3 Kasım 2017 Cuma

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ HAKKINDA, BÖLÜM 3

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ HAKKINDA, BÖLÜM 3


Orta Asya'da varlığı çok eski tarihlere dayanan Kürtler uruğu daha sonra batıya, Hun Türkleriyle birlikte -tıpkı Anadolu'ya yerleşmeleri gibi- göç etmiştir. 
Bu göç de diğerleri gibi Hazar'ın güney ve kuzeyinden olmuştur. Macaristan'da görülen Kürtler bunun delilidir. Ayrıca Çekoslovakya ve Slovenya topraklarında 
da bazı Kürt oymaklarının varlığı tesbit edilmiştir8. Hazar'ın güneyinden geçenler ise İran ve Anadolu'ya yerleşmişlerdir. Bunlar da bu bölgeye Oğuzlarla birlikte 
gelmiş olmalıdırlar9. İşte Avrupa, İran ve Türkiye coğrafyasında görülen ve Türkçe konuşan Kürtler'den başka, geniş bir kabileler topluluğu daha vardır ki, 
Arap tarihçileri bunlardan "Ekrâd (Kürtler)" olarak bahsetmektedir. Arap tarihçilerinin Kürtler diye adlandırdığı bu topluluklar bazılarınca 4 grupta toplanıyordu Kurmanclar, Guranlar, Lurlar, Kalhurlar. 

Oysa Arapların bu terimi bu dört zümre için kullandıkları şüphelidir. Belki de sadece Kurmanclar için Kürtler demişlerdir. Zira Lurlar sonraki dönemlerde 
kendi adları ile anılmışlardır. Diğer üç zümre için de durum aynı olup, onlar da bu kelimeye yabancıdırlar10. 

Yukarıda verilen bilgilere ilâve olarak, Kürt aşiretleri içerisinde sayılan Zazalar konusuna da bir açıklık getirmek gerekmektedir. Zira bugün için 
Zazaların, Kürt ve Türk değil onlardan ayrı bir kavim oldukları yolunda da iddialar mevcuttur. Bu iddialara göre, Zazalar kasıtlı olarak Kürt boyları 
içerisinde gösterilmektedir. Oysa Kürtler konusunda bir otorite kabul edilen Rus bilim adamı Vlademir Minorsky'nin bu konuda söylediği "Sistemli incelemeler 
Kürt adıyla örtülen bir tabaka altında birçok eski kavimlerin varlığını ortaya çıkartacaktır." sözleri, Zazaların bu konudaki dayanağını teşkil etmektedir. 
Ayrıca Şeref-nâme'de, Zazalardan hiç söz edilmemesi de Zazaların, Kürtlerden ayrı olduğunu ileri sürenlerin bir başka dayanağını teşkil eder. Bu iddiaları ileri 
sürenlere göre, Türkiye, İran, Irak, Suriye ve eski Sovyetler Birliği'nde yaşayan ve "Kürt adı altında" birleştirilmek istenen zümreler, her bakımdan birbirlerinden tamamen farklı birer yapıya sahip bulunmaktadır11. 

Zazaların Kürtlerden ayrı olduğunu ileri süren bu görüşlere göre, Zaza adına M.Ö. 9. yüzyılda rastlanmaktadır. Menşe yönünden ise Hurrîlere 
bağlanmaktadır. Dil bakımından da Zazaca, Kürtçeden tamamen ayrıdır. M.Ö. 5 bin yıllarında tarih sahnesine çıkan Sümerlerle, Zazalar arasında dil, inanç ve 
benzeri açılardan bir takım benzerlikler de tespit edilmiştir12. 

Yukarıdaki iddialardan da anlaşılacağı üzere, Kürt kelimesinin etnik kimliği ve üzerinde yapılan spekülasyonlar, Zaza kelimesi için de mevcuttur. Zira 
Zazaların, Kürt veya ayrı bir kavim oldukları iddialarının yanı sıra, söz konusu boyun Türklüğü de tartışılmaktadır. Buna göre de milattan önceki dönemlerde 
ortaya çıkan Zazalar, Türklerin çok eski bir boyudur. Ortaasya’dan kopup gelen, Dicle ve Fırat havzalarına yerleşen ve proto-Türkler diye adlandırılan bu kavim 
Saka=İskit veya Subar Türklerine mensuptur. M.Ö. 5 bin senelerinde Orta asya'dan göçüp, Anadolu'ya yerleşmişlerdir. Su-su adı zamanla değişmiş ve 
bu Türklere Zaza adı verilmiştir13.Doğu illerine İslâmiyet’in yayılmasıyla birlikte büyük bir çoğunluğu Şafii ve Nakşîliğe mensup olmuşlardır. Ancak Türk olan ve 
Osmanlı padişahları tarafından yabancılığa sürüklenen Zazalar, kendilerini Emevî neslinden görmüşler ve bu yolda yürümüşlerdir14. 

Tarihî dönemler içerisinde Kürtlerin Turanî bir kavim olduğu görüşünü izah eden tarihçiler genelde Eberhard, Rasonyi ve Ne'meth gibi tarihçilerin konu 
ile ilgili açıklamalarını zikrederler15. Bunun yanı sıra Dede Korkut Oğuz-nâmelerine göre Kürtlerin bir Türk boyu olduğu ve Oğuzlara mensup olduklarını 
gösteren çalışmalar da mevcuttur16. 

Türkiye'deki mevcut Kürt aşiretlerinin, birçok yerli ve yabancı ilim adamının araştırmaları sonucunda Oğuzlar'ın bir kolu olduğu gerçeği ortaya 
çıkmıştır. Yüzyılların meydana getirdiği şartlar sebebiyle Arapça, Farsça, Türkçe karışımı ve Kürtçe dediğimiz sun'i bir lisanla yazılı kaynakların en eskisi olan 
Bitlis Emiri Şeref Han tarafından l597 de kaleme alınan Şeref-nâme adlı eserde de Kürtlerin Oğuz Han soyundan geldiği açıkça belirtilmektedir17. 

Türklerin göçünü takiben yerleştikleri bölgelerde, Kürtlerin sınır toplumu karekteri arzeden bir topluluk oldukları, Türk-Arap ve Fars milletlerinden 
etkilenerek kültür karakteri meydana getirdikleri görüşü de üzerinde durulması gereken bir konudur18. Zira günümüzde bu ad ile adlandırılan topluluklar Orta 
Doğu'da Türkiye, Suriye, Irak, İran, Ermenistan ve Azerbaycan'a dağılmışlardır. Bunların ilk nüvesini ise "Kürt" adlı "Türk" kabilesi teşkil etmiş olmalıdır. 
Osmanlı topraklarında Türk aslından olan bu kabileler zamanla diğer Türk kabilelerini de bünyelerine alarak bugünkü yapıyı meydana getirmişlerdir. 
Şüphesiz zaman içerisinde bu Türk aşiretleri arasına Arap, Fars veya başka milletlerden oba ve oymaklar da karışmış olabilir. Kürt'ün Türkmen'den 
farklılığını milliyet düzeyine çıkaranlar daha ziyade Kürt dili üzerinde dururlar. Oysa, Kürt lisanı bir dialekt olup, Farsçaya daha çok benzemektedir. Bununla 
beraber Arap ve Türk tesirlerinin de karışımıyla, kendine has bir telaffuzu vardır19. Zira Türklük, sadece Türkmenlik demek değildir. Türklüğü meydana 
getiren başka unsurlar da vardır. Türklüğü meydana getiren Türkmen, Yörük, Kürt, Zaza ve benzeri Türk boyları kapsamındaki oba ve oymaklarda urukları 
meydana getirirken, değişen tarih ve coğrafyalarda farklı kombinezonlarla bir araya gelmiştir20. 

Türk toplulukları Anadolu coğrafyasında konar-göçer bir hayat sürmüşler ve bir kısmı ise bu coğrafyada yerleşik hayata geçmişlerdir. Zamanla yerleşik 
hayatı benimseyen topluluklar, konar-göçer Türk topluluklarını, aşiretlerini kendilerinden aşağı görerek onları Türkmen, Tahtacı, Yörük, Abdal, Zaza, Kürt 
gibi adlarla kendilerinden ayırtetmek istemişlerdir. Dolayısıyla bu hayat tarzından dolayı da Türkmenler'e Kürtler denilmiş olabilir. 

Osmanlı Arşiv belgelerinde görüldüğü üzere "Kürt Terimi" açıkça konar-göçer göçebe toplulukları ifâde etmektedir. Belgelerde yer alan pek çok örnekten 
de anlaşılacağı üzere, Türkmen toplulukları arasında Kürt adı, yanlız dağlarda yaşayanlara verilen isimlerdir21. Osmanlı kayıtlarında geçen "Etrak" ve "Ekrad" 
terimleri "Türk" veya "Kürt" manalarında kullanılmayıp, "Yerleşik" ve "Göçebe" manasında kullanılmaktadır22. Ayrıca Osmanlı Devleti'nin tebaaların dan gayri müslimler devlete ödedikleri bir vergi(cizye) karşılığı askerlikten muaf tutulmuşlardır. Hatta yine Osmanlı tebaasından olan Müslüman Araplar dahi askere alınmamışlardır Fakat devlet bünyesinde Türklerle iç içe yaşayan ve vesîkalarda "ekrâd" tabir edilen Kürtler için böyle bir ayrı uygulama söz konusu değildir. Dolayısıyla onlar da devletin asıl sahibidirler23. 

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere bütün zorlamalara rağmen ırk, millet ve hatta aşiret anlamına gelebilecek "etnik" manada bir 
"Kürt" terimi mevcut değildir. Bu adlandırma yerleşik müslüman Arap-Fars ve Türk topluluklarının konar-göçer Türkmen aşiretlerine ortaklaşa verdikleri bir 
deyimden ibârettir. Konuya ırkî açıdan bakıldığında ise yukarıda yapılan izahlardan Kürtlerin Orta Asya menşe‘li oldukları anlaşılacaktır. Zira Kürtler örf 
ve âdetleri, Türk milletiyle büyük bir uyumluluk göstermektedir. Büyük istilâların sebep olduğu karışımların bir neticesi olarak Kürtlerde bir çok ırkın etnik 
kalıntılarını bulmak mümkündür. Gerçekten de Batı Asya, tarihinin başlarından beri değişik toplulukların bir geçit yeri ve savaş alanı olmuştur. Coğrafî 
durumları sayesinde Kürtler, bu istilâlara dayanmış ve sosyal yapılarını korumuşlardır. Sonuç olarak denilebilir ki, bütün meziyetleriyle Kürtler, Türk 
birliğinin kıymetli bir parçasını meydana getirmektedirler24. 

Bugün için bilinmektedir ki, Türkler Anadolu'ya, Türklerin islâmiyete girmesinden ve islâmiyetin zuhûrundan çok evvel gelmişlerdir. Bu tarih M.Ö.II-IV 
bine kadar uzanmaktadır. Kürtler de Türkî bir unsurdur. Bir Türk boyunun adını almakla beraber çeşitli Türk devletlerinin bölgedeki kalıntıları da zamanla 
bu ismin kapsamına girmişlerdir. İskân bölgeleri Fars ve Arap coğrafyacıları ile iç içe olduğundan, dil gibi bazı kültürel özelliklerinde kısmî değişime uğramışlardır. 
Ancak dil üzerinde yapılan çalışmalar, bugün için ayrı bir dilmiş gibi gösterilen bu bölgedeki insanların konuştukları mahallî şivenin, Türkçe'nin bir ağzı olduğunu 
açıkça ispatlamıştır25. 

1. Kürt Kültürü ve Kürdistan Meselesi 

Bölücü çevreler, topluluklar üzerinde etkili olabilmek için bazı suni konular yaratma ihtiyacı duymuşlardır. Türk Ergenekon Bayramı Nevruz’un 
Kürt Bayramı olarak propaganda edilmesi de böyledir.Yine Kürt Bayrağı olarak kullanılan renkler (yeşil, fes kırmızısı ve sarı) İran’lıların Zerdüştlük inancını 
temsil etmektedir. Kürt kültürü ile ilgili ortaya atılan iddialar ilmen tutarsızdır. 

Yukarıda açıklandığı üzere Kürdistan Teriminin tamamen izafi bir terim olarak kullanıldığı, siyasi bir anlam taşımadığı, Anadolu’nun doğusunda ve 
Irak’ın Kuzey’indeki dağlık bölgelerin tarifinde kullanıldığı görülmektedir. Selçuklu ve Osmanlı idari taksimatında da Kürdistan diye bir eyalet, vilayet, 
sancak veya köy yoktur. Emperyalist Ülkeler Türk Birliğini bölmek maksadıyla yaptıkları çalışmalar sırasında, Tanzimat’ın ilanından itibaren Kürdistan 
teriminin sıkça gündeme geldiği, Lazistan ve Ermenistan gibi terimlerle siyasi amaçlı kullanılmaya başlandığı görülmektedir26. 

II. KÜRT HAREKETİNİN TARİHİ GELİŞİMİ 

Osmanlı Hakimiyetinin sona erdiği dönemlerde I. Dünya Savaşı sırasında İngiltere gibi emperyalist devletler Osmanlı Devletini parçalamak için manda 
yönetimli Kürt Devleti fikrini ortaya atmışlar, Kürt aşiretlerini bu yönlü etkilemeye başlamışlardır. İngiltere, Fransa ve Rusya’nın çabaları ile Kürt devleti hedefi belirlenmiştir. Anadolu'daki Ermeni ve Rum azınlıklarının ayaklanmalarına destek olmak maksadı ile İngiltere tarafında çıkartılan Yozgat 
ve Konya’daki Türk Aşiret ayaklanmaları daha sonraki Kürt Aşiret ayaklanma larına basamak oluşturmuştur. Kürt’lerin aşiret halinde ayaklanmaya 
başlamaları Emperyalist Devletlerce Anadolu ve Orta Doğu'da oynanan oyunların bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır.. 

1. Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Kürtler 

Osmanlı Devleti döneminde coğrafi ve sosyal yapı sebebi ile doğu bölgelerinde hakimiyet tam olarak tesis edilememiştir. Merkezi otorite boşluğu 
uzun dönemler sonunda bu bölgede kendine özgü sosyo-ekonomik ve kültürel bir yapı ortaya çıkartmıştır. Kürtlerde bu durum aşiretçilik içerisinde ağalıklar 
olarak ortaya çıkmıştır. Kürtlerde görülen bu sosyal durum şunlardan ibarettir. 

Ağalık: Servet ve toprak esasına dayanan zenginliği ifade etmekteydi. 
Şeyhlik: Mezhep ve tarikatların, başka bir ifade ile dini duyguların istismar edilerek kullanılmasını ifade etmektedir.. 
Aşiretçilik: Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yarı müstakil yaşayan ve kendi içinde feodal bir yapı gösteren toplulukları ifade etmektedir. 
Osmanlı’da yenileşme hareketlerinin başlaması ile birlikte devlet yapısı içinde aşiret halindeki bu konar göçer toplulukların farklı oldukları ortaya 
çıkmıştır. Devletin zayıf olduğu zamanlarda da devlet otoritesine karşı ayaklanmalar görülmüştür. 

a) Osmanlı Döneminde Görülen Belli Başlı Ayaklanmalar 

1. Baban-zade Abdurrahman Paşa İsyanı (Musul-1806) 
2. Baban-zade Ahmet Paşa İsyanı (Musul-1812) 
3. Zazaların İsyanı (1820) 
4. Yezidilerin İsyanı (Hakkari-1830) 
5. Şerefhan İsyanı (Bitlis-1831) 
6. Bedirhan İsyanı (Botan-1835) 
7. Garzan İsyanı (Diyarbakır-1839) 
8. Bedirhan Osman Paşa İsyanı (Mardin-Cizre-1877) 
9. Übeydullah İsyanı (Hakkari-1881) 
10. Bedirhan Emin Ali İsyanı (Erzincan-1889) 
11. Bedirhaniler ve Halil Raman İsyanı (Mardin-1912) 
12. Şeyh Selim Şahabettin ve Ali İsyanı (Bitlis-1912) 
13. Koçgiri İsyanı (Koçgiri-1920)’dir. 

Osmanlı Devletinde Kürt ayrımcılığı fikirleri 1. Meşrutiyetin (1876) ilanından sonra büyük şehirlerde yaşayan bazı tabakalar arasında görülmeye 
başlamıştır. Ayaklanmaların temelinde sadece yarı müstakil olan yaşantının daha müstakil hale gelme amaçları olduğu söylenebilir. 

İlk Kürt Cemiyeti II. Meşrutiyetin ilanından (1908) sonra İstanbul’da “Kürt Terakki ve Teali Cemiyeti” (Kürt İlerleme ve Dayanışma Cemiyeti) adı 
altında kurulmuştur. 

Cemiyetin yayın organı olarak Hetavi Kürt (Kürt Güneşi) gazetesini çıkarmıştır. Bu cemiyet başta Kürtlerin fikirlerinden ziyade özel menfaatlerini 
koruma amacını gütmüş, ancak cemiyetin kurucuları 1912 yılında Bitlis Ayaklanmasını başlatmıştır. Jön Türklerin, Osmanlı akımı yerine Türk 
Milliyetçiliğini öne çıkarma çabaları Kürtçülük cereyanlarını hızlandırmıştır. 

b) Osmanlı Devleti Döneminde Yabancı Devletlerin Kürtlerle İlişkileri 

Kürtler,16. yüzyıldan başlayarak 19.yüzyılda doruk noktasına ulaşan bir biçimde, Osmanlı Devleti ile İran Safevi Devleti arasındaki çekişmelerin önemli 
bir malzemesi olmuşlardır. Özellikle 18. yüzyılın sonlarından başlayarak bu insanların yaşadıkları saha yani “Kürdistan”27, bu iki devlet arasında mücadele 
alanına dönüşmüştür. İki taraf da bölge de yaşayan Kürtlere güçlü bir biçimde egemen olmak istemekteydi. 19.yüzyıla gelindiğinde bu mücadeleye önce İngilizler, hemen ardından Amerikalılar, Ruslar, Fransızlar, Almanlar ve hatta İsveçli misyonerler katıldı. O dönemin bu güçlü devletleri Kürtlerle yakından ilgilendiler ve onlara hep düşmanın arka cephesini zayıflatacak bir etken olarak baktılar 28 . 

İngilizlerin Kürtlerin yaşadıkları bu bölgelere önem vermelerinin birkaç sebebi vardı. Öncelikle, stratejik bir öneme sahip olan “Kürdistan” toprakları, 
İran ve Osmanlı toprakları arasında bulunmakta ve gelecek için İngiliz sömürgeciliğinin gelişmesine imkan tanımaktaydı. Bu sebeple İngiliz yöneticiler ve onlara bağlı Doğu Hindistan şirketi, doğudaki etkinliklerini artırarak Kürt aşiretleri arasında propaganda yapmaya ve bölgede taraftar kazanmak amacıyla çalışmaya başladılar. Bu amacı gerçekleşmesi için İngiltere’den sözde “Kürdistan”a doktor, arkeolog, diplomat gibi adlar altında casuslar gönderildi. 
Bunlar çeşitli şekillerde aşiret reislerini ve diğer nüfuz sahibi kimseleri elde ederek, politik amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışıyorlardı. Bunun yanı 
sıra Kürtlerin savaş yeteneği ile başka özelliklerini inceliyorlar ve “Kürdistan”a ulaşıma uygun olabilecek yolları saptıyorlardı. 

İngilizler, 1806’da Doğu Hindistan şirketinin bir şubesini Bağdat’a açtıktan sonra bu çalışmalarını daha da artırdılar. şirketin temsilcisi ve yardımcısı birlikte, 
Kürt aşiret reisleri ile ilişkilerini geliştirmeye çalışıyordu29. Kumandan Mc Donald Keyner, bu şirket adına birçok kez Anadolu’ya özellikle Kürdistan ve 
Ermenistan’a geziler yaptı. Gezilerinin amacı Hindistan’a sefer yapmak için hazırlıklara başlayan İngiliz ordusunun Kürdistan’dan geçebileceği yolları ve 
bölgenin özelliklerini saptamaktı. Diğer casuslar da benzer etkinliklerde bulunarak, kendi alanları ile ilgili bilgi topluyorlardı.

1817’de İngiliz Binbaşısı Heid, Bağdat, Süleymaniye, Erbil, Musul ve Kıfri’ye, onu izleyen, Brother da 1818’de Bağdat’tan Kıfri’ye ve oradan Süleymaniye’ye gittiler. 
1820’de Doğu Hindistan şirketinin şubesinin yöneticisi, Süleymaniye’ye egemen olan Namık Paşa’nın çağrısıyla buraya gelerek, Kürdistan’a ilişkin geniş 
araştırmalar yaptı. Ayrıca başka Kürt aşiret reisleriyle de görüşmeleri oldu 30. Buna benzer çalışmaları, İngiltere, İran’da da yürütmekteydi. 

1830’da Kürdistan, İngiltere için özellikle Hindistan’a ulaşım açısından büyük bir önem taşımaya başladı. Politik ve ekonomik çalışmalara hız 
verildi.1856’da Paris Antlaşmasının imzalanmasının ardından,İngilizler, Hindistan’ı İngiltere’ye bağlayacak bir demiryolu planı üzerinde çalışmaya 
başladılar. Bu amaçla Hindistan’da daha önce de çalışmalarda bulunan Cissini, bu işle görevlendirildi .Demiryolu Anadolu, Suriye, Kürdistan ve İran’dan 
Hindistan’a geçecekti, ancak Suriye işin içine girince Fransa buna karşı çıktı ve plan rafa kaldırıldı. 

İngilizlerin ardından bölgeye Amerikalı misyonerler de gelmiştir. Amerikalıların da o dönem de bölge politikasında etkin olma yerine ileriye yönelik 
yatırımlarda bulundukları, bu amaçla geniş bir misyoner örgütü kurdukları bilinmektedir. Amerikalılar 1890’a doğru bölgede toplam 118 kilise kurmuşlardı . 
Bu kiliselerde 891 misyoner ile 11.899 yardımcı personel çalışıyordu. Yine Amerikalılar bölgede 64 ilkokul, 44 orta dereceli okul açmışlardı31. Ancak bu 
misyonerlerin asıl temas ettikleri Nasturilerle öteki Hıristiyan gruplardı. Özellikle 1878 tarihli Berlin Antlaşmasıyla Ermeni meselesinin uluslararası boyut 
kazanması,32 misyonerlerin işini oldukça kolaylaştırmıştır. Kürtler ise bu misyonerlerin varlığından hiç memnun değillerdi. 

Rusların, Kürtlerle ilk temasları ise 19. Yüzyılın başlarında meydana gelen İran –Rus ve Osmanlı –Rus savaşları sırasında gerçekleşmiştir. İran–Rus 
savaşlarında ,İran’ın yenilerek Gülistan Anlaşmasını imzalaması, Kürtler arasında Rusya’nın saygınlığını artırmıştır.1828 –29 yıllarında yapılan Osmanlı –
Rus savaşında ise Kürt aşiretlerinden bazıları, Osmanlı Devletine karşı Rusya’nın yanında savaştı. Revanduz, Botan ve Hakkari Kürt beyleri ise savaşa 
katılmaktan kaçınmışlardır33. 

Bütün bu gelişmelerin ardından Rusya’da çok yoğun biçimde Kürt politikası oluşturma çalışmaları başlatıldı. Özellikle Van, Erzurum gibi yerlere 
gönderilen Rus konsolosları aracılığıyla Kürtlerle temasa geçildi34. 

 1887’den başlayarak İsveç Misyon Birliğinin de Kürtlerle temasa geçtiğinden söz ediliyorsa da bunların etkin bir çalışma yürüttükleri söylenemez35. 

19. yüzyıl, Kürtlerin yabancı devletlerle ilk tanıştığı yıllar olmasının yanı sıra, yaşadıkları bölgelerin emperyalist politikalara alet edilmeye başlandığı bir 
dönem de olmuştur. Bu ilk tanışmanın ardından Kürtler, bu devletlerle daha sıkı ilişkiler kuracak ve onlardan yardım isteyecekler, fakat bu istekler 
gerçekleşmeyecektir. 

c) Birinci Dünya Savaşı ve Kürtler 

Birinci Dünya Harbinde Ruslar, Kürtleri yanlarına alabilmek için büyük çaba harcamış ve bu durum da, Kürtlerin Ruslarla ilişkilerinin gelişmesi 
sonucunu doğurmuştur. Ruslar, Yusuf Kamil Bedirhan ve Kör Hüseyin Bey gibi Kürt beylerini kullanarak halka çağrıda bulunmuşlardır. Kürtler bu çağrıya ya 
saf değiştirerek, ya da hiç direnmeyerek uymuşlardır36. Ancak, panislamcı propagandaların ve Alman ajanlarının etkisiyle Kürtler, Türklerin yanında yer almışlardır37. 

Birinci Dünya Savaşı sırasında Dersim Kürtleri ve onların önderleri Alişer, Rus ve Ermenilerle birlikte hareket etmişlerdir. Erzincan gönüllü Ermeni alay 
kumandanlarından Gövdinli Murat Paşa ve Rus Generali Lahof, Dersimlilerle işbirliği yapılmasını önermek maksadıyla Kürtlere haber yolladılar . Bu çağrıya 
Elaziz vilayetinin Korut köyünden Kürt Mustafa Vefa olumlu yanıt verdi ve taburuyla beraber Ruslara katıldı. Ruslarla Dersimliler arasında bir “Kürdistan” 
teşkili konusunda görüşmeler başladı. Koçkiri aşireti adına Alişer bu görüşmelere katıldı. Sonuçta Dersimliler Ermenilerle anlaştılar. Dersimli Kürtler Rus 
kumandanı Lahof ve Ermeni kumandanı Murat Paşa ile anlaşmış olduklarından, Fırat’ın doğu ve güney mıntıkasıyla Ovacık mıntıkalarında Kürdistan egemenliği 
altında geçici bir siyasi varlık, taraflarca tanındı. Ayrıntılar için görüşmeler de sürdürülüyordu. Ancak Rusya’da 1917’de gerçekleştirilen devrimin ardından Rus 
ordularının Erzincan’dan çekilmesine karar verilmişti. Kumandan Lahof, 1918 Ocağında Erzincan’dan ayrılmış olduğundan, orada kalan Ermeni kumandanı 
Murat Paşa, Dersimlilerle kuvvetli bir ittifak yapmak istemişse de bu hususta Alişer’le anlaşamadılar ve bu ilişki burada son bulmuştur38. 

1916’da yine Bedirhanlardan Yusuf Kamil Bey, Tiflis’te Ruslarla temasa geçmiş ve Kürt isteklerini Ruslara kabul ettirmeye çalışmıştır . Savaş öncesi Yusuf 
Kamil Bey Tiflis’e iltica etmiş ve Ruslarla görüşmelerde bulunmuştu. Savaş sırasında ise Rusya’nın işgal ettiği Erzurum ve Bitlis’te Ruslar adına valilik 
yapmıştı. Daha sonraki yıllarını geri döndüğü Tiflis’te geçirmiş ve orada ölmüştür39. 

Böylece Birinci Dünya savaşında bazı Kürt Şeyh ve beylerinin çabaları herhangi bir sonuç vermemiş ve istedikleri yardım ise hiçbir zaman sağlanamamıştır. 
Kürt önderlerin kimisi Rusya’nın, kimisi İngiltere’nin yanın da yer alarak, hep aynı amaç için çalışmışlar, ancak bu sıralarda gerek Rusların ve gerekse İngilizlerin çıkarları ve siyasetleri, Kürt isteklerine uygun olmadığından bir sonuç alamamışlardır.. Bu durum 1916’da yapılan Sykes-Picot Anlaşmasında da görülmektedir. 

Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı mirasının paylaşılabilmesi için Müttefikler arasında yapılmış gizli bir anlaşmaydı. Anlaşmada “Kürdistan” topraklarını da 
ilgilendiren hükümler bulunmaktaydı. Buna göre, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof’un Petrograd’daki Fransız Büyükelçisine gönderdiği mektupta (13 Nisan 
1916 ) Ruslar, Van ve Bitlis’in güneyinde, Muş ve Dicle Nehri’nin akım yoluyla Cezire Amadiye’ye egemen dağların tepeler çizgisi ile Mergevar bölgesi arasındaki yerlerin kendilerine verilmesini önermekteydiler. Fransızlar bu öneriyi kabul etmediler . İngiliz ve Fransızlar arasında geçen mektuplaşmalar sonunda 
“Kürdistan”’ın bir parçası Fransız bölgesi, bir parçası Rus bölgesi, bir parçası da İngiliz ve Fransızların ortak koruması altında bir Arap devleti ya da Arap 
devletleri Konfederasyonu içinde kalacak biçimde parçalandı40. 

Aslında anlaşmada Kürtler adına hiçbir öneri sunulmadığı gibi, Kürtlerin adı bile anılmamıştı. Yani o sıralarda burada bir Kürt devletinin kurulması 
düşünülmemişti. Savaş sonunda, anlaşmada İngilizler lehine bazı değişiklikler yapılmıştı. Ancak bu durum Kürtler adına pek bir şeyi değiştirmemiş, sadece 
bölgede İngilizlerin söz sahibi olmasını sağlamıştı. İngilizler petrolün peşindeydiler41 ve Kürtlerle de bu doğrultuda bir ilişki kurmak istiyorlardı. 

Birinci Dünya Savaşı, Osmanlının birçok bölgelerinde olduğu gibi Kürtlerin yaşadığı bölgelerde de büyük bir yıkıma sebep olmuştu. Savaş sonrası 
bu bölge de ekonomik olarak çökmüş, Kürt nüfusu önemli ölçüde azalmıştı. Zaten bütünlüğünü sağlayamamış olan bu topraklar, büyük devletler arasında nüfuz alanlarına ayrılarak daha da parçalanmıştı. Bunun sonucunda Kürtler, “tek pazar” etrafında birleşme sürecinden tamamen yoksun hale gelmişlerdir. Savaş 
sonrası bu halk birbirinden uzak, dağınık ve programsız bir görüntü sergiliyordu. 

Kürtler açısından bu derece olumsuz sonuçlara yol açan Birinci Dünya Savaşı, bununla ters orantılı olarak, birtakım sosyal ve siyasi sonuçlar da doğurmuştur. 

Bunların en önemlisi, etnik bilincin gelişmesidir. Kürt aydınları, kendi kimlikleriyle ortaya çıkarak, daha da örgütlü bir toplum haline gelmek için çaba 
harcamaya başlamışlardır. Kürt siyasi örgütleri, Kürt kimliğiyle politika sahasında mücadeleye giriştiler. Bu haliyle bu örgütler Kürt toplumunun zihinsel 
olarak Kürtlük bilincinin uyanmasında büyük rol oynadılar. Bu süreç Kürtler arasında bağımsızlık ya da en azından özerklik isteyen insanların sayısının 
artmasına sebep oldu. 

Kürtleri etkileyen en önemli olaylardan birisi de, kuşkusuz Doğu Anadolu bölgesinde bir Ermeni devleti kurulması planlarının uygulamaya konmasıdır. Bu, 
Kürtler de büyük bir endişe meydana getirdi. Kürt aydınlarının birçoğu, gelişmeler karşısında, Ermenilerle aynı yolu izleyerek, büyük devletlere 
başvurarak, bağımsız ya da özek bir Kürt devleti kurulması için çalıştılar. 

Kürtleri bu biçimde hareket etmeye yönelten başka sebepler de vardı. Rusya’da gerçekleşen 1917 devrimi, Kürt ayrımcılarını derinden etkilemişti. 
Özellikle anti-emperyalist söylem ve ulusların kurtuluşunu dile getiren sözler, Kürtler için de bir umut kaynağıydı42. 

Kürtleri daha da umutlandıran en büyük etken, şüphesiz Wilson’un ortaya attığı ilkelerin on ikinci maddesiydi. Çünkü burada “Osmanlı Devletinin Türk 
kısımlarına güvenli bir hükümranlık sağlanacağı, fakat halen idaresi altındaki diğer uluslara tereddüt edilmez bir hayat güvenliği ile mutlak dokunulmaz 
muhtar bir gelişme fırsatı tanınacağı” belirtilmekteydi43. 

Bununla Başkan Wilson, “ulusların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemesi” ilkesini ortaya koyuyordu ki, bu Kürt aydını için önemli bir dayanak noktası oluşturmuştur44. 

Wilson ilkelerinden on ikincisi, Kürtleri ve “Kürdistan”ı doğrudan düşünerek kaleme alınmış değildi. Asıl siyasi amaç, manda sisteminin kurulması 
meselesiydi. Bundan dolayı Kürt aydını her ne kadar bu ilkeye büyük önem vermişse de, umduğu ilgiyi bulamamıştı. 

Savaşın sona ermesi ve Wilson ilkelerinin ilanının hemen ardından Kürt aydın ve uleması Aralık 1918 tarihinde Kürdistan Teali Cemiyetini kurdular45. 

Mütareke döneminde başka Kürt örgütleri de kurulmuştur. Bunlar arasında Kürt Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti, Radikal Avam Fırkası, Kürt 
Hevi Talebe Cemiyeti, Kürt Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti gibi örgütler sayılabilir . 
Ancak bunların hiçbirisi Kürdistan Teali Cemiyeti kadar etkin olmadığı gibi, bir kısmı da Kürdistan Teali Cemiyeti’nin son zamanlarına kadar onun birer kolu 
olarak çalışmıştı. 


BU BÖLÜM DİPNOTLAR;

33 Halfin , a.g.e.,s.37-42. 
34 Akgül, a.g.e., s.107. 
35 Faik Bulut, Dar Üçgende Üç İsyan, İstanbul Belge Yayınları,1992, s.342-354. 
36 II.Abdulhamid, adı geçen bu Kör Hüseyin'e Kör Hüseyin Paşa ünvanını vermiştir. Kör Hüseyin Paşa Haydaranlı Aşireti reisi olup, daha sonra Aşiret Alayları Komutanlığı da yapmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bayram Kodaman;" II. Abdulhamid ve Aşiret Mektebi", Türk Kültürü Araştırmaları, XV/1-2,s.255-264. 
37 Kutlay, a.g.e., s.116. 
38 Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihin de Dersim, 4.b. ,Diyarbakır, Dilan Yayınları, 1992, s.115 ;Ayrıca bkz. Akgül, a.g.e. s. 110-111. 
39 Kutlay, a.g.e. s.61. Bazil Nikitin, Kürtler, Sosyolojik ve Tarihi İnceleme, Çev.Hüseyin Demirhan -Cemal Süreyya, Cilt,I-II,3.b., İstanbul 1991, s. 344. 
40 Osman Olcay, Sevr Anlaşmasına Doğru, Ankara, AÜSBF Yayınları,1981, s.LVII. 
41 Mim Kemal Öke, Belgelerle Kürt-İngiliz İlişkilerinde Musul ve Kürdistan Sorunu, 1918-1926, Ankara, Türk Kültürünü araştırma Enstitüsü Yayınları, 1992, s.5. 
42 M.S.Lazarev, Emperyalizm ve Kürt Sorunu 1919-1923, Çev.: Mehmet Demir, Ankara, Öz-Ge yayınları, 1989, s.62. 
43 Mine Erol, Türkiye’de Amerikan Mandası Meselesi, Giresun, 1972, s.57. 
44 Martin Van Bruinessen, Kürdistan Üzerine Yazılar, İstanbul, İletişim Yayınları, 1992, s.143. Salahi Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika ,I. ,2.b., 
Ankara, T.T.K. Basımevi, 1987,s.26. 
45 Savaşın sona ermesi ve Wilson ilkelerinin ilanının hemen ardından Kürt aydın ve uleması Aralık 1918 tarihinde Kürdistan Teali Cemiyetini kurdular. 
Cemiyetin başkanlığına Şemdinli Seyit Abdülkadir getirildi. Bir görüşe göre, bu cemiyetin kurulmasını Osmanlı hükümeti istemişti. Çünkü bölgenin 
İtilaf Devletlerince Ermeniler ile Araplar arasında paylaştırılma hazırlıklarının artmasıyla endişeye kapılan Tevfik Paşa hükümeti, Kürtleri de bu yönde çalışmaya teşvik etmiş ve bununla ileri de Kürtlerle anlaşmanın mümkün olacağını da düşünerek, Ermeni ve Arapları dengelemek istemişti. Ancak zamanla cemiyetin çalışmaları hükümetin isteklerine ters düşecek bir durum almıştı. Kürdistan Teali Cemiyeti’nin önemli bir özelliği, onun şimdiye kadar kurulan Kürt örgütlerine göre daha geniş bir tabana sahip olması ve aşiretler üstü bir yapıda kurulmasıydı Cemiyet, yalnızca önceki kuşakların milliyetçiliklerini ve kent orta sınıflarını değil,aynı zamanda aşiret mensubu Kürtleri de kapsamaktaydı. 
 Dahası, cemiyet 15.000 Kürdü kucakladığını iddia ediyordu. Üyeleri arasında pek çok Kürt aydınının yanı sıra, ileri gelen aşiret mensupları da vardı. 
 Kürdistan Teali Cemiyeti, Wilson ilkelerinin Kürtler de meydana getirdiği etkinin bir sonucu olarak, Kürt ulusal isteklerini hem siyasal gündeme hem de 
Müttefiklerin gündemine sokmak için kurulmuş veya böyle bir işlev görmüş bir örgüttür. Kürt halkının haklarının savunulması ve Kürdistan’ın özgürlüğe 
kavuşturulması düşüncesi cemiyet üyelerince benimsenmişti. Ancak bunun gerçekleştirilmesi için ne gibi bir eylem içine girileceği sonuçta nasıl bir “Kürdistan” kurulacağı tartışmalı konular olarak kalmaya devam etmişti. Kürdistan Teali Cemiyeti, bütün bu geniş tabanına ve aydın düzeyine karşın, bir bütün olarak siyaset ve eylem alanın da belirgin bir strateji olan ayrıca nasıl bir “ Kürdistan” istendiğini ifade eden bir programa sahip değildi. Cemiyet siyasi ve diplomatik çabalarını, Kürt toplumunu derinden sarsabilecek politik bir tabana dayandıramamış, mütareke koşulların da silahlanmaya ve bir savunma gücü oluşturmaya başlayan diğer etnik azınlıkların siyasi örgütleri gibi “silahlı ulusal güçlerle” varlığını bütünleştirmemişti. Bu süreçte Kürdistan meselesini ağırlıklı olarak diplomatik girişimler yoluyla  çözmeye çalışmıştır. Ayrıntılı bilgi çin bkz. Erol Kurubaş, Başlangıçtan 1960'a Mütareke yıllarında Kürt arılıkçıları, özerklik ile bağımsızlık arasında kalmışlar ve hareketi tek bir alana yönlendirememişlerdir. Bu da hareketin gücünü azaltmıştır. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR;


***

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ HAKKINDA, BÖLÜM 2

  
PKK TERÖR ÖRGÜTÜ HAKKINDA, BÖLÜM 2



GİRİŞ 

I. KÜRT TARİHİ MESELESİ: 

Bazı araştırmacılara göre, Kürt terimi, “Göçebe Hayat tarzı ve kalın kar yığını” anlamını ifade etmektedir. Başka bir grup yazarın tezine göre ise Kürtlerin 
“Ari” kökenli oldukları, yaklaşık 3000 yıl önce Kuzey Avrupa’dan göç ederek Karadeniz Kuzeyi ve Hazar Denizinin Batısını takiben Mezopotamya’ya indikleri 
ve bu yolculuğun yaklaşık 1000 yıl kadar sürdüğü ileri sürülmektedir. Kürtleri tarihi zemin içerisinde bir noktaya oturtmak yani onlara etnik bir temel 
kazandırmak isteyen bu yazarlara göre; M.Ö. 1000 yıllarında Mezopotamya’ya yerleşen Kürtler, M.Ö. 600 yıllarında Asur Devletini yıkarak Med İmparatorluğu  nu kurmuşlar, kısa bir süre sonra da Med’lerin Persler tarafından yıkılması ile devlet yapısını kaybetmişlerdir. Bu görüşleri ileri sürenlerin hiçbiri, bu iddialarını sağlam delillerle isbat edememektedirler. 

Aslında M.Ö. 3000 yıllarında Avrupa üzerinden Kafkaslara ve oradan Mezopotamya’ya göç olmadığı herkes tarafından bilinmektedir. Kürtler yan göçer topluluklarıdır. Bu toplulukların Orta Asya’dan yola çıkarak Anadolu Yarımadasının dağlık kesimlerinde hayvancılığa elverişli alanlara yerleştikleri 
bilinmektedir. Bu göçerler M.Ö. 1000 yıllarına rastlar. Mezopotamya’daki uygarlıklar M.Ö. 5000 yıllarına dayanır. Dikkat edilirse Türklerin olduğu her 
yerde Kürtler de mevcuttur. Bu da Türkler ile Kürtlerin tarihi bir bağ içerisinde olduklarını gösterir. İskit-Saka Uruğunda Kürt İlhanı olan ve 39 yaşında ölen Alp 
Urungu’nun Kürt İlhanı “Ben Kürt İlhanı Alp Urungu’yum” başlıklı yazıtının öz Türkçe yazmış olması Kürtlerin Türkler içerisinden geldiği en güzel örneğidir. 
Son 25–30 yıldır bazı büyük devletlerin ve özellikle de bünyelerinde Türk nüfusu bulunduran komşu devletlerin politikalarının esasını, Türkiye ile aralarında 
tampon bir devlet oluşturmak veya tebaları olan Türk topluluğu arasında tampon sunî bir millet yaratmak teşkil etmiştir. Diğer yandan bu endişelerini ve 
politikalarını Türkiye'ye doğru yöneltmek, Türkiye'de bir etnik mesele olduğu propagandası yaparak hedeflerine varmak istemektedirler1. Bu tür faaliyetler 
arasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemizde bazı konar–göçer veya yerleşik Türk aşiretlerinin mezhep ve kültür farklılıkları istismar edilerek kışkırtmaları ve kendilerini Türkten başka bir soydan geldikleri propagandasını sayılabilir2. 

Günümüzde Doğu Anadolu bölgesinde yaşayan ve Kürtçe diye bilinen mahallî dille konuşan Türklere, Kürt denilmektedir. Buna ilâve olarak bu dili 
konuşan ve Orta–Doğu'nun diğer ülkelerinde yaşayan bir kısım halka da Kürt denilmektedir. Bir milletin dil, edebiyat, san'at, fen ve sosyal teşkilat gibi elde 
etmiş olduğu çeşitli müesseseler kadar, o milletin hayat felsefesi, inançları, an‘aneleri gibi ruhunun akislerini bulabileceğimiz tutum ve davranışlar, o milletin kültürünü meydana getirir. Oysa Orta–Doğu'da yaratılmak istenen "sun'î bir millete ad olarak verilen "Kürt" teriminin açıklanması, bu meselenin ideologları tarafından dahi mümkün olmamıştır. Bunun başlıca sebebi ise Kürt aşiretleri olarak iddia edilen Kurmanç, Gûran, Lur ve Kalhur ağızlarında böyle bir terimin olmamasıdır3. 

Konar-göçer toplulukların yaşadıkları coğrafi bölgelere göre kullandıkları Türkçe, Farsça ve Arapçanın etkisi ve karışımı ile oluşan ağızlar mevcut olup, 
bunlargenel olarak “Kürtçe” diye ifade edilmektedir. Kürtçe Zazaca, Dimili, Kırmançi, Sorani, Gorani vb. gibi şivelerle konuşulmaktadır. Ayrı şiveler konuşan insanlar arasında bile anlaşmak zor olmaktadır. 

Kürt Dili yaratma amacı ilk kez 1922 yılında Tiflis’de Ermenice olarak Kürt Alfabesi oluşturulmuştur. Kürtlerle Ermenilerin akraba oldukları görüşü, 
Ermeni-Kürt Cemiyeti olan Hoybun Cemiyeti4 tarafından ileri sürülmüş ise de bu sorununun uluslar arası boyut kazandığı dönemdir. 

Hoybun, kuruluş aşamasında ilk toplantısını Şubat 1927’de Revanduz’daki Seyit Taha’nın evinde yapmıştır. Toplantı, İngilizlerin yardımıyla 
Seyit Taha ve Ermeniler tarafından düzenlenmiştir. İlk toplantının arkasında İngilizler adına, Irak Olağanüstü Komiser Yardımcısı ve Enteliİans Servisi mensubu Edmonds vardı. Ayrıca toplantının planlayıcıları arasında, İngiliz elçiliğinden Kaptan Motfoltre’de bulunuyordu. Toplantıya Seyit Taha kardeşi Mustahattin, Balık aşireti reisi Mehmet Ağa, Şeyh Sait’in akrabalarından Hınıslı Mehmet Emin, Menkuri aşireti reisi Sivar Ağa ve Motfoltre ile kâtibi katılmışlardı. Alınan karar göre, İngilizler Kürtlere para ve silah yardımı yapacak, Nasturilere destek verecek Hoybun’un Türkiye’ye Şemdina bölgesinden başlatacağı taarruzun Van’ı işgaliyle sonuçlanması halinde İngilizler yardımda bulunacaktı. Ama İngilizlerin bu işe bu ölçüde bulaştıkları oldukça kuşkuludur. Çünkü 1926’da Türkiye ile ilişkilerini düzelten İngiltere’nin, Kürtlerle bu kadar yakın ilişkide olması pek mantıklı görünmemektedir. 

Hoybun’un genel programı şöyleydi: Öncelikle İran’a, Irak ve Suriye’deki Arap halkına ve onların himayecilerine (İngiltere ve Fransa) karşı dostça bir tutum takınarak o yerlerdeki büyük Kürt bölgelerinin barış ve refahını güvence altına almak, sonra da aynı kaderi paylaşan Ermeni ulusuyla dostluk kurarak Türkiye’ye karşı işbirliği yapmak, Ermenistan ve Kürdistan’ın bağımsızlıklarının, toprak bütünlüklerinin karşılıklı olarak kabul edilmesini de bir ilke olarak benimsemek. 

Hoybun, Suriye’nin yanı sıra Kahire, Paris, Detroit ve Philadelphia’da merkezler kurmuş ve özellikle Paris’te etkin çalışmalar yürütmüştür. Ancak örgütün en zayıf yönü, kendi iddiasının aksine, bütün Kürtleri temsil edebilecek bir yapıda olmayışıydı. Sürgündeki küçük bir topluluğun, Kürtlerin tamamını temsil etmesi mümkün de değildi. Ayrıca örgüt kendini Kürt halkına mal edebilmiş de değildi. Kürt halkı örgüt hakkında pek az şey biliyordu. 

Hoybun’un Ağrı isyanının başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından dağılma sürecine girmesiyle, birtakım Kürtçülerin bireysel çalışmalara yöneldiği göze çarpmaktadır. 1946’da Mehabet Kürt Cumhuriyetinin kurulmasıyla Hoybun’un da kendini feshederek bu cumhuriyete katılmıştır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Erol Kurubaş, Başlangıçtan 1960'a Değin Kürt Sorununun Uluslararası Boyutu, Ankara.1997. 

Bu konuda ortaya atılan teorilerde; 

1- Kürt adı altında toplanmak istenen aşiretler, tarihin derinliğinde kaybolmuş, bazı kavimlere dayandırılmakta, 
2-Kürt adı altında toplanmak istenen aşiretler İranî menşe’e bağlanmak istenmektedir. Ancak bunlar sadece bir iddia olarak kalmıştır5. 

Tarih, antropoloji, fizyoloji ve etnoloji ilimleri bir Kürt Milletinden bahsetmemektedir. Kürt Terimi ile bilgileri ilk kez İslam Tarihinde X. yüzyıl 
coğrafyacılarından Mesudi kullanmıştır. Mesudi, Kürtleri “ Konar Göçer Topluluklar ” olarak adlandırılmıştır. Keza Kürdistan Terimi’de ilk kez Büyük 
Selçuklu Sultanı Sancar (Ölüm 1157) zamanında yazılmış eserlerde geçmekte olup Zagros Dağlarının (Hakkari Güneyi) eteklerinde kalan bölgenin tarif edilmesinde kullanılmıştır. Ayrıca Arap Coğrafyacılarının da Kürdistan Terimini bahse konu dağlık bölgeyi ifade etmede kullanmış oldukları görülmektedir. 

Kürt adı altında toplanmak isteyen kavram tarihde kaybolmuş eski kavimlere dayandırılmak istenmektedir. Kardak-Kardo ve Med-İskid nazariyesi 
bunlara örnek gösterilebilir. Kawa Efsanesi ise XI. Yy.da ünlü İran şairi Firdews tarafından yazılan “şeyhname” adlı destanında bir İran Milli kahramanının 
anlatımıdır. Kürt adı ile adlandırılan nüfusun % 34’ü Türkiye’de, % 26’sı İran’da, % 24’ü Irak’ta ve % 11’i Suriyede’dir. Küçük bir azınlığıda Ermenistan 
ve Rusya’dır. Bugün Irak, İran, Suriye ve Türkiye topraklarında yaşayan ve kendilerine Kürt adı verilen bu toplulukların en azından Türklerin Anadolu’ya 
gelmelerinden itibaren 1000 yılı aşkın ortak tarih ve kültüre sahip oldukları bilinmektedir. 

Bir uruk veya boy adı olarak "Kürt" kelimesine, tarihte ilk defa Orta Asya'daki kazılarda Elegeş nehri yakınlarında ortaya çıkan bir Türk mezarının 
kitâbesinde rastlıyoruz. Yenisey'de Göktürk kitabelerindeki (Elegeş Yazıtı) Bengütaş'ta yer alan bilgilerden anlaşıldığına göre sözü edilen Kürt uruğu 
Göktürkler içerisinde yaşıyordu ve beylerinin adı Alp Urungu idi6. Ceyhun deltası içindeki " Kürder Şehri " ve " Kürder Arkı " kitâbelerde adı geçen " Kürt
topluluğunun yerleşimi ile ilgili olmalıdır. Bunlar da Türkçe'de bu kelimenin bulunduğunu kesin olarak ispatlamakta dır 7. Dolayısıyla bu kelime ırk veya millet anlamında olmayıp, daha sonraki dönemlerde Türk Topluluklarının hayat biçimlerine göre mahiyet kazanmıştır. 


BU BÖLÜM DİPNOTLAR;

1 Abdulhaluk Çay, Doğu ve GüneyDoğu Anadolu'nun Kültürel Yapısı, Ankara l986, s.7 ve devamı. 
2 Abdulhaluk Çay, Doğu ve GüneyDoğu Anadolu'nun Kültürel Yapısı, s.7. 
3 Abdulhaluk Çay, Doğu ve GüneyDoğu Anadolu'nun Kültürel Yapısı,, s.7 ve devamı. Ayrıca bkz.İbrahim Yılmazçelik, XIX.Yüzyılın İkinci Yarısında Dersim Sancağı, Elazığ,1999, s.11. 
4 Hoybun Cemiyeti'nin Tarihi Gelişimi Hakkında Şunlar Söylenebilir: Kürt milliyetçi hareketi Hoybun’un kuruluşuyla yeni bir evreye girmiştir. Birinci evre serkeşlik,  sosyal kargaşa ve ayrıcalıklarını kıskançça korumak isteyen feodallerin ayaklanması dönemidir. İkinci evre, Jön Türk hareketiyle birlikte Kürtlerin ulusal özelliklerini tanıyacak bir konum elde etme yönünde girişimlerin yapıldığı dönemdir. Üçüncü evre ise, Birinci Dünya Savaşı sonrası başlayan Kürt iddia tamamen asılsız, siyasi maksatlı bir görüştür. 1927 yılında Sovyetler Birliği Latin Alfabesi ile oluşturduğu Kürt Alfabesini 1928-1929 yılında ders olarak okullarda kullanmak istemiştir.  1945 yılında da Kiril alfabesi ile daha sonraki dönemlerde ise Suriye ve İran’da Latin Harfleri ile Kürtçe Alfabe hazırlanmış tır.  Bütün bu çalışmaların amacı Kürtçe’nin bir dil haline getirilmesinden başka bir şey değildir. 
5 Türk Millî Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu, Bir Heyet tarafından çıkarılmıştır, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara l986, s.60–6l. 
6 H.Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, c.III, İstanbul l940, s.l83. 
7 Mehmet Eröz, "Kürt Adı Üzerine", Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 256, Ağustos l984, s.475. 
8 L.Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara l97l, s.ll4, l2l, l28. 
9 Ahmet Refik, Anadolu'da Türk Aşiretleri, İstanbul l930; Faruk Sümer, Oğuzlar(Türkmenler), Ankara l967. 
10 Mehmet Eröz, a.g.m., s.256-257. 
11 H.Şeliç, Zaza Gerçeği, Dicle-Fırat Yayınları, nr. 1, Münih/ Almanya(tarihsiz), s.5-11. 
12 H.Şeliç, a.g.e., s.11-15. 
13 Hayri Başbuğ, İki Türk Boyu Zaza-Kurmanclar, Ankara l984, s.13-32. 
14 M.Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Ankara l983, s.7-13. 
15 İbrahim Kafesoğlu, Türk Bozkır Kültürü, Ankara l987, s.l9. 
16 M.Fahrettin Kırzıoğlu, Dağıstan-Aras-Dicle-Altay ve Türkistan Türk Boylarından Kürtler, Ankara l984. 
17 Şeref Han, Şeref-nâme, çev: Mehmet Emin Bozarslan, İstanbul l975, s.27. 
18 Ercüment Kuran, "Türkiye'de Kürt Meselesi", Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı: 79, Ağustos l992, s.l57. 
19 Yaşar Kalafat, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı Karakteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar, Ankara l992, s.50-55. 
20 Yaşar Kalafat, a.g.e., s.l55. 
21 Abdulhaluk Çay, a.g.e., s.l4-l6. 
22 İbrahim Yılmazçelik, "l840-l850 Yıllarında Harput", Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi. ,Sayı: 52, Şubat l988, s.l28. 
23 Ahmet Halaçoğlu – İ. Yılmazçelik, “Doğu Anadolu Aşiretleri ve Gerçekler”, Yeni Forum, cilt 15, S. 302, Ankara, Temmuz 1994, s. 29. 
24 Azmi Süslü, Mesud Fânî(Bilgili)'ye Göre Kürtler ve Sosyal Gelişimleri, Ankara l993, s.l01. 
25 Ahmet Buran, Doğu Anadolu Ağızları Üzerine Bir İnceleme, Ankara l985. Ayrıca bkz. Hayri Başbuğ, İki Türk Boyu Zaza-Kurmanclar, Ankara l984. 
26 Kürdistan Terimi ve tarihi dönemlerdeki manası ve özellikle de Osmanlı dönemindeki manası için ayrıntılı bilgi için bkz.İbrahim YILMAZÇELİK, "Diyarbakır Eyaletinin Yeniden Teşkilatlandırılması (1848-1864), Osmanlı Ansiklopedisi, c.6, s.221-237, Ankara,1999. 
27 Bu terim günümüzde kasıtlı olarak siyasi manada kullanılmaktadır. .Halbuki Osmanlının belli bir döneminde (İttihat ve Terakki dönemi) ve özellikle de 
Türkiye Cumhuriyetine kadar geçen zaman dilimi içinde bu terim, bir coğrafyayı ifade etmiş ve Osmanlı resmi makamları tarafından kullanılmıştır. Terimi ilk kullanan ise Büyük Selçuklu Sultanı Sancar’dır. 
28 Halfin, XIX. Yüzyılda Kürdistan Üzerine Mücadeleler, 2.b., İstanbul, Komal Yayınları,1992, s.29. 
29 Suat Akgül ,Yakın Tarihimizde Dersim İsıanları ve Gerçekler ,İstanbul, Boğaziçi Yayınları, 1992, s.87 
30 Halfin, a.g.e.,s.30 
31 Uygur Kocabaşoğlu, Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Misyoner Okulları, İstanbul, Arba Yayınları,1989. 
32 Akdes Nimet Kurat,Türkiye ve Rusya, Kültür Bakanlığı,1990, Ankara, s.90. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR;


***

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ HAKKINDA, BÖLÜM 1

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ HAKKINDA, BÖLÜM 1


(Tarihsel ve Siyasal Gelişim Süreci Bakımından İncelenmesi) 1978-1998 

T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI 
(DOKTORA TEZİ) 

Türkmen TÖRELİ 
DİYARBAKIR-2002 
PKK TERÖR ÖRGÜTÜ (Tarihsel ve Siyasal Gelişim Süreci Bakımından İncelenmesi) 1978-1998 

Danışman 
Prof. Dr. Bayram KODAMAN 

Hazırlayan 
Türkmen TÖRELİ 

ISPARTA - 2002 

İÇİNDEKİLER 

ÖNSÖZ.................................................................................................................................VI 

KISALTMALAR.............................................................................................................. VIII 

GİRİŞ ......................................................................................................................................1 

I. KÜRT TARİHİ MESELESİ ..............................................................................................1 

1. Kürt Kültürü ve Kürdistan Meselesi.........................9 


II. KÜRT HAREKETİNİN TARİHİ GELİŞİMİ ................................................................9 

1. Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Kürtler................10 

a) Osmanlı Döneminde Görülen Belli Başlı Ayaklanmalar.............10 

b) Osmanlı Devleti Döneminde Yabancı Devletlerin Kürtlerle İlişkileri.........11 

c) Birinci Dünya Savaşı ve Kürtler...........................14 


III. CUMHURİYET DÖNEMİNDE KÜRTLERİN DURUMU..................18 

1. 1923’den Önceki Duruma Bakış............. ....................18 

2. Cumhuriyet Dönemindeki Belli başlı Kürt İsyanları...............22 



BİRİCİ BÖLÜM 

PKK’NIN TEŞKİLATLANMASI 

I. KÜRT MESELESİNİN ULUSLAR ARASI BİR BOYUT KAZANMASI ................26 
II PKK'NIN KURULUŞUNA ZEMİN HAZIRLAYAN KÜRT ÖRGÜTLERİ VE CEMİYETLERİ...........30 
a) Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO)........................30 
b) Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri (DDKD).................31 
c) Anti-Sömürgeci Demokratik Kültür Derneği (ASKD.DER)............31 
ç) Devrimci Halk Kültür Derneği (DHKD).........................31 
d) Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (TKDP).......................31 

 e) Kürdistan Kurtuluş Partisi-Rizgari (KKP).................32 

 f) Kawa Örgütü..................................................32 

 g) Kürdistan Kurtuluşçular Örgütü(KUK)........................32 

 ğ) Kürdistan Mücadele Örgütü(TEKOŞİN).....................32 

 h) Kürdistan Sosyalist Hareketi (TSK).........................32 

 ı) Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi (TKSP)..........................33 

 i) Kürdistan Öncü İşçi Birliği (KÖİB-PPKK)..........................33 

 j) Kurtuluş Bayrağı Örgütü (ALARIZGARİ)...................33 

 k) Kürdistan Kurtuluş Hareketi (TEVGER)..................34 

 l) Komşu Ülkelerdeki Örgütler..............................34 


III. PKK PARTİ ÖRGÜTÜ VE TEŞKİLAT YAPISI........................35 


1. PKK’nın Ortaya Çıkışı ve Kuruluş Aşaması............................35 

2. PKK’nın Teşkilat Yapısı.......................................36 

 a) Siyasi Teşkilatlanma ve Örgüt Yapısıi................36 

 ı) Parti Genel Başkanlığı ................................37 

 ıı) Parti Genel Başkanlık Konseyi ...............37 

 ııı) Parti Meclisi........................38 

 ıv) Örgütün İşleyişi...................40 

 v) Rapor.........................................40 

 b) Askeri Teşmilatlanma................................41 

 ı) Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi (ERNK)...........41 

 ıı) Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu (ARGK).................41 

 c) PKK’nın Eyalet Yapılanması..................................44 


İKİNCİ BÖLÜM 

ABDULLAH ÖCALAN VE PKK'NIN KURULUŞU 

I. ABDULLAH ÖCALAN’IN KISA ÖZGEÇMİŞİ VE KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ ......47 
II. PKK’NIN KURULUŞU VE FAALİYETLERİ................................50 
1. Ankara’da Kürtçü Hareketin Organizasyonu..........................50 
2. Bölgeye Dönüş Fikri................................51 
3. Bölgeye İntikal ve İlk Kongre...................53 
4. Güneydoğu’da İlk Kongre........................53 

III. PARTİNİN DEŞİFRE EDİLMESİ VE ÖCALAN’IN YURTDIŞINA KAÇIŞI......55 

1. Suriye'ye Geçiş ve Kamp Çalışmaları...................................58 

IV. PKK’NIN EĞİTİM FAALİYETLERİ VE TERÖRİSTLERİN EYLEM  HAZIRLIKLARI   ......58 
1. Suriye-PKK İlişkisi.............................................61 
2. İlk Konferans ve Sonuçları..............................61 
3. II. Kongre Sonrası Gelişmeler................................63 
4. PKK'nın Taban Çalışması.........................................64 


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 

ÖRGÜTÜN EYLEMLERİNİ YOĞUNLAŞTIRMASI VE SİYASALLAŞMA FAALİYETLERİ 

I. ERUH VE ŞEMDİNLİ BASKINLARI.....................67 

1. Bölge Halkının Tepkisi....................68 

II. ERNK’NIN KURULUŞ MAKSADI VE HEDEFLERİ..............69 

III. 1986 SONRASI GELİŞMELER................71 

1. III. Kongre Kararları ve Uygulamaları................71 
a) PKK'nın Stratejisi.......................75 
b) Öcalan'ın Stratejik Tespitleri......................................77 
2. Örgütlenmenin Kontrollü Hale Getirilişi........................81 
a) PKK'nın Eğitim Çalışmaları...............................82 
3. Örgüt Eylemlerinin Tırmanışı......................................85 
a) Devletin Aldığı Tedbirler........................................87 
b) Siyasî Partiler ve PKK..............................................87 
c) Halepçe Katliâmı ve PKK............................................90 

IV. PKK’NIN ÜLKE İÇİ I. KONFERANSI VE İDEOLOJİK DEĞİŞİM...................92 

V. II. LÜBNAN KONFERANSI VE IV. KONGRE.........................93 

1. Kongre Raporlarına Göre PKK'nın 1990 Yılına Kadar Olan Olaylara Bakışı...98 

VI. KİTLELERİN TERÖRİZE EDİLMESİ VE SİLAHLI EYLEMLERİN YAYGINLAŞMASI..............105 

1. Cizre, Nusaybin ve Silopi Olayları............................................ 105 
2. Olayları Hazırlayan Nedenler......................................108 
a. Örgüt Baskısı.................................. 109 
b. Bölücü, Fakat Meşru Çevrelerin Kışkırtmaları.......................110 
c. Göç ve Sosyal Huzursuzluk....................112 
3. Olayların Sonuçları ..........................................113 

VII. KÖRFEZ KRİZİ SONRASI ÖRGÜT FAALİYETLERİ...................115 

1. Örgütün Krizden Sonra Elde Ettiği Avantajlar.................115 
2. Koruculara Yönelik Yapılan Faaliyetler..................116 
3. 1991 Seçimlerinde PKK Siyaseti.............................117 
4. Savaş Hükümeti Kurma Çabaları..............................117 
5. Genel Ayaklanma Başlatma Girişimi ve 1992 Nevruz Olayları.......118 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNDE STRATEJİ DEĞİŞİKLİĞİ İLE GÜÇ DENGELERİNİN DEĞİŞMESİ 

I. 1992 ÇELİK HAREKATI VE BÖLGEDE DENGENİN TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ LEHİNE DEĞİŞMESİ. ... 120 

II. ÖCALAN'IN TERÖRÜ TÜRKİYE'NİN BATISINA YAYMA STRATEJİSİ........122 

1 Öcalan'ın Türk Solu'nu Reorganize Çalışmaları..................122 

III. ÖRGÜTÜN 1993 YILI ATEŞKES ÖNERİSİ VE SİYASİ ÇALIŞMALARI.........123 

IV. PKK’NIN III. KONFERANS VE V. KONGRE KARARLARI, UYGULAMALARI...124 

1. III. Konferans ve Alınan Kararların Hayata Geçirilmesi...........124 

 2. V. Kongre ve Örgütün Avrupa’daki Faaliyetleri...............127 

3. Kuzey Irak'ta YNDK'nın(Ulusal Demokratik Güç Birliği) Kuruluşu....129 
4. 1995 Genel Seçim Taktiği ve Yeni Ateşkes Önerisi.........129 


V. IV. KONFERANS VE EYLEMLERİN TIRMANIŞI.......131 
1. İntihar Eylemleri.....................131 
2. Kırsal Kesimde Silahlı Faaliyetler..........................133 

VI. 1996 VE SONRASI.....................................134 

BEŞİNCİ BÖLÜM 

PKK'NIN SON DÖNEM SİYASALLAŞMA FAALİYETLERİ 

I. DÖNEM İÇERİSİNDE HADEP TARAFINDAN YÜRÜTÜLEN FAALİYETLERİ................ 148 

a) HADEP Tarafından Yürütelen Eğitim ve Kültür Faaliyetleri..................................148 

b) HADEP Tarafından Gündeme Getirilen İstekler.....................................................148 

II. PKK TARAFINDAN YÜRÜTÜLEN DİĞER SİYASÎ FAALİYETLER...................150 

III. SON SİYASALLAŞMA SÜRECİNDE ÖCALAN'IN VERDİĞİ 

TALİMATLAR......................................................152 

SONUÇ............................................................156 

KAYNAKLAR.....................................................160 

EKLER.............................................................166 


ÖNSÖZ 

Bugün dünyamızda artık kuvvet yoluyla ülkeleri fethetmek veya istila etmek devri geçmiştir. Casusluk veya psikolojik harbin yanı sıra ülkedeki çeşitli grupları kullanma ön plana geçmiştir. 

Osmanlı döneminden itibaren Türkiye üzerinde oynanan oyunlarda bu stratejinin ön plana çıktığı görülmektedir. Emperyalist güçler Osmanlı Devletini 
yıkarken, bölgede bir kısım yeni düzenlemeler de yapmışlardır.Ancak Kuvâ-yı Milliye ruhuyla Anadolu'dan başlatılmış olan Milli Mücadele sonucunda, 
emperyalist devletleri büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştır 

Türkiye Cumhuriyeti devletini tanımak zorunda olan bu güçler, sonraki tarihlerde her vesile ile Türkiye'yi bölme ve parçalama politikalarına devam 
etmişlerdir. Bu politikanın sonucu olarak, PKK terör örgütünü kurdurmak suretiyle Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya çalışmışlardır. 

Bu bilgiler ışığında Türkiye'nin milli birlik ve beraberliğini tehdit eden bu meselenin geçmişten günümüze Türkiye üzerindeki etkilerini ortaya koymak ve 
gelecekteki nesillerin bu bilgiler ışında dersler çıkarabilmesi için böyle bir konuyu tez olarak seçtik. 

Çalışmamız Giriş, beş bölüm ve Sonuçtan oluşmaktadır. Giriş bölümünde Kürt hareketinin tarihî gelişimi üzerinde durulmuştur. Birinci Bölümde Kürt 
meselesinin uluslar arası bir boyut kazanması ve PKK’nın örgütlenmesi ele alınmıştır. İkinci Bölümde Abdullah Öcalan’ın kısa bir özgeçmişi verildikten 
sonra, PKK’nın kuruluşu ve faaliyetleri anlatılmıştır. Üçüncü Bölümde örgütün eylemlerini yoğunlaştırması ve siyasallaşma faaliyetleri, Dördüncü Bölümde Türk Silahlı Kuvvetlerinde gelişen strateji ve güç dengesinin değişmesi, Beşinci ve son bölümde ise PKK’nın son dönem siyasallaşma faaliyetleri anlatılmaya 
çalışılmıştır. Konular anlatılırken, okuyuculara mukayese imkanı vermek gayesiyle metnin içerisinde Tablolar verilmiştir. 

Herkesin takdir edeceği üzere, konunun hassasiyeti ve bir ilmî çalışma esasları doğrultusunda ele alınması bazı zorlukları da beraberinde getirmektedir. 

Bundan dolayı hatalarımızın ve eksikliklerimizin bulunması tabiidir. Bunların mazur görüleceğini ümit etmekteyiz. 

Konunun seçilmesinden başlayarak, yazma aşamasına gelinceye kadar pekçok zorlukla karşılaşıldı. Bu zorlukları aşmamda büyük desteklerini gördüğüm muhterem Hocam Prof.Dr. Bayram KODAMAN'a minnet ve şükran borçluyum. 
Destek ve yardımlarını gördüğüm Hocam Y.Doç.Dr. Ahmet HALAÇOĞLU'na ve Arkadaşım Y.Doç.Dr.Hasan BABACAN'a teşekkür ederim. Ayrıca Tezin oluşmasında zorlukları kolaylaştıran eşim Sevinç ve Manevi yönden desteğini aldığım kızım Dilara'ya da minnet borçluyum. 

DİYARBAKIR-2002 
Türkmen TÖRELİ 


KISALTMALAR 

a.g.e. . : adı geçen eser 

a.g.m. . : adı geçen makale 

ARGK : Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu 

bkz. : bakınız 

Bşk. : Başkanlığı 

c. : cilt 

Çev. : Çeviren 

ERNK : Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi 

nr. : numara 

S. : Sayı 

s. : sayfa 

T.T.K. : Türk Tarih Kurumu 

vb. : ve benzeri 

vd. : ve devamı 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR;


****



1 Kasım 2017 Çarşamba

Erdoğan Putin Latife Yapmıştır Vana Kapatma Bizim Kararımız



Erdoğan: ‘Putin Latife Yapmıştır Vana Kapatma Bizim Kararımız’

05 Ekim 2017

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) ekonomik yaptırım olarak Türkiye’nin petrol ve doğalgaz aktarımına son verme ihtimaline, Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’in karşı çıkmasını “Latife yapmıştır. O kararı biz vereceğiz” diyerek değerlendirdi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Putin’in dün IKBY’ye yönelik olası enerji yaptırımlarını uygun görmediğine ilişkin açıklamasını “latife” olarak yorumlaması dikkat çekti. Erdoğan, Türk basınında yer alan ifadelerine göre, İran dönüşünde uçakta kendisine eşlik eden medya mensuplarıyla sohbet toplantısında dış politika üzerine konuştu. Erdoğan, Putin’in Kürt bölgesine ilişkin yorumları anımsatılınca, “Petrol fiyatlarının yükselmesi, Rusya için daha iyi olur. Sayın Putin yükselmesini istemiyor mu petrol fiyatlarının? O latife yapmıştır. Bölgede vanaları kapatmanın kararı verilecekse, onu bizler vereceğiz” dedi.
Erdoğan’ın “ Latife” dediği Putin’in Sözleri neydi?
Rusya Devlet Başkanı Putin ise, dünkü konuşmasında IKBY’ye enerji ambargosunu Rusya olarak desteklemedikleri mesajını açıkça ifade etmişti.
Putin, IKBY’de bağımsızlık referandumu nedeniyle Türkiye’nin Erbil’e yönelik enerji alışverişi ambargosu uygulaması seçeneği üzerine Moskova’da dün düzenlenen Rus Enerji Haftası’nda konuşmuştu.
Putin, “Rusya’nın Kürt halkıyla tarihsel olarak iyi ilişkileri var. Bu sürece karışmıyor, hiçbir şeye karşı kışkırtmıyor, kimseyi de bir şeye itmiyoruz. Irak Kürdistanı etrafındaki tartışmalar konusunda durumu alevlendirmemek için gerekli olan her şeyin yapılması gerektiğine inanıyoruz. Söylediklerimiz, tarafların birbirlerine ulaşıp herkes için kabul edilebilir bir çözüm bulmasına yönelik. Nitekim bağımsızlık referandumu, Irak’ın iç meselesi. Irak Kürdistanı’na yönelik petrol ambargosu, petrol fiyatlarının artmasına neden olur. Fakat kimsenin bu yola başvuracağını sanmıyorum. Petrol akışının kesilmesi küresel enerji piyasalarına da yansır, petrol fiyatları artar. Fakat benim düşünceme göre bu kimsenin çıkarlarına uygun değil. Yapılan çağrıların durumu alevlendirmemesi gerekiyor” demişti.
Erdoğan: ‘Barzani ve avanesi bundan vazgeçecek’
Erdoğan, ayrıca uçaktaki sohbette IKBY Lideri Mesut Barzani’ye yönelik sert mesajlarını sürdürdü. Erdoğan, “Çekilecek bu işten. Referandumu iptal edecek. Zaten yapılan işin bir geçerliliği de yok. IKBY'nin yaptığı işe İsrail dışında kimseden destek bile yok. Dolayısıyla kendisinin bu işi bitirmesi lazım, başka çaresi yok. Aksi halde, belli bir takvim içerisinde adımları atmak durumunda kalacağız. Barzani ve avanesi bu işten vazgeçecekler. Hani meşhur bir söz vardır ya, ‘makaram sarı bağlar kız söyler gelin oynar’ (Barzani) halleri bu..” ifadelerini kullandı.
Türkiye olarak IKBY’ye ilişkin süreci Ankara-Bağdat-Tahran hattında koordinasyonla yürüteceklerini vurgulayan Erdoğan, “Bu referandumun sarhoşluğu içerisinde olan IKBY, ne yaptığının, nasıl adım attığının farkında değil. Etrafı adeta kuşatılmış olan yerel yönetimin, neye dayanarak, neye güvenerek böyle bir tavır aldığını anlamak mümkün değil. Güneyimizde bir terör koridoru oluşturmayacağız. Dolayısıyla aklını başına alıp bu sevdadan vazgeçecek. Attığı adım, aslında Kürtlerin geleceğini kurtarmaya yönelik bir adım değildir. Tamamen hesabi bir adımdır” diye konuştu.
Barzani’nin bulunduğu bir fotoğraf karesini hatırlatan Erdoğan, “Fotoğrafa bakıyorsunuz, sağında eski Fransız bakan Bernard Kouchner, solunda Fransız yazar Bernard Henry-Levy. Herhalde bunlardan alıyor gücü. O fotoğrafta onunla beraber poz verenlerin hiçbiri Katalonya ile ilgili herhangi bir açıklama yapmadılar. Katalonya ile ilgili bir açıklama yok ama Kuzey Irak olunca var” dedi.
Irak’ın toprak bütünlüğü yanı sıra Kerkük konusunda hassas olduklarını belirten Erdoğan, “Kerkük çok hassas. IKBY de malum, genelde, Kerkük'le ilgili olarak burası benim havası oluşturmak istedi. Orada hiç kimse, "burası benimdir" havasına giremez. İyi biliyoruz ki Kürtlerin orada hiçbir hukuku yok. Onlar aslında şu anda orada işgalci konumundalar. Ellerinde güç var, o gücü kullanarak Kerkük'e hep girme gayreti içinde oldular. Ama şu anda merkezi yönetim Kerkük’e yönelik gerekli adımları atacak. Kerkük için de atacağız, Musul için de atacağız” ifadelerini dillendirdi.
'Yakında sınırlar kapatılacak'
Erdoğan, bugün de Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden sivil toplum ve meslek örgütlerinden temsilcilerle görüşmesinde, IKBY’ye yönelik sert ifadeleri sürdürdü.
Erdoğan, Türk Hava Yolları (THY) gibi hava yolları şirketlerince Türkiye’den Erbil’e yönelik tüm uçuşları durdurma kararı alındığını işaret ederek, hava sahası kapatıldığı gibi Habur Sınır Kapısı gibi giriş-çıkış noktalarının kapatılabileceği yönündeki mesajını yineledi.
Erdoğan, “Kuru hayaldi ve referandum denilen olay bir sebeptir ama netice değildir. Netice bundan sonrasıdır. Burada iş bitmemiştir. Sadece başlamıştır. Bir tarafında İran, kuzeyinde Türkiye, güneyinde Irak yönetimi, batısında Suriye. Ne yapacaksın? Nereye gideceksin? Nasıl çıkacaksın? Bütün hava sahaları da kapatılacak. Yakında sınırlar da kapatılacak. Nasıl girişini çıkışını yapacaksın? Bir devleti yöneten bu şeyleri böyle çocukça yönetir mi?” dedi.
Mesut Barzani’nin şahsına yönelik seslenişlerini de devam ettiren Erdoğan, “Türkiye daima başı sıkışanların kapısını çaldığı, sığındığı güvenli liman durumundadır. Biz başka ülkelere benzemeyiz. Biz farklıyız. Hiçbir maddi karşılık beklemedik, beklemiyoruz. Yaptığımız hiçbir işten pişman da değiliz. Türkiye'nin Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi'nin referandum kararına karşı koyduğu tepkinin ne Kürtlerle ne Kürtlükle bir ilgisi yoktur. Bizim tepkimiz Irak'ın birliğine beraberliğine ihtiyacı olunduğu dönemde ülkemize danışılmadan böyle bir teşebbüste bulunulmuş olmasıdır. Bu Irak'ın toprak bütünlüğüne ihanettir. Türkiye’yle kurduğu dostluğu hiçe saymıştır. Kararın yanlışlığına dair ikazlarımız mevcut yönetim tarafından dikkate alınmamıştır” diye konuştu.
İdlib’te Rus Ordusu ve TSK işbirliğini açıkladı
Erdoğan, ayrıca Suriye’de çatışmasızlık konusunda tartışmalı kentlerinden İdlib’te nasıl bir süreç işletileceğini de açıkladı.
Suriye’de Rusya ile nasıl bir işbirliği yapılacağını anlatan Erdoğan, “Rusya Devlet Başkanı Putin, Türkiye’deydi. Üçlü mekanizmayı nasıl çalıştıracağımızı görüştük. Bu konuda yol haritamız var. Önümüzdeki günlerde ilgili birimlerimizin nasıl adımlar attığını göreceksiniz. Çatışmasızlık bölgesinin sınırları konusunda, içerde ve dışarda, görev paylaşımı yapıldı. Dışarıyı Rusya, içeriyi Türkiye güvence altına alacak. Böylece oradaki insanların huzurunu temin için adımlar atılacak. Cerablus’ta, Rai'de bunu nasıl başardıysak, oraya yüz bin insan geri döndüyse, aynı adımlar İdlib’te de atılacak. TSK, İdlib sınırları içinde, Rusya Silahlı Kuvvetleri sınırların dışında görev yapacak” dedi.

DOĞU PERİNÇEKE MUHALEFET EDENLER NEDEN ÖLÜYOR.


DOĞU  PERİNÇEK'E  MUHALEFET EDENLER  NEDEN ÖLÜYOR. 

ÖZGÜR ERDEM 
GÜNDEM
05/07/2015 



Ölümleri şüpheli karşılanan diğer Perinçek muhalifleri: (soldan sağa) Bora Gözen, İbrahim Kaypakkaya, Gani Bozarslan, Hasan Yalçın.

Doğu Perinçek’in dayısının oğlu, 40 yıllık parti arkadaşı, avukatı ve Silivri’deki hücre arkadaşı Emcet Olcaytu 25 Haziran 2015’te vefat etti. 

Perinçek muhalifti diye kuzeni Emcet Olcaytu’nun cenazesine bile katılmadı Doğu Perinçek’in dayısının oğlu, 40 yıllık parti arkadaşı, avukatı ve Silivri’deki hücre arkadaşı Emcet Olcaytu 25 Haziran 2015’te vefat etti. Ölüm nedeni olarak yapılan açıklama kalp krizi ve ardından solunum yetersizliği.

Bu açıklamaya rağmen Emcet Olcaytu’nun ölümü “şüpheli” olarak değerlendirildi, çünkü Olcaytu ile Perinçek arası son dönem bozulmuştu. Emcet Olcaytu özellikle sosyal medyada facebook hesabında Perinçek’e muhalefet yürütmeye başlamıştı. Perinçek’i partiyi “tek adam” olarak yönetmekle suçlayan Olcaytu, 7 Haziran seçimlerinde Vatan Partisi’nin yaşadığı %0.33’lük hezimetin sorumlusu olarak da Perinçek’i işaret etmişti. Yazımızda Emcet Olcaytu’nun SON YAZISI AŞAGIDADIR..

Emcet Olcaytu’nun ölümünden bir hafta önce yazdığı yazı.., ''  Perinçek Partiyi
'' Tek Adam Partisi ’' haline getirdi..,

İŞTE O YAZI ;

 2002 seçimlerindeki hezimetten itibaren bunu görmeliydim...Ne var ki ancak 2007 seçimlerinden sonra yanlışlarımızı görmeye başladım. 2007 seçimlerinden sonra bir değerlendirme toplantısında Kadıköy ilçede Ferit İlsever’le tartıştık. Sonra başkalarıyla tartışmalarım sürdü.

Ergenekon davasında Genel Başkanın hayallerine karşı çıktım.Genel Başkan 6 ay içinde tahliye olacağını zannediyordu. O davadabir yıl boyunca bu hayalini devam ettirdi. 

Bunu bütün avukat arkadaşlar biliyor.

Zaten tututklanmasından 11 ay sonra mahkemedeki ifadesinde bunu özlü bir cümle ile kayda geçirdi. O tutanaklar, herkese açık bir vesile olursa onu da aynen aktaracağım. Şunu da eklemeliyim. 
Ergenekon tertibinin belgelerini Fethullahçıların hazırladığını da, Ergenekon savcılarının hedefi olacağımı bile bile Aydınlık’ta ilk defa ben yazdım.
(Genel Başkanın görüşüne uygun olmadığı için birçok yazı gibi bu dizi yazı da, Aydınlık’ın internet sitesinden silindi. Neyse ki Can Dündar’ın sitesinde ilk yazı duruyor.)30 Mart 2008 tarihinden itibaren Aydınlık’ta imzalı olarak arka arkaya “Ergenekon belgelerini Fethullahçılar yazdı” başlığı ile 5 yazı yazdım. 

(Aydınlık’ın bu sayıları sahaflarda kitap fiyatına satılıyor. Bunlardan birinin fotoğrafını ekliyorum.) Genel başkan, bu tespitlerime itibar etmedi. O, savcıları ve mahkemeyi ikna ederek tahliye olacağını zannedecek kadar iyimserdi. Mahkeme başkanı Köksal Şengün’e çok güveniyordu. Bu nedenle de Silivri’de aynı koğuşta kalırken sık sık tartıştık. Benden başka hiçbir arkadaş, Genel Başkana karşı çık(a) madı..

Genel Başkan o dönemde partiye yaptırdığı açıklamaları, yazdığı yazıları partinin sitesinden sildirdi. Yetmedi, kendisinin hatalı görüşlerini içeren yazılarla birlikte benim yazdıklarımı da Aydınlık’ın sitesinden sildirdi.

O süreçte yönetici geçinen diğer arkadaşların kapasitelerini (!) Genel Başkan Vekili Hasan Basri’nin emireri gibi talimatlara boyun eğdiğini yakından gördüm. 
Sonunda Hasan Basri de buna daha fazla dayanamayarak istifa etti. “Oda Tv’de yayınlanan mektubu” da yalanlayamadı. Genel Başkan o konuda da gerçeğin üzerini örtmeye çalıştı. O zaman da buradan eleştirdim.

Partide kapalı kapılar arkasında yapılan tartışmalar kimseyi doğru yola sevk etmiyor. Çünkü Genel Başkan partiyi tek adam partisi haline getirdi. Partinin içinde neler olup  bittiğine dair, bir çok bilgi geliyor. Ama ben, sadece “halka açıklanan politikalar üzerinden” eleştirilerimi yazıyorum.
Durum kısaca böyle...! 
(Facebook, 20 Haziran 2015, orijinali için: https://goo.gl/cbaUlt)

DEVAM EDELİM..

Perinçek’e yönelik eleştirilerine çok girmeyeceğiz. Merak eden okurlarımız facebook’ta Emcet Olcaytu’nun kişisel sayfasına bakıp öğrenebilir. Ancak Doğu Perinçek,  Olcaytu’nun 28 Haziran Pazar günü kaldırılan cenazesine katılmadı bile. Bu da elbette “şüphe”leri artırdı, bunu ifade etmeden geçemeyeceğiz.

Bu nasıl bir kindir? Sırf muhalefet yürütmeye başladı diye insan 40 yıllık partili dostu, yakın akrabası ve hücre arkadaşının cenazesine
katılmaz mı?

Emcet Olcaytu bilindiği gibi Perinçek’in dayısının oğluydu. 70’li yılların başından beri Aydınlık hareketi içinde yer alan Olcaytu, bir avukat olarak da yaklaşık 40
yıldır Perinçek’in davalarına giren isimdi. İşçi Partisi’nde de 1999’dan 2010’a kadar Merkez Disiplin Kurulu üyeliğini yapmış, hatta Perinçek’in ancak çok güvendiği birisine emanet edebileceği başkanlığını da uzun bir süre yürütmüştü.

Olcaytu, 11 Eylül 2005 ile 5 Kasım 2006 tarihleri arasında Aydınlık dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmüştü. Ergenekon operasyonları kapsamında 28 Eylül 2008’de tutuklanmış, 11 Kasım 2010’a kadar toplam 26 ay Silivri Cezaevi’nde kalmıştı. Bu sürede Perinçek ile aynı hücreyi paylaşmıştı. Olcaytu-Perinçek anlaşmazlığının Ergenekon davaları sırasında başladığını Olcaytu’nun facebook sayfasında yaptığı bir paylaşımdan anlıyoruz.

(Bu paylaşımı yazımızın ÜST ekinde okuyucularımıza sunduk )

Olcaytu’nun 28 Haziran 2015’te gerçekleşen cenazesine Doğu Perinçek katılmadı. Aydınlıkçı hareketin önde gelen isimlerinden de katılımın az olması dikkat çekiciydi. 
Perinçek, Emcet Olcaytu’nun ölümünün ardından tek bir satır yazı yazmadığı gibi Aydınlık ve Ulusal Kanal’ın internet sitelerinde cenazeyle ilgili haber bile yer almadı. 

Halbuki, aynı gün kaldırılan Ahmet Davutoğlu’nun eniştesinin cenazesi ana sayfadan “Davutoğlu ailesinin acı günü” başlığıyla haberleştirilmişti!
Anlaşılan Emcet Olcaytu’nun ölümü Perinçek ailesi için bir “acı gün” değildi! Ve Olcaytu’nun cenazesinin Davutoğlu’nun eniştesininki kadar bir haber değeri yoktu!

Tabii, bu durum da Olcaytu’nun ölümü üzerindeki “şüphe”leri artırdı.

Perinçek’e muhalefet yürütenlerin şüpheli ölümleri..,

Bu ilk değil... Perinçek’in siyasi hayatı devam ettiği sürece (maalesef) son da olmayacak... Ne hikmetse Perinçek’e muhalefet yürüten pek çok kişinin sonu “şüpheli” ölüm olmuştur:

İbrahim Kaypakkaya, Bora Gözen, Gani Bozarslan, Hasan Yalçın...

Kısaca anlatalım...

İbrahim Kaypakkaya:

İbrahim Kaypakkaya, 12 Mart’tan sonra Perinçek’ten ayrılıp TİKKO’yu kurmuştu. 12 Mart cuntası tarafından yakalandıktan sonra işkencede öldürüldü.

Saklandığı yerin jandarmaya Perinçekçiler tarafından söylendiği yıllardır anlatılır. Ayrıca o dönem Perinçek’in sağ kolu olarak bilinen Halil Berktay’ın Perinçek’e yazdığı bir mektupta İbrahim Kaypakkaya’yı öldürmeyi planladıkları anlatılır. (Bu mektup OdaTV.com’da da yayınlanmıştı. Ama ne hikmetse OdaTV. com Berktay’ın bu mektubu Perinçek’e yazdığının üzerinde hiç durmamış sorumluluğu sadece Berktay’a yüklemişti!)

Bora Gözen:

Bora Gözen, Perinçek’in 12 Mart döneminde lideri olduğu TİİKP’nin (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi) önde gelen 5-6 isminden biriydi. 1973’te,

Filistin kamplarında öldürülen 8 Aydınlıkçıdan biridir. Aydınlıkçılar saldırıyı İsrail’in düzenlediğini söyler. Ancak ilginç olan bir durum var.

Bilindiği gibi, 12 Mart öncesinde Filistin kamplarına o kadar devrimci gitmişti. Ne hikmetse

İsrail bir tek Aydınlıkçılara operasyon düzenlemişti. Ve ne hikmetse Filistin’e giden o kadar Aydınlıkçı içinde bir tek Bora Gözen’in içinde bulunduğu grup hedef olmuştu. 

Şüpheleri artıran bir diğer unsur ise Bora Gözen’in Perinçek’e muhalif olması. Bora Gözen’in de Perinçek’e muhalefet yürütenler arasında yer aldığı, bu 
yüzden Kaypakkaya grubunu desteklediği ve Filistin’den dönünce Perinçek’ten ayrılmaya karar verdiği anlatılır. Hatta başka bir söylentiye göre, Filistin’de saldırıya uğrayan 8 Aydınlıkçının tümü hareketten ayrılıp Kaypakkaya taraftarlarına katılmaya karar vermişti! 

Gani Bozarslan: 

80 öncesi Aydınlıkçı hareket içinde muhalefet yürütmesiyle tanınan bir şairdi. Kürtçü yazar Mehmet Emin Bozarslan’ın oğludur. 
Mayıs 1978’de cesedi Üsküdar sahilinde bulundu. “Gizli bilgiler” yayınlamakla övünen ve siyasi cinayetlerin failleri hakkında doğru-yanlış yayın yapmayı çok 
seven Aydınlık ne hikmetse “Gani Bozarslan’ın katillerini bulacağız” açıklaması yapmasına rağmen bu konuya bir daha hiç değinmedi. 
Katilleri bir türlü bulunamayan Gani Bozarslan’ın babası Mehmet Emin Bozarslan oğlunun ölümünden hep Aydınlıkçıları sorumlu tuttu. Hatta bu konudaki 
iddialarını “Kalemim Silahımdır” kitabında uzun uzun anlatır. 

Hasan Yalçın: 

Aydınlık hareketinin kuruluşundan itibaren içinde ve önde gelen yönetici kadrosu içinde yer alan Hasan Yalçın, 12 Eylül’den sonra hep muhalif çizgiyi temsil etmişti. 2002’de kalp krizinden öldüğü açıklandı. Ne hikmetse Perinçek, 40 yıllık bu yol arkadaşının ölümünün ardından çıkan Aydınlık’taki başyazısında Hasan Yalçın’dan tek satır bile bahsetmedi. Aydınlık, bir “Hasan Yalçın özel sayısı” 
hazırlayacağını duyurdu ama o özel sayı hiç çıkmadı. Cenazeden bir hafta sonra ise Aydınlık’ta sadece cenazeye katılanların bir listesi yayınlandı. Ne Hasan Yalçın’ı anlatan değerlendirme, ne de tanıtan bir yazı!.. Anlaşılan Perinçek de Hasan Yalçın hakkında yazmamakta ısrar etmişti ki cenazede yaptığı konuşma metni “başyazı” olarak konulmuştu! (Perinçek’in Hasan Yalçın’a gösterdiği bu vefasızlık “Doğu Perinçek’in 50 Yılı” kitabında kupürleri ve belgeleriyle mevcuttur.) 

Sandık Cinayeti: 

Her ne kadar Perinçek ile direkt bir bağlantısı kanıtlamamış olsa da, Türkiye’de “sol içi şiddet”in ilk örneği olarak bilinen ünlü “Sandık Cinayeti”nde de Aydınlıkçıların rolü vardır. Sanıkların hemen hemen hepsi ya Aydınlıkçıydı ya da bir dönem onlarla birlikte hareket edip ayrılmış isimlerdendi. 
Hatta davanın firari sanıklarından birisi halen Perinçek’in genel başkan yardımcısıdır! 

Bütün bu ölümler ve son olarak Olcaytu’nun vefatı, Perinçek’e muhalefet yürütmek isteyenlere bir gözdağı. 

Perinçek partisindekilere iki seçenek sunuyor: “Ya liderliğimi kabul edin ya da çekip gidin.” Üçüncü bir seçeneğe imkan vermiyor!..

ÖZGÜR ERDEM 
05/07/2015
Türk Solu Dergisi
Sayı 491

http://www.turksolu.com.tr/dogu-perinceke-muhalefet-eden-oluyor/


..

ABD Gerçekten Türkiye’nin Müttefiki mi?


ABD Gerçekten Türkiye’nin Müttefiki mi? 

13 Kasım 2015 Cuma  
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi|
05 Aralık 2012 Çarşamba
ABD Gerçekten Türkiye’nin Müttefiki mi?
Tuğçe Varol 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü   












1952 yılında başlayan Türkiye'nin NATO üyeliği ile birlikte resmi olarak ABD ile Türkiye'nin müttefikliğinin başladığı kabul edilmektedir. Bu güne kadar yollar 
pek çok kez yolları ayrılan ve bu sene 60'ıncı yılı dolan Türkiye ve ABD müttefikliği son olarak Suriye meselesinde birbirine yakın politikalar 
izlemesine rağmen İran konusu da bir o kadar kırılmaların yaşandığı bir meseledir.

2008 yılında Afganistan'dan ve Irak'tan ABD askerlerini çekme vaadi ile seçilen Başkan Obama, İsrail lobisinin de etkisi ile İran'a karşı olan yaptırımları ve 
ekonomik ambargoları arttırma kararı almıştır. Böylelikle ABD, İran'ın enerji sektörünü hedef alan yaptırım kararları alma yoluna gitmiştir. Washington'a göre İran devleti petrol ve doğal gaz gelirlerini üç amaç doğrultusunda kullanmaktadır: Şii İslam rejimini yaymak için güçlü bir ordu kurmak, nükleer 
silah yapımı için kullanmak ve Hamas ve Hizbullah gibi terör örgütlerine para sağlamak. Bu bağlamda geçtiğimiz yıl, İran'a yapılması planlanan ABD-İsrail 
askeri operasyonunun söylentileri esnasında ABD çok daha ciddi yaptırım kararları aldığını dünyaya açıklamıştır. Alınan karara göre yabancı Merkez 
Bankaları, eğer 30 Haziran 2012 tarihine kadar İran ile olan mali ilişkilerini kesmez ya da gözle görülür şekilde azaltmazsa, ABD'de bundan böyle hesap sahibi olamayacaklardı. 

Hemen ardından ise diğer bir "müttefik" AB, 1 Temmuz 2012 tarihine kadar mevcut kontratlara izin vermekle birlikte İran'ın petrol ve petrokimya ürünlerine toplu ambargo uygulaması kararı almıştır. Daha sonra ise hem ABD hem AB, bazı batılı ülkelere 6 ay süre ile Türkiye'nin içinde bulunmadığı bir muafiyet listesi açıklamışlardır. Ardından ise petrol ithalatının %50'sini ve doğal gaz ithalatının yaklaşık %20'sini İran'dan sağlayan Türkiye, ABD Ankara Büyükelçisi tarafından 29 Mart 2012 tarihinde İran'dan petrol alımını azaltması gerektiği konusunda uyarılmıştır. Bunun üzerine de TÜPRAŞ, İran'dan aldığı petrolü %20 oranında azaltma kararı aldığını borsaya bildirmiştir.

Türkiye'nin İran ile ilgili petrol konusunda ABD tarafından uyarılmasının ardından gözler şimdi Türkiye ile İran arasındaki doğal gaz ticaretine dönmüş 
durumdadır. Çünkü Türkiye, İran'dan büyük miktarda gaz almaya devam etmekte ama İran'ın içinde bulunduğu finansal kısıtlamalar nedeniyle kendi bulduğu yöntemlerle ödemeler yapmaya devam etmektedir. Başbakan Yardımcısı Babacan'ın geçen hafta meclisteki komisyonda yaptığı açıklama ile Türkiye'nin İran'dan aldığı doğal gaz ödemesini nasıl yaptığı ortaya çıkmıştır. Babacan'ın açıklamasına göre Türkiye, İran'ın Türkiye içerisinde bir bankada bulunan hesabına TL olarak ödeme yapmakta, İran da TL ile Türkiye içinde altın alarak ülkesine götürmektedir. Babacan sorulan soru üzerine kendilerinin ödemeyi yaptıklarını ve İran'ın altın aldığını bildiklerini ama İran'ın altını nasıl ülkesine taşıdığını bilmediğini belirtmiştir. Böylece son bir yıl içerisinde İran'a gerçekleştirilen altın ihracatındaki aşırı artışının (2011 54 milyon dolar – 2012 Ocak Haziran 4.394 milyon dolar) nedeni bulunmuştur.

Başbakan Yardımcısı Babacan'ın açıklamasının hemen ardından ise ABD'de hem Senato'dan hem de basından hızla yorumlar gelmeye başlamıştır. Son olarak da 4 Aralık günü ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, ABD'nin İran yaptırımlarının kapsamı konusunda Türkiye ile de görüşmelere devam ettiklerini 
ve yaptırıma tabi olacak işlemler hakkında her türlü delili takip ettiklerini belirtmiştir. Bu durum karşısında ise Enerji Bakanı Yıldız "ABD'nin doğalgaz ile 
ilgili yaptırımlar uygulamaya başlaması halinde bu yaptırımın sadece İran'a değil, Türkiye'ye de uygulanmış olacağını" belirtmiştir. Oysaki ABD Senatosu 
İran'ın doğalgaz karşılığında altın almasını önlemek için İran'ın enerji ve taşımacılık sektörlerini hedef alan bir tasarıyı çoktan kabul etmiş durumdadır. 
Fakat tasarı henüz yasalaşmamıştır.

Görüldüğü üzere ABD, Türkiye'nin İran'a karşı olan doğal gaz bağımlılığını Türkiye ile olan "müttefiklik" ilişkilerinde artık imtiyazlı bir durum olarak 
düşünmemektedir. Özellikle Türkiye'nin bu kış için mevcut kontratlarla dahi gaz ihtiyacını tam olarak karşılayamama senaryosuna hazırlandığı düşünülecek olursa, İran'dan gazın kesintiye uğramasının Ankara'nın tahammül edemeyeceği bir durum olacağı aşikârdır. Bu durum da Suriye konusunda Türkiye'ye tam destek sağlayan ve müttefikinin güvenliği için topraklarına Patriotlar yerleştirmesine destek veren ABD, İran konusunda Türkiye'yi neden bu kadar zorlamaktadır? Ankara kadar, Washington yönetimi de Türkiye'nin enerji sıkıntısı ihtimali ile karşı karşıya olduğunu bilmektedir. En azından Beyaz Saray, son olarak BOTAŞ'ın elinde bu sene yeterli gazı olmamasından dolayı Türkiye'de ki Ford tesislerine gaz veremeyeceğini bildirdiğinden haberdar olduğu düşünülebilir.     

Sonuç olarak ABD ile Türkiye arasındaki müttefiklik sınavı Suriye ile değil, İran ile sınanmaktadır.


Uzman Hakkında
Tuğçe Varol
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi

tugcevarol@hotmail.com


Uzmanın Diğer Yazıları

  Putin Enerji Hatları Kontrolü İçin Suriye’de 
  Erdoğan Saray, Putin Devlet Yönetiyor 
  Türk Akım’ı Donduruldu ve Rus Ordusu Suriye’ye Girdi: Tesadüf Mü? 
  Feridun Sinirlioğlu Dışişleri Bakanı: İsrail Çok Memnun 
  İsrail-Türkiye Boru Hattı 2020’ye Hazır Olacak mı? 
  Türkiye’nin SOCAR’a Ortak Olmasının Zamanı Geldi 
  IŞİD’den Sonra: Kürt Koridoru 
  Rosneft ve ExxonMobil Kuzey Kutbunda El Ele 
  Türkiye Artık Kerkük Petrolünü İsrail’e Gönderecek 
  İSRAİL GAZZE’NİN GAZI İÇİN SALDIRIYOR 
  IŞİD’e Devlet Mi Kurdurtuluyor? 
  IŞİD, Kürdistan’ı Kuruyor 
  Ukrayna’nın Yönetemediği Enerji Politikası Ve Bugünkü Sonuçları 
  O “Özerklik” BİRAZ ZOR 
  Türkiye’nin Boru Hatları ve Sözde Özerk Bölge  
  SOCAR, İsrail Ve Kuzey Irak Gazını Görüyor, Türkmen Gazını Göremiyor? 
  Uyarı: Irak Politikası İflas Edebilir; Kerkük, Humus Olabilir 
  Kuzey Irak Enerji Anlaşmalarının Gerçekleri 
  Türkiye, Barzani Gazının Bekçisi Yapılacak 
  İsrail’in Enerji Kaynakları Ya Taşınacak Ya Taşınacak 
  Rusya’nın Türkiye’ye Gürcü Elektriğini Satmasının Perde Arkası Ülkesi: 
  Ermenistan 
  Bedava Doğalgaz Oyunu ve Siyah Kalem'in Kuzey Irak Görevi 
  Ruslardan Samsun-Ceyhan Projesini Ortadan Kaldıracak Teklif 
  Rusya ve Azerbaycan Arasında Rekabetten İşbirliğine Doğru Gelişen Enerji 
  Diplomasisi 
  Doğu Akdeniz’deki Dengeyi Türkiye Değil, Azerbaycan Değiştirdi 
  İran-Irak-Suriye Doğalgaz Boru Hattı Dengeleri Değiştirir mi? 
  Türkiye'nin Petrol Güvenliği, İran'a Sadakatle Bağlı Maliki'nin Eline mi 
  Bırakılıyor? 
  Şah Deniz Neden Trans-Adriyatik Boru Hattını Seçti? 
  Yeni Türk Petrol Kanunun İçerdiği Tehlikeler 
  Kerkük’ü Barzani’ye Vermek Ve Irak’ı Bölmek 
  ABD’nin Acil Moskova Çıkartması 
  Türkiye Erbil’in Petrolünü Taşımak Zorunda mı! 
  Her Yol Kerkük’e Çıkar 
  Türkiye ve KKTC için Tarihi Fırsat: Win+Win+Win 
  Türkiye Doğu Akdeniz’de Yalnızlaşıyor 
  “BARZANİ KERKÜK’Ü KURTARACAK”, TÜRKİYE DE TEŞEKKÜR EDECEK 
  ABD Gerçekten Türkiye’nin Müttefiki mi? 
  Bu Kış Zor Geçebilir 
  Türk Zenginleri Kulubü: Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Azerbaycan 
  Türkiye İle Bağdat Yönetimi Arasında Gerginlik Artıyor 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. Tüm Hakları Saklıdır.

Sitemizde bulunan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Kurumumuz tarafından çıkarılan dergi, özel rapor ve kitapların içeriklerinde bulunan 
yazılarda aynı kapsam dahilinde yazarına aittir.

  ***