25 Mart 2020 Çarşamba

BANA YALAN SÖYLEYEN YILLAR., YAZI SERİSİ BÖLÜM 2

BANA YALAN SÖYLEYEN YILLAR., YAZI SERİSİ BÖLÜM 2



Gel Artık

Mustafa Mutlu

Bir yılın daha son günündeyiz, “özlem”im.
Ahmed Arif’in dediği gibi; bu yıl da aç kaldım, susuz kaldım.
Yine hayın, yine karanlıktı gece!
Can garip, can suskun, can paramparçaydı yine...
Ve ellerim hep kelepçedeydi.
Tütünsüz uykusuz kaldım, “özlem”im;
Yine de terk etmedi sevdan beni...

***
Bugün yılın son günü... Siz henüz bilmiyorsunuz ama ben her yılın son gününde sadece “özlem”imi yazarım!
İyiye, güzele, doğruya duyduğum özlemdir bu...
Ve sanırım ki yazınca özlemim bitecek...
Tecrübeyle sabit: 
Biten biz oluyoruz; özlem ise olduğu yerde duruyor!

***
“Özlem”, yaşanmışlıklara yönelik bir duygudur aslında...
Yaşamadığınız şeyi özleyemezsiniz çünkü!
Ama... Nasıl olduysa bu kurt, yıllar önce düştü içime; ben yaşamadıklarımı da özlüyorum artık!
İnsanların birbirlerini ciddiye aldıkları bir dünyayı özlüyorum örneğin!
“Açlık sınırları”nın bilinmediği...
Maden işçilerinin ekmek parası için kör kuyularda can vermediği...
Gencecik çocukların polis kurşunuyla katledilmediği  bir dünyayı...
Gazetecilerin, yazarların, akademisyenlerin, aydınların; sırf savundukları görüşler yüzünden yılbaşı gecelerini soğuk koğuşlarda hüzün içinde geçirmedikleri bir ülkeyi özlüyorum.
Terörle mücadele etmiş komutanların, yakaladıkları teröristlerin verdiği ifadelerle, “terör” suçundan içeri tıkılmadığı.. 
Dinin ve etnik kökenin siyasete ve ticarete alet edilmediği bir ülkeyi...
Yönetmenin; “bağırmak, hakaret etmek, dalga geçmek”, siyaset yapmanın ise “yalan söylemek” olmadığı bir ülkeyi...
İnsanların koltuk ve para için vücutlarını ve beyinlerini satmaya ihtiyaç duymadıkları...
Emeğin hakkının verildiği...
Çevrenin talan edilmediği...
Güçlülerin güçsüzleri ezmediği bir ülkeyi özlüyorum.

***
Kısacası... Değerleri olan bir ülkeyi özlüyorum.
Bizi biz yapan kavramların iğdiş edilmediği... 
Bu ülke için ölen atalarımızın ruhlarının yerlerde süründürülmediği...
Aşkların doyasıya yaşandığı...
Hakkını arayanların dövülmediği, işkenceden geçirilmediği; tam tersine, yüceltildiği bir ülkeyi...
Bölünmenin değil, birleşmenin kutsandığı...
Yoksulluk ve cehaletten beslenen siyasetin tarihe karıştığı...
“Kadınlara eşitlik” söyleminin bile, aslında kadınlara hakaret sayıldığı bir ülkeyi özlüyorum!
Ve bir yılı daha bu “özlem”lerle bitirirken, önümüzdeki yıl bugün yayınlanacak olan yazımda, özlemlerimin azaldığını göreceğime inanmak istiyorum.

***
Ben her yılın son gününde sadece “özlem”i yazarım!
İyiye, güzele, doğruya duyduğum özlemdir bu... Ve sanırım ki; yazınca özlemim bitecek...
Tecrübeyle sabit: 
Bitmiyor!
Mutlu yıllar...

OPERASYON! 

Nurhan Gül isimli bir ev kadını, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Akhisar mitingi sırasında, evinin balkonundan ayakkabı kutusu göstermiş!
Sen misin bunu yapan?
Bir yandan Başbakan’ın korumaları, diğer yandan Çevik Kuvvet polisleri azılı katil yakalar gibi Nurhan Hanım’ın evini basmış ve yaka paça karakola götürmüş!
Savcı, eline hırsızların listesini verecek; Başbakan’a yakınlar diye birini bile alıp adliyeye getiremeyeceksin ama... Sırf Başbakan’ı protesto ettiği için, bir kadının evine “operasyon” düzenleyeceksin!
İktidar tarafından, kendi halkına karşı “maşa” gibi kullanılan Türk polisi...
Seni, bu durumlara düşürenler utansın!

YILIN SORUSU

Yolculuk sırasında kalp krizi geçiren ve öleceğini anlayan bir kaptan, aralarında sizin de olduğunuz yolcularıyla birlikte gemisini batırmaya kalkışıyorsa... Ve onu bu kararından vazgeçiremiyorsanız... Sorum size:
Ne yaparsınız?
Allah aşkına... Bir kez de
oyları değil, ‘erdem’i sayın!
AKP Genel Sekreteri Haluk İpek, dün bir açıklama yapmış ve partilerine yönelik yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun, oylarını daha da artırdığını iddia etmiş...
İpek’e göre AKP’nin oy oranı bugün için yüzde 50’ymiş!

***
Haluk İpek’in verdiği oran doğru olabilir.
İyi de bu, Başbakan’ın, bakan çocuklarının, bakanların, bürokratların, siyasetçilerin, partiye yakın işadamlarının isimlerinin çok ciddi yolsuzluklara karıştığı gerçeğini değiştirir mi?

Haluk Bey’in partisine oy verenlerin bir bölümünün, “Başbakan’ın bilmem neresinin kılı” olduğunu biz söylemedik; kendileri meydanlarda itiraf ettiler...
Yetmedi; onun için öleceklerini bile söyler oldular.
Böyle bir “büyü” ortamında, oyların düşmemesini anlarım elbette...
Ancak Haluk Bey’in ve başta Başbakan olmak üzere AKP’nin diğer üst düzey yetkililerinin, “Biz asla yolsuzluk yapmadık” diyememelerini     anlayamam...

***
Kısacası Haluk Bey sizin için bir önemi olur mu bilmem ama...
 Önemli olan, oran değil; erdemdir!

YILIN İSYANI!

İsyanım, oğlunu “şüpheli” sıfatıyla ifade vermeye davet eden Cumhuriyet Savcısı’nı, “Dur bakalım, seninle daha işimiz var” diye tehdit eden Başbakan’a: Sen de dur bakalım; burası babanın çiftliği değil!



*********

2013’ü Çok Arayacak

Emin Çölaşan .,

“Oradaki bir savcı iş takip ediyor…”
“Fatih Belediye Başkanıma iftira atıyorlar…”
“Bu iftiraları atanlar vatana ihanet içindedir…”
“Yolsuzluğu babamın oğlu yapsa izin vermeyiz…”
“Bu savcı kimin savcısı? Bu nasıl savcı? Başsavcı ondan dosyayı istedi diye feryat ediyor beyefendi… Marjinal örgütlerin militanı gibi. Daha dur bakalım savcı efendi, senle işimiz var…”
“Gezi dediler, cam çerçeve indirdiler. Şimdi de yolsuzluk şu bu diyorlar, yine cam çerçeve indirmeye gayret ediyorlar…”
“Faiz lobisi…”
“Kimin kimle işbirliği içerisinde olduğunu da deşifre edeceğiz, ortaya koyacağız…”
“Ne zaman ki çıkarları zedelendi, bize saldırı düzenlediler…”

* * *

Bir haftayı geçti, aynı sözleri ezberlemiş, papağan gibi tekrar edip duruyor. Yeni hiçbir şey yok. Bir günde bindirilmiş kıtalarıyla bazen üç miting yapıyor, ezberlediği sözleri okuyor.
Üstelik yargıyı, yargı mensuplarını tehdit ediyor.
Savcı Muammer Akkaş bu sözlerinden sonra Tayyip’e her konuşması için bir tazminat davası açsa tazminat zengini olur ve köşeyi döner.
“Bunlar milleti hiçbir zaman adam yerine koymadılar” diye bağırıyor.
Dün ak dediğine bugün kara, dün kara dediğine bugün ak diyor.
Çelişkiler içinde bocalıyor, emrindeki devlet gücünü kullanıyor.
2013 yılında ruhsal durumu iyice bozuldu.
2014’te 2013 yılını çoook arayacak.
“Meğer ben ne mutluymuşum da değerini bilmemişim” diyecek.

Kutu kutu!

Cumartesi günü Tayyip Manisa, İzmir ve Akhisar gezisinde… Yine kürsüde, yine herkese saldırıyor, tehdit ediyor.
Sağlığı ve sinir sistemi iyice bozuldu ya, bağırıp çağırarak biraz olsun rahatlamayı, yandaşlarından aferin almayı umuyor.
Akhisar’da nutuk atarken, meydanın hemen yanıbaşında bir ev… Orta yaşlı bir kadın evinin balkonuna çıkmış, eline rüşvet paralarının simgesi olan ayakkabı kutusunu almış, sallamaya başlıyor.
En doğal demokratik hakkını kullanıyor, ayakkabı kutusuyla sessiz bir gösteri yapıyor.
Aradan 10 dakika ya geçiyor ya geçmiyor, polisler ve Tayyip’in koruma ordusu, Nurhan Gül’ün evini basıyor.
Önce ev araması yapılıyor, ayakkabı kutusundan başka suç unsuru (!) bulunamıyor.
Bu durumda polisler Nurhan Hanım’ı yaka paça karakola götürüyor. Karakolda ifade vermesi isteniyor. Şunları söylüyor: (İfade tutanağından aynen.)
“Meydanda Başbakan konuşuyordu. Ben kendi ikametimde terasta oturduğum sırada yanımda bulunan boş ayakkabı kutusunu salladım ve daha sonra indirdim. Herhangi bir kelime veya söz söylemedim.
Balkonda oturduğum sırada daire kapısının önüne polisler geldi ve bana ayakkabı kutusu sallayan kişinin kim olduğunu sordular. Ben kendilerine ben olduğumu söyledim.
Ayakkabı kutusunu sallamamdaki sebep, almış olduğum 690 TL emekli maaşımın düşük olmasından dolayıdır. Buna, yolsuzun ve hırsızın peşine düşülmektense savcının ve polisin peşine düşülmesinin sebep olduğunu düşündüğüm için protesto ettim. Benim söyleyeceklerim bundan ibarettir dedi. 29 Aralık 2013 saat 13.30.”
Emekli ev kadını Nurhan Gül şimdi savcılığa sevk edilecek, savcı eylemde suç görürse hakkında dava açılacak!
İşte size Türkiye’nin durumu.
Siz siz olun elinize ayakkabı kutusu almayın, alırsanız balkondan sallamayın, ama içinde 4.5 milyon dolar varsa çaktırmadan eve götürün!

* * *
Bir başka ayakkabı kutusu olayı İstanbul’da AKP’li Beykoz Belediyesinde geçti. Belediye Zabıta Müdürlüğü tarafından zabıta memuru Mehmet Özgül’e yapılan 28 Aralık 2013 tarihli tebligat:
“23 Aralık Pazartesi günü saat 11.45 ile 12.00 saatleri arasında elinizde şeffaf ve içi görülür poşet içinde ayakkabı kutusuyla Başkanlık giriş kapısından girerek memurlar odasına geldiğiniz ve çevrenizdeki görevlilere “Biz de artık alışverişimizi, aldıklarımızı ayakkabı kutusuna koyuyoruz. Günümüzde moda buymuş” gibi sözler sarf ettiğiniz görülmüştür.
Ülkemizin gündemi olan bir soruşturmada medya tarafından partilerin siyasi amaçla kullandıkları simgeleri (ayakkabı kutularını) kamu görevi esnasında kamu binasında yaptığınız anlaşılmaktadır. (Türkçeye bakın!)
Konu ile ilgili savunmanızı 7 gün içerisinde vermeniz rica olunur.”
Sayın zabıta kardeşim Mehmet Özgül, ilk bölümde yazdıklarım senin için de geçerlidir.
Almışsın eline ayakkabı kutusunu, girmişsin belediye binasına…
Ne işin var senin ayakkabı kutusuyla? Bundan sonra seni o AKP belediyesinde biraz zor tutarlar!

* * *
Dün iki tanışımız için iki çift yılbaşı hediyesi terlik almıştım. Mağazada terlikleri iki ayrı ayakkabı kutusuna koyduklarını görünce işkillendim…
“Kutuya koymayın onları, kağıda sarıp poşete koyun!”
“Niçin efendim?”
“Eve gidene kadar yakalanırsam başıma iş açılır. Biri ihbar eder, sonra iki kutu yüzünden karakol, savcılık, mahkeme, uğraş dur!..”
Para uğruna
Pazar akşamı oynanan Fenerbahçe-Kayserispor maçında on binlerce seyirci “Hırsız vaar” diye bağırıyor, hükümeti protesto ediyor, “Hükümet istifa” sloganları atıyordu.
Maçın hemen ardından eski futbolcu Rıdvan Dilmen’in NTV Spor’da programı var, maçı yorumlarken birdenbire işi siyasete döküyor:
“Sayın başbakanımızın protesto edilmesi çok ayıptır, kendisine karşı yapılan bir saygısızlıktır. Çok ciddi hizmetleri olan ülkenin başbakanına haksızlık yapılıyor. Bu haksızlığı kınıyorum…”
Maç yorumu programında bu kadarını Hakan Şükür bile söylememişti. O halde Rıdvan bu olaya niçin soyundu?
Kendiliğinden soyunmadı.
Patronu istedi…
“Uyar şu Fenerbahçe seyircisini de bundan sonra sayın başbakanımıza saygısızlık etmesinler” dedi!
NTV ve NTV Spor kanallarının sahibi Ferit Şahenk, Tayyip döneminin yükselen yıldızı! Türkiye’nin en büyük zenginlerinden biri, Tayyip’in en başta gelen yandaşı.
NTV’nin de Aydın Doğan’ın CNN-Türk’ü gibi iktidar yağcılığına nasıl soyunduğunu bilirdik de, spor kanalına bile yandaşlık sokacağını düşünmezdik.
Bunu da yaptılar, Rıdvan’ı kullandılar. Daha doğrusu, Rıdvan o kanaldan aldığı yüksek ücret nedeniyle kendini kullandırdı.
Yazık etti.


****************

2013’ün Son Rüyası

Orhan Bursalı.,

Yılın son günü ne yazılır? Aslında o kadar çok yazılacak şey var ki... 
Mesela Yargıtay’ın İmamı üzerine Mehmet Ali Şahin’in “karar vermek için Pensilvanya’ya gönderiyorlar davayı” açıklamasını mı? Başbakan’ın artık köfte olmuş yenip bitmiş, kendini durmadan yineleyen lakırdılarını mı? Şu sıralarda Cemaat-Başbakan arasındaki üç günlük ateşkesin, enerji biriktirmeye enerji/ cephane doldurmaya yönelik niteliğini mi? Seçimlere kadar neler olabilir üzerine birtakım spekülatif görüşlerimi mi? 

Yoksa Başbakan ve adamlarının Cemaat için hazırladıkları devlet içinde illegal yapılanmaya nereden başlayacakları ve başlamaları gerektiği üzerine nesnel olayları mı?

Evet bu sonuncu çok önemli... Bu illegal yapılanma konusunda delil bulmakta hiç zorlanmazlar... Eğer isterlerse... Odatv, Balyoz, Ergenekon ve benzeri davalar, devlet içinde, Emniyet-istihbarat-savcı-özel yetkili mahkemeler arasındaki yasadışı işler çevirmek, olmayan belgeler uydurarak insanları yıllarca içeri atmak, sahte CD’ler üretmek... konusunda yüzlerce delil bulurlar...
Bu davaların neden adil görülmediği konusuna bir girseler, oooo, devlet içinde yasadışı örgütlenme, anayasayı ortadan kaldırmak, yasaları hiçe saymak, keyfi yargılama yapmak konularında bir soruşturma açmaya kalkışsalar, yeri göğü inletirler ve devlet içindeki yapılanmayı, en alttan en tepeye kadar siler süpürürler... 
Evet, yeter ki istesinler... 
Büyük çatışmalar büyük oynamayı gerektirir... 
Yoksa büyük çatışmalar kazanılamaz... 
Ama ben bu konuda yazmayacağım, yılın son günü!
Ülkemizde milyonlarca insanın gördüğü kötü rüyalardan birini, bu ülkenin yaşadığı kâbuslardan birini yazacağım...

***
Rüya gerçek. Kızım gördü. Tarih, polisin son Taksim saldırısının gecesi... 
“Bir adaya gidiyoruz, tatil vs. gibi bir zaman. Ama adaya giden bizler beyaz adamlarız. Karşı adada ise çıldırmış gibi ayin yapan, öyle sandığımız ya da ne yapıyorlarsa işte, bir kabile var.. O kadar çoklar ki bizi görünce denize atlayıp bizi yakalamaya geliyorlar... Çok hızlı yüzüyorlar... 
‘Savages on strike’ (Vahşiler) filmi gibiydi.
T. de vardı rüyada; T, her şey iyi güzel olacak korkma, filan gibi şeyler söylüyor ama vahşiler çok hızlı ve saldırganlar.. Öldürmeye geliyorlar ve ama hepsi hiç düşünmeden bıçak kullanarak sürekli adam öldürüyorlar. 
Suyun içine saklanıyorum, ölü taklidi yapıyorum, ama bir tanesi suda beni görüyor, parmağını gözüme filan batırıyor, ama ben buna rağmen renk vermiyorum ölü taklidimi sürdürüyorum... 
Yanımda iki kişi daha var taklit yapan, nefeslerimizi tutmuşuz, gıdım hava almıyoruz. 
Tansu, saldırı bitti sanıp tekneyi suya indiriyor. 
Adamlar görür görmez yeniden atlıyorlar suya. 
Ben koşarak kaçıyorum.. Bir de B’yi görüyorum, yanımda. 
Sonra kendimi bir vahşinin evinde buluyorum ve ben saklanıyorum, saçlarım kahve sarı tonunda ve uzun...
Bir masanın altına gizlenmişim, B. bana siper olmuş, evin patronu ise bir zenci kadın ve B’yi koruyor.
Kadın beni fark etmiyor. 
Gözümün önünde kaç kişi gitti, öldü, geçti... nasıl kurtulduk anımsamıyorum şimdi... 
Bir de, bir köyden geçiyoruz bir araçla, kalabalığız... O köyde ise barışçıl zenciler var, bazıları giyimli... 
Bize dua ediyorlar, arkamızdan Sünniii Sünniii diye bağırıyorlar... 
Her şey çok acayipti... 
Çok korktum ya...”

***
Kızım bu rüyayı anlattıktan sonra bize, sabah olan bitenlere baktım internet sitelerinde... 
Şu vahşeti gördüm.. Polis, makineli tüfeğiyle plastik mermi sayıyor durmadan, yürüyerek hiçbir şeye aldırmadan ve doğrudan kitleleri hedef alarak... 
Yurttaşların, ne yapıyorsun sen, ikazlarına hiç aldırmadan.. 
Şu adresten bakın: 
www.cumhuriyet.com. tr/video/23461/Polis_kendini_kaybetti_.html 
Recep Tayyip Erdoğan, ülkeye kâbuslar yaşatan ve durmadan yeni kâbuslar yaratan Başbakan’ın adı. 
Mutlu yıllar mı demeliyim?
Evet, bilinmezlik içinde yürüyorsak da, bu yıl mutlu yıllar diyeceğim okurlara ve bu kâbuslarla uyanan milletime... 
Çünkü bu kâbusların eninde sonunda sonu gelecek..
Mutlu yıllar! 
Herkes kendine iyi baksın; sevgi, mücadele azmi, umut, geleceğe güven eksik olmasın kimseden... Bunlar yoksa biz de yokuz!


*****************

2015’E BİR KALA…

Şahap Osman ARAS (*)

Pek de hayırla anamayacağımız 2013 yılını geride bıraktık. Türk Silahlı Kuvvetlerine ve özelikle de Deniz Kuvvetlerimize büyük zararlar veren davalar vatandaşlarımızı derinden üzmekte iken, yıl sonunda ortaya çıkan vahim iddialar, iktidarı oldukça sarsmış bulunmaktadır. “İleri Demokrasi” söylemiyle yola çıkan Başbakan Erdoğan, ülkemizde adeta bir korku imparatorluğu yaratmıştır. Maalesef, herkes telefonunun dinlendiğinden kuşkulu, başına gelebilecek iftiralardan korkuludur. Ancak, bu kuşku ve korkulara sebebiyet verenler, şimdi kendileri çok daha büyük kuşku ve korku içindedirler. Beş yıl önce “Ergenekon” ve “Balyoz” operasyonlarına övgüler düzenleyen yandaş medya ve iktidar, şimdi tam tersini yaparak, sövgüler yağdırmaktadır.
2013 yılında dış politikamız fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Güney komşumuz Suriye’de ateş, kan ve gözyaşı sona ermiyor. 200 binden fazla Müslüman yaşamını yitirmiş; iki milyon Suriyeli vatanlarını terk etmek zorunda kalmıştır. Bu bahtsız insanlar, İzmir-İstanbul gibi büyük şehirlerimizde merhamet dilenerek, çetin kış koşullarında hayatta kalmaya çalışıyorlar. Onları gördükçe insanın yüreği parçalanıyor. “Erdoğan-Davutoğlu” ikilisinin yanlış politikası yüzünden, Suriye’de savaş tırmandıkça tırmanmış; bir çıkış yolu arayan Esad Yönetimi, tamanen Rusya’nın nüfuzu altına girmiştir. Ortadoğu’da Rus ve Çin varlığına tahammülü olmayan AB-D siyaseti, “Erdoğan-Davutoğlu” ikilisini terk ederek, Beşer Esad’la uzlaşma yollarını aramaktadır.

Kan ve gözyaşı sadece Suriye’de değil, ne yazık ki, tüm Ortadoğu’da dinmek bilmiyor. Irak’ta her gün bombalar patlıyor. Nice masum insanlar yaşamını yitiriyor veya yaralanıyor.  Mısır’da ve Libya’da kardeş kavgası sürüp gidiyor. Batılılar Ortadoğu’daki bu felakete “Arap Baharı” diyor. Bunun neresi Arap Baharı? Müslümanlar birbirini boğazlarken, emperyalizm, petrol ve doğalgazı hortumluyor. Halen uygulanmakta olan BOP senaryosunun Ortadoğu’daki halkları olabildiğince parçalanmaya götürdüğü; böylece, emperyalizmin bölgedeki etkinliğini artırdığı ve de İsrail’i güçlendirdiği apaçık görülüyor. Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz yatakları, ABD ve Rusya arasındaki fay hattını oluşturmaktadır. Her an tetiklenerek, küresel bir bunalıma dönüşebilir. İran krizine gelince…Suriye’de beklenen sonucun kısa zamanda alınamaması, ABD ve İsrail’in “İran” operasyonunu şimdilik ertelemiş bulunmaktadır.

GELELİM 2015 YILINA

2015, Ermeni “soykırım” iftirasının 100. Yılıdır. Ermenistan ve diaspora, dünyayı başımıza sarmak için, elinden geleni yapacaktır. Bizde ise, 2014 ve 2015 “seçim yılı” olduğu için, tüm dikkatlerin iç politikada yoğunlaşması, dış politikamızı zafiyete uğratabilecektir. Bu nedenle, ”soykırım” iftirasına karşı, muhalefet ve sivil toplum kuruluşlarının hükümetle uyum içinde olarak, milli bir strateji izlemesi yararlı olacaktır. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün önderliğinde kurulan ve 90 Yılı geride bırakan Türkiye Cumhuriyeti uluslararası antlaşmalarla kurulmuştur. Bu bağlamda, TBMM Hükümetinin imzaladığı ilk antlaşma, 2 Aralık 1920 tarihinde Ermenistan’la imzalanan Gümrü Antlaşmasıdır. Bunun ardından 16 Mart 1921’de Sovyet Rusya ile Moskova Antlaşması imzalanmıştır. Sakarya Zaferimizin ardından, Sovyetler Birliğinin önerisiyle Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan ile 13 Ekim 1921’de Kars Antlaşması imzalanarak; daha önce imzalanan Gümrü Antlaşması bir kez daha teyit edilmiştir. Cumhuriyetin ilanından 3 ay  önce ise, sorunlu olduğumuz bütün devletlerle 24 Temmuz 1923 günü Lozan Antlaşması imzalanmıştır. Önceki antlaşmalarla birlikte Lozan Barış Antlaşması, Çağdaş Türkiye Cumhuriyetinin küresel tapu senedidir.Yukarıda adı geçen bütün antlaşmalarda konu edilmeyip, 100 yıl sonra üzerimize yıkılmak istenen “soykırım” iddiası,  iftira değildir de nedir?

“Soykırım” kavramı ve bunun insanlığa karşı işlenen bir suç olduğu kararı Birleşmiş Milletlerde (BM) İkinci Dünya Savaşından sonra, 1948 yılında kabul edilmiştir. Yani,1915 yılındaki olaylar için, “soykırım” iddia etmenin Devletler Hukuku açısından bir dayanağı yoktur. İngiltere, ABD’nin Birinci Dünya Savaşına katılmasını sağlamak için, “Mavi Kitap (Blue Book)” adıyla bir propaganda dokümanı yayınlamıştı. Ermeni konusundaki iftiralar, ilk kez, bu dokümanda öne sürülmüştür. İtilaf Donanması 13 Kasım 1918 günü Osmanlı Başkentini denetimi altına aldıktan sonra, işgalciler kendilerine hizmet edecek ihanet mahkemeleri kurdurarak, Ermen Tehcirinden sorumlu gördüklerini tutuklattılar. Ancak, Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Beyin idamına İstanbul halkı büyük tepki gösterince; geri adım atarak, İttihat Terakki önderlerini Malta Adasına sürdüler. Ancak, orada da onları suçlayabilecek herhangi bir kanıt bulamadılar. İstanbul’daki ihanet mahkemesinde 17 Mayıs 1919 günü duruşmaya çıkarılan merhum Ziya Gökalp kendisini ve Aziz Milletimizi şu veciz ifadesiyle savunmuştur: “Milletime İftira etmeyiniz ! Türkiye’de bir Ermeni kırımı değil, Türk Ermeni vuruşması (mukatele) yaşanmıştır. Bizi arkadan vurdular, biz de onları vurduk!”

Ermenistan ve Ermenistan sınırları dışında ABD ve Fransa’da yoğunluklu olarak yaşayan Ermeni diasporası “Soykırım” konusunu, hak aramaktan ziyade bir kan davası ve  ticari kazanç kapısı olarak,  gündemde tutmaktadır. Emperyalizm ise, bu konuyu Türkiye üzerinde baskı aracı olarak kullanmaktadır.Ancak, onların bu çabalarına rağmen, sağduyulu kararlar alabilen bazı uluslararası kuruluşlar da vardır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) 17Aralık 2013 tarihli kararı, bunun bir örneğidir. AİHM; soykırım iddialarının emperyalist bir yalan olduğunu savunduğu için, Lozan Mahkemesince cezalandırılan Sayın Doğu Perinçek’in 2008 yılında yaptığı itirazı haklı bularak, 17 Aralık 2013 günü aldığı kararla, İsviçre’yi mahkum etmiştir. AİHM’nin bu kararı, yaklaşık 6 yıldır Silivri’de tutuklu olan Sayın Perinçek için olduğu kadar, Türkiye Cumhuriyeti için de büyük önem taşımaktadır. Çünkü AİHM; “soykırım iddiasının tarihçilere bırakılmasını” önermiştir. Böylece diplomasimiz, 2015 yılında tezgahlanacak haksız ve çirkin propagandaları göğüslemek için, yeni bir hukuki avantaj daha kazanmış bulunmaktadır.


3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

BANA YALAN SÖYLEYEN YILLAR., YAZI SERİSİ BÖLÜM 1

BANA YALAN SÖYLEYEN YILLAR., YAZI SERİSİ BÖLÜM 1



BANA YALAN SÖYLE YENİ YIL.,

Hep Beddua olmaz.

2014

Yılmaz Özdil

Hep beddua olmaz.
Dua da lazım.
*
Kızlı-erkekli…
Tayyip Erdoğan’sız yıllar dilerim.
Amin


***


Yılın Şeyleri...,

Melih Aşık.,

* Gezi’de penguen gösteren kanallar: Yılın kanalı!
* Geri çekilen PKK’liler: Yılın sanalı.
* ‘Camide içki içtiler’: Yılın yalanı.
* Örtülü Ödenek: Yılın talanı.
* Fatih Terim: Yılın elemanı.
* RTE: Yılın “el aman”ı
* Halkbank: Yılın bankası!
* RTE - Barzani: Yılın kankası.
* Akil adamlar: Yılın (kullan - at) maşası.
* Özel Bey: Yılın AK paşası.
* Kadına şiddet, kadın cinayetleri: Yılın illeti.
* “Değerli yalnızlık”: Yılın zilleti.
* Beleş makarna ve kömürcüler: Yılın milleti!
* “Paralel devlet”: Yılın devleti.
* AKP’li Burhan Kuzu’nun, “Bu yolsuzluklar yeni mi oldu” tweeti: Yılın gafı.
* RTE’ye göre Halkbank Genel Müdürü: Yılın safı.
* “Devlet içinde çeteler var”: Yılın lafı.
* Halkbank: Yılın KİT’i.
* “Sık bakalım, sık bakalım”: Yılın hit’i
* Eli sopalı, palalı AK milisler: Yılın it’i.
* Jöleli yalaka: Yılın yiğidi!
* Muharrem İnce: Yılın hatibi.
* ATA’nın, ANA’nın müdavimi kalemler: Yılın katibi.
* İlahiyatçı Hayrettin Karaman’ın “Bazı durumlarda yolsuzluklar görmezden      gelinebilir” lafı: Yılın fetvası.
* Yurtsever askerlere darbeci damgası: Yılın iftirası.
* Ayakkabu kutusu: Yılın kutusu.
* Faiz lobisi: Yılın kötüsü.
* “İktidarımız döneminde 2.5 milyar ağaç diktik”: Yılın atışı.
* ABD ile Cemaat’in RTE’yi gözden çıkarması: Yılın satışı.
* Biber gazı: Yılın gazı.
* 11 yıldan sonra hâlâ aynı masallara inanan safdiller: Yılın kazı.
* Devletin Güneydoğu’daki hal-i pür melali: Yılın enkazı.
* Çocuğa şiddet ve çocuk tacizleri: (Maalesef bu yıl da) Yılın ayıbı.
* Hugo Chavez, Turgut Özakman ve Gezi’de yitirdiklerimiz: Yılın kayıbı.
* “Yeşiller geldi bey”: Yılın şifresi.
* “Yeşiller”in ayakkabı kutularındaki video görüntüleri: Yılın deşifresi.
* “Camide içki içildi” yalanına katılmayan müezzin Fuat Yıldırım: Yılın hocası.
* Milli eniştemiz Rıza Zarrab: Yılın kocası.
* Malum şahsın İsviçre’deki hesapları: Yılın fiskosu.
* Anayasa Uzlaşma Komisyonu: Yılın fiyaskosu.
* Yalçın Akdoğan’ın “Milli orduya kumpas kuruldu” lafı: Yılın itirafı.
* Cemaat - iktidar anlaşmazlığı: Yılın ihtilafı.
* Gezi isyanı: Yılın itirazı.
* Malumu ilana gerek yok: Yılın hırsızı.
* Hâlâ vatandaşın yüzüne utanmadan bakan’lar: Yılın arsızı.
* Simit: Yılın azığı.
* Simite gelen yüzde 40 zam: Yılın kazığı.
* Başbakan tarafından ikide bir ağlatılan Bülent Arınç: Yılın yazığı!
* Hac sonrası tesettüre giren AKP’li kadın milletvekilleri: Yılın hacısı.
* “RTE’nin g... nün kılıyım” diyen kadın: Yılın bacısı!
* Silivri, Hasdal, Hadımköy ve Sincan’daki kahramanlar: Yılın acısı.
* Düğün dernek: Yılın filmi.
* Elazığ Müftülüğü’nün depreme karşı hatim indirmesi: Yılın ilmi!
* “Obama’nın sesini özledim”: Yılın özlemi.
* “Her yer yolsuzluk, her yer rüşvet”: Yılın gözlemi.
* “Hıırsııızzzz vaaaarrrr”: Yılın isyanı.
* Yüzde 50’nin hafızası: Yılın nisyanı.
* Gezi gençliği: Yılın gururu.
* Beşiktaş Çarşı: Yılın grubu.
* “Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvaları yıkılsın”: Yılın bedduası.
* “N’olur bu bedduayı kabul et ya Rabbim”: Yılın duası.
* Fethiyespor: Yılın “yüce”si.
* Malum başsavcı: Yılın cücesi.
* Davulcu Vedat: Yılın eylemcisi.
* Egemen Bağış: Yılın eğlencesi.
* TOMA: Yılın aracı
* İhalelerden alınan “AK bağışlar!”: Yılın haracı.
* Çocuk gelinler: Yılların dramı.
* Duran adam: Yılın adamı.
* Hak, hukuk, adalet: Yılın paspası.
* Türk ordusuna tuzak: Yılın kumpası.
* Antikapitalist Müslüman İhsan Eliaçık: Yılın solcusu.
* RTE: Yılın yolcusu.




2014 AKILDA KALANLAR..,

Bir yılı daha uğurlarken gündemimiz; davalar, duruşmalar, hapishaneler, yolsuzluklar, hırsızlıklar, yalanlar, komplolar, kumpaslarla dolu...
Ama dünya yine de haklılardan yana dönüyor...
Kapılar kapanırken kapılar açılıyor.
Halkımız artık genci yaşlısıyla...
Sokağa çıkıyor, sesini yükseltiyor...
Ahlaksızlığın, namussuzluğun üzerine yürüyor.
Yol uzun ve zahmetli ama sonu aydınlık.
Pek çok şey artık eskisi gibi olmayacak.
Tüm okurlarımıza...
Umut ışıklarının çoğaldığı bir yeni yıl diliyor...
Tevfik Fikret’in umudunu paylaşıyoruz:
“Düşen elbet kalkar koşar varır...
Kara taştan su damla damla akar...
Birikir sonunda bir gümüş göl olur...
Arayan hakkı en sonunda bulur...”
Kabre girdikten sonra “sevap-günah tanımını değiştirmeye” çalışıp, görevden aldıkları “sual melekleri” yerine yandaş atamaya çalışan
merhuma “iktidar” denir...

***

Başsavcı “ 2 yıldır neyle uğraştığını bilmediğim savcılar var” diyor.
Yıllardır kimse dokunmadığına göre “muhalifler üzerinde çalıştıkları” varsayılıyordu demek...

Akif Kökçe

VAKIF.,

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu Başbakan’ı suçluyor:

İhale veriyorsun rüşveti de götür vakfa yatır diyorsun.  Kim o vakfın sahibi? Çocukları ve yandaşları.”

Başbakan da vakfa yapılan teberruları:

- Aynısı ÇYDD gibi vakflara da yapılıyor, diye savunuyor...
Doğru... Ancak ÇYDD iki günün biri denetleniyor...
Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği vakfın denetlendiğini ise duymadık.
TÜRGEV de denetlenmeli... Üstelik bağımsız bir kuruluşa yaptırılmalı bu iş...
Aksi takdirde kuşkular asla silinmeyecektir.


******

Arslanlı Yol Yılına Girerken.,

Dr. Doğu Perinçek.,

Bu köşede 2012 yılının son gününün başlığını Erkan Önsel arkadaşım hatırlattı:
“Umut yılından karar yılına”

2013 Karar Yılı oldu

2013 yılı gerçekten de “Karar Yılı” oldu. Türkiye, Arslanlı Yol’a girdi. 2013 yılında yaşadıklarımızın toplamı, tarihsel olarak budur. 
Tayyip Erdoğan+Gül+Gülen ortaklığının kader yılı
Abramowitz, 2013 yılının Tayyip Erdoğan için “kader yılı” olacağını söylemişti. Yalnız Tayyip Erdoğan değil, Abdullah Gül ve Fethullah Gülen hep birlikte kaybettiler. Alınlarındaki yazı bölünmek ve yıkılmaktı. Olan odur. Aralarındaki çatışmanın galibi yoktur. Hep birlikte yıkılıyorlar.
- Açılım kapandı.
- Yeni Anayasa girişimi bozguna uğradı.
- Türk Ordusuna ve İşçi Partisi’ne kumpasın altında kalıyorlar.
- Fethullahçı Gladyo’nun “inine girme”yi planlayanlar, dünkü iktidar ortaklarıdır.
- Sıcak para diktası çatırdıyor.
Türk milleti, bu koşullarda Arslanlı Yol’a girerek, 1945’te başlayan Küçük Amerika dönemini kapatma kararını vermiştir, yeni yönelişi belirlemiştir.
Milletin kararı
Bilinçlerini Atlantik sistemine teslim etmiş olanlar, beş yıldır Tayyip Erdoğan’ı ABD’nin deliğe süpürdüğünü söyler dururlar. Halka güvenleri yoktur. Umutları, Atlantik ötesindedir, Arslanlı Yol’da değildir. 
Oysa AKP’yi bölen ve yıkılışa götüren karar, milletin kararıdır. AKP’yi yıkan eylem de milletin eylemidir. Artık Türkiye’de rüzgâr, Atatürk Devriminin rüzgârıdır. Halkı avlama kavramları da değişmektedir. İstiklal Savaşı değerleri tavan yapmaktadır. 
Bölge ve dünya koşulları Arslanlı Yol’un önünü açıyor
Yalnız ülke koşulları değil, bölge ve dünya koşulları da Arslanlı Yol’un önünü açıyor. 
- Suriye’de Arslanlı Yol kazandı.
- Mısır’da gericilik yıkıldı.
- ABD, İran’a diş geçiremedi.
- Emperyalist sistemin bunalımı derinleşiyor.
- Başta Çin ve Hindistan Asya’nın yükselişi sürüyor.
- Avrupa’da ABD denetiminden kurtulma eğilimi yükseliyor. 
Türkiye’yi kuşatan çember yarıldı
Türkiye’yi kuşatan çember yarılmaktadır.
- Ermeni soykırımı yalanı, Türkiye’yi bölme taarruzunun bir cephesiydi. Kuşatma ordan yarılmıştır.
- Bölücülük çıkmaza girmiştir. Çünkü ABD Suriye’de ve Irak’ta yenilmiştir. Rojava’da karşıdevrimciliği hayal kırıklığına uğramıştır. Arslanlı Yol, Kürdümüz dahil bütün Türk milletini birleştiriyor, birleştirecektir.
- ABD’nin ve bölücülüğün çıkmaza girmesiyle birlikte Türkiye’de liboşçuluk ve PKK’nin kuyruğundaki Neo Solculuk, vatansız ve köksüz sahte solculuk da kolsuz kanatsız kalacaktır. 
Arslanlı Yol’un başındayız ufkumuz açık
Önümüzdeki 2014 yılı, Arslanlı Yol yılı olacak!
Şu anda yolun başındayız. Koşullar zorludur, bunalım ve hesaplaşma koşullarıdır. Ancak Türk milletinin ufku açılmıştır. 
- Yerel seçimlerde Arslanlı Yol modelinin başarılarını yaşayacağız.
- Çankaya, 2014 yılında yeniden Atatürk’ün Çankayası olacaktır. 
Sıcak para diktasının bunalımı hızlı derinleşirse, AKP iktidarı 2015 yılını göremeyecektir. 
Her koşulda 2014 yılında Türkiye’nin sorunlarının Arslanlı Yol’da Kemalist Devrim rotasında çözüleceğini gösteren olgular güçlenecektir.
Arslanlı Yol’un fedailerine, emekçilerine, bütün halkımıza 2014 yılında, aydınlıklar, esenlikler, güzellikler, başarılar dilerim.


***

Bana Yalan Söyle Yeni Yıl…

Erdal Atabek

Bana yalan söyle yeni yıl. 
Her şeyin daha iyi olacağını söyle. Bütün sıkıntıların geride kalacağını, şu yaşlı 2013 ile üzüntülerin biteceğini, gelecek günlerin çok parlak olacağını söyle bana ne olur. 
Çocuk olduğum zamanlar ne güzeldi. Annem babam bana en akıllı çocuk olduğumu, en güzel çocuk olduğumu, ilerde en güzel yerlerde olacağımı söylerlerdi. Bana dileklerini söylerlermiş de ben de sahi sanırmışım. Olsun, iyi etmişler de beni bir güzel avutmuşlar. Sonra, hayatın gerçekleri denen şeylerle karşılaşınca nasıl üzülmüştüm. 
Gerçekler çok üzücü oluyor. Kaldıramıyorum. Gerçekler ağır geliyor. İyisi mi sen bana yalan söyle. Zaten öyle yapıyorsun ya. 
Tam 31 Aralık gecesi saat 24’te geri sayım başlıyor. Aman da aman, yeni yılla giriliyor. Her şey nasıl da düzeliyor, nasıl da iyileşiyor. Dertler tasalar eski yılla gidiyor. 
Yaşasın yeni yıl. Aşk, para, mutluluk yeni yılla geliyor. 
Yaşasın yalanlar. 
Sen beni dinle: Bana yalan söyle. 

***
Biz yalana alışığız yeni yıl. 
Başımızdakiler yıllardır bizi yalana alıştırdı. Biz de yalanla yaşamaya alıştık. 
“Bak gelirimiz arttı” diyorlar, inanıyoruz. Bizim gelirimiz artmıyor ama olsun, demek ki artmış diyoruz. 
“Memlekette demokrasi var” diyorlar, inanıyoruz. Ortada öyle bir şey görmüyoruz ama olsun, demek ki varmış diyoruz. 
“Adalete teslim ettik” diyorlar, inanıyoruz. Ortada adalet görünmüyor ama olsun, demek ki varmış diyoruz. 
“Yolsuzluk iddiaları bize komplo” diyorlar, biz inanıyoruz. Demek ki komploymuş diyoruz. 
“Marmaray Aksaray’da tasarlanmıştı” diyorlar, inanıyoruz. Biz inanırız. Büyükler ne söylerse inanırız. 
“Yalan da olsa söyle, hoşuma gidiyor” lafı bizim icadımızdır. Biz hoşumuza gitmeyen gerçeğin yerine yalanlar dinlemeye bayılırız. Yalanı çok severiz. Yalan dinleriz, yalan söyleriz, yalandan seviniriz, yalandan üzülürüz. 
Hayatımız yalan olmuş arkadaş. 

***
Yeni yıl, bana yalan söyle. 
Yalan söyle ki, bu memlekette kendimi mutlu hissedeyim. 
Yalan söyle ki, sevgilimin beni hayat boyu seveceğine inanayım. 
Yalan söyle ki, bunca ahlaksızlığı ahlak sanayım. 
Yalan söyle ki, yıllarca okumanın işe yarayacağını düşüneyim. 
Yalan söyle ki, dürüst olmanın iyi olduğuna inanayım. 
Yalan söyle ki, kendimi bu yalanların içinde sanmayayım. 
Yalan söyle yeni yıl. 
Bana yalan söyle. 

***
Bilir misin yeni yıl, yalanların renkleri vardır. 
Beyaz yalan, güya zararsızdır. İnsanı sıkışık durumlardan kurtarır. 
Mavi yalan vardır, sonsuz aşkın sadakatini söyler. 
Pembe yalan vardır, geleceğin çok güzel olacağı avuntusunu dile getirir. 
Kırmızı yalan vardır, can yakar, arkadan vurur. 
Kara yalan vardır, kara çalar. 
Eflatun yalan vardır, birisine kendini hoş hissettirir. 
Sarı yalan vardır, insanları birbirine katar. 
Sen bana hepsinden söyle yeni yıl. 
Yeter ki bana beni gösterme. 
Benim ne korkak olduğumu, benim ne çıkarcı olduğumu, gerçekleri görmemek için başımı kuma nasıl gömdüğümü söyleme bana. 
Sakın bana gerçekleri söyleme. Ağır gelir, kaldıramam. 
Sen bana yalan söyle... 
Ben de senin adını “yalan yılı” koyayım…

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

24 Mart 2020 Salı

AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA JEOPOLİTİK TEORİLER VE PRATİKLER BÖLÜM 4

AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA JEOPOLİTİK TEORİLER VE PRATİKLER  BÖLÜM 4



2.6. Medeniyetler Çatışması ( The Clash of Civilizations ) Tezi ve Samuel P. Huntington 

Yirminci yüzyılın en iyi siyaset bilimcilerinden Harvard Üniversitesi'nin en tanınmış uluslar arası ilişkiler uzmanı Amerikalı Samuel P. Huntington ( 1927- 2008 ) 1993 yılının yaz aylarında Amerikan dış politika çevrelerinin etkili dergisi olan Foreign Affairs'da The Clash of Civilizations? 49 adlı makalesini kaleme aldığında tüm dünyadan tepkileri üzerine çekmiştir. Gelen yoğun tepkiler üzerine Huntington çalışmasını derinleştirmiş ve 1996 yılında The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order ( Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması ) 50 adlı bir kitap yayınlamıştır. 

Huntington 1993 yılındaki makalesinin birinci sayfasında Soğuk Savaş sonrası dönemin dünya siyasetini anlamaya yönelik paradigmasını şu şekilde sunuyordu: '' Benim varsayımım şu ki ( Soğuk Savaş sonrası ) dünyada çatışmaların temel sebebi ne ideolojik ne de ekonomik kaynaklı olacak. Dünya toplumları arasındaki büyük bölünmelerin ve çatışmanın başlıca sebebi kültürel kökenli olacak. Ulus devletler, uluslararası siyasette temel aktörler olarak kalmaya devam edecekler, fakat küresel siyasetin başlıca çatışmaları farklı medeniyetlere ait milletler ve gruplar arasında meydana gelecek. Küresel siyasete medeniyetler çatışması hükmedecek. 51 

Huntington 1996 yılında yayınlanan kitabında ise şöyle demektedir; '' Medeniyete dayalı bir dünya düzeni ortaya çıkmaktadır:Kültürel yakınlıkları  
paylaşan toplumlar birbirleri ile işbirliği yapmakta, toplumları bir medeniyetten öbürüne geçirme çabaları başarısız olmakta ve ülkeler kendi 
medeniyetlerinin çekirdek ya da önde yer alan devletleri etrafında kümelenmektedirler. '' 52

Huntington'un tezi,klasikjeopolitikçilerin coğrafyaya dayalı teorilerinden ayrılarak, devletler arası mücadele de kültürel paradigmayı ön plana 
çıkarmaktadır. 

Huntington çalışmalarında dünya yı; Batı, İslam, Konfüçyüs, Japon, Slav-Ortodoks, Latin Amerika, Hintve Afrika medeniyetleri olmak üzere 
toplam sekiz medeniyete ayırmış ve bu medeniyetlerden '' Batı-İslam-Konfüçyüs'' olanları arasında küresel siyasetin cereyan edeceğini sağlık vermiştir.

Huntington'a göre geleceğin tehlikeli çatışmaları, Muhtemelen Batı'nın kibri, İslam'ın hoş görüsüzlüğü ve Çinlilerin aşırı inatçılığı ve iddiacılığı arasındaki etkileşim den kaynaklanacaktır. 

    İslam ve Konfüçyüs medeniyetleri Batı medeniyetine meydan okuyacaklar dır... Etkenler karışımı, 20.yüz yıl sonlarında İslam ve Batı arasındaki çatışmayı artırdı.  

   Birincisi, Müslüman nüfus artışı, İslamcı davalara katılan, komşu toplumlara baskı yapan ve Batı'ya göç eden çok fazla sayıda işsiz ve hoşnutsuz 
genç insan üretti. 

   İkincisi,İslami Diriliş, Müslümanlara, Batınınkiler ile kıyaslandığında, kendi medeniyetlerinin ve değerlerinin ayırıcı nitelikleri ve önemine güven 
tazelemelerini sağladı.

   Üçüncüsü, Batının kendi değerlerini ve kurumlarını evrenselleştirme, Askeri ve Ekonomik üstünlüğünü koruma ve Müslüman dünyasındaki çatışmalara 
müdahale etme doğrultusundaki eş zamanlı çabaları, Müslümanlar arasında güçlü bir öfke doğmasına yol açtı.  

  Dördüncüsü, Komünizmin çöküşü, Batı ve İslam'ın ortak düşmanını ortadan kaldırdı ve herbirinin, diğerini büyük tehlike olarak algılamasına yolaçtı.  

  Beşincisi, Müslümanlar ve Batılılar arasında giderek artan ilişki ve kaynaşma, her ikisinde de kendi kimliklerine ve birbirlerinden nasıl  farklılaştıkları na dair yeni bir hassasiyet uyandırdı.   Hem Müslüman hemde Hıristiyan toplumlar içinde, diğerine gösterilen hoşgörü,1980'ler de ve 1990' lar da keskin bir biçimde azaldı.53

Huntington kitabının son bölümünde, benzeri olmayan (unique ) bir Medeniyet olarak gördüğü  Batı Medeniyeti ülkeleri ve özellikle Batı medeniyetinin
 Lider ülkesi ABD'ye  Batı'nın azalan gücüne rağmen Batı medeniyetinin korunması için şu dış politika tavsiyelerini veriyordu:

• Daha büyük Politik, Ekonomik ve Askeri bütünleşme sağlamak ve diğer Medeniyetlerin Devletlerinin aralarındaki farklılıkları istismar etmelerini  
engelleyecek biçimde politikalarını uyumlu hale getirmek;
• Merkez Avrupa'nın Batılı devletlerini, yani Visegrad ülkeleri, Baltık Cumhuriyetlerini, Slovenya ve Hırvatistan'ı Avrupa Birliği ve NATO'ya dahil etmek;
• Latin Amerika'nın '' Batılılaşmasını'' teşvik etmek ve Latin Amerika ülkelerinin Batı ile mümkün olabildiğince yakın bir noktaya gelmesini desteklemek;
• İslam ve Çin Devletlerinin konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan askeri güç gelişimini kısıtlamak;
• Rusya'yı Ortodoksi'nin Çekirdek Devleti ve güney sınırlarının güvenliğinden meşru çıkarı olan büyük bir bölgesel güç olarak kabul etmek; 
• Batı'nın medeniyetler üzerindeki teknolojik ve askeri üstünlüğünü korumak; 
• Diğer medeniyetlerin meselelerine yönelik Batılı müdahalenin muhtemelen, çok-medeniyetli bir dünyada istikrarsızlığın ve potansiyel bir küresel çatışmanın yegane en tehlikeli kaynağı olduğunu kabul etmek.54 

Güvenlik çalışmaları konusunda dünyaca ünlü uzman Barry Buzan'a göre, Güvenlikleştirme ( securitization ), bir şeyin değerli kabul edilen bir 
öznenin varlığına yönelik bir tehdit olarak inşa edilmesi ve buna mukabil alınan istisnai tedbirleri desteklemek için kullanılmasıdır.55 

  Bu bağlamda, Huntington'un ünlü Medeniyetler Çatışması tezi, İslam medeniyeti ve Konfüçyüs medeniyetini Amerikan gücü ve değerlerine 
karşı gösteren açık bir güvenlikleştirme girişimi olarak algılanmalıdır. 
  Ayrıca, 1991 tarihinde Sovyetler Birliği'nin dağılıp tarihe karışması sonrasında düşmansız kalan ABD'ye yeni bir '' jeopolitik düşman '' üretme 
amacı Huntington'da açıkça gözlemlenmektedir. Çünkü rakipsiz/ düşmasız kalan büyük bir güç en sonunda kendisini yok edecektir. 

Soğuk Savaş sonrası dönemin '' Mr. X ''i olarak kabul edilebilecek olan Huntington'un Medeniyetler Çatışması tezi Amerikan dış politika pratiklerinde  
21. yüzyılın başlarında sıklıkla görülmüştür. Oğul Bush döneminde İslam dünyasına yönelik çok sert askeri müdahalelerde, Afganistan ( 2001 ) ve 
Irak ( 2003 ), bulunulmuştur. Yeni - muhafazakarların güdümü altındaki George W. Bush konuşmalarında '' Haçlı Savaşı '' söylemleri ile İslamı 
doğrudan hedef almıştır. Dönemin Amerikan Savunma Bakanı olan Donald Rumsfeld'in konuşmaları içinde İncil'den alıntılar gözlemlenmiştir. 
Obama döneminde ise Huntington'un hedef gösterdiği diğer düşman Konfüçyüs medeniyetinin lider ülkesi Çin'e karşı Asya- Pasifik bölgesinde tıpkı 
1950- 1991 yılları arasında SSCB' ye karşı geliştirilen çevreleme politikası uygulamaya konmuştur.

Avrupa Birliği ve NATO genişleyerek Avrupa kıtası nın Batı medeniyetine ait olduğu varsayılan ülkeleri içine almıştır. 

   Medeniyetler Çatışması tezine karşı getirilebilecek en önemli eleştiri, her ne kadar medeniyetler kendi içinde farklılık ve çatışmalara sebep olsa da, 
dünya siyasetinde farklı medeniyetlere ait iki devlet arasında ciddi ölçüde işbirliğinin olduğu da bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. 

   Şii Müslüman bir devlet olan İran İslam Cumhuriyeti'nin dış politik davranışlarında Şii Müslüman olan Azerbaycan devletine değilde Ortodoks 
Hıristiyan olan Ermenistan devletine yakın durması, dünya siyasetinin Huntington'un var saydığı gibi medeniyet temelinde değil ulusal çıkarlar 
temelinde şekillendiğinin en güçlü kanıtlarından biridir. 

2.6. Büyük Satranç Tahtası ( The Grand Chessboard ) ve Zbigniew Brzezinski 

1977- 1981 yılları arasında Amerikan Başkanı Jimmy Carter'a ulusal güvenlik danışmanlığı görevinde bunulan, günümüzde de Amerikan dış 
politikasının en önemli iki isminden biri olan ( diğeri Henry A. Kissinger'dır ) Polonya asıllı Zbigniew Brzezinski 1997 yılında yayınladığı The Grand 
Chessboard: American Primacy and Its Geostrategic Imperatives ( Büyük Satranç Tahtası: Amerika'nın Önceliği ve Bunun Jeostratejik Gerekleri ) 56 
isimli kitabında ve bundan sonraki diğer çalışmalarında, 1991 yılı sonrası dünyanın tek süper gücü haline gelen ABD'nin elde ettiği süper güç 
konumunu korumak ve sürdürmek için ABD'nin gücünü nasıl kullanması gerektiği konusunda Amerikan dış politika karar vericilerine bir takım öneriler 
sunmaktadır. 

Avrasya yaklaşık olarak beş yüz yıl önce, kıtaların siyasi olarak etkileşimde bulunmaya başlaması ile birlikte, dünya iktidarının merkezi olmuştur. 
Avrasya'da yaşayan insanlar, farklı biçimlerde, farklı zamanlarda - her ne kadar bu çoğunlukla Batı Avrupa bölgesinden de olsa- dünyanın diğer bölgelerine nüfuz etmiş ve egemen olmuş, bu süreçte bu özel konuma erişen Avrasya devletlerin den her biri, dünyanın baş iktidarı olma ayrıcalığının keyfini sürmüştür. 57 

Brzezinski'ye göre Avrasya, küresel üstünlük mücadelesinin oynandığı bir satranç tahtasıdır ve mücadele jeostratejiyi, yani jeopolitik çıkarların stratejik idaresini de içerir. 

Bu bağlamda, Amerika'nın Avrasya ile nasıl baş ettiği O'na göre hayati önem taşımaktadır. Brzezinski Avrasya'nın önemini şu cümlelerle ortaya koymaktadır: 

Avrasya yer kürenin en büyük kıta sı ve jeopolitik olarak bir eksendir. Avrasya'ya hükmeden bir güç, dünyanın en ileri ve ekonomik olarak en verimli üç bölgesinden ikisini kontrol edecektir. Dünya nüfusunun yaklaşık % 75'i Avrasya'da yaşamaktadır ve dünya fiziksel zenginliklerinin çoğu, hem yatırımlar hem de yeraltı zenginlikleri bakımından burada bulunmaktadır. Avrasya, dünya GSMH'sinin % 60'ına ve dünyanın bilinen enerji kaynaklarının dörtte üçüne sahiptir. Avrasya aynı zamanda siyasal olarak dünyanın en iddialı ve dinamik devletlerinin bulunduğu yerdir. ABD'den sonra en büyük altı ekonomi ve en büyük altı silah alıcısı Avrasya'da bulunmaktadır. Dünyanın, biri hariç, resmi olarak bilinen ve bilinmeyen tüm nükleer güçleri Avrasya'da bulunmaktadır. Dünyanın en kalabalık nüfuslu bölgesel hegemonya ve küresel nüfuz talepkarları Avrasyalılar dır. Amerika'nın üstünlüğüne meydan okumak için gerekli siyasi ve/ veya ekonomik potansiyele sahip güçleri Avrasyalılardır. Özetle, Avrasya'nın gücü büyük ölçüde Amerika'nınkini gölgede bırakmaktadır. Avrasya'nın siyasi olarak bütünleşmek için fazla büyük olması Amerika için bir şanstır.58 

Avrasya'ya tarihte ilk defa Avrasyalı olmayan bir güç ABD liderlik etmektedir. Avrasyalı olmayan bir güç olan ABD, Avrasya kıtasının üç çevre bölgesinde doğrudan doğruya konuşlandırdığı güçlerle ve Avrasya iç bölgesindeki devletler üzerindeki güçlü etkisi ile şu anda uluslararası üstünlüğe sahiptir. Amerika küresel gücün belirleyici dört alanında en üstün durumdadır. Askeri olarak eşi olmayan bir küresel erişime sahiptir; ekonomik olarak, her ne kadar, her ikisi de küresel gücün diğer niteliklerinden nefret eden Japonya ve Almanya bazı bakımlardan rakip olsalar da, küresel büyümenin lokomotifi olmaya devam etmektedir; teknolojik olarak yeniliğin tüm ultramodern alanlarında önderliği elinde tutmaktadır ve kültürel olarak, bazı aşırılıklarına karşın, özellikle dünya gençleri arasında rakipsiz bir cazibeye sahiptir. Tüm bunlar Amerika'ya başka hiçbir devletin yakınlarına bile yaklaşamadığı siyasi bir nüfuz sağlamaktadır. Amerika'yı tek kapsamlı süper güç yapan bu dördünün birleşimidir.59 

Brzezinski Avrasya satranç tahtasını dört bölgeye ayırmakta ve bu bölgeler için şu yorumu yapmaktadır; Eğer orta alan ( Amerika'nın üstünlük sağladığı ) batının giderek genişleyen yörüngesine çekilebilir, güney bölgesi tek bir oyuncunun hakimiyetine tabi olmaz ve doğu, Amerika'yı deniz üslerinden çıkartacak şekilde birleşmezse, Amerika'nın egemen olduğu  söylenebilir. 
Fakat,orta alan batıyı reddeder ve iddialı, tek ve bağımsız bir mevcudiyet olursa ve güneyi kontrol eder ya da doğulu esas oyuncularla bir ittifak kurarsa, 
O zaman Amerika'nın Avrasya'daki üstünlüğü bariz biçimde azalır.  
    Aynı durum,iki büyük Doğulu oyuncunun bir şekilde birleşmelerinde de söz konusu olabilir. 

Son olarak, Amerika'nın Batılı ortakları tarafından batı bölgesindeki tüneklerinden çıkarılması (bu,muhtemelen batı ucunun sonunda orta alanda yeniden ortaya çıkan bir oyuncunun egemenliği altına girmesi ile olsun olmasın ), kesinlikle Amerika'nın Avrasya satranç tahtasında ki oyuna katılımının sona erdiği anlamına gelebilir. 60


    Amerikan çıkarları için tehlikeli olabilecek yeni hangi Avrasya koalisyonları mümkündür ve bunlara meydan vermemek için neler yapılması gerekir sorusunu soran Brzezinski, Avrasya'nın jeopolitik haritasın da jeo stratejik Oyuncuları ve jeopolitik eksen rolünü oynayabilecek Devletleri sıralamaktadır. Jeo stratejik oyuncular, Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan'dır. Jeopolitik eksen rolü oynayacak ülkeler ise Ukrayna, Azerbaycan, Güney Kore,Türkiye ve İran'dır. Türkiye ve İran'ın her ikiside bir ölçüde, daha sınırlı kapasiteleri dahilinde aynı zamanda jeostratejik olarak da etkindirler. 61

     Jeo Stratejik oyuncuları sıraladıktan sonra Brzezinski, Amerika'nın üstünlüğüne meydan okuyabilecek muhtemel senaryoları belirtmektedir.  
     Brzezinski'ye göre potansiyel olarak en tehlikeli senaryo Çin, Rusya ve İran'ın oluşturacağı büyük '' hegemonya-karşıtı koalisyon '' dur.  
    
     Diğer muhtemel senaryo, Amerika'nın Uzak doğu'da ki konumunun çökmesiyle ve Japonya'nın dış dünyaya bakışında devrimsel bir değişimle canlanan Çin-Japonya ekseninde gerçekleşebilir. Brzezinski'ye göre uzak ama tamamen dışlanamayacak diğer bir olasılık ise ister Almanya-Rusya koalisyonu, ister Fransa-Rusya işbirliği olsun, Büyük Avrupa ittifakıdır. 62 

     Almanya ile Fransa'nın Avrupa'da birlikte hareket ederek yanlarına birde Rusya'yı katmaları Anglo-Amerikan jeopolitik kültüründe zaten bir kabus olarak karşımıza çıkmaktadır. Henry A.Kissinger'ın 1989 yılında bir gazetede belirttiği '' Eğer Almanya ile Fransa'nın ittifakını önleyemez ve bunlar Rusya ile ittifaka girerlerse, Büyük felaket olur'' 63  Analizi ve değerlendirmesi ABD'nin Almanya-Fransa-Rusya jeopolitik bileşkesinden duyduğu endişelerinin tabii bir yansımasıydı.  
    Kissinger'a göre böyle bir jeopolitik bileşke Amerika'yı Avrasya'nın kenarında birada haline getirecektir.

Brzezinski açısından Amerika için en büyük jeopolitik ödül Avrasya'dır. 

Bu bağlamda, rakip bir Avrasya iktidarının ortaya çıkışını engelleyip engelleyemeyeceği noktası Amerika'nın küresel üstünlüğünü kullanma kapasitesine bağlı kalmaktadır. Amerika'nın küresel üstünlüğü doğrudan doğruya Avrasya kıtasında ki hakimiyetinin ne kadar süre ve ne kadar etkili sürdürüldüğüne bağlıdır. Amerika açısından Avrasya'ya hükmetmeye muktedir, dolayısıyla Amerika'ya meydan okuyabilecek Avrasya'lı bir rakibin ortaya çıkmaması zorunludur. 

    Soğuk Savaş sonrası dönemde rakip bir gücün ortaya çıkmasını engellemeye yönelik Amerikan dış politika karar alıcılarına ilk tavsiye Brzezinski'den gelmemiştir. 

   1992 yılında  Amerikan Savunma Bakanlığı'nda görevli Paul Wolfowitz'in hazırladığı '' Savunma Planlama Klavuzu '' basına sızdırıldığında Soğuk Savaş sonrası Amerikan dış politika stratejisi de açıklığa kavuşmuş oluyordu. Raporda; '' ABD'nin birinci amacının Sovyet coğrafyasında ya da başka bir yerde ABD'ye rakip olabilecek yeni bir alternatif güç merkezinin ortaya çıkmasını, herhangi bir düşmanca gücün küresel bir güç olmasına yardımcı olabilecek değerde kaynakların bulunduğu bölgeleri kontrol altına almasını engellemeye odaklanmalıdır '' deniyordu. 64 

Brzezinski'nin rakip bir Avrasya gücünün ortaya çıkışı engellenmelidir tavsiyesi 21. yüzyılın ilk çeyreğinde ABD tarafından pratiğe geçirilmiştir. ABD'nin, 11 Eylül günü Amerikan imparatorluğunun askeri gücünü simgeleyen Pentagon'a ve imparatorluğun ekonomik gücünü simgeleyen İkiz Kulelere yapılan terör eylemlerini bahane ederek 2001 Afganistan ve 2003 Irak saldırılarındaki amacı, çıkar alanlarının bulunduğu coğrafyaları kontrol altına alarak Amerika'ya rakip bir alternatif güç merkezinin ortaya çıkışını engellemektir. Bu çıkar 
alanı bugün öncelikli olarak önemli enerji kaynakları ve nakliye yollarının bulunduğu, Kissinger'ın belirttiği Hindistan'dan Akdeniz'e uzanan yeni Ortadoğu coğrafyasıdır.65 ABD, 

Afganistan'a yerleşerek, Hazar Havzası'ndaki kaynakların Rusya üzerinden batıya, Çin üzerinden doğuya, İran üzerinden güneye kendisinin dışlanarak taşınmasını engelleme çabasına girmiştir.66 Irak coğrafyasına yerleşerekte petrol musluğunun başına geçmiştir. 

ABD'nin uluslararası sistem üzerinde kurduğu hegemonyanın67 sürdürülebilir olması açısından alternatif rakip bir gücün ortaya çıkışının engellenmesi zorunludur. Amerikan dış politikasına yön veren elit beyinler, hegemonyanın sürdürülmesi ve alternatif güç merkezlerinin ortaya çıkışını engellemek için enerji kaynaklarının ve enerji nakil hatları üzerinde bulunan coğrafyaların kontrolünün olmazsa olmaz olduğunu gayet iyi bilmektedirler. 

3. Genel Bir Değerlendirme 

İnsanoğlu yaradılışından gelen '' egemen olma, buyruğunu yürütme, etkili olma ve başkalarına hükmetme'' duygularına sahiptir. İnsan topluluklarının siyasi organizasyonu olarak devletin ortaya çıkışı, devletin varlığı ile üzerinde ikamet ettiği coğrafya arasındaki ilişkilerin belirlenmesi ihtiyacını ortaya koymuştur. 

Bu bağlamda çevresine hükmetme duygusuna sahip olan insan ile insan topluluğundan meydana gelen devletin coğrafya ile arasındaki ilişkiyi anlama ihtiyacı sonucunda siyasi coğrafya ve jeopolitik kavramları şekillenmiştir. 

En genel tanımı itibari ile coğrafyanın yönlendirdiği dış politika olarak nitelendirilen jeopolitik bilimi, tarihsel süreç içerisinde farklı anlamlarda kullanılarak bazen bir ülkenin genişleme/ yayılma politikasının mantıksal bazen de hegemon olma iddiasındaki bir ideolojinin ahlaksal temelini oluşturmuştur. Eleştirel jeopolitikçiler ve marksist düşünürler açısından klasik jeopolitik teoriler Amerikan emperyalizmi için inşa edilmiş bir rasyonelleştirme aracı olarak değerlendirilmektedirler. 

Amerikan dış politikasına tarihsel bir süreç içerisinde bakıldığında, jeopolitik teoriler ekseninde şekillenen dış politika stratejileri ile örülü bir görüntü karşımıza çıkmaktadır. 

ABD'nin günümüzde uygulamaya geçirdiği dış politika stratejileri bu tarihsel jeopolitik perspektif göz önünde bulundurulmaksızın analiz edilemez ve Amerikan Grand Stratejisi açıklanamaz. 

ABD, Monroe Doktrini ile birlikte tüm Amerika kıtasını jeopolitik etki alanı olarak belirlemiş ve Amerika kıtasında yayılma siyaseti izleyerek topraklarını geliştirmiş ve gücüne güç katmıştır. Amiral Mahan'ın Deniz Hakimiyeti Teorisindeki tavsiyelerine uyarak dünyanın en büyük askeri ve ticari filosunu oluşturmuştur. Alexander De Seversky'nin Hava Hakimiyeti Teorisinin etkisi ile muazzam büyüklükteki hava gücünü kurmuştur. Everett C. Dolman'ın Uzay Hakimiyeti ile ilgili görüşleri doğrultusunda uzay araştırmalarını derinleştirmiş ve uzayı kendisi için bir '' Lebensraum '' ( Yaşam Alanı ) olarak ilan etmiştir. 20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyılın ilk çeyreğinde başlattığı '' demokrasi cihadı ''nı Fukuyama'nın Tarihin Sonu Teorisinden esinlenerek uygulamaya koymuştur. 2001 Afganistan işgali ve 2003 Irak Savaşı'nda ve Obama ile Asya- Pasifik bölgesinde yükselen 
güç Çin'i dengeleme girişimlerinde Huntington'un Medeniyetler Çatışması Tezinin etkilerini inkar etmek mümkün değildir. Nicholas J. Spykman'ın Kenar Kuşak Teorisini demir perdeyi yıkmak amacıyla Çevreleme Politikası adı altında hayata geçirmiş ve bu stratejisinde başarılı olarak SSCB'nin 1991 yılında tarihe karışmasını sağlamıştır. 

    Çevreleme Politikası ve güç dengesi siyaseti günümüz Amerikan dış politikası açısından da geçerliliğini korumaktadır. Son olarak Avrasya kıtasının hakimiyetinin dünya hakimiyeti için olmazsa olmaz olduğunu belirten ve Avrasya'da ABD'ye rakip bir gücün ortaya çıkışının engellenmesi gerektiğini söyleyen Brzezinski'nin Büyük Satranç Tahtası Teorisi uygulamaya geçirilmeye çalışılmıştır. Mackinder'ın Heartland'ı ve Spykman'ın Rimlandı' nın kesiştiği yerde bulunan ve enerji nakil hatları açısından önemli bir yer olan Afganistan 
ve dünyanın en önemli zengin enerji kaynaklarına sahip Irak coğrafyalarını başka güçlere kaptırmak Brzezinski'nin Büyük Satranç Tahtası Teorisi'ne ve 1992 Pentagon Savunma Planlama Klavuzuna aykırı olmaz mı ? 

KAYNAKÇA 

Bayat, Mert, Milli Güç ve Devlet, İstanbul, Belge Yayınları, 1986. 

Bilge, Suat, Milletlerarası Politika, Ankara, A. Ü. S. B. F. Yayınları, 1966. 

Brzezinski, Zbigniew, Büyük Satranç Tahtası: Amerika'nın Küresel Üstünlüğü ve Bunun Jeostratejik Gereklilikleri, çev. Yelda Türedi, İstanbul, İnkılap Kitabevi, 2005. 

Buzan, Barry, '' Askeri Güvenliğin Değişen Gündemi '', Uluslararası İlişkiler, Cilt: 5, Sayı: 18 ( Yaz 2008 ). 

Clinton, Hillary, '' America's Pacific Century '', Foreign Policy, October 11 2011. 

Cömert, Servet, Jeopolitik ve Türkiye'nin Yer Aldığı Yeni Jeopolitik Ortam, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, 2001. 

Davutoğlu, Ahmet, Stratejik Derinlik: Türkiye'nin Uluslararası Konumu, İstanbul, Küre Yayınları, 2001. 

---------, Küresel Bunalım, İstanbul, Küre Yayınları, 2011. 

Defay, Alexandre, Jeopolitik, çev. İsmail Yerguz, Ankara, Dost Kitabevi, 2005. 

Dolman, Everett C., '' Uzay Çağında Jeostrateji: Astropolitik Bir Çözümleme '', Jeopolitik, Strateji ve Coğrafya. 

Excerpts from Pentagon's Plan: Prevent the Emergence New Rival, New York Times, March 8 1992. 

Dugin, Alexandre, Rus Jeopolitiği- Avrasyacı Yaklaşım, çev. Vügar İmanov, İstanbul, Küre Yayınları, 2003. 

Fukuyama, Francis, Tarihin Sonu ve Son İnsan, çev. Zülfü Dicleli, İstanbul, Gün Yayıncılık, 1999. 

Gürses, Emin, '' Mackinder ve Mackinderci Jeopolitik '', haz. Kadir Yılmaz, Tarihin Coğrafi Kalbi, İstanbul, Doğu Kütüphanesi, 2013. 

Huntington, Samuel P., '' The Clash of Civilizations? '', Foreign Affairs, Volume: 72, Number: 3, Summer 1993. 

---------, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, çev. Mehmet Turhan, Cem Soydemir, İstanbul, Okyanus Yayınları, 10. Baskı 2012. 

İlhan, Suat, Jeopolitik Duyarlılık, Ankara, T. T. K. Basımevi, 1989. 

İnce, Fuat, Kanaslan, Melih, '' Uzay Tabanlı Güvenlik Çalışmaları '', Havacılık ve Uzay Teknolojileri Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 3, 2008. 

İşcan, İsmail Hakkı, '' Uluslararası İlişkilerde Klasik Jeopolitik Teoriler ve Çağdaş Yansımaları '', Uluslararası İlişkiler, Cilt: 1, Sayı: 2, Bahar 2004. 

Karabulut, Bilal, Strateji, Jeostrateji Jeopolitik, Ankara, Barış Kitabevi, 2013. 

Lanning, Micheal L., En Büyük 100 Asker: Tarihin Gelmiş Geçmiş En Etkili Askeri Liderleri, çev. Belkıs Çorakçı Dişbudak, İstanbul, Show Kitap Tarih Dizisi, 1998. 

Mackinder, Halford John, '' The Geographical Pivot of Hisyory '', Geographical Journal, Volume: 23, Number: 4, April 1904. 

 '' National Space Policy of The United States of America '', June 2010. 

Owens, Mackubin Thomas, '' In Defense of Classical Geopolitics '', Nawal War College Review, Volume: 52, Number: 4, Autumn 1999. 

Özdağ, Muzaffer, Türkiye ve Türk Dünyası Jeopolitiği Üzerine, Ankara, ASAM Yayınları, 2001. 

Özey, Ramazan, Merkezi Türk Hakimiyeti Teorisi, İstanbul, 21. Asır Yayınevi, 2010. 

 '' Rebuilding America's Defenses: Strategy, Forces and Resources for a New Century '', The Project for the New American Century, September 2000. 
    http://www.informationclearinghouse.info/pdf/RebuildingAmericasDefenses.pdf 

Spykman, Nicholas J., The Geography of the Peace, New York, Harcourt Brace and Company, 1944. 

Tarakçı, Nejat, Küresel Sistemde Dış Politika Stratejileri: Klasik Diplomasiden Jeopolitik Diplomasiye, İstanbul TASAM Yayınları, 2012. 
--------, Devlet Adamlığı Bilimi, İstanbul, TASAM Yayınları, 2013. 
--------, Türkiye Merkezli Jeopolitik Analizler, İstanbul, TASAM Yayınları, 2014. 
Taşdemirci, Ersoy, '' Jeopolitik ve Türkiye'nin Jeopolitik Durumu '', Silahlı Kuvvetler Dergisi, Sayı: 323, Eylül 1989. 

Tezkan, Yılmaz, Taşar, M. Murat, Dünden Bugüne Jeopolitik, İstanbul, Ülke Yayınları, 2012. 

Ulaş, Bülent, Jeopolitik: Türkiye'nin Milli Güvenliği ve Avrupa Birliği Üyelik Süreci, İstanbul, Başlık Yayın Grubu, 2011. 

X, '' The Sources of Soviet Conduct, Foreign Affairs, Volume: 25, Number: 4, July 1947. 

Yılmaz, Veli, '' Uzay Egemenliğinin Anahtarı Afrika '', Cumhuriyet Gazetesi Strateji Eki, 31 Ocak 2015. 


DİPNOTLAR;

49 Samuel P. Huntington, '' The Clash of Civilizations '', Foreign Affairs, Volume: 72, Number: 3, Summer 1993, pp. 22- 49. 
50 Samuel P. Huntington, The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order, New York, Simon& Schuster, 1996. 
51 Samuel P. Huntington, a.g.m., p. 22. 
52 Samuel P.Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, çev. Mehmet Turhan, Cem Soydemir, İstanbul, Okyanus Yayınları, 10. Baskı, 2012,s.23.
53 Samuel P.Huntington,a.g.e.,ss. 267,312.
54 Samuel P. Huntington, a.g.e., s. 469. 
55 Barry Buzan, '' Askeri Güvenliğin Değişen Gündemi '', Uluslararası İlişkiler, Cilt: 5, Sayı: 18 ( Yaz 2008 ), ss. 107- 123. 
54 Samuel P. Huntington, a.g.e., s. 469. 
55 Barry Buzan, '' Askeri Güvenliğin Değişen Gündemi '', Uluslararası İlişkiler, Cilt: 5, Sayı: 18 ( Yaz 2008 ), ss. 107- 123. 
56 Zbigniew Brzezinski, The Grand Chessboard: American Primacy an Its Geostrategic Imperatives, New York, Basic Books, 1997. 
57 Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası: Amerika'nın Küresel Üstünlüğü ve Bunun Jeostratejik Gereklilikleri, çev. Yelda Türedi, İstanbul, İnkılap Kitabevi, 2005, s. 13. 
58 Zbigniew Brzezinski, a.g.e., ss. 52- 53. 
59 Zbigniew Brzezinski, a.g.e., s. 43. 
60 Zbigniew Brzezinski ,a.g.e.,ss. 56-57. 
61 ZbigniewBrzezinski,a.g.e.,s.65.
62 ZbigniewBrzezinski, a.g.e.,ss.83-84.
63 Newsweek,4 December1989.
64 Excerpts from Pentagon's Plan: '' Prevent the Emergence New Rival '', New York Times, March 8 1992. 
65 1995 tarihinde RAND Corporation isimli düşünce merkezinde '' Greater Middle East ( Genişletilmiş Ortadoğu ) diye bir bölüm kurulmuştur. 
Bu coğrafyanın tanımını yaparken Afganistan'dan başladılar, Hazar'ın doğusu, Kafkasya, geleneksel Ortadoğu coğrafyası ve Kuzey Afrikayı'da içine alan bir hat çizdiler. Kissinger, ABD'nin hayati çıkarlarının bulunduğu alanı Hindistan'ın batısından başlayan ve Akdeniz'e uzanan bir bölge olarak tanımlıyor ve NATO'ya Hindistan'ı da içeren bir rol verilmesini tavsiye ediyordu. Bkz. Henry Kissinger, '' Expand NATO Now '', Washington Post, 19 December 1994. 
66 Emin Gürses, a.g.m., s. 22. 
67 Hegemonya, bir devletin uluslararası sistemdeki hakim konumunu korumak için diğer devletleri kendi taleplerine zor yolu ile ya da gönüllü olarak uymalarını sağlamak olarak tanımlanabilir. Hegemonya kavramı Marksist literatürde önemli bir yer tutmaktadır. Bkz. Robert Cox, '' Gramsci, Hegemony and International Relations '', ( ed. ) S. Gill, Gramsci, Historical Materialism and International Relations,  Cambridge University Press, 1993, p. 62. 


 ***

AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA JEOPOLİTİK TEORİLER VE PRATİKLER BÖLÜM 3

AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA JEOPOLİTİK TEORİLER VE PRATİKLER  BÖLÜM 3




2.3. Hava Hakimiyeti Teorisi ve Alexander P. De Seversky., 

I. Dünya Savaşı'ndan sonra hava gücü ile ilgili olarak en çok yankı yapan kuramsal çalışma, İtalyan General Guilio Douhet'e aittir. 1921 tarihinde yazdığı The Command of the Air ( Hava Hakimiyeti ) isimli çalışmasında Douhet, karşı tarafın kentlerine yapılacak hücumlar ile sivil halkın terörize edilmesi ve ulusal savunma gücünün kırılmasını savunuyordu. Bunun için hava kuvvetleri, ordu ve donanmadan ayrı bir güç olarak örgütlenmeliydi. Douhet şöyle demektedir; '' Düşmanı yenmek için düşman hatlarını yarmak artık geçerli değildir. Uçak, artık cephenin üzerinden basitçe atlayarak düşman komuta ve kontrol merkezlerini, endüstri ve nüfus merkezlerini bombalayıp düşmanı saf dışı bırakabilir. Düşmanın moralini böylece tamamen yıktıktan sonra hızlı ve etkili bir zafer kazanılabilir. '' 37 Douhet, resmen jeopolitik bir teori ortaya koymamakla birlikte, O'nun jeopolitik tekerlemesi şöyledir; '' havaya hakim olan zaferi elde eder. '' 

Hava hakimiyeti jeopolitik teorisinin gelişmesinde her ne kadar Douhet öncülük yapmışsa da ilk kez bir stratejist hava gücüne dayanan jeopolitik dünya görüşünü etkin bir şekilde savunmuştur. Bu, 1894 tarihinde Rusya'da doğan 1927 yılında Amerikan vatandaşlığına kabul edilen, uçaklarda bombaların hedefe isabeti için kullanılan dünyanın ilk tam otomatik aracını yapan ve Cumhuriyet Havacılık Şirketi'ni kuran Alexander P. De Seversky ( 1894- 1974 ) dir. 

Seversky'nin özellikle iki kitabı Amerikan dış politikasına yön veren beyinler üzerinde büyük bir etki bırakmıştır. Bu kitaplardan ilki 1942 yılında yayınlanan Victory Through Air Power ( Hava Gücü Aracılığıyla Zafer ) dır. Bu kitabında, savaş sırasında yeniden gözden geçirdiği deniz gücünün çöküşünü açıklamış, müttefik kuvvetler tarafından hava gücüne yetersiz ölçüde dikkat gösterilmesini üzüntü ile karşılamış ve zafer için hava gücü aracılığıyla tamamen yeni bir strateji ve organizasyon önermiştir. İkinci kitabı, 1950 yılında yayınlanan Air Power: Key to Survival ( Hayatta Kalmanın Anahtarı: Hava Gücü ) dır. Seversky bu kitabında kara ve deniz gücünün hava gücüne bağımlı olduğunu üstüne 
üstüne basa basa ifade etmiştir. ABD için etkili bir hava üstünlüğünün gelişiminde ısrar etmiştir.38 

Hava Hakimiyeti Teorisi'ni Amerikan dış politikası pratiklerinde sıkça görmek mümkündür. Soğuk Savaş dönemi boyunca Seversky'nin tavsiyelerine uyularak ABD ve onun sadık müttefiki Kanada, SSCB'nin Kuzey Kutbu üzerinden yapabileceği bir saldırıya karşı, en kısa yoldan Kuzey Amerika'yı savunmak için büyük bir masrafla üç radar istasyonu ve Alaska ile Kanada arasına hava üsleri kurmuştur. Soğuk Savaş sonrası süreçte de ABD hava gücüne önem vermiş ve hava gücünü barındıran savunma harcamalarını artırmıştır. 
Hava gücünün son pratiklerini ise 2012 Libya operasyonu ( Kaddafi, NATO'nun hava gücüne karşı etkili olamamış ve yönetimden düşmüştür ) ve 2015 yılında IŞİD terör örgütüne karşı başlatılan hava operasyonlarında görmek mümkündür. 

2.4. Uzay Hakimiyeti Teorisi ve Everett C. Dolman 

Teknolojik gelişmeler sayesinde insanoğlunun bilinmezlikler diyarı ya da mistik olanın mekanı olan uzaya yönelik olan ilgisi artmış ve insanoğlu uzayın sunduğu geniş imkanlardan yararlanmaya başlamıştır. 
Uzay, uydu, bilgisayar ve haberleşme alanlarında yaşanılan gelişmeler ile birlikte devletler de güvenliklerini sağlamak için uzaya özel bir önem atfetmeye başlamışlardır. Bu devletlerin başında da tabikide teknolojik olarak en gelişmiş devlet olan dünyanın süper gücü ABD gelmektedir. 

ABD'de uzay çalışmaları 1945 yılında Wernher von Braun ve 457 bilim adamının Amerika'ya götürülmeleri ile başlamıştır. İlk uyduları olan Explorer I'i 31 Ocak 1958 tarihinde uzaya fırlatmışlardır. Bu uydu vasıtası ile ilk olarak dünya çevresindeki radyasyon kuşağı keşfedilmiştir. Bu kuşağa, adı geçen buluşu yapan Amerikalı bilim adamı Van Allen'in adı verilmiştir. Bundan 5 ay sonra aynı yıl içinde National Aeronautics and Space Administration- NASA - ( Ulusal Havacılık ve Uzay İdaresi ) kurulmuştur. NASA'nın kuruluşu ile ABD'de sivil ve askeri uzay faaliyetleri birbirlerinden ayrılmıştır.39 

Amerikalı Everett C. Dolman uzayın kontrolü konusunda sistematik bir yaklaşım geliştirmiş ve buna astropolitik adı verilmesini tavsiye etmiştir.40 Astropolitik, Mackinder'in teorisine nazire olarak uzayın jeopolitik bölgelerinin belirlenmesi ile işe başlamakta ve uzayı dört farklı bölgeye ayırmaktadır. Bu bölgeler şunlardır; 

• Yeryüzü/ Dünya: Bu bölge, yeryüzü ve çevresindeki atmosferdir. 
• Dünya Uzayı: Bu bölge, atmosferin sınırı ile 36000 km. yükseklik arasındaki bölgedir. 
• Ay Uzayı: Ay yörüngesi ile Dünya Uzayı üst sınırı arasındaki bölgedir. 
• Güneş Uzayı: Ay yörüngesinin ötesindeki ve güneş sistemindeki her şeyi içermektedir.41 

Dolman, yeryüzünde ve dış uzayda belli bölgeleri kontrol eden bir devletin dünya hakimiyeti konusunda mutlak bir avantaj sağlayacağını iddia etmiştir. Bu bağlamda Dolman'ın jeopolitik tekerlemesi şu şekildedir; Uzaya hakim olan Dünya'ya hakim olur, Ay'a hakim olan uzaya hakim olur, L- 4 ve L- 5 bölgelerine hakim olan da Dünya- Ay yörüngesine hakim olur.42 




Kaynak: 
https://en.wikipedia.org/wiki/Space_geostrategy#/media/File:Lagrange_very_massive.svg 

Dünya egemenliği için sürdürülen mücadeleye kara, deniz ve havadan sonra dördüncü güç olarak uzay da girmiştir. Dünya egemenliği için çalışan ABD uzay alanındaki çalışmalarını sürdürmekte ve uzay ile ilgili politikalar geliştirmektedir. Bu bağlamda ilk Amerika Uzay Politikası raporu 11 Mayıs 1978 tarihinde dönemin Amerikan başkanı Jimmy Carter tarafından yayınlanmıştır. Daha sonralar da sırasıyla; 4 Temmuz 1982'de Ronald Reagan, 2 Kasım 1989'da Baba Bush,19 Eylül 1999' da Bill Clinton ve 31 Ağustos 2006 tarihinde Oğul Bush tarafından hazırlanan Amerikan Uzay Politikası devreye girmiştir.43

En son olarak ise ABD'nin ilk siyahi başkanı Barack Obama tarafından 14 sayfalık Ulusal Uzay Politikası belgesi 2010 yılının Haziran ayında yayınlanmıştır. 
Obama, belgenin giriş kısmında şöyle demektedir; '' ABD,uzay politikasında sadece insanoğlunun uzaya erişiminin güçlendirilmesi ile ilgilenmemek te,  uzayı 
aynı zamanda ABD'nin dünyadaki hegemon konumunu pekiştirmek adına önemli bir alan olarak görmektedir.'' Uzay ile ilgili belgede ki temel hedefler şöyle 
sıralanmaktadır; 

(1) Uzaydaki istikrarı güçlendirmek 
(2 ) Uzay araçlarının dayanıklılığı ve güvenliğini artırıcı önlemler almak  
(3 ) Uzay ile ilgili faaliyette bulunan yerel Endüstrinin rekabet gücünü ve verimliliğini artırmak 
(4 ) Dünyanın ve güneş sisteminin uzay tabanlı olarak gözlemlenmesini sağlamak. 44

Oğul Bush yönetimine klavuzluk eden yeni-muhafazakar isimler tarafından Eylül 2000 yılında yayınlanan Rebuilding America's Defenses: Strategy, Forces and Resources for aNew Century adlı raporun Uzay ve Siber Uzay adlı bölümündeki şu tavsiyeler dikkat çekmektedir; ABD için uzay şu anda kara, deniz ve hava daki operasyonların ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir...
    Uzayın sınırsız kullanımı Birleşik Devletlerin ana stratejik çıkarlarından biri haline gelmiştir...
    Uzayın kullanımını kaybetmek Birleşik Devletler için yıkıcı olabilir...
    Uzayın kontrolü gözardı edilebilir bir konu, isteğe bağlı bir ekstra değildir...

    ABD Silahlı kuvvetleri için askeri üstünlük iddiasını sürdürmek, Uzayı kontrol altında tutmakla mümkün olacaktır...
    Uzaya erişim, Uzay ortamında operasyon yapabilme yeteneği ve diğer Ülkelerin uzayı kullanmasını denetlemek askeri stratejimizin asli bir unsuru olmalıdır..
    Amerika uzaydaki etkinliğini koruyamazsa Küresel Askeri operasyonlar yapma yeteneği zora girecek, Operasyonların Maliyeti artacak ve potansiyel tehlikeler 
    daha da fazlalaşacaktır. 45  

    Ayrıca, 
    Donald Rumsfeld Ocak 2001 yılında kendi adı ile anılan raporda şöyle diyordu; ABD, Uzay sistemine yönelik ani bir saldırıyı uzayın '' PearlHarbor''ı olarak kabul edecek ve böylesi bir saldırıya çok sert bir yanıt verecektir.

2.5.Tarihin Sonu ( The End of History ) Tezi ve Francis Fukuyama

Japon asıllı Amerikan Siyaset Bilimci Francis Fukuyama ( 1952-), SSCB'nin parçalanmasının artık an meselesi olduğu 1989 yılında Chicago Üniversitesi'nde verdiği'' 
Tarihin Sonu '' başlıklı konferansı önce makale 46 sonra ise kitap 47 şeklinde yayınlamıştır.
Bu çalışmalarında Fukuyama,Hegelci bir tarih okuması yapmış ve Batılı Liberal demokrasinin insanlığın evrimindeki son noktayı temsil ettiğini iddia etmiştir.  
Yani O'na göre, liberal demokrasi '' İnsanlığın İdeolojik evriminin nihai noktası '' ve '' nihai insani hükümet biçimi '' ni temsil etmektedir.

Fukuyama'nın tespitlerinden bir tanesi de şudur;   Diğer hükümet biçimleri yani Komünizm, Faşizm  vs., Sonunda kendi çöküşlerine yol açan büyük eksikliklere ve akıl dışı birtakım özelliklere sahipken, Batılı liberal demokrasi çarpıcı bir şekilde bu tür temel iç çelişkileri bünyesinde barındırmamakta ve bu sebepten dolayı nihai insani hükümet etme biçimi özelliğine kavuşmaktadır.. 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin şu andaki Başbakanı olan Prof. Ahmet Davutoğlu Fukuyama'nın Tarihin Sonu adlı tezi ile ilgili şu yorumu yapmaktadır; '' Tarihin Sonu tezi insanlara bir şey göstermek istiyordu: Batı medeniyeti en uç zirveye ulaştı ve bu anlamda doğrusal ilerleyen tarihin sonuna gelindi. Bu sonucun gizli önermesi ise aslında insanların ulaşabileceği en mükemmel rasyonel, siyasal düzene ulaşılmış olması. Buradan da şu sonuç çıkıyordu: Bu rasyonel siyasal düzenin kurucuları ve koruyucuları iyi, buna karşı çıkanlar ise kötüdür. Bush bunu iyiler ve kötüler şeklinde ifade etti. ''48 Ayrıca Davutoğlu şunları söylemeyi de ihmal etmiyordu; '' İnsanoğlunun en temel arayışı ontolojik güvenlik ve özgürlüktür. '' Yani bizim buradan çıkaracağımız sonuç, insanoğlunun temel arayışı son bulmadan Tarihin Sonu gelmeyecektir. 

Tarihin Sonu teorisinin Amerikan dış politikasındaki pratiklerini Soğuk Savaş sonrası süreçte '' Demokratikleş( tir )me '' uygulamalarında görmek mümkündür. Özellikle Oğul Bush döneminde Ortadoğu coğrafyasına yönelik olarak ortaya atılan Greater Middle East Initiative ( Genişletilmiş Ortadoğu İnisiyatifi ) projesinin ideolojik arka planını Tarihin Sonu tezinde görmek mümkündür. Projenin hedefi olan Ortadoğu coğrafyasını '' nihai aşama olan Batılı modernleş( tir )me/ demokratikleş( tir ) me '', Tarihin Sonu tezi ile doğrudan bağlantılıdır. 

   Yani ABD'nin 21. yüzyıl stratejilerinden biri olan '' demokrasi cihadı ''nın  entellektüel anlamda fikir babası Francis Fukuyama, kutsal kitabı ise The End Of History and the Last Man dir. 

DİPNOTLAR;

37 Nejat Tarakçı, a.g.e., ss. 192- 193. 
38 Bilal Karabulut, Strateji, Jeostrateji, Jeopolitik, Ankara, Barış Kitabevi, 2. Baskı, 2013, s. 57. 
39 Bilal Karabulut, a.g.e., ss. 89- 90. 
40 Everett C. Dolman, '' Uzay Çağında Jeostrateji: Astropolitik Bir Çözümleme '', Jeopolitik, Strateji ve Coğrafya, ss. 111- 142. 
41 Yılmaz Tezkan, M. Murat Taşar, a.g.e., ss. 162- 163. 
42 Veli Yılmaz, '' Uzay Egemenliğinin Anahtarı Afrika '', Cumhuriyet Gazetesi Strateji Eki, 31 Ocak 2005. 
43 Fuatİnce, Melih Kanaslan,'' Uzay Tabanlı Güvenlik Çalışmaları '',Havacılık ve UzayTeknolojileri Dergisi, Cilt:3,Sayı:3,2008,s.43.
44 '' National Space Policy of the United States of America '', 28 June 2010.
45 '' Rebuilding America's Defenses: Strategy, Forcesand Resourcesfora New Century'',The Projectfor the New American Centruy, September 2000.
       http://www.informationclearinghouse.info/pdf/RebuildingAmericasDefenses.pdf
46 Francis Fukuyama,'' The End of History'',The National Interest, Number:16, Summer 1989.
47 Francis Fukuyama,Tarihin Sonu ve Son İnsan, çev. Zülfü Dicleli, İstanbul, Gün Yayıncılık,1999.
48 Ahmet Davutoğlu, Küresel Bunalım, s. 70. 


4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA JEOPOLİTİK TEORİLER VE PRATİKLER BÖLÜM 2

AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA JEOPOLİTİK TEORİLER VE PRATİKLER BÖLÜM 2



Mahan' a göre; 

• Denizler karalara göre çok daha iyi hareket kabiliyeti ve ulaşım sağlamaktadır. 
• Denizcilik gücü dünya rezervlerinin daha büyük bir bölümü ile irtibatlıdır. 
• Denizcilik gücü, askeri kuvvetler kadar ekonomik ve politik etkinlikleri de daha kolay ve ekonomik bir biçimde, dağıtabilir, yayabilir. 
• Denizcilik gücü, Süveyş Kanalı, Cebelitarık, Seylan, Singapur, Babülmendep Boğazı, Türk Boğazları, Seylan Kanalı, Tayvan Kanalı, Kore Kanalı,  Hürmüz Boğazı, Florida Boğazı ve Yukaton Boğazı gibi kritik noktaları kontrol altında tutarak dünya ticaretine hakim olabilir. 
• Kara sınırları emniyette olmayan hiçbir devlet, nisbeten güçlü bir ada devleti ile deniz üstünlüğü için başarılı bir şekilde mücadele edemez. 24 

Mahan, kitaplarında deniz gücünün unsurlarını ( elements of sea power) 6 tane olarak belirlemiştir. 
Bu unsurlar; 
( 1 ) Coğrafi konum ( Georaphical position ) 
( 2 ) Fiziki yapı ( physical conformation ) 
( 3 ) Toprakların genişliği ( extent of territory ) 
( 4 ) Nüfus sayısı ( number of population ) 
( 5 ) Milli karakter ( national character ) 
( 6 ) Hükümetin karakteri ve politikasıdır (Character and policy of government ). 

Bu Unsurlardan en önemli olanının ise milli karakter olduğunu söylemiştir. O'na göre bir ülkenin coğrafi konumu her ne kadar deniz gücü için avantajlı olsa da üzerinde yaşayan insanlar denizci bir karaketere / ruha sahip değilse deniz gücü harekete geçirilemez ve kullanılamaz. Bu bağlamda Mahan'ın katı bir coğrafi determinist ( gerekirci ) olmadığını söyleyebilir, coğrafyanın harekete 
geçirilmesinde üzerinde yaşayan insanların etkili olduğu yorumunu yapabiliriz. 

Mahan'ın Deniz Hakimiyeti Teorisi'nin tarihsel süreç içerisinde Amerikan dış politikasında nasıl pratiğe geçirildiğini Prof. Ahmet Davutoğlu'ndan dinleyelim; 

Modern Amerikan stratejisinin en önemli isimlerinden olan Amiral Mahan 1904 yılında Birinci Roosevelt'e stratejik önerilerini sundu ve Amerika için beş temel ilke belirledi. 
Bir, Panama Kanalı'nı açacaksınız dedi. Birkaç yıl sonra açtılar. Panama öyle önemli bir konumdaki, Amerika'nın Atlantik ve Pasifik kıyılarını tutuyor. İki, Karayipleri kontrol edeceksiniz dedi. ABD o günden bugüne Karayipler bölgesini denetimi altında tutmaya özel bir önem verdi ve bunun için III. Dünya Savaşı'nı bile Küba'da 1962 tarihinde göze aldı. Üçüncüsü, Hawai Adası'nı işgal edeceksin dedi. O da yapıldı. Böylece Pasifik'e uzanıldı. Bunlar yapıldı ama diğer iki tanesi çok önemli. Bir, savaşı sürekli Amerika kıtasının uzağında tutacaksın. Önemli bir ilkedir bu. Savaşı Amerika'ya yaklaştırmayacaksın. İkincisi de savaşı oralarda Avrupa ve Avrasya'da tutmak için büyük donanmalarla ve askeri güç ile açık okyanusları kontrol altında tutacaksın.25 

Bu prensipler bugün de ABD için geçerliliğini korumaktadırlar. 

1974 yılında Senato Kararı ile başlatılan Milli Okyanus Politikası Çalışması ( National Ocean Policy Study ) sonunda tesbit edilen, ABD'nin uzun vadeli okyanus politikasının deniz araştırmalarını ve bunların dünya çapındaki ekonomik yansımalarını ilgilendiren ana unsurlar şunlardır; 

• Denizde gelişebilecek çıkar çatışmaları dahilinde, dünya çapındaki ABD menfaatlerine ve vatandaşlarına yönelik değişik tehditleri karşılamak için, doktrin ve stratejik bir yapıya ihtiyaç bulunmaktadır. ABD, dünya barışının korunması ve uluslararası istikrarın sağlanması yönünde okyanus boşluklarının stratejik potansiyelinden istifade etmelidir. 

• ABD, dünya pazarlarındaki uzun vadeli refahını sağlayacak, kendi rekabetçi tutumunu yeniden canlandırmak, kritik ticari dengeleri değiştirmek, doları istikrara kavuşturmak, ekonomiyi canlandırmak için okyanusların toplam ekonomik potansiyelini araştırmalıdır. Bu, okyanusların tamamının kullanılmasını ve denizin kaynaklarının yeniden tesbitini kapsamaktadır. 

• ABD, okyanusların, insanlığın ilerlemesindeki payının kendi vatandaşlarınca anlaşılmasını sağlamak için, her seviyedeki ABD okullarında genel okyanus eğitimi programlarını yürürlüğe koymalıdır. 

• Bir ulus, denizlerde meydana gelen kaza ve krizlerin, ulusal ve uluslararası problemlerin çözüm yollarını, bıkmak bilmeyen okyanus araştırmaları yoluyla, geleceğin okyanus sınırlarının tam olarak belirlenmesi ile bulabilir ve bu sayede kendisini güvende hissedebilir. 

• ABD politikası, ABD'yi enerji alanında kendi kendine yeterli hale getirmek için, denizdeki bütün enerji kaynaklarına yönelmeyi içermektedir. Fosil yakıt ihtiyaçlarının karşılanması dışında, nükleer güç ile çalışan ABD Deniz Gücünün hareket yeteneğinin idamesini sağlayacak, exotic- yakıt geliştirilmesi ve yeni tahrik sistemleri de bu kapsama girmektedir.26 

Obama yönetimi döneminde dışişleri bakanlığı görevinde bulunan Hillary Clinton ( 2009- 2013 ), 
2011 yılında Foreign Policy dergisinde yayınlanan '' America's Pacific Century ''27 isimli makalesinde ABD'nin önceliğinin kadameli olarak Ortadoğu'dan Asya- Pasifik'e kayması gerektiğini söylüyordu. ABD Savunma Bakanlığı'da bu görüşe paralel olarak gelecek on yıl içerisinde dünya sularında bulunan bütün Amerikan deniz güçlerinin en az % 55'inin Pasifik'e konuşlandırılacağını belirtiyordu. 

Sonuç olarak, Amiral Mahan'ın '' Denizlere hakim olan bir devlet tüm dünyaya hakim olur '' jeopolitik tekerlemesi şeklinde özetlenebilecek olan Deniz Hakimiyeti Teorisi Amerikan dış politikasını en çok etkileyen teorilerden biridir ve belki de en önemlisidir. ABD'nin bugün dünya üzerinde tek süper güç olarak bulunuyor olması Amerikan devletinin denizler üzerindeki gücünün başka bir güç ya da güç blokları tarafından dengelenememiş olmasına bağlanabilir. 

2.2. Kenar Kuşak ( Rimland ) Teorisi ve Nicholas John Spykman 

Amerikalı Profesör Nicholas J. Spykman ( 1893- 1943 ) jeopolitik düşünceleri ile II. Dünya Savaşı sonrası Amerikan dış politikalarının mimarı olarak kabul edilmektedir. Hollanda asıllı bir göçmen olan Spykman, 1913- 1920 yılları arasında Yakındoğu, Ortadoğu ve Uzakdoğu'da gazetecilik yapmış ve 1923- 1925 yıllarında California Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler dersleri vermiştir. Yale Üniversitesi tarafından 1935 yılında kurulan Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü'nün ilk yöneticisidir.28 

Spykman'ın jeopolitik üzerine olan düşüncelerini iki temel eserinde görmek mümkündür. 1942 yılında Yale Üniversitesi tarafından yayınlanan America's Strategy in World Politics ( Dünya Politikasında Amerikan Stratejisi ) isimli kitabında devletlerarası ilişkilerdeki güç kullanımı ve güç dengesi siyasetini incelemiştir. Spykman, jeopolitik üzerine olan görüş ve analizlerini 1942 sonbaharında Yale Üniversitesi'nde verdiği bir konferansta dile getirmiştir. 

Bu konferanstaki konuşmalarını kitaplaştıramadan 26 Haziran 1943 yılında ölmesi üzerine Yale Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü'ndeki çalışma arkadaşları bir araya gelerek Spykman'ın konferans notlarını kitap haline getirmişlerdir. 
The Geography of Peace ( Barışın Coğrafyası ) isimli bu kitap Yale Üniversitesi tarafından 1944 tarihinde yayınlanmıştır. İngiliz jeopolitikçi Mackinder'ın Heartland teorisine karşılık Spykman Rimland teorisini bu kitapta ortaya koymuştur. 

Spykman, doğal kaynakları ve nüfus yoğunluğu sebebi ile tarihin kuzey yarım kürede, ekvator çizgisinden uzak ılıman iklimlerde yazıldığını, ABD'nin kuzey yarım kürede yer alan kıta büyüklüğündeki zengin toprakları ile çok şanslı bir coğrafyada bulunduğunu,Kanada ve Meksika gibi siyaseten zayıf devletlere komşu olduğunu, her iki okyanusa bakan cepheleriyle dünya deniz yollarına kolaylıkla ulaşabileceğini ancak tüm bu avantajlarına rağmen Batı Avrupa ve Doğu Asya kıyıları arasında kaldığını,diğer bir deyişle ABD'nin Avrasya tarafından kuşatılmış olduğunu söylemiştir.29

Spykman, ABD'nin Batı yarı küresindeki hakimiyetini şöyle açıklamıştır;'' Tarih bize nazik davrandı;coğrafya bizi büyük ölçüde kolladı; fırsatlar çok iyi değerlendirildi ve sonuçta ülkemiz bugün Yeni Dünya'nın en önemli siyasi varlığı oldu. Coğrafi ve stratejik faktörler,ham maddeler ve nüfus yoğunluğu, ekonomik yapı ve teknolojik gelişme,bütün bunlar ''30

Amerika'nın Batı yarı küresinde heğemon bir duruma gelmesine yardımcı olmuştur.

Barışın Coğrafyası adlı eserinde Spykman, Mackinder'in Kara Hakimiyet Teorisi (Heartland ) ile aynı coğrafi değerlendirmeleri kullanmış ancak Mackinder'in Heartland'ı çevreleyen iç / kenar hilal bölgesinin önemini küçümsediğini ileri sürmüştür. Mackinder'in Heartland ( Kalpgah) Teorisi'ndeki 31 jeopolitik tekerlemesi şöyledir; Who rules East Europe commands the Heartland, who rules the Heartland commands the world-island, who rules the world-island commands the world (Doğu Avrupa'ya hakim olan Kalpgah'a hükmeder, Kalpgah'a hakim olan Dünya Adası'na hükmeder, Dünya Adası'na hakim olan Dünyaya hükmeder). İşte tam bu noktada Spykman, meslektaşı Mackinder'in yanıldığını düşünmekte ve şöyle demektedir; Avrasya'nın asıl güç potansiyeli sadece Kalpgah'ta değil aynı zamanda bunu çevreleyen ülkeler kuşağında yani kendi deyimi ile Kenar Kuşak (Rimland) tadır.Bu bağlamda Spykman'ın jeopolitik tekerlemesi şöyledir;

Who rules Rimland countries commands Eurasia, who rules Eurasia controlsdestiny ofthe world (Kenar Kuşak ülkelerine hakim olan Avrasya'ya hükmeder, Avrasya'ya hükmeden Dünyanın kaderini kontrol eder ).32 Spykman'ın Rimland kuşağında yer alan ülkeler Batı Avrupa'dan başlamakta Türkiye,Irak,İran,Pakistan,Afganistan, Hindistan,Çin ve Kore'yi içine almaktadır. O'na göre bu ülkelerin yer aldığı bölge kara kuvveti ile deniz kuvveti arasında bir tampon bölgedir.



Spykman'ın jeopolitik düşünce ve analiz dünyasına göre savaş sonrası Avrupa coğrafyası üzerinde üç politik durumun gerçekleşmesi muhtemeldir;

1. Bu muhtemel durumlardan birincisi bir Avrupa Birleşik Devletleri'nin ortaya çıkmasıdır. 
2. İkinci muhtemel durum, bir veya iki devletin hegemonyasındaki bir Avrupa oluşumudur. 
3. Üçüncü muhtemel durum ise, güçlerin tam eşitliğine dayanan istikrarsız bir Avrupa'dır. 

Avrupa coğrafyasının muhtemel durumlarını bu şekilde sıraladıktan sonra Spykman, Amerikan dış politikasına karar verecek olan elit beyinler için şu görüş ve önerilerini 
sunmaktadır; 

• Bir Avrupa Federasyonu fikri, ABD'nin teşvik edeceği rasyonel bir fikir değildir. Bütünleşmiş bir güç değil, dengede tutulan ayrı ayrı güçler Amerika'nın çıkarlarına uygundur. Federal ve bütünleşmiş bir Avrupa, bir Atlantik gücü olarak ABD'nin önemini büyük ölçüde azaltacak ve Batı Yarı Küresindeki pozisyonunu zayıflatacak bir gücü bir araya getirecektir. 

• Eğer ABD'nin savaş sonrası düşündüğü hedef, birleşik bir Avrupa'nın meydana getirilmesi ise, Amerika yanlış tarafa savaşmaktadır. Hitler'e yapılacak yardım, Atlantik ötesinde entegre olmuş bir Avrupa'nın oluşmasına en kestirmeden giden yoldur. 

• Eğer ABD'nin çıkarları bütünleşmiş/ federal bir Avrupa'nın oluşmasının engellenmesini gerektiriyorsa, Avrupa'da bir veya iki devletin hakim duruma gelmesi  engellenmelidir. 

• Savaş sonrası dönemine Avrupa iki veya üç büyük devletle girecektir. Bu devletler; Büyük Britanya, Almanya ve Sovyetler Birliği ( Rusya ) olacaktır. Portekiz, İspanya, Fransa, İtalya, İsveç, İsviçre ve diğer devletler tali derecede güç statüsüne sahip olacaklardır. En büyük güçlük, Almanya ve Rusya'yı dengelemekte görülmektedir. 

• Müttefikler savaştan zafer ile çıktıkları takdirde Sovyetler Birliği dünyanın en büyük savaş potansiyeline sahip sanayi devletlerinden biri olacaktır. 

• Almanya tamamen yok edilmediği sürece, I. Dünya Savaşın dan sonra görüldüğü gibi etkili bir askeri güç olmaya devam edecektir. En kolay çözüm, sınırları Almanya ve Rusya'yı komşu yapacak şekilde çizmektir. Bu mümkün olmayacaksa, bu iki ülke arasına Baltık Denizinden Akdeniz'e uzanan bir Doğu Avrupa Federasyonu yerleştirmektir. 

• ABD için, her seferinde ülkesine geri dönüp, daha sonra büyük kuvvetler ile Avrupa güç bölgesine gelmektense, bu bölgede az da olsa askeri varlığını muhafaza etmek daha ucuza gelecektir. Bu Avrupa güç bölgesinin, ABD'nin dışarıdan katılacağı bölgesel bir Milletler Topluluğu oluşturması desteklenmeli dir. 
Böyle bir topluluk, Avrupa'nın politik işlerine devamlı olarak katılmanın yegane yoludur. Avrupa'da güç dengesinin muhafaza edilmesi için ABD'nin bölgede kuvvet bulundurması gereklidir. 33 

İngiltere, Spykman'ın jeopolitik görüşleri içerisinde özel bir konuma sahip olmuştur. O'na göre İngiltere, Avrupa'dan Kuzey Amerika'ya yapılabilecek bir saldırıda tampon devlet işlevi görecek, İngiltere'nin Avrupa ile siyasi birlik içinde hareket etmesi ABD'nin gücünü nispi olarak zayıflatacak, ABD'nin Avrupa'da etkili bir askeri harekat yürütebilmesi için İngiltere'ye ihtiyaç vardır ve ABD açısından İngiltere ile ittifak zorunludur. 

Bu jeopolitik düşünce ve analizlerinden hareket ile Spykman, Amerikan devletine, kenar kuşak üzerinde bulunan memleketlerde hakim bir kuvvetin kurulmasına engel olunması yönünde dış politika tavsiyeleri vermiştir. ABD'nin ulusal güvenliği için Avrasya coğrafyasının tek bir gücün hakimiyeti altına alınması girişimlerinin engellenmesi üzerinde ısrarla durmuştur. 

II. Dünya Savaşı sonrasında ABD, entellektüel fikir babalığını Spykman'ın yaptığı Kenar Kuşak Teorisi'ni uygulamaya koymuş ve Sovyetler Birliği'ne karşı çevreleme politikasını ( containment policy ) başlatmıştır. 1947 tarihli George F. Kennan'ın Mr. X imzalı makalesinde şöyle deniyordu; '' Dünya güç şemasındaki her boşluğu doldurmak mantığı üzerine kurulu Sovyet politikası, sistemin devamı için dış dünyaya yönelik düşmanlığı kullanmaktadır ve Sovyet yayılmacılığının önünü ancak çevreleme ile geçmek mümkündür.''34 
Çevreleme politikası ise Spykman'ın belirttiği Kenar Kuşak coğrafyası üzerinden uygulanacaktır. 

Özdağ'a göre; Kenar Kuşak Teorisi, Deniz ve Kara Hakimiyet Teorilerini Amerikan faydacılığına uygun bir şekilde birleştiren ve Avrasya'nın Kalpgahında yerleşerek ABD'ye hasım olabilecek büyük güce karşı oluşturulması mümkün koalisyonları öneren bir yaklaşımdır.35 

1945 sonrası Amerikan dış politikasında etkili olan Kenar Kuşak Teorisi'nin pratikleri şu şekilde sıralanabilir; 

• Almanya, ABD ve SSCB'nin işgali ile ikiye bölünmüş, Japonya ise tarihte ilk ve tek defa kullanılan atom bombaları ile yerle bir edilmiştir. Böylece ABD'nin olası bir Batı Avrupa ve Doğu Asya devletleri tarafından yani Avrasya kuşatmasından kurtarılması amaçlanmıştır. 

• Avrupa güç bölgesine politik olarak nüfuz edebilmek ve Avrupa coğrafyasına yapılacak bir müdahale olasılığı karşısında bölgede askeri varlık olarak konuşlanmak için 1949 yılında Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü( NATO ) kurulmuştur. 

• Sovyetler Birliği'ne karşı Çevreleme/ tahdit politikası izlenmeye başlanmıştır. Sovyetlerin üzerinde ikamet ettiği Heartland'ı çevrelemek ve kontrol etmek için Rimland kuşağı üzerinde NATO ile Norveç'ten Türkiye'ye, CENTO ile Türkiye'den Pakistan'a ve SEATO ile Pakistan'dan kuzeyde Filipinler ile güneyde Yeni Zelenda'ya uzanan ve stratejik olarak birbirine eklemlenen bir stratejik kuşatma hattı oluşturmuştur.36 

• Soğuk Savaş döneminde Kore ve Vietnam coğrafyalarına doğrudan askeri olarak müdahale etmiştir. 2001 yılında Heartland ve Rimland'ın kesişim noktasında bulunan Afganistan'ı ve 2003 yılında ise Irak'ı işgal etmiştir. 

• İngiltere ile Stratejik ortaklık kurulmuş ve ilişkiler geliştirilmiştir. 

• 1991 tarihinde SSCB'nin tarihe karışması sonrası sistemde tek süper güç olarak kalan ABD, 70 yıl önceki Spykman'ın verdiği tavsiyelere hala uymakta ve Avrupa, Ortadoğu, Asya- Pasifik bölgelerinde yani Avrasya'da güç dengesi siyaseti izlemektedir. 


DİPNOTLAR;

24 Nejat Tarakçı, a.g.e., s. 155. 
25 Ahmet Davutoğlu, Küresel Bunalım, İstanbul, Küre Yayınları, 24. baskı, 2011, ss. 25- 26. 
26 Nejat Tarakçı, Türkiye Merkezli Jeopolitik Analizler, İstanbul, TASAM Yayınları, 2014, ss. 400- 401. 
27 Hillary Clinton, '' America's Pacific Century '', Foreign Policy, October 11 2011. 
28 Yılmaz Tezkan, M. Murat Taşar, a.g.e., s. 126. 
29 BülentUlaş,a.g.e.,ss.56-57.
30 NejatTarakçı, Devlet Adam...,s.182.
31 Halford John Mackinder'ın Kara HakimiyetiTeorisive Heartland kavramsallaştırmasıiçin bkz.Halford John Mackinder,'' The GeographicalPivotofHistory'', 
    Geographical Journal, Volume:23, Number: 4,April 1904.
32 NicholasJ.Spykman,The Geographyofthe Peace,NewYork,HarcourtBrace and Company,1944,p.43.
33 Nejat Tarakçı, Küresel Sistemde Dış Politika Stratejileri: Klasik Diplomasiden Jeopolitik Diplomasiye, İstanbul, TASAM Yayınları, 2012, ss. 60- 61. 
34 X, '' The Sources of Soviet Conduct '', Foreign Affairs, Volume: 25, Number: 4, July 1947, pp. 852- 868. 
35 Muzaffer Özdağ, a.g.e., s. 3. 
36 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik: Türkiye'nin Uluslararası Konumu, İstanbul, Küre Yayınları, 2001, s. 105. 


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***