyordu...81

 1982 yılının Ağustos ayında PKK 2. Kongresi, Suriye'nin Ürdün hududundaki bir kampta toplandı. Tıpkı 1. Konferansta olduğu gibi Abdullah ÖCALAN, hazırlamış 
olduğu "ÇALIŞMA RAPORU" isimli broşür temelinde kongreye katılan sözde delegelere 6 gün boyunca eğitim yaptırdı. Bu eğitimin adı; PKK 2. Kongresi oluyordu. 
APO, bu çalışmalar sırasında kendisinin döneme ilişkin değerlendirmesine ve yeni mücadele stratejisine baş kaldıran Merkez Komite üyesi ve PKK Avrupa bürosu sorumlusu Resul ALTINOK (DAVUT) ve onun gibi düşünenlere neler yapılması gerektiğini açıkladı. APO, Resul ALTINOK'u MİT ajanı olmakla suçluyordu!Kendisine ve PKK'ya karşı büyük bir komplo içinde olduğunu, bu durumun son anda fark edildiğini, bilmeden de olsa onun gibi düşünenler ile ona alet olanların da onunla aynı kefeye konması gerektiğini vurguladı.Buradan hareketle 2 yıllık yurt dışı pratiğinde örgüt elemanlarının uyanık davran madığını,kendisi olmazsa belki de komplonun başarıya ulaşmış olacağını ve şimdiye kadar MİT'in her kesiimha etmiş olabileceğini belirtti. "Hep ben mi sizi sırtımda taşıyacağım, ne zaman gözünüzü dört açacaksınız?" diyerek fedakâr baba rolleri yaptı.Bu ve buna benzer konuşmaları ile tıpkı 1. Kongrede olduğu gibi, katılanları birer  idamlık suçlu durumuna düşürdü. Herkesin suçluluk  psikozuna girdiğini fark edince de; yüklendikçe yüklendi. Böylece, bütün örgüt elemanlarının bundan sonra sürekli birbirini kollamasını,en ufak bir eleştirinin gözden kaçmasını engellemiş oluyor du. APO, baştan beri hayali komplo teorileri üreterek kendi yaşamını kontr garantiye almayı bir yöntem olarak kullanıyordu. Bu, dünyada ki tüm sefil diktatörlerin yaşam felsefesidir.  

Artık hiç kimsenin hiç bir şekilde eleştiriye girişmemesi, giriştiği taktirde damgalanıp yargılanacağı bilinci yerleştirilmişti.  

Militanlar sadece kendilerini eleştirebilirler, "Biz alçağız, PartiÖnderi bize her şeyi verdi ama biz beceremedik suçluyuz" diyebilirlerdi.82  

Doğrusu PKK= APO gibi demokratik (!) ve de ulusal kurtuluşçu (!) örgüte böylesi yakışıyordu.Kısaca, PKK 2. Kongresine katılan delegeler, APO'ya ve onun düşüncelerine kölece boyun eğmek ya da hain damgası yemek arasında bir tercihte baş başa bırakıldılar.1976 yıllarındaki eğitim çalışmalarında yerleştirilmeye başlanan bu anlayış, 2. Kongre ile resmileştirildi. Bilenler bilmeyenlere anlatsın misali verilerek bundan sonra hiç bir mazeretin kabul 
edilmeyeceği tebliğ edildi. APO açıkça şöyle diyordu; "İki yıldır sizi besledik, her türlü ihtiyacınızı karşıladık. Sizi her türlü bela ve tehlikeden koruduk. Ya bunun 
bedelini ödeyeceksiniz, ya da PKK adına yargımız hain olduğunuz şeklinde olacaktır.!"Çaresiz ve medeni cesaretten yoksun insanlar için bu durum korkunç bir açmazdı. Bu konuşmanın anlamı; "ya örgüt adına hayatını ortaya koyacaksın ya da örgüt senin hayatına kast edecektir!" dir. Ne için, ne hakla? diye sormak, sormaya yeltenmek yoktu. APO' nun 2. Kongrede hain ilen ettiği Resul ALTINOK olayı hakkında okurları bilgilendirmek yerinde olacaktır. Resul ALTINOK (DAVUT), PKK örgütü içinde yaşı ve kültürü ileri olan birisiydi.Kürtçülükten ziyade sosyalist fikirleri daha ağır basıyordu. Aslen Bingöllü olan Resul, aynı zamanda PKK merkez komitesi üyesiydi. 

PKK Avrupa bürosu oluşturulduğunda APO, örgüttekendisinin en güvendiği adam olması özelliğinden dolayı Resul'u Avrupa'ya sorumlu olarak tayinetmişti. 
Kültürlü ve alçak gönüllü olmasından dolayı Resul herkes tarafından çok seviliyordu.Avrupa'da iken genelde dünyanın ve özelde Türkiye'nin sorunlarını karşılaştırmalı olarak tahlil edince, örgütün dolayısıyla APO'nun tüm kararlarını eleştiriye tabi tutuyor, eleştirilerini tüm militanlara kabul ettiriyordu. APO, Resul'un durumunu öğrenince telaşa kapılıyor, hemen telefona sarılarak; "Bir takım yeni düşünceler geliştirdiğini duydum, yeni83 fikirler üretmek partimiz ve senin gelişmen için olumlu bir şeydir, yakında kongremiz var, Acele gel ki, buradaki hazırlıklara katılaşırı. Görüşlerini kongre zemininde ifade edersin, ben de desteklerim kabul görürse ne âla." diyor. 

Resul ALTINOK da "Tabii ki geleceğim ve inanıyorum ki, arkadaşların yüzde doksanı haklı olduğumu görerek beni destekleyeceklerdir." cevabını veriyor. Hemen uçakla Şam'a geliyor, APO, iki adamını hava alanına göndererek Resul'u aldırıyor ve Şam'da bir eve kapatıyor. Başına da bir silahlı nöbetçi dikiyor. Telaşlanıp patırtı çıkarmasın diye de kongreye kadar bu evde beklemesi söyleniyor. Bu arada da bir yandan kongre hazırlıkları yapılırken diğer yandan da PKK militanlarının bulunduğu  tüm alanlara haber-talimatlar gönderilerek "Resul ajanmış, komplocu imiş, son anda fark ettik" gibi yaygın bir karalama kampanyası başlatılıyor. Doğal olarak Resul tutuklu olduğu için, Kongreye katılamıyor ve uzun süre kongrenin yapıldığını da bilmiyor. APO, kongrede daha önce belirttiğimiz gibi Resul'un aleyhinde atıp tuttuktan sonra "İşte bu hain diyor ki; ben kongreye katılacağım ve kongredekiler de beni destekleyecekler. 
Şimdi sizlere soruyorum, içinizde bu satılmış hain ile işbirliği yapmak için onun kongreye katılmasını isteyen var mı ? Varsa çekinmeden söyleyin." diye etrafa 
salyalar saçarak bağırıyor. Böylesi ithamlara maruz kalmış, idam fermanı yazılmış biri için kimse kongreye katılsın diyemiyor.İşte, APO vampirinin bazı şeyleri fark etmiş adamlarını harcama taktiklerinden bir tanesi budur.Eğer o zamanlar bazı nedenlerden dolayı kendi adamlarını öldürme olayı geçici olarak askıya alınmasaydı, Resul ALTINOK hemen kongreye getirilir ve oracıkta herkesin gözü önünde idam edilirdi. 

   PKK 2.  KONGRESİNDE  ÖNGÖRÜLEN PLANLAMALAR, ATILAN ADIMLAR 

  APO, her şeyden önce eğitime bütün şiddetiyle devam kararı aldı. Bu eğitim; Suriye'de kiralanan evlerde, Lübnan'ın tekrar eski haline 84 dönmeye başlamasından dolayı Lübnan'da ve yeni yerleşim bölgesi olan Kuzey Irak'ta sürdürülecekti.Lübnan HELVE kampında Avrupa'dan getirilen elemanlar askeri ve siyasi eğitime tabi tutulacak, eğitimi tamamlayanlar Suriye'deki evlerde yoğun ideolojik eğitimden geçecek,buradaki eğitimlerini tamamlayan-lar ise Kuzey Irak'a gönderilip dağ koşullarında hayatı idame testlerine tabi tutulacaklardı.Bol kadro kaynağı, bol para, elverişli propaganda imkanları ve basın faaliyetleri rahatlığı sağlayan Avrupa'ya bir hayli yetişmiş kadro militanı gönderildi. Bunun yanı sıra Libya da eleman ve para temini açılarından verimlilik arz ediyordu. 
Libya'da da PKK temsilciliği oluşturuldu ve görevliler gönderildi.Lübnan ve Suriye'de sürdürülmekte olan askeri ve siyasi eğitim; tamamen Irak üzerinden 
Türkiye'ye giriş koşulları, biçimi ve organizasyonu amacına hizmet ediyordu. Artık hedef netti.Her şey Türkiye'ye yeniden giriş için yapılıyordu. Yine bu dönemde; 
gerek Lübnan'da gerekse Suriye'deki iki yılı aşkın yurt dışı macerası boyunca, APO'nun oluşturmaya çalıştığı yapıya uyum sağlamayan kişilerin çeşitli fiziksel ve psikolojik baskılar ile yeniden kazanılması çalışmaları yapılıyordu. Her şeye rağmen inat edenlere ise; nasıl bir felaket ile karşılaşacakları, bu davranışlarının nelere mal olacağı pratik bir şekilde anlatılıyordu.Yapılan planlamalar birçok kişiyi ürkütmüştü. Önemli sayıda eleman uyumsuzluk göstererek yeni süreçte rol almak istemiyordu. Kendilerini belli eden az sayıda eleman, kendileri gibi düşünenlerin bir bölümüydü.Çok sayıda örgüt elemanı, aynı şeyleri düşündükleri halde bu konuda susmak zorunda kalıyorlardı. Bu nedenle APO, Avrupa'ya göndereceği şahıslan büyük bir titizlikle seçiyordu. Özellikle Resul ALTINOK olayı gözlerini iyi açmasına vesile olmuştu. Biliyordu ki, Avrupa'da faaliyet gösterecek olanlar biraz daha özgür düşünme olanaklarına sahiplerdi. Örgütü terk etmeye karar verdiklerinde fazla bir risk almış olmuyorlardı. Eğer bir PKKlı örgütü terk etmek isterse Avrupa'nın herhangi bir 85 ülkesine sığınarak izini rahatlıkla kaybettirebilirdi. İşte bu nedenle APO, ağırlıklı kısmı Merkez Komite üyesi olan ve birbirlerini denetleyebilecek çok sayıda üst düzey kadroyu Avrupa'ya gönderme riskini göze aldı. Çünkü, o sıralar Avrupa, APO için altın yumurtlayan tavuk gibiydi. PKK çok sayıda işçi ile ilişkiye girmiş, bu işçilerden büyük miktarlar tutan paralar topluyordu.Bu paraların bir bölümü Şam'a akarken bir kısmı ile de çok sayıda yayının basım işi organize ediliyordu.Çok sayıda eleman kamplara alınıyor, çeşitli yürüyüş, açlık grevi, işgal eylemiyle de Avrupa kamuoyu etkileniyordu. Bazı demokratik platformlar, bu eylemlerden etkilenerek Türkiye aleyhine tavır alabiliyorlardı.İnsan hakları dernekleri, bazı avukatlar ve parlamenterler PKK'nın sözcüsü durumunda Türkiye ile mücadele ediyorlardı. Bütün bu işlerin devamlılığını yetenekli ve deneyimli üst düzey kadrolar sağlayabilirlerdi. APO, bu nedenlerden dolayı Avrupa'dan vazgeçemiyordu. İran ve Irak çalışmaları, PKK'nın en hayati ve en çok üzerinde durduğu çalışmalardı. Kuzey Irak çalışmaları, başlangıçta İran'da üslenmiş birkaç Merkez Komite üyesince sevk ve idare edildi,  yavaş yavaş Kuzey Irak'ta belli bir güç birikince yöneticilerde Irak'a yerleştiler.O günlerde Iraktaki faaliyetler; dağ koşullarında hareket etmek, barınmak, beslenmek, keşif ve istihbarat çalışmalarını içeriyordu. Keşif ve istihbarat; ikişer-üçer kişilik grupların Türk sınırından sızmak suretiyle, Türkiye içlerinde Beytüşşebap, Uludere, Çukurca, Şemdinli ve Şırnak bölgelerinde yapılıyor, halk ile ilişkiler kuruluyor, silah mühimmat ve şimdilik boş da olsa küçük erzak depoları hazırlanıyordu.

O dönemde adı geçen yerlerin sarp dağlan, derin vadileri "Kuş uçmaz kervan geçmez"türündendi. Yaz aylarında yüksek yaylalarda göçer obalarına ve dağ etekleriyle vadilerde ikişer-üçer evden oluşan mezralar da gündüz ve gece ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlardı.Yöre insanı, böyle dolaşan silahlı ve teçhizatlı kişilere alışıktı. 
Silahlı 86 firari mahkumlar, doğal hayatın bir parçası gibiydiler. Bu silahlı insanların kimi yöre aşiretlerinde firariler, kimisi de yıllardır Suriye'den Kuzey Irak'a, Kuzey Iraktan İran'a gidip gelen Barzanici ve Talabanici-lerdi. Yöre insanı bu nedenle ikişer-üçer gezen PKK'lıları yadırgamıyordu. Hatta onları yediriyor, içiriyor ve izzet ikramda bulunuyordu. Çeşitli toplumsalnedenlerden, idari nedenlerden dolayı yöre insanı, eşkiya ile ve firari mahkum ile iç içe yaşamak zorundaydı. Bütün bunların da ötesinde silahlı olan ve konumundan ötürü silahını kullanmaktan çekinmeyen bu insanlarla dost geçinmek zorundaydı. Güneydoğu'da öyle zamanlar olmuştur ki; bir tek firari, koca bir bölgeye korku ve dehşet saçmıştır. Daha sonra giderek bu korku ve dehşetin saygıya dönüştüğü, üzülerek beyan edelim kibir gerçektir."Zayıf toplumlar eşkıyalarını kahramanlaştırıp taparlar" sözü doğrudur. Buradaki zayıflık;kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasi zayıflıktır.   
Bu yöreleri dolaşıp Kuzey Irak'a dönen örgüt elemanları raporlarında; "Coğrafya eşsiz elverişlidir, bize her konuda yardımcı oluyorlar, ihbar kesinlikle yoktur, 
zaten devleti kimse pek tanımıyor." diye yazıyorlardı. Bu raporlar geliştirilip süslenerek APO'ya gönderiliyordu.Raporları okuyan APO da iştahlandıkça iştahlanıyor du.

AVRUPA VE  DİĞER ALANLARDA PKK'YA KARŞIOLUŞAN  MUHALEFET VE SEBEPLERİ  

Daha önce belirttiğimiz gibi tüm hesaplar Türkiye üzerine yapılmıştı ve 1983 yılında PKK mevcudu 350-400 kişiye ulaşmıştı. Yaklaşık 50 kişilik bir savaşçı grubu parçalar halinde öncü olarak Hakkari, Siirt, Şırnak, Batman, Mardin, Diyarbakır, Bingöl ve Tunceli illerinin dağlık kesimlerine sızıp üstlenmişler di. 
Aynı dönemde doğrudan Suriye'den Mardin, Şanlıurfa,Gaziantep ve Adıyaman illerine de 15 kişilik bir grup öncü olarak giriş yapmışlardı.87 

Türkiye'ye giriş yapan grupların APO'dan uzak ve uzun süre başıboş dolaşmaları tehlikeli idi!Bu nedenle yeni bir plan yapıldı. Plana göre 1983 yılı yaz aylarına 
kadar Türkiye'ye girişler tamamlanacak ve belirtilecek tarihten itibaren de büyük eylemler ile ülke içi pratik mücadele başlayacaktır. İşte tam bu sırada, 
APO'nun en güvendiği ve Avrupa'ya görevlendirdiği adamlarının yöneticileri, APO'dan uzakta olmanın verdiği cesaretle birazcık seslerini yükselttiler. Söyledikleri özetle şu şekildeydi; "Türkiye'de askeri yönetim yerini yavaş yavaş sivil iktidara bırakmaya hazırlanıyor, koşullar değişiyor. Mevcut yasaların yumuşatılması söz konusudur.Dünyada da birtakım değişiklikler oluşuyor. 12 Eylül öncesi meydana gelen olaylardan dolayı halk silahlı hareketlere prim vermeyecektir, bir müddet daha bekleyelim koşullar biraz daha yumuşasın. Eğer eylemler temelinde Türkiye'ye dönersek bu hepimizin intiharı olur."APO, planlarını baltalamaya çalışan, hem de en güvendiği yüzlerce kişi arasından seçerek Avrupa'ya gönderdiği adamlarının muhalif seslerini işitince çılgına döndü. Fakat muhalefet edenler uzaktaydılar ve kolu oraya uzanamıyordu, hiddetini belli etmedi, meseleyi Suriye ve Irak'takilerden gizledi. Telefona sarılarak her gün Avrupa'dakilerle 
görüşmeye başladı. " Elbette haklı yanlarınız vardır. Gelin Şam'da bu meseleleri etraflı bir şekilde görüşelim, konuyu yeniden ele alalım. Bu sorun yalnız 
Avrupada kileri ilgilendirmiyor buradakileri, Iraktakileri ve hatta Türkiyede kileri ilgilendiriyor. Yalnızca kendi aranızda tartışmışsınız. Hatta bazıları karşı çıkmış, 
onlar da hatalıdır. Bu tartışmanın mutlaka bir çözümü vardır. Beraber tartışıp doğru yolu bulalım." şeklinde timsah gözyaşları dökmeye başladı. 
Fakat, APO'nun Resul ALTINOK'a oynadığı oyunu geçmişteki komplolarını çok iyi kavramış olan Merkez Komite üyesi ve Avrupa bürosu sorumlusu Çetin GÜNGÖR (SEMIR) ile diğer kadrolardan Cemile KAYTAN (SEHER),Enver ATA (ALİ) ve Ali DURSUN (TOPAL), çağrılarını cevapsız bıraktılar, açıkça biz gelmiyoruz ve örgütle olan tüm bağlarımızı koparıyoruz dediler. Ancak diğerleri; Şükrü KARAKUŞ (ŞOREŞ) Saime AŞKIN (DELAL), İbrahim AYDIN (ZİYAD) gibi Merkez Komite üyeleri Şam'a gittiler. APO gelenleri güler yüzle karşılayarak; "bir çok haklı yanınız var. Fakat karşı çıkanların yüzünden siz de tepkici çıkış yapmışsınız." diyerek havayı-yumuşattı. Bunun üzerine gelenler Avrupayı telefonla arayarak; " Niye çekmiyorsunuz, APO düşüncelerimizi olumlu karşıladı. Hatta bize hak verdi, çekinecek bir durum yok, gelin bir görünün sonra yine gidersiniz." dediler. Buna rağmen APO'ya rest çekenler gelmedi. APO, iki ay kadar çeşitli manevralar ile gelmeyenleri, Suriye'ye getirmek istedi ancak, onlar direndiler ve APO da ümidini kesti. Hemen gerçek yüzünü ortaya koydu; İsmet DOĞRU'yu (SADUN) Avrupa'da, Cemil BAYIK'ı (CUMA) Lübnan ve Suriye'de, Halil ATAÇ'ı (EBUBEKİR) Irak ve İran'da şu propagandayı yapmakla görevlendirdi: "Başını Çetin GÜNGÖR'ün çektiği bir grup ajan APO'ya komplo yapmak, PKK'yı tasfiye etmek üzere Türk İstihbaratı tarafından görevlendirilmiştir.  Fakat başkanın durumu zamanında fark etmesi üzerine komplo açığa çıkarılmış tır. Komplocuların bir kısmı PKK tarafından yakalanarak Şam'da gözaltına alınmışlardır. Avrupa da kalan diğer komplocular ise, Türk İstihbaratı tarafından korunmaya alınmışlardır. Şu an onlara alet olanlar da suçludur." Alet olmanın ölçüsü olarak da; çalışmaya kendisini vermeyenler, sorun çıkaranlar, hasta olanlar gösteriliyordu.Şunu belirtmekte yarar vardır;

Abdullah ÖCALAN, Cemil BAYIK ve Halil ATAÇ PKK içerisinde ayrı bir hücredirler. Bir başka deyişle, PKK'nın görünen yüzünün dışındaki esas örgüt bu üç kişiden 
meydana gelmektedir. Bunlardan APO, efendileriyle direkt temasta iken Cemil BAYIK ve Halil ATAÇ,pratik yürütmenin ajanıdırlar. APO'nun aldığı gizli kararları; 
bu iki kişi, örgüt içerisinde çeşitli paravanlar kullanarak militanlara empoze ederler. Bütün komploları bu iki kişi tezgahlar.Cemil BAYIK ve Halil ATAÇ; en eski örgütçüler olmalarına rağmen, hiçbir zaman APO'dan sonraki yürütme komitelerinin başında yer almazlar. Ne arkada ne de önde kalırlar. Çünkü en baştaki yöneticilerin enerjileri tükendiği, bazı tezgah ve örgüt içi dümenleri fark ettikleri ya da yanlış politikalar uygulamada tıkandığı an en akıl almaz komplolara kurban gidecekleri kesin dir. APO'nun en gözde yöneticilerinin ömürleri hep kısadır. Bu insanlar 89 genelde işleri bittiği an APO tarafından hainlikle suçlanıp öldürülürler. 

Yada bir silahlı çatışmada denk getirilip yok edilirler, bu durumda ise şehit yaygaraları kopartılıp cesedinden istifade edilir.Avrupa'da durum böyle iken, Irak üzerinden Türkiye'ye giriş yapacak elemanlar ile Lübnan ve Suriye'dekiler de de içten içe yoğun bir ürküntü gelişiyordu. Bile bile ölüme gitmek istemiyorlardı ve bu iş 12 Eylül öncesindeki eylemlere benzemiyordu. 12 Eylül öncesinin atmosferi, örgütçülük gerekçeleri, çok farklıydı ama şimdiki gerekçeler üzerinde düşünülmesi gereken şeylerdi. Birçok kişi kendi kendisini sorguluyordu. Marxizm-Leninizm ölmeye değer miydi? Yetmiş yıllık Sovyet İktidarının Ortadoğu daki uzantıları ve yansımaları bunun yüceliğini ispatlar mıydı? Bunlar ölümün soğuk nefesini enselerinde hisseden PKK militanlarının zihinlerini kurcalayan sorular dı.APO için hiçbir tehlike yoktu. O, Şam'da Suriye istihbaratınca kendisine tahsis edilen evde oturuyor, viskisini yudumlarken yanındaki teybe abuk sabuk bir şeyler anlatıyor, yardımcıları bin bir zorlukla bu saçma sapan şeyleri düzelterek daktilo ediyorlar daha sonra bu saçmalar parti talimatı olarak kendilerine ulaştırılıyordu. Ama hiç kimse bütün bunları bir diğerleriyle tartışma ortamını ve cesaretini bulamıyordu. Bu insanların düşünceleri bile APO tarafından rehin alınmıştı. Acaba bu nasıl bir sistemdi? Bir insanın fiziki varlığına ipotek konulması anlaşılır bir şeydi ama, eğer bu insan ruhuna kadar esir alınmışsa yaşamanın ne önemi kalırdı.İşte böylesine düşünceli insanlar, 
kendilerini bir çuval gibi yere atıyorlardı. Bu tiplere her türlü damga vuruluyordu. Kimisi için deli olmuş deniliyordu, kimisine başka sıfatlar yakıştırılıyordu.  

Bunların sayısı Suriye ve Lübnan'da bir hayli fazlaydı. Bunlarda Irak'a gönderiliyor ve deniliyordu ki; "Iraktaki kamplarda odun taşısınlar ve sığmak kazsınlar! 
"Mehmet KARASUNGUR, Kuzey Irak'a yerleşmek için BARZANİ KDPsi ve İran hükümetiyle yapılan anlaşmanın çok karanlık amaçlar taşıdığını fark etmişti. 
Bu nedenle anlaşmayı KDP lilerle tartışıyordu..     
Sonuçta, Mehmet KARASUNGUR ve İbrahim BİLGİN, akıllara 90 durgunluk veren bir komplo ile APO tarafından 2 Mayıs 1983 tarihinde Celal TALABANİ' nin adamlarına öldürtüldüler. 

Baki KARER ise APO'ya mektup göndererek bu şekilde Türkiye'ye giriş yapmanın vebaline ortak olmayacağını bildirmiş ve Kuzey Irak'ı terk ediyordu. 
Bunun üzerine Irak topraklarında PKK'ya sorun çıkaran ne kadar parti militanı mevcutsa hepsi APO'nun emriyle kurşuna dizildi.İnfazlar sonrası APO' yu  rahatlatan ortam doğmuştu. Çeşitli nedenlerden dolayı ara vermek zorunda kaldığı örgüt içi infazların önü açılmıştı. Çünkü bu işler için Kuzey Irak'ın ıssız dağlarından, derin vadilerinden daha müsait bir yer olamazdı. Yaşasın kanun ve nizam tanımaz dağlar! Bu cinayetler yalnız Kuzey Irak'ta değil Suriye, Lübnan ve Avrupa da kiler arasında da ürküntü yarattı. Herkes kendisinden korkmaya başladı. "Acaba bir hareketimiz, bir kelimemiz yanlış anlaşılır da bizi de Baki KARER, Çetin GÜNGÖR ve Resul ALTINOK un adamıdır diye kurşuna dizerler mi?" Herkes paniğe uğramıştı, vazifelerine dört elle sarılıyor gözüküyorlardı.

İçten içe tarifsiz bir moral çöküntüsü vardı.Artık Kuzey Irak'ta APO adına sevk ve idareyi Duran KALKAN (ABBAS), Selahattin ÇELİK (SELİM HOCA) ve 
Mahsum KORKMAZ (AGİT) yapıyorlardı. Apo'nun yeni gözdeleri onlar olmuştu.Birçok kişi örgüt açısından daha az denetlenen Türkiye içindeki faaliyetlere katılmak üzere öneri getiriyordu. Önceleri Türkiye'ye girmeye çekinenler şimdi yurt dışında kalmaktan korkar haldeydiler.Türkiye'ye girişler hızlandı. 

9.CU  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN.., BÖLÜM 7

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN.., BÖLÜM 7




ÖRGÜTLENME ÜZERİNE, 
KÜRDİSTAN ULUSAL KURTULUŞ PROBLEMİ ve 
KÜRDİSTAN'DA ZORUN ROLÜ isimli kitaplardır.

Tüm grupların eğitim çalışmaları bu üç kitapta belirtilen konularda yoğunlaştı. Bir yandan HELVE Kampında (Şimdiki Mahsum KORKMAZ Akademisi) askeri eğitim çalışmaları başlatıldı diğer yandan da   siyasi eğitim çalışmaları aralıksız sürdürüldü. Bu süreçte PKK militanları düşünmeyi bir yana bırakın nefes almaya bile vakit bulamadılar.Planlanan faaliyet için çok sayıda insana ihtiyaç vardı. Tekrar Türkiye ile temas kurulup niteliği ne olursa olsun eleman teminine çalışıldı. Nasıl olsa eğitim adayları için barınma yeri,yiyecek, askeri malzeme ve benzeri sorunları çözenler çözmüştü. Bu dönem eğitim çalışmalarında elemanları iştahlandırmak için; "Sizler geleceğin komutanları ve halkın önderlerisiniz. Hadi bakalım gösterin kendinizi! Sizlere verilen görevlere layıkı ile sahip çıkın."deniliyordu.  
Çalışmalar sırasında 1978 lerden başlayarak başta Almanya olmak üzere Avrupa'nın çeşitli ülkelerindeki Türk işçileri arasında amatör 70 düzeyde sürdürülen PKK faaliyetleri; ilk defa 1981 yılının sonlarında "AVRUPA BÜROSU"ismiyle yemden ele alındı.   

Avrupa ortamının çeşitli özelliklerinden dolayı Abdullah ÖCALAN, kendisine çok bağlı olanları seçerek gönderdi. Bu elemanlara şu görevler verildi:- Avrupa daki 
işçiler arasından özellikle, genç olanlardan eleman temin ederek Lübnan'a göndermek,- Yine işçiler arasından çeşitli yöntemler ile para toplayarak bu paralan Şam' daki PKK yönetimine göndermek,- Türk işçileri başta olmak üzere çeşitli kuruluşları ve kamuoyunu etkilemek,- PKK'nın yayın faaliyetini organize etmek, gazete, kitap, dergi, broşür, afiş ve benzerlerini basıp çoğaltmak. Bu amaçla ilk iş olarak bir yayın evi kurup bir matbaa satın almak. 

PKK 2. KONGRESİ VE ORTAYA ÇIKARDIĞI BAZI GERÇEKLER 

Abdullah ÖCALAN 1980 yıllarının son aylarından başlayarak gerek Türkiye'den ve gerekse Avrupa'dan Lübnan sahasına götürdüğü tüm elemanlarını sıkı bir denetim altında, bir noktadan sonra adeta rehin alarak yeni görevlerine hazırlarken; onların elde tutulması, kafesten uçup gitmemeleri için ne mümkünse ve hangi yöntem geçerli ise onu yapıyordu.

Biliyordu ki; eylemsizlik PKK'nın sonu demektir. PKK'ya hayat veren can ve kan katan eylemlerdir. Bu nedenle çeşitli hikayeler uyduruyordu.Gerçi kimse o şartlara rağmen Lübnan'dan kaçıp Türkiye'ye dönmek istemezdi çünkü,Türkiye'de sıkı yönetim vardı ve kendileri aranır durumda idiler. Ama yine de Lübnan'daki elemanların gözlerini 71 korkutmak için, onların birbirlerini denetlemeleri için; "Türk istihbaratı yurt dışında PKKIı avına çıkmıştır. Her an bulunduğumuz eve, kampa ya da karakola baskın düzenleyebilir. Hatta içimize adamlarını sızdırmış olabilir, gözünüzü dört açın, en ufak kuşkulu hareket yapanı sorumlulara bildirin. 
Kuşkulu hareketi kim yaparsa yapsın es geçmeyin." talimatı veriliyordu.Bütün bunlara rağmen mevcut ortamın dışına çıkmaya çabalayanlara, örgütü terk edip  Avrupa'ya geçmek isteyenlere altlan alta olmadık iftiralar ediliyor, "Aslında bu iflah olmazın tekidir, geçmişte de birçok suç işledi, kim bilir belki de Türk istihbaratının adamıdır." şeklinde damgalanıyordu.Öte yandan ayrılmak isteyen kişiye; "Sen bir bunalım geçiriyorsun sağlıklı düşünemiyorsun,zamana ihtiyacın var, sana yardımcı 
olalım. Aslında iyi bir insansın, bunca emeği tep men doğru değildir." denilerek oyalanmaya çalışılıyordu. Eğer kişi kararlı ise bu sefer biraz daha sert uyanlar 
yapıyordu; "Senin örgütte belli bir geçmişin var. Bir çok şeyi biliyorsun, ayrılırsan MİT mutlaka sana el atacaktır. Seni böyle bırakmamızı bizden bekleyemezsin!  
" Aslında bu tür kişiler derhal kurşuna dizilir ya da bir komplo ile ortadan kaldırılırdı; fakat 1981-82 yıllarının ortamı bu işler için elverişli değildi. 
Bu yıllarda biriktirilen bu tür insanlar 1983 yılından itibaren teker teker örgüt tarafından öldürüldü. Ayrılmak isteyenler kısa sürede diğerleri tarafından yalnızlık 
ve tecrit ortamına sürükleniyorlardı. Adeta afaroz edilmiş gibi yalnız kalan bu kişiler, paniğe kapılıp saldırganlaşıyorlardı. Yıllarca söyleyemedikleri şeyleri açıkça söylemeye başlıyorlardı, APO'yu tenkit ediyorlardı. Bu sefer APO; "Ben demedim mi bu adam MİT ajanıdır diye, ajanlık yapamayınca çıldırdı. Bakın PKK'ya olan düşmanlığını açıkçailan ediyor, siz olsanız bunu besleyip barındırmaya devam eder misiniz?" diyerek sahneye çıkıyordu. Bunun üzerine diğerleri, bir MİT ajanıyla konuştu demesinler diye ilişkilerini tümden kesiyorlardı. O yıllardaki PKK Gaziantep Bölge sekreteri ve parti merkez komitesi üyesi Abdullah KUMRAL ve daha birçok kişi bu duruma itildiler.72 

Sonları da tabii ki dramatik bir ölümle sonuçlandı.Diğer taraftan sadece baskı ve sindirme yöntemleri kullanılmıyordu. Militanları canlı tutmak onları çalışmaya sevk etmek uğruna da bazı çabalar sarf ediliyordu! Bu maksatla eğitim kamplarına özellikle Şam ve Beyrut'ta görevli Bulgar, Sovyet ve Kübalı, 
"DİPLOMATLAR!"getiriliyor, bu diplomatlar kamptakilerin hal ve hatırını soruyorlar moral verici konuşmalar yapıyorlardı.Bu ziyaretlerle ilgili olarak APO; 
"Artık başta Sovyetler Birliği olmak üzere tüm sosyalist ülkeler, devrimci demokratik örgütler bizimle tanışmak, bizi yakından görmek için harekete geçtiler. 
Galiba bizim haklılığımızı kavradılar. Ayrıca bölgedeki anti emperyalist güçler de durumumuzdan etkilenmeye başladılar. Bu gelişmeler bizim için büyük avantajlar yaratıyor.Bundan yararlanmalıyız, bu tarihi bir fırsattır. '•' diyerek tezgahlanan oyunun görünen ya da gizlenemeyen ve yahut açık olmasında fayda görülen kısımlarını kendiliğinden iradeleri dışında oluşan şeylermiş gibi göstermeye çalışıyordu.Çalışmalar hızla sürüp giderken, 1982 yılının Haziran ayında İsrail Güney Lübnan'da üslenmiş olan Filistin kamp ve karakollarına karşı top yekün bir harekat başlattı. Bu harekat neticesinde Filistinliler önce 
Batı  Beyrut kesimine hapsedildiler ardından da Lübnan'dan sürüldüler. Filistin gerillaları Kuzey Afrika'daki Arap ülkelerine Fas, Tunus ve Cezayir'e kaçtılar, 
bir kısmı da Güney Yemen ve Suriye ye sığındı. Bu harekat sırasında Suriye ordusu İsrail ile bir günlük hava çatışmasına girdi ise de Güney Lübnan'daki kara harekatına karışmadı.İşte o zamana kadar Güney Lübnan'daki Filistin gerillaları arasında kendilerini saklamış olan PKK'lılar topluca Suriye'ye geçtiler. 

Fakat 20 kişilik bir grubu gene HELVE Kampında bıraktılar. Suriye'ye geçen PKK militanlarına kısa sürede Şam, Halep, Kamışlı gibi yerlerde onlarca ev 
tahsis edilerek garantiye alındılar.Bu evlerde yaklaşık olarak 300 PKK'lı militan barınıyordu. Bunları her ev bir grup olmak şartıyla ki her evde 8-10 kişi 
barınıyordu teorik eğitime devam ettiler. Dışarı çıkmaları ve gezmeleri yasaktı.Aylarca kalınan bu evleri hiç kimse terk etmiyordu.73 Yiyecek ihtiyaçları 
APO tarafından görevlendirilmiş ve Suriye " EMİN KAVMİYYE-MİLLİ İSTİHBARAT"isimli merkezi istihbarat örgütünün kimliklerini taşıyan kişilerce karşılanıyordu.  
Bu kimlikler özel ve güvenilir kişilere verilmişti. PKK bu arada bir grup adamını da İran ve Kuzey Irak'a yerleştirmişti. İran'dakiler İran istihbarat teşkilatının bilgisi dahilinde Kuzey Irak ve Türkiye'ye komşu Urmiye şehrine yerleştirildiler. Oradan hem Türkiye'ye hem de Kuzey Irak'a giriş çıkış yapabiliyorlardı. İran'a geçişlerini Suriye Hükümeti, İran ile anlaşarak uçakla göndermek suretiyle sağlamıştı.1982 yılında Irak hükümeti İran ile olan savaştan dolayı Kuzey Irak bölgesini tamamen kontrolsüz bırakmış bu nedenle, Kuzey Irak'ın uçsuz bucaksız dağları, vadileri ve derelerinde Mesut BARZANİ' nin Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) denetiminde bir tampon bölge oluşmuştu. Celal TALABANİ'nin Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) da oradaydı ama esas kontrol Irak KDP'sinde idi. İngiliz piyonu şeyh Mahmut BERZENCİ'den sonra Irak'taki Kürtçülük faaliyetleri adeta BARZANİ'ler ile özdeşleşmiştir. Tarihte ilk defa Kürtler adına Siyasi Parti kuran Molla Mustafa BARZANİ' dir. 

   Hatta BARZANİ KDP'si sadece Irakta değil Türkiye, İran ve Suriye'de etkiler bırakmış, buralarda da KDPler kurulmuştur. Molla Mustafa Barzani, 
Sovyetler Birliğinde yetiştirilmiş ve kendisine askeri rütbelerde verilmiş olmasına rağmen asla akıl dışı komünizme yanaşmamış, Kürt halkını Sovyet uşaklığı 
gibi şerefsiz sıfattan her zaman korumuştur. Molla Mustafa'nın ortaya çıkışı kısaca şöyledir;İngilizler, 1933 yılında Irak'ı Kral FAYSAL'a teslim edip ve o zamanlara kadar Arap muhalefetini dengelemek maksadıyla yedeklediği Kürt aşiretlerini yüzüstü bırakınca bu aşiretlerden en derli toplu ve organize olan 
BARZAN aşireti ayaklanıyor ve isyan 1945 lere kadar devam ediyor. İsyanın başlangıçtaki lideri Ahmet BARZANİ daha sonra ise küçük kardeşi 
Molla Mustafa BARZANİ'dir. Molla Mustafa, 1945 yılında İran'a geçerek Rusların kurdurmuş olduğu" MEHABAT KÜRT 74 CUMHURİYETİ" içinde yer alıyor. 
Bu organizasyonun İngilizlerin ve İran Şahının karşıkoymasıyla bozulması üzerine adamlarıyla birlikte Sovyetler Birliğine iltica ediyor. Uzun bir süre Rusya'da ikamete mecbur edildiği yerlerde kaldıktan sonra 1958 yılında, Irakta Krallığın bir askeri darbe ile yıkılmasından sonra darbe lideri General Abdulkerim KASIM tarafından Irak' a çağrılıyor. Bize göre General KASIM'ın BARZANİ'yi çağırmasının amacı şudur; yaptığı darbe ile İngiliz yanlısı Irak Kralını, Arap Milliyetçiliğinin sembolü haline gelmiş Mısırlı General Cemal ABDÜLNASIR'ın desteğiyle deviren ve yönetime el koyan General Abdulkerim KASIM,BARZANİ'yi davet etmekle tıpkı NASIR gibi Sovyet desteğine mazhar olacağını düşünüyor du. Bu maksatla Irak Komünist Partisi'ni de yasal hale getirdi. BARZANİ'ye de Kuzey Irakta otonomi vaad ediyordu. Giderek iktidarını pekiştiren KASIM, muhaliflerini yavaş yavaş temizlemeye başladı. BARZANİ ve adamlarını Irak Komünist Partisi vasıtasıyla ezmeye başladı ve etkisiz kıldı. Dahasonra da Irak Komünist Partisine baskıya başladı. Bu sefer Komünist partisi yöneticileri de BARZANİ 'ye sığınmak zorunda kaldılar. General KASIM da Abdüsselam ve Abdurrahman ARİF isimli kardeş generaller tarafındandevrildi ve bu iki generalde durumlarını sağlamlaştırmak için Sovyetler Birliği ile flört etmeyebaşladılar. Bunlar da önce Komünist Partisi'ni yasallaştırdılar ve Molla Mustafa BARZANİ'ye otonomi teklifinde bulundular. 

Irak Komünist Partisi Sovyetler Birliği' nin emri ile derhal kardeşgenerallerle anlaştı. BARZANİ teklifi ihtiyatla karşılamıştı otonomi şartları uygulanıncaya kadar dağda kalacağını bildirdi.Generaller Molla Mustafa'yı asi ilan ederek Komünist Partisini üzerine saldılar. Film başa dönmüştü. BARZANİ etkisiz hale getirildi, Komünist Partisi kapatıldı. Partinin üyeleri yeniden BARZANİ'ye sığındılar.Nihayet BAAS (Arap Sosyalist Diriliş Partisi) Partisinin yapmış olduğu devrim ile kardeş generaller iktidardan uzaklaştırıldı ve Irakta 75 60'lı yıllardan günümüze kadar gelen BAAS Partisi ülkeye egemen oldu. BAAS partisi, kendisini Sovyet yanlısı ve anti emperyalist ilan ederek Komünist Partisi'ne bakanlık vaadiyle ortaklık, BARZANİ'ye de bir anlaşma teklif etti. Anlaşmaya göre 1970yılından başlamak üzere Kuzey Irakta Kürt otonomisi tesis edilecekti.BAAS yönetimindeki Irak, Sosyalist ülkelerle iyi ilişkiler tesis ederek hızla silahlandı ve kurmuş olduğu iç güvenlik organizasyonlarıyla iktidarını tamamen sağlamlaştırdı. Bu dönemde Hasan EL BEKR'in devlet başkanı olmasına karşılık ipler Saddam HÜSEYİN'in elinde idi. 
Rus ve Bulgar danışmanlar Saddam'ın iktidarının tesisi için tüm imkânlarını seferber ettiler. BARZANİ ve KDP'si dağlarda otonominin uygulanmaya koyulmasını bekliyorlardı. İki buçuk yılgeride kalmış olmasına rağmen kademe kademe gelecek olan otonomiden haber yoktu. BAAS yönetimi kendisini 
"Ezilen milletlerin dostu olan!" Sosyalist Sovyetler ve Bulgaristanvasıtasıyla iyice pekiştirdiği için, öteden beri hep iç politika hesaplarının piyonu durumuna getirilmiş Kürt aşiretlerini çoktan unutmuştu. BARZANİ'nin KDP'sinin ne önemi vardı. BARZANİ de sürekli ezilen ulusluk tan dem vurarak Irak yönetimini sözünde durmaya davet ediyordu ve Irak yönetiminde yer alan Enternasyonalistleri,  Sovyetleri, Bulgaristan'ı, Romanya'yı ve Doğu Almanya'yı etkilemeye çalışıyordu. 

Fakat Sovyetler ve müttefikleri, Irak gibi bir ülkeyi Ortadoğu'daki çıkarları korunduğu için rahatsız etmiyorlardı. Önemli olan ezilen halklar değilçıkarlardı. 
BARZANİ'nin içinde bulunduğu çıkmaz diğer ülkeler tarafından fark edilince bu sefer İran'daki Kürtlere rağmen İran Şahı, İsrail ve ABD devreye girip insan 
hakları savunucuları kesildiler.İran, Şattül arap bölgesindeki toprak parçasını Irak'ın elinden almak istiyordu. İsrail zaten Irak'ın güçlenmesini istemiyordu, 
ABD ise hem İsrail'e hem de İran'a yardımın yanı sıra genel stratejisi açısından Sovyet yanlısı Irak'ın burnunu sürtmek istiyordu. Bunun üzerine İran kendi 
topraklarını BARZANİ ve KDP ye açtı. ABD ve İsrail'den gelen silah,76 cephane ve para ile İran Şahı kısa sürede BARZANİ'nin yüz bine yakın adamını, 
silahlandırıp Kuzey Irak'a yerleştirdi.Irak ise, bunun üzerine Sovyet askeri danışmanları ve Komünist Partisi militanlarını da yanına katarak BARZANİ'ye karşı saldırıya geçti.

Fakat her şeye rağmen, İran'ı geri cephe olarak kullanan ve önemli ölçüde lojistik destek gören BARZANİ'ye baş eğdirmek mümkün olmuyordu. 
Zor durumda kalan Irak, İran'la temasa geçerek 1975 yılında Cezayir'de yapılan anlaşma ile Şattülaraptaki toprakları İran'a geri verdi. Ayrıca Sovyetler le 
olan ilişkilerini gevşeterek Batı'ya yanaşacağını vaadetti. Bunun üzerine BARZANİye yapılan yardım ve verilen destek sanki bıçakla kesilmiş gibi birdenbire bitiverdi. Yüz binlerce  BARZANİ'ci Sovyet danışmanları emrindeki Irak Tümenlerinin saldırısına uğradı.Kürtler birkaç gün içinde kendilerini İran ve Türkiye'ye zor attılar. İran'a geçenler silahsızlandırılarak kamplara alındı, Türkiye'dekilerin büyük bir bölümü ellerinde silahlarıyla sınır boylarında rahatça yaşadılar ve Şemdinli, Çukurca, Uludere, Silopi bölgelerine yerleştiler.Irakta kalıp kaçamayanların binlercesi kurşuna dizilerek öldürüldü, önemli bir kısmı Güney Iraktaki Arap çöllerine sürüldüler.O günleri yaşayanlar bilirler, yaşamayanlar arşivleri karıştırıp öğrenebilirler. Her zaman olduğu gibi başlangıçta Kürtler ayartılmış ve kışkırtılmıştır. Sovyetler ve yandaşları ile batının insanhakları savunucusu (!) ülkeleri anlaşınca Irak ordusu Kürt sürek avına çıkarılmıştır. Çıkarlarını elde edenler Saddam'ın napalmları altında can veren Kürtlerin feryatlarına kulaklarını tıkıyorlardı. Bu filimler günümüze kadar birkaç defa tekrarlanmıştır. 
Hadiseler son derece düşündürücü sonuçlarla dolu iken bölge insanının cehaletin den yararlanarak aynı oyunların tekrar tekrar sahnelenmesine seyirci 
kalmak, o rezil sahnelerde rol almak, Serihıldan denen düzmecelere ve PKK isimli Kürt kıyma makinasına katılmanın anlaşılması çok zordur.77 
Türkiye kısmen de olsa oynanan oyunların farkındadır; İngiltere,-Fransa, Almanya, İran,Suriye, Irak gibi güçlerin şarlatanlığına engel olmak için çaba 
sarf ediyor. Kürtleri son iki yüzyıldır adeta bir piyon gibi kullanan; her kullanışta parçalanmış, posası çıkmış bir vaziyette paçavra gibi kenara atan bu ülkeler 
değil midir?Kürtlerin gene perişan olmalarını engellemek için; Türkiye parmağını oynattığı an bu şarlatanlardan ve Türkiye'deki işbirlikçilerinden hemen 
"İnsan haklan!" feryatları duyulmaktadır.Kürt insanı arasında da bazı uşakların çok ucuz çıkarlar uğruna aşiretini, akrabalarını,kardeşlerini peşkeş çekmelerine 
ne demeli? Diğer bir acı durum da; Türkiye'de kendilerine aydınyaftası yapıştıran bazı sığ düşünceli ruhsuzların da bu şarlatanlar korosuna katılmasıdır.
V Kürt tarihinde kendi aşiretini ve akrabalarını peşkeş çekenlerden birisi de Ortadoğu'da siyasi işportacılığı meslek haline getirmiş olan Celal TALABANİ isimli insanlık fukarasıdır.Önceleri BARZANİ ile beraber hareket eden bu şahıs, daha sonra BARZANİ'nin İran Şahı ile anlaşması üzerine Irak'a sığınmış; 
Irak BAAS Partisi, Irak Komünist Partisi, Rusya ve Bulgaristan'la birlikte BARZANİ' cileri ezme harekatına katılmıştır. 

Saddam HÜSEYİN'e "Demir yumruğunuzu selamlıyorum" diyen TALABANİ değil midir? Suriye'de ikamet etmekte iken 1978 yılında Rusya'nın Irak ile Suriye'yi 
barıştırması ve SADDAM ile ESAD arasında dostluk gelişmesi üzerine yeniden piyasaya sürülmüştür. Oyunşudur; 1975 yılında İran ve Türkiye'ye sığınan 
IRAK KDPsi yeniden 1977 yılında KIYADEMUVAKKAT (Geçici Komite) ın kurulmasıyla Kuzey Irak'a yerleşmişlerdir. SADDAM bundanönemli ölçüde rahatsız olmuştur. 
Suriye'de ESAD yönetimine durumu bildirir, Hafız ESAD yönetimi de Celal TALABANİ'ye adamlarını ve Türkiye üzerinden Kuzey Iraktaki KDP kuvvetlerini kuşatmalarını, SADDAM'ın güneyden geleceğini, KDP'nin Türkiye'ye kaçmalarını önlemelerini emreder. Ancak, o dönemde Celal TALABANİ'nin yeterli adamı yoktur. 
Bunu Suriye yönetimine bildirir, Suriye İstihbaratı hemen harekete geçer ve bir Kürt78 Sosyalist Partisi kurulur. Sosyalist TALABANİ 'nin, 
ABD ve İsrail masası olan BARZANİ'yi (!) Irak Kürdistanın dan kovup Sosyalist Irakta bir Özerk Kürdistan kuracağını propaganda eder.Kısa sürede 
Suriye İstihbaratının kurmuş olduğu "Kürt Sosyalist Partisi" yüzlerce Kürt gencini toplayarak TALABANİ'nin emrine verir, fakat senaryo planlanan şekilde sonuçlanmaz. 

Irak ve Türk topraklarında çok sayıda insan ölür. Kürtler bir kez daha Suriye, Irak ve TALABANİ tarafından iğfal edilir. Bu olay mazlum bir halkın nasıl iğfal edildiğine dair çarpıcı bir örnektir.Kendi kendimize şunu sorabiliriz; bu insanlar neden bu kadar çabuk ayartılabiliyor ? Neden defalarca aynı tuzaklara düşüyorlar? 
Bu insanların basireti mi bağlanmıştır? Evet buna basireti bağlanmak denir, mazlumluk ve saflık denir.Çünkü uzun yıllar İngilizler, Fransızlar, Ruslar, 
Araplar ve BAAS'çı-lar o insanları oluşturmuş oldukları tuzaklar sayesinde insanlıktan çıkarmışlar ve Kürt kardeşlerini koruyup kollamaktan birinci derecede sorumlu olan Türkiye Cumhuriyeti dış kamuoyu baskısı bir yana, içerideki insanlık fukarası kişilerin kompleksleri yüzünden kabuğuna çekilmiş adeta seyirci kalmıştır.. 
Irak ve Kürtlerin durumuna kısaca bir göz attıktan sonra şimdi de esas konumuz olan PKK'ya dönelim. Yapılan planlar gereği Kuzey Irak'tan Türkiye'ye giriş yapılacaktı. PKK, kuzey Irak topraklarını sıçrama tahtası olarak düşünüyordu. Ancak bir sorun vardı ve PKK o güne kadar bütün sol ve sosyalist güçlerden daha ateşli bir biçimde Mesut BARZANİ liderliğinde yeniden Kuzey Irakta üslenen Irak KDP'sine "İlkel Milliyetçiler, Feodal gerici güruh, Amerikan uşakları, İsrail maşaları..." 
gibi yakıştırmalarla hücum etmişti. Gerçekten de Mesut BARZANİ liderliğinde ki Irak KDPsi, o zamana kadar yukarıda değindiğimiz nedenlerden dolayı başta 
Ortadoğu olmak üzere tüm dünyadaki sol güçlerce tecrit edilmişti. PKK gibi katı Marxist-Leninist örgütler bir yana, en ılımlı solcular 79 bile BARZANİ'yi tehlikeli bir emperyalizm maşası olarak görüyordu. Bu aslında insanlık,ezilmişlik adına, insan emeği adına olayları ve dünyayı tahlil eden zavallı solcu mantığının 
fukaralığının tescilidir. Fakat, Mesut BARZANİ de bu dönemde aşiretini yeni bir maceraya veyeni bir felakete sürüklemek için birtakım arayışlar içindeydi. 
Yani Mesut BARZANİ, başında bulunduğu KDP'sine sol güçler arasında yeni. bir yer bulmak için çırpınıyordu. Sovyetlerin Ortadoğudaki komisyoncularının eteklerinden çekiştirip sanki "Ne olur beni affedin, ben ettim siz etmeyin" diyordu. Daha birkaç yıl önce Sovyet Miglerinin attığı Napalm bombaları altında can veren,yakılıp yıkılan iki bin kürt köyünü unutup yeni bir patron arıyordu. İşte tam bu sırada PKK'nın arkasındaki gizli güçler devreye girdiler. Bundan büyük av olamazdı ve üstelik kendi ayaklarıyla gelip tuzağa düşüyordu.PKK ile BARZANİ KDP'sini sihirli bir el, 1982 yılı sonlarında bir araya getiriverdi.Anlaşmadan hemen sonra PKK gruplar halinde militanlarını Kuzey Iraktaki KDP denetiminde bulunan bölgeye yerleştirdi.. Bazı PKK yöneticileri de Şam havaalanından uçağa binerek, önce İran-Tahran'a sonra da kara yoluyla Kuzey Irak sınırına gelerek buraya yerleştiler. Bu anlaşmadan sonra Mesut BARZANİ muradına erdi ve solcu çevrelerden itibar görmeye başladı. Suriye'ye davet edildi. Çünkü Hafız ESAD yönetimi, Irak topraklarında Suriye adına SADDA-M'a karşısavaşacak bir piyon arıyordu. Irak, 1982 yılı başlarında Suriye'nin HAMA kentinde patlat veren olaylarda Müslüman Kardeşler örgütüne geri cephelik görevi yapıyordu. Suriye bu nedenle, Irak'ı cezalandırmak, Celal TALABANİ ile Mesut BARZANİ'yi birlikte devreye sokmak istiyordu. BARZANİ Şam'da iken hemen bir KDP bürosu açıldı ve KDP ileri gelenleri, Kuzey Irak'a silah ve para akıtmaya başladılar. 

8.Cİ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***