12 Eylül 2019 Perşembe

TÜRKİYE-AB VİZE MUAFİYETİ SÜRECİ VE GERİ KABUL ANLAŞMASI HAKKINDA TEMEL SORULAR VE YANITLARI BÖLÜM 2

TÜRKİYE-AB VİZE MUAFİYETİ SÜRECİ VE GERİ KABUL ANLAŞMASI HAKKINDA TEMEL SORULAR VE YANITLARI BÖLÜM 2




10. Vize muafiyeti süreci ve Geri Kabul Anlaşması ABAD’ın ortaklık hukukuna dayanarak Türk vatandaşları lehine vermiş olduğu kararlara halel getirmekte midir?

Vize muafiyeti süreci Türk vatandaşlarının ortaklık hukuku çerçevesinde kazanmış olduğu haklardan bağımsızdır ve bu haklara halel getirmemektedir. 
Bir başka ifadeyle, vize muafiyeti süreci, ortaklık hukukundan kaynaklanan haklarımızın hayata geçirilmesine, kullanılmasına herhangi bir engel oluşturmamaktadır. 

Nitekim, ortaklık hukukumuzdan kaynaklanan haklar bakımından herhangi bir kaybımızın olmayacağı Geri Kabul Anlaşması’nda açıkça düzenlenmiştir. Geri Kabul Anlaşması’nın 18/2. maddesinde Anlaşma’nın, taraflardan birinin topraklarında yasal olarak ikamet etmiş/etmekte ya da çalışmış/çalışmakta olanların hakları da dâhil olmak üzere, Ankara Anlaşması’nda, ilgili Ortaklık Konseyi Kararlarında ve ABAD’ın ilgili içtihadında öngörülen hak ve yükümlülüklere tam olarak saygı göstereceği belirtilmiştir.


11. Türkiye, vize muafiyeti sürecinde, transit vize uygulaması da dahil AB’nin üçüncü ülkelere yönelik vize politikasını uygulamak zorunda mıdır? 

Daha önce başka ülkelerle imzaladığımız vizesiz seyahat anlaşmalarının akıbeti ne olacaktır? 
Türkiye, vize diyaloğu sürecinin temel alacağı Meşruhatlı Yol Haritası’na dercettiği üzere, transit vize uygulaması da dâhil, AB’nin vize politikasına AB’ye tam üye olduğunda uyum gösterecektir. Başka bir ifadeyle Türkiye, çeşitli ülkelerle yürürlüğe koyduğu ikili vizesiz seyahat anlaşmalarını AB’ye tam üye olana kadar muhafaza edebilecektir.

12. Türk vatandaşları için Schengen ülkelerine vizesiz seyahat ne zaman başlayacaktır?

Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması’nda, tarafların, bir diğerinde bulunan ve Anlaşma’da belirlenen şartlara uyan düzensiz göçmen durumundaki üçüncü ülke vatandaşlarını Anlaşma’nın yürürlüğe girmesinden itibaren 3 yıllık bir geçiş süresi sonun-da kabul etmeye başlayacakları öngörülmüştür. Bu çerçevede, Türkiye, ülkesi üzerinden AB ülkelerine yasa dışı yollarla giden üçüncü ülke vatandaşlarını Anlaşma yürürlüğe girdikten 3 yıl sonra geri almaya başlayacak tır. Bu durum, AB üzerinden Türkiye’ye gelecek düzensiz göçmenlerin ilgili AB ülkelerine iadesi için de geçerlidir.

Türkiye, vize muafiyeti sürecini başarıyla tamamladığı ve üçüncü ülke vatandaşlarının geri kabulüne ilişkin uygulamayı başlattığı zaman, (AT) 539/2001 sayılı Konsey Tüzüğü’nde bir değişiklik yapılacaktır. Bu değişiklikle Türkiye, söz konusu Tüzüğün ekinde yer alan ve vize uygulanacak ülkelerin yer aldığı negatif listeden vize muafiyetine sahip ülkelerin bulunduğu pozitif listeye alınacak ve Türk vatandaşları için vize muafiyeti gerçekleşmiş olacaktır. 

Konsey, Türkiye’ye vize serbestisi sağlanmasına yönelik kararını nitelikli çoğunlukla vereceğinden, tüzük değişikliği için tüm AB üyesi ülkelerin onayına gerek bulunmamaktadır.

Dolayısıyla Türk vatandaşlarının İngiltere ve İrlanda hariç AB üyesi ülkelere vize almadan gidebilmeleri Geri Kabul Anlaşması’nın yürürlüğe girmesinden en geç 3-3,5 yıl sonra başlayacaktır. Türkiye’nin Meşruhatlı Yol Haritası ile Geri Kabul 
Anlaşması’ndaki koşulları daha hızlı bir şekilde hayata geçirip, üçüncü ülke vatandaşlarının kabulünü daha öne çekebilmesi durumunda, tabiatıyla vize muafiyeti de buna paralel olarak daha erken başlayabilecektir.

13. Vize muafiyeti ile Türk vatandaşları hangi ülkelere vizesiz olarak girebilecektir? Schengen Alanı’na dâhil olmayan ülkelerin durumu ne olacaktır?

Türk vatandaşlarına vize muafiyeti gerçekleştiğinde, Schengen Alanı’na dâhil olan AB üyesi ülkelere vizesiz olarak gidilebilecektir. 
Henüz Schengen Alanı’na dâhil olmayan Romanya, Bulgaristan, Hırvatistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi AB’nin vize politikasını uygulamak zorunda olduklarından, bu ülkelere de vizesiz seyahat mümkün olacaktır. 

İngiltere ve İrlanda ise, Schengen müktesebatı bakımından sahip oldukları özel durumdan dolayı kendi vize politikalarını sürdürmektedirler. Dolayısıyla, karşılıklı olarak ayrıca bir vizesiz seyahat anlaşması imzalanmadığı takdirde, İngiltere 
ve İrlanda’ya vizesiz giriş mümkün olamayacaktır. Bu çerçevede, Geri Kabul Anlaşması’nın uygulanması ile vizesiz seyahat imkânı arasında oluşturulan ilişki çerçevesinde Türkiye, sadece Türk vatandaşlarına vizeyi kaldıran AB üyesi ülkelerden gelecek iade taleplerini değerlendirecek ve Anlaşma’da belirtilen şartları taşıyanları kabul edecektir. 

Bu husus Meşruhatlı Yol Haritası’na tarafımızdan derecelendilmiştir. 

14. Geri Kabul Anlaşması ne zaman yürürlüğe girecektir?

Geri Kabul Anlaşması, Türkiye ve AB’nin Anlaşma’yı kendi usullerine (Türkiye bakımından TBMM tarafından onaylanması ve Resmi Gazete’de yayımlanması gerekmektedir) uygun olarak onaylamalarını müteakip, akit tarafların birbirlerine onay için gerekli usulleri tamamladıklarını bildirdikleri tarihi takip eden ikinci ayın birinci gününde yürürlüğe girecektir.

Geri Kabul Anlaşması’nın 4. ve 6. maddelerinde ortaya konulan yükümlülükler (üçüncü ülke vatandaşlarının kabul edilmesi) genel anlamıyla Anlaşma’nın yürürlüğe giriş tarihinden 3 yıl sonra uygulanmaya başlayacaktır. Ancak, Türkiye ile ikili geri kabul anlaşması veya benzer düzenlemeleri bulunan üçüncü ülkelerin vatandaşları ve vatansız kişilerin iadeleri için 3 yıllık geçiş süresi beklenmeyecek ve bu kişilerin iadeleri Geri Kabul Anlaşması yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacaktır.

Tarafların bir diğerinin ülkesinde düzensiz göçmen durumun-da bulunan vatandaşları bakımından ise Anlaşma, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren geçerli olacaktır. Burada belirtilmesi gereken önemli bir husus, bu durumdaki bir Türk vatandaşı konuyu yargıya taşımışsa, AB’nin bu vatandaşımızı yargı süreci tamamlanmadan iade edemeyeceğine ilişkin bir kaydın vize diyaloğuna temel teşkil edecek Meşruhatlı Yol Haritası’na dercedilmiş olmasıdır.

15. Üçüncü ülke vatandaşlarının Türkiye’ye geri kabulü nasıl uygulanacaktır? 

Geri Kabul Anlaşması’nın üçüncü ülke vatandaşları bakımından yürürlüğe girmesinden sonra, Türkiye üzerinden geçerek AB ülkelerine giden düzensiz göçmenlerin ülkemizden AB üyesi ülkeye geçtiğinin Anlaşma’da belirlenen yöntemlerle belgelenmesi ve bunların Türkiye tarafından değerlendirilip kabul edilmesi durumunda Türkiye’ye iade edilmeleri söz konusu olacaktır. Türkiye’nin AB’nin geri kabul başvurusunu kabul etmemesi durumunda, ilgili kişinin Türkiye’ye iadesi gerçekleşmeyecektir. 

Öte yandan, Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması’nın 7. maddesi uyarınca akit taraflar, Anlaşma kapsamında oluşturulacak Ortak Geri Kabul Komitesi’nin yapacağı düzenleme çerçevesinde geri kabul kapsamında iade edilecek bir kişinin doğrudan menşe ülkesine dönüşünü sağlamak için her türlü çabayı sarf edecektir. Bu hükmün istisnasını sınır bölgesinde yakalananlar oluşturmaktadır. Sınır bölgesinde yakalananlar için “çabuklaştırılmış yöntem” uygulanarak, 3 gün içerisinde yakalayan taraf geri kabul başvurusunda bulunulabilecektir. Çabuklaştırılmış yöntemin uygulanmadığı durumlarda, AB’nin Geri Kabul Anlaşması akdettiği üçüncü ülkelerin vatandaşları Türkiye’ye değil, doğrudan kendi ülkelerine iade edilecektir.

16. AB ülkelerindeki vatandaşlarımızın durumu ne olacaktır? 

Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması, AB ülkelerinde yasal olarak bulunan vatandaşlarımızı hiçbir şekilde etkilemeyecektir. 

Bir başka ifadeyle, Geri Kabul Anlaşması AB ülkelerinde yasal olarak ikamet eden veya çalışan vatandaşlarımızı ilgilendirmemektedir.

Anlaşma, sadece AB ülkelerinde düzensiz göçmen konumundaki vatandaşlarımız bakımından geçerli olacaktır. Esasen, Anayasamızın 23. maddesi vatandaşlarımızın yurda girme hakkından yoksun bırakılamayacağı hükmünü amirdir. Bir başka ifadeyle, Geri Kabul Anlaşması’ndan önce olduğu gibi, Geri Kabul Anlaşması uygulanmaya başladıktan sonra da, AB ülkelerine yasadışı yollarla giriş yapmış veya AB ülkelerinde ikamet ederken herhangi bir sebeple düzensiz göçmen durumuna düşen vatandaşlarımızın Türkiye’ye iadeleri mümkün olacaktır. 

Burada belirtilmesi gereken önemli bir husus, bu durumdaki bir Türk vatandaşı konuyu yargıya taşımışsa, AB’nin bu vatandaşımızı yargı süreci tamamlanmadan önce iade edemeye-ceğine ilişkin bir kaydın vize diyaloğuna temel teşkil edecek 
Meşruhatlı Yol Haritası’na dercedilmiş olmasıdır. 

17. Türkiye, AB ülkelerinin geri gönderdiği tüm üçüncü ülke vatandaşlarını almak zorunda mı kalacaktır? Türkiye bir “göçmen deposu”mu olacaktır?

Türkiye üzerinden geçerek AB ülkelerine giren düzensiz göç-menlerin Türkiye’ye iade edilmeleri ancak bu kişilerin ülkemizden geçerek AB’ye girdiklerinin tarafımızdan kabul edilmesi durumunda söz konusu olabilecektir. Türkiye’nin, AB’den gelen geri kabul başvurusunu Anlaşma’da belirlenen koşullara/kuralara uygun olmadığı gerekçesiyle kabul etmemesi durumunda ilgili kişinin Türkiye’ye iadesi yapılamayacaktır.

Türkiye’nin sınırlarında, ilgili AB ülkeleri ve Frontex’in de (Avrupa Dış Sınırlarda Operasyonel İşbirliği Yönetimi Ajansı) sınırdaşımız AB ülkelerinde aldığı önlemler sayesinde ülkemiz üzerinden geçerek AB’ye giren düzensiz göçmen sayısında 
önemli düşüş kaydedilmiştir. Frontex’in istatistikleri de bu durumu doğrulamakta dır. Nitekim, Frontex istatistiklerine göre 2011 yılında 57.025 olan ülkemiz üzerinden AB’ye geçen düzensiz göçmen sayısı 2012 yılında yaklaşık % 35 düşüşle 37.224 olmuştur. 

Bu sayının, AB’nin mali desteğini de alarak sınırlarımızın korunması ve güvenliği alanında gerçekleştirilecek iyileştirilmelerle her yıl daha da düşeceği, bir başka ifadeyle Türkiye’nin Geri Kabul Anlaşması çerçevesinde kabul etmek durumunda 
kalacağı düzensiz göçmen sayısının makul seviyelerde kalacağı açıktır. Ayrıca, Türkiye’nin, önümüzdeki dönemde üçüncü ülkelerle ikili geri kabul anlaşmaları akdetmesi ve dil laboratuvarları gibi bazı teknik yatırımları hayata geçirmesi sayesinde AB tarafından ülkemize iade edilecek düzensiz göçmenlerin kaynak ülkelere geri gönderilmeleri söz konusu olabilecektir. 


18. Türkiye, BM Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu “coğrafi sınırlama”yı kaldırmak zorunda kalacak mıdır?

Türkiye, mülteci hukuku alanındaki temel sözleşme olan Mül-tecilerin Hukuki Durumuna İlişkin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne ve bu Sözleşmenin 1967 tarihli Protokolü’ne (New York Proto-kolü) taraftır. Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde yer alan seçimlik hakkını kullanarak “coğrafi sınırlama”yı kabul etmiştir. 

Buna göre, Türkiye, ülkesinin doğusundan gelen sığınmacılara mülteci statüsü tanınmamakta, ancak bu kişilerin BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ve Uluslararası Göç Örgütü ile işbirliği içerisinde üçüncü ülkelere yerleştirilmeleri için gerekli çalışmaları yürütmektedir. 

Türkiye, söz konusu coğrafi sınırlamayı kaldırmayı ancak AB üyeliği ile birlikte değerlendirebileceğini Meşruhatlı Yol Haritası’na dercetmiştir. 

19. Geri Kabul Anlaşması ülkemizdeki Suriyelilerin durumunu etkileyecek midir? 

Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması’nın, ülkemizde geçici koru-madan yararlanan ve ülkemizin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi sınırlama nedeniyle mülteci statüsünde değil, “misafir” olarak kabul ettiği Suriye vatandaşlarına etkisi olmayacaktır. Suriye vatandaşları içerisinden, AB ülkelerine yasadışı yollardan girenlerin Geri Kabul Anlaşması çerçevesinde Türkiye’ye iadesi ise, ancak Anlaşma yürürlüğe girdikten üç yıl sonra söz konusu olabilecektir.

20. Geri Kabul Anlaşması’nın ülkemize mali yükü ne kadar olacaktır? AB bu konuda Türkiye’ye mali destek sağlayacak mıdır?

Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması çerçevesinde iade edilecek düzensiz göçmenlerin iade masrafları gönderen ülke tarafından karşılanacaktır. Türkiye’den AB ülkelerine geçtikleri tespit edilerek ülkemize iade edilen düzensiz göçmenlerin geri gönderme merkezlerinde idari gözetim altında tutuldukları süre boyunca barınma ve ülkelerine geri dönüşlerine ilişkin masraflar ise Türkiye tarafından karşılanacaktır. 

Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması’nın yürürlüğe girmesinden bağımsız olarak, Türkiye’de yakalanan ve ülkelerine gönderilmek üzere geri gönderme merkezlerinde tutulan düzensiz göçmenlerin masrafları esasen hâlihazırda da Türkiye tarafından karşılanmaktadır.

Öte yandan, AB’den Türkiye’ye iade edilecek düzensiz göçmen sayısına paralel olarak ülkemizin üstleneceği mali yük de tabiatıyla değişebilecektir. 
Bu mali yükün bir bölümünün Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA) vasıtasıyla gerçekleştirilecek projelerle AB tarafından karşılanması söz konusudur. Bu konudaki görüşme ve hazırlıklar sürdürülmektedir. Nitekim, Geri Kabul 
Anlaşması henüz imzalanmamışken başlayan ve önümüzdeki yıl bitirilmesi planlanan bir IPA projesi çerçevesinde, düzensiz göçmenler için ülkemizde geri gönderme merkezleri inşa edilmektedir. Mevcut programlar ve IPA dışındaki finansal araçlardan yararlanmamız amacıyla AB ile yapılan görüşmeler devam etmekte olup, tarafımızdan Meşruhatlı Yol Haritası’na bu konuda kayıt da düşülmüştür. 

21. Geri Kabul Anlaşması’nın uygulanması konusunda ülkemizin hukuki ve idari kapa-sitesi ne durumdadır?

Göç ve uluslararası korumaya ilişkin mevzuatımızın AB ve uluslararası standartlarla uyumunu sağlayan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, 11 Nisan 2013 tarihinde çıkarıl-mıştır. Bu kanunla yabancıların ülkemize giriş, ülkemizde kalış ve ülkemizden çıkışlarına ilişkin iş ve işlemlerin (göç politika-larının belirlenmesine ilişkin çalışmalar da dâhil olmak üzere) tek bir elden yürütülmesine imkân verecek şekilde İçişleri Bakanlığı’na bağlı “Göç İdaresi Genel Müdürlüğü”kurulmuştur. Bahsekonu kanunun, ikamet izinleri, düzensiz göçmenlerin idari gözetimi ve sınır dışı edilmeleri ile uluslararası koruma 
sistemine ilişkin maddeleri Nisan 2014’de yürürlüğe girecektir.

İdarenin etkinliğini artıracak bu yapılanmanın yanı sıra, başta sınırlarımızın elektronik ve termal cihazlarla donatılması olmak üzere, sınır güvenliğinin artırılması, göçmen kabul ve geri gönderme merkezlerinin kapasitelerinin yükseltilmesi, sınır güvenliğinden sorumlu birimlerimizin birleştirilmesi ve/veya daha etkin hale getirilmesi çalışmaları da devam etmektedir. 

Öte yandan, ekonomik gücünün ve siyasi istikrarının yükseli-şine paralel olarak düzensiz göçmenler için sadece bir geçiş ülkesi olmaktan çıkıp, aynı zamanda hedef ülke haline gelen Türkiye’de, düzensiz göçle mücadele çerçevesinde alınacak önlemlerin ve başta sınır güvenliği ve göç yönetimi olmak üzere, Yol Haritası’nda yer alan birçok yükümlülüğün, ülkemizin iç istikrarı, güvenliği ve huzuru bakımından esasen alınması gereken ve almakta olduğumuz tedbirlerle örtüştüğü de göz ardı edilmemelidir.

https://www.ab.gov.tr/files/pub/turkiye_ab_vize_muafiyeti_sureci_ve_geri_kabul_anlasmasi_hakkinda_temel_sorular_ve_yanitlari.pdf

***

TÜRKİYE-AB VİZE MUAFİYETİ SÜRECİ VE GERİ KABUL ANLAŞMASI HAKKINDA TEMEL SORULAR VE YANITLARI BÖLÜM 1

TÜRKİYE-AB VİZE MUAFİYETİ SÜRECİ VE GERİ KABUL ANLAŞMASI HAKKINDA TEMEL SORULAR VE YANITLARI. BÖLÜM 1




1. Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması temelde neleri içermektedir? 
2. Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması tüm AB ülkelerini kapsıyor mu?
3. Vize Muafiyeti Yol Haritası nedir?
4. AB’nin tarafımıza ilettiği Yol Haritası’nda yer alan yükümlülükler nelerdir?
5. Meşruhatlı (Açıklamalı) Yol Haritası’na neden ihtiyaç duyulmuştur?
6. Türkiye-AB vize muafiyeti süreci hangi aşamalardan oluşmaktadır?
7. Vize muafiyeti süreci ile Geri Kabul Anlaşması neden ilişkilendirilmektedir?
8. Vize Kolaylığı Anlaşması ile Vize Muafiyeti Anlaşması arasındaki farklar nelerdir?
9. Türk vatandaşlarının ortaklık hukuku ile kazanılmış hakları bulunmaktayken, neden vize muafiyeti sürecine girilmiştir? 
10. Vize muafiyeti süreci ve Geri Kabul Anlaşması ABAD’ın ortaklık hukukuna dayanarak Türk vatandaşları lehine vermiş olduğu kararlara halel getirmekte midir?
11. Türkiye, vize muafiyeti sürecinde, transit vize uygulaması da dahil AB’nin üçüncü ülkelere yönelik vize politikasını uygulamak zorunda mıdır? 
Daha önce başka ülkelerle imzaladığımız vizesiz seyahat anlaşmalarının akıbeti ne olacaktır? 
12. Türk vatandaşları için Schengen ülkelerine vizesiz seyahat ne zaman başlayacaktır?
13. Vize muafiyeti ile Türk vatandaşları hangi ülkelere vizesiz olarak girebilecektir? Schengen Alanı’na dâhil olmayan ülkelerin durumu ne olacaktır?
14. Geri Kabul Anlaşması ne zaman yürürlüğe girecektir?
15. Üçüncü ülke vatandaşlarının Türkiye’ye geri kabulü nasıl uygulanacaktır?
16. AB ülkelerindeki vatandaşlarımızın durumu ne olacaktır? 
17. Türkiye, AB ülkelerinin geri gönderdiği tüm üçüncü ülke vatandaşlarını almak zorunda mı kalacaktır? Türkiye bir “göçmen deposu” mu olacaktır?
18. Türkiye, BM Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu “coğrafi sınırlama”yı kaldırmak zorunda kalacak mıdır?
19. Geri Kabul Anlaşması ülkemizdeki Suriyelilerin durumunu etkileyecek midir? 
20. Geri Kabul Anlaşması’nın ülkemize mali yükü ne kadar olacaktır? AB bu konuda Türkiye’ye mali destek sağlayacak mıdır?
21. Geri Kabul Anlaşması’nın uygulanması konusunda ülkemizin hukuki ve idari kapasitesi ne durumdadır?


1. Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması temelde neleri içermektedir?

Geri kabul anlaşmaları, genel olarak, bir ülkede veya sınırları belirlenmiş bir grup ülkede yasadışı olarak bulunan kişilerin anlaşma yapılmış kaynak ülkeye veya en son transit geçiş yaptıkları ülkeye geri gönderilmesini düzenler.

Türkiye-Avrupa Birliği (AB) Geri Kabul Anlaşması mütekabiliyet temelinde, Türkiye’de veya AB’ye üye ülkelerden birinde, ülkeye giriş, ülkede bulunma veya ikamet etme koşullarını sağlamayan veya sağlayamaz duruma düşen kişilerin Anlaşma’da belirlenen şartlar ve kurallar çerçevesinde ilgili ülkeye geri gönderilmesini amaçlamaktadır. 

Bu çerçevede:

• Yasadışı yollarla AB ülkelerine giden veya bu ülkelerde bulundukları sırada yasadışı duruma düşen (örneğin, vize süresini geçiren) Türk vatandaşları ve Türkiye üzerinden Anlaşma’ya taraf diğer ülke veya ülke grubuna geçiş yapmış 
üçüncü ülke vatandaşlarının Anlaşma’da belirlenen şartlar ve kurallar çerçevesinde Türkiye’ye geri alınmasını, 
• Yasadışı yollarla AB ülkeleri üzerinden ülkemize gelen veya Türkiye’de bulundukları sırada yasadışı duruma düşen AB üyesi ülkeler ve üçüncü ülke vatandaşlarının Anlaşma’da belirlenen şartlar ve kurallar çerçevesinde ilgili AB ülkesine iade edilmesini düzenlemektedir. 

Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması’nda, tarafların üçüncü ülke vatandaşlarını Anlaşma’nın yürürlüğe girmesinden itibaren 3 yıllık bir geçiş süresi sonunda kabul etmeye başlamaları öngörülmüştür. Buna göre Türkiye, ülkesi üzerinden AB ülkelerine yasa dışı yollarla giden üçüncü ülke vatandaşlarını Anlaşma yürürlüğe girdikten 3 yıl sonra geri almaya başlayacaktır. 

2. Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması tüm AB ülkelerini kapsıyor mu?

Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması tüm AB ülkelerini kapsamamaktadır. Danimarka ile Birleşik Krallık (İngiltere) ve İrlanda’nın durumu farklılık arzetmektedir.

• Birleşik Krallık (İngiltere) ve İrlanda, AB’nin Özgürlük, Gü-venlik ve Adalet Alanı bakımından farklı kurallara tabi olduklarından, AB’nin vize politikası ve akdettiği Geri Kabul Anlaşmaları bu iki ülkeyi doğrudan/kendiliğinden bağlamamaktadır.
• Danimarka ise, Schengen üyesi olduğu için vize muafiye-ti konusunda yapılacak düzenleme bu ülkeyi bağlamaktadır. 
Ancak, Danimarka’nın Schengen sistemine koymuş olduğu çekince bağlamında Geri Kabul Anlaşması bu ülkeye uygulanmayacaktır. 
Bu nedenle, Geri Kabul Anlaşması’nda Türkiye ve Danimarka arasında ayrıca bir geri kabul anlaşması akdedilmesi öngörülmektedir. 
3. Vize Muafiyeti Yol Haritası nedir?Vize Muafiyeti Yol Haritası, AB’nin vize muafiyeti vermek üzere koşulluluk ilkesi çerçevesinde ilgili ülke ile başlattığı görüşmelere temel teşkil eden belgedir. Yol haritalarında, seyahat belgelerinin güvenliği, göç ve sınır yönetimi, kamu düzeni ve güvenliği ile temel haklar gibi alanlarda AB müktesebatına uyum ve etkili uygulamayı içeren koşullar yer almaktadır. 

Vize Muafiyeti Yol Haritası AB Konseyi’nin bilgisi ve onayı dâhilinde Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanmakta ve ilgili ülkeye sunulmaktadır. 
Vize muafiyeti sürecinde, AB tarafı ilgili ülkenin Yol Haritası’nda yer alan koşulları yerine getirip getirmediğini izlemektedir. 
Bu izleme süreci, vize muafiyetinin tanınması bakımından önemlidir. 

4. AB’nin tarafımıza ilettiği Yol Haritası’nda yer alan yükümlülükler nelerdir?

Esas itibari ile Vize Muafiyeti Yol Haritası, seyahat belgelerinin (pasaport vb.) güvenliği, göç yönetimi, kamu düzeni ve güvenliği ile temel haklar gibi vize muafiyeti ve Geri Kabul Anlaşması’nın düzgün bir şekilde uygulanmasıyla ilgili kurallar ve yükümlülükler içermektedir. Bu bağlamda, Yol Haritası’nda;

• Seyahat belgelerinin güvenliği konusunda, pasaportların AB standartlarına uygun olarak hazırlanması (biyometrik pasaport), pasaport, kimlik kartı ve diğer benzeri belgelerin güvenliğinin temin edilmesi,
• Göç yönetimi konusunda, sınırlarda yeterli kontrol ve gözetimin sağlanması, uluslararası koruma ve yabancılarla ilgili işlemlerde AB müktesebatına uyum ve etkili uygulamanın gerçekleştirilmesi, 
• Kamu düzeni ve güvenliği konusunda, örgütlü suçlar, terör ve yolsuzlukla mücadele edilmesi ve bu suçların önlenmesi, bu kapsamda terörizmin finansmanı, insan ticareti ve siber suçlara ilişkin AB müktesebatına uyum sağlanması, cezai konularda adli işbirliği yapılması, kişisel verilerin korunması, 
• Temel haklar konusunda, vatandaşlar arasında ayırım yapılmaması, herkesin serbest seyahat imkânlarından yararlanması, mülteciler ve vatansızların kimlik belgelerine erişimi gibi bazı yükümlülükler yer almaktadır.

Yol Haritası’nda yer alan yukarıda kayıtlı koşulların büyük bir kısmı, başta 6458 sayılı “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu” olmak üzere, ilgili mevzuatımızda son dönemlerde gerçekleştirilen düzenlemeler ve iyileştirmelerle esasen karşılanmış bulunmaktadır. Ayrıca, başta sınır güvenliği ve göç yönetimi olmak üzere, Yol Haritası’nda yer alan birçok talep ve yükümlülük, ülkemizin iç istikrarı, güvenliği ve huzuru bakımından almamız gereken ve almakta olduğumuz tedbirlerle büyük ölçüde örtüşmektedir.

5. Meşruhatlı (Açıklamalı) Yol Haritası’na neden ihtiyaç duyulmuştur? 

Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan Yol Haritası’nda gerek vize muafiyeti, gerekse Geri Kabul Anlaşması’nın uygulanmasıyla doğrudan ilişkisi bulunmayan ve ülkemizce kabulünün uygun olmayacağı değerlendirilen bazı hususlar tespit 
edilmiştir. Bunun üzerine, AB ile yürütülen müzakereler neticesinde, ülkemizin çekince ve görüşlerinin yer aldığı Meşruhatlı Yol Haritası oluşturulmuştur. AB tarafı ilk kez, vize muafiyeti diyaloğunun meşruhatlı bir yol haritası üzerinden yürütülmesini kabul etmiştir. Meşruhatlı Yol Haritası’na dercedilen belli başlı hususlar şunlardır:

• Türkiye, Mültecilerin Hukuki Statüsüne ilişkin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne dercettiği, kısaca ülkesinin doğusundan gelecekleri mülteci olarak kabul etmeyeceğine ilişkin “coğrafi sınırlamayı” kaldırmayı ancak AB’ye tam üye olma 
aşamasında değerlendirilebilecektir.
• Türkiye, bazı üçüncü ülkelere transit vizeyi de içeren AB’nin vize politikasını AB’ye üye olduğunda üstlenecektir.
• Türkiye, Yol Haritası’nda sayılan bazı uluslararası anlaşma, sözleşme ve protokollerden sadece vize muafiyeti ve Geri Kabul Anlaşması’nın düzgün işlemesiyle doğrudan ilgisi bulunanlara taraf olacaktır. 

Geri Kabul Anlaşması’nın uygulanmasıyla ilgili olarak, bütçemize önemli yük getirecek konularda AB’nin mevcut mali yardım araçlarıyla sağladıklarının dışında ilave yardım vermesi AB tarafınca değerlendirilecektir. 

6. Türkiye-AB vize muafiyeti süreci hangi aşamalardan oluşmaktadır?

Türkiye-AB vize muafiyeti süreci, AB Konseyi’nin 21 Haziran 2012 tarihinde açıkladığı Sonuç Kararları ile Avrupa Komisyonu’na, nihai hedefi Türk vatandaşlarına yönelik Schengen vizesi uygulanmasının kaldırılması olan vize muafiyeti sürecini başlatma izni vermesiyle fiilen başlamıştır. Aynı tarihte, tarafların Geri Kabul Anlaşması metniyle mutabık olduklarını teyit etmek üzere, anılan Anlaşma parafe edilmiştir. 

Bir sonraki aşamada, Avrupa Komisyonu tarafından Vize Muafiyeti Yol Haritası hazırlanmıştır. Ancak, AB tarafından hazırlanan Yol Haritası’na konuyla doğrudan ilgisi bulunmayan bazı hususlarda talep ve şartlar dercedilmiş olduğunun görülmesi üzerine, AB ile yürütülen müzakereler neticesinde Meşruhatlı Yol Haritası hazırlanmış ve vize diyaloğunun Meşruhatlı Yol Haritası temel alınarak yürütülmesi kararlaştırılmıştır. Bu uzlaşı sonunda, 16 Aralık 2013 tarihinde Geri Kabul Anlaşması imzalanmış ve Türkiye ile AB arasında Vize Muafiyeti Diyaloğu res-men başlatılmıştır. 

Bu sürecin başarıyla tamamlanması halinde, Türkiye, ilgili AB Tüzüğü’nde vize serbestisine sahip ülkelerin bulunduğu pozitif listeye alınacak ve böylece Türk vatandaşları için vize muafiyeti gerçekleşmiş olacaktır. 

7. Vize muafiyeti süreci ile Geri Kabul Anlaşması neden ilişkilendirilmektedir?

AB’nin koşulluluk ilkesi çerçevesinde, komşu ülkeler bakımından teşvik edici bir dış politika aracı olarak benimsediği vize muafiyeti stratejisi, AB’nin Doğu’ya doğru genişleyen sınırlarını düzensiz göçe karşı koruyacak şekilde tasarlanmıştır. Bu çerçevede, yakın coğrafyasındaki ülkelerle geri kabul anlaşmaları imzalaması ve uygulaması AB’nin bu ülkelere vize kolaylığı veya vize muafiyeti tanıma sürecinin bir ön koşulu olarak ortaya çıkmaktadır. Geri Kabul Anlaşması’nın uygulanmasının yanı sıra, yine AB’nin koşulluluk politikasına paralel olarak, sınır denetiminden göç yönetimine, belge güvenliğinden temel haklara kadar geniş bir yelpazede atılacak adımlar neticesinde, o ülke vatandaşlarına önce vize kolaylığı sağlanmakta, sonra da vize muafiyeti verilmektedir. 

8. Vize Kolaylığı Anlaşması ile Vize Muafiyeti Anlaşması arasındaki farklar nelerdir?

AB’nin Batı Balkanlar dâhil üçüncü ülkelerle yürütmüş ve hâlihazırda yürütmekte olduğu vize muafiyeti süreçlerine bakılacak olursa, geri kabul anlaşması koşulu karşılığında önce vize kolaylığı anlaşması yapıldığı görülmektedir. Vize kolaylığı 
anlaşmaları bona fide olarak adlandırılan işadamları, akademisyenler, sporcular vb. gibi belli kategorilerdeki kişilere uzun süreli ve çok girişli vize verilmesini, tüm başvurular için Konsolosluklar tarafından talep edilen belgelerin sayılarının 
azaltılmasını ve standart hale getirilmesini, vize başvuru ücretlerinin düşürülmesini ve vize başvuru sürelerinin kısaltılmasını içermektedir. 

AB, daha sonraki aşamada ilgili ülkeyle vize muafiyeti diyaloğu başlatmakta ve bu ülkelerin yapması gerekenleri içeren vize muafiyeti yol haritaları hazırlamaktadır. 

İlgili ülkenin Vize Muafiyeti Yol Haritası’nda belirtilen kriterleri yerine getirmesi halinde ise, bu ülkeye vize muafiyeti sağlanmaktadır. 
AB’nin vize kolaylığı anlaşmaları imzaladığı ülkelerin hemen hepsine, bu anlaşmaların tümüyle yürürlüğe girmesinden 2-3 yıl sonra vize muafiyeti sağladığı görülmektedir. 

Türkiye açısından konuya bakıldığında, geçmiş tecrübelerimiz ışığında, önce geri kabul ve vize kolaylığı anlaşmalarının imzalanması yerine doğrudan vize muafiyeti görüşmelerine geçilmesi ve Geri Kabul Anlaşması’nın vize muafiyetiyle ilişkilendirilmesi yöntemi tercih edilmiştir. Bir başka ifadeyle, Batı Balkan ülkeleri önce Geri Kabul Anlaşması’nı yürürlüğe koyup vize diyaloğuna girerken, Türkiye Geri Kabul Anlaşması’nı son aşamaya bırakmış olmaktadır. Öte yandan, ülkemiz, vize kolaylığının ülkelerle ikili temelde ele alınmasının daha uygun olacağını değerlendirmiş ve bu konuda çeşitli AB üyesi ülkelerle ikili protokoller imzalamaya başlamıştır. 

9. Türk vatandaşlarının ortaklık hukuku ile ka-zanılmış hakları bulunmaktayken, neden vize muafiyeti sürecine girilmiştir? 

Türk vatandaşlarının Türkiye-AB ortaklık hukuku ile bu hukuk temelinde verilmiş Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) kararları ve üye ülke mahkemeleri tarafından onaylanmış bazı kazanılmış hakları bulunmaktadır. Ancak, ortaklık hukuku sadece iş kurma veya hizmet sunma serbestisinden yararlanmak ve AB ülkelerinde işçi olarak çalışmak isteyen vatandaşlarımızın durumlarını düzenlemektedir. Bu bağlamda yeni kısıtlama getirme yasağı (standstill) çerçevesindeki haklar tüm vatandaşlarımız için değil, sadece belli kategorilerdeki vatandaşlarımız için söz konusu olmaktadır. Ayrıca, ortaklık hukukuna göre standstill kuralı uyarınca tüm AB üyesi ülkeler bakımından farklı kurallar geçerlidir. Bir başka ifadeyle, ilgili AB üyesi ülke Katma Protokolü kabul ettiği tarihte vize uyguluyor idiyse, standstill vize muafiyeti bağlamında anlam ifade etmemektedir. 

Ayrıca, tüm girişimlerimize rağmen ortaklık hukuku çerçevesinde ABAD veya ulusal mahkemeler tarafından vatandaşlarımız lehine verilen kararların, ilgili ülkelerde etkili ve yeknesak bir şekilde uygulamaya geçirilmediği, emsal karar olarak değerlendirilmediği görülmektedir. Buna ilaveten, ABAD’ın Demirkan davasında, AB ülkelerine turizm amaçlı seyahatler de dahil olmak üzere hizmet alma serbestisinin hizmet sunma serbestisi kapsamında değerlendirilemeyeceği hükme bağlanmıştır. ABAD bu kararıyla, ortaklık ilişkisine dayanarak hizmet alma amacıyla AB ülkelerine giden Türk vatandaşlarına vize muafiyetinin sağlanmasının mümkün olamayacağını ortaya koymuştur.

Oysa, AB ile Türkiye arasında yürütülmekte olan vize muafiyeti süreci başarıyla tamamlandığında sadece belli kategorideki Türk vatandaşlarının değil, tüm Türk vatandaşlarının bu aşamada İngiltere ve İrlanda hariç, AB üyesi ülkelere üç aya kadar vizesiz seyahati mümkün olacaktır.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

AB' den Suriyeli Mülteciler İçin Türkiye’ye 1,5 Milyar Euro

AB' den Suriyeli Mülteciler İçin Türkiye’ye 1,5 Milyar Euro


14 Mart 2019


Belçika’nın başkenti Brüksel’de Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği (AB) öncülüğünde yapılan Suriye'nin ve Bölgenin Geleceğinin Desteklenmesi" konferansında konuşan AB Dış Politika Şefi Federica Mogherini AB’nin Suriyeli mültecileri barındıran Türkiye’ye destek için 1,5 milyar euro vereceğini söyledi.

Bu para Ankara ve AB arasında Türkiye’nin topraklarındaki mültecilerin Avrupa’ya geçmesini önlemesi için yapılan anlaşma kapsamındaydı. AB Türkiye’ye bugüne kadar Suriyeli mülteciler için 3 milyar euro yardım yaptı.

ABD Suriyeli Mülteciler için Türkiye’ye 81 Milyon dolar aktaracak


Konferansa katılan ülkelerden ABD’nin Dişişleri Bakanlığı da Suriye’ye yapılan yardımların miktarıyla ilgili bir açıklama yaptı. Buna göre ABD 2019-2020 Mülteci Destek Programı kapsamında Suriye’ye ve bölgeye 397 milyon dolardan fazla insani yardım yapacağını açıkladı.

Böylece ABD’nin Suriye’deki krize yönelik yaptığı yardımın miktarı krizin başlamasından bu yana 9,5 milyar dolara yükselecek.



Açıklamada ABD’nin Türkiye’ye Suriyeli mültecilere destek için 81 milyon dolar vereceği belirtildi. Böylece Türkiye’ye Suriye’de insani krizin tırmandığı 2012’den bu yana yapılan yardım 814 milyon doları bulacak.



ABD bu yıl Suriye’ye 135 milyon dolar, Lübnan’a 97 milyon dolar, Ürdün’e 57 milyon dolar, Irak’a 18 milyon dolar ve Mısır’a 6 milyon dolar yardım yapacağını, bölge genelinde ihtiyaçların karşılanması için ayrıca 3 milyon dolar bağışlayacağını duyurdu. Açıklamada ABD’nin Suriye insani krizi için bu yıl harcayacağı paranın 397 milyon dolar, toplamda krizin başlamasından bu yana harcadığı paranınsa 9,5 milyar dolar olduğu belirtildi.

Çavuşoğlu: “Daha hızlı çözümlere ihtiyacımız var”


Konferansın açılış konuşmasını Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu yaptı. Cenevre görüşmelerinin yanı sıra Astana sürecinin şiddeti azaltma konusunda etkisinin altını çizen Çavuşoğlu Anayasa Komitesi kurulmasının son aşamasına gelindiğini kaydetti ve bunun Suriye'de BM denetiminde adil ve özgür seçimlerin gerçekleşmesi için ortam sağlayacağını söyledi.

Çavuşoğlu, İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’nin de Türkiye ile Avrupa'ya yeni bir göç akınının önüne geçme konusunda başarılı olduğunu bildirdi.

Çavuşoğlu, ABD’nin Suriye’den çekilmesinin ardından siyasi boşluğun oluşmasının ve terör örgütlerinin ve rejimin durumu istismar etmesinin engellenmesi gerektiğini hatırlattı.


5,6 milyon Suriyeli’nin başta Lübnan, Ürdün ve Türkiye olmak üzere komşu ülkelere sığındığını belirten Çavuşoğlu birçok ülkenin mültecilerin durumuna duyarsız kaldığını da sözlerine ekledi.

Lübnan ve Ürdün gibi Türkiye’nin de 3,6 milyon mülteciye kapılarını açtığını hatırlatan Çavuşoğlu “Bugüne kadar Türkiye'de yaşayan Suriyeliler’e 37 milyar dolar harcadık. Suriyeliler yerel halkla barış ve uyum içinde yaşayabilsin diye kapsamlı bir sosyal uyum politikası benimsedik. Çabalarımız sayesinde 1 milyon okul çağındaki Suriyeli’den 650 bini eğitimine devam ediyor. İki yılda eğitime katılım oranını yüzde 30'dan yüzde 62'ye çıkardık" dedi.

Çavuşoğlu, Türkiye'nin çabalarını tek başına sürdürmesinin ise mümkün olmadığını bildirdi ve “Daha iyi ve hızlı çözümlere ihtiyacımız var" dedi.

Konferansta BM’nin mültecilerle ilgili daireleri, sivil toplum örgütleri ve düşünce kuruluşları Suriye’de 400 binden fazla kişinin ölümüne, mülteci akınına ve Suriye’nin komşularıyla Avrupa’da istikrarsızlığa yol açan çatışmaların sona ermekten hala uzak olduğu uyarısında bulundu.


Suriye’de halkın yüzde 80 kadarı yoksulluk içinde yaşıyor, mülteciler şiddet, mecburi askerlik ya da hapise girme korkusuyla ülkelerine dönmekten çekiniyor. Şu ana kadar Suriye’den kaçanların sayısının 6 milyon kadar olduğu sanılıyor. Bu kişilerin yaklaşık 4 milyonu Türkiye’de. Geri kalanı Ürdün ve Lübnan gibi ülkelerde zor koşullarda yaşıyor.

BM, bu yıl yaklaşık 3,3 milyar doların sadece Suriye’ye, 5,5 milyar doların ise Suriyeli mültecilere ev sahipliği yapan komşu ülkelere yardım için gerektiğini vurguladı. BM’ye göre 11,7 milyon Suriyeli hala yardımlarla hayatta kalıyor. 6 milyon Suriyeli de ülke içinde yer değiştirmek zorunda kaldı.

Avrupa Birliği bu yıl Suriyeli mülteciler için 560 milyon euro ayırdığını duyurdu. AB aynı miktarı gelecek yıl ve 2021’de de ödemeyi planlıyor.

https://www.amerikaninsesi.com/a/ab-sur%C4%B1yeli-%C4%B1c%C4%B1n-turk%C4%B1yeye-15-milyar-euro-verecek/4828914.html

***

SURİYE KRİZİ TÜRKİYEYE TOPRAK KAYBETTİRECEK SÜRECİ BAŞLATTI MI., ?

SURİYE KRİZİ TÜRKİYE YE TOPRAK KAYBETTİRECEK SÜRECİ BAŞLATTI MI., ?



Suriye krizi Türkiye ye toprak kaybettirecek 
Türkiye'ye toprak kaybettirecek süreç başlattı mı?
Mehmet Efe Çaman
31 Ağustos 2019


ANALİZ | MEHMET EFE ÇAMAN.,

Suriye'de Arap Baharı denen isyan dalgasının etkisinde olduğu bir halk hareketini kontrol ediyor alan alan islamcı fanatikler, ülkelerini kısa bir iç savaşla yüzyüze bıraktılar. Türkiye en başından beri Suriye'deki merkezi yönetim karşıtı İslamcı-cihatçı fanatik grupları orada bir numara aktör oldu. Suriye'nin toprak bütünlüğünü formel olarak deklare etse de, Ankara'nın bu tutumu Suriye'nin yerini parçaya bölünmekte yol açtı. Türkiye'nin doğu sınırlarında yanan, korunaklılık yapan, İslamcı terörist grupların bulunduğu ve rahatça çakışıyor Türkiye-Suriye sınırından giriş çıkış yapabiliyor. Türkiye toprakları, Erdoğan'ın hükümetinin bilgisi altında cihatçı bölgesinde âhı haline geldi.
Türkiye ortadoğu dersini almak için Türkiye’de ortanca kıdemdarlık’ı Erdoğan ve İslamcılar, sünnici dış politika izlenmesiyle ilgili bir başat güç olması hayali kuran Erdoğan ve İslamcılar, el altından Suriye'deki cihatçı teröristlere silah, mühimmat, sağlık malzemesi, gıda, motorize araç, hatta para koymakler. El Kaide ve IŞİD türevi gruplara sempati duydu, onları savunuculuyor üstlendi. 

Bu gruplarla aynı ideoloji ve ideallere inanan daha küçük gruplar resmen hedeflenmiştir. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) denen oluşumumu demokrasi isteyen bir güç olarak meşrulaştırmaya çalışmak beyhudeydi. Tüm dünya Suriye'de Demokrasi değil,

Beklentiler neydi? 

Kimse bilmiyor! İslamcılar böyle somut yanıtlayarak sorulardan hoşlanmaz zaten. Onlar için daha afakî, muğlâk laf kalabalıkları daha çekicidir! Şam Emevi Camii'nde namaz kılmak falan gibi İslamcı kitlelerin kulağına hoş gelen “hedeflerin” makarası burada, orduyu yöneten Erdoğan ve adamlarını rahatsız etmedi. Esad Nusayri, biz Sünni'yiz türü düşük zekâ kokan korelasyonlarla Suriye'de battıkça battılar. Oysa gerçekler çok acıydı. Türkiye hedefleri ve gücü arasında denge kurmadan, tanımadığı, bilmediği, önü-sonu belli olmayan bir karmaşaya balıklama daldı. ABD ve Rusya dışında bir müstakil güç olarak varlığın sürdürebileceği sanr yönünde hareket ettiler. İslam ve İslami aidiyet gibi uluslararası siyasette hiçbir anlam taşımayan kavramlar ve bir strateji geliştirdiler.
Burada Türkiye, dört milyona yakın Suriyeli mülteciyi sınırlarından geçirdi. Bugün bu insanlar Türkiye'deler. Türkiye'nin gerçekliği eski. Büyük bir şeyi de bundan böyle yapabilirsiniz. Türkiye demografisinin bir parçası haline geldiler. Milyonlarca çocuk Türkiye'de okula gidiyor. Yüz binlercesi Türkiye'de dünyaya geldi. Suriyeli iş piyasasının parçası oldu. Suriyelilerin oranı büyük; Türkiye'nin eğitimi, sağlık, ekonomik, teknolojik altyapılarına büyük bir yüktür bu. Kendi ülkesinde vatandaşlarının bazı ülkelerinde ortalamasının çok altında olması durumunda sunabilen orta geliriniz bir ülke için azımsanmayacak ve geçiştirilemeyecek kadar majör bir sorundur!

Videosu;



https://youtu.be/_fn5vPxFMg4

Israrla yapılan hataların telafi edilmediği, bilakis hataların üzerine devam ederek devam edilen bir durumla karşı karşıya Türkiye. Bugüne kadarki Suriye politikasının ciddi bedelleri oldu. Bunların önemlilerini saymak zorunlu: 

1) Yasa'nın dış göçün tetiklenmesi, 
2) Suriye'de büyük güçlerin bulunduğumesi, 
3) Suriye'de merkezi hükümetin ülke topraklarını kontrol edememesi (devlet olmanın en önemli koşulunu yapabilmesi), 
4) uzak kalkması, 
5) İslamcı-cihatçı fanatizmin Suriye'de yaygınlaşması, terör örgütlerinin bölgeye yerleşmesi, 
6) Suriye'nin Kürtçe grubu gruplarının Türkiye sınırına kadar olan bölgeyi kontrol etmeye başlıyor, 
7) Türkiye topraklarının cihatçı bölgesinde gelmesi, 
8) Türkiye'nin güney sınırının geçişken ve kontrol edilemez hale gelmesi,
Bu yazı yazılırken İdlib'de Rus / Suriye bombardımanları sonunda yüz binlerce Suriyeli Türkiye sınırına doğru hareketlendiler. 

Buradaki büyük bir bölümü masum sivil halk, kalanları bölgeyi terk eden cihatçı teröristler. Bölgede milyonlarca insan var ve bu konuda önemli bir bölüm. 

Bu göç dalgası önümüzdeki haftalarda daha da yoğunlaşabilir.

Suriyeli eklenebilir. Bu zaten dramatik olan durumun tümüyle kontrolden çıkması sonucunu beraberinde getirecek. Çok ciddi bir rakam ve orandan bahsediyoruz. Türkiye'de bu yeni göç dalgasını absorbe ederek kapasite var mı? Dahası, Türkiye halen kuzey Suriye'deki Kürt kökenliyla sorun yaşıyor. Irak ve Suriye Kürtleri ile Türkiye Kürtleri arasında aidiyet duyguları Biz duygusu artıyor. Bu durumda körükle gidercesine, Türkiye demokrasi ve insan haklarından tümüyle koparak Kürtlerin meşru siyaset kanallarını tıkamış bulunuyor. Kürtçe halkı bir aradaheit rejimi içinde, köşeye sıkıştırılmış olarak hissediyor. PKK ile Suriye Kürtleri'nin öz özdeşliği kabul ediliyor, bu çok çok büyük bir bilgisayarda. Oysa Ankara'nın elinde Suriye'deki durumsuzlaşmaya başladığında Kürtlere odaklanmak önemlidir. Seküler Kürtlerle daha yakın siyaset izlenerek, Türkiye'de de çözümde devamine devam edilir, Suriye'nin kuzeyi Türkiye ile dost bir Kürtçe ayarlanabiliyor, Türkiye Kürtlerin demokratik açılığını kabul etmeyi bekliyoruz. Federal bir Suriye, tıpkı federal bir türkiye gibi, bölgesel ve etnik aidiyetleri baskilari alindigi müddetçe toprak bütünlüğünü güçlendirebilirdi. Oysa Ankara'daki İslamcı şarlatanlar bir avuç oy için cihatçı manyaklara destek verip, diğer tarafta Avrasyacı derinlere yemekte Kürtlerle sistemimizin çözümünü içeride sonlandırıp, ülkemizdeki Kürtlerin da hedefine getirilmesi seçti. Yaparak kendi bindiği dalı kesti.

Ortadoğu Siyaseti, dengeleri gözetmeyi ve sırtını ayarla. Yoksa Dimyat'a pirince giderken seçtiğiniz eldeki bulgurdan olmuş orada! Yaşanan budur. 

Türkiye rejimi ısrarla hatalardan öğrenmiyor; dahası bunu “dik durmak” olarak algılıyor. Diklenmekle ve ona buna değmekle birlikte durmak arasında ciddi fark bulunduğunu öğrenmemek, ciddi bir akıl tutulması, dahası ölümcül bir hatadır. Ruslara güvenerek NATO şemsiyesinin dışına yaklaşıyor, kendileri tartarıyor ve buralarda da aynısını gören Erdoğan rejimi, Türkiye'nin petrol ve gaz a bağımlı, silahını ve mühimmatını arıyordan satın alan, ekonomisi kırılgan ve dış pazarcıların yeni paralinin, sofistike dünyanın onuruna yakın, içindekiler etnik kırılganlığı içerisinde barındıran bir aktör olduğu gerçeğini kabullenemiyor. İçerideki cahil kitleleri hilafet, fetih, Osmanlı, küresel güç vs. bomboş retoriklerle hipnotize ediyor. 
Bu coğrafyanın güçsüzlüğün aptallıkla liderliğini kabul edemeyeceğini görmüyor!

Türkiye'den çıkan politikalar ana konu Türkiye'nin izlediği yanlış politikalardır. Ödenen bedel, akıl ve izan yoksunluğunun faturasıdır. Bu bedel Osmanlı'nın 1910–1920 arası 10 yıllık şehirde hatalarından birinde bedele benzeyen sonuçlara gebe! Suriye'de Fransızlar yok, ama Ruslar ve Amerikalılar var. Suriye ve Türkiye bu krizde organik olarak arada bağlandı. Suriye'yi hasta eden mikroorganizma Türkiye'yi aynı şekilde enfekte edebilir. Dahası Rusya'nın NATO'nun yumuşak karnına dönüştürdüğü ABD'yi ABD şemsiyesinden sonra tümüyle çıkartmış durumda. Akdeniz'e yerleşen Rusya, Türkiye'yi kendine bağlayarak güdümüne soktu. ABD ile tampon bölge anlaşmasının akabinde İdlib Türkiye'yi cezalandırıyor. Türkiye’de kremlin'in politikalarına bağlı! Gerisini siz hesaplayın!
Şaka değil: Türkiye krizi Türkiye'ye toprak kaybettirecek süreci başlatmış olabilir.
Orijinal olarak 31 Ağustos 2019 tarihinde https://www.tr724.com adresinde yayınlanmıştır .


https://medium.com/tr724/suriye-krizi-t%C3%BCrkiyeye-toprak-kaybettirecek-s%C3%BCreci-ba%C5%9Flatt%C4%B1-m%C4%B1-2e537cb97350

***

7 Eylül 2019 Cumartesi

Türkiye İle Almanya Arasındaki İlişkilerde ‘Pragmatik’ Dönem


Türkiye İle Almanya Arasındaki İlişkilerde ‘Pragmatik’ Dönem



Türkiye-Almanya İlişkilerinde ‘Pragmatik’ Dönem
Yrd. Doç. Dr. Sezgin MERCAN
www.bilgesam.org
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) 
Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL 
www.bilgesam.org 
www.bilgestrateji.com 
bilgesam@bilgesam.org 
Tel: 0212 217 65 91 - 
Fax: 0 212 217 65 93



Son zamanlarda Türkiye ile Almanya arasında yakın bir siyasi işbirliği dikkat çekmektedir. Kısa süre içinde Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in 
Türkiye’ye çoklu ziyaretlerde bulunması bunun en somut göstergesidir. 

Özellikle mülteci krizi ve terörle mücadele konuları üzerinden beslenen bu işbirliği sadece ikili ilişkilerle sınırlandırılabilecek sığlıkta da görünmemektedir. 
Söz konusu olan AB’nin lokomotif ülkesi Almanya ve AB’nin uzatmalı üye adayı Türkiye olunca konunun, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilere uzanması 
kaçınılmazdır. Buna bir de içinde barındırdığı Türklerle Almanya’nın Avrupa’da Türkiye’nin etkisini en çok hisseden ülke olma özelliğini, AB genişlemesinin 
geleceğini belirleyen üyelerin başında gelmesini ve Türkiye karşıtlığını barındıran yönünü de eklemek gerekiyor. 

Bu analizde, son dönem Türkiye ile Almanya arasındaki siyasi yakınlaşmanın anlamı, vaka odaklı fayda sağlayıcı işbirliği bağlamında pragmatizme kayış temelinde ortaya koyulmaya çalışılmaktadır. 

Türkiye-Almanya Arasındaki Tarihi İlişkiler;

Tarihte Türk-Alman ilişkileri, Osmanlı-Alman İmparatorluğu arasındaki derin ve çalkantılı ilişkinin zaman geçtikçe günün gerektirdiklerine göre dönüşmesi sürecini yaşamıştı. Bismarck Almanyası’ndan II.Wilhelm Almanyası’na geçiş, ülkenin temkinli kıta politikasından aktif dünya politikasına geçişi temsil etmişti. Bu geçişin sömürgecilikle birleşmesinin yansımalarını talihsiz bir şekilde Osmanlı İmparatorluğu yaşamıştı. 

Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki yenilgisi, Osmanlı’nın Alman sömürgeciliği ile gerek ekonomik gerek siyasi gerekse de askeri açılardan karşı karşıya kalması nın adeta bir sonucu olmuştu. İkinci Dünya Savaşı’nda ise Almanya Türkiye’yi kendi yanında savaşa sokmaya çalışmış, ikna çabalarını sürdürmüş, her ne kadar Türkiye savaşa dahil olmasa da, son ana kadar Almanya ile siyasi, ekonomik bağlarını canlı tutmaya çalışmıştı. Böylece hem Alman işgallerinin kendine uzanmasının önünü kesmiş hem de ticari faydaları sürdürmeye devam edebilmişti. 

Aradan zaman geçmiş, Soğuk Savaş koşulları içinde Avrupa’dan dünya savaşları nedeniyle ABD ve diğer coğrafyalara olan göçün etkisiyle önemli boyutlarda işgücü kaybı yaşanmıştı. Almanya bu kaybı derinden hissetmişti. Bu kayıp yaşanırken Türkiye ile Almanya ilişkileri işgücü göçü kapsamında yeni bir boyut kazanmıştı. Almanya işgücü açığını, 1961 yılında iki ülke arasında imzalanan Türk İşgücü Anlaşması ile bir ölçüde gidermiştir. Bu tarihsel arkaplan, Türkiye ile Almanya ilişkilerinin pragmatik doğasına işaret eden ilk örneklerdendir. 

Daha yakın zamanlar incelendiğinde ise olumsuz nitelikte görülen fakat pragmatik ilişkileri besleyen siyasi gelişmeler yaşanmıştır. Bunları yakın 
geçmişte iki ülke arasındaki ilişkilerin bir diğer etkileyicisi olan Avrupa bütünleşmesi kapsamında görmek mümkündür. Bütünleşme, özellikle 
siyasi kriterleri ve kimlik vurgusunu öne çıkardıkça, Almanya’da Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili şüphecilik artış göstermiştir. Bu şüphecilik Almanya’daki Türklere olumsuz bakışın da bir sonucu olmuştur. 1980’lerden 1990’lara uzanan süreçte, Almanya’nın Avrupa bütünleşmesindeki öncülüğünün artıp, bu öncülüğü Almanya’daki Hıristiyan Demokrat iktidarın üstlenmesinin etkisiyle Türkiye’nin AB üyeliği, beklenilmemesi gereken bir konuma sürüklenmiştir. Türkler ile Almanlar ve Avrupalılar arasındaki sosyal ve kültürel farklılıklara vurgu giderek artmıştır. 

2000’lerde, Türkiye tam da üyelik müzakerelerine başlıyorken, üyelik beklentisi ni aşağıya çekecek şekilde, üyeliğe alternatif olacak ilişki biçimleri önerilmeye başlanmıştır. Bir pragmatik ilişki tipi örneği olan ‘imtiyazlı ortaklık’ bu önerilerin başında gelmiştir. Türkiye böyle bir ortaklık tipini tam üyelik yerine koymayacağını her fırsatta belirtmiştir. Fakat, her ne kadar Türkiye için teoride tam üyelik bir devlet politikası olsa da, alternatiflerinin kabul edilmeyeceği belirtilse de, 2010’larla birlikte pratikte alternatif ilişki tiplerinin uygulanmaya başladığı görülmektedir. 

Bu bağlamda da Almanya ile Türkiye ilişkilerinin seyri, Türkiye ile AB ilişkilerinin seyrini yansıtacak bir nitelik kazanmıştır. 
Günümüz koşulları içinde pragmatik ilişki tipinin sürmesindeki tetikleyici Suriye iç savaşı ve mülteci krizi olmuştur. 

Türkiye-Almanya İlişkilerini Pragmatizme Yönelten Üç Boyut 

Türkiye ile Almanya ilişkileri 2000’li yıllar itibariyle çeşitli gerginlikleri içinde barındırmıştır. Bu gerginlikler ilişkilerin pragmatizm zemininde kalmasını desteklemiştir. Alman hükümetinin Almanya’daki Türklerin konumunu etkileyen vatandaşlık düzenlemeleri bu gerginliklerin başında gelmiştir. Bir diğer gerginlik konusu Almanya’da yaşayan Türklere yönelik ırkçı saldırılar ve bu saldırılar hakkında yürütülen soruşturmalardır. 

Son gerginliklerden biri de Suriye iç savaşına tepki bağlamında olmuştur. Türkiye Suriye’ye yönelik askeri müdahaleyi desteklerken, Almanya savaşın diplomatik yollarla sonlandırılması gerektiğine işaret etmiştir. 2013 ve 2014’te bu gibi konular üzerinden yaşanan gerginlikler 2015’de adeta geride bırakılmış gibi görünmüş, 2016’da da bu anlamda yakınlaşmanın devamı sinyalleri verilmiştir. 

Mevcut koşullar içinde Alman vatandaşlığının doğumla, seçme yoluyla, yabancılar yasası gereğince ve takdir yoluyla kazanılması gibi haklar 
bulunmaktadır. 1990’da Almanya’da vatandaşlığa alma ile ilgili liberalleştirici düzenlemeler yapılmıştır. Almanya’da büyümüş, eğitim almış veya 15 yıldan fazla süredir ülkede ikamet etmiş kişilere vatandaşlığın verilmesi öngörülmüş tür. 

Bu yıllarda ve sonrasında Almanya’daki göçmenler için asıl mesele, ‘vatandaşlık topluluğu’na katılma sıkıntısı yaşamaları olmuştur. 
Bir başka deyişle, vatandaşlık için göçmenlerin kökenlerinden vazgeçmelerinin beklenmesi sorun olmuştur. Bu durum da göçmenler için vatandaşlıktan kaçış ya da bulundukları toplumla bütünleşememe sonucunu doğurmuştur.1 

Türklerin sadece yaklaşık yüzde 15-20’sinin Almanya’yı yurt olarak görmesi bunun somut yansımalarından biridir. Bu bütünleşme sorunları tartışılırken, paralelinde de ırkçılık iki ülke gündeminde yer almaya devam etmiştir.

1993’teki Solingen saldırılarının ardından, 2000-2007 arasında 8 Türk’ün ölümünden sorumlu olan Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü (NSU) ile ilgili hukuki süreç, ülkede içten içe varolmaya devam eden ırkçılıkla ilgili yeni tartışmaları körüklemiştir. Bu dönemde Alman iç istihbaratı zafiyet gösterdiği gerekçesiyle dikkatleri üzerine çekmiştir. Zafiyet konusu aşırı sağı temsil eden örgütlerle ilgili bilgilerin imha edildiği iddiasından çıkmıştır. Bu konunun açığa çıkmasıyla Berlin Eyaleti’nin İç İstihbarat Teşkilatı Başkanı Claudia Schmid başta olmak üzere 
çeşitli eyaletlerdeki teşkilat başkanları görevlerinden ayrılmak durumunda kalmıştı. NSU’nun güvenlik birimlerince takip edilmesine rağmen, şüphelilerin yakalanamaması ve istihbarat birimlerinin etkisizliği durumu daha da vahim bir hale sürüklemişti. Bunun üzerinde Alman hükümeti araştırma komisyonunun kurulmasından federal başsavcılığın konumunun güçlendirilmesine kadar uzanan bir yelpazede girişimlerde bulunarak incelemeyi derinleştirmişti. 

Bu noktada, gerek vatandaşlık meselesi gerekse de ırkçılık üzerinden varılması gereken klasik husus kimlik tartışmalarıdır. Bu kimlik tartışmalarının Almanya ve Türk göçmenler özelinde bir boyutu varken, bir de Avrupa’nın niteliği ile ilgili genel bir boyutu vardır. Ancak bu nitelik klasik kültürel ve dini temele dayanmak zorunda değildir. Dış politikaya da dayandırılabilir. 

Bir başka deyişle, Türkiye’nin Avrupa’nın niteliğiyle ilişkilendirilirken uluslararası politikada hangi yöntem ve araçlarla yer edindiği de belirleyici olabilir. Bu nokta, ilişkilerin pragmatizm zeminine kaydığı bir kavşaktır. 

Almanya, İkinci Dünya Savaşı’ndan kaynaklanan askeri deneyimini tersine çevirecek şekilde ve kendini sivil güç zemininde tanımlayarak, Avrupa’nın uluslararası alanda sivil güç olma rolüne atıf yapmaktadır. Sivil güç Avrupa’nın yanında da ‘askeri’yi temsil eden ABD’yi konumlandırmaktadır. Türkiye, NATO ile AB arasında askeri ve sivil ayrımına istinaden, güvenlik rolleri üzerinden adeta farklılaştırılan bir konuma sürüklenmektedir.2 
Halbuki, Türkiye’nin askeri gücüyle NATO’ya olduğu gibi AB’ye de katkı sağladığı önermesi, Türkiye ile AB ve üye ülke ilişkilerinin pekiştirilmesinde önemli bir araç olarak konumlandırılmakta dır. Hatta Türkiye’nin, üyelik tartışmaları kapsamın da, AB’nin uluslararası ve bölgesel etkinliğine askeri destek sağlaması gibi sektörel alanlar üzerinden bir işbirliği ve ortaklık zeminine kaydırılması gerektiği vurğulanabilmektedir. 

Ancak, Almanya’nın tutumunda görüldüğü gibi bu husus ille de bütünleştirici bir etki yaratmak zorunda değildir; ayrıştırıcı da olabilmektedir. Bunun en iyi örneğini, Türkiye ile Almanya ve AB geneli arasında Suriye iç savaşına müdahalenin nasıl olacağı ile ilgili anlaşmazlık oluşturmuştur. 

Hatırlanacağı üzere, 21 Ağustos 2013’te Suriye’de kimyasal silah kullanımı yoluyla saldırı yapılmış ve sorumluluk atfedilen Esed yönetimi tüm dikkatleri üzerine çekmişti. ABD öncülüğündeki Batı ülkeleri bu gerekçeden hareketle Suriye’ye yönelik askeri operasyon düzenleme olasılığını gündemlerine almıştı. Hatta yoğun şekilde askeri hazırlık ve planlamalar yapılmıştı. 

Bu ülkelerden biri de Türkiye idi. Fakat, Suriye’de kimyasal silah kullanımıyla ilgili olarak AB’nin önde gelen ülkeleri İngiltere, Almanya ve İtalya askeri bir müdahale seçeneğine olumsuz yaklaşmıştı. Bu ülkeler Suriye’de incelemeler yapan BM denetçilerinin hazırlayacağı raporun beklenmesi gerektiğini ve olası bir operasyonun BM raporunda ulaşılan sonuçlara göre şekillendirilmesi gerektiğini vurgulamışlardı. 
Dönemin Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, Suriye krizine yönelik askeri müdahalenin krizin çözümü için atılacak en uygun adım olduğunu söyleyenleri, bunun tüm bölgeye yayılacak bir tehlike içerdiğinin farkına varmaya davet etmişti. Suriye krizinin etkilerinin sadece Lübnan’a değil, diğer komşu ülkelere de sıçrama potansiyeline sahip olduğuna dikkat çekmiş ve bunun önlenmesi gerektiğini belirtmişti.3

Almanya’nın bu tutumunun ilk işaretleri aslında 2013’ün Mayıs ayında görülmüştü. Basına yansıdığı şekliyle, Almanya Gizli Haber Alma Teşkilatı Başkanı Gerhard Schindler aynı ay Almanya ile Suriye arasında iletişimi sağlayacak şekilde Suriye Gizli Servisi yetkilileri ile temasa geçmişti. Bu sayede, iki ülkenin gizli servisleri arasında ortak çalışma alanının yaratılması beklentisi nin hayata geçirilmeye çalışıldığı vurgulanmıştı. Hatta aynı yıl, daha öncesinde 

Esed yönetiminin yıkılacağına dair öngörüsü de değişmişti.4 Türkiye ise bu esnada Suriye’ye askeri müdahale seçeneğini desteklemekte, bunu da kendisine yönelik güvenlik tehditlerine bağlamaktaydı. Güvenlik tehditlerinin başında terör ve Suriye’den Türkiye’ye yönelik yoğun bir göçmen akını gelmekteydi. Ekim 2013’te Türkiye’de bulunan Suriyeli göçmenlerin sayısı 504.415 idi. Şubat 2016 itibariyle Türkiye’de bulunan Suriyeli göçmenlerin sayısının 2.503.549 olduğu göz önünde tutulduğunda tehdit algısının oldukça yerinde olduğu belirtilmelidir. 

Bu koşullar içinde Türkiye Esed yönetimi ile diplomatik ilişkilerini kesip askeri müdahale odaklı bir politika takip etmiş ve bunu da kronik bir niteliğe büründürmüştür. Batı ülkeleri ise askeri müdahale seçeneğini önce canlı tutmuş, sonra ise yeniden diplomasiye yönelmişlerdir. 

Bu noktada AB ve Almanya aslında Suriye’ye yönelik sivilleşen bir politika takip etmiş, Türkiye ise özellikle terörle (PKK ve IŞİD) mücadele kapsamında operasyonlara varan politikasıyla askerileşen bir yolda hızla ilerlemiştir. Böylece de Türkiye ile AB arasında askeri işbirliğinin birleştirici değil, adeta ayrıştırıcı etki yarattığı bir sonuç ortaya çıkmıştır. Almanya Türkiye’nin askerileşmesi karşısında mesafeli, sivilleşmesi karşısında da işbirliğine yakın bir tutum sergilemiştir. NATO üzerinden Türkiye’de füze savunma sistemlerinin kurulması yanıltıcı olmamalıdır. 

Almanya’da füze sistemlerinin Türkiye’de konuşlandırılmasının gerekli olup olmadığı, füzelerin Suriye’yi kışkırtarak daha da tehdit yaratabileceği ile ilgili tartışmalar ülkede askerileşmenin değil, sivilleşmenin önemsendiğinin somut göstergeleri olmuştur. 2015 yazında Patriot sistemlerinin ve Alman askerlerinin çekileceği ile ilgili haberler bunu, Türkiye’nin Suriye konusunda Almanya ve ABD gibi düşünmediğiyle gerekçelendirmiştir.5 

“ Almanya Türkiye’nin askerileşmesi karşısında mesafeli, sivilleşmesi karşısında da işbirliğine yakın bir tutum sergilemiştir.”

Günümüz koşullarında Türkiye ile ABD ve Avrupa ülkeleri arasında Suriye’deki aktörlerin konumları ve kategorileri ile ilgili anlaşmazlığın sürdüğü göz önünde tutulduğunda bu gerekçe belirgin bir hal almaktadır. Bu analizin hedefi, bahsedilen görüş ayrılıklarını değil, bu ayrılıkların sonuç itibariyle Türkiye ile Almanya ilişkilerine yansımalarını değerlendirmek olduğundan, ayrışmanın iki taraf arasında yeniden uzlaşma zemini yarattığına odaklanmak gerekmektedir. 

Bu uzlaşma da ancak sivilleşme paydasında olabilmektedir. Bir başka deyişle, sivilleşme pragmatik ilişki geleneğini sürdürmenin dayanağı olmaktadır. Alman hükümeti özellikle son iki yıl içinde Almanya’nın uluslararası rolünü artıracak girişimlerde bulunmakta, aktif ve misyon yüklenen politikalar izlemektedir. Askeri bir güç olma ve silahlanma isteğini pek de sergilememektedir. 
Bu olduğu takdirde uluslararası alanda düşmanlıkların yaratılıp, ülkede varolan aşırı sağ unsurların daha da kışkırtılabileceği düşünülmüyor değildir. 
Almanya’nın askeri güç olma isteği taşımadığının ya da askeri gücüyle öne çıkmak istemediğinin akla ilk gelebilecek örnekleri, Fransa’nın 2011’de Libya’ya, 
2013’te de Mali’ye operasyon düzenlerken askeri destek vermemesidir.6 Bu tutumun Almanya’nın AB’deki liderliğine yansıdığı nokta, sivil inisiyatifler üzerinde işbirliği kurma açısından Türkiye için önemsenmesi gereken niteliktedir. Bu inisiyatiflerin başında ekonomik ilişkiler ve diplomatik girişimler gelmektedir. 

Merkel’in kısa süre önce Türkiye’yi ziyareti, inisiyatif alımının gerçekleştirilmesine zemin hazırlamıştır. Mülteci sorununun çözümü için 
Türk ve Alman hükümetleri arasında 10 maddelik eylem planına geçilmiştir. Suriye’de BM kararlarının önemsenmesine yönelik diplomatik 
inisiyatif; Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) ve Almanya yardım kuruluşlarının mültecilere yönelik ortak çalışması; insan kaçakçılarına ve kaçakçılık ağına karşı kolluk kuvvetlerinin işbirliği yapması; iki ülkenin sınır güvenliği için ortak hareket etmesi; sınır gözetim ve denetimi için NATO’ya işlev yüklenmesi; 

Suriyeli olmayan mültecilerin tespiti ve ülkelerine gönderilmesi için ortak çalışma yapılması; Suriyelilerin yeniden yerleştirilmelerine ve 
AB’ye alınmalarına olanak sağlayacak mekanizmanın kurulması; AB’den gelecek olan 3 milyar avronun kullanımını sağlayacak projelerin yürütülmesi; 
Yunanistan ile ortak hareket edilip, geri kabul anlaşmasına göre ilerleme kaydedilmesi 

“ Türkiye ile Almanya ilişkilerinde ayrışmanın iki taraf arasında yeniden uzlaşma zemini yarattığına odaklanmak gerekmektedir. 
Bu uzlaşma da ancak sivilleşme paydasında olabilmektedir.”

Sonuç 

Türkiye, hem AB üyeliği hem de etnik ve kültürel referanslarıyla Almanya’yı, özellikle de Hıristiyan demokratları şüphelendirmektedir. 
Mülteci krizi ve terörle mücadele, Alman hükümeti için bu kronik şüpheleri ortadan kaldırmasa da, en azından öteleme işlevini yüklenmiştir. 
Eylem planı bu ötelemenin gündemdeki önemli bir aracıdır. Aynı zamanda, işbirliğinin vaka odaklı olması anlamında bir pragmatizme kayış, reelpolitiğe kayışı da yansıtmaktadır. Türkiye ile Almanya ilişkilerindeki bu kayış, Türkiye ile AB ilişkilerinin de pragmatizme ve reelpolitiğe kayışına işaret etmektedir. Siyasi reformlar, vize, hareket serbestliği, göç, enerji, terörizme karşı mücadele konularında daha fazla işbirliği ve AB’nin, göç gibi, kendi güvenliğini zorlaştıracak  sorunlarındır. Türkiye üzerindeki kontrolü 2012’den itibaren ‘Pozitif Gündem’ ile sağlamaya çalışmasını barındıran Türkiye-AB ilişkileri, adeta ülkeler arasında ya da uluslararası politikada iç ve dış güvenliği sağlamayı, sınır kontrollerini artırmayı, yasadışı göçü engellemeyi gerektiren reelpolitiğin iki taraf arasında hissedildiği bir doğaya sahip olmuştur. Gelecek dönemde izlenmesi 
gereken husus, Türkiye ile Almanya ve AB ilişkilerinin norm ve değerler ile reelpolitik karşısındaki duruşu olmalıdır. 
Unutulmamalıdır ki, norm ve değerler üzerinden kurulan siyasi ilişkilerin sürdürülebilirliği fazlayken, anlık ya da geçici ve süreli vaka işbirliklerinin 
sürdürülebilirliği değişken koşulların elverdiği ölçülere dayalıdır. 


www.bilgesam.org
BİLGESAM Hakkında
BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 
Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların 
katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. 
Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaktadır. BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

Yazar Hakkında

Yrd. Doç. Dr. Sezgin Mercan Başkent Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. 
Çalışma alanları Avrupa Siyasi Tarihi, Avrupa’da Siyasi, Ekonomik, Sosyal ve Askeri Bütünleşme, Bütünleşme Kuramları, AB Ortak Dış, Güvenlik ve Savunma 
Politikası, AB Genişlemesi, AB’nin Küresel ve Bölgesel Politikaları, AB’deki Ayrılıkçı Hareketler, AB-Orta Doğu ilişkileri ve Türkiye-AB İlişkileridir. 

Dr. Mercan lisans çalışmalarını Başkent Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamlamıştır. Başkent Üniversitesi, Avrupa Birliği alanından yüksek lisans, Dokuz Eylül Üniversitesi Avrupa Çalışmaları alanından doktora derecelerine sahiptir. 
Çeşitli dergi, kitap ve yayın kuruluşlarında makaleleri ve röportajları bulunmaktadır. 


DİPNOTLAR;


1 Rogers Brubaker, Fransa ve Almanya’da Vatandaşlık ve Ulus Ruhu, Dost Yayınları, Ankara, 2009, s. 214.
2 Senem Aydın-Düzgit, Türklük, Müslümanlık, Doğululuk AB’nin Türkiye Söylemleri, Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2015, ss. 52, 53. 
3 Guido Westerwelle, “No way back for Assad Regime”, 
http://www.auswaertigesamt.de/EN/Infoservice/Presse/Interview/2012/120610_BM_WAMS_Syrien.html.
4 “Esad’ın birlikleri güçlendi”, DW, 22.05.2013, 
http://www.dw.com/tr/esad%C4%B1n-birlikleri-g%C3%BC%C3%A7lendi/a-16829134. 
5 “Almanya’nın Patriot’ları geri çekmesi tartışılıyor:Alman siyaseti Patriot kararından memnun”, 16.08.2015, AB Haber, 
http://www.abhaber.com/almanyanin-patriotlari-geri-cekmesi-tartisiliyoralman-siyaseti-patriot-kararindan-memnun/. 
6 George Friedman, Avrupa Krizi,Pegasus Yayınları, İstanbul, 2015, s. 256. 



***