AB etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
AB etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Şubat 2021 Perşembe

ABD’nin Karadeniz’de Nüfuz Tesis Etme Girişimi

ABD’nin Karadeniz’de Nüfuz Tesis Etme Girişimi






Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI
Giresun Üniversitesi Öğretim Üyesi
Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi 
Yıl: 5 
Sayı: 17 
Kış 2012 


      Amerika Birleşik Devletleri diğer büyük güçler gibi kendi çıkarları doğrultusunda dönem dönem ekonomik, kültürel ve siyasi yayılma siyaseti 
uyguladığı gibi fiilen askeri birliklerle de müdahalelere yönelebilmektedir. ABD’nin bu harekât tarzına ait örnekler yakın tarihte Güneydoğu Asya’da, Afrika’da, bugün ise Afganistan ve Irak’ta görülebilir.
     Karadeniz (1) havzası, dünyanın diğer çatışma bölgelerine yakın olmasına rağmen nispi bir istikrara sahiptir.
Amerika Birleşik Devletleri ve diğer Batılı güçler çeşitli siyasi gelişmeleri gerekçe göstererek Karadeniz havzasında doğrudan veya dolaylı yoldan müdahil olma girişimlerini sürdürmektedir.
Bu çalışmada, ABD ve diğer batılı güçlerin müdahale sahasına dönüşen Afrika, Afganistan ve Irak gibi kriz bölgelerinden örnek verilerek, ABD’nin Karadeniz bölgesine yönelik politikaları incelenecektir. ABD’nin insan hakları, demokrasi ve benzeri gerekçeler üzerinden Karadeniz bölgesine nüfuz etme ve bölgede sürekli varlık tesis etmeye yönelik izlediği siyaset analiz edilecektir.

Karadeniz havzası bulunduğu coğrafi konum itibariyle çok önemli stratejik, jeopolitik ve jeostratejik öneme sahiptir.

Öncelikle bu coğrafya Rusya, Kafkasya ve Orta Asya’ya yakınlığı nedeniyle enerji, nakil ve ulaşım yolları üzerinde bulunmaktadır. Rusya Federasyonu’nun en önemli ticari ve askeri limanları Karadeniz kıyısında bulunmaktadır. 
Deniz taşımacılığı bakımından Rusya’nın bu limanları ülke ekonomisi bakımından hayati konumda dır. Rusya Batı’nın özellikle Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılarken Karadeniz limanlarını kullanmaktadır.
Ayrıca Orta Asya’nın Batı pazarlarına ulaşmak için kullanabileceği en önemli alternatiflerden biri Karadeniz’dir.
Kafkasya ülkelerinin, özellikle Azerbaycan’ın Batı pazarlarına ulaşmakta en rasyonel alternatifi Karadeniz’dir. Karadeniz’de bulunan mevcut enerji, nakil hatları ve gelecek dönemde yenilerinin yapılması düşüncesi bir gerçeği ortaya koymaktadır.
Bu gerçek, Avrupa’nın enerji ihtiyacını tedarik ve temin için Karadeniz’in vazgeçilmez olduğudur. Soğuk Savaş döneminde Karadeniz havzası Türkiye hariç doğu bloğu ülkelerinin egemenliği altında bulunduğundan genellikle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği hâkimiyeti altındaydı. Rusya’nın yanı sıra o dönem Sovyetler Birliği’nin bir parçası konumunda bulunan Gürcistan ve Varşova Paktı (2) üyeleri olan Romanya ve Bulgaristan Karadeniz ülkesiydi.

Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin nüfuz sahasında yer alan Karadeniz’ de, Sovyetler Birliği’nin ve ardından Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra dengeler Batı lehine değişmiş oldu. Gürcistan bağımsızlığını kazandıktan sonra liderlerinin tercihi neticesinde hızlı bir şekilde Rusya’dan uzaklaştı ve Batı eksenine yaklaştı.
Etnik sorunların ortaya çıkmasıyla kısa süre içinde ülkenin bazı bölgelerinde (3) Tiflis’in hâkimiyeti zedelendi. Daha sonra Rusya’nın Güney Osetya meselesini gerekçe göstererek Gürcistan’a savaş açması bağımsızlığına yeni kavuşan bu küçük ülkeyi önemli sorunlarla baş başa bıraktı. Gürcistan’ın Rusya ile sorunları halen devam etmektedir.
    Romanya ve Bulgaristan da Sovyetlerin dağılmasından sonra kısa zaman içinde Batı eksenine müdahil oldu.
İki ülke de çok kısa sürede NATO’ya (2004), gerekli reformları gerçekleştirerek Avrupa Birliği’ne (2007) katıldı. Romanya ve Bulgaristan’ın NATO’ya üye olması ise özellikle ABD’nin Karadeniz üzerinde nüfuz tesis etme hedefiyle açıklanabilir. Bu iki ülkenin hem AB’ye hem de NATO’ya katılması, Gürcistan ve Azerbaycan’ın da başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerle yakın ilişkiler geliştirmesi Karadeniz’deki dengelerin değişmesine neden olmuştur.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Karadeniz havzasında daha önceleri Sovyetler Birliği sınırları içerisinde bulunan yeni devletlerin ortaya çıkması ve bağımsızlıklarını kazanması Batı’nın ilgisini çekmiştir. Özellikle Ukrayna,
Beyaz Rusya ve Moldova bu hususta öne çıkmış görünmektedir.

ABD ve Avrupa devletleri bütün olanaklarını kullanarak bu ülkeler üzerinde nüfuz tesis etmeye yönelik girişimlerde bulunmuştur.
Bu girişimler zaman zaman söz konusu ülkelerin iç işlerine müdahil olmak şeklinde de tezahür etmiştir. Bu nüfuz yöntemi özellikle genel seçimler sırasında, parlamento veya başkanlık seçimleri dönemlerinde büyük fonlarla ve kitle iletişim araçlarının imkânlarıyla gerçekleştirilmiştir.

Nitekim George Soros’un (4) Ukrayna ve Beyaz Rusya’daki seçim dönemleri esnasında ve sonrasında meydana gelen toplumsal hareketliliklerde yönlendirici rol oynadığı bilinmektedir.
Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD, Karadeniz havzasında nüfuz tesis etmeye yönelik somut girişimlerde bulunmuştur.
Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova arasında oluşturulan GUAM Demokrasi ve Ekonomik Kalkınma Teşkilatı, Washington’ın teşvikiyle ortaya çıkmıştır. 1997 yılında kurulan teşkilat ile hedeflenen NATO’nun Karadeniz havzasında etkinliğini artırması ve Rusya’nın nüfuzunun sınırlandırılmasıdır. Teşkilatın adı 1999’da Özbekistan katılımıyla GUUAM olarak değiştiyse de, 2005’te Taşkent’in bu oluşumdan ayrılması ile tekrar GUAM olmuştur. GUAM’ın Şangay İşbirliği Teşkilatı’na alternatif olarak kurulduğu da ileri sürülmektedir.
Bu teşkilatın, bünyesindeki ülkeleri Avrupa-Atlantik kurumlarına yaklaştırdığı gözlemlenmektedir.
ABD, Karadeniz’de etki alanı tesis etme hedefiyle, 2001’den beri Akdeniz’de faal olan NATO’nun Aktif Çaba Harekâtı’nı terörle mücadele gerekçesi ile Karadeniz’e genişletmeye çalışmıştır. Türkiye ve Rusya bu girişime birlikte muhalefet etmiş, Türk yetkililer böyle bir adımın Karadeniz’de gereksiz yere gerilim doğurabileceği ne işaret etmiştir. Türkiye, Karadeniz’de terörle mücadeleyi mevcut oluşumların yürütebileceğini beyan etmiştir. Bu oluşumlar 2001’de teşkil edilen Karadeniz İşbirliği Görev Grubu ve 2004’te faaliyete geçen Karadeniz Uyumu Harekâtı’ dır. Diğer taraftan, 2005 yılında ABD, Karadeniz Ekonomik İşbirliği’ne gözlemci statüsüyle katılmak istemiş, Rusya veto etmiştir.
ABD’nin Trabzon’da bir askeri üs talebinde de bulunduğu, Türkiye’nin ise bu talebe sıcak bakmadığı basına yansımıştır.
ABD’nin Karadeniz havzasında etki kurma çabası Bulgaristan ve Romanya’nın 2004’de NATO’ya üye olması ile hız kazanmıştır.
ABD Bulgaristan’la 2006 yılında bir savunma işbirliği antlaşması imzalamıştır. Romanya ile de balistik füzelere karşı konuşlandırılacak bir savunma kalkanı konusunda işbirliği kararlaştırılmıştır. Bu işbirliği doğrultusunda Romanya’ya 2015 yılında kıyı konuşlu radar sistemi ve kara konuşlu füze bataryaları yerleştirilecek tir. ABD hâlihazırda iki ülkede de askeri üs bulundurmaktadır. Bulgaristan ve Romanya’nın ABD ile gelişen ilişkileri, İsrail’in de bu ülkelerle münasebetlerini güçlendirmesi için gerekli zemini hazırlamıştır. İsrailli pilotlar Romanya semalarında eğitim uçuşları yapmaya başlamıştır. İki ülkenin hava kuvvetleri ortak tatbikatlar gerçekleştirmektedir.
İsrail, Bulgaristan ile de 2011 yılında bir askeri işbirliği anlaşması imzalamıştır.
Son dönemde Avrupa Birliği de Karadeniz bölgesindeki siyasi nüfuzunu artırmaya yönelik somut girişimlerde bulunmuştur. 
     AB, 2007’de bölge ülkeleriyle çevre, ulaşım ve enerji alanlarında sektörel işbirliği ve ortak projeler hedefiyle Karadeniz Sinerjisi girişimini başlatmıştır. AB, Komşuluk Politikası’nın bir parçası olarak geliştirdiği Karadeniz Sinerjisi ile birlikte AB-Rusya ilişkilerinde ve AB-Türkiye ilişkilerinde yeni bir strateji geliştirmiş, Karadeniz’deki varlığını artırmayı amaçlamıştır. AB; Ukrayna, Moldova, Beyaz Rusya, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan ile imzaladığı Doğu Ortaklığı stratejisi ile de aynı doğrultuda hareket etmektedir. AB ile gümrüksüz ticaret ve vizesiz seyahatin öngörüldüğü bu strateji ile Birlik, Karadeniz havzası üzerindeki ekonomik ve siyasi nüfuzunu artırmaya çalışmaktadır.

Karadeniz Havzası, enerji kaynaklarına yakınlığının yanı sıra bölgesel kriz merkezlerine de yakın mesafede bulunması bakımından önem arz etmektedir. Etnik gerilimin dinmediği Kafkasya, Karadeniz’in güneydoğu bölgeleriyle iç içedir. Gürcistan’da filli bir parçalanmışlık söz konusudur.

   Kuzey Kafkasya’da Çeçenistan ve Dağıstan sorunlarının ciddiyeti devam etmektedir. Azerbaycan topraklarının başta Karabağ olmak üzere %20’si (5)
Ermenistan işgali altındadır. Bütün bu kriz bölgeleri, Güney ve Kuzey Kafkasya coğrafyasını bir çatışma alanına çevirmiş durumdadır.

Karadeniz güneybatıdan Balkanlar’la iç içedir. Eski Yugoslavya’nın parçalanmasıyla birlikte Balkanlar’da ortaya çıkan uyuşmazlıklar; etnik çatışmalar, iç savaşlar, etnik temizlik ve soykırımı beraberinde getirmiştir. Balkanlar’da nispi bir barış ortamı sağlanmış ise de bölgedeki hiçbir etnik ve dinsel sorun tamamen çözülmemiştir. Ortaya çıkan yeni devletlerin iç siyasi karışıklıkları, birbirleriyle olan sınır anlaşmazlıkları ve diğer sorunları varlığını devam ettirmektedir.
     Karadeniz, Kafkasya ve Balkanlar’ın yanı sıra dünyanın diğer çatışma bölgelerine de yakın mesafede bulunmaktadır.
İsrail’in Filistin meselesindeki uzlaşmaz tutumu ve bölgesel hegemonya hedefi doğrultusundaki Makyavelist politikaları sebebiyle Orta Doğu’nun kalıcı barış ve huzura ermesinin uzak olduğu söylenebilir.
Öte yandan Kuzey Afrika ve Orta Doğu coğrafyasındaki hâkim konumdaki otoriter iktidarları sarsan, Arap Baharı(6) diye adlandırılan toplumsal hareketlilik ve değişim rüzgârı bölgenin istikrarını ve güvenliğini doğrudan etkilemektedir. Diğer taraftan Irak ve Afganistan işgalleri de Karadeniz havzasını yakından ilgilendirmektedir.
    Zira Irak ve Afganistan Karadeniz’e çok yakın mesafededir. Karadeniz’de meydana gelen gelişmeler; Rusya, Bulgaristan, Ukrayna, Romanya, Beyaz Rusya, Moldova, Ermenistan ve Gürcistan’ı etkilediği kadar Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir.
Türkiye, Karadeniz’e 1685 km’lik kıyı şeridiyle bu havzanın en önemli aktörlerinden biri konumundadır.
Karadeniz’in açık denizlere tek ulaşım yolu olan boğazların da sınırları içinde bulunması Türkiye’nin konumunu daha da güçlendirmektedir. Uzun kıyı şeridi boyunca irili ufaklı yüzlerce yerleşim merkezi ve Samsun, Ordu, Giresun ve Trabzon gibi önemli limanların bulunması bu havzayı Türkiye için ekonomik bakımdan oldukça önemli kılmaktadır. Bu nedenle Karadeniz ve havzasında meydana gelebilecek herhangi bir istikrarsızlık ve sıcak çatışma, doğrudan doğruya Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit edebilir.
Türkiye’nin enerji ihtiyacının büyük kısmı Rusya ve Azerbaycan’dan doğrudan, Hazar’ın doğu kıyısından dolaylı yoldan enerji nakil hatları vasıtasıyla Karadeniz havzası üzerinden karşılanmaktadır.

Karadeniz coğrafyası üzerinden Türkiye’ye nakledilen enerji kaynakları Akdeniz limanlarından, boğazlardan ve batı sınırından dünya ve Avrupa piyasalarına taşınmakta, bu vesileyle ülkeye önemli bir döviz girdisi sağlanmaktadır. Diğer taraftan Karadeniz’de deniz taşımacılığının yaygınlaşması Türkiye limanları üzerinden gerçekleşen ticaret açısından oldukça faydalıdır. Mesela, Trabzon limanı komşu İran devleti için çok önemlidir. İran’ın bütün dünyadan ithal ettiği mal ve ihtiyaçlarının önemli bir kısmı Trabzon limanı üzerinden bu ülkeye sevk edilmektedir. 
   Bu liman İran dış ticareti bakımından en önemli alternatiflerden birisidir. Dolayısıyla Karadeniz; Türkiye için olduğu kadar komşularla yürütülen ticari ve ekonomik ilişkiler açısında da önem teşkil etmektedir.
Özetle, ABD Soğuk Savaş sonrası dönemde Karadeniz’de bir etki alanı meydana getirmeye çalışmıştır. 
Bu çabanın 2000’li yıllarda arttığı, somut girişimlere dönüştüğü gözlemlenmekte dir.
ABD’nin girişimlerine karşın, bölgede Türkiye ve Rusya’nın mevcut dengelerin muhafaza edilmesi doğrultusunda tutum sergilediği fark edilmiştir. Karadeniz’deki mevcut dengenin ABD lehine değişmesi, özellikle Karadeniz’de olduğu gibi Kafkasya ve Orta Doğu’daki hassas süreçleri de olumsuz etkileyebilir.

DİPNOTLAR:

(1.) Karadeniz: 461.000 km2‘lik alanı kapsayan 8350 km’lik kıyı şeridine sahip olan Karadeniz’in doğudan batıya en geniş noktalarının arası 1175
       km, en derin noktası 2210 m’dir.
(2.) Varşova Paktı: Soğuk Savaş döneminde ABD önderliğindeki Batı bloğunun oluşturduğu Kuzey Atlantik Antlaşması’na (NATO) karşı Sovyetler
       Birliği ve güdümündeki ülkeler tarafından iş birliği ve karşılıklı yardımlaşma amacıyla kurulan askeri ve siyasi bir birliktir. 14 Mayıs 1955
       yılında Polonya’nın başkenti Varşova’da kurulan Birliğe, Sovyetler Birliği’nin yanı sıra Arnavutluk, Demokratik Alman Cumhuriyeti, Polonya, Çekoslovakya
       ve Romanya üye olmuştur. Varşova Paktı 1990’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla feshedilmiştir.
(3.) Gürcistan: 69.700 km2 yüzölçüme sahip ülkede nüfus 5 milyon (tahmini 2010) civarındadır. Acaristan, Abhazya ve Güney Osetya bölgeleri
       merkezi hükümetin denetimi dışında bulunmaktadır. Gürcistan, NATO ve AB üyesi olmak için uğraş vermektedir.
(4.) George Soros: 1930 doğumlu Soros, Macar Yahudi bir ailenin mensubu olup, halen ABD vatandaşıdır. Soros, finans spekülatörü olarak
       özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan ülkelerdeki açık ve kapalı faaliyet ve toplumsal hareketleri yönlendirmesiyle
        üne kavuşmuştur.
(5.) Azerbaycan: Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Dağlık Karabağ’ın yanı sıra halen 7 ilçesi Ermenistan işgali altında bulunmaktadır. Bu ilçeler:
       Ağdam, Fuzuli, Cebrail, Zengilan, Laçin, Kelbecer ve Gubatlı’dır.
(6.) Arap Baharı: Bkz:
       http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1067:arap-baharna-farklbak&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150

https://www.turansam.org/makale.php?id=3882

***

3 Aralık 2020 Perşembe

AKP NİN 15 YILI EKONOMİ., BÖLÜM 4

AKP NİN 15 YILI EKONOMİ.,  BÖLÜM 4




PARA POLİTİKASI VE FİNANSAL UYGULAMALAR 

2008 krizine, GOÜ.ler, temelde, sermaye sınırlamaları, ticari kısıtlamalar, daha sıkı ihtiyati tedbirler, döviz kuru piyasalarına müdahaleler ve faiz düşüşleri yoluyla tepki verdiler. Diğer yandan, GÜ.ler ise, daha çok Fed örneğini takip ederek, doğrudan parasal genişleme yoluna başvurdular. Bu genişleme de kısa ve uzun vadeli tahviller ile birlikte, özel sektör kağıtları ve hatta Japonya örneğinde 
hisse senedi alımını beraberinde getirdi. Ancak, 2008 sonrası, tüm dünyada daha farklı yeni politika araçları da gelişmeye başladı. 

TCMB, 2008 sonrası, biraz daha proaktif hareket ederek, birçok konuda, rakiplerinden görece daha inovatif davrandı. Örnek olarak, Çin merkez bankası PBOC gibi önemli ülkelerin yeni yeni kullanmaya başladığı piyasanın 1 haftalık repo faizini, TCMB, 2010 yılından bu yanadır aktif kullanmaktadır. TCMB, aktif bir piyasa yapıcı aktör olarak varlığını sürekli hissettiriyor. Dolayısıyla, faizler 
artık, daha liberal bir finansal ortamda belirleniyor ve bu faizlerin o seviyelerde tutulması için de ortam oluşturuluyor. Diğer yandan, Merkez bankası bağımsızlığı bizde ilk kez 2001.de uygulamaya geçti ve para politikası stratejisi de onunla birlikte hayata geçirilecekti. 

Belli bir program dahilinde politika uygulama bilinci de bu dönem kazanılmış oldu. 
2008 krizi sonrası, parasal genişleme adımları ile, GOÜ.lere ciddi miktarda para akışı ve likidite kaynağı da sağlandı. Likidite koşullarının iyileşmesi ve faizlerin düşmesi ile kredi imkanları da genişledi. Kredi ve likidite koşullarının iyileşmesi, cari açık gibi finansman açığı koşullarına yardımcı oldu. Daha önce de bahsedildiği gibi, Türkiye.de, finansal sistem büyük ölçüde sadece bankalar üzerinden yürüyor. Büyüme için ihtiyaç duyulan krediler ve finansmanın, sadece bankalar ile sürdürülmesi ise uzun vadede mümkün değildir. 

Finansal derinleşmenin desteklenmesi ve finansal altyapının sağlamlaştırılması için yeni kurulan varlık fonu önemli bir ilk adımdır. Ancak derinleşme sağlanırken; risklerin ve borçlanmanın artması da önemli bir tehlikeyi barındırır. 

Türkiye.de, finansal istikrar için atılan adımlar ve uygulamaya koyulan makro-ihtiyati tedbirler, dikkat çekilmesi gereken önemli bir başka noktadır. Örneğin, kredilere getirilen sınırlamalar ile, Mian ve Sufi.nin de dikkat çektiği hanehalkı 
borçlanmasının riskleri minimize edilmeye calışıldı. Benzer şekilde, kredi taksitlerinin sınırlandırılması, tüketici kredilerinde büyüme hızının düşürülmesi ve kredi-mevduat faiz farkını etkilemek ve dengelemek için atılan adımların hepsi gerekli, yerinde ve faydalı olmuştur. Finansal sistem, bugün, uygulanan makro-ihtiyati tedbirler ve sıkı para politikasının da katkısıyla, iç ve dış şoklara karşı 
dayanıklılığını korumaktadır. Finansal risk profilinde ise geçtiğimiz birkaç yılda hayati önemde bir değişiklik gerçekleşmedi. 

Diğer yandan, dünya da değişiyor ve bu yeni dönem, yeni trendler ve yeni çözüm önerilerini zorunlu kılmaktadır. Özelde Türkiye gibi GOÜ.lerde, genelde de tüm Avrupa.da, artık taşlar yerine oturdu derken; son dönemde meydana gelen olaylar, mevcut ekonomik ve politik sistemin istikrarı ve geleceği ile ilgili tekrar düşünmeyi de zorunlu kılıyor. Arap baharı, Ukrayna krizi, Brexit ve Türkiye.deki darbe girişimi, gelecek ile ilgili daha dikkatli hareket etmeyi zorunlu kılıyor. Türkiye.nin yakın tarihinin en önemli olaylarından, 15 Temmuz darbe girişimi, doğrudan Avrupa.nın en dinamik ekonomisini tekrar bir çıkmaza sürükleme amacı taşıyordu. 

Bununla birlikte, yurtdışında, özellikle de ABD.deki parasal sıkılaştırma adımları faiz paritesi kuralına da uygun olarak,  yurt içindeki faiz indirimi ve faizlerin düşük tutulması eğilimini zora sokabilir. Bu durum, öncelikle, yurt-içine para akışını sıkıntıya sokar. Geçmiş on-yılların önemli sıkıntılarından kur dalgalanmaları tekrar yaşanabilir. Kur seviyesinin artması da ihracata, teoride beklendiği gibi, olumlu yansımayabilir. Nitekim, Türkiye ekonomisinde parametreler çoğunlukla dünyanın tersine işler. 

Diğer yandan, Merkez Bankaları.nın gücünün artışına paralel olarak; politikaları, hedefleri ve uygulamaları ile ilgili tartışmalar da giderek artmaktadır.30 Politika yapıcılar ve para politikası uzmanları, iş çevreleri, yatırımcılar ve hatta Merkez Bankası.nın kendisi dahi yeni dönemde, ne tür yeni hedeflere ve de araçlara ihtiyaç olduğu bağlamında daha fazla kafa yormalıdır. Özellikle de, Stiglitz ve 
Frankel gibi ana akım ekonomistler yeni hedefler ve araçlar konusunda ısrarcıdır lar. Bu doğrultuda da, merkez bankacılığında değişimin devamı önemlidir. Merkez bankaları, hem fiyat istikrarı, hem ekonomik büyüme ve istihdamı odağa alabilirler. TCMB de, fiyat istikrarının birincil amaç olduğu enflasyon hedeflemesi stratejisini terk edip; örneğin, fiyat istikrarı ve istihdama eşit ağırlık veren FED yaklaşımını (dual mandate) benimseyebilir. 

2001 sonrası, özellikle de maliye politikasındaki başarı, para politikası uygulamalarında da başarıyı beraberinde getirmişti. 

TCMB.nin, yukarıda dikkat çekilen eksiklikler göz-önüne alınarak, yeni dönemde hem fiyat istikrarı hem ekonomik büyüme hedefine odaklanması; para ve mali politikaların koordineli çalışmaya adevam etmesi, çok daha fazla fayda sağlayabilir. Hem fiyat istikrarı hem ekonomik büyüme hedeflerinin tutturulması için bu dönüşüm önemlidir. Diğer yandan, faizlerin düşürülmesi için ortam 
hazırlanmalı ve bu sayede maliyetler de aşağı çekilmelidir. Sermaye hareketlerinin döviz kurunu aşırı hareketli hale getirmesine ise izin verilmemelidir. 

Ekonomik aktivitenin çeşitlendirilmesi de krizlerle mücadelede ve özellikle de spesifik şoklara reaksiyon kabiliyetinin artırılması noktasında atılan önemli adımlardan biridir. 

Makroekonomik istikrar korunarak, özelleştirmeler, reel sektör ve özellikle de KOBG.lerin desteklenmesi noktasında atılan adımlar; reel sektörün gücünü artırarak, ekonominin şokları absorbe yeteneğini kuvvetlendirme yönünde atılan adımlara güzel bir örnektir. Bununla birlikte, AR-GE yatırımlarının artırılması, rekabet gücü yüksek ve ihracat odaklı yeni ve daha güçlü bir üretim sektörü oluşturulması amacı da özellikle önemlidir. Yeni dönemde, burada bahsi geçen yenilikler ve değişim dalgasının devamı için daha güçlü bir yürütme, daha istikrarlı bir siyasi irade de önemli bir destek sunabilir. 

ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMLERİN YOL HARİTASI 

Krizlerle mücadelenin en iyi yollarından biri sürekli büyümektir. Büyüdükçe ve ekonomik parametreler düzeldikçe, ülkeye güven artacak, borç/GSYH ve CAD/GSYH oranları da düştükçe ülkenin rating notları yükselecek ve daha rahat yatırım çekilecektir. Bunun için de, ekonomi politikasına yeni bir bakış açısı kazandırılması; yüksek cari açık, yetersiz özel tasarruf ve aşırı tüketim, yetişmiş insan gücü açığı ile eksikliği derinden hissedilen yapısal reformlara daha çok odaklanılması önem arz eder. 

Son dönemde, mevcut siyasi sistemin artık sınırlarının zorlandığı da göz önüne alınarak ve politik istikrarın önemi de kavranarak; yeni radikal adımlar hızlandırıldı. Siyasi krizler ile ekonomik krizlerin birbirini tetiklediği yeni krizleri kaldırmaya bu ülkenin ne zamanı ne de gücü vardır.31 Koalisyon dönemlerinin belirsizlik, iç çekişmeleri ve karışıklığı akıldan çıkarılmamalıdır. 

Siyasi mekanizmaların işlerliği ve karar alma noktalarındaki etki gücünü artıracak yeni adımlar hayata geçirilmeye devam edilmelidir. 

Burada da yeni Cumhurbaşkanlığı sistemi önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Sermaye de bu ülkenin eksiklikliğini sürekli hissettiği önemli sıkıntılardan biridir. Tasarrufları artıracak yapısal yenilikler devam ettirilmelidir. Bu doğrultuda, tasarrufları teşvik eden BES, konut desteği ve çeyiz hesabı gibi teşviklerin devamı önemlidir. Beşeri sermayenin artırılması noktasında da yüksek öğrenim, mesleki eğitim ve çıraklık eğitiminin kalitesinin yükseltilmesi ile ilgili yeni yol haritaları izlenmelidir. Eğitimin çerçevesini ve kalitesini artıcı yeni politikalar üretilmesi, eğitim politikası ve reformuna devam ve destek olunmasını umut edilmektedir. 

Çeşitlendirilecek ekonomi, farklı sektörel şoklara, bölgesel ve ülke-spesifik krizlere karşı daha dayanıklı bir hal de alacaktır. 

Endüstrilerin çeşitlendirilmesi, bacasız endüstrilerden daha fazla faydalanılması da oldukça önemlidir. Turist sayısında, Türkiye, bugün ilk 10.da. Bu trend kaybedilmemelidir. Ancak, Afrika, Ortadoğu ve diğer Müslüman ülkelere de Türkiye daha iyi tanıtılmalıdır. Ülke ekonomisine yeni bir ivme kazandırılması için, konsensüs ve işbirliği de oldukça önemlidir. 

Yeni dönemin popüler akımlarından islami finans entrümanlarının geliştirilmesi ve etkin kullanımı da oldukça önemlidir. 

Hem 1930.lar, hem 2008.deki borç-faiz sarmalı, hem de devamındaki Avrupa ve Yunanistan krizleri bize, faizsiz bankacılığa ve faizsiz yatırım enstrümanlarına ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu açıkça gösterdi. Nitekim, konvansiyonel yollarla, 2008 borç krizinin etkilerini hala sıfırlayabilmiş değiliz. Emlak ve emtia piyasaları, tüm dünyada, hala aşırı oynak. Sermaye hareketleri, finansal piyasalar gündeminin merkezinde. Katılım ekonomisinin desteklenmesi ve büyük projelerin finansmanın da bizzat vatandaşların ve küçük sermaye sahiplerinin de aktif katılım göstermesi, sahiplenmesi sağlanmalıdır. Gayrimenkul sertifikası, crowdfunding, sukuk ve 
konvansiyonel tahvillerin kullanımı ile ilgili yeni düzenlemeler de orta ve uzun vadede hayata geçirilmelidir. Nye.nin çalışmaları ile önem kazanan yumuşak gücün öneminin farkında olunmalı ve temel unsurlarından etkin yararlanılmalı dır.32 

Turizm, eğitim, kongre ve fuarlar, diziler, taşımacılık ve ulaşımda Türkiye.nin sahip olduğu konum iyi değerlendirilmelidir. 

Sağlık sektörü ve turizmden daha fazla faydalanılması için yeni projeler geliştirilmelidir. Turizm, sadece bir döviz kapısı olarak değil; yumuşak güç unsuru olarak da değerlendirilmelidir. Doğrusu, eğitim ve ticaret de yumuşak güç unsuru olarak kullanılabilir. Sağlık turizmi ve kongre/fuar, kültür turizminin yüksek potansiyelinden faydalanılmalıdır. Sinema endüstrisi ve dizilerin, ülkenin imajı ve 
reklamı için önemi ve etkisi daha etkin kullanılmalıdır. 

Büyüme, son 15 yılın ekonomik gidişatının tüm özeti aslında. AK Parti hükümetleri döneminde, Türkiye, 29 dönem üst-üste büyüyerek; Cumhuriyet tarihinin kalkınma ve değişim rekorlarını kırdı. Kalkınmada ve büyümede, çıta yükseltildi. Bu sürecin devamı da bir o kadar önemlidir. Küresel Finansal Kriz.e denk gelen 2008-2011 dönemindeki ekonomik performans dahi, büyük resimde, ciddi 
bir başarı hikayesidir. Doğrusu, 2002 sonrası, küresel kriz dışında, ülke içinde daralma gözlenmedi. 2010 ve 2011 dönemi, Çin'den sonra en hızlı büyüyen Türkiye ekonomisi idi. Nitekim, sonrasındaki Gezi ve 17-25 Aralık da, doğrudan bu büyüme mucizesini hedef alıyordu. 

2012 sonrası karşılaşılan orta gelir tuzağı ve ciddi yapısal reform ihtiyacı, 2002 sonrası modelin artık yetmediğini gösteriyor. 

Beşeri ve fiziksel sermaye eksiği ile birlikte teknoloji yoğun üretim eksiği; ve bunların üzerine de, kurdaki hareketlilik bizi görece fakirleştiriyor. Yeni dönemin sorunlarının ve yeniliklerinin, son 15 yılın dönüşüm ve büyüme mucizesini örtmesine izin verilmemelidir. 

Yeni nesillere bırakabileceğimiz en güzel hediye, daha güçlü, demokratik ve daha müreffeh bir ülke bırakmak olsa gerek. 

   Son 15 yılda bu yönde atılan adımların devamı da bir o kadar önemlidir. 

SONUÇ VE ÖNERİLER 

Yukarıda da özetlendiği üzere, 2008.deki Küresel Finansal Kriz.in teğet geçmesini 2001 sonrası kazanılan güçlü bir finansal altyapıya borçluyduk. Diğer yandan, Türkiye'nin bugün en büyük zenginliğinin de güven ve istikrar ortamı olduğunun altını da sıklıkla çizdik. Bu anlamda, güçlü bir finansal sistem ve siyasi istikrar, ekonominin kaderini doğrudan etkilen önemli parametrelerdir. 

Doğrudan yabancı yatırım ve benzeri dış finansman opsiyonları için, şeffaflıkla ilgili reformların büyük oranda tamamlandığı açık. 

Bu refom sürecinin devamı, CAD ve yatırımlar için duyulan finansman açığı da bu denli yüksek iken, düşünüldüğünden daha önemlidir. 

Yorgunluk belirtilerinden kaçınarak ve rehavete kapılmadan, büyüme ve dönüşüm süreci kesintisiz devam ettirilmelidir. Yeni dönemde, özellikle de dış koşulların ve ABD Merkez Bankası Fed gibi merkez bankalarının atacağı adımların küresel piyasalar için önemi çok daha fazladır. Finansal piyasaların olumsuz etkilenmemesi için uygun pozisyonların alınması hayati önemdedir. 

   Diğer taraftan, Türkiye ekonomisi de sürekli büyüyor ve güçleniyor. Krizlere reaksiyon yeteneği de gün geçtikçe artmaktadır. 

Türkiye.de şu an ya da yakın gelekte 2001.dekine benzer bir finansal kriz olasılığı yok. Ancak, bugün, Türkiye.de, 2023.e dek planlanan ya da bir şekilde söz verilen ulaşım ve altyapı projelerinin 350 milyar dolar gibi devasa bir rakama ulaştığı söyleniyor. 

Pekii nasıl finanse edilecek bunlar? 

Özellikle de, özel sektörün ve hanehalkının tasarruf oranlarının çok düşük olduğu bir dönemde bu rakamlar daha önemlidir. İşte bu yüzden, dışarıdan finansal destek bulmak şart. Ya da içeride varlık fonu gibi yenilikler getirilecek, islami finans ve katılım ekonomisi canlandırılacak. Geçmişte, büyük oranda Avrupa.dan sağlanan destek fonları için yeni kaynak arayışları, yeni dönemde Türkiye.yi Asya ve Afrika.ya da yakınlaştıracaktır. Elbette, buralardan sağlanacak gerekli kaynağın, sıcak para değil, doğrudan yabancı yatırım şeklinde olması daha çok anlam kazanır. 

Unutmamak gerekir ki, bugünün Dünya sında öngörülebilen ülkeler ve güven veren iktidarlar, umut vadeder ve yatırımcı çekerek daha istikrarlı ve güçlü ekonomiler yaratırlar. Türkiye'nin, bu anlamda, en büyük zenginliği son dönemde yakaladığı güven ve istikrar ortamıdır. CAD.ın finansmanı gibi kısa vadeli çözümler ve uzun vadede daha güçlü bir ekonomi için, istikrarlı bir ekonomik ve politik sistem gereklidir. Türkiye, iktisadi gelişme ve şeffaflaşma alanında önemli reformlar gerçekleştirdi ve bu süreç hala devam ediyor. 

Bu iradenin kesintisiz devamı hayati önemdedir. 

Yeni ve güçlü bir siyasi iktidarın, finansal, reel ve sosyo-psikolojik temellerinin de sağlamlığı noktasında yukarıda altı çizilen noktalara odaklanılmasının önemli olduğu kanısındayım. 

 
DİPNOTLAR;

1 Yrd. Doç. Dr., Bingöl Üniversitesi, GGBF, Iktisat Bölümü, Email: bilalbagis@yahoo.com. 
2 Mehmet Bulut, “Turkey: A Regional Power Moving Forward to Becoming one of the Top 10 Economies in the World”, Daily Sabah, 27 Ocak 2016. 
3 Bilal Bağış, “Başkanlık Sisteminin Ekonomisi”, Proceedings of the 2nd International Congress of Local Development and Finance, (2017). 
4 Hyman P. Minsky, Stabilizing An Unstable Economy, (Yale University Press, 1986). 
5 “AK Parti Parti Programı”, AK Parti, 
    https://www.akparti.org.tr/site/akparti/parti-programi, (Erişim tarihi: 30 Mart 2017). 
6 ABD.nin bu New Deal.ı, 1930 ve 1937 arası Amerikan ekonomisini Büyük Bunalım.dan kurtarmak için hayata gecirilen bir dizi yatırım ve projeleri ifade eder. 
7 “Krizden İstikrara: Türkiye Tecrübesi”, BDDK, http://bddk.org, (Erişim tarihi: 30 Mart 2017). 
8 Erdal T. Karagöl, AK Parti Dönemi Türkiye Ekonomisi, (SETA Rapor, İstanbul: 2013). 
9 Bilal Bağış, “İstikrara Mecburuz…”,Ekonomikus, 
   https://bagisb.wordpress.com/2015/09/18 /istikrara-mecburuz/,  (ErişimTarihi: 20 Mart 2017). 
10 GÜ.ler, „Gelişmiş Ülkeleri ve GOÜ ler de, „Gelişmekte Olan Ülkeleri ifade eder. 
11 Mehmet Şimşek, “The Wisdom of Crisis Prevention”, ProjectSyndicate, 
    https://www.project-syndicate.org/commentary/macro-prudential-measures-for-crisis-prevention-in-emerging-economies-by-mehmet--im-ek?barrier=accessreg,  (Erişim tarihi: 30 Mart 2017). 
12 Sadık Unay, “Ekonomik Kriz Tartışmalarına Karşı Yeni Büyüme Hikayesi”, SETA, 
    https://www.setav.org/ekonomik-kriz-tartismalarina-karsi-yeni-buyume-hikayesi/, (Erişim tarihi: 20 Mart 2017). 
13 Makro-ihtiyati tedbirler; döviz açık pozisyonları, likidite sorunu, sermaye yeterlilik rasyoları, mali açıklar, regülasyonlar, kur riski, borçlanma gibi finansal 
ve reel ekonomiyi düzenlemeyi içeren bir dizi kurallar bütünüdür. 
14 “Türkiye Ekonomisi için Kriz Önlemleri”, TEPAV, (Erişim tarihi: 30 Mart 2017). 
15 Bilal Bağış, “Güçlü Sosyal Sermaye Potansiyeli, Büyümenin Anahtarı”, Proceedings of the 2nd International Congress of Local 
    Development and Finance, (2017). 
16 Bilal Bağış, “Monetary Policy Divergence and Central Banking in the New Era”, Risk Management, Strategic Thinking and Leadership in the Financial 
    Services Industry ed. Ümit Hacıoğlu ve Hasan Dinçer, (Springer International Publishing, 2016), s. 25-41. 
17 Dodd-Frank reformu, 2008 krizi sonrası ABD finansal piyasalarına (Büyük Buhran dönemi sonrası olduğu gibi) regülasyonları tekrar geri getirmek için 
    geçirilen bir yasayı ifade ediyor. 
18“ Bu Kriz de İnşallah Bizi Teğet Geçecek”, CNNTurk, 20 Ekim 2008. 
19 Fahrettin Altun, “ Büyük Bir Stres Testinden Başarı ile Geçtik”, Kriter Dergisi, (Eylül 2016). 
20 Bilal Bağış, “15 Temmuzsonrasi…”, Ekonomikus, 
    https://bagisb.wordpress.com/2017/03/29/ 15-temmuz-sonrasi/, (ErişimTarihi: 30 Mart 2017). 
21 Nebi MiŞ, “Topyekun Mücadele”, SETA, 
http://www.setav.org/topyekun-mucadele/, (Erişimtarihi: 20 Mart 2017). 
22 David Grueber, Debt: The First 5,000 Years, (Melville House Printing, Brooklyn, NY: 2011). 
23 Adem Anbar, “Osmanlı İmparatorluğu.nun Avrupa ile Finansal Entegrasyonu: 1800-1914”, Maliye Finans Yazıları, Cilt: 23, Sayı: 84, (2009), s. 17-37. 
24 Gauti B. Eggertssonve Paul Krugman. "Debt, Deleveraging, and the Liquidity Trap: A Fisher-Minsky-Koo Approach." The Quarterly 
    Journal of Economics 127.3 (2012): 1469-1513. 
25 Irving Fisher, "The Debt-Deflation Theory of Great Depressions." Econometrica: Journal of the Econometric Society (1933): 337-357. 
26 Rajan, Raghuram Ş. "Has Finance Made the World Riskier?." European Financial Management 12.4 (2006): 499-533. 
27 “What Can We Learn from the Depression?”, The Economist, 
     http://www.economist.com/ blogs/freeexchange/2013/11/economic-history-0, (Erişimtarihi: 1 Mart 2017). 
28 Nebi MiŞ, “Avrupa.nın Çok Boyutlu Krizleri”, SETA, 
    https://www.setav.org/avrupanin-cok-boyutlu-krizleri/, (Erişim tarihi: 20 Mart 2017). 
29 Atif Mian ve Amir Sufi, House of Debt: How They (and You) Caused the Great Recession and How We Can Prevent it from Happening Again, 
    (University of Chicago Press, 2014). 
30 Mohamad El-Erian, The Only Game in Town: Central Banks, Instability, and Avoiding the Next Collapse, (Penguin Random House, 2016).
31 Erdal T. Karagöl, “Çift Başlılığın Neden Olduğu Ekonomik Krizler”, SETA, 
    https://www.setav.org/cift-basliligin-neden-oldugu-ekonomik-krizler/, ( Erişim tarihi: 20 Mart 2017).
32 Joseph S. Nye Jr., Bound to Lead: The Changing Nature of American Power, (Basic Books, New York: 1990). 


***

AKP NİN 15 YILI EKONOMİ., BÖLÜM 3

AKP NİN 15 YILI EKONOMİ.,  BÖLÜM 3


akp nin 15 yılı, Bilal Bağış, abd, ab, İspanya, Güney Kore, Almanya, Japonya, Mali Kriz, Marmaray, Tüp geçit, Osmanlının Fetret Devri,

  15 Temmuz 2016.nın hemen sonrasında karşımıza çıkan 3 önemli şoku ( Darbe Girişimi, Not indirimi ve OHAL ilanı); 1990.larda, hatta 2000.lerin başında yaşamış olsaydık, ülkenin hali nice olurdu.20 

   FETÖ darbe girişimi sonrası yaşanan bu sınırlı etki, Türkiye ekonomisinin aldığı yolu göstermesi açısından oldukça önemlidir. 

15 Temmuz, bu anlamda, Nebi MiŞ.in de özetlediği gibi, devlet ve milletin birlikte tüm terör ve kriz çığırtkanlarına karşı verdiği topyekun bir savaştı.21 

Türkiye.nin, son 15 yılda, batı ile geliştirilen güçlü ilişkileri de önemli bir başka artıdır. Batı ile ilişkilerin geliştirilmesi ve piyasa ekonomisinin etkinliği de krizlerle mücadelede önemli unsurlardan biridir. Bu açıdan, AK Parti iktidarları döneminin önemli kazanımlarından biri de ilk yıllardan itibaren Türkiye.nin batı ile entegrasyonuna verdikleri önem oldu. 1950.lerde, Menderes iktidarıyla başlayan ilişkiler; 1980.lerdeki Özal iktidarı ve liberal politika açılımları ile geniGledi. 2000 sonrası başlayan AK Parti iktidarları, AB üyelik adımları ve proaktif dış politika ile bu ilişkileri zirveye çıkaracaktı. 

Türkiye ekonomisinin dönüşümü ile ilgili altı çizilmesi gereken bir başka önemli unsur da„borç. kavramıdır. AK Parti iktidarı sonrası Türkiye ekonomisinin 
en önemli kazanımlarından biri de gerileyen borç/GSYH oranıdır. Unutulmamalı ki; modern krizlerin merkezindeki önemli unsurlardan biri de „borç.tur. 

Borcu ve borcun tarihini anlayamadan, modern finansal sistemi de anlayamaz sınız. 22 

Bu toprakların borç ile ilk ciddi imtihanı, ilk önemli ölçekli acı yenilgilerden 1839 Balta Limanı antlaşması sonrası başladı.23 

Modern dünyanın o günkü egemenleri, sonrasında, Türkiye.yi borca boğup; ülke ekonomisi ve siyaseti üzerinde uzun yıllar (hatta yüzyıllar) sürecek sağlam 
hakimiyetlerini kurdular. Türkiye.nin daha 2002'de toplam bütçesinin yüzde 86'si borç faizine gidiyordu. 2017 yılına gelindiğinde ise artık toplam bütçenin 
sadece yüzde 10-11'i borç faizine gitmektedir. Aradaki uçurum dikkat çekicidir. 
Borç ile bağlantılı bir diğer önemli veri de „bütçe açıkları dır. 

Bütçede çok ciddi bir disiplin ile büyük bir başarı yakalandı. Türkiye'nin zaten önemli bir CAD sorunu bulunuyor, sağlanan bu bütçe disiplininin bozulmaması 
hayati önemdedir. Borç sorunu artık geçmişte kaldı diye düşünmek de ciddi bir yanlışlığa sürükler. Anadolu topraklarının on yıllardır acısını derinden hissettiği 
borç-faiz sarmalını, bugünün birçok GOÜ.leri hala derinden yaşamaktadır. Bugün, gelişmekte olan ülkelerde hala sürdürülebilir borç dinamiği adı altında borçluluğun devamı aşılanmaya devam ediliyor. 

Eggertsson ve Krugman.ın etkili bir makalesi, 2008 krizini, borçların artışını takip eden bir „borç-ödeme. sürecine bağlar.24 

   Borçların geri ödenmesi için, varlıkların satılması ve devamında da fiyatlar genel seviyesinin düşmesi, Büyük Buhran dönemindeki Fisher.in meşhur „debt-deflation. teoremini hatırlatır.25 

Küresel finansal sistemin bugünkü karmaşık yapısını ve finansal piyasaların derinliğini türev ürünler piyasasını anlamadan da tam olarak kavrayamazsınız. 
2008 krizinin arefesinde, küresel türev ürünler piyasası, tüm dünyanın ekonomik üretiminin yaklaşık on katını ifade eden $700 trilyon seviyelerinde idi. 
2009.daki toparlanma sürecinin ardından, bugün, özellikle de özel sektör kaynaklı borç birikiminin tekrar artma eğiliminde olduğu konuşuluyor. Bu anlamda, 
2008 krizinin sebeplerinin başında, türev ürünler piyasasında, finansal kağıtlar üzerinde yapılan çoklu işlemler öncelikli olarak anlaşılması gereken bir faktördür. 
Türkiye.de bu tehlikeli enstrümanların henüz yaygın kullanımda olmaması ve piyasasının aktif olmaması önemli bir avantaj sağlarken; finansal piyasanın 
henüz düzenlenmemesi ve denetim eksikliği de ciddi riskler barındırır. 

Emtia ve varlık fiyat balonu ile bunların yurtiçi yansımaları da, dikkat çekilmesi gereken, önemli bir başka konudur. Sadece konuta dayalı kredi ve kağıtlar değil, 
kaya gazına yapılan ciddi yatırımlar ve bağlantılı fiyat artışları; konut fiyatlarının sürekli artacağı beklentisi ve onunla bağlantılı borçların sürdürülebilirliği 
sorununa da kafa yorulmalıdır. Özel sektör tahvillerine yapılan yüklü yatırımların geleceği, kaya gazı vb. alanlarda yapılan ciddi yatırımlar ve bu yatırımların 
sonuç vermeme ihtimali önemlidir. Artan faizler, bu tahvillerin değerini düşürürse; bir çok hedge fund batabilir. Bu da 1990.ların sonundaki gibi yeni bir kriz getirebilir. Konut piyasasında balon endişelerinin henüz dinmemiş olması da yeni bir kriz söylemini güçlü tutumaktadır. Diğer yandan, yeni bir krizin merkezi olarak da olağan şüpheliler listesinin en önünde Çin ve Avrupa ülkeleri sıralanır. Ancak, Japonya ve Almanya gibi doygunluğa ulaşmış yaşlı ülkeleri de bu sıralamanın ve yeni finansal krizlerin önemli kaynakları olmaya adaydırlar. 

Hala var olan risk teşvikleri, devamındaki yüksek risk alma eğilimi ve aşırı gevşeklik ile regülasyon eksikliği de ciddi bir risk unsuru olarak karşımızda 
durmaktadır. Malum, 2008 krizinin arkasında, agresif risk alarak karlarını maksimize etmeye çalışan büyük şirketler ve finansal kurumlar vardı.26 

Bankalar, yatırım şirketleri ve hatta sigorta şirketleri bu kategoriye giren belli başlı kurumlar olarak göze çarpıyor. Dünya.daki pastanın mümkün olduğunca daha fazlasını elde etmeye çalışan (bazen de yatırımcılarca buna zorlanan) aç gözlü yöneticiler ve finansal kurumlar, finansal sistemin sonunu hazırlıyor. Bu yüzden de, yeni dönemde, kriz riskini minimize etmenin bir yolu da muhtemelen yine bu agresif yüksek kar güdüsünün önüne geçilmesinden geliyordur. 

 Malum, 2008 krizi döneminin en çok konuşulan konularından biri de konut piyasası idi. ABD ve Avrupa.da kök salan küresel finans krizi, temelde, bu ülkelerin konut piyasalarından ve onunla bağlantılı krediler ve türev ürünlerden kaynaklanıyordu. ABD.de subprime denen, düşük ve alt gelirli aileler grubuna sunulan konut kredileri ile; tüm bu özel sektör kağıtları üzerine kurulan türev varlıklar, krizin tam merkezinde idi. Türkiye.de ise, hem konut kredisi piyasasının çok derin olmaması hem konuta dayalı teminatlandırılmış krediler ve borçların çok büyük olmaması iyi bir önlem oldu. Bunun yanında herkese konut kredilerinin verilmemesi ve yüzde 25 özsermaye şartı gibi önleyici önlemler de özel sektör borç piyasasında dallanıp, budaklanma yaşanmasına engel oldu. 

Eichengreen ve Temin gibi örnekler ise, 2008 krizini temelde bir sabit kur krizi olarak değerlendirmektedir.27 Bu liberal görüş, 2008.deki küresel finansal krizi, 
1930.lardaki Büyük Buhran döneminin „ altın standardı. benzeri finansal sınırlama uygulamasına bağlar. Buna göre, krizin özellikle de Avrupa.da yayılması ve 
genişlemesi de çok doğaldır.28 

Diğer yandan, Türkiye, AK Parti iktidarı sonrası sağlamlaştırdığı dalgalı kur sistemi ve Avro dışında olmanın da avantajı ile bu etkiyi minimize ediyordu. 

Nitekim, 2001.de, finansal sistemimizdeki yapısal sorunlar, o dönem aktif olan sabit kurun sürdürülmesini imkansız kılmış ve kriz patlak vermişti. 
Finansal sistemin regülasyonu da bir diğer önemli sorundur. 1980 sonrasının liberalleşme dalgası, beraberinde aşırı gevşeklik ve özellikle de türev piyasalar üzerinden aşırı borçlanma, bireysel kar ve kaygıyı önceleme ve agresif risk alımını getirdi. Doğrusu, regülasyonlar ve denetim, Türkiye.nin birçok batı ülkesine karşı, oldukça avantajlı olduğu temel konulardan biridir. Regülasyonlar, bir anlamda „tail risk. denen, düşük olasılık ve yüksek zarara sahip krizleri önleme amacı güder. Bu yüzden de, hükümetler ve politikacılar, bankaların ve finansal sistemin batmaması için, gerekli görünen yerlerde, tekrar istikrarın sağlanması için her zaman tetikte 
beklerler. Bu noktada, Türkiye.de özellikle de finansal alanda atılan adımlar; örneğin, SPK, BDDK, TMSF ve TCMB.nin bazısının özerk birer kurum olarak kurulması ve bazısının da yetkilerinin artırılması ile ekonomi koordinasyon kurulu gibi yeni birimlerin kurulması önem kazanmaktadır. 

Kredi genişlemesi de Türkiye.de önemli sorunlardan ve finansal tehlike unsurlarından biri olma potansiyeli taşımaktadır. 

Ancak bu riskin batıdaki, özellikle de ABD.deki seviyesinde olduğunu iddia etmek abartı olur. Burada önemli bir risk faktörü de, dış kaynakların sınırlı olduğu bir dönemde; TL kredilerin TL mevduata oranının yüzde 142 seviyelerinin üzerinde seyretmesidir. 
Nitekim, son dönemde, Çin gibi gelişmekte olan ülkelerde büyümenin kredi ile gerçekleşmeye başladığı belirtiliyor. Türkiye ekonomisi ile ilgili önemli 
risklerden biri, bugün Çin ekonomisinin yaşadığı Keynez- Schumpeterian tipi kredi-yatırım-büyüme trendine girilmesi olasılığıdır. Bu tehlike farkedilip, 
taksitlendirme ve aşırı borçlanmaya karşı alınan önlemler önemlidir. 

Borç faiz sarmalına dönüş anlamına gelebilecek olası adımlar, ülkenin yarınlarını riske atma tehlikesi barındırır. Kredi büyümesi ile ilgili bir başka önemli 
faktör de özel sektör borcudur. 

Mian ve Sufi, birçok ekonomistin aksine bankacılık krizlerinin değil hanehalkı borçlarının 2008.deki küresel krizi getirdiğini iddia eder.29 

Özel sektör borçlarının, kamu borçlarından daha tehlikeli olabileceğini çok güzel açıklayan bu çalışma; kriz dönemlerinin zayıflayan talepleri ve onunla 
bağlantılı sorunların krizde nasıl katlanarak büyüdüğünü göstermesi açısından önemlidir. 

Özetle, 2008 krizinin teğet geçtigi Türkiye, tarihi etkiler gösteren 2001 krizinden bu yana çok yol aldı. Çok tecrübe kazanıldı. 

Yukarıda da basedildiği gibi, mali ve para politikaların görece uyumu ve 2001 sonrası hayata geçirilen finansal reformlar, 2008 krizine rağmen, ciddi bir sıçrama hamlesi ve sağlam ekonomik ve finansal temeller kazandırdı. Türkiye, 2002-2016 arası her alanda ilerledi; piyasaları derinleşti ve ekonomi büyüdü. 

Doğrusu, 2013 Mayıs ayındaki Gezi olaylarına dek, herkesin gıpta ile baktığı bir ülke görünümündeydik. Aradan geçen zamanda, krizler, irili ufaklı sarsıntılar ve ekonomik büyüme rekorları ile dolu dönemin sonunda Türkiye, kişi başı GSYH.yı üç katına çıkarıp; Dünya bankasının gelişmiş ülkeler sınıfına girdi. 

Büyük resimde, Mehmet Simşek.in de yerinde deyimiyle, Türkiye.nin son 10-15 yıllık kriz ve önlemler tecrübesinden diğer ülkelerin, özellikle Türkiye ile aynı sıkıntıları yaşayan gelişmekte olan ülkelerin, alması gereken çok dersler var. 

Bu durum, hem 2001 krizi sonrasını hem de 2008 krizi sonrası dönemi kapsamaktadır. En basitinden, makro ihtiyati önlemler uygulanırken, ulusal ve 
uluslararası risklerin birlikte düşünülmesi becerisi, yeni dönemdeki değişimin önemli bir yansımasıdır. Cari açık ve kur risklerine dayalı kısa vadeli sorunların çözümü ve daha uzun vadeli, rekabet gücü yüksek sektörler oluşturulması gibi planlar da birlikte ele alınmalıdır. 
***

AKP NİN 15 YILI EKONOMİ., BÖLÜM 2

AKP NİN 15 YILI EKONOMİ.,  BÖLÜM 2



akp nin 15 yılı, Bilal Bağış, abd, ab, İspanya, Güney Kore, Almanya, Japonya, Mali Kriz, Marmaray, Tüp geçit, Osmanlının Fetret Devri,

AHMET HAKAN IM DOLARLA MI MAAŞ ALIYORSUN KARDEŞİM BU SORUYU SORUYORSUN? 


YENİ KALKINMA MODELİMİZ 

AK Parti hükümetleri döneminde, Türkiye, 29 dönem üst-üste büyüyerek; Cumhuriyet tarihinin kalkınma ve değişim rekorlarını kırdı. 2002 sonrası, bu kalkınma hayali doğrultusunda, özellikle de maliye politikasında ciddi bir başarı kazanıldı. Maliye politikasındaki başarı ve mali baskınlığın düşürülmesi, para politikası uygulamalarında da başarıyı beraberinde getirdi. Mali ve para politikaların görece uyumu ve 2001 sonrası hayata geçirilen finansal reformlar, 2008 krizine rağmen, ciddi bir sıçrama hamlesi ve sağlam ekonomik ve finansal temeller oluşturdu. 

2001 krizinde dibe vuran Türkiye ekonomisinin toparlanması süreci; en dibin zaten bulunmuş olması, reform iradesi ve de küresel likidite koşullarının elverişli olmasının etkisiyle hızlı bir ivme kazandı. 2001 krizinin sistemik olmaması da toparlanmayı kolay kıldı. AK Parti iktidarının uzun süre devam etmesi, bu reform ve dönüşüm iradesini hep canlı tuttu. 2008.deki Küresel Finansal Krize dek de bu dönüşüm ve yeniden yapılanma süreci kesintisiz sürecekti. 

Türkiye ekonomisi bu dönüşümün meyvelerini, 3.e katlanan kişi başı GSYH, teğet geçen krizler ve bugünün güçlü bankacılık ve finansal sistemi ile aldı. 

Ancak, Türkiye, aldığı onca uzun yola rağmen; bugün, hala bir ölçüde, bir çok gelişmekte olan ülke (GOÜ) gibi açıklar veren kırılgan bir ekonomiye sahip.10 
Kriz döneminde ve hatta 2009-2010 gibi, gelişmiş ülke (GÜ) merkez bankaları faizleri düşük tutup, piyasaya bol likidite sürdü. 

Bu dönemde, biraz da o yüzden, kısa vadeli borçların çevrilebilirliği sorun olmuyordu. Ancak, önümüzdeki dönemler için, değişen dinamikler nedeniyle, 
özellikle özel şirket borçları konusunda daha dikkatli olmak gerekir. 

FİNANSAL SİSTEM VE BANKACILIK., 

Türkiye.de finansal sistem denince akla bankalar gelir. Finansal sistemin bu denli önemli bir kısmını oluşturan bankaların sağlığı da dolayısıyla önemlidir. 
2001 krizi, yasal düzenlemeler ve bankacılık sektöründe ciddi reformlar için bir dönüm noktası oldu. Kriz sonrası finans sektöründe önemli yapısal reformlar 
tek tek hayata geçirilecekti. Özellikle 2004 sonrası artan denetimler, daha sık uygulanan stres testleri ve BDDK.nın sıkı kontrolü ile bankacılık sistemine 
güven aşılandı. 2009 sonrası, ek yeni düzenlemelerle aşırı borçlanma ve özellikle de dövizle borçlanmanın sınırlandırılması sağlanmış durumda.11 

Sermaye yeterlilik rasyosu da yüzde 15-16 seviyelerine çıkmış durumda. 
Kriz öncesi yüzde 12 sınırı vardı. Diğer yandan Basel limiti yüzde 8 ile 5 sınırlarında. 
Küresel Finansal Krize bu güçlü finansal altyapı ile girmek, en önemli avantajımız oldu. 
2001 sonrası Türkiye.de ilk el atılan mesele, bankacılık sistemindeki çürüklerin ayıklanması oldu. Bu sayede, Türkiye.nin bankacılık sektörü, bugün, oldukça 
sağlam durumda ve tüm dünyada da güvenirliği kabullenilmiş durumda. Ancak, yine de yukarıda da belirtildiği gibi ileriye yönelik ihtiyati tedbirler elden 
bırakılmamalıdır. Bankacılığın yurt dışından sağladığı krediler Cari Açık (CAD) finansmanı için de önemlidir. 

En azından bir süre daha bu finansmana çok ihtiyaç duyulacaktır. 
Diğer yandan, yaptırım gücü TMSF ve BDDK.da olsa da TCMB de bugün bankacılık sistemindeki gözetim ve denetimini sürdürmektedir. Başbakan Yardımcısı 
Sayın Şimşek. in de doğru bir tespitle vurguladığı gibi; Türkiye, bankacılık ve finans sistemi ile ilgili önemli kurumları 2001 krizi sonrası aktive ederek, 
önemli bir direnç kazanacaktı.12 Tüm bu dönüşüm ve gelişim sürecine rağmen; bugün, gelinen noktada, hala batıdaki ölçülerde ciddi bir finansal 
derinlikten bahsetmek zor. Ancak, bu durum, risklerin yönetilebilirliği noktasında önemli avantajlar da sağlamaktadır. 

ARTILAR VE EKSİLER., 

Türkiye.nin finansal krizlerle mücadele tecrübesinin iyi anlaşılması için; ülke ekonomisinin artıları ve eksilerinin de çok iyi anlaşılmasında fayda var. 
Ülke ekonomisinin temel artıları olarak karşımıza çıkan öncelikli unsurlar şunlardır: Politik istikrar, yakın ve orta vadede güçlü bir liderliğin devam edeceği ihtimali, mali disiplin ve uygulamadaki makro-ihtiyati tedbirler.13 

Türkiyenin temellerinin nispeten daha sağlam olması, devam eden yapısal reformlar ve güçlü reformlara devam etme iradesi; güçlü mali yapısı, tarihi düşük 
seviyelerde seyreden kamu borç stoku, hiç olmadığı kadar güçlü bankacılık sistemi ve daha sağlam, daha derin finansal piyasaları ile çeşitlendirilmiş uluslararası ilişkileri, Türkiye.yi bugün görece daha güçlü kılmaktadır. 

Piyasa ekonomisinin işlemesi ve piyasa aktörlerinin de ekonomik faaliyetlerde daha aktif olmasını belirleyen temel parametrelerden biri de, ekonomik ve 
politik güven ortamının varlığı ve belirsizliklerin sınırlı olmasıdır. AK Parti iktidarları süresince, seçimlerde halktan alınan ciddi desteklerle her zaman açık, şeffaf ve öngörülebilir politikalar izlendiği görülmektedir. Bu durum, AK Parti iktidarlarının ekonomideki performansını ve kırılganlıkların minimize edilmesindeki başarısını açıklayan en belirgin unsurdur. Ayrıca, ekonomide yüksek profil çizilirken; bu gidişatın büyüsüne kapılmadan, Doğu Asya krizine yakalanan ülkelerin düştüğü tuzağa da düşülmeden, güçlü kurumsal altyapıya önem verilerek, denetimi sağlayacak kurumlar da desteklenerek ve bedenine uygun makroekonomik politikalar izlenerek istikrar sürdürülmüştür. 

AK Parti iktidarlarının en baGarılı olduğu alanlardan biri de bütçe açığı ve mali disiplindir. Bu sayede ülkenin kırılganlıkları azaldı ve kriz ile mücadele gücü 
artırıldı. Bunların yanında, net borcun negatife inmesi de ciddi önem arz etmektedir. Geçmişte, IMF.den borç alarak, borcunu döndüren Türkiye; bugün, 
artık IMF.ye borç para veren bir ülkedir. Yüzde 60-70.lerden tek haneli rakamlara indirilen enflasyon oranları da bir başka önemli artımız. 

Toplam borçta, özel sektör kaynaklı artış yaşanıyor olsa da; bugün, kamu borcunun GSYH'ya oranı yüzde 30'ların altında. 
Para ve mali politika uygulamalarında yaşanan görece koordinasyon da önemli bir artıdır. Politik destekle, cesurca uygulamaya koyulan makro-ihtiyati önlemler, ülkenin, krizlerle mücadele yetisini güçlendirdi. 

Diğer yandan, temel sorunlarımız tarafında ise; dış finansman, ekonomiye güven ve dış ticaret üç kritik konu olarak belirginleşmektedir.14 

Hala yüksek seyreden cari işlemler açığı, görece hareketli enflasyon, önemli büyüklükteki kayıt dışı ekonomi, karmaşık ve dolaylı vergiye dayalı mali 
sistemimiz, düşük eğitim seviyesi ve beşeri sermaye önemli sıkıntılar olarak karşımıza çıkmaktadır.15 

Bölgedeki jeopolitik riskler, yurtiçi ve küresel belirsizlikler, kurlardaki oynaklıklar, sıcak para ve sermaye çıkışı da önemlidir. Ülkenin imajı ve yatırımcıya 
verdiği güven, ekonominin kaderini belirler. Unutmamalı ki; sadece 2015 yılı içinde GOÜ.lerden 500 milyar dolar çıkış yaşanmıştı. 

Bu temel sorunlarımızı, uzun vadeli yapısal reformlarla ivedilikle çözme yoluna gitmeliyiz. Özellikle genç işsizlik oranı önemli ve mutlaka azaltılmalıdır. 
İşsizlik genelde hep aynı oranlarda seyrediyor. Bu durum, daha çok yapısal bir sorun olarak görünüyor. Sermaye ve beşeri sermayenin düşüklüğü de ekstra 
sorunlar. Sosyal sermayenin etkin kullanılamaması ve alternatif finansman kaynaklarının kullanılamayışı da önemli konular. Enflasyon, geçmişteki kadar 
yüksek olmasa da, hala dalgalı seyretmektedir Merkez Bankası bağımsızlığı ve buna bağlı olarak fiyat istikrarı amacına zarar verebilecek açık ve örtülü 
baskılardan kaçınmanın oldukça önemli olduğu görülmektedir. Türkiye'nin kırılganlığının ön plana çıkarılmasının esas nedeni ise cari açık. CAD.ın yüksek 
seyretmesi sürekli bir dış finansman ihtiyacı doğurur. 

YENİ DÖNEMDE KÜRESEL EKONOMİ VE TÜRKİYE., 

1970 lerde, Bretton-Woods.un da çöküşü sonrası, dünya yeni bir döneme girdi. Küresel ölçekte krizlerin sıklaştığı, farklı ülkelere etkilerinin arttığı ve derinleştiği yeni bir döneme girdik. 1980 sonrası liberalleşme dalgası, bu etkiyi artırırken; 2008 krizi bu dönüşümde yeni bir aşama oldu. Gelinen noktada, bugün, artık tamamen farklı bir dünyada yaşıyoruz. Diğer yandan, son dönemde, sadece GÜ.ler ve GOÜ.ler arasında değil; gelişmiş ülkelerin kendi arasında da politikalar anlamında bir ayrışma gözleniyor.16 Örneğin, Avrupa ve Japonya.da, ECB ve BOJ genişlemeye devam ederken; ABD ve Ingiltere.de piyasaya sürülen devasa miktarda paranın geri toplanması tartışılıyor. 

Dünyanın diğer yarısında, Çin ve Hindistan gibi BRICS ülkeleri, küresel ekonomi pastasındaki paylarını sürekli artırırken; yaşlı Avrupa, kronik sorunlarla 
boğuşuyor. Dünya ekonomisinin dengesi, genel anlamda, gelişmiş ülkelerden, gelişmekte olan ülkelere doğru kaymaktadır. 

BOJ ve ECB.den gelen genişleyici adımlar, GOÜ.lerle birlikte, gelişmiş ülkeleri de zorluyor. Özellikle de Euro bölgesindeki borç krizi ve süren deflasyon endişeleri gözönüne alındığında; devam eden genişleyici adımlar ile gerçekleşmesi kesinleşen ek niceliksel genişleme (QE) ihtimali, Japonya ve Avrupa 
dışındaki para birimleri üzerinde yukarı yönlü baskı oluşturuyor. 

Yukarıda da vurgulandığı üzere, 2008 krizi, birçok açıdan dünya ekonomisi için bir dönüm noktası idi. Politikaların kendisi kadar, politika araçlarında da ciddi 
dönüşümler yaşandı. 

Regülasyonlar, denetim ve teftiş, yeni mekanizma tasarımları daha popüler olmaya başladılar. Merkez bankacılığı, para politikaları ve finansal sistemin 
işleyişi ile ilgili (Dodd-Frank gibi) yeni reformlar, düzenlemeler üst-üste hayata geçmeye başladı.17 

   Dünya ekonomisinde bu dönüşüm yaşanırken; uygulananan politikaların yan etkileri ve diğer ülkelere sıçrama olasılığı yeni dönemin önemli tartışma 
konusunu oluşturuyor. G 20 toplantılarının bu yönlü tartışmaları gündemi sürekli meşgul eder. Diğer yandan 2008 sonrası küresel ölçekte oluşan likidite 
bolluğu verimliliği artıracak alanlarda kullanılamadı. Gelir eşitsizliğini artırdığı iddiaları ise yaygınlıkla konuşuldu. Sıkılaştırma adımlarının başladığı ve genişleme 
adımlarının geri alınmaya başlandığı bu yeni dönemde, negatif etkiler daha çok konuşulacak ve gündemi daha fazla işgal edecektir. 

Büyük resimde, her şeyden önce, şunun farkında olmak gerekiyor. Modern krizler, ortaya çıkış şekilleri ve etkileri yönüyle, geçmişin krizlerinden önemli 
farklılıklar barındırırlar. Piyasalardaki oynaklığın ve piyasa etkilerinin arttığı bu gibi dönemler, bizim gibi hala kur volatilitesi riskine sahip ülkeler için önemli 
riskler barındırıyor. Bu yüzden de, merkez bankalarının işi bugün artık çok daha zor. Dış gelişmelere ve Şoklara kaşı ülke ekonomilerini, özellikle de kurları 
sabit tutmak bugün oldukça zordur. 

Yakın dönemde, dünyanın iki süper-güçlü ekonomisi ABD ve AB, 2008 krizine, parasal genişleme adımları ile cevap verdiler. Fed ve ECB.nin her ikisi de 
para basarak piyasaya sürerken; bu sürecin ayrıntıları ve aktarım mekanizmasının nasıl işlediği ise değişiyordu elbette. Türkiye.de, AK Parti hükümetlerinin 
en doğru yaptğı işlerden biri de, 2008 krizine yaklaşımı ve krizi yönetme biçimi idi. Ülkenin başbakanı, kriz teğet geçecek derken; birçok uzman Başbakanın 
bu öngörüsüne oldukça mesafeli ve hatta alaycı bir tavırla yaklaşıyordu.18 
Bugün, geriye dönülüp bakılınca, o dönem teğet geçecek yorumunu basite alanların, dönemin Başbakanı Erdoğan.ın vizyonu ve öngörüsünü görmekten uzak 
oldukları sonucu belirginleşmektedir. 

Büyük resesyon, Türkiye örneğinde, bize, krizden nemalanmak isteyenlerin, kriz üzerine yatırım yapanların kaybedeceğini, Türkiye.nin finansal altyapısının 
ise yeterince sağlam olduğu hatırlatmasını yaptı. Bu anlamda, 2008 krizi, GÜ.lerde kullanılan politikaların test edilmesi fırsatı sağlamakla beraber; AK Parti hükümetinin de istikrarını sınamış ve ekonomideki başarısını küresel ölçekte kanıtlamıştır. 

Kredi derecelendirme kurumları ve verdikleri notlar ise, özellikle de kriz dönemlerinde, ülke ekonomileri için bir başka önemli konudur. 

15 Temmuz ve sonrasında, rating kuruluşlarının, Türkiye.nin kredi notunu hemen aşağıya çekmesi unutulmaması gereken bir başka önemli noktadır. 

Başta S&P olmak üzere, derecelendirme şirketleri, Türkiye.nin kredi notunu politik belirsizlikleri bahane göstererek zaman kaybetmeden düşürmüştü. 

Özellikle de, rating kuruluşu S&P, darbe girişiminin hemen üç gün sonrası, ani not düşürme ile, adeta, darbenin kendi üzerine düşen kısmını yerine getiriyor 
izlenimi yaratmıştı. Bu ani karar, ideolojik altyapı ihtimalini de artırmıştı. 
Diğer yandan, aynı kredi derecelendirme kuruluşu, geçmişte de, Fitch ve Moodys.in aksine, Türkiye.nin notunu hep yatırım yapılabilir seviyenin altında tuttu. 
Burada, önemli bir sorun da şu ki; ekonomi iyiye gittiği zaman, Türkiye.nin kredi notunu yükseltmek için ak ile karayı seçen derecelendirme kuruluşları; 
en ufak bir negatif algıda, veya bazen de bizzat varolan pozitif algıyı değiştirmek için, manipülasyon amacıyla hiç zaman geçirmeden not düşürmektedirler. 
Özellikle de S&P ve onunla bağlantılı finansal kuruluşlar, yıllardır Türkiye.ye karşı yanlı politika güder ve haksızlık yaparlar. 
15 yıllık AK Parti iktidarlarının bu ülkeye kazandırdığı önemli yeniliklerden biri de uzun vadeli planlama bilincidir. Türkiye, geçmişte, kısa vadeli popülist politikaların cezasını, ya merkez bankasında para basarak veya IMF.nin kapısını çalarak çekti. 
Siyasetçilerin bol keseden vaatleri ve kısa vadeli çözümler, zaman kazanma çabaları, ülkenin 10 yıllarına mal oldu. Son dönemlerin AK Parti iktidarları, uzun vadeli planlama bilincini ülkeye aşılayarak; sorumlu siyaset ve hesap verebilir yönetim bilinciyle, ülkenin geleceğinin sağlam temeller üzerinde yükselmesini sağladılar. Ekonomik istikrar için, bu uzun vadeli planlama ve siyaset anlayışının 
devam etmesi gerekir. Zira, mali disiplini sağlayan temel unsur popülist siyaset anlayışının terk edilmesidir. 

Geçmişte, siyasetçileri hapşırdığı zaman grip olan Türkiye ekonomisi, bugün, siyasi kaygılardan bağımsız sağlam temeller ve kurumlar edinmiş durumdadır. 
15 Temmuz.da, aslında bu anlamda, hem devlet ve yürütme erki, hem ekonomi ve finansal sistem ciddi bir stres testinden geçti.19 

***

AKP NİN 15 YILI EKONOMİ., BÖLÜM 1

  AKP NİN 15 YILI EKONOMİ.,  BÖLÜM 1


akp nin 15 yılı, Bilal Bağış, abd, ab, İspanya, Güney Kore, Almanya, Japonya, Mali Kriz, Marmaray, Tüp geçit, Osmanlının Fetret Devri,

KRİZLERLE MÜCADELE STRATEJİSİ VE EKONOMİ POLİTİKALARINDA YENİ DÖNEM, 

BİLAL BAĞIŞ 1 

GİRİŞ

Bu çalışma, Türkiye.nin özelde 2008-2009 dönemindeki, geneldede son 15 yıldaki kriz tecrübelerine odaklanır. 
Çalışma, bu tecrübeleri, hem küresel hem gelişmekte olan ülkeler perspektifinde değerlendirerek; yeni Türkiye.nin krizlerle mücadele tecrübesi ile ilgili dersler sunmayı amaçlar. 

Son 15 yıldaki AK Parti hükümetlerinin, gerek yeni 2023 vizyonu ve gerekse kuruluşundan bu yana bağlı kaldığı görülen „istikrarlı ve güçlü ekonomi. amacı 
doğrultusunda Şekillendirilen beyanname ve politika uygulamaları analiz edilmektedir. AK Parti hükümetlerinin 2002 sonrası hayata geçirdikleri ekonomi 
politikaları ve krizlerle mücadele tecrübelerinin, ABD.de Büyük Buhran sonrası hayata geçirilen bir dizi ekonomi politikası ile de ciddi bir benzerliği ve kader 
birliği vardır. Bu açıdan da, çalışma, 2002 sonrası dönüşüm hamlesini hayati önemde ve yerinde olarak değerlendirir. Elde edilen sağlam temel, Türkiye 
ekonomisine, son 15 yılda, ABD ekonomisinin Büyük Büyüme dönemi gibi bir sıçrama fırsatı oluşturdu. Bu çalışma, ekonomi alanındaki reformların ve son 
15 yıldaki performansın, AK Partinin sürekli iktidarının anahtar unsuru olduğunu iddia etmektedir. 

2002 Sonrası Dönüşüm 

Türkiyenin kendi gelir ve gelişmişlik düzeyindeki birçok ülkeye örnek olabilecek ekonomik dönüşüm ve krizlerle mücadele tecrübesinin başlangıcı, 2001.in 
karanlık bir Çarşamba gününe denk gelir. Özellikle de 2012 e kadar, politika uygulamaları ve reform iradesi hızlı ve başarılı olarak sürdürüldü. 3 Kasım 2002.de başlayan AK Parti iktidarı, 2008 dönemindeki kısa bir bocalama evresinin dışında, bu dönüşüm hamlesini kesintisiz sürdürdü. AK Parti iktidarlarının, özellikle de ilk 2 dönemde, başlattıkları ekonomik dönüşüm hamlesi ve Türkiye.ye kazandırdıkları diliriş umudu, devamında sürekli bir iktidar serisi de getirdi. Birçok 
kesimde seveni olduğu kadar, tarihteki birçok önemli lider gibi sevmeyeni de çok bir lider olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu dönüşümün önderi olarak, ülke tarihinde adından uzun yıllar söz ettirecek gibi görünüyor. 

Hikayeyi biraz daha geriden almak gerekirse; Modern Türkiye, 1923.teki devrim ve Cumhuriyetin ilanını takiben, Osmanlı.nın tarım ağırlıklı iktisadi yapısından; 
yeni bir sanayileşme hamlesi ile, yepyeni bir ekonomi mucizesi oluşturmaya çalıştı. Çok yol alındığı şüphesiz; ancak gelinen noktada, bugün hala istediğimiz 
yerde değiliz. AK Parti hükümetlerinin de son 15 yıldaki ekonomik dönüşüm mucizesi Türkiye.ye ciddi yol aldırdı; fakat, gelişmiş ülkeler (GÜ) seviyesine 
ulaşmaya henüz yetmedi.2 

İspanya, Güney Kore, hatta Almanya ve Japonya gibi yeni bir iktisadi mucize örneği için en az 20-30 yıllık uzun bir dönem boyunca yüzde 5.in üzerinde 
büyüme gerekiyor. Bunun yolu da, AK Parti iktidarının yapmaya çalıştığı gibi, yeni bir uzun vadeli istikrar yolu (başkanlık sistemi gibi) veya ekonomi politikaları anlamında trendin dışını zorlamaktan geçiyor.3 

Son 15 yıldaki reformların devamı ve reform iradesinin kaybedilmemesi, güçlü bir merkezi otoritenin oturtulması ve  kurumsal kalitenin artırılması açısından da önemlidir. Yerli ve milli ekonomi politikası oluşturma çabalarına gelen eleştiriler de, özgün politika anlamında alınacak çok yol olduğuna işaret ediyor. Basit bir örnek, içinde bulunduğumuz bu politika trajedisini anlamaya daha çok yardımcı olacaktır. Amerikalı ekonomist Minsky, 1986 yılında, FIH teorisini ortaya attığında, en kuzey uçtaki Washington eyaletinde kendi halinde inzivaya itilmişti.4 

Akademisyen arkadaşları, bu çılgın ekonomiste gülüyorlardı. Ancak, tam 20 yıl sonra, küresel ölçekte borç krizi patlak verdiğinde akla ilk gelen isimlerden biri de Minsky idi. Yine, Nobel ödüllü ekonomist Krugman bile son 50 yılda, modern ekonominin ve özellikle de makroekonomide öğrendiklerimizin, en iyi ihtimalle hiç bir fayda sağlayamadığını yazmaktadır. 

Bu anlamda, gelinen noktada, son 15 yıldaki iktidarların bize öğrettiği temel değerlerden biri şu oldu: Son 200 yılın batı egemen ekonomi anlayışından daha fazlasını söyleyebilmeli; özgün alternatifler üretebilmeliyiz. Daha genel anlamda, bugün modern borç ve faiz sarmalının insanlığı kara deliklere ittiği gerçeği görüldükçe; yeni söylemlere neden bu denli ihtiyaç duyduğumuz daha kolay ve 
anlaşılabilir görünüyor. 2002 sonrası dönüşüm, tam da bu yüzden, önemli dersler sunar. 

KRİZLERLE MÜCADELE TECRÜBESİ 

   2001 krizinden yorgun düşen Türkiye.de, 2002 sonrası iktidara gelen AK Parti hükümetlerinin temel felsefesinin, daha müreffeh, daha güçlü ve daha istikrarlı 
yeni bir Türkiye olduğu görülüyor.5 

   2002 sonrası dönemde, bu doğrultuda, özellikle de maliye politikasında ciddi başarılar elde edildi. Doğrusu, AK Parti hükûmetlerinin 2002 sonrası hayata 
geçirdikleri ekonomi politikalarının, ABD.de Büyük Buhran sonrası hayata geçirilen bir dizi ekonomi politikası ile de ciddi bir benzerliği söz konusudur.6 

Ancak, ABD.dekinden farklı olarak bizimki, her üç AK Parti iktidarı boyunca sürdü. 2002.de başlayan bu dönüşüm hamlesi ile, Türkiye, her yeni dönemde daha da güçlendi ve Batı ile arasındaki gelişmişlik farkını adım adım eritti. Finansal altyapının sağlamlaşmasını müteakip, son birkaç yüzyıllık finansal tarihin en önemli krizlerinden 2008 Küresel Finansal Krizi de Türkiyeyi sadece Teğet geçecekti. 

AK Parti iktidarlarının önemli özelliklerinden biri de, politik istikrar ile birlikte, ekonomik istikrarı da Türkiye.ye kazandırmalarıdır. 

Özal sonrası Türkiye.nin en ciddi eksikliği bu sayede giderilmiş oldu. Hatırlamakta fayda var: 1990.lardaki kronik finansal sıkıntılar, ülkeye Osmanlının
 „Fetret Devri.nin bir benzerini yaşatmıştı. 2001 krizine dek, ülkeye hakim olan siyasi belirsizlik, üretici, tüketici ve yatırımcının ekonomiye güvenlerinde ve uzun 
vadeli karar alma yetilerinde ciddi engeller oluşturdu.7 Ekonomideki kırılganlıkların bir sonucu olarak da, 2001.de, Türkiye, tarihinin en büyük krizlerinden 
birini yaşadı. 

Ekonomi Eski Bakanı Sayın Dervişin 2001 krizinden sonra Türkiye.ye daveti ve hayata geçirdigi „güçlü ekonomiye geçiş programı., 

Özünde batıda uygulanan klasik bir Neo-liberal politikalar setiydi. Sosyal yönleri zayıftı. Önceki IMF programlarında olduğu gibi, kemer sıkma ve daralma programda öncelikli idi. AK Parti iktidarları, bunun üzerine, yapısal reform niteliğinde sosyal programlar, altyapı yatırımları, kurumların ve finansal 
sistemin güçlendirilmesi gibi eklemelerde bulundu. Bu sayede de makro ekonomik ve finansal istikrar yönünde ciddi yol alındı. 

Bugünün Başkanlık Sistemine geçiş çabaları da bu istikrarın devamı doğrultusunda değerlendirilmelidir. 

2001 deki bu ilk ciddi krizin sonrasında, AK Parti iktidarı, sıkı para politikası, mali disiplin ve bankacılık sisteminin daha sıkı denetimi politikalarını güçlü bir irade ile devam ettirdi. Merkez Bankası bağımsızlığı ve para politikası stratejisi ilk kez hayata geçirildi ve belli bir program dahilinde politikalar uygulama bilinci kazanıldı. Finansal sistemin denetimi ve yeniden düzenlenmesi ile ilgili adımlar, özellikle önemlidir ve 2008.deki tarihi kriz döneminde önemli bir dayanak oluşturdu. Yıllarca potansiyelinin altında üretmeye zorlanan ekonomi, adım adım gerçek kimliğine ve limitine ulaştı.8 

Burada, altı çizilmesi gereken önemli bir nokta da: AK Parti hükümetlerinin temel politika aracının çoğunlukla Keynezyen politikalar olduğu gerçeğidir. 

Bu Keynezyen politikalar, daha özelde, altyapı projeleri (yeni havaalanları, köprüler ve duble-yollar gibi), otoyollar, tüneller, adalet sarayları, şehir hastaneleri, yeni üniversiteler, raylı sistem (Marmaray ve Tüp geçit gibi), hızlı-trenler, bölgesel kalkınma ajansları, GAP.a onlarca milyar dolarlık yeni ciddi yatırım gibi örneklerle sıralanabilir. Bu yönüyle de, uygulanan politikalar, 1930.ların ABD.sindeki New Deal.dan çok da farklı değildir doğrusu. 
 Diğer yandan, izlenen politikaların neoliberal yönleri de açıkça göze çarpıyor. Hatta, birçok ekonomiste göre de, 2001 krizi sonrası büyük oranda, neo-liberal 
politikalar benimsenecekti. 

Özellikle de Derviş in ekonomi bakanlığı döneminde temelde bahsi geçen bu neo-liberal politikalar önceliklendirilmişti. Neo-liberalizmin, herhangi bir sıkıntı 
anında hemen kemer sıkmaya yönelme dogması ile yine aynı akımın iki kutsal ilkesi Merkez Bankası bağımsızlığı ve enflasyon hedeflemesine geçişi de yine bu doğrultuda değerlendirebiliriz. Özelleştirmeler, döviz kurunun serbestleşmesi ve rekabetçiliğin artırılmasına yönelik adımlar da bu örnekler arasında sayılabilir. 

Kısacası, AK Parti iktidarları, 2002 sonrası dönemde, krizin ardından hayata geçirilen Neo-liberal „ Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı.nı, kalkınma ve sosyal 
programlarla zenginleştirerek; daha Neo-Keynezyen hale dönüştürdü ve özgünleştirdi. Bu da, sonraki dönemlere daha hazırlıklı ve güçlü bir ekonomi ve 
finansal altyapı ile girme fırsatı sundu. Bunun yanı sıra, özellikle de iktidarın ilk dönemini ifade eden 2002-2007 arasında, tek başına iktidara gelen AK Parti, nispeten daha rahattı. Yaşanan kriz tecrübeleri ve 2001 sonrasında alınan önlemler, Türkiye.yi, 2008 Küresel Finansal Krizinde diğer ülkelerdeki 
gibi olağanüstü mali önlemler almak zorunda bırakmadı. 

2002 sonrasının bir diğer önemli unsuru, dönüşüm hikayesinin ayrıntıları ve içeriğidir. Türkiye ekonomisinde üretimin çeşitlendirilmesi, katkısı genelde daha 
yüksek varsayılan savunma sanayiine yatırımlar, ekonomiyi daha güçlü ve dirençli kılmaktadır. AK Parti iktidarlarının bu ülkeye en önemli katkılarından biri de 
devletin piyasaya müdahalelerinin minimize edilmesi ve piyasa ekonomisinin önünün açılmasıdır. Bu sayede, 2002 sonrası dönüşümde özel sektör aktif bir 
rol oynayacaktı. Özelleştirmeler ile özel sektörün ağırlığı artırıldı. Bu sayede de, devletin ekonomiye ve piyasanın işleyişine müdahalesi minimize edildi. 
Bu anlamda, AK Parti iktidarlarının piyasa ekonomisine inancı, son 15 yılda ülke ekonomisine kazandırılan önemli bir farklılıktır. 

Farklılıklar, ekonomik aktivite ile ilgili ayrıntılardan ibaret değil elbette. Birçok ekonomik parametrede olduğu gibi, krizlerde de tüm Dünyanin tersine bir 
trend izledik Türkiye.de. Bu durum, aslında, her konuda ters hareket eden Türkiye gerçekleri ile de uyumlu idi. 

Örneğin, bizim politik sistemin hep karşılaştırılan ABD den bir farkı; bizdeki sosyal demokrat partinin, ABD.deki muhafazakar partinin politikalarını sürdürüyor 
olmasıdır. Daha çok demokrat parti çizgisindeki muhafazakar demokrat AK Parti.nin, Cumhuriyetçi Parti çizgisinde, piyasalara olan inancı, diğer bir farktır. 
Tüm bu olumlu reform ve değişim adımlarına rağmen; 2008.deki küresel kriz ve sonrasındaki kısa süreli belirsizlik dönemleri (Gezi ve 17-25 Aralık gibi), 
ciddi reformların devamını bir süre geciktirdi. Reformlar geciktikçe de orta-gelir-tuzağı gibi tartışmalar şiddetlendi. Bu noktadan sonra da, reformcu ve yenilikçi 
AK Parti iktidarının, 1990.ların kısır iç çekişmelerine çekilmesi ihtimali korkutucu boyutta artmaya başladı. Örneğin, 7 Haziranda tek başına hükümet kuramayan AK Parti, birkaç aylığına da olsa, dönüşüm hikayesine ara vermek zorunda kalacaktı. Diğer yandan, seçim sonrası başlayan koalisyon görüşmeleri 
de ciddi riskler ve belirsizlikler doğurdu.9 

Reformlar ve ekonomik dönüşüm bu kadar önemli ve direnç noktasında bu denli fayda sağlarken; daha önceki reform ve açılım dönemlerinin neden olumlu 
sonuç vermediği de önemli bir mevzudur. 

1990.lardaki açılımlarda, temelde, henüz tam hazır değilken giriştiğimiz için olsa gerek, bocalardık. Ciddi krizler yaşanmasının temel nedenlerden biri de, 
reform iradesini sürdürebilecek güçlü bir siyasi iktidarın yokluğudur. Nitekim, Osmanlının Fetret devri gibi, 1990.lar da, modern Türkiye.nin fetret devri oldu. 
2000.ler sonrası asıl ciddi ekonomik dönüşümü yaşadık. Modern ekonomik yapılar ve kurumsal kalite ile birlikte, piyasa ekonomisi 2002 sonrası dönemde oturmaya başladı. Ancak o da bir yere kadar geldi. gimdi, yeniden büyümek için yeni bir hikaye gerekiyor. Başkanlık sistemi tartışmaları da, işte, burada önem kazanıyor. 

***