21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mart 2019 Cuma

AKP Türkiyeyi Ortadoğuda Bitirdi,

AKP Türkiyeyi Ortadoğuda Bitirdi,



Ümit Özdağ.,
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü  
25 Şubat 2015


AKP Türkiye'yi Ortadoğu'da Bitirdi

    Ülke dışındaki tek vatan toprağı Süleyman Şah Türbesi'nin nakliyle ilgili eleştiriler gündemdeki sıcaklığını koruyor.

Konuyla ilgili Aktifhaber.com’a konuşan 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, ‘Geri çekilme’ olarak adlandırılan operasyonun en önemli sonucunun Türkiye’nin Ortadoğu’daki caydırıcılığının ortadan kalkması olarak değerlendirirken, dış politikada büyük bir başarısızlıkla karşı karşıya olunduğunuz belirtti.
Süleyman Şah Türbesi’nin yerinin geçmişte olduğu gibi bir irade sonucu değil,korkudan dolayı değiştiğini belirten Özdağ, terör örgütünün gölgesi altındakiyeni yerininse ayrı bir utanç vesilesi olduğunu söyledi.

İŞTE O AÇIKLAMALAR:

ORTADOĞU’DA TÜRKİYE’NİN CAYDIRICILIĞI ORTADAN KALKMIŞTIR.,

Bu operasyon Türkiye’nin Ortadoğu’da caydırıcılığını ortadan kaldıracaktır. Türkiye’ye güvenen unsurlar Türkiye’ye olan inançlarını yitirirken, Türkiye’ye düşmanca davranan unsurlar Türkiye’nin küçük baskılarla geri adım atabilecek bir ülke olduğunu düşüneceklerdir. Bundan dolayı da yerinin geldiğini düşündükleri zaman Türkiye’ye baskı yapmaya yöneleceklerdir. Türkiye bu baskıları kabul ederse, karşı taraf cesaretlendiği içinb Türkiye tekrar geri adım atacaktır. Türkiye baskılara direnirse çatışma çıkacaktır. Yani karşı tarafı, düşmanlarınızı cesaretlendirdiğiniz zaman bu tür geri adımlarla aslında çatışmayı engellemekten çok çatışmayı kışkırtmış olursunuz. Meselenin en önemli boyutunun Ortadoğu’da Türkiye’nin caydırıcılığının kalkmış olduğunu düşünüyorum.

DIŞ POLİTİKADA BÜYÜK BİR BAŞARISIZLIKLA KARŞI KARŞIYAYIZ

Bu tek başına bir süreç değil. Süleymaniye’de 4 Temmuz 2003’te başlayan ve özel kuvvetler merkezimize yapılan operasyonla başlayıp daha sonra Kerkük’ün işgal edilmesi, Kürdistan’ın kurulmasına ses çıkarılamaması arakasından Suriye’de uçağımızın düşürülmesi, Reyhanlı’nın bombalanmasına karşın bir tavır alınamayışı... Bunlarla uzayan Ortadoğu’dan bir yandan ilişkilerimiz bozulurken, bir yandan da geri çekilme sürecimizle paralel bir sürecin sonucu. Üstelik bu geri çekilme gerçekleşirken Ortadoğu’yla ilgili retoriğimizin de çok böyle ‘Biz burayı şekillendiririz, Şam’da namaz kılarız, 3 saatte Şam’a ineriz’ falan gibi gerçekle oluşmayan bir retorik olduğunu görüyoruz. Bu anlamda dış politikada büyük bir başarısızlıkla karşı karşıya olduğumuz söylenebilir.

TOPRAĞIMIZIN YERİ İRADENİZ DEN DOLAYI DEĞİL, KORKUNUZDAN DOLAYI DEĞİŞİYOR

Bu bir terör örgütünün baskıları karşısında toprağınızı bırakmadır. Şöyle söyleniyor; ‘Efendim önemli değil daha önce de yeri değişti.’ Şimdi daha önce sizin iradenizle ve bir başka devletin ortak iradesiyle yeri değişiyor ve bir hukuki zeminde değişiyor. Oysa burada sizin iradenizle değişmiyor, korkunuzdan dolayı değişiyor. Yani öbür tarafta geri çekilmiyorsunuz, burada geri çekiliyorsunuz.Bunların ikisinin aynı şey olduğunu söylemek mümkün değil. İktidar bunu bir zafer olarak sunuyor. Siyasette çok yalan söylenir de böylesi söylenmemeli.Çünkü bakarsanız Çanakkale’den çekilen İngilizler çekildikten sonra, ‘Aman şöyle güzel çekildik, böyle güzel çekildik’ Kim hatırlıyor tarihte İngilizlerin güzel çekildiğini? Ama bütün insanlar biliyor ki, İngilizler Çanakkale’de fena halde dayak yediler değil mi? Böyle hatırlanıyor. Geri çekilmenin düzenli olmasını kaydetmez tarih, mağlubiyeti kaydeder tarih. Burada da tarih Türkiye’nin caydığını ve geri çekildiğini kaydedecek.

TAŞINDIĞI YER AYRI BİR UTANÇ VESİLESİ,

Taşındığı yeni yer ayrı bir utanç vesilesi. Orada 14 tane Türkmen köyü var bulunduğu yerde. Türkiye madem El Nusra’yı destekliyor, Özgür Suriye Ordusu’nu destekliyor, orada dost unsurları var. Dersiniz ki kardeşim sarın bunun etrafını, Türkmen köyleri de var, Türkmen köylerini de silahlandırırsınız, dersiniz ki; burası Türk mezarı savunacaksınız. Bunu senelerce yapmıyorsunuz, olur mu böyle şey? Ciddi bir devlet ne yapar, özel kuvvetlerine bölgenin yerel köylülerinin elbisesini giydirir kime karşı gerekiyorsa orada savaştırır. Ama bunların hiçbirisinin olmadığını görüyoruz.

PKK’YA PROPAGANDA YAPMA İMKANI VERİLDİ,

PKK’nın yardımı denilen şey Türkiye’nin biz buradan geliyoruz, amacımız budur diye terör örgütüne istihbarat elemanları aracılığıyla bilgi veriyor. PKK da o yolu boşaltıyor, sağa, sola çekiliyorlar. Bunun ötesinde bir şey yok. Ama bu bile onur kırıcıdır. PKK’ya böyle bir propaganda yapma imkanı veriyorlar.

HÜKÜMET KORKAKÇA BİR SİYASET İZLEDİ VE GERİ ADIM ATTI

Yapılması gereken şuydu; Türk Silahlı Kuvvetleri bunu yapabilecek bir ordudur, güçtür. Bölgede savaş çıkma ihtimali var. Amerikan Kara Kuvvetleri’nin bölgeye gelmesi söz konusudur IŞİD’le mücadele için. Türkiye Cumhuriyeti bölgedeki askeri varlığını 38’den 108’e çıkartırdı. Bölgeye tanksavar birlikleri, uçaksavar birlikleri konuşlandırılırdı. Zaten 3 tarafı suyla çevrili bir yer. Gerekirse köprünün de hemen havaya uçurulması için gerekli tedbirler alınırdı. Bunlar yapıldıktan sonra Türk Hava Kuvvetleri zaten bölgeye bir çatışma durumunda 3-4 dakikada ulaşabilecek durumda. Kara havacılığın savaş helikopterleri bölgeye 10 dakikada inerler, saldıran güçleri ateş altına alırlar. Yani Türkiye açısından sınırın 30 km ötesinde bir bölgenin korunmama diye bir sorunu yoktur. Türkiye burayı koruyabilirdi. Hükümet bu konuda korkakça bir siyaset izledi ve geri adım attı.Kendi evinizden çıkıyorsunuz gece kondu kuruyorsunuz, toprak kaybetmedik diyemezsiniz. 

Toprağınızı terk etmeyeceksiniz.

Kaynak: http://www.aktifhaber.com/umit-ozdag-akp-turkiyeyi-ortadoguda-bitirdi-1128178h.htm


https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/is-gelistirme-ve-stratejik-yonetim-arastirmalari-merkezi/umit-ozdag-akp-turkiyeyi-ortadoguda-bitirdi

***


1 Aralık 2017 Cuma

Yeni bir PKK mı?

Yeni bir PKK mı? 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü    
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
21 Kasım 2017 Salı
Yeni bir PKK mı?
Ünal Atabay tarafından yazıldı.


ABD’nin; Barzani ve Öcalan’ı, Mensupları Nezdinde İtibarsızlaştırması 

ABD ve küresel güç odakları, Ortadoğu bölgesinde (Türkiye-Irak-İran-Suriye) kurulmasını düşündükleri / uğraştıkları sözde Kürt devleti için; bu görevi 
kimlerle, ne zaman ve nasıl paylaşacakları, rolü kime / kimlere biçecekleri konusunda son dönemde kafalarının karışık olduğu mütalaa edilmektedir.

Söz konusu ortamda; bir taraftan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile yakın ilişkileri devam ederken, çıkarları gereği yüz üstü bırakabilmekte, bir taraftan 
terör örgütü PKK’yı açıkça desteklerken zaman zaman karşı tavır koymaktalar, buna mukabil PKK’nın Suriye kolu olan Demokratik Birlik Partisi (PYD)–Halk 
Koruma Birlikleri (YPG)[[i]] ile içli dışlı ilişkilerde bulunabilmekteler.  

ABD’nin bu ilişkilerinin esas gayesi; kendi çıkarları doğrultusunda bölgede kontrol edilebilir sözde bir Kürdistan kurmaktır. Egemen derin akıllar, bu kadar 
büyük bir coğrafyadaki enerji havzasının idaresinin akıllı bir yönetim yerine, feodal düzene dayalı aşiret kültürlü bir devlet üzerinden yürütülmesinin 
peşindedirler. Kısacası, sömürücü güçlere biat edenlerle birlikte yola devam etmek istemektedirler.

Söz konusu duruma en uygun yönetimin IKBY’nin olabileceği söylenebilirse de, Barzani Kürtleri’nin; bölgesel Kürt hareketinin motor rolünü oynayabilecek, 
diğer üç bölgedeki (Türkiye, İran, Suriye) Kürtler üzerinde birliktelik tesis edebilecek bir güce sahip olmadıkları, feodal siyasetin dışında yeni dünya 
düzeni ile uyumlu bölgesel denklemleri aidiyetine taşıyamadıkları gibi bir çok nedenlerle, son referandum sonrasında küresel güçlerin kartlarından şimdilik 
düşürüldükleri değerlendirilmektedir.[[ii]]      

Nitekim, Barzani’nin referandum sonrasında; ABD başta olmak üzere küresel odaklar tarafından yüz üstü bırakılması, bölge ülkelerinin baskısı sonucu 
emrivaki davranışlardan geri adım atması ve Irak Ordusu’nun harekâtı sonucunda kendi bölgesi dışında yasa dışı olarak kontrol altında tuttuğu topraklardan çekilmek zorunda kalması gibi ortaya çıkan sonuçlar, Barzani yönetimini hiç şüphesiz itibarsızlaştırmıştır. Artık bundan sonra IKBY’nin; bölgesindeki Kürt varlığının temsilciliğini, meşru olarak elinde bulundurma şansının kalmadığı noktasına getirmiştir.  

Barzani’ye mukabil, PKK Terör Örgütü; 2005 yılına kadar savunduğu etnik temele dayalı ulus-devlet eksenli fikirleri terk ederek; “demokratik cumhuriyet, 
demokratik ülke ve demokratik ulus” gibisöylemlerle hem reel sosyalizm savunucusu tabanlarını ikna etmişler, hem de yeni dünyanın küresel sistemine 
entegre olacak ve ABD’yi mutlu edecek özerk / federatif yönetim modelini benimseyerek “Büyük Ortadoğu Projesi” ne kökten hizmet eden bir anlayışta 
birleşmişlerdir.[[iii]]     

Tüm bu gelişmeler yaşanmışken, diğer taraftan Türkiye’nin ABD Büyükelçiliği’nce; "... PKK, yabancı terör örgütleri listesinde yer alan bir örgüttür ve Öcalan, PKK ile bağlantılı terörizm faaliyetleri yüzünden Türkiye'de hapiste bulunmaktadır. Saygı görmeye değer bir şahsiyet değildir."[[iv]]şeklinde yapılan açıklamasıyla örgüt mensuplarına ve yandaşlarına; “Terörist başı Öcalan ve Kandil yönetiminde ki kemikleşmiş kadro ile birlikteliklerini sürdürmek 
istemedikleri ve liderinizi örgütün başından sildik” mesajını vermişlerdir.

Gelinen noktada özetle, ABD tarafından; Barzani ve Öcalan’ın, örgüt mensupları ve yandaşları nezdinde küçük düşürülmesinin ve itibarsızlaştırılmasının hamlesi 
yapılırken, ABD’nin, bir taraftan da; PKK’nınSuriye’deki  kolu olan PYD-YPG ile iş birliği halinde yoluna devam ettiği müşahede edilmektedir.           

Netice itibariyle; Barzani peşmergeleri ile PKK’nın konjonktürel olarak yıprandığı, bu nedenle ABD’nin bu yapıları, yeni bir yüz ve yeni bir organizasyonla yeniden düzenleyerek bir imaj değişikliğine götüreceği gözlemlenmektedir.

 Bu gelişmeler çerçevesinde, ABD’nin sözde Kürdistan devletini hangi güçlerle ve hangi iş birliği sayesinde kuracağı sorusunu akla getirmektedir.

İşte bu olabilecek değişikliğin cevabının, ABD’nin ve küresel odakların PKK/PYD-YPGörgütü üzerindeki ilişkilerinde aramak gerektiği düşünülmektedir.

ABD’nin, PYD-YPG ile Stratejik Ortaklığı

Suriye iç savaşının yarattığı ortam, PYD-YPG gücünün 2011 yılından itibaren bölgede en önemli aktör olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur. Suriye’deki 
kaostan istifade ederek, başlangıçta Esat rejimiyle olan ilişkileri sonucu, bölgede yürüttükleri siyasi-askeri angajmanları sayesinde Kuzey Suriye’de 
otorite tesisi imkanı bulmuştur.

Bilahare, ABD ile yakın iş birliği içerisinde bulunması ve bu kapsamda DAİŞ ile mücadele maskesi altında ABD  tarafından silahlandırılması,[[v]] eğitilmesi, 
yeniden reorganize edilmesi ve bu fırsatlardan istifade ile küresel güç odakları ile yakın temas imkanlarına kavuşması, silahlı hareketinin yanı sıra siyasi 
olarak da bölgede etkin konuma itilmesi, örgütü şüphesiz bölgedeki stratejik planın bir parçası ve ortağı konumuna getirmiştir.

ABD ve AB ülkelerinde; PYD-YPG’nin teörör örgütü PKK’nın Suriye kolu olarak tanımlanmasına, PKK’nın da terör örgütleri listelerinde bulunmasına ve terör 
örgütü olarak kabul ettikleri beyan edilmesine rağmen, söz konusu ülkeler PYD ile siyasi ve askeri angajmana girebilmek adına bu gerçeği görmezden gelmeyi 
tercih etmişlerdir.[[vi]]            

PYD-YPG’nin; gerek Kuzey Suriye’de gösterdiği etkinliği, gerekse PKK’nın silahlı gücü olan HPG ile birlikte Suriye-Irak hattında oluşturdukları organik güç 
birliği, Barzani’nin koşullarına ve kazanımlarına mukabil ABD’nin iştahını kabartmıştır.

ABD başta olmak üzere bölgedeki Kürtlerin hamiliğine soyunan küresel güçler, PYD-YPG’ye bölgede alan açarak iş birlikçi bir Kürt özerk bölgesi yaratma 
arzusunda oldukları artık gün yüzüne çıkmıştır.

Nitekim tüm bu koşulların oluştuğu bir dönemde, Barzani’nin referandum ve bağımsızlık söylemlerine karşı, başta ABD olmak üzere batılı güçlerin duyarsız 
kalmasının arka planında; PKK/PYD-YPG’nin ulaştığı gücün ve bu örgütün söz konusu ülkelerle olan siyasi-askeri angajmanlarının yattığını söylemek yerinde 
olacaktır.

PKK’nın, Suriye Kolu PYD-YPG Üzerinden Devşirilmesi

PKK Terör Örgütü’nün Türkiye’deki silahlı kanadı olan HPG’nin % 22-25’nin Suriyeli ve yine PYD-YPG’nin de Suriyeli teröristlerden oluştuğunu birlikte 
mütalaa edersek, müstakbel bir Kürt devletinin başlangıç noktasının Kuzey Suriye’den başlatılmasının ABD’nin hesaplarına uygun düştüğü 
değerlendirilmektedir.

ABD ile YPG-PYD’nin iş birliği, bölgenin şekillendirilmesinde askeri anlamda önemli bir ittifak olmakla birlikte, örgütün ideolojisinin-felsefesinin 
Ortadoğu’da küresel güçlerin yapmak istedikleri ile uyumlu hale getirilmesi de bir zorunluluk olarak önlerinde bulunmaktadır. ABD’nin örgütle son dönemdeki 
sıkı ilişkilerine bakıldığında bu durumun aşılması yönünde önemli temaslara gidildiği kıymetlendirilmektedir.

ABD’nin bölgede arzu ettiği idari ve siyasi yapılanma, kanton tipi şehir devletçikleridir. ABD, yeni dünya düzeninde küreselleşmenin şehir devletçikleri 
ile gerçekleşebileceğini düşünmektedirler.[[vii]]  Nitekim, terör örgütünün Kuzey Suriye’de 30 Ocak 2014’de ilan ettiği kanton yapılanması[[viii]] ABD’nin 
beklentisi ile örtüşmektedir.

Böyle bir düzene geçiş; etnik, mezhepsel, dinsel, ekonomik gruplar, sermaye grupları gibi diğer küçük modelli yerel idarelerle olabilecektir. Bu tarz 
modeller, büyük sermaye gruplarının doğrudan kontrolü altına girebilecek yönetim modelleri olduğundan yeni dünya düzeni için arzu edilen bir sistem olmaktadır.

Küçük parçalara siyasi-ekonomik olarak ayrılan toplumlar, birlik ve beraberlik gibi cephe oluşturup topyekûn bir güç mücadelesi oluşturamayacaklarından ve 
başkaldırı tarzı tepkisel hareketleri gösteremez hale geleceklerinden, bu durumda sömürgeci güçlerin önünde bir engel kalmayacak ve dolayısıyla arzu 
edilen sömürü düzeni tam kontrollü kurulmuş olacaktır. Diğer bir husus; terör örgütü üst yöneticilerinin kemikleşmiş sosyalist dünya görüşleri, liderlerinin 
değişmez mücadele alışkanlıkları, esnek olmayan örgütün hiyerarşik düzeni gibi sebeplerle, ABD’nin örgüt üzerindeki hakimiyetini bu güne kadar arzu ettikleri 
seviyede derinleştiremediği değerlendirilmektedir. 

İşte bu noktada, PKK terör örgütüne; Suriye kolu üzerinden yapılacak müdahale ile gelişen koşullara uyarlanması ve ABD ile daha yakın bir evlilik oluşturması 
kapsamında düğmeye basıldığı, bu çerçevede ABD’nin örgüte binlerce silah yardımı yaptığı (bugüne kadar 3500 TIR dolusu silah ve mühimmat)[[ix]] ve birlikte çalıştıkları gözlenmektedir. Kısacası, PKK’nın Suriye kolu üzerinden yeni bir isim altında ve yeni bir düzenlemeyle ABD’nin tam kontrolüne girmesi yönünde çalıştıkları mütalaa edilmektedir.

Yukarıda ortaya konulan değerlendirmeler ışığında; mevcut PKK’nın Suriye kolu üzerinden revize edilerek ve devşirilerek oluşturulacak yeni bir PKK’nın kapıda 
olduğunu söylemek mümkündür.

Nitekim bu endişeyi, PKK’nın terörist başlarından Rıza Altun’da; “...uluslararası koalisyonun ilişkileri aracılığıyla PYD’yi sosyalist kimliğinden uzaklaştırarak emperyalist bir kimlik kazandırmak istediğini,...ABD’nin; PYD’nin özgürlük çizgisinden rahatsız olduğunu, devlet yerine öz güçlerine dayanan özerk bir yönetimi kabul etmeyeceği,...ve ABD’nin nihai hedefinin PYD’yi dönüştürmek olduğu...”[[x]] şeklinde bir beyanla dile getirmiştir.

Sonuç Olarak;

ABD’nin muhtemelen Kandil’de ki örgüt üst düzey yöneticilerini, Türkiye’den bağımsız olarak etkisiz hale getirmek isteyeceği veya başka bir yöntemle tasfiye 
edeceği, bunların yerine kendileri ile daha yakın iş birliği yapabilecek yeni bir yönetimle / liderlerle yola devam etmek isteyecekleri,

Son zamanlarda örgütün Türkiye’de yediği ağır darbeyi de dikkate alarak; gerek teröristlerin imhadan kurtarılması, gerekse yeniden teşkilatlandırılması ve 
eğitilmesi çerçevesinde, Türkiye’de bulunan terör örgütü unsurlarının geçiçi olarak ve uzun bir süre Kuzey Irak’a çekileceği ve bilahare Suriye Kuzeyi’ni 
buradan takviye edecekleri,

Yine Kuzey Irak’a çekilen bu unsurların bir kısmı ile de, İran bölgesinde PKK’nın kolu olan ve uykuda bekletilen PJAK unsurları ile birlikte İran’a karşı 
kullanmaya başlayacakları,

Son aşamada ise, PKK terör örgütünü IKBY güçleri üzerine sürmek suretiyle Türkiye’nin güneyinde hilal şeklinde bir Kürt kuşağı oluşturmayı düşündükleri 
kıymetlendirilmektedir. Elbette, bu noktada bilahare sıranın Türkiye’ye gelebileceği gerçeğini söylemeden geçmek mümkün değildir.

O halde; ABD başta olmak üzere küresel güç odaklarınca örgütün dönüştürülmesine ve uzun soluklu yeni bir tehdit yaratılmasına fırsat vermeden, PKK ele başlarına yönelik olarak İran-Irak’la da iş birliği yaparak, artık Türkiye’ nin kesin sonuçlu bir harekât yapmasının zamanı geldiği değerlendirilmektedir.  


[[i]]PYD-YPG Terör Örgütü; 2003 yılında kurulmakla birlikte, tarihçesi PKK’nın Suriye’de faaliyetlerine başladığı 1980’lerin ilk yıllarına kadar uzanmaktadır.
[[ii]]Ünal Atabay, “Şeytan Üçgeninde Kürtler Üzerinden Oyunlar”, 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, www.21yyt.org/, 05.11.2017.
[[iii]]Ünal Atabay, “Ayrılıkçı Kürtlerin Musalla Taşı PKK”, Alibi Yay., Ankara, Nisan 2017, s.192,193.
[[iv]]“Türkiye’deki Diplomatik Misyonu Tarafından Yapılan Açıklama”, ABD Büyükelçiliği resmi yazısı, www.odatv.com/, 21.10.2017.
[[v]]YPG’nin 2014 yılında DAİŞ’in yoğun saldırılarıyla yüz yüze kalması üzerine, ABD ve DAİŞ ile mücadele eden uluslararası koalisyon güçlerinden silah yardımı 
talebinde bulunmasıyla birlikte, YPG’nin ABD ile temasında önemli bir dönüm noktası olmuştur. ABD bu yardım çağrısına cevap vererek derhal silah yardımına başlamış ve Suriye’de ABD’nin adeta kara gücünü oluşturmuştur.
[[vi]] Can Acun, Bünyamin Keskin, “PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi, PYD-YPG”, SETA Yay., İstanbul, 2016, s.8, (d.n:2).
[[vii]]Ünal Atabay, a.g.e., s.119.
[[viii]] Can Acun, Bünyamin Keskin, a.g.e., s.16.
[[ix]] “3500 TIR Dolusu Silah Gönderdiler”, www.sozcu.com.tr, 19.10.2017.
[[x]]Terörist başlarından Rıza Altun, “ABD’nin Hedefi PYD’yi Dönüştürmek”, www.krdnews.net., 12.11.2017.


Uzman Hakkında
Ünal Atabay
Terörizm ve Terörizmle Mücadele

Uzmanın Diğer Yazıları

  Yeni bir PKK mı? 
  Şeytan Üçgeninde Kürtler Üzerinden Oyunlar 
  Idlib Harekâtı ve Olası Seyri 
  Barzani’nin İhaneti ve Bölge Barışı İçin Harekât 
  Yeniden Yapılanma; TSK 
  PKK’nın Korkusu; SİHA ve İHA’lar 
  Altı Buçuk Cephede Savaşa / Çatışmaya Hazır Olmak (Türkiye) 


***

1 Kasım 2017 Çarşamba

ABD Gerçekten Türkiye’nin Müttefiki mi?


ABD Gerçekten Türkiye’nin Müttefiki mi? 

13 Kasım 2015 Cuma  
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi|
05 Aralık 2012 Çarşamba
ABD Gerçekten Türkiye’nin Müttefiki mi?
Tuğçe Varol 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü   












1952 yılında başlayan Türkiye'nin NATO üyeliği ile birlikte resmi olarak ABD ile Türkiye'nin müttefikliğinin başladığı kabul edilmektedir. Bu güne kadar yollar 
pek çok kez yolları ayrılan ve bu sene 60'ıncı yılı dolan Türkiye ve ABD müttefikliği son olarak Suriye meselesinde birbirine yakın politikalar 
izlemesine rağmen İran konusu da bir o kadar kırılmaların yaşandığı bir meseledir.

2008 yılında Afganistan'dan ve Irak'tan ABD askerlerini çekme vaadi ile seçilen Başkan Obama, İsrail lobisinin de etkisi ile İran'a karşı olan yaptırımları ve 
ekonomik ambargoları arttırma kararı almıştır. Böylelikle ABD, İran'ın enerji sektörünü hedef alan yaptırım kararları alma yoluna gitmiştir. Washington'a göre İran devleti petrol ve doğal gaz gelirlerini üç amaç doğrultusunda kullanmaktadır: Şii İslam rejimini yaymak için güçlü bir ordu kurmak, nükleer 
silah yapımı için kullanmak ve Hamas ve Hizbullah gibi terör örgütlerine para sağlamak. Bu bağlamda geçtiğimiz yıl, İran'a yapılması planlanan ABD-İsrail 
askeri operasyonunun söylentileri esnasında ABD çok daha ciddi yaptırım kararları aldığını dünyaya açıklamıştır. Alınan karara göre yabancı Merkez 
Bankaları, eğer 30 Haziran 2012 tarihine kadar İran ile olan mali ilişkilerini kesmez ya da gözle görülür şekilde azaltmazsa, ABD'de bundan böyle hesap sahibi olamayacaklardı. 

Hemen ardından ise diğer bir "müttefik" AB, 1 Temmuz 2012 tarihine kadar mevcut kontratlara izin vermekle birlikte İran'ın petrol ve petrokimya ürünlerine toplu ambargo uygulaması kararı almıştır. Daha sonra ise hem ABD hem AB, bazı batılı ülkelere 6 ay süre ile Türkiye'nin içinde bulunmadığı bir muafiyet listesi açıklamışlardır. Ardından ise petrol ithalatının %50'sini ve doğal gaz ithalatının yaklaşık %20'sini İran'dan sağlayan Türkiye, ABD Ankara Büyükelçisi tarafından 29 Mart 2012 tarihinde İran'dan petrol alımını azaltması gerektiği konusunda uyarılmıştır. Bunun üzerine de TÜPRAŞ, İran'dan aldığı petrolü %20 oranında azaltma kararı aldığını borsaya bildirmiştir.

Türkiye'nin İran ile ilgili petrol konusunda ABD tarafından uyarılmasının ardından gözler şimdi Türkiye ile İran arasındaki doğal gaz ticaretine dönmüş 
durumdadır. Çünkü Türkiye, İran'dan büyük miktarda gaz almaya devam etmekte ama İran'ın içinde bulunduğu finansal kısıtlamalar nedeniyle kendi bulduğu yöntemlerle ödemeler yapmaya devam etmektedir. Başbakan Yardımcısı Babacan'ın geçen hafta meclisteki komisyonda yaptığı açıklama ile Türkiye'nin İran'dan aldığı doğal gaz ödemesini nasıl yaptığı ortaya çıkmıştır. Babacan'ın açıklamasına göre Türkiye, İran'ın Türkiye içerisinde bir bankada bulunan hesabına TL olarak ödeme yapmakta, İran da TL ile Türkiye içinde altın alarak ülkesine götürmektedir. Babacan sorulan soru üzerine kendilerinin ödemeyi yaptıklarını ve İran'ın altın aldığını bildiklerini ama İran'ın altını nasıl ülkesine taşıdığını bilmediğini belirtmiştir. Böylece son bir yıl içerisinde İran'a gerçekleştirilen altın ihracatındaki aşırı artışının (2011 54 milyon dolar – 2012 Ocak Haziran 4.394 milyon dolar) nedeni bulunmuştur.

Başbakan Yardımcısı Babacan'ın açıklamasının hemen ardından ise ABD'de hem Senato'dan hem de basından hızla yorumlar gelmeye başlamıştır. Son olarak da 4 Aralık günü ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, ABD'nin İran yaptırımlarının kapsamı konusunda Türkiye ile de görüşmelere devam ettiklerini 
ve yaptırıma tabi olacak işlemler hakkında her türlü delili takip ettiklerini belirtmiştir. Bu durum karşısında ise Enerji Bakanı Yıldız "ABD'nin doğalgaz ile 
ilgili yaptırımlar uygulamaya başlaması halinde bu yaptırımın sadece İran'a değil, Türkiye'ye de uygulanmış olacağını" belirtmiştir. Oysaki ABD Senatosu 
İran'ın doğalgaz karşılığında altın almasını önlemek için İran'ın enerji ve taşımacılık sektörlerini hedef alan bir tasarıyı çoktan kabul etmiş durumdadır. 
Fakat tasarı henüz yasalaşmamıştır.

Görüldüğü üzere ABD, Türkiye'nin İran'a karşı olan doğal gaz bağımlılığını Türkiye ile olan "müttefiklik" ilişkilerinde artık imtiyazlı bir durum olarak 
düşünmemektedir. Özellikle Türkiye'nin bu kış için mevcut kontratlarla dahi gaz ihtiyacını tam olarak karşılayamama senaryosuna hazırlandığı düşünülecek olursa, İran'dan gazın kesintiye uğramasının Ankara'nın tahammül edemeyeceği bir durum olacağı aşikârdır. Bu durum da Suriye konusunda Türkiye'ye tam destek sağlayan ve müttefikinin güvenliği için topraklarına Patriotlar yerleştirmesine destek veren ABD, İran konusunda Türkiye'yi neden bu kadar zorlamaktadır? Ankara kadar, Washington yönetimi de Türkiye'nin enerji sıkıntısı ihtimali ile karşı karşıya olduğunu bilmektedir. En azından Beyaz Saray, son olarak BOTAŞ'ın elinde bu sene yeterli gazı olmamasından dolayı Türkiye'de ki Ford tesislerine gaz veremeyeceğini bildirdiğinden haberdar olduğu düşünülebilir.     

Sonuç olarak ABD ile Türkiye arasındaki müttefiklik sınavı Suriye ile değil, İran ile sınanmaktadır.


Uzman Hakkında
Tuğçe Varol
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi

tugcevarol@hotmail.com


Uzmanın Diğer Yazıları

  Putin Enerji Hatları Kontrolü İçin Suriye’de 
  Erdoğan Saray, Putin Devlet Yönetiyor 
  Türk Akım’ı Donduruldu ve Rus Ordusu Suriye’ye Girdi: Tesadüf Mü? 
  Feridun Sinirlioğlu Dışişleri Bakanı: İsrail Çok Memnun 
  İsrail-Türkiye Boru Hattı 2020’ye Hazır Olacak mı? 
  Türkiye’nin SOCAR’a Ortak Olmasının Zamanı Geldi 
  IŞİD’den Sonra: Kürt Koridoru 
  Rosneft ve ExxonMobil Kuzey Kutbunda El Ele 
  Türkiye Artık Kerkük Petrolünü İsrail’e Gönderecek 
  İSRAİL GAZZE’NİN GAZI İÇİN SALDIRIYOR 
  IŞİD’e Devlet Mi Kurdurtuluyor? 
  IŞİD, Kürdistan’ı Kuruyor 
  Ukrayna’nın Yönetemediği Enerji Politikası Ve Bugünkü Sonuçları 
  O “Özerklik” BİRAZ ZOR 
  Türkiye’nin Boru Hatları ve Sözde Özerk Bölge  
  SOCAR, İsrail Ve Kuzey Irak Gazını Görüyor, Türkmen Gazını Göremiyor? 
  Uyarı: Irak Politikası İflas Edebilir; Kerkük, Humus Olabilir 
  Kuzey Irak Enerji Anlaşmalarının Gerçekleri 
  Türkiye, Barzani Gazının Bekçisi Yapılacak 
  İsrail’in Enerji Kaynakları Ya Taşınacak Ya Taşınacak 
  Rusya’nın Türkiye’ye Gürcü Elektriğini Satmasının Perde Arkası Ülkesi: 
  Ermenistan 
  Bedava Doğalgaz Oyunu ve Siyah Kalem'in Kuzey Irak Görevi 
  Ruslardan Samsun-Ceyhan Projesini Ortadan Kaldıracak Teklif 
  Rusya ve Azerbaycan Arasında Rekabetten İşbirliğine Doğru Gelişen Enerji 
  Diplomasisi 
  Doğu Akdeniz’deki Dengeyi Türkiye Değil, Azerbaycan Değiştirdi 
  İran-Irak-Suriye Doğalgaz Boru Hattı Dengeleri Değiştirir mi? 
  Türkiye'nin Petrol Güvenliği, İran'a Sadakatle Bağlı Maliki'nin Eline mi 
  Bırakılıyor? 
  Şah Deniz Neden Trans-Adriyatik Boru Hattını Seçti? 
  Yeni Türk Petrol Kanunun İçerdiği Tehlikeler 
  Kerkük’ü Barzani’ye Vermek Ve Irak’ı Bölmek 
  ABD’nin Acil Moskova Çıkartması 
  Türkiye Erbil’in Petrolünü Taşımak Zorunda mı! 
  Her Yol Kerkük’e Çıkar 
  Türkiye ve KKTC için Tarihi Fırsat: Win+Win+Win 
  Türkiye Doğu Akdeniz’de Yalnızlaşıyor 
  “BARZANİ KERKÜK’Ü KURTARACAK”, TÜRKİYE DE TEŞEKKÜR EDECEK 
  ABD Gerçekten Türkiye’nin Müttefiki mi? 
  Bu Kış Zor Geçebilir 
  Türk Zenginleri Kulubü: Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Azerbaycan 
  Türkiye İle Bağdat Yönetimi Arasında Gerginlik Artıyor 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. Tüm Hakları Saklıdır.

Sitemizde bulunan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Kurumumuz tarafından çıkarılan dergi, özel rapor ve kitapların içeriklerinde bulunan 
yazılarda aynı kapsam dahilinde yazarına aittir.

  ***

7 Ekim 2017 Cumartesi

PKK Terör Örgütünün Dönüştürülmesi


PKK Terör Örgütünün Dönüştürülmesi 


Çapulcudan Özgürlük Savaşçısına, Terörden Direnişe, Direnişten Bağımsızlığa: 



Yazar: Cahit Armağan DİLEK 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 




Türkiye Ağustos 1984'den bu yana PKK terörüyle mücadele etmektedir. Geçen yaklaşık 29 senede 35.000'in üzerinde insanımız hayatını kaybetmiştir.[1] 1999-2003 arasında terörü neredeyse sıfır noktasında geçiren Türkiye, 2003'te Irak'ın işgaliyle terörü yeniden ağır biçimde yaşamaya başlamıştır. 

2013'de PKK terör örgütünden kaynaklanan sorunun çözümünde yeni bir safhaya girilmiştir, o da içeriği henüz gizli ancak kamuoyunun gözü önündeymiş gibi yapılan terör örgütüyle pazarlıktır. 

Bu çalışma yapılırken, Türkiye'nin PKK'ya karşı mücadelesi iki ayrı dönemde incelenmiştir. Birinci dönem 1984-1999 yılları arasını, ikincisi 2003 sonrası dönemi kapsamaktadır. 

Terörle Mücadelede Birinci Dönem 

Birinci dönemde Türkiye, daha doğrusu Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), zamanın Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın deyişiyle üç beş çapulcuyla başlayıp dünyanın gördüğü en vahşi terör örgütlerinden birine dönüşen PKK terör örgütüyle tek başına ve kendi belirlediği yöntemlerle mücadele etmek zorunda kaldı. 
Aslında TSK bu mücadelede başarılı oldu. TSK'nın operasyonları sonucunda zaten dağılma noktasında olan terör örgütü terörist başının Kenya'da teslim alınarak müebbet hapse mahkum olmasıyla çareyi Türkiye'yi terk etmekte bulmuştu. Bu durum son dönemde sıkça söylenen "o kadar yıldır defalarca askeri operasyonlar yapıldı, ama terör sona ermedi" nakaratını tekrar edenlere en iyi cevap aslında. Bu olayla birlikte Türkiye'deki genel algı "terör sona erdi, terörü yaratan sorunlar zaman içinde çözülür" şeklinde oluşurken, dağılacağı hesaplanan terör örgütünün kendini taşeron olarak kullanan aktörlerin yardımı ve yönlendirmesiyle "yeniden toparlanma sürecine girdiği, bunda başarılı olduğu" anlaşılmaktadır. Örneğin, 2007 yılı son aylarıyla birlikte Irak'ın kuzeyindeki PKK kamplarına yönelik başlatılan operasyonlara ilişkin görüntüler,   açıklanan bilgiler terör örgütünün 1999-2007 arası dönemde (sınır ötesi operasyon yapılmayan dönem) Irak'ın kuzeyinde öyle bir güvenli sığınak olmuştur ki terör örgütü mağaraların dışına çıkmış, betonarme yapılarla söz konusu bölgelere artık hiç saldırı olmayacakmış, PKK hiç terk etmeyecekmiş gibi yerleşmiştir. Bu aşamada insanın aklına "PKK terör örgütünün orada bu kadar rahat, güvenli hareket etmesini sağlayan faktörler, aktörler nelerdir/kimlerdir?" diye sormak geliyor. 

Terörle Mücadelede İkinci Dönem 

2003 sonrasını kapsayan ikinci dönem birinciden oldukça farklı gelişti. 19 Mart 2003'de başlayan Irak'ın işgaliyle birlikte bölgede PKK'nın hareket serbestini daha da artıran ortam oluştu. İşgal öncesinde ABD'nin her türlü olasılığı düşünerek hazırladığı işgal/ihtimaliyet planlarıyla Irak'ın kuzeyinde yerleşmiş 
örneğin Ansar-al İslam örgütüne karşı operasyon yaparken aynı bölgedeki PKK'ya karşı herhangi bir askeri operasyon yapmamasının verdiği mesaj PKK'yı cesaretlendirmiştir. Amerikalılarla ikili/uluslararası ortamda çalışanlar, Amerikan Ordusu’nun çalışma usullerini, operasyon planlama, hazırlık  faaliyetlerini / kurallarını inceleyenler aslında Irak'ı işgal edecek ABD'nin Irak'la ilgili her türlü istihbaratı toplayıp her olasılığa karşı asıl/yedek harekat planlarını yapacağını, dolayısıyla ABD'nin PKK'ya karşı da mutlaka operasyon hazırlığı yapmış olacağını bileceklerdir. Neden yapmadığına ilişkin söylenecekler İse elde mevcut somut bilgiler ışığında şuanda spekülasyon olacaktır. 

Gerçekse, terörist başının ABD merkezli bir operasyonla sağ olarak Türkiye'ye teslim edilirken 2003 sonrasında Türkiye'ye dayatılacak sözde terörle mücadele yaklaşımlarının ilk adımının atılmış olmasıdır. 
Yıllar sonra Amerikan Büyükelçisi Francis Ricardione'nin açıkladığı şartlar[2] ABD'nin konuyu bir terör olayından ziyade bir özgürlük konusu olarak ele aldığını gösteriyor. Nitekim terörle mücadele adı altında ABD'li ve Avrupalıların Türk muhataplarına önerileri de hep siyasi çözüm tedbirlerini içermiştir.[3] 

Terörizm tanımındaki farklılıklar Türkiye ile ABD/AB'nin terörle mücadeleyi farklı düzlemlerde algıladığını göstermektedir. ABD'nin 1997'den itibaren PKK'yı terör örgütü olarak kabul etmesi[4], yıllık terörizm raporlarına dahil etmesi, terör örgütü listelerinde olmasına rağmen AB ülkelerinde[5] PKK'lılara yönelik göstermelik operasyonlar yapılması Türkiye'de hep kendisine destek gibi algılanmıştır. Ancak tanımlama/algılama farklılıkları nedeniyle Avrupa'da hiçbir PKK'lının yakalanıp iade edilmemesi, ABD'nin sadece sivillere yönelik saldırıları terörizm olarak görmesi, raporlarında PKK'nın güvenlik güçlerimize yaptığı saldırıları terörist faaliyet olarak göstermemesi Türkiye'de gözardı edilmiştir. 
Bu durum sorunun tanımlanmasında ve çözümüne yönelik yaklaşımlarda farklılık yaratmıştır. 

İkinci Ortak ABD Yakın Markajda 

Irak'ın işgalinden sonraki dönemde ABD'nin Türkiye'nin PKK'ya karşı mücadelesine yönelik tutumu incelendiğinde bir kanaate ulaşılabilir. 2003'ten 2013'e kadar geçen zaman sürecindeki gelişmeler ABD'nin, PKK konusunu Irak'ın işgali bağlamında değil, Türkiye ile başka bir düzlemde ele alarak fiilen 
işin içine girmeyi ve süreci daha yakından kontrol etmeyi planladığını göstermektedir. 

Amerikan askerleri 9 Nisan 2003'te Bağdat'a girdikten sonra[6] dönemin ABD Başkanı George Bush Irak'ta zafer ilan etmiş, ülkenin işgal dönemi başlamıştı.[7] PKK'ya karşı askeri operasyon yapmayan ABD'nin cevabını aradığı konu, Türkiye'nin PKK'ya karşı ve/veya Türkmenlerin haklarını korumak 
bahanesiyle Irak'a askeri müdahalede bulunup bulunmayacağı olmuştur. Irak'ın kuzeyinde Amerikalıların bilgisi dahilinde görev yapan Türk Özel Kuvvetleri’nin başına 4 Temmuz 2003'te çuval geçirilmesi,[8] 

Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda "Türkiye Irak'a askeri müdahale yapabilir mi?" konusunun değerlendirildiği gizli toplantıların yapıldığı iddiaları[9] Türkiye'yi etkisizleştirmek için muhtelif girişimlerin yapıldığını göstermektedir. 

Söz konusu endişeler ve gelişmelerin yanısıra artık ABD PKK terör örgütü konusunda Türkiye'yi daha yakın markaja almaya başlıyordu. Çuval olayından sonra sadece PKK gündemli ikili toplantıların yanında, her Türkiye-ABD ikili görüşmelerinin gündem maddeleri arasında PKK konusu mutlaka yer alıyordu. 

Üçüncü Ortak Irak, Özel Temsilciler Dönemi 

Görüşmelerde Türkiye destek isterken, ABD "silahla bu sorun çözülmez, konuyu Irak'la da görüşmelisiniz" telkini yapıyordu. Görüşmeler böyle sürerken PKK 2004 bahar aylarından itibaren Türkiye'deki saldırılarını artırdı. Ocak 2005'ten itibaren PKK'ya karşı işbirliği Türkiye-ABD ikili formatından Türkiye-Irak-ABD üçlü mekanizmasına dönüştürüldü.[10] Alınacak kararlar için bir ortağımız daha 
olmuştu. İşgal altında olan, iç savaş yaşayan, tek başına karar alamayan Irak'ın kendi ülkesine, halkına faydası yoktu ki Türkiye'ye destek olabilsin. Bunun böyle olduğu bilinmesine rağmen üçlü mekanizma devam etti. Gerekçe basitti. Irak'ın kuzeyine yapılacak operasyonlar için merkezi Irak yönetimi sürece dahil edilmeliydi, yani iş sürüncemede kalmalıydı.

Böylece 2006 yaz aylarına gelindiğinde bu sefer ABD tarafından özel temsilcilik formatı ortaya atıldı. Türkiye ve ABD'den emekli Orgeneraller, Irak'tan bir Bakan bu görevlere atandı.[11] Ancak Türkiye'de PKK saldırıları artıyor, PKK'ya karşı ABD ve Irak fiili ortak mücadeleye bir türlü dahil edilemiyordu, ancak 
her sene sözde yeni çözüm oluşumlarıyla vakit geçiriliyordu. 2007 yaz aylarına gelindiğinde özel temsilciliğin göstermelik görüşmelerden öteye gidemediği, görevden almalar ve istifalar sonucunda da bu oluşumun işlemediği görülüyordu.[12] 

Dördüncü Ortak Barzani Terörle Mücadeleye Karşı Duruyor 

2006-2007 yıllarında Irak'ta direniş artarken, işgal kuvvetleri ağır kayıplar veriyor Türkiye'de de PKK saldırıları artıyordu. Türkiye, ABD lee Irak'a somut tedbirler almaları konusunda çağrı yaparken ABD, önceliklerinin Irak'taki işgal operasyonu olduğunu, PKK'ya kuvvet ayıramayacağını, Bağdat ise Irak'ın 
kuzeyinde yerel Kürt yönetiminin hakim olduğunu söylüyor, Türkiye'ye Kürt gruplarla görüşmeyi telkin ediyordu. Bu arada Türkiye yasal dayanak oluşturma hamleleri kapsamında Bağdat'la terörle mücadele anlaşması imzalanmasını gündeme getirdi. Ağustos 2007'de başbakanlar arasında imzalan mutabakat 
muhtırasına[13] dayanarak Eylül 2007'de Ankara'da ikili terörle mücadele anlaşması imzalanması için yapılan görüşmelerde üzerinde anlaşılan, PKK'yı terör örgütü olarak kabul eden, karşılıklı sorumluluklar yükleyen, sınır ötesi operasyon için Türkiye'nin niyetini ortaya koyan hükümler içeren anlaşma metni[14] 

Barzani'nin karşı duruşuyla Irak Meclisi’nde onaya sunulamadı.[15] Barzani Irak'ta ve PKK'ya karşı mücadelede kendisinin bir aktör ve ortak olduğunu göstermişti. 

Devam eden saldırılar Türk kamuoyunda infial yaratınca hükümet TBMM'den sınır ötesi harekat yetkisi aldı.[16] 

Ancak PKK olayları tırmandırmaya devam ediyordu. Nitekim 21 Ekim 2007 bir dönüm noktası oldu. Anılan tarihte PKK'nın Dağlıca saldırısı[17] Iraklı Kürt gruplar, Bağdat, İran, AB, NATO ve ABD'den tepkiler ve sınırı ötesi harekat yetkisinin hemen kullanılmaması Türkiye'de tartışmalara yol açtı.[18] 

Bush-Erdoğan Görüşmesi 

Türkiye'nin PKK'ya karşı hem meşru müdafaa hakkı hem de TBMM'den alınan sınır ötesi harekat yetkisiyle yasal açıdan somut dayanaklara ve meşruiyete sahip olmasına rağmen, Başbakanın ABD ziyaretinde konuyu ABD Başkanı ile görüşeceğini açıklaması ABD'nin PKK ile mücadeledeki rolünü ve kontrolü elinde tuttuğunu gösteriyordu. 5 Kasım 2007 tarihinde Beyaz Saray'da yapılan görüşmelerde Türkiye'nin sınır ötesi harekatına kısıtlı vize çıktığı anlaşılıyor, istihbarat işbirliği yapılacağı duyuruluyordu.[19] Gelişmeler Türkiye açısından yeni bir adım olarak algılanırken ABD'nin bu adımı daha öncelerden öngördüğü söylenebilir. Çünkü Irak'ta kötüleşen durum nedeniyle Bush’un Şubat 2007'de 
açıkladığı Irak Stratejisi[20], Irak'ın güvenliği ile Amerikan çıkarlarının korunması kapsamında bölgedeki müttefikleriyle istihbarat paylaşımının artırılacağını, PKK'dan bahsetmeden Türkiye-Irak sınırındaki sorunların çözümünde iki ülkeyle birlikte çalışılacağını vurguluyordu. Aynı açıklamada PKK terör örgütü ortak düşman olarak tanımlanıyordu. Buna rağmen ABD'nin PKK'ya karşı hiçbir askeri operasyona girmemesi, siyasi çözümü/diyalogu içeren yöntemleri önermesi, öte yandan kendisinin terörle mücadele stratejisi gereğince tek terör örgütü gördüğü El-Kaide'ye karşı “teröristi dünyanın neresinde hangi delikteyse bulup imha etme”[21] yönündeki iki farklı uygulamasına Türkiye'den karşılık verilemiyordu.[22] 

İstihbarat Paylaşım Mekanizmasıyla Türkiye'nin Hareketleri Sınırlandırılıyor 
5 Kasım görüşmesinden kısa süre sonra istihbarat paylaşım mekanizması teşkil edilmiş, 1 Aralık 2007'den itibaren TSK'nın sınır ötesi operasyonları başlamıştı.[23] Şubat 2008'de kara birliklerinin katılımıyla gerçekleştirilen sınır ötesi harekata en büyük tepki Barzani ve ABD Savunma Bakanı’ndan gelmiş, Türk askerinin derhal Irak'tan çekilmesi istenmişti.[24] Gelişmelerden, aslında ABD'nin bu operasyonların hava operasyonlarıyla sınırlı kalmasını istediği, Türk askerinin karadan Irak'a müdahalesini engellemek için Türkiye'ye sınırlı hava operasyonu ortamı yaratılarak Türk hükümetinin, askerlerin, kamuoyunun gazının alınmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Amerikan resmi makamlarının beyanına göre istihbarat paylaşımı mekanizmasıyla Türkiye'nin hareketlerinin kontrol edilebildiği, Irak'ın kuzeyine yönelik kapsamlı harekat icra etmesinin engellendiği Amerikan Kongresi’ne sunulan raporlarda yer almaktadır.

[25] Ayrıca Wikileaks belgeleri arasında yer alan Amerikan raporlarında istihbarat paylaşım mekanizmasıyla oluşan olumlu ortamın diğer askeri konulardaki işbirlikleri için manivela olarak kullanılması, TSK'nın sınırlı hava operasyonlarının askeri etkisinin az olduğu, bununla birlikte ABD'nin PKK ile mücadeleye destek verdiği algısının kuvvetlendiği, TSK'nın hava operasyonu yapmadan yeterli zaman öncesinde ABD'ye bilgi vererek Irak'ın kuzeyindeki Amerikan askerlerinin bölgeden(!) ayrılmasının sağlanmasını istediği belirtilmektedir.[26] 

ABD gidişattan memnundu. Türkiye ise kamuoyu baskısını azaltacak şekilde sınır ötesi operasyon yapabiliyor olmaktan memnun, ama sorunun gerçek çözümünden uzaktı. "Sınırlı" sınır ötesi operasyonlarla Türkiye'ye bir şey daha gösterilmişti. Irak bu resmin içinde yer alacaktır, ancak esas güç Barzani'dir. Zaten özellikle Irak'ın üçlü mekanizmaya dahil olmasıyla birlikte hem Amerikalılar hem Bağdat yönetimi Barzani'yle görüşülmesini sürekli telkin etmişlerdir. Şubat 2008'deki hava destekli sınır ötesi kara operasyonunun planlandığı şekilde icra edilmesini engellemesiyle Irak'ın kuzeyinin Barzani'den 
sorulduğu fiilen Türkiye'ye gösterilmek istenmiştir. Artık Barzani PKK konusunda bir güç merkezidir, sorunun çözümü(!) ondan geçmektedir. 

Bütün bunlar 2008 yaz aylarından itibaren Türkiye'yi adeta Barzani açılımına yönlendirmiştir. Önce 1 Mayıs 2008'de N. Barzani'yle görüşülerek ilk resmi açık temas gerçekleştirilmiş[27], görünüşte üçlü pratikte dörtlü olan işbirliği mekanizması kapsamında anlık istihbaratın paylaşımını sağlayacak bir ofisin 
Erbil'de kurulmasının gündeme gelmesiyle (ofis Haziran 2009'da faaliyete geçmiştir)[28] Barzani yönetimi Bağdat'ın önüne geçerek mekanizmanın işleyişinde (daha doğrusu istihbarat akışının kilitlenmesinde) kontrolü ele geçirmiştir. Özellikle Eylül 2008'den sonra özel temsilci M. Özçelik'in 
Barzani ile başlayan görüşmeler süreci[29] Haziran 2009'da hükümeti Kürt açılımına kadar getirmiştir. 
Çünkü Türk hükümetine sorunu Kürt sorunu olarak lanse eden, sorunun silahla değil, diyalogla çözülebileceğini bu bağlamda her türlü desteği vereceğini ama askeri tedbirlerle sorunun çözümüne karşı olduklarını vurgulayarak konuyu direniş/özgürlük düzlemine taşıyıp siyasi çözümü zorlayanlar arasına ABD, AB, Irak'tan sonra Barzani de katılmıştır. 

Beşinci Ortak Teröristbaşı; Tek Muhatap 

Barzani çözümün tek anahtarı olarak lanse edilirken bir süre sonra gerçeğin öyle olmadığı anlaşılacaktır. 
Sonradan açığa çıkan bilgiler göstermektedir ki aslında hükümet PKK ile 2006'dan buyana gizlice görüşmektedir[30]. 2009 Kürt açılımının arkasında PKK'dan alınan/verilen sözler vardır.Hükümetin kontrolünde olmadığı anlaşılan açılım süreci Habur fiyaskosuyla sonuçlanmıştır.[31] Bu manzara açılım 
konusunu bir süreliğine rafa kaldırtmış, ancak terör saldırıları sürerken gizli görüşmelerin devam ettiği Oslo görüşmelerinin ses kayıtlarının deşifre olmasıyla yeniden ortaya çıkmıştır. Oslo'nun da fiyaskoyla sonuçlanması 2011 genel seçimlerinin sonrasında Türkiye'yi yeniden terör saldırıları sürecine maruz 
bırakmıştır. 

2012 yaz aylarının sonuna gelindiğinde PKK'ya karşı gerçekleştirilen askeri operasyonlar ve KCK operasyonları örgütü yeniden tükenme noktasına getirmek üzereyken PKK'nın güdümünde gerçekleşen anadilde savunma/eğitim ve Kürt kimliğinin tanınması, teröristbaşına sözde tecridin kaldırılması, operasyonların durması gerekçeleriyle 12 Eylül 2012'de başlayan açlık grevinin "teröristbaşının 
direktifiyle sona erdirilmesi”[32] teröristbaşının tek muhatap olarak hükümetin karşına çıkarılmasıyla sonuçlanmıştır. Artık teröristbaşı beşinci ortak olarak ancak belirleyici aktör olarak masadadır. 

Bu olaydan sonra MİT'in teröristbaşıyla görüşmelerini sıklaştırdığı, teröristbaşının görüşlerini esas alan bir plan üzerinde anlaştıktan sonra 2013 yılı başından itibaren hükümet tarafından İmralı-Barış-Çözüm gibi isimler alan bir sürecin başladığı kamuoyuna yansımıştır. Süreç "tek belirleyici" aktör konumundaki 
teröristbaşının aklındaki planla sürüyordu, yani PKK'dan kaynaklanan sorunun PKK'nın tutuklu liderinin belirlediği ilkeler çerçevesinde çözülebileceği iddia ediliyordu. 

2013 Yılı İtibariyle Bütün Bunlar Ne Anlama Gelmektedir? 

Türkiye PKK terör örgütünden kaynaklanan sorunla mücadelesinin iki ayrı dönemde iki farklıyaklaşımla yürütmüştür. 1984-99 döneminde tam bir mutabakatla sorunu terör sorunu olarak tanımlamış ve terörle mücadelenin gerektirdiği askeri tedbirleri kendi başına verdiği kararlarla başarılı şekilde 
uygulamış ve PKK liderinin yakalanmasını, örgütün Türkiye sınırlarını terk etmesini sağlamış, siyasi, sosyal, ekonomik tedbirlerin uygulanabilmesi için gerekli ortamı hazırlamıştır. Ancak 1999-2003 döneminde bu fırsat heba edilmiştir. 

2003'den sonraki dönemde ise Türkiye sorunun adını koyamamış, sorunu tanımlayamamış ve strateji hazırlayamamıştır. Çünkü PKK'nın salt terör örgütü kimliğiyle başarılı olamayacağını anlayanlar 2003 sonrasında PKK'yı bir direniş örgütüne dönüştürecek yöntemleri, evrensel değerler ile hukuku istismar ederek oluşturdukları talepleri terör tehdidiyle Türkiye'ye dayatmışlar, PKK terör örgütüyle pazarlık / müzakereye zorlamışlar ve bunda da başarılı olmuşlardır. AB ülkeleri ve ABD kendilerine karşı tehdit olarak gördükleri El Kaide'ye karşı askeri yöntemleri neredeyse tek seçenek olarak uygularken Türkiye'nin PKK ile mücadelesinde önerdikleri yöntem ise kendilerinin işgal ettikleri ülkelerde 
uygulamaya çalıştıkları direnişle mücadele yöntemleri olmuş Türkiye'nin askeri tedbirlerden vazgeçmesini istemişlerdir. Bu durum PKK'nın işini kolaylaştırmıştır. Bu süreçte; 

- Teröristbaşının sağ teslim edilmesinin ileride yol açabileceği sorunlar zamanın da iyi incelenememiş ve kavranamamıştır. 

- Terörle mücadelede Türkiye'ye yardım edenlerin aslında bir direniş örgütü yaratmakta olduklarının farkına varılamamıştır. 

- Türkiye sorunu tam ve doğru tanımlayamamış, adını koyamamıştır. Dolayısıyla teröre karşı Türkiye'nin bir stratejisi olmamış, boşluğu diğer aktörlerin stratejileri doldurmuştur. 

- Terör sorununa yönelik karar oluşturulmasında ortak sayısı artmış,   her seferinde  yeni ortak yönlendirici aktör olmuş, Türkiye'nin etkinliği sürekli seviye kaybetmiştir. 

- Bütün bunlara rağmen PKK'nın her açıdan çok sıkıştığı bir dönemde (2012 Sonbahar-Kış) Türkiye "müthiş bir operasyonla terör örgütüyle hem de anayasasını müzakere ve pazarlık ediyor pozisyonuna düşürülmüştür". Artık "müzakere yaptığınız örgüte terör örgütü diyemezsiniz" şikayetleri, "terörist 
derseniz süreç bozulur" tehditleri alınır duruma düşülmüştür. TSK'nın operasyon yapması nasıl engellenir arayışına girilmiş ve daha önce TSK'ya verilmiş operasyon yetkileri geri alınarak yurtdışı için her seferinde Hükümet'ten ve yurt içinde de ilgili Vali'den izin alınması düzenlemesi yapılmıştır. 

- Halen Türkiye'nin kendine has terörle mücadele stratejisi ve çözüm haritası yoktur. 2013'le birlikte teröristbaşı tek yetkili pozisyonundadır, çünkü ondan gelecek açıklamalara, mektuplara umut bağlanmıştır. 

- Türkiye, silah bırakmayan terör örgütüyle pazarlık yapan tek ülke konumundadır. Terör örgütü terör yaparak taleplerini "müzakere ve pazarlık yaptırtma" hedefine ulaşmış, maalesef terörle bir yerlere varılabileceğini göstermiştir. 

- Pazarlık / müzakerelerle yürütüldüğü anlaşılan süreçte teröristbaşının karşısına hükümet adına MİT müsteşarı oturtulmuştur. MİT kanununda teşkilata istihbarat faaliyeti dışında hiçbir görev verilemeyeceği açıkça yazmasına rağmen teşkilat bir pazarlık ve müzakere yürütme sürecine dahil edilmiştir. Bununla birlikte 30 yıldır terör yaparak yaşayan, demagoji ve pazarlık/müzakere konusunda çok tecrübe kazanmış teröristbaşının karşısına müzakere eğitimi / tecrübesi olmayan kişiler oturtulmuş ve yapılan müzakerelerden doğal olarak teröristbaşı galip çıkmış, müzakere edilerek bir sonuca ulaşılmasından ziyade teröristbaşının kuralları, zamanlamayı, uygulamanın nasıl olacağını dikte ettiği bir sürece 
dönüşmüştür. 

- Hükümet süreçle ilgili her şeyin kontrolleri altında olduğunu, sürecin başarıyla sürdüğünü söylemesine rağmen kamuoyun yansıyan gelişmeler maalesef bunu doğrulamamaktadır. Süreçte ne zaman neolacağını ne yapılacağını terörist başından başka tam olarak bilen yoktur. Süreçte atılacak adımlara ilişkin 
başarı kriterleri beli değil tam aksine tersine değerlendirmesinde ve inisiyatifindedir. 

Örneğin Başbakan teröristler silahlarını Türkiye'de bırakarak çekilecekler derken terör örgütü silahla çekileceklerini söylemiş, mizansen fotoğraflarla da bunu göstermişler ve süreçte kendi sözlerinin geçeceğini ortaya koymuşlardır. Bu durum sürecin başarıyla ve mutabık kalındığı şekilde yürümediğini göstermez mi? İnisiyatifin terör örgütünde olduğunu, sürecin başarılı olup olmadığına ilişkin son sözü teröristlerin söyleyeceğini göstermez mi? Teröristlerin Irak'a geçtiklerine dair mizansen fotoğraflar boy boy basında yer alırken Genelkurmay Başkanlığının buna ilişkin bilgi, belge, görüntüye sahip olmadığı açıklamasını da 
dikkate aldığımızda teröristlerin Türkiye'yi terk ettiklerini nasıl teyit edeceksiniz? 

Tek çare terör örgütünün ben çekiliyorum, çekilmeyi tamamladım açıklamasına inanmak olacaksa, sürecin hükümetin kontrolünde olduğunu söyleyebilmek mümkün müdür? 

- Bu süreçte yanlış giden diğer bir husus da hükümetin sadece teröristbaşının sözlerine esas alması ve bu sözleri çok güvenilir bulmasıdır. Ama uygulamada teröristbaşıyla görüşenlerin ve onları destekleyenlerin açıklamaları, hükümetin sürecin uygulanmasıyla gerçekleşeceğini söylediklerinin dışında ama sızan İmralı ve Oslo görüşme zabıtlarıyla örtüşen şeylerdir. Bunların teröristbaşının bilgisi 
dışında söylenmiş olması mümkün mü? Tabii ki değil. Dolayısıyla teröristbaşının gizli niyeti olduğunu ve iki yüzlü davrandığını göstermez mi? Böyle bir hareket tarzı Türkiye'nin bekası açısından kabul edilebilir bir davranış mıdır? 

Sonuç olarak bütün bunlar göstermektedir ki Türkiye, adını koyamadığı, tanımlayamadığı, PKK teröründen kaynaklanan ancak, bukalemunun renk değiştirmesi gibi değişik isimler konarak herkesin başka bir beklentiyle ele aldığı sorunu geçmişi terör, vahşet, kanla dolu güvenirliği sıfır olan bir kişinin aklıyla çözmeyi denemektedir. Türkiye teröristbaşının dümeni elinde tuttuğu su alan bir takaya bindirilmeye ve açık denizlere açılmaya zorlanmaktadır. Bunun kabul edilebilirliği, uygulanabilirliği ve yolculuğun güvenli bir şekilde sonuçlandırılması mümkün değildir. Çünkü bu taka bu haliyle sahilden açılamayacağı gibi, takanın içine sıkıştırılan Türkiye'nin hareket kabiliyeti kısıtlanmıştır. En ufak ters bir 
harekette taka alabora olabilecek, kıyıda takanın hareketlerini izleyenler (yani Irak'ın kuzeyinde elinde silahla bekleyen teröristler) alabora olan takanın içindekilerini bu ters hareketleri nedeniyle cezalandırmaya kalkacaklardır. 

Dolayısıyla Türkiye'nin terörle mücadele etmek yerine terör örgütüyle müzakere ederek sorunu çözmeyi düşündüğü mevcut süreç tamamlanmazsa da PKK’nın kaybedecek bir şeyi yoktur, çünkü mücadelesindeki en üst noktaya ulaşmıştır artık geri dönüş olmaz (yani PKK terör örgütü değildir, Kürtlerin tek temsilcisi olarak haklı bir özgürlük mücadele yapmıştır, teröristbaşı tek muhataptır algısı 
yerleşmiştir) bir noktaya ulaşmış olduklarından mücadelelerini yeni ve kendileri açısından avantajlı bir düzlemde devam ettireceklerdir. Süreç tamamlanırsa da zaten istediklerini almış olacaktır. Türkiye açısından ise mevcut sürecin iki sonucu da kayıpla sonuçlanacaktır. 


Uzman Hakkında

 Cahit Armağan Dilek
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
cadilek9011@gmail.com


Uzmanın Diğer Yazıları

  PUTİN-ERDOĞAN; Irak ve Suriye Konusunda Gerçekten Mutabakat Var Mı? 
  IKBY Referandumu, Kerkük, Barzani'nin Rus Ruleti ve Garantörlük 
  Barzani’nin Referandumu Erteleme Pazarlığı ve Şartlı Tuzağı 
  İdlib'teki El Nusra (HTŞ) Terörünün Türkiye'ye Yönlendirilmesi ve 
  Pakistanlaşmak 
  ABD'nin Türkiye'de İç Çatışma Öngörüsü ve Suriye'de PKK/YPG'ye Desteği 
  Almanya Türkiye'nin Savunma ve Güvenliğini Mi Hedef Alıyor? 
  ABD Esad'ı Vurmaya Hazırlanıyor!  
  Vekalet Savaşından Asıl Aktörlerin Savaşına; Suriye'de Savaş ve Bölünme 
  Derinleşiyor 
  Irak'ı bölecek son hamle; Barzani bölgesinde ve Kerkük'te bağımsızlık 
  referandumu 
  ABD'nin Yeni IŞİD Stratejisi; Teröristleri Yerinde İmha 
  ABD-PYD: Devlet-Örgüt İlişkisinden Devletten Devlete İlişkiye 
  ABD Peşmerge ve PKK/YPG'yi Profesyonel Orduya Dönüştürüyor  
  Soçi görüşmesi; Türkiye-Rusya ilişkileri gerçekten normalleşti mi, sorunlar 
  aşıldı mı? 
  Sincar ve Karaçok Operasyonunun Etkileri ve Sonuçları; Ne Oldu, Neler Olacak?  
  Obama aldattıysa Trump da aldatıyordur! 
  Tillerson'ın ziyareti; ABD ve Türkiye karşı cephelerdeki iki müttefik! 
  Kerkük Kürdistan'a bağlanırken; Kerkük düşerse Türkiye düşer! 
  Rakka’ya Kim Girecek? Türk Ordusu mu Suudi/Arap (İslam) Ordusu mu? 
  Erdoğan-Trump, Stratejik Ortaklık, El-Bab/Rakka, CIA Bşk.; ABD-Türkiye Nereye? 
  Suriye'de Federal Yapı Masada; Özerk Bölgeler Kuruluyor, Kürtler Kurucu Unsur  Oluyor! 
  Suriye bölünürken; Güvenli Bölge, Anayasa Taslağı, Fırat Kalkanı 
  Reina’daki Terör Saldırısının Düşündürdükleri 
  Suriye ve Irak’ın geleceğine Peşmerge ve PKK/YPG’nin “SU” tehdidi 
  Terörle Mücadeledeki Başarısızlıklarımız ve Yapılması Gerekenler 
  ABD ve Rusya Suriye’de “oyunu değiştirirken” Türkiye ne yapmalı? 
  El Bab’ta Türk Askerine Saldırı! Kim, Niye Yaptı? Şimdi Ne Olacak? 
  El Bab Düğümü; Türkiye’nin Güvenli Bölgesi, ABD/PKK’nın Koridoru, 
  Suriye’nin Tampon Bölgesi, Rusya? 
  Türkiye Musul’a Müdahale Edebilir Mi, Etmeli Midir? 
  Rakka’ya Menbiç Modeli Operasyon; Türkiye Dışarıda, ABD-PKK/YPG İşbirliği Zirvede! 
  Türkiye’nin Halep Kuzeyinde PKK/PYD’yi Vurması ve ABD/Rusya/Suriye’nin Tepkileri 
  Musul Operasyonuna Katılma Pazarlığının Arkasında Ne Var? 
  Fırat’ın Doğusunu Vurmadan İçeride PKK’yı Bertaraf Etmek İmkansız! 
  Şemdinli’deki PKK Terör Saldırısı ve PKK’nın Aklanması 
  ÖSO'yu Suriye'nin Milli Ordusu Yapma Girişimi Suriye'yi Böler 
  ABD Fırat Kalkanı’nı Soylu Mızrakla Deldi 
  Türkiye’de Konuşlanan Amerikan HIMARS Füzeleri Suriye’de Kimin Planlarına Hizmet Eder? 
  FETÖ’nün Başının İadesi İçin Terörizm mi Al Capone Suçlaması mı? 
  Türk Ordusu’na Nasıl Kıydınız? 
  Evet FETÖ’yü Mutlaka Yok Edelim Ama TSK’ya Kıymayalım! 
  ABD Türkiye’yi NATO Üyeliğiyle Bal Gibi Tehdit Etti! 

  
Ahlatlıbel Mah. 1830. Sokak No:39 İncek/Çankaya ANKARA
 Tel: +90 312 489 18 01 | Belgegeçer: +90 312 489 18 02 | Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 




DİPNOTLAR;

[1] TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na bağlı Terör Alt Komisyonu’nun Ocak 2013'de açıklanan raporunda son 30 yılda terör nedeniyle toplam can kaybı 35 bin 576’dır. Buna göre 7 bin 918 kamu görevlisi şehit oldu, 5 bin 557 sivil hayatını yitirdi ve 22 bin 101 PKK’lı ölü olarak ele geçirildi. "30 Yılın Terör Bilançosu: 35 bin 576 ölü!", Radikal, 

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1118893(28.01.2013). 

[2]ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ricardione Mayıs 2011'de 32.Gün programındaki röportajında "Öcalan'ın yolda ölmemesi, doğru bir dava görmesi, Kürt sorununda önemli adımlar atılması, idam edilmemesi" koşulların olduğunu doğruluyordu. “Öcalan'ı biz teslim etmedik, sadece Türkiye’nin işini kolaylaştırdık”, Gazetevatan, 

http://haber.gazetevatan.com/ocalani-biz-teslim-etmedik-turkiyenin-isini-kolaylastirdik/377067/1 /gundem, (13.05.2011). 

[3]Yazarın notu: Terörle Mücadele ve Direnişle(Insurgency) Mücadele ayrı bir yazı veya kitapta incelenmesi gerekecek kadar farklı ve kapsamlı kavramlardır. Örneğin, ABD'nin ayrı ayrı terörle mücadele ve direnişle mücadele stratejileri / doktrinleri vardır. Direniş stratejileri herhangi bir bölgedeki iç karışıklıklarda ve sonrasında barışı yapma ve barışı koruma harekatlarında veya işgal edilen bir ülkede o ülkenin vatandaşlarınca gösterilen direnişi sona erdirmek için 
uygulanacak yöntemleri kapsar. 

ABD Terörle Mücadele Stratejisi için bakınız 

http://www.whitehouse.gov/sites/default/files/counterterrorism_strategy.pdf. 

(01 Haziran 2011). ABD Direnişle Mücadele doktrini için bakınız
 http://www.dtic.mil/doctrine/new_pubs/jp3_24.pdf. (05.10.2009). 

Söz konusu dokümanlara göre örneğin, direnişle mücadele DDR (Disarmament, Demobilization, Reintegration) yani "silahsızlandır, terhis et, entegre et" 
yaklaşımını esas alırken, direnişçilerle görüşürsünüz, isteklerini anlamaya, silahları bıraktırarak yeni sisteme entegre ettirmeye çalışırsınız, bu kapsamda ev sahibi ülke yönetimini de bu işe yönlendirirsiniz. Terörle mücadele ederken 
teröristle görüşmek/pazarlık etmek yoktur, özellikle lider kadroda olanlar özel operasyonlarla öldürülür, ABD için zaten gerçek anlamdaki tek terör örgütü El-Kaide'dir. 

[4]"Foreign Terrorist Organizations", US Department of State, http://www.state.gov/j/ct/rls/other/des/123085.htm. 
(28.09.2012). 

[5]"Council Decision 212/333/CFSP", The Council of the European Union, 

http://eur-lex.europa.eu/ LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2012:165:0072:01:EN:HTML. (25.06.2012). 

[6]"Bağdat Düştü", NTVMSNBC, http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/209701.asp?cp1=1#BODY. (10.04.2003). 

[7]"Commanderin Chief Lands on USS Lincoln", CNN International, 

http://edition.cnn.com/2003/ALLPOLITICS/05/01/bush.carrier.landing/. (02.05.2003). 

[8]"Çuval Olayı", Vikipedi, 

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87uval_olay%C4%B1. (12.04.2013) 

[9]"Washington'daki Gizli Toplantı Sonrası Yakılan Kıvılcım", Açık İstihbarat, 

http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=8597. (05.01.2010). 

[10]"PKK Zirvesi 11 Ocak'ta", Hürriyet, 

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=286545. 

(05.01.2005). 

[11]"ABD'den PKK Özel Temsilcisi" Hürriyet, http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=4875328, (05.08.2006). 

[12]"ABD, Irak ve Türkiye'de PKK'ya Karşı Kurulan Kurum Çöktü; Özel Temsilcilik Fiyaskosu", Radikal, 

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=230457, 20 Ağustos 2007. (20.08.2007). 

[13]"Irak Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Mutabakat Muhtırası", Dışişleri Bakanlığı, 
07.08.2007, 

http://www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/Bolgeler/Mutabakat Muhtirasi Irak. pdf. 

[14]"Türkiye Irak Terörle Mücadele Anlaşması İmzalandı", Haberler.Com, 

http://www.haberler.com/turkiye-irak-terorle-mucadele-anlasmasi-imzalandi-haberi/. (28.07.2008).

[15]"ABD'nin Irak'tan Çekilme Süreci ve Bölge Dinamikleri Açısından Değerlendirilmesi", BÜSAM, Ocak 2009, 

http://busam.bahcesehir.edu.tr/rapordosya/080109abd-iraktan-cekilme-sureci.pdf. 
Ayrıca 15 Ekim 2009 tarihinde imzalan yeni Türkiye-Irak Terörle Mücadele Anlaşması da henüz TBMM'de onaylanmamıştır. Bakınız; 

http://www.tbmm.gov.tr/gundem/gundem.htm, (11 Nisan 2013). 

[16]"TSK'nin Irak'ın Kuzeyinden Ülkemize Yönelik Terör Tehdidinin ve Saldırılarının Bertaraf Edilmesi Amacıyla Sınır Ötesi 
Harekat ve Müdahalede Bulunmak Üzere Irak'ın Kuzeyine Gönderilmesi ve Görevlendirilmesine İçin Hükümete Bir Yıl 
Süreyle İzin Verilmesine Dair TBMM Kararı", 17 Ekim 2007, 
http://www.tbmm.gov.tr/tbmm_kararlari/karar903.html,. 

[17]"PKK'dan Dağlıca Baskını", Milliyet, 

http://www.milliyet.com.tr/2007/10/22/guncel/agun.html, (22.10.2007). 

[18]"Peşmerge Sınırda, Kuzey Irak'ta Endişe", Hürriyet, 

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/7535524.asp?gid=180&sz=14304, (22.10.2007) 


[19]"Erdoğan - Bush Görüşmesi Sona Erdi", Sabah, 

http://arsiv.sabah.com.tr/2007/11/05/haber,3F42A4BD7DEA4B51AE9E5CBD6AC9C9CA.html. (05.11.2007). 

[20]"Bush: We need to change our strategy in Iraq", CNN, 

http://edition.cnn.com/2007/POLITICS/01/10/ bush.transcript/ 

(11.01.2007). 

[21]Yazarın Notu: ABD Başkanı Bush 11 Eylül saldırılarından sonraki konuşmalarında "terörist saldırıları normal bir polisiye olay gibi görmeyecekleri ni, ABD'ye saldıran teröristlerle dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar hangi delikte saklanırlarsa saklansınlar arayıp bulup imha edeceklerini" ifade etmiştir. Başkan Obama da özellikle 2009 Afganistan-Pakistan stratejisini açıklarken benzer yaklaşımı kapsayan ifadeler kullanmıştır. Nitekim El-Kaide liderinin  Pakistan'da öldürülmesi, halen özellikle Pakistan ve Yemen'de insansız uçaklarla seçilmiş lider kadrodaki teröristlere yönelik imha operasyonları bu terörle mücadele stratejisinin en somut örnekleridir. 

[22]"ABD'den PKK'ya Ladin Formülü", Milliyet, 
http://gundem.milliyet.com.tr/abd-den-pkk-ya-ladin-formulu-/gundem/gundemdetay/17.10.2012/1612841/default.htm, 

(17.10.2012). Yazarın Notu: ABD Büyükelçisi Ricardione ABD'nin Türkiye'ye Usame Bin Laden'in öldürülmesiyle ilgili benzer operasyonların Türkiye tarafından da PKK lider kadrolarına yapılmasını önerdiğini açıkladı. Bunu açıkladığında büyük ihtimalle Türkiye'nin artık PKK terör örgütüyle müzakere aşamasında olduğunu biliyordu. 

[23]"İlk Sınır Ötesi Operasyon", Sabah, 

http://arsiv.sabah.com.tr/2007/12/02/haber,4CF1385C7142487FB93CD73E3AC2C1E1.html. (02.12.2012). 

[24]"ABD: Harekat Bir An Önce Tamamlanmalı", NTVMSNBC, 

http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/436669.asp, (22.02.2008). 

[25]“The Kurds in Post-Saddam Iraq”, Kenneth Katzman, CRS Report, 01 September 2009. 

[26]Wikileaks belgeleri arasında yayımlanan ABD Ankara Büyükelçiliği’nin 05 Aralık 2007 tarihli ve 07ANKARA2898 numaralı mesajı.

[27]Yazarın Notu: Bu tarihte Bağdat'ta Irak Cumhurbaşkanı Talabani'yi ziyaret eden zamanın Başbakanlık Danışmanı Ahmet Davutoğlu ve Türkiye'nin Irak Özel Temsilcisi Murat Özçelik Irak'ın kuzeyindeki yerel yönetimin Başbakanı Neçirvan 
Barzani ile de görüşmüştür. 

[28]"Atalay Erbil'de Barzani ile Görüştü", Sabah, 

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2009/12/21/atalay_erbilde_barzani_ile_gorustu, (21.12.2009). 

[29]"Özçelik-Barzani Görüşmesi Sona Erdi", Haber Türk, 

http://www.haberturk.com/gundem/haber/102713-ozcelik-barzani-gorusmesi-sona-erdi, (14.10.2008). 
"Büyükelçi Özçelik Barzani ile Görüştü", CNN Türk, 
http://www.cnnturk.com/2010/dunya/09/23/buyukelci.ozcelik.barzani.ile.gorustu/590578.0/index.html, (23.09.2010). 

[30]"PKK ile Pazarlık, Öcalan ile Anayasa Yapmak", Ümit Özdağ, Kripto Yayınları, Ankara, 2013. 

[31]"34 PKK'lı Habur Sınır Kapısından Girip Teslim Oldu", Milliyet, 

http://www.milliyet.com.tr/acilim-da-kritik-an/siyaset/sondakikaarsiv/12.08.2010/1151953/default.htm, (19 Ekim 2009). 

[32]"Açlık Grevleri Sona Erdi", CNN Türk, 

http://www.cnnturk.com/2012/turkiye/11/18/aclik.grevleri.sona.erdi/685028.0/index.html, (18.11.2012). 


http://www.21yyte.org/ adresinden 
12.08.2013 13:48 tarihinde indirilmiştir

..
***