Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2020 Pazartesi

ERDOĞAN'IN 27 MAYIS 2014'DEKİ GRUP TOPLANTISINDA SÖYLEDİKLERİ ÜZERİNE SİYASAL BİR DEĞERLENDİRME

ERDOĞAN'IN 27 MAYIS 2014'DEKİ GRUP TOPLANTISINDA SÖYLEDİKLERİ ÜZERİNE SİYASAL BİR DEĞERLENDİRME

Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 29.05.2014 Erdoğan, 27 Mayıs 2014 tarihli AKP grubu toplantısında ekonomi, gezi, tarih, AB, çözüm süreciyle ilgili beyanda bulundu. Alevilik konusunda özel bir ağırlık vardı. Alevi sorunu ile Kürt sorunu arasında bağlantı kurarak bu iki sorunun dış güçler tarafından kışkırtıldığını söyledi. Konuşmasına tarihi bir perspektifle yaklaşarak Türkiye'nin Selçuklu ve Osmanlı mirası üzerinde kurulduğunu belirterek, birinci dünya savaşından sonra Batı tarafından Misak-ı Milli'nin dahi kabullenmediğinin üzerinde durdu. Aslında bu yaklaşım, Ahmet Davutoğlu'nun Stratejik derinlik adını koyduğu Yeni Osmanlıcılık siyasetinden vazgeçmek(iflasından sonra) anlamına geliyor. Bundan sonraki süreçte dış düşman retoriğinden çok "dış düşman tarafından kışkırtılan Alevilik ve Kürtlük" retoriğine geçiş yapmıştır.

Tıpkı AKP öncesi MGK-Kırmızı kitapta yazılı olduğu gibi. Tabi ki, kendi içindeki siyasal bütünlüğü sağlamak için bir düşman da Gülen hareketi olarak gösterildi.
Erdoğan, ideolojik-islami yaklaşımını da göstere göstere yapmaktan çekinmiyor. Kendi güdümünde 2004 yılında kurdukları STK olarak adlandırdıkları Avrupalı Türk Demokratları Birliği toplantısının açılışını Diyanet işleri başkan yardımcısının ettiği dualar yapıyor. Aslında bu gösteri anlamında İslami görüntü yapmak amaçlıdır. Öte yandan neo-liberalizayonlaşma konusunda iş birliği sonuna kadar gitmeye devam etmektedir. Onun, dualı, çift hocalı ezanları, İslam’ı da neo-liberalizme uygun hale getirmek amaçlıdır. Bundan Almanya'nın veya AB'nin rahatsız olduğu da yoktur. Bu şekil onların da işine gelmektedir.

Çözüm sürecinin Kürtler açısından oyalayıcı niteliği bilinmesine rağmen, Kürtlere kaybettirdiği bir şey yoktur. Tersine kazandıkları vardır. KCK davalarının hukuki dayanaktan yoksun olduğunun ortaya çıkışı, KSH'nin Türkiye ve dünya kamuoyunda siyasi meşruiyet yakalamış olması, KSH'nin gerektiğinde kendi silahlı gücü üzerinde siyasal etkinlik kurabilecekleri, Öcalan'ın KSH'nin liderliğinden Kürtlerin liderliği pozisyonuna doğru gidişi bunlardan bir kaçıdır. Türkiye açısından ise bundan sonraki süreçte KSH'ne yönelik olarak başlayacak savaşın gerekliliği hem Türk halkı hem de dünya kamuoyu açısından eskisi gibi destek bulmayacaktır. Gezi'deki devletin kendilerine yönelik yapısal şiddetini gördükçe bunun Kürtlere yönelik kullanımının da karşısında olacaktır.

MİT Yasası gibi düzenlemler olsa da geleneksel Türk bürokrasinde yaşanan kriz ve karmaşa da devletin bundan sonraki süreçte top yekün olarak KSH'nin üzerine yürüyemeyeceğini göstermektedir. Aslına bakılacak olursa AKP, KSH'ne muhtaç durumdadır. Çırılçıplak korumasız bir şekilde azgın nehrin sularına kendisini bırakmış yüze yüze nehrin ortasına geldiği için geri dönüşü daha da tehlikelidir. Geri döndüğünde kendisini bekleyen rakipleri vardır. O nedenle nehrin karşısına sağlam çıkışı KSH ile ilişkisini sürdürmesine bağlıdır. Bu aynı zamanda AKP'nin ve Erdoğan'ın açmazıdır. AKP, şimdilik Güney Kürdistan Yönetimi(KBY) ile ilişkilerini üst düzeyde tutarak bunun sağladığı ekonomik kazanımlarla durumu telafi etse de ilişkilerinin giderek KBY ile olmaktan çok KDP-Barzani ilişkisine indirgemesinde, KDP'nin Kürdistan'ın diğer bölgelerindeki etkisizliği, Güney Kürdistan'da ise hakimiyetini kaybetmesi ileriki süreçte KBY'nin Irak merkezi hükümetiyle ilişkilerine yeni bir boyut gelebilir. Bu da AKP açısından "muhteşem yalnızlığın" pekişmesiyle sonuçlanabilir. Köklü Kürt Partisi KDP'nin geleceği Kürdistan'ın dört parçası ve diasporada etkili olan PKK ile ilişkilerine bağlıdır. KDP'de gerilemenin, KDP'nin Rojava'da PYD'yi dışlayıcı/dayatmacı siyasetinden ileri gelmiş olabilir. PKK'nin kilit rolü giderek Kürdistan'ın geneli hatta daha da ileri gidilerek Ortadoğu'daki rolünün boyutu anlaşılmalıdır. KDP'nin PKK ile ilişkileri, KDP'nin YNK ve Goran'la ilişkileri de etkilemektedir. Nitekim, KDP'den farklı olarak YNK ve Goran'ın PYD'ye olumlu yaklaşımı bunun göstergelerinden biridir. Bu nedenle AKP çözüm sürecini sürdürmek durumdadır. KSH'ne yönelik tehditleri taktiksel ve pazarlık gücünü artırmaya yöneliktir. KSH'nin de bunu göz önünde bulundurarak başbakanın çıkışı karşısında püsmesine gerek yoktur. Tersine taleplerini somutlaştırıp eylemselliğini artırmalıdır. Buna Gezi benzeri eylemselliğe katılımı da dahildir. Kemalistler ve ulusalcılar konusunda, KSH'nin geçmişteki eleştirilerinin etkisinde kalarak onlarla yan yana görünür durumma gelmekten de korkmamaları gerekir. Tersine Kemalistlerle eylemsel anlamda yan yana gelişi AKP'yi daha zorlaştıracak, AKP'nin Alevilere yönelik kışkırtıcı ve ayrımcı söyleminden de geri adım attırmasını sağlayacaktır. Erdoğan'ın Dersim katliamıyla ilgili söyledikleri doğru olsa bile bunu TC'nin bir faaliyeti gibi göstermek yerine günümüzdeki haliyle o dönemki CHP'yle ismi dışında hiç bir benzerliği olmayan şimdiki, CHP'yi sorumlu tutan tavrı, demagojik ve siyasal rakibi CHP'yi küçük düşürmek amaçlıdır. Erdoğan kendisi çok iyi biliyor ki, Dersim katliamının kararını veren aynı zamanda CHP'nin genel başkanı Atatürk'ten başkası değildir, o dönemin başbakanı da Celal Bayar'dır. Meclisin çıkardığı yasaya dayalı Bakanlar Kurulu kararıyla verilmiş bir katliam söz konusudur. Şimdiki CHP'nin Dersim katliamı nedeniyle özür dilemesi önemli olsa da Dersim Katliamından dolayı asıl olması gereken TBMM ve Bakanlar Kurulu kararıyla katliamın kabulü ve bundan dolayı özür dilenmesidir. Erdoğan bunu yapmak yerine, yetkisiz kalmış makamların özür dilemesini bekliyor. Mecliste çoğunluk elinde, Bakanlar Kurulu da senden müteşekil, neden harekete geçmiyorsun ki. Alman Sosyal Demokrat Partisinin lideri, Yahudi anıtı önünde diz çöküp özür dileyince bunu partisinin genel başkanı olarak değil, Almanya'nın başbakanı olarak yaptı. Bunun yasal ve yazılı gereklerini yerine getirdi. Erdoğan, Kürtler ve Aleviler konusundaki "dış kışkırtma" argümanlarını kullanarak o yıllarda İttihat ve Terakki Partisi(İTP) ile CHP'den farklı mı davranıyor?

O da Türkiye devletinin diğer hükümetlerinin yaptığını yapıyor. Erdoğan, kendi taraftarlarını bütünleştirmek ve toparlamak için elinden geleni yaparken, kendisine rakip olarak gördüklerini hücrelerine kadar bölmek ve parçalamak peşindedir. Ağrı seçimlerinde BDP'lileri erkek ve kadın olarak ayırarak BDP'li erkekleri, kadınların sandığa gitmesini önlediğini söyledi. Erdoğan, bu söylemi ile Kürt ailelerini bile parçalamak için elinden geleni yapıyor. Aile içi şiddet, kadın cinayetleri konusunda kılını kıpırdamayan bir başbakanın bu söylemiyle aile içi şiddeti davet ediyor. Birinci dünya savaşının yüzüncü yılına girerken, Erdoğan üçüncü bir dünya savaşına girecekmiş gibi "Başkomutanlığı" elde etmenin aceleciliği içindedir. Onu İTP'den ayıran tek yön İTP savaşa girerken, padişahı etkisizleştirirken, Erdoğan kendisini padişahlaştırmaya çalışmaktadır. İTP'nin hırsı nasıl ki hüsran olduysa Erdoğan'ın da hüsran olmaya mahkumdur. O nedenle Erdoğan'ın kafasındaki düşman, daha öncekiler yöneticilerinde olduğu gibi "iç düşmanlar"dır. Stratejik derinlikten geri kalan Stratejik sığlığın dere kenarında balık avlamaktır. Ne yazık ki, HES ve AVM yaparak balıklara derede yaşama hakkını bile çok gördü. Derede bile balık avlayamayacak duruma gelen Erdoğan'ı iktidarsız bir iktidar haline geldiğini birileri ona söylemeli. Gezi'ye, Alevilere ve Kürtlere atıp tutmayı bırakmalı. Post-Kemalizm’in, Kemalizm’i kurtarmaya yetmeyeceğini bilmelidir. Erdoğan'ın konuşmasında dikkat çeken noktalardan biri de Erdoğan'ın CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün üzerinden CHP/DHKP-C arasında bağlantı kurmasıydı. Erdoğan'ın tipik desteksiz yalanlarından biri olan bu iddia daha önceden Öcalan'ın ve ÇHD'li avukatlar için sarf ettiği "11 kapılı hücre evi" yalanını çağrıştırmaktadır. Erdoğan, söylediklerinin delilini dahi gösterme zahmetine girmemektedir. Soma'ya Alevi eylemci taşındığı iddiası da buna benzer bir iddiadır. Sanki Aleviler öyle bir toplum ki, gerektiğinde dış güçler(lobiler) onları Gezi'ye götürebilmekte, mobil eylemciler gibi başkaları tarafından Soma'ya götürülebilmektedirler. Oysa eylem ve söylemlerini şiddete başvurmadan demokratik yöntemlerle yapmanın en önemli örnekleri Alevilerden gelmektedir. Hükümetin Alevi Açılımı çerçevesinde Alevi Çalıştaylarına katılmakta tereddüt etmediler. Ortay çözüm önerileri çıkmasına rağmen, çözüm konusunda adım atmayan tarafın AKP ve Erdoğan oldığu açıkça ortaya çıktı. Alevilik, zorunlu din dersi ve Cemevi konusunda verilen AİHM'nin kararlarını yerine getirmeyen de Erdoğan'dan başka birisi değildir. Erdoğan, AB'ye ekonomik ilişkiler bağlamında bakmaktadır. AB'ye girişi de Türkiye'nin AB'ye değil de AB'nin Türkiye'ye ihtiyacı olduğu çerçevesinden bakmaktadır. ***

17 Ekim 2020 Cumartesi

Türkiye'nin Suriye'de Kullanıldığını Erdoğan Bir Gün Açıklayacak

 Türkiye'nin Suriye'de Kullanıldığını Erdoğan Bir Gün Açıklayacak
_ Referandum BOP'un Bir Aşamasıdır


Sadettin Tantan,Türkiye, Suriye, Kullanıldığını, Erdoğan, Bir Gün Açıklayacak,Referandum,BOP, Bir Aşamasıdır,İçişleri Bakanı,Yurt Partisi, 
Libya, 


14 Mart, 2017 


Eski İçişleri Bakanı, Sadettin Tantan Tesnim Haber Ajansına konuştu:‘ Referandum, Büyük Ortadoğu Projesi'nin kumpaslarla yıkamadığı Türkiye'yi, bir kez daha içten ele geçirme faaliyetidir.’
Tesnim Haber Ajansı - Eski İçişleri Bakanı ve Yurt Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan Tesnim Haber Ajansına konuştu, önemli açıklamalarda bulundu.
-‘On beş yıllık AKP iktidarı döneminde, Ortadoğu projesinin birer birer uygulamaya konulduğunu görüyoruz’
-‘Referandum, Büyük Ortadoğu Projesi'nin kumpaslarla yıkamadığı Türkiye'yi, bir kez daha içten ele geçirme faaliyetidir.’
-‘Mavi Marmara olayıyla Türkiye devleti, kartondan kaplan bir devlet durumuna düşürüldü.’
-‘BOP projesinin iki kilit ülkesi vardı biri Libya diğeri Suriye’dir. BOP’un başarısı bu iki kilit ülkenin parçalanmasından ve çökertilmesinden geçiyor.’
-‘ Esat ve Erdoğan kardeş gibiydi.  Türkiye bu yanlışa neden itildi veya ittirildi bunu bir gün Erdoğan ve arkadaşları açıklayacaklardır. Türkiye burada kullanıldı. Bunu İran ve Suriye istihbaratı da biliyor.’

-‘Türkiye ve İran’ın birlikte hareket etmesinde büyük faydalar var.’
-‘Türkiye OSLO’da masaya oturtuldu. Taraf olarak oturtuldu. Bu çok acı bir şey.’
-‘AB Kıbrıs’ı kılçıksız yutmak istiyor. ABD burayı bir üs yapmak istiyor. İsrail bir yandan Kıbrıs’ı elimizden almak istiyorlar.’
Tesnim Haber Ajansı: 15 Temmuz darbesini FETÖ’cüler mi yaptı, yoksa onları kullanan siyasi irademi, sizce hangisi­?

Sadettin Tantan: 15 Temmuz bir silahlı kalkışma hareketidir. Türk silahlı kuvvetlerinin içeriden teslim alındığını, siyasi iktidarın da bu teslimatta büyük rolünün olduğu gözüküyor.  Bu darbenin neden yapıldığını veya yaptırıldığını henüz iktidar açıklamış değildir. Darbe komisyonu adı altında bir komisyonu oluşturuldu. Komisyonun bir çaba göstermediğini görüyoruz. O süreçte 4-5 saatlik kayıp bir zaman dilimi var ve bu süre zarfında nelerin verilip alındığını bilinmiyor.
Darbe mahkemesinin de emir komuta zincirinin birbirinden ayrıştırılması için de bir yerde toplanması gerekiyordu bu da yapılmadı. Bu hareket hep destek buldu, çözülemedi. Onu koruyan, kollayan yer belliydi. Birinci dünya savaşından sonra İngilizlerin bu bölgeden çekip gitmiş gibi gözükse de gitmediğini görüyoruz. İngilizler istihbarat alt yapılarıyla devşirdiği işbirlikçiler, dini, ırkı kullanan işbirlikçilerle yaşamaya devam etti. Bunlar ne entelektüel ne de akademik olarak araştırılıp ortaya çıkartılmadı. Halk bu konuda bilinçli değil. İşbirlikçiler zenginlik ve refah içerisindeler ve hangi rejim gelirse gelsin, görevlerine devam ediyorlar.
Tesnim Haber Ajansı: Siz İçişleri Bakanlığı yaptığınız dönemde bu örgütün yapısından haberdar mıydınız ve emniyet içerisindeki yapılanmadan haberdar mıydınız?

Sadettin Tantan: Benim dönemimde FETÖ yapılanması sınırlı sayıdaydı ve biliniyordu.  Yaptırdığımız çalışmayla yaklaşık 100 kişi aktif görevden alınarak pasif görevlere alındı. Ama AKP döneminde 3 Kasım seçimleriyle FETÖ örgütü AKP’le birlikte seçimi kazandılar. Personel alımlarında Kamu ve özel kurumların her yerine sızdılar.  Bütün yapılanma o dönemde gerçekleşti.  AKP döneminde bunlar eylem gücüne ulaştılar. Alınanların yanı sıra bir kısmı da sonradan bunların torpiliyle devlet içine yerleştirildiler.

Tesnim Haber Ajansı: Türkiye Cumhuriyeti Laik Sosyal bir Hukuk devleti. 
Bu devlet mevcut yapısından çıkarılıp nereye doğru evrildiğini düşünüyorsunuz?

Sadettin Tantan: On beş yıllık AKP iktidarı dönemine baktığınız zaman, Ortadoğu projesinin birer birer uygulamaya konulduğunu görüyoruz. 
Bunu yaşadık.  
Bu ülke inanç ve toplumsal değerler bakımından çok erozyona uğratıldı. 
Asırlardan beri süre gelen kimliğimizi neredeyse kaybetmiş durumdayız. 
Anayasa değişikliğiyle Türkiye Cumhuriyetinin geleceği, 15 yıllık AKP zihniyetinin geleceğiyle ilgili bir sürecin içerisine sokuldu. Bu zihniyet sanki Türkiye Cumhuriyeti milleti, halkı, silahsız işgal altında ve bu işgalden kurtulamıyor, siyasetten soğumuş, ülkenin geleceğinden karamsar, üretemeyen, tamamen tüketen, borç içinde yaşayan, heyecanı kalmamış, hafızası elinden alınmış bir topluma evriltildi. Referandumun halk nezdinde ne için yapıldığı bile belli değil. Halk neye “EVET veya HAYIR” diyeceğini bile bilmiyor.

Halka yönelik tehdit söz konusu. Cumhuriyet tarihinde ilk defa bu siyasi zihniyet başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, halkı hem bugün hem de gelecek için tehdit etmektedir. Bunun nedeni bu zihniyetin 15 yıllık iktidarından ve bu iktidarın yaptığı yanlışlıklardan hesap sorma korkusundan kaynaklanmaktadır. Bunu böyle görmek lazım. Bir başka korku ise eğer bu zihniyet BOP’u neticelendirmezse uluslararası mahkemede yargılanacağını bildiği için o yetkiyi eline alarak, Türkiye’yi federal bir yapıya götürecek. Buna büyüyerek küçülme projesi diyoruz. Büyük Ortadoğu Projesi'nin kumpaslarla yıkamadığı Türkiye'yi bir kez daha içten ele geçirme faaliyetidir.

 Bölgedeki enerji savaşlarının Türkiye’ye yansımasıdır.  FETÖ örgütü nasıl işbirlikçi bir örgütse, AKP de iktidara gelirken, Amerika’dan icazet aldığını söyleyerek iktidara gelen bir hareket. Dikkat ediyorsanız birçok İslam ülkesindeki halkların yoksullaşmasının, kendilerini ifade edememesinin, özgürlüğünü kullanamamasının sebebi de işte budur. Bu iktidar ne diyor, aklınızı bize teslim edin, özgürlüğünüzü bize teslim edin “EVET” demek suretiyle ben sizi temsil edeceğim diyor.  Ama biz Allah’ın bize verdiği yetkiyi biz bir başkasına veremeyiz. Dinler arası diyalog tuzağından kurtulup, İslam dünyasıyla diyalog kurulması gerekir. İslam ülkeleri arasındaki çatışma bu işbirlikçilerin tuzağından başka bir şey değildir.
Tesnim Haber Ajansı: Yani siz bu projenin Türkiye’yi bölme projesi yani BOP projesi olduğunu mu söylüyorsunuz?

Sadettin Tantan: Bunu kendileri de söylüyor. BOP’un özü o ülkelerdeki silahlı kuvvetleri, siyaseti, mali ve ekonomik sistemle güvenliğini kontrol altına almak, Bir de zihinleri kontrol altına almak.  Dünyadaki en büyük tehdit araçlarından birisi, yüksek teknolojik imkan ve kabiliyetler, medya, internet, sosyal paylaşım ağları bunlarla insanların beyinlerini istediğiniz gibi yönlendirebilirsiniz. Böyle bir tehdit var. Bilgi ve enformasyon savaşları da var. Birçok İslam ülkesinde baskıcı, totaliter bir yapıya mahkum edilmiş geniş Müslüman kitleler var, bunlar da baskı ve zulüm altında.

Tesnim Haber Ajansı: Türkiye yabancılara bağımlı hale getirildi, yabancı ajanlar cirit atıyor, yönetilemeyen bir ülke konumunda olduğunu dillendirdiniz, bunu biraz açar mısınız?

Sadettin Tantan: Dünyadaki bütün örgütlere baktığımız zaman, bu örgütlerin hangi ülkelerde çıkarları varsa  ve o ülkelerden bu örgütler çıkarılmamışsa o ülke insanını kullanan bir takım yapılar görürsünüz. Mesela Belücistan’daki Cundullah örgütü. Bu örgüt hem İran’ı hem de Pakistan’ın parçalanması için orada faaliyetler yürütüyor. Bunların arkasında İngiliz ve Amerikan istihbaratı var. İstihbarat örgütleri arasında da çatışma ve kavgalar var. Türkiye’ye baktığınız zaman silahlı ve silahsız örgütler açısından değerlendirdiğinizde en belirgini PKK terör örgütü olarak gözüküyor. Bölgede yaşayan halklar birbirlerine sen kimsin diye sormamışlar.

11 Eylül saldırısının ardından Irak ve Pakistan işgaliyle başlayan  bu süreçte özellikle  ABD ve İngiltere açısından çok güzel bir proje. Bir bölge projesi ve çok tehlikeli bir proje. İslam ülkeleri açısından yıllar boyu devam edecek bu projede, bölge halklarını birbirlerine kırdırma ve yok etme projesi. Irak’a baktığınız zaman belli bölgelerde bir katliamlar yaşandı. ABD, Barzani Peşmergeleri  ve PKK tarafından. Türkiye’de bu proje PKK eliyle kısmen uygulamaya sokuldu. Başarılı da oldu. Türkiye hep kaybeden ülke durumunda oldu. Kaybetmeye de devam ediyor.
Tesnim Haber Ajansı: Türkiye bölge siyasetinde İran, Irak, Suriye üçlüsüyle birlikte olmak yerine  özellikle Suriye ve Irak politikasında Suudi Arabistan, Katar ve göbek bağıyla İsrail ve ABD’ye bağılı olan diğer körfez ülkeleriyle birlikte olmayı tercih etti. 
Bu politika sizce Türkiye’ye ne kazandırdı

Sadettin Tantan: Hiçbir şey kazandırmadı, kaybetti, kaybetmeye de devam ediyor. Örneğin Davos’taki “One Minute “ bir projeydi, Mavi Marmara bir projeydi hep kaybettirdi. Davos’ta Erdoğan’ın imajı yükseltildi ve neredeyse İslam ülkelerini kurtaracak bir kişi konumuna getirildi. Daha da ilerisi Erdoğan bölge ülkelerinde adaylığını koysa iktidar olur imajına büründürüldü. Mavi Marmara olayıyla gelin görün ki Türkiye devleti kartondan kaplan bir devlet durumuna düşürüldü. Uluslar arası karasularında Türk vatandaşları adrese teslim İsrail tarafından katledildi. Buna karşı Türkiye’nin bir şey yapmamasından ve İsrail’e karşı ses çıkarmaması, Türkiye’den bir takım imkan ve kabiliyetler bizimle ilgili tehditleri bize karşı sahiplenir duygusunu çökerttiler.

Dünyadaki İslam ülkeleri ve mazlum milletler bakımından sadece Türkiye değil, büyük Selçuklu devleti, Osmanlı devleti ve hatta Orta Asya’dan başlayan Türk devletlerinden gelen özgürlük ve bağımsızlık üzerine inşa edildiği için o karakterle bizi de koruyabilir düşüncesiyle duyulan heyecan da ortadan kaldırıldı. Doğu Akdeniz’deki haklarından da Türkiye dışlatıldı.
Enerji savaşları açısından düşündüğümüzde  Suriye’nin de parçalanmasını bu yaklaşımla görmemiz gerekiyor. Zaten büyük Ortadoğu projesinin iki kilit ülkesi var biri Libya diğeri Suriye’dir. BOP’un başarısı bu iki kilit ülkenin parçalanmasından ve çökertilmesinden geçiyor.

Libya Kuzey Afrika, Suriye ise Ortadoğu bakımından  kilit ülkelerdi. Türkiye’deki işbirlikçiler iktidarı nasıl yönlendiriyorsa, Suriye ve Irak’ta da aynı durum söz konusu. Suriye’de Müslüman kardeşler eliyle bu yapılıyor. Arabistan ve Katar’da öyle. Emperyalist güçlerin izni olmadan haraket etme şansları yoktur. İsrail ile yakın ilişki içerisindeler. Arşivler yalan söylemez.  Hizb-ut Tahrir, Vahabilik bir İngiliz projesi ve Osmanlı devletini parçalamak için kurulduğunu iyi değerlendirmek lazım.  Boko Haram, El Şebap, El- Kaide, Taliban, IŞID o bölge halklarına karşı kullanılan projeler. Bölge ülkeleri, ekonomik, hukuk savaşları ve emformasyon, bilgi savaşları bakımından donanımlı değiller. Bu büyük tehditlere karşı, İktidarların, kurumların ve bölge halklarının bir bütün olarak karşı durmaları gerekir. Siyasetçiler kendi çıkarları için, yanlış söylemlerde bulunsalar da, sevindirici olan bölge halkalarının onlara geçit vermemiş olmalarıdır.

Tesnim Haber Ajansı: Türkiye silahlı kuvvetleri Suriye’de ve Menbiç’e yönelik bir operasyon düşünüyor. ABD Türkiye’yi PKK, YPG ve PYD konusunda aldattığı söyleniyor. Türkiye İsrail ve ABD’nin bunca yaptıklarına rağmen ilişkisini koparmadığını aksine ilişkileri geliştirmek için elinden geleni yapıyorken, Türkiye’nin bu operasyonda Suriye devleti ve ordusuyla birlikte hareket etmesi en güvenli ve akılcı yol olarak gözükmesine rağmen, Türkiye bundan halen neden uzak duruyor?

Sadettin Tantan: Bunu da anlamış değiliz, Recep Tayip Erdoğan’la Esat yönetimi arasındaki kavganın da ne olduğunu bilmiyoruz. İkisi kardeş gibiydi. Birlikte tatile gidiyorlardı, çay kahve içiyorlardı, ilişkiler her alanda gayet güzeldi. Burada acı olan Türkiye bir yanlışın içerisine itildi, ittirildi ve kaybetti. Sadece Türkiye’de değil bölge kaybetti. Büyük risklerle karşı karşıya bırakıldı. Yaşayan tarih Halep yok edildi. Tarihi ve kültürel miras yok edildi. Irak’ta da bu yaşandı. Türkiye’nin bu yanlışa neden itildi ve ittirildi bunu bir gün Erdoğan ve arkadaşları açıklayacaklardır. Türkiye burada kullanıldı. Bunu İran ve Suriye istihbaratı da biliyor.

Tesnim Haber Ajansı: Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardı- yoktu tartışmaları hep yaşandı. Sayın Erdoğan önce yok dedi daha sonra var dedi. Kürtlerin siyasi iradesini temsil eden HDP ile hükümet çözüm süreci başlattı. Sarayda görüşmeler yapıldı, OSLO görüşmeleri ve PKK militanları için sivil mahkemeler kuruldu. Ancak 15 Temmuzdan sonra HDP Milletvekilleri tutuklandı. Siyasi müzakereler, çözüm süreci rafa kaldırıldı ve askeri bir çözüm ve operasyonlar devreye sokuldu. Bölgede binlerce insan göç ettirildi. Bu konuda AB ve BM’nin ciddi girişimleri de var. Neden durum böyle oldu ve nasıl çözülecek bu sorun?

Sadettin Tantan: Kürt sorunu diye bir sorun yok. Sorun PKK. Kürt kimliğini kullanan, özellikle emperyalistlere hizmet eden bir suç ve terör örgütü bu açık. Bu bölge insanlarını kullanmak isteyen, bölgenin yer altı ve yerüstü zenginliklerini kullanmak isteyen batının bölgeyi istikrarsızlaştırma arzusundan başka bir şey değil. PKK’ya fırsat vermeyen halk göçe zorlandı ama Kürt halkı direndi. Türkiye OSLO’da masaya oturtuldu. Taraf olarak oturtuldu. Bu çok acı bir şey. Hiçbir zaman da tasvip edilmedi. Bu bir çözüm süreci de değildi. PKK terör örgütünün uluslararası alanda tanınması için bir projenin adıydı. Bugün YPG, PYD ve PKK’nın ABD’nin müttefiki olması bunun bir yansıması olarak görmek gerekir.  Salih Müslüm’ün  de getirilip götürülmesi bunun  bir parçası.

ABD Türkiye’yi oyuna getirmedi, ABD’den icazet alan bir siyasi yönetimin yansıması, oyuna falan gelmiş değil. Bunların hepsi planlı bir proje. Siyasetin cehaletinden, bilgisizliğinden, geçmiş arşivi iyi okuyamamasından kaynaklanıyor böyle de bakmak  gerekiyor.

 Bölge ülkeleri olarak birlikte bu tehlikeyi ortadan kaldırmak lazım. PKK konusunda Türkiye, İran ve Suriye’nin bakış açısında da farklılıklar var.
Tesnim Haber Ajansı: Türkiye’nin ABD ve İsrail’le kurduğu sıcak diyaloğu, istihbarat paylaşımını neden İran, Irak ve Suriye yönetimiyle kurmuyor ya da kuramıyor bu Türkiye ve bölgenin reel politik ve ortak miras bağlamında daha çok faydasına değil mi

Sadettin Tantan: İşte bunu yaptırmıyorlar. Yaptırtmıyorlar. Evet, hem bölge hem de Türkiye büyük tehdit altında. Türkiye açısından bu iktidarın bunu öngörmediğini görüyoruz. Yani bir ülke kendi güvenliğini Amerikalı bir generale devredebilir mi? Bunu göremedi ve Türkiye kaybetti ve kaybetmeye de devam ediyor. 
Bu örgütlerle kolluk güçlerimizi cansiperane mücadele ediyor bunu da görmemiz lazım. Halk ta bu örgütlere destek vermiyor. Beyaz adam köle devşirirken, köleleri Afrika’dan kim getirip beyaz adama teslim ediyordu yine oradaki yerli işbirlikçiler. Değişen bir şey yok kaybeden İslam dünyası.

Tesnim Haber Ajansı: Türkiye- İran ilişkilerine gelecek olursak bölgenin en güçlü iki ülkesi. İki ülke arasındaki ilişkiler sizce olması gereken yerde mi, değilse neden,olması gereken nokta neresi sizce?

Sadettin Tantan: Ben kendi bakanlığım döneminde İran’a gittim. Bu PKK konusunda görüşmelerimiz oldu. İlişkiler iyi. Halkların kendi arasında bir sorunu yok, aynı coğrafyanın insanları. Türkiye ve İran’ın birlikte hareket etmesinde büyük faydalar var. Birlikte kalkınmaları gerekiyor. Siz komşularınızla birlikte kalkınmazsanız güç oluşturmazsanız bölgenin güvenliği olmaz. Dünyada, bölgede bir savaş var. Bu coğrafyada bölge ülkeleri iç içe olması gerekir, Siyasi, ekonomik, sanayi girişimcilerinin, karşılıklı bilgi paylaşımlarının olması gerekiyor. Avrasya, Şangay beşlisi deniyor ya Atlantik’ten Pasifik’e bir kayış söz konusu. Farklı inançları zenginlik sebebi olarak görmek gerekir. Birlik, kardeşlik ruhu ve hukukuyla hareket etmek ve bunları geliştirmek gerekiyor. Dini siyaset ve ticaret aracı olarak görmemek gerekiyor. Bu bağlamda İslam dünyasında din adamlarına, ilim adamlarına büyük görevler düşüyor.

Tesnim Haber Ajansı: Türkiye’nin bölgede bir denge unsuru olması, yurtta barış, dünyada barış ilkesine yeniden dönmesi, ülke içinde ve bölge siyasetinde birlik dilini kullanan, mezhep ve ırk dilini kullanmayan bir Türkiye nasıl mümkün olur sizce?

Sadettin Tantan: 15 Temmuz’un ardından önümüze referandum konuldu. 16 Nisan bu millet için bir kurtuluş günü olacak Hayır diyerek. Bölge ve İslam dünyası ve mazlum milletler açısından bir başlangıç olacak. Bu iktidar kurumları ortadan kaldırarak şahsi bir devlet kurmak için bu yetkiyi eline almak istiyor. Bu iktidarın eliyle hem kendi yandaşları, hem PKK, KCK zenginleşti başta FETÖ cemaati olmak üzere diğer cemaatler büyük zenginliğe ulaştılar. Onların yararlanması açısından bir de BOP’un uygulanması ve bölge haritasının değişmesi açısından büyüyerek küçültülen bir Türkiye’nin olmaması için hepimizin arzu ettiği bir Türkiye’nin oluşması, yeni bir siyasi anlayışın yeniden hakim kılınacağına yüzde yüz inanıyorum. Türkiye’nin başka yolu da yok.

Tesnim Haber Ajansı: Bu süreçte Hayır cephesine karşı bir baskı var mı?
Sadettin Tantan: Bu açıkça ortada. Bütün medya ellerinde eşit şartlarda bir referandum çalışması yok. Dayatma ve baskı var her konuda bir mağduriyet edebiyatı yapılıyor. Türkiye iktidarı ve muhalefetiyle siyasi anlayışını değiştirmezse burada sadece Türkiye değil, bölge ülkeleri de planlanan savaşlarla karşı karşıya kalır.

Tesinm Haber Ajansı: Bütün bunlar yaşanırken bir yandan da Kıbrıs müzakereleri yapılıyor. Ancak gündemde yok. Neler söyleyeceksiniz?

Sadettin Tantan: Türkiye’nin Akdeniz’de 18 adasına el konması batı projesiydi. Özellikle Almanya projesi olarak bakmak lazım. Kıbrıs konusunda ise AB Kıbrıs’ı kılçıksız yutmak istiyor. ABD burayı bir üs yapmak istiyor. İsrail bir yandan Kıbrıs’ı elimizden almak istiyorlar. Neden çünkü Doğu Akdeniz havzasına, Karadeniz havzasına hakim olmak istiyorlar. Buralara hakim olmayan bir emperyalist güç, Hazar havzasına hakim olamaz. Neticede Asya ve Afrika’ya el koyamaz. Hürmüz ve Bab-ı Mendep boğazlarını ele geçirmek ve bu bölgeyi teslim almak istiyorlar. Yemen’deki savaşın da adı budur. Bütün bu planların bozulması gerekir, daha doğrusu bozmamız gerekir.
***

17 Eylül 2020 Perşembe

Erdoğan da Topal Ördek.

Erdoğan da Topal Ördek. 


Orhan UĞUROĞLU. 

YENİÇAĞ

06 NİSAN 2019

   AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları için, "topal ördek" dedi. Muhalefet sözcülerinin aklına gelmedi  ama ben söyleyeyim, Erdoğan da " topal ördek " durumundadır.

Erdoğan, İmamoğlu ve Yavaş için neden, " topal ördek " diyor?

İstanbul ve Ankara'da Büyükşehir Belediye Meclislerinde Millet İttifakı'nın üye sayısı Cumhur İttifakı'nın üye sayısından az oldu.

Erdoğan'ın bu durumu, çoğunluğu olmadığı gerekçesi ile "topal ördek" olarak nitelediği anlaşılıyor.

Doğrudur, Haklıdır.

Peki, Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğinde "topal ördek" değil miydi?

2002 yılında Erdoğan, "siyasi yasaklı" iken Genel Başkan olarak AKP'yi seçime "topal ördek" olarak sokmadı mı?

Dönemim Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu bu duruma iddianameleri ile karşı çıkmadı mı?

CHP ve genel başkanı Deniz Baykal anayasa değişikliği ile Erdoğan'ın siyasi yasağının kaldırılmasına destek vermeseydi Erdoğan ne milletvekili ne başbakan  ne cumhurbaşkanı olabilirdi…

Haydi, şimdi de günümüze gelelim.

Erdoğan, 24 Haziran seçiminde Yüzde 52,6 oyla Cumhurbaşkanı seçildi.

Peki, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde çoğunluk olan 300 milletvekili barajını aşabildi mi?

Hayır, aşamadı, AKP sadece 295 milletvekili çıkarabildi.

İşte bu sonuçla cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin başkanı olan Erdoğan'da "topal ördek" oldu…

MHP ve Devlet Bahçeli baston oldu, dayanak oldu ki Erdoğan, topal ördek olarak kalmasın.

Yarın Bahçeli'nin ne yapacağı belli olmaz, bakarsınız Cumhur İttifakı'nı bozuverir ki yeniden "topal ördek"durumuna düşebilir Erdoğan.

Değerli okurlarım, Cumhur İttifakı da, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de 31 Mart yerel seçim sonuçlarının uygulanmamaya çalışılması ile siyaseten çökmüştür.

İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'a YSK, ilçe ve il seçim kurullarının uyguladıkları kararlar rezaletin son boyutudur.

YSK üyelerine soruyorum:

Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'a da bir gerekçe uydurarak mazbatalarını vermeyecek misiniz?

Niyetiniz bu ise açıklayın.

Türkiye'de demokrasiye sahip çıkmak asli ve anayasal görevinizdir. Bu görevi layıkıyla yapmak zorundasınız.

ADANA KOZAN'DA DA REZALET VAR…

Değerli okurlarım,

13 Mart 2019'da Cumhur İttifakı'nın Adana Kozan Belediye Başkan adayı Nihat Atlı, "Rabbimin izniyle analarını belleyeceğiz" dediğini yazdım.

Atlı'nın seçim konuşmasının o bölümünü hatırlatayım.

"Bu düşmanları da bu memlekette yok edene kadar, kanımın son damlasına kadar mücadele verip, Rabbimin izniyle de bunları içte ve dışta da hepsinin anasını  belleyeceğiz arkadaşlar..."

Milletin anasını belleyecek bu adam seçimden birinci çıktı ama Saadet Partisi seçimden önce, İYİ Parti ise seçimden sonra ilçe seçim kuruluna Nihat Atlı'nın

"seçilme hakkından yasaklı" olduğu gerekçesi ile itiraz ettiler.

İlçe seçim kurulu 3'e karşı 4 oyla itirazları reddetti.

Hukuki Süreci de hatırlatayım. Adana 2. Ağır Ceza başvurusu reddedilmiş, Adana 3. Ağır Ceza Mahkemesine Atlı itiraz etmiş, orası da başvuruyu reddetmiş.

Yargıtay'a başvurmuş ve karar bozulmuş. Yargıtay'ın yıldırım hızıyla kararı(!) üzerine bu mahkeme "memnu hakların iadesine" 4 Nisan  2019 tarihinde kararvermiş.


Ama iş işten geçmişti, çünkü YSK'nın resmi seçim takvimine göre Atlı'nın bu kararı 2 Mart 2019 saat 17.00'ye kadar bu kararın ilçe seçim kuruluna vermesi  gerekiyordu.

Seçim kanunu, YSK kararları Kozan ilçe seçim kurulu tarafından açıkça çiğnendi.

Adana il seçim kuruluna her iki partinin de itiraz edeceği açıklandı.

Değerli okurlarım, Adana İl Seçim Kurulu 26 dakika geç başvurdu diye İYİ Parti Büyükşehir Belediye Başkan adayı Burhanettin Kocamaz'ın başvurusunu reddetti.

Bu kurul bakalım 32 gün geç verilen, "memnu hakların iadesi" belgesi konusunda Nihat Atlı hakkında yapılan itirazları nasıl değerlendirecek?

Hukukçular, "YSK'ya da itiraz edeceğiz, Nihat Atlı'ya mazbata verilemez. 

Kozan'da seçimin yenilenmesi şarttır" diyorlar.

***


19 Eylül 2019 Perşembe

PELİKAN DOSYASI.,

PELİKAN DOSYASI.,




Sosyal Medyayı Sallayan ' Pelikan Dosyası ' nedir?
Geçtiğimiz günlerde yayına verilen ve sosyal medyayı sallayan 'Pelikan Dosyası' nedir? Merakla beklenen sorunun cevabı haberimizde...


TİMETURK _ HABER MERKEZİ

Geçtiğimiz günlerde bir numaralı gündem maddesiydi Pelikan Dosyası.

"Pelikan Dosyası" isimli bir blogda "Selam Olsun!" başlığı ile yayınlanan uzun bir yazı gündemi adeta esir aldı. 
Yazıda, Davutoğlu ve Erdoğan arasında uzun zamandır yaşandığı iddia edilen "çatışma" "fikir ayrılıkları" gibi konular üzerine "bilgiler" paylaşılıyordu.

Yazı kısa sürede Twitter'ın gündemine oturdu. Binlerce kullanıcı konu ile ilgili paylaşımlarda bulundu.

DOSYADA NELER YAZIYOR?

İşte dosyada yazanların bir kısmı:

"Hocanın ekibi yeterince konuştu. Hocalarıyla beraber yeterince ortalığı karıştırdı. 
Biraz da biz konuşalım mı? 
Biraz da, REİS için canını feda edecekler konuşsun mu.? 

Çok az kişi aslında neler olduğunu biliyor. 
Kabus gibi. 
Hani çığlık atarsınız da kimse duymaz ya.. 
İşte öyle bir şey. 
Hani herkesin ortasında cinayet işlenir de kimse aldırmaz ya.. 
İşte öyle. 
Yani benim hissettiklerim öyle. 
Her şey ortada, ama gören yok. 
İnsanlar uyumak yerine, sırf ortada olanı görmeyi başarabilselerdi, benim bu yazıyı yazmama gerek kalmazdı… 
Buradan çığlık atıyorum. 
Duyun artık: 
Hanımlar! Beyler! Burası dehşet bir ülke. 
Hiçbir şeyin yüzeysel bir bakışla görülemeyeceği bir ülke. 
Üzerinde tüm süper güçlerin satranç oynadığı bir ülke. 
Öyle Ergenokun'u pasifleştirmekle, paraleli tırstırmakla falan, bir günde güllük gülistanlık olacak bir ülke değil. 
Bir haini def etseniz, yerine hemen yenisini getirirler. 
Öyle kolay kolay, bizi bize bırakmazlar. 
İcabında bizden olanları bile bize karşı hale getirirler. 
Onun için gözlerinizi dört açın! Etrafınızda ne oluyor, şöyle bir bakın. 
Ama iyi bakın. Yüzeysel bakmayın. 
Ve görün benim gördüklerimi. 
Şimdi biraz da siz çatlayın: 
Temayül yoklamalarında 1. Gül, 2. Yıldırım, 3. Davutoğlu çıktı. 
Buna rağmen REİS hocayı Parti başkanı yaptı....

... Sonuç: 

Hoca ile REİS arasındaki hikaye basit bir ihtiras hikayesi değildir. Çünkü hoca kendi ihtiraslarının peşinden koşabilmek için, REİS karşıtı, 
ve dolayısıyla REİS'i destekleyen halkın karşıtı kim varsa, onunla işbirliği kurma yoluna gitmiştir. Küresel güçlerin ülkemizdeki satrancında vezir görüntüsüne 
sahip basit bir piyon olmayı kabul etmiştir. 
Kavga budur. 
Kaybedeni de bellidir!"

KİMİN YAZDIĞI BELLİ DEĞİL



Öte yandan, yazıyı kimin kaleme aldığı ise bilinmiyor. Erdoğan taraftarı bir "kalem" olduğu dikkat çeken yazıyı kimin yazdığına dair fikirleri üretiliyor.

Ayrıca bazı yazarlar da konu ile ilgili paylaşımalrda bulundu. 
Fatih Tezcan, Pelikan'ın kendisi olmadığını ifade etti.



Akademisyen Dağhan Irak ise, twitter'daki dolaşımdan bir harita çıkararak bu haritaların Cemil Barlas'ı işaret ettiğini söyledi. 



AK PARTİ ve ERDOĞAN KANADINDAN SERT TEPKİ GELDİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın danışmanı Mustafa Varank ve AK Parti milletvekili Aydın Ünal gibi isimler yazıyı yazan kişiyi "Fitne" çıkarmakla suçladı.


DAVUTOĞLU: 
BİZİM İÇİN YALNIZCA SAĞIMIZDA VE SOLUMUZDA TUTULAN DOSYALAR ÖNEMLİ

Bugünkü grup toplantısında konu ile ilgili açıklamalarda bulunan Başbakan Davutoğlu, şunları söyledi:

"Milletimize, bize biz yapan değerlerimize ihanet etmeyiz, edenlere de izin vermeyiz. 'Bizi yalnız bırakmayın' diyen Silopilili amcaya da, ellerini semaya açıp dua eden Bergamalı yaşlı teyze de, dünyanın dört bir yanında umudunu AK Parti'ye bağlayanlar da merak etmesin. Nefsimi ayaklar altına alırım, bir faninin terk etmeyeceği düşünülen her makamı elimin tersiyle iterim ama asla bu kutlu hareketteki hiçbir dava arkadaşımın kalbini kırmam. 
Dünya mazlumlarının tek umudu olan bu ak hareketin zarar görmesine bu ak yürekli kadroların üzülmesine, beise düşmesine asla izin vermem. Herkesin kendi imtihanının yaşandığı bir dönemdeyiz. 
Biz sadece sağ ve sol omzumuzda dosya tutanları dikkate alırız, başka dosyaları değil. Biz onların tuttukları dosyalar için yaşıyoruz. 
Son nefesimize kadar bu dosyaların hayır olması için rabbime yalvaracağım. Allah'tan korkalım, önce bu dosyalardan korkalım. Allah bizi bu millete mahçup etmesin."

NEDEN PELİKAN DOSYASI?


"Pelikan Dosyası"  Aslında Julia Roberts ve Denzel Washington'un baş rollerini paylaştığı bir film. Bu film, suikaste kurban giden iki yüksek mahkeme yargıcının ölümüyle ilglli şüphelerini bir dosyada toplayan hukuk öğrencisinin hikayesini anlatıyor. Filmde hukuk öğrencisine yardım eden bir gazetecinin de bulunduğu bu dosya, hükümetin üst düzeyinde şok etkisi yaratıyor...


https://www.timeturk.com/sosyal-medyayi-sallayan-pelikan-dosyasi-nedir/haber-143651

***


4 Temmuz 2019 Perşembe

Çiprasın Türkiye Ziyaretindeki Hedefleri.,

Çiprasın Türkiye Ziyaretindeki Hedefleri.,



Çipras'ın Türkiye Ziyaretindeki Hedefleri.,

Gözde Kılıç Yaşın  
04 Şubat 2019  

Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın 5-6 Şubat tarihlerinde Türkiye'ye gerçekleştireceği ziyareti, 

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı Gözde Kılıç Yaşın, Sputnik’e değerlendirdi.

       Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın 5-6 Şubat tarihlerinde Türkiye'ye gerçekleştireceği ziyareti, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkanlar ve 
Araştırmaları Merkezi Başkanı Gözde Kılıç Yaşın, Sputnik’e değerlendirdi.
Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras'ın, 5-6 Şubat tarihlerinde Türkiye'ye iki günlük bir ziyaret gerçekleştireceği bildirildi. Yunanistan Hükümet Dimitris Canakopoulos, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın daveti üzerine, Türkiye'yi ziyaret edeceğini söyledi. Erdoğan ve Çipras son olarak Birleşmiş Milletler (BM) 73. Genel Kurulu görüşmelerine katılmak üzere bulundukları ABD'nin New York kentinde, 25 Eylül'de bir araya gelmişlerdi. 
5 Şubat Salı günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Çipras, görüşmenin ardından ortak basın toplantısı ve akşam yemeği gerçekleştirecek. 

Çipras, Çarşamba günü ise Fener Rum Patriği Bartholomeos'u ve Heybeliada'daki Ruhban Okulu'nu ziyaret edecek. Böylece Çipras, Ruhban Okulu'nu ziyaret eden ilk Yunan Başbakanı olacak.

‘ÇİPRAS'IN PATRİKHANE ZİYARETİ ABD'NİN HOŞ TUTULMASI AÇISINDAN ÖNEMLİ'

Çipras'ın Salı ve Çarşamba günleri gerçekleştireceği Türkiye ziyaretini, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı Gözde Kılıç Yaşın, Sputnik'e değerlendirdi. Yaşın'a göre, Çipras, Türkiye'ye ‘siyasi hayatının en zorlayıcı günlerini atlatmanın rahatlığıyla' geliyor:

"Çipras, Makedonya isim anlaşmasını meclise getirme ve parlamento oylamasında da sonuca ulaşmada büyük kararlılık göstermişti. 

Anlaşmanın meclise gelmesinden önce bozulan koalisyon nedeniyle yeniden güven oylamasına giderken, güvenoyu alamasa bile görevine devam edeceğini, 
Avrupa'da böyle 12 hükümet olduğunu, söz verdiği kritik girişimleri gerçekleştirene kadar da seçime gitmeyeceğini söylemişti. Bunların bir kısmının Türkiye'yi de ilgilendiren hususlar olma ihtimalini dikkate almalıyız. Yunanistan Anayasası'nda din ve devlet işlerini tam ve kesin biçimde birbirinden ayıran önemli değişikliklere giriştiğini, değişimi Yunan Kilisesi'nin onayladığını ve desteklediğini biliyoruz. Yunanistan Anayasası'nın 3. maddesi, Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlılığa işaret eder ve değişiklik bu maddeyi de kapsıyor. Fener Rum Patriği Bartholomeos kendisinin görüşü alınmadan, haber bile verilmeden hazırlanan taslağa sert tepki vermişti. Ziyaretin ikinci gününde Çipras Rum Patriği ile görüşecek, gelişinin bir nedeninin Fener Rum Patrikhanesi'nin Yunanistan'daki mal varlığı ve Yunan kilisesi üzerindeki hükümranlığı konusunda güvence vermek olduğunu düşünebiliriz. Patrikhanenin Yunan kamuoyunu anayasa değişikliği hakkında etkileyebileceğini düşünmüyorum, Yunan Kilisesi daha etkili. Ama hem duyulan saygı, tarihi köklere verilen önem hem de Fener'in hamiliğini üstlenen ABD'nin hoş tutulması açısından bu ziyaret önemli. Çipras'ın ateist olduğunu defaatle açıkladığına göre ziyaret de siyasi bir ziyaret olacaktır" 
değerlendirmesinde bulundu.

‘PATRİKHANE MESELESİ TÜRKİYE'NİN DIŞ POLİTİKASINI DA ETKİLİYOR, GÖRÜŞMEDE GÜNDEME GELEBİLİR'

Yaşın "Patrikhane meselesi, Makedonya Ortodoks Kilisesi'nin durumunu da kapsıyor. Zira Makedonya Ortodoks Kilisesi, Sırp Ortodoks Kilisesi'ne bağlıydı 
ama sonra bağımsızlığını ilan etti ama kendi bağlı bulunduğu kilise bu bağımsızlığı tanımadığı için statüsü 60 yıldır —doğru tabir bu olmasa da- belirsiz/boşta kaldı. Şimdilerdeyse, Ukrayna Kilisesi'ni kendine bağlamakla Rus Patrikhanesi ve ona bağlı tüm diğer kiliselerle köprüleri atan Fener Rum Patriği'nin Makedonya Kilisesi'ni de kendine bağlayarak Makedonya'nın yeni kimlik serüvenine ‘katkı' sağlaması bekleniyor. Nitekim Patrik Bartholomeos, 
Sırp kilisesinden önce zaten Fener'e bağlı olduğu yönünde bir açıklama yaparak konuya bakışını göstermişti. Ama Lozan Antlaşması hükümleri uyarınca 
Türkiye, Patrikhane'nin Türkiye'de yaşayan Rumların dini inançlarını yerine getirmesini sağlayacak bir kurum olarak ülkesinde kalmasına izin vermiş, 
herhangi bir kiliseden farklı olmadığı vurgulanmış ve siyasi tüm yetkilerinden arındırılması hususunda da güvence alınmıştır. Başka ülkelerdeki kiliseleri 
tanımanın bu çerçevenin dışına çıktığı, Türkiye'nin dış politikasındaki önceliklerini etkilediği açık. Ukrayna, kilisesini bağımsız olacak sanırken Türkiye'den 
sürece sessiz kalmasını rica ettiğini Ukrayna Cumhurbaşkanı'nın açıklamasından anlıyoruz. —Gerçi şimdi o da kilise mensupları da bağımsız olmadıklarını 
Fener'e bağlandıklarını anladılar.- Çipras'ın Erdoğan'la yapacağı görüşmede bu hususun da yer alma ihtimalini dikkate alabiliriz. Pekâlâ, Yunanistan açısından 
da Makedonya'daki bu kilise konusunda bazı hassasiyetler de olabilir. Örneğin Yunanistan'ın varlığı reddedilen Makedon azınlığı, kimliklerini ifade hakkı gibi 
kendi kiliselerinde ibadet hakkından da mahrumlar ve Makedonya'daki kilisenin Fener'e bağlanması söz konusu olacaksa Çipras, Fener Rum Patriği'nden 
Makedon kimliğinin tanımı konusunda Yunan devletinin çıkarları, Prespa Anlaşması'ndan beklentileri ile örtüşen bir takım koşulların getirilmesi rica edilebilir" diye konuştu.

‘ÇİPRAS-ERDOĞAN GÖRÜŞMESİ, YUNANİSTAN'IN KIBRIS KONUSUNDAKİ POZİSYONUNA İLİŞKİN BİLGİ VERECEK'

"Patrikhane ile ilgili bu iki husus dışında görüşmede Kıbrıs, Ege'deki gerilim, Doğu Akdeniz krizi de gelebilir" diyen Yaşın şöyle konuştu:

"Türk Akımı'na bağlanma istekliliğini bildiğimiz Çipras'ın bu konuya değineceğini de düşünüyorum. 

Kıbrıs konusunda son müzakere sürecinde Anastasiadis'in iki devletli çözümü gündeme getirdiğini, Kıbrıs Türklerinin ve KKTC meclisindeki ezici çoğunluğun tercihi de bu yönde olmasına rağmen bu kez KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'nın, federasyonu gündemde tutmaya çalıştığı, bu tutumunun da KKTC kamuoyunda onun ABD ile bağı olduğu varsayımıyla açıklanmaya çalışıldığını görüyoruz. Türkiye'nin tutumu da Sayın Çavuşoğlu'nun açıklamaları çerçevesinde iki devletli formül ya da konfederasyon seçeneğinin denenmesi yönündeydi. Bu görüşme Yunanistan'ın pozisyonu hakkında fikir verecektir. Konunun Doğu Akdeniz kriziyle zorunlu bağlantılandırıldığı dönemin artık geçtiğini düşünüyorum. Rum tarafı da makul bir anlaşmayla iki devletli formül noktasına yaklaştıysa doğalgaz konusu Kıbrıs konusunun dışında şekillenebilir. 

Kaldı ki bugün de zaten aslında olan bu. Kıbrıs sorunu çözümünün aciliyet gerekçesiyle zorlanacağı zemin, Doğu Akdeniz'deki oldu bittilerle aşılmış oldu. Burada Türkiye, Lübnan ve Suriye'nin dahil olmadığı —Doğu Akdeniz doğalgazının Avrupa'ya ulaştırılması konusunda- bir forum oluşturuldu 
ama sonraki katılımlara da kapı açık bırakıldı. 

Görüşmede gündeme gelebileceğini düşünebiliriz ama Türkiye'nin bu konudaki tüm kıyıdaş ülkelerin uzlaşısı sağlanarak deniz yetki alanları paylaşımı yapılabileceği, kendi kıta sahanlığı üzerindeki hak ve yetkilerini çiğnetmeme tutumundan geri adım atma ihtimali olmadığını belirtelim. Bahsekonu, EastMed hattının da Türkiye'nin kıta sahanlığı üzerinden geçirilmek istendiği, Türkiye'nin tüm bu oldu bittilere kendi kıta sahanlığı ve KKTC'nin Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı'na (TPAO) tanıdığı arama ve sondaj izinleri çerçevesinde KKTC'ye ait bölgelerde sondaja başladığı, Şubat Ayı itibariyle Türkiye karasularını aşarak daha geniş alanda sondaja başlayacağı biliniyor. Görüşmede tarafların kendi pozisyonunu koruyacağını ama iletişim kanalının açık tutulması bakımından da görüşmenin önemli olduğunu söyleyebiliriz. Ege adalarının iskan ve işgali konusunda da taraflar geri adım atmayacaktır, konunun kendileri açısından önemi vurgulanacaktır."

‘LİDERLER, SEÇİM ÖNCESİ GERÇEKLEŞECEK GÖRÜŞMEDE KARŞI TARAFI ZOR DURUMA DÜŞÜRMEMEYE DİKKAT EDECEKTİR'

"FETÖ'cü askerler konusunun artık daha fazla gündem maddesi olacağını düşünmüyorum. Yunanistan bu konuda sonuna kadar diretti… Türkiye aleyhine 
çalışan teröristler için hala daha Yunanistan sığınmak için ilk akla gelen yer. Trump'ın Doğu Akdeniz'de ABD çıkarları için Yunanistan'ın çok önemli görevler 
üstlendiği söyleminin tam ne anlama geldiği, Yunan hava savunma sistemlerinin hangi düşmana karşı ABD tarafından güçlendirildiği de herhalde bu görüşmenin konusu olmayacaktır. Seçim zamanlarında taraflar karşı tarafı güç duruma düşürmeyecek tutum sergilemeye dikkat ederler. Türkiye'deki yerel seçimler devletler arası görüşmelerin konusu/gerekçesi olur mu bilmiyorum ama Çipras'ın da Mayıs ayında erken seçime gitme ihtimali var, gerginlik daha radikal milliyetçi partilerin şu an, —Makedonya isim anlaşması nedeniyle - artmakta olan kamuoyu desteğini biraz daha körükleyebilir. İki liderin samimiyeti ölçüsünde bu konuda destek imasında bulunulabileceğini düşünebiliriz. 

Bu, Türkiye'yi hedef alan söylemler anlamına gelir. Çünkü Yunanistan'da Türkiye'ye kafa tutan güçlü görünür ve bu oy getirir" diye ekledi.

https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/balkanlar-ve-kibris-arastirmalari-merkezi/cipras-in-turkiye-ziyaretindeki-hedefleri

***

3 Aralık 2018 Pazartesi

AKP (Erdoğan) - PKK (Öcalan) Barış Anlaşması Son Virajda,

AKP (Erdoğan) - PKK (Öcalan) Barış Anlaşması Son Virajda, 




Cahit Armağan DİLEK 
10 Nisan 2014 Perşembe
Terörizm ve Terörizmle Mücadele,
AKP (Erdoğan) - PKK (Öcalan) Barış Anlaşması Son Virajda
21. Yüzyıl Türkiye 

Türkiye Cumhuriyeti son 30 yıldır fiilen 1984'te başlayan PKK terör örgütü 
sorunuyla mücadele etmektir. Türkiye'nin bugüne kadar sorunu çözememesinin en temel faktörü sorunu tam olarak tanımlayamaması ve dolayısıyla çözüm yöntemini belirleyememesi dir. Türkiye'nin PKK'ya karşı mücadelesini iki ayrı dönemde (birinci dönem 1984-1999, ikinci dönem 1999-....) incelediğimizde[1] aslında birinci dönemde sorun devlet tarafından  "terör" olarak görülmüş ve ona göre mücadele edilmiş, teröristbaşının yakalanmasıyla ve örgütün yurtdışına 
kaçmasıyla da askeri anlamda terör örgütü mağlup edilmişti.

Bunun hemen sonrasında ise devletin gerekli sosyal, ekonomik, siyasi, diplomatik tedbirleri hayata geçirememesini de fırsat bilen PKK Irak'ın kuzeyindeki güvenli sığınakta aldığı dış desteklerle birlikte 2003'ten sonra yeniden saldırılara başladı. Ancak bu sefer Türkiye'yi yönetenlere ve onların vasıtasıyla Tük milletine bu sorunun bir özgürlükler sorunu olduğu, askeri yöntemlerden vazgeçilerek siyasi çözümün bulunması empoze edildi. Maalesef bunda da başarılı oldular ve PKK terör örgütü AKP'nin müzakere masasına oturmasını sağladı.[2] 

Böylece uğruna binlerce gazi ve şehit verdiğimiz ve askeri anlamda kazanılan 
terörle mücadele siyaseten kaybedilmiş oldu.

Şimdilerde bunun yasal bir zemine oturtularak son imzaların atılması için gün 
sayılıyor. Ve Türkiye kendisinin acı şekilde yaşadığı ancak özellikle 2003'ten 
bu yana dik durup terör diye tanımlayamadığı PKK sorununda dışarıdan gelen 
empozelerle gerçeklere uygun olmayan sözde bir çözüme doğru sürüklenmektedir. 
Bunun sonucun da hatalı çıkması, yeni sorunlar yaratması kaçınılmaz olacaktır.

İşte bu makalede Türkiye'nin bekası açısından maalesef kötü sona doğru yaklaşan bu gidişin neden hatalı olduğunu önemli bir araştırmanın sonucundan faydalanarak ortaya koymaya çalışacağım. Öncelikle önemli bir ayrıntıyı vurgulamak gerekiyor. O da 2002'nin sonundan itibaren iktidarda bulunan AKP'nin 2013 yılı başında kamuoyuna duyurduğu ve sonrasındaki sözde çözüm sürecinde bile sürekli terörle mücadeleden bahsetmesine rağmen on yıldır uygulananların "isyancı-ayaklanan ya da işgale karşı direnen gruplara (insurgency)" karşı yürütülen strateji olduğudur. Bunlar Türkiye'ye dışarıdan dayatılan yöntemlerdir. Dünyada terörle mücadele ve isyancı-direniş gruplarına karşı mücadele stratejilerinin belirlenmesinde esas ülke ABD'dir. Ancak ABD'nin terörle mücadele adı altında Türkiye'ye önerdiği ise kendisinin işgal ettiği ülkelerde ya da BM/NATO gibi uluslararası ve bölgesel kuruluşlar vasıtasıyla müdahil olduğu çatışmaların yaşandığı ülkelerde uyguladığı isyana/direnişe karşı yöntemlerdir.  

Amerikan Yaklaşımı; İsyancı/Direniş Örgütleriyle Müzakere Ederek Sonuca Ulaşma 

ABD'de terörist ve direniş/isyancı gruplarla mücadelede izlenecek politika ve 
stratejilerin neler olabileceği konusunda yapılmış çok sayıda inceleme  ve rapor 
vardır. Çünkü ABD dünyanın her tarafındaki bu tür olayların içindedir. Amerikalı 
araştırmacılar ve karar vericiler de bunları bir sonraki olaylarda kullanmak 
üzere kapsamlı şekilde incelemekte, dersler çıkarmaktadır. Bu araştırmayı 
yapanlardan en dikkat çekici olanı ise Amerikan karar vericiler üzerinde çok 
etkili olduğu bilinen RAND'dır. RAND'ın bu konularda 2010 ve 2013 yıllarındaki 
incelemeleri detaylı raporlar[3] olarak kamuoyuyla da paylaşılmıştır. Bu 
raporlarda dünyadaki 71 adet terör örgütü ve direniş/isyancı grubun neden olduğu çatışma süreçleri, nasıl sonlandırılabileceği incelenmiş ve öneriler 
hazırlanmıştır.

RAND son olarak söz konusu raporlardaki ulaştığı sonuçlardan hareketle bir barış anlaşmasıyla sonuçlanan (incelenen 71 adedinden 13'ü) hükümet-direniş/isyancı grup çatışmalarının hangi safhalardan geçtiğini tespit ederek Afganistan'dan tamamen çekilme hazırlığı yapan ABD'deki konuyla ilgili kişilerin Afganistan'da barışı tesis edecek bir çözüme nasıl ulaşılabileceğine ilişkin önerileri içeren yeni bir rapor hazırlamıştır.[4]

Raporda müzakereyle çözüme ulaşmış örnek olaylardan tespit edilen ve bir barış anlaşmasına götüren temel basamaklar aşağıdaki şekilde tespit edilmiştir. 
Raporda her örnek olayda bu basamakların aynı basamak sırasını takip etmediği, bazen birkaç basamağın eş zamanlı olarak gerçekleştiği, şekildeki basamak sıralamasına uyan tek örneğin Kuzey İrlanda olduğu tespit edilmiştir.  

PKK Terör Örgütüne Direniş/İsyancı Örgüt Muamelesi Yapılıyor

Yukarıdaki şekille Türkiye'de son yıllarda PKK terör örgütüyle ilgili 
gelişmelere bakıldığında şaşırtıcı derecede örtüştüğünü görmekteyiz. Ama yine 
hatırlanması ve akılda tutulması gerekli olan şey PKK'nın bir terör örgütü 
olduğu (en azından devletin resmi söyleminin bu olduğu, halkın (PKK ve yandaşı örgüt/partiler hariç) da buna inandığı), bu şeklin ise terör örgütleriyle değil direniş/isyancı gruplarla müzakere ederek bir anlaşmaya varmanın basamakları olduğudur.

Türkiye'ye PKK terör örgütüyle mücadelede bu yaklaşımı öneren ABD açısından tek terör örgütü olan El Kaide ile mücadelesinde Reagan döneminden Obama yönetimine kadar tüm Amerikan Başkanları terör örgütleriyle görüşülemeyeceğini, teröristler dünyanın neresinde hangi inde saklanırlarsa saklansınlar aranıp bulanarak imha edilmesini ana hareket tarzı olarak kabul etmiştir ve halen de aynı stratejiyi uygulamaktadır. Bunun içindir ki ABD'nin terörle mücadele stratejisi ve direniş/isyancı gruplarla mücadele stratejisi farklıdır ama bizim terörle mücadelede ikincisini esas almamızı istenmektedir. Çünkü PKK ABD'nin terör örgütleri listesinde olmasına rağmen özellikle 1999'da Öcalan'ın yakalanıp teslim edilmesiyle birlikte artık  ABD açısından özgürlük/bağımsızlık arayan bir halk adına terörist yöntemler de kullanan bir direniş/isyan hareketidir.

Terörle mücadele(!) maksadıyla PKK ile müzakere etmek ve müzakerenin safhaları

2012 yılında hükümetin en çok kullandığı ifadelerden birisi "terörle mücadele, 
siyasetle müzakere" idi. Ancak 2012 sonuna gelindiğinde bu ifade "terör 
örgütüyle müzakere" şekline dönüştü ve 2013 başından itibaren fiilen sözde çözüm süreci olarak uygulamaya geçti. İşte bu sürece bakıldığında yukarıdaki raporda belirtilen şekille örtüştüğünü ancak henüz sonuçlanmadığını görüyoruz. Nasıl mı? 

İşte açıklaması.

Belki de söz konusu rapordaki diğer 13 örnek olaydan farklı olarak Türkiye'deki 
PKK örneğinde şekildeki yedi basmak hemen hemen aynı anda gerçekleşiyor. Önce askeri çıkmaz basamağına bakalım. Aslında Türk devleti PKK'yı askeri anlamda 1999'da mağlup etmiş örgütü dağılma noktasına getirmişti. Fakat yukarıda özetle anlatmaya çalıştığım şekilde 2003'ten sonra PKK siyasallaştırılarak ve yine terörü kullanarak yeniden piyasaya sürüldü. Çok ilginçtir ki sözde çözüm sürecinin başlamasından hemen önce de 2012 sonbaharında PKK yine askeri anlamda çözülme aşamasına gelmişken hükümetin MİT Müsteşarı nedeniyle sıkıştığı durum ve açlık grevi tehdidiyle oluşacağı iddia edilen komplike bir sorunu önleyebilecek tek kişi olarak Öcalan'ın parlatıldığı bir senaryoyla Öcalan'ın hükümetin başkanı olan Erdoğan ile temas kurmasının sağlanması, sanki ortada bir askeri çıkmaz varmış, devlet terör örgütünü yenememiş gibi bir ortam yaratılması, daha fazla kan akmasın, Öcalan PKK tarafında her şeye hakim çözüm ondan geçer, Öcalan sadece PKK'yı değil hükümete karşı her türlü girişimi önleyebilecek kudrette kişi algısının oluşturulmasıyla ortam olgunlaştırılmış ve müzakere süreci uygulamaya sokulmuştur.

PKK örneğinde isyancıların yasal müzakere tarafı olarak kabul edilmesi 
safhasının 2013 yılının hemen başında İmralı'da Öcalan ile görüşüldüğün 
kamuoyuna duyurulmasıyla başlamıştır. Burada Öcalan açısından sıkıntılı durum 
bunun henüz TBMM'den çıkarılacak bir kanunla bağlayıcı hale getirilmemiş 
olmasıdır. Hükümet bunu elinde bir koz olarak tutmak isterken Öcalan da 
yaptıkları görüşmelerin kanunsuz olduğu eğer bu kanun çıkmazsa Erdoğan ve ekibi yüce divana gider tehdidiyle hükümeti baskı altında tutmaya devam etmektedir. 
Nitekim şimdi de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AKP'yi desteklemek için bu yasal düzenlemeleri şart koşmaktadırlar. Ama bütün bunlara rağmen artık terörist başı Öcalan'ın müzakerenin bir tarafı olduğu hükümet tarafından kabul edilmiş, topluma da bu husus kanıksatılmaya devam edilmektedir.

Ateşkeskonusu PKK'nın uygulamalarında hep olmuştur. Özellikle 1999 öncesi 
dönemde PKK zorda kaldığı dönemlerde tek taraflı ateşkesler ilan etmiş, bu 
dönemleri yeniden toparlanma, güç kazanma için kullanmıştır. Bununla birlikte 
artık kamuoyunun da öğrendiği AKP'nin 2006'dan sonra muhtemelen aracılarla PKK ile gizli irtibatlar kurduğu, görüşmeler yaptığı dönemlerde özellikle seçim 
dönemlerinden önce PKK'nın ateşkes ilan ettiği, devlet buna resmen uymasa da 
PKK'nın yine bu dönemleri güç kazanma için kullanırken AKP'nin de nispeten 
çatışmaların olmadığı önemler olması nedeniyle özellikle seçmenler üzerinde 
siyasi bir argüman olarak kullanmasına fırsat verdiğini, her iki tarafın da 
bundan istifade ettiğini söyleyebiliriz. Kamuoyuna sızdırılan ve İmralı 
zabıtları olarak bilinen 23 Şubat 2013 günü Öcalan'ın kendisini ziyarete gelen 
kişilerle yaptığı görüşmelerde "biz iktidarı AKP'ye altın tepsisinde sunduk" 
ifadesiyle ateşkeslere de referans yaptığı bilinmektedir.[5]

AKP ile PKK arasında bir resmi ara anlaşma imzalandığına dair bir belge henüz 
yoktur. Ancak kamuoyunda Oslo süreci olarak bilinen görüşmelerin sonunda bir 
mutabakat metninin oluştuğu ancak Başbakan'ın buna imza atmadığı iddia 
edilmişti. Bu gerçekleşmeyince de Haziran 2011 genel seçimlerin hemen sonrasında PKK'nın çok kanlı bir terör dalgasını başlattığını biliyoruz. İşte bu gelişmenin yaşanabileceği yukarıda belirtilen RAND raporunda da vurgulanmaktadır. Buna göre eğer taraflar bir ara anlaşma imzalarsa süreç daha sıkıntısız işleyebiliyor ancak bu ara anlaşma tek tarafın imzasıyla yarım kalırsa yeni bir şiddet sarmalı ortama hakim oluyor. İşte Haziran 2011 sonrasında da Türkiye'de olan budur. Yani PKK ile müzakere ederek sonuç alacağına inan AKP hükümeti PKK ile ara anlaşmaya yaklaşmış ancak son anda bundan vaz geçmiştir. Eğer bu gerçekleşseydi PKK büyük bir siyasi zafer elde edecek, Türk devletinin 1984'den bu yana yaptığı bütün mücadeleyi boşa çıkarırken hükümet de elindeki bütün kozları kaybetmiş olacaktı. 
Ancak bu ara anlaşma imzalanmamış olmasına rağmen 2013 başında başlatılan 
müzakerelerin bu imzasız mutabakatın üzerine inşa edildiğini söylemek yanlış 
olmayacaktır. Çünkü terör örgütü elde ettiği bir pozisyondan daha geriye düşmeyi asla kabul etmeyecektir.    

Sızan Oslo ve İmralı görüşmeleri tutanakları yetki paylaşımı başlığı altına 
giren konuların AKP ile PKK arasındaki gizli görüşmelerde sürekli görüşüldüğünü 
göstermektedir. Zaten PKK ve ilintili parti/örgütler bu taleplerini açıkça dile 
getirmekle birlikte, söz konusu gizli görüşmelerde bunların detaylarına 
girildiği, sonuçta Türkiye'nin nasıl bir rejimle yönetileceğinin, görevden 
alınacak kamu görevlilerinden anayasada yer alacak hususlara kadar paylaşım 
konularının görüşüldüğü anlaşılmaktadır. Nitekim sonraki süreçte bunlardan bir 
kısmının demokratikleşme paketi adı verilen yasal düzenlemeler içine katılarak 
hayata geçirildiği de bilinmektedir. Bu kapsamda kamuoyunda da açıkça en çok 
tartışılan konular genel af ve seçimlerdeki yüzde on barajıdır. Yüzde on barajı 
konusunda adım atılması, oranın düşürülmesinin demokratik kriterler açısından 
genelde desteklendiği ve önümüzdeki süreçte bir şekilde çözüleceği 
beklenmelidir. Ancak genel af konusu sıkıntılıdır. Çünkü teröristlerin hiçbir 
ceza almadan af edilmesini topluma anlatmak zor gözükmektedir. Diğer taraftan PKK'nın da aftan yana olmadığını söylemeliyiz. Çünkü af PKK'nın yaptıklarının suç olduğunu vurgulayan bir uygulamadır. Halbuki onlar yaptıkları silahlı terörün haklı bir gerekçesi olduğunu, suçlu olmadıklarını, dolayısıyla herhangi bir sorgulama, yargılama ve af olmadan doğrudan sisteme dahil olmayı istemektedir. Dolayısıyla hükümetle varılacak bir çözüm yada barış anlaşmasının bir tarafı olarak devletin yasal güçleri nasıl muamele görüyse PKK'lı teröristlerin de aynı şekilde muamele görmesini beklemektedirler. Bu da yetki paylaşımının en çetrefilli konularından birisi olarak gündemdedir. Ama 
karşınızdakini isyancı/direniş grubu olarak kabul ederseniz bu tür talepleri 
geri çevirmeniz de zor olacaktır. Ayrıca PKK taleplerinin resmen, yasal olarak 
ve pratikte uygulamaya geçtiğini görmeden silah bırakmayı da düşünmemektedir ki silah bırakmayan bir örgüte af çıkarılması da ciddiyetten uzak bir yaklaşım olacaktır. Bununla ilişkili olarak PKK yönetimi mevcut silahlı gücünü ilan etmeyi hedeflediği özerk bölgenin özsavunma gücü olarak kullanmayı planladığından silah bırakmayı düşünmemektedir.

İsyancı grup liderliğinin ılımlılaşmasıkonusu PKK örneğinde tam bir sanal 
senaryoyla uygulamaya sokuldu. Yıllardır PKK sorunun siyasi yollardan çözülmesi gündeme getirilerek devletin karşısına sürekli bir muhatap çıkarılması gerektiği tartışılmış ve Öcalan'ın adı sürekli zikredilmiştir. Nitekim hapiste olan 
Öcalan, en son 2012 sonbaharındaki açlık grevini önleyebilecek tek kişi algısı 
oluşturularak zaten son birkaç yıldır devam eden muhatap kim olacak 
tartışmasında vazgeçilmez, barışı sağlayabilecek tek kişi algısıyla hükümetin 
daha doğrusu Başbakan Erdoğan'ın karşınsa çıkarıldı. Bu süreçte Öcalan sürekli 
iyi polisi, yapıcı rolü oynadı. Terör örgütünün diğer yöneticileri gerektiğinde 
kötü polis rolünü oynayarak Öcalan'ın ılımlı ve aranan lider kişi olarak 
sunulmasını sağladı. Halbuki sızan Şubat 2013 İmralı görüşmeleri ve son olarak 
Mart 2014'de sızan Öcalan'ın İmralı'daki diğer mahkumlarla görüşmelerindeki 
ifadeleri, Öcalan'ın ılımlı, barış yapıcı tavrının bir maske olduğunu, bunu 
görüşmelerde ve müzakerelerde karşı tarafı aldatmaya yönelik bir tavır olduğunu, Öcalan'ın hiçbir şeyden vazgeçmediğini göstermektedir.

PKK ile müzakerelerde garantör üçüncü şahıs arayışları devam etmektedir. Aslında garantörlük mekanizması tecrübe edilmiştir. Çünkü Oslo sürecindeki görüşmelerin üçüncü bir şahıs/devlet garantörlüğünde yapıldığı artık bilinmektedir. Bununla birlikte PKK tarafının şimdiki sözde çözüm sürecinin yürütülmesini takip edecek bir gözlem heyetinin de resmen kurulmasına yönelik talepleri vardır. Bu heyetin Meclis'ten temsilciler olabileceği gibi yabancı-uluslararası kuruluşlardan veya akil insanlar heyeti benzeri bir grup olabileceği bunun için de TBMM'den bir kanun çıkarılması istenmektedir. PKK tarafının ayrıca uluslararası bir gözlemci heyeti için de girişimleri vardır. AKP tarafının ise bu konuyu da yine elinde bir koz olarak tutarak iç politik gelişmelere bağlı olarak ele alması beklenmektedir. Oslo sürecinde garantör uygulamasını hayata geçiren tarafların müzakereler için de bir garantör mekanizmasında anlaşması hiç de uzak bir ihtimal değildir.

Tarihi vazifede(!) Son viraj  

Türkiye'de 30 Mart'ta yapılan yerel seçimlerle birlikte PKK ile müzakerelerde 
son viraja girilmiş gibi gözüküyor. Bu müzakerelerin barış anlaşmasıyla 
sonuçlanabilmesi için Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin AKP'nin daha doğrusu 
Başbakan Erdoğan'ın istediği şekilde çözülmesi gerekmektedir. 2013 başında 
başlayan sözde çözüm süreci müzakereleri karşılıklı yoklamalar, PKK'nın terörist 
faaliyetlerini tehditlerini şantajlarını görmezden gelmeler, demokratik paketler 
içine sıkıştırılmış tavizlerle yerel seçimlere kadar getirildi. Ama Türkiye'nin 
iç siyasi ortamı PKK'nın beklediği bir barış anlaşmasının imzalanmasını henüz 
mümkün kılmamaktadır.

Fakat PKK'nın artan tehdit ve şantajları, dış baskılar bu sorunda Türk 
milletinin istemediği şekilde de olsa bir sonuca ulaşılmasını dikte etmektedir. 
Bunun perde arkasında da ABD'nin olduğu söylemek bir komplo teorisi değildir. 
ABD'nin Ankara'daki Büyükelçisi daha birkaç gün önce bu konuyu yapılması gereken bir "tarihi vazife" olarak tanımlamaktadır.[6] İlk başta tepki çekmesine rağmen bu tanımlamanın arka planında 1999'da Öcalan'ın neden ve hangi şartlarla Türkiye'ye teslim edildiğini açıklayan aynı büyükelçinin açıklamalarında yer almaktadır.[7] Yani daha Öcalan teslim edilirken bu tarihi vazife Türk 
hükumetleri ne verilmiştir.

İşte öyle bir ortamda biraz da zamanlamanın dikkate alınmasıyla Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra (Öcalan'ın emriyle Başbakan Erdoğan'ın adaylığını destekleyecek PKK/BDP tabanı) PKK'nın beklediği yasal düzenlemelerde somut adımlar atılabilecektir. Bu süreç içinde yeni MİT kanunun çıkarılarak geç de olsa dolaylı yoldan müzakerelerin yasal güvenceye alınması, yeni MİT kanunun verdiği yetkilerle Öcalan'ın İmralı'da veya başka yerlerde PKK'nın diğer yönetici kadrolarıyla görüştürülmesinin sağlanması, Öcalan'ın ziyaretçi yelpazesinin (yabancı heyetler, gazeteciler vs) genişletilmesi, güneydoğuda fiili özerklik uygulamalarının genişlemesine ve derinleşmesine sessiz kalınması gibi uygulamalarla PKK'nın imzalı, resmi ve yasal bir metine yönelik baskılarının azaltılması sağlanabilecektir.

Sonuç

Türkiye 30 yıldır PKK terör örgütüyle mücadele etmektedir. 1999'a gelindiğinde 
PKK'nın lideri yakalanmış, yargılanmış, hapse atılmış, PKK askeri anlamda mağlup edilmiş, tükenmiş,  dağılma noktasına getirilmiştir. Ancak Türkiye'nin yanlış ve eksik sosyo-ekonomik politikaları ve PKK'yı taşeron olarak kullanan güçlerin hedefleri özellikle 2003 sonrasında PKK terör örgütünü yeniden sahneye çıkarmıştır. Ancak bu sefer terörün siyasallaşmasının ve PKK'nın bir 
direniş/isyancı örgüt kimliğine bürünmesinin önünü açan dışarıdan empoze edilen yöntemler Türkiye'nin terörle mücadelesinde uygulanmıştır.

2013 yılı başından itibaren PKK ile hükümet müzakere eder pozisyondadır. Bu 
durum PKK'nın terör örgütü kimliğinden kurtulup özgürlükler bağlamında mücadele eden bir direniş ya da isyancı örgüt algısını yaratmıştır. Etnik temelde farklı olduğunu iddia eden bir direniş ya da isyancı örgütle müzakere ettiğinizde de barış anlaşmasına giden yolda onların farklılığını ortaya koyacak bazı 
tavizlerin (özerklik, federal yapı, konfederasyon, merkezi yönetimde ve 
kurumlarında kotalar vs) verilmesi de kaçınılmaz olacaktır. Halbuki terör 
örgütüyle ve teröristlerle mücadele edilseydi onlarla müzakere edilmez tam 
tersine ya onları saklandıkları inde bulup işlediği suçların karşılığında ceza 
almaları için yargıya havale edersiniz ya da teslim olmazlarsa onları etkisiz 
hale getirirsiniz, taviz vermeniz söz konusu olmaz. Gerçek anlamda terörle 
mücadele için lütfen ABD'nin El Kaide ile mücadelesini inceleyiniz.

Diğer bir sonuç da 1984'te etnik bölücülük politikasıyla ortaya çıkan PKK 
sorununun her ne kadar devlet açısından terörle mücadele ediliyor PKK açısından da Kürtlerin hakları için mücadele ediliyor gibi sunulmasına rağmen bugün artık kişiselleşmiş bir mücadele altında yürüdüğünü söyleyebiliriz. O da Erdoğan ile Öcalan'ın mücadelesidir.  Erdoğan her ne kadar 11 yıldır Başbakan olmasına rağmen artık AKP ve hükümet denildiğinde Erdoğan tek başına anılmaktadır, partinin ve hükümetin yerel seçim propagandaları bile Erdoğan'ın resimleri, sözleri üzerinden yapılamaktadır yani parti ve hükümet Erdoğan'ın kimliğinde toplanmıştır. Her şey Erdoğan'ın Başbakan olması ve şimdi de Cumhurbaşkanı olması üzerine kişiselleştirilmiştir.  Diğer tarafta da ömür boyu hapse mahkum bir terörist hapishanede terörü sonlandırılabilecek, Kürtlerin haklarını savunabilecek tek kişi olarak sunulmaktadır. Halbuki sızan görüşme zabıtları ve PKK/BDP cephesinin talepleri bütün mücadelenin Öcalan'ın özgürlüne odaklandığını göstermektedir. Onun içindir ki süregelen ve artık son viraja giren 
müzakerelerin asıl hedefi Erdoğan ile Öcalan'ın hedeflerinin gerçekleşmesine 
göre şekillenecektir. Onun içindir ki hükümet ile PKK arasında yapıldığı iddia 
edilen müzakereler aslında Erdoğan ile Öcalan arasındadır ve muhtemel bir barış anlaşması da ikisi arasında olacaktır. Ama kişisel hesaplar üzerinden yapılacak devleti, rejimi şekillendirme gayretlerinin hem o kişilere hem de devlete ve topluma fayda sağlaması beklenemez. Ama şu bilinmelidir ki bu hiç de kolay bir viraj değildir. Türk milletinin senaryo üzerindeki farkındalığının artmasıyla birlikte bu son viraja girdiklerini düşünenlerin oradan istediklerini alarak çıkması da zora girecektir.

DİPNOTLAR;

[1] "Çapulcudan özgürlük savaşçısına, terörden direnişe, direnişten 
bağımsızlığa; PKK terör örgütünün dönüştürülmesi", 27 Mayıs 2013, Cahit Armağan Dilek, 
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2013/05/27/7012/capulcudan-ozgurluk-savascisina-terorden-direnise-direnisten-bagimsizliga-pkk-teror-orgutunun-donusturulmesi.r
Erişim tarihi 01 Nisan 2014.

[2] "PKK'nın yeni stratejisi; adam öldürme, fikir öldür", Cahit Armağan Dilek, 21.yy Dergisi Kasım 2013 sayısı.

[3] RAND'ın bu konularda yayımladığı raporlar:

• Victory Has a Thousand Fathers: Sources of Success in Counterinsurgency,  
Christopher Paul, Colin P. Clarke, and Beth Grill, (MG-964-OSD), 2010.

• Victory Has a Thousand Fathers: Detailed Counterinsurgenc, Case Studies, 
Christopher Paul, Colin P. Clarke, and Beth Grill, (MG-964/1-OSD), 2010.

• Paths to Victory: Lessons from Modern Insurgencies, Christopher Paul, Colin P. 
Clarke, Beth Grill, and Molly Dunigan, (RR-291/1-OSD), 2013.

• Paths to Victory: Detailed Insurgency Case Studies, Christopher Paul, Colin P. 
Clarke, Beth Grill, and Molly Dunigan, (RR-291/2-OSD), 2013.

• Counterinsurgency Scorecard: Afghanistan in Early 2013 Relative to 
Insurgencies Since World War II, Christopher Paul, Colin P. Clarke, Beth Grill, 
and Molly Dunigan (RR-396-OSD, 2013)

[4]From Stalemate to Settlement, Lessons for Afghanistan from Historical Insurgencies That Have Been Resolved

Through Negotiations, Christopher Paul and Colin P. Clarke, 2014.

[5] "İşte İmralı görüşmesinin tutanaklarının tam metni", 28 Şubat 2013, 
http://t24.com.tr/haber/iste-imralidaki-gorusmenin-tutanaklari/224711. Erişim tarihi 07 Nisan 2014.

[6] "Ricciardone'den önemli açıklamalar", 07 Nisan 2014, 
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26165895.asp. Erişim tarihi 07 Nisan 2014.

[7] ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ricardione Mayıs 2011'de 32.Gün programındaki röportajında "Öcalan'ın yolda ölmemesi, doğru bir dava görmesi, Kürt sorununda önemli adımlar atılması, idam edilmemesi" koşulların olduğunu doğruluyordu. 
“Öcalan'ı biz teslim etmedik, sadece Türkiye’nin işini kolaylaştırdık”,         
Gazetevatan, 
 http://haber.gazetevatan.com/ocalani-biz-teslim-etmedik-turkiyenin-isini-kolaylastirdik/377067/1h/gundem, (13.05.2011). Erişim tarihi 07 Nisan 2014.

Uzman Hakkında
Cahit Armağan DİLEK
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi

Uzmanın Diğer Yazıları

  ABD'nin IŞİD konulu "Harp Oyunu"; IŞİD'le mücadelede neler olacak?  
  ABD Düğmeye Bastı: Batı Kürdistan Kuruluyor, Öcalan Özgür Kalıyor 
  IŞİD tehdidinin "Kazananları" ve "Kaybedenleri" 
  IŞİD Eliyle Irak'ın Yeniden Dizaynı: Kerkük'ten Sonra Musul Barzani'ye Peşkeş 
  Mi Çekiliyor? 
  Türkiye'nin Cumhurbaşkanını Seçmek; Kim Seçilirse Ne Yapar, Hangi Kararları Alır? 
  Başbakan'ın "Terörün Nedeni" Tanımlaması ve Türkiye'yi Bekleyen Tehlikeler 
  PKK'nın zaferini, Öcalan'ın Özgürlüğünü, Kürdistan'ın kuruluşunu, Türkiye'nin 
  bölünüşünü ilan eden kanun 
  TSK Neden Hedef Alındı ve Nasıl Bertaraf Edildi? 
  Üç Kollu Gemi Halatı ve Yeni MİT Yasası 
  AKP (Erdoğan) - PKK (Öcalan) Barış Anlaşması Son Virajda 
  Türk-Amerikan ilişkilerinde ABD'nin manivelaları; NATO, İncirlik, PKK ve Cemaat 
  İki Buçuk Savaş Tehdidinden "İki Buçuk Devlet & İki Buçuk Hükümet Tehdidi"ne 
  Dönüşen Türkiye'nin Beka Sorunu 
  Amerikan İstihbaratının 2014 Yılı Küresel Tehdit Değerlendirmesi ve Türkiye'nin Durumu 
  ABD-Romanya Stratejik Ortaklığı; ABD Artık Sürekli Karadeniz'de  
  ABD Enerji Alanında da Süper Güç Oluyor 
  Tokyo 2020; Küresel Güç Dengeleri ve Asya-Pasifik'in Yükselişi 
  Esad'ı Cezalandırmak ve Askeri Operasyonun Sürpriz Etkisi 
  Amerikan Ordusu Suriye’de Askeri Harekâta Hazır mı ve Sürdürebilir mi? 
  ABD Suriye'yi Neden Vurmalı, Neden Vurmamalı?  
  PKK Terör Örgütüyle Mücadelenin Mitleri 
  Çapulcudan Özgürlük Savaşçısına, Terörden Direnişe, Direnişten Bağımsızlığa: 
  PKK Terör Örgütünün Dönüştürülmesi 

***