9 Mart 2019 Cumartesi

İNSANLAR YAŞADIKÇA., BÖLÜM 1

İNSANLAR YAŞADIKÇA., BÖLÜM 1



Prof.Dr.Sait Yılmaz
07 Mart 2019


Kendi hayatını gerçekten yazabilirsen, Sonuna da sen karar verirsin.
Viking Atasözü.,


Giriş.,

Hayatınız bir hiçten ibaret, halbuki başka türlü olabilirdi. İnsanlık tarihi boyunca pek çok insanın başına geldiği gibi; ailesiyle başa çıkamamış, kendini işine vermiş birisiniz. Hayatınız “iş” denilen, başkalarının hayatını kolaylaştırmak ve kazancını artırmakla geçiyor. 
Küçük dünyanızın dışında size elini uzatacak bir akıl hocasıyla karşılaşmadınız. Diplomasız, belgesiz ya da size bir kapı aralayacak bir şeyiniz olmadan öylece kalakaldınız. Erkenden evlendiniz, yeni bir hayat için bırakıp gitmeye hiç bir zaman cesaret edemediniz.
Hiçbir zaman bağımsız bir insan gibi yaşayamadınız, sesinize kulak verilmedi. Başkalarının mülkü gibi yaşadınız ve hayatı hiç olan modern bir kölesiniz; kudretsiz ve köşeye sıkıştırılmış. Yaşamınızda doğru insanları ve doğru şartları bir araya getiremediniz.
Bütün hayatınız çocuklarınızı okutmak ve bir ev sahibi olabilmek için geçti. Şimdi çocuklarınız işsiz ve bu yüzden emekli olamıyorsunuz. Hastalıklar da yakanıza yapıştı. Yaşadığınız tüm tecrübe ve hayal kırıklıklarının sonunda “hayat zaten böyle bir şeydir” diye düşünüp “hayatım bitti” diyorsunuz.
Kızların kız-kıza gezdiği bir dünyadan geliyorsunuz. Kendi hikâyenizin sıradan olmasına göz yumuyorsunuz. Hayatta tek bir ilişki (evlilik) türü ile yetinmek zorunda kaldınız. Bir müzeyi bekleyen sessiz bir fare gibi yaşadınız, kaderinize hapsoldunuz.

Kültürsüzsünüz, konuşmayı beceremiyorsunuz. Yapmak istediğiniz hiçbir şey yok. Kapatıldığınız kafesten çıkmak için boşuna kanatlarınızı çırpıp duruyorsunuz. Hayatınız koca bir sıfır. Açlığın daimi olduğu bir dünyada, kıtlık ve fahiş fiyatlarla mücadele ediyorsunuz.
Geleceği kafasına takmayan, günü birlik yaşayan insanlardan oldunuz. Kendi ekseni etrafında turlayan küçük devlet memuru dünyasında yaşıyorsunuz. Zaten tüm tutkuları azgınlaşmasın diye budanarak bitkiye dönüşmüş bir insan olarak yetiştirildiniz.
Yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğdunuz, zengin oldunuz ama o birisi olamadınız. Toplumsal basamağın en altından en üstüne çıkmanız en az üç kuşak alır; bu yüzden sadece bir ara nesil olmayı kabullenmek zorundasınız. Yani siz bir hiçsiniz çünkü birisi olmak için erken bir başlangıç yapmanız gerekirdi. 
İş yerinizdekilerin çoğu mutsuz ve mutlu olan birkaç kişi ise neredeyse işine din gibi sarılmış. Hâlbuki insanın işi ile ilişkisi aşk hayatı gibidir, sevmiyorsanız bırakmalısınız. Ailenizde biri işçi, diğeri temizlikçi, öbürü işportacı, sanki aileniz sonsuza kadar en kötü işlerde çalışmaya mahkum edilmiş.
Yaşamınızı belirleyen karşılaşmalar bu kadar düşük profilli, yüzeysel ya da rutin olmasaydı, daha fazla kaliteli fikir alış verişi yapabilseydiniz, belki yaşamınız daha farklı olabilirdi. 
Dünya değişir ama insanlar değişmez, bu yüzden açgözlülük ve bencillik hiç bitmez. Korkuyorsunuz ve en cesur işleri yaparken bile aslında hep kaçıyorsunuz. Kadın-erkek ilişkilerini çözemediniz. Bu makalede, insanın tarihini yani yaşadıkça değişmez yazgımızı ele alacağız.

İnsanın Tarih yolculuğu..

Dünyada bütün olaylar, açlık ve aşk tarafından yönetilir. En öncelikli ihtiyacımız ilk insanla başlayan her doğan çocuğun ilk anından itibaren ömür boyu devam eden açlık oldu. Mutlaka bir şey yemeli bunun için de hala çalışmalı ya da birikim sağlamalıyız. 
İlk insanın (Homo Sapiens) ortaya çıktığı 70 bin yıldan öncesinden beri insanlar yiyecek ararken bir yerden başka yere göç etti, adeta yollarda yaşadı. İnsanların Doğu Afrika ile Çin arasındaki mesafeyi 10 bin yılda kat ettiği hesaplanıyor . İlk uygarlıklar yiyecek ve su için büyük nehirlerin etrafında kurulmuştu; Çin (Sarı Nehir), Hint (Ganj), Mezopotamya (Dicle-Fırat) ve Mısır (Nil). 
M.Ö. 10 bin yılı civarında dünya 5-8 milyon dolayında avcı toplayıcıya ev sahipliği yapıyordu. M.S. 1. yüzyılda avcı toplayıcı nüfusu 1-2 milyona düşerken, çiftçilerin sayısı 250 milyonu buldu . 
Tarım Devrimi, insanlığın elindeki toplam gıda miktarını kesin olarak arttırdı. Kalıcı yerleşimler tarlaların yanında kuruldu. Tarlalarının yanı başındaki evlerde yaşayan çiftçilerin “eve” bağlılıkları onları zihinsel olarak dönüştürdü ve benmerkezcilik oldukça belirgin hâle geldi. 
Çiftçilik, büyük ölçekli siyasi ve sosyal sistemlerin kurulmasına yol açtı. Her yerde ortaya çıkan yöneticiler ve seçkinler, köylülerin emeğiyle üretilen fazla gıdayla beslenip, çiftçileri boğaz tokluğuna mahkûm ettiler. El konan bu yiyecekler, siyaseti, savaşları, sanatı ve felsefeyi canlandırdı. Kaleler, tapınaklar, anıtlar inşa edildi. 
M.Ö. 10.000’de binlerce farklı insan dünyası vardı. M.Ö. 2000’de ise sayıları yüzlere inmişti. M.S. 700-970 yılları arasında asimile edilen halk tolulukları yeniden organize edildi; sermayesi elinden alındı ve üretime dâhil edildi. İnsanlar (artık köleler) ve hayvanların enerjilerinden sadece tarımda değil, savaşta da istifade edilmeye başlandı. 
İnsanlar, gücün ne olduğunu keşfettiler; güç, başkalarına kendi istediğini yaptırabilmek demekti. Krallar, kendilerini Tanrı ya da onun yeryüzündeki temsilcisi ilan ettiler. Topraklarını işleyenler; asiller ve savaşçı çeteleri tarafından sindirildiler. Yaşamaları için mahsulün bir bölümünü onlara bırakmaları, diğer ülkelerin yağmalanmalarında kullanılmaya rıza göstermeleri gerekti.  
Sermayenin zamanla birikimi, 13. yüzyıla gelindiğinde başka coğrafyalardaki lüks eşyalara artan talep neticesi yaşanan ticari değişim, ekonomik uzmanlaşmaya geçilmesine yol açtı. Bu aynı zamanda kasabalarda burjuva sınıfının doğmasına, alternatif sosyal seçenekler ile okuma-yazmanın artmasına ve yeni dağıtım fikirlerine yol açtı. 
Toplumun çoğunluğunu oluşturan bireyler, seçkinlerin sömürüsüne, yönetimin koyduğu ağır vergilere rağmen bir arada yaşamayı sürdürebilmelerini, ortak mitlere olan inançlara borçluydular. Mevcut bir hayali düzeni değiştirmek için ise alternatif bir hayali düzene inanmak gerekti. Ancak insanlar din, ırk, dil farkı gözetmeden ancak paranın etrafında birleşebildiler. Para pek çok yerde farklı zamanlarda icat edildi .

Orta Çağ’ın başında Batı Uygarlığı, kendi kendine yeterli malikânelerin etrafında organize olmuş, tamamen tarıma dayalı, ticaret veya sanayisi olmayan bir ekonomik sisteme sahipti. 1270-1420 arasında çatışma dönemine girildi ve Yüzyıl Savaşları, Kara Veba, dinsel büyük sapıklıklar ve ciddi sınıf çatışmaları yaşandı. Dönemin sonunda eski feodal-tarım düzenine dayanan yeni bir toplum yapılanması ile yeni bir genişleme süreci başladı. 
İngiltere’de 1725 yılı civarında başlayan yeni Tarım Devrimi yiyecek üretimi, elli yıl sonra 1775’deki Sanayi Devrimi ise fabrika üretimi ile alakalıydı . Sanayi Devrimi ile Batı dünyası, kendini feodal ve dini etkiden kurtardı. Geçtiğimiz 250 yıl boyunca besinimizi çoğunlukla şehirlerde çalışarak sağladık. Bu süre atalarımızın avcı ve toplayıcılıkla geçirdiği on binlerce yılın yanında çok az bir süredir. 


Tablo 1: İnsanın Tarihi



Geldiğimiz aşama Dördüncü Sanayi Devrimi’dir yani sanayi üretiminde insanın yerini büyük ölçüde robotlar alacak, fabrikalar karanlık olacaktır. Evimiz aynı zamanda işyerimiz ve okulmuz olacak, devlet düzeni gittikçe geri plana çekilirken, aile kurumu da önemini yitirmeye devam edecektir. 

İnsanın parametreleri..

Akıl, bizi diğer canlılardan ayıran özel bir kabiliyettir. İnsan aklı ve beyni sayesinde bilgiyi depolayabilir, yararlı bir şekilde kullanabilir, yataracılık yeteneğini koyabilir. Kişiliğimizi etkileyen diğer bir etken genetik özelliklerimizdir. Bazı genetik özelliklerimiz 0-6 yaş arasında yaşanılan şartlara göre daha etkin hale gelirken, bazı özelliklerimiz ise daha sinik kalabilir.
Duygularımız içinde; sevgi, aşk, şefkat, cömertlik, merhamet, erdemli olmak gibi insanı yücelten duygular yanında insanı felakete sürükleyebilen kin, düşmanlık, kıskançlık, kibir gibi duygularımız da bizi yoldan çıkarmaya hazırdır. 


Şekil 1: İnsanlar Yaşadıkça




İhtiyaçlarımız, arzularımız, korkularımız arasında gider geliriz. İnsanlığın açlık ya da yeme-içme ihtiyacı en temel gereksimidir ve bu fiziken gelişmesi insanlık var oldukça böyle olmaya devam edecektir. Bunun yanında barınma ve üreme (cinsellik) ihtiyaçları da temel gereksinimleri içinde yer alır. 
İnsanoğlu ancak açlık ihtiyacı giderecek gıda depolamasını yaptıktan sonra başka işlere zaman ayırmaya başlamış ve böylece daha iyi bir yaşam (refah) peşinde koşarken; bilim, sanat, felsefe gibi uğraşlara zaman bulmuştur. Orta Çağ’ın feodal sisteminin yıkılması ile mülkiyet hakkına kavuşan insanlar, farklı mutluluk kaynakları aramaya yönelmişlerdir.
Modern dünyanın gelişimine yol açan temel hususların başında 1648’deki Vestfalya Anlaşması sonrası ‘devlet’ anlayışının ortaya çıkması ve Sanayi Devrimi sonrası kapitalizmle birlikte kitlesel üretim (fabrikalar) ve bilimsel buluşların getirdiği elektrik, araba gibi teknolojiler insan hayatını ve toplum yapısını oldukça değiştirmiştir.
İnsanlar farklı ülke, coğrafya, doğa, iklim, devlet, toplum yapısı içinde yaşasalar da devleti yönetenlerden kanun ve düzeni sağlamasını, eğitim ve sağlık gibi temel hizmetleri yürütmesini beklemişlerdir. 
Özgürlük, eşitlik ve adalet gibi beklentileri için gerektiğinde devlet ötesi kurumlara başvurmaya başlamışlardır. İnsan hayatını daha anlamlı kılmak için politika, felsefe, bilim, sanat gibi çeşitli disiplinler ortaya çıkmış; doğru, iyi ve güzel kavramlarını pekiştirmişlerdir. 
İnsan hayatının geçirdiği evreleri şu şekilde özetleyebiliriz;
İnsan topluluklarının ancak savaş, göç ve diğer yollarla yeni gruplara katılarak ve acılara katlanarak yaşamlarını sürdürebilmeleri; geçmişte insanların çoğu huzur vaat ettiği ve komşularıyla uyum içinde yaşamalarını sağlamak için bir işgalci güce, otoriteye ve onun feodal beylerine itaat etti.
Hayatta başarılı olmanın yolunun askeri güçten, asil kan sahibi olmaktan ya da bir hami edinmekten geçmesi; insanlar geçmişte üç nedenle köle oldular .
(1) Korkudan (ölmemek, korunmak için hor görülmeye ve kullanılmaya razı olmak).
(2) Gönüllü (yoksulluk nedeni ile kendini köle gibi satanlar).
(3)  Hırslı liderlerin (kral, padişah vb.) yanında robot gibi başkasına iradesine bağımlı olarak yaşamayı seçenler (günümüzün yönetici ve bürokratlarının ataları).
Günümüzde köleliğin yeni biçimleri ortaya çıktı çünkü özgürlük her zaman yorucu ve zorlu bir işti. Bugün insanlar sürekli seyahat etme ve kentlerin sıkışıklığı ve dumanından kaçmaya çalışırken, geçmişte Türk ve Moğol göçebeleri tıklım tıklım kentlere doluşmuş insanlarla alay ediyordu. 
Erkeklerin kadınlara duyduğu arzunun yüzyıllar içinde şekil değiştirmesi, kadınlar ve erkekler zamanla ilgi çekici konuşmalar yapmayı öğrendiler. Ancak, kadın-erkek ilişkilerinin kırılganlığını sürdürüyor. Aşk, seksten ayrıldı ve yeni aşk biçimlerinin ortaya çıktı. Aile kurumundaki kriz devam ediyor, ebeveynler ve çocuklarının birbirlerinden beklentilerinin değişti.
Köklerini araştıran insanların yeterince derinlere bakmayı öğrenmesi; insanlar kan bağlarını keşfetti ve uluslara bölündü. Ulus-devlet anlayışı, dünya sisteminin merkezine oturdu. Ulusun ve toplum yaşamının düşmanlarını yok etmek, giderek daha güç hale gelmektedir. 
İnsanların korkularından kurtulmak için yeni korkular icat etmesi; dertlerden kaçma sanatının gelişmesine rağmen nereye kaçacağının bilme sanatının gelişmedi. Bazı insanların yalnızlığa karşı bağışıklık kazandı.
Karamsarlık; tüketim toplumu içinde herşeyi elde edebilme imkânı ve cinsel özgürleşemeye rağmen, zenginlerin bile hayata karamsar bakması, saygı görmenin kudretli olmaktan daha arzulanır hale gelmesi.
Zevklerin değişmesi; insanların kendi hayat tarzını seçmesine rağmen tatmin olamıyor. Merak, özgürlüğün anahtarı haline geldi. Gezgincilik ve seyahatin gittikçe artmaktadır. Mutfak sanatındaki ilerleme, seksteki ilerlemeyi geride bıraktı.
Merhamet; insanların merhamet duygusunu genellikle ailesine saklamaya devam ediyor. Hherkes kendi sorunlarını kendi çözmelidir anlayışının merhametin önündeki en büyük engeldir. Merhamet hala yükselmekte olan bir yıldız olsa da hoşgörünün sorun çözmede yetersiz kalmaktadır.
Sevgi azlığı; yeryüzünden gelip geçen insanların pek azı herkesi sevdi. İnsan, etrafından uzaklaştıkça şiddeti azalan bir sevecenlik çemberi içinde yaşıyor. Sevgi-aşk-evlilik çelişkisi yüzünden, çok azı dışında insanların bir kaç hayat yaşayacak zamanı ıskalamaktadırlar. 

Modernite ve insan..

Modernite’nin sosyal ve ekonomik koşulları 16. yüzyılda uluslararası ticaretin genişlemesi, Avrupa’da köylü nüfusun şehirleşmesi ve okur-yazarlığın sürekli artışı ile başlamıştı. Çağımızın yeni düzeni olarak tanımlanan post-modernite ise, kapitalizmin geleneksel eşya üretimi anlayışı yerine bilgi üretimine geçişi ile karakterize edilmektedir.
İnsanlık tarihinde yaklaşık 20 uygarlık ortaya çıktı ve bunların on dördü öldü ya da ölmek üzeredir. İşgalciler onların uygarlıklarını önce güç kullanarak dağıttı, düşünceleri ile kültürlerini değiştirdi ve sonunda yuttu. On iki ölen ya da ölmekte olan uygarlığın altısı Avrupalılar tarafından imha edildi ve Batı uygarlığı kültürü içinde erimekteler. 
Geçmişteki kültürlerin çoğu, er ya da geç, onları tarihin çöplüğüne gönderecek acımasız imparatorluklara yem oldu. Ancak, imparatorluklar eninde sonunda yıkılırlar ve geride zengin ve kalıcı miraslar bırakırlar. 21. yüzyılda yaşayan herkes neredeyse bir imparatorluğun bakiyesidir. 
Bir imparatorluğun kurulması ve sürdürülmesi, genellikle büyük kitlelerin katledilmesi ve geriye kalanların da zalimce bastırılıp yaşadıkları yerlerin kaynaklarının seçkinlerce sömürülmesi anlamına gelir. İmparatorluklar genellikle halkların kültür birikimlerinden mümkün olduğu kadar çok şey alan melez medeniyetlere dönüştüler. 
Kapitalizm ve ulus-devletin birbirine ihtiyacı vardı ve bu da daha önceden var olan ideolojik ve askeri sistemlere eklemlendi. Böylece Weber’in ‘devlet’ tanımına gelindi yani belirli bir coğrafi alanda asker ve polisi kontrol eden örgütlenme. Devlet genişledikçe, onun düzenleyici rolü ve kapitalizm de genişledi.
İnsanlığı birleştiren “para” ve “devlet” kavramlarının yanında “din” her ne kadar bugün çoğunlukla, ayrımcılık, anlaşmazlık ve savaş kaynağı olarak görülse de, insanları birleştiren üçüncü unsurdur. Devlet, insan hayatının düzenlenmesi için tek çözüm oldukça, milliyetçilik ve din yaşamaya devam edecektir. 

Tablo 2: Dinlerin Ortaya Çıkışı




Özlemini çektikleri saygıya kavuşmak için insanların en sık başvurdukları çare dine sarılmak oldu. Yönetenleri zorbalıkları, hakaretleri ve günlük hayatta karşılaşılan zorluklar dış benliğe değip geçtiğinde, daha derinlerdeki inançların verdiği avuntu her şeye rağmen katlanmayı kolaylaştırıyordu. Dinin yetmediği yerde ise insanlık onurunun muhafazasına önem veren başka inançlar vardı; stoacılık, sosyalizm, liberalizm, feminizm vb.

Modern dönem devlet ve sınıf ilişkilerinin kökeninde ‘özel mülkiyet’ kurumu yatar. Öncesinde feodal lordlar, mülkiyetlerini korumak ve halkı sömürmek için devlete ihtiyaç duymuyorlardı. Mülkiyet hakkı ile birlikte bağımsız tüccar sınıfı ortaya çıktı. Böylece ekonomik ağ içinde bağımsızlık arttı. Tüccarlık ve sanat, uygarlık içinde bağımsız konumlar edindiler. 
Modern dünyanın teorik çerçevesi olan serbest pazar, hegemonya, Batı kültürü (Modernizm), barış ve demokrasi gibi kavramlar dünya politikalarında ve Amerikan dış politikasında 20. yüzyıldaki değerini önemli ölçüde kaybetmektedir. 

Devletlerarası ortam, kaba kuvvet ve gücün geçerli olduğu, gerçek ve geçerli bir hukuk düzeninin olmadığı, bir kaos ve düzensizlik ortamıdır. Dünya ülkelerinin sınırları, olması gereken hukuk açısından geçersizdir. Çünkü bütün barış anlamları silahların gölgesinde ve adaletsiz bir şekilde yapılmıştır.
Günümüzde dünya, siyasi parçalanmışlık hâlinde ve ekonomik, siyasi ya da iklimsel türden küresel sorunlar, ülkelerin tek başlarına halledebilecekleri boyutları çoktan aşmış vaziyettedir. Bu yüzden, “bağımsızlık” kavramı iyice gevşiyor. Ülkeler, uluslararası düzenin baskısı yüzünden iç meselelerini bile kendi uygun gördükleri biçimde yönetme imkânından uzaklaşıyorlar. 
Tarihin bir sonraki aşaması, sadece teknolojik ve örgütsel dönüşümler değil, insan bilinci ve kimliği üzerinde de temelden etki eden dönüşümler içerecektir. Üstelik bu dönüşümler o kadar temelden olacaktır ki, bizzat “insan” kavramını bile sorgulatacaktır. İnsanı başka bir tür yaratığa çevirebilecek bilimsel projeler hızla devam ediyor.
Ölüme çare bulamayan insanoğlu ölüm fikri ile yaşamayı öğrendi. Bazılarına göre ölüm hala kaçınılmaz bir kader değil sadece teknik bir problemdir ve bir çözümü vardır. Bilim insanlarının en önemli projesi, insanlığa ebedi yaşamı sunmaktır. 

Toplum ve insan..

Toplum, insanların ihtiyaçlarını gidermek için var olmuş, ilişkiler bütünüdür. Yani bir araçtır, insan ise amaçtır. Bu yüzden, toplum düzeni insanın ihtiyaçlarını giderek şekilde düzenlenmelidir. İnsanın amaç olabilmesinin temel şartları ise özgürlük ve eşitliktir. Eşitlik için özgürlük, özgürlük için de eşitlik şarttır. 
Saat icat edilmeden önce insanların hayatları hesabının verilmesi gereken küçük parçalardan oluşmuyordu. Dünya koca bir bulut içinde gibi gözüküyor, insanlık bu bulutun dağılmasını bekleyip duruyordu. Genellikle yaşlarını tam olarak bilmiyorlardı, daha çok yeni bir hayatı vaat eden ölümle ilgili idiler. İnsanların çoğu zamanın geçip gitmekte olduğunu kendilerine dert etmemişti. 
Başlangıçta ne özel hayat vardı ne de toplumun eleştirilerinden kurtulma imkânı. Daha sonraları orta sınıf, sırlarıyla yaşamayı öğrendi. Kendinize ait bir odaya sahip olmak 20. yüzyıla kadar çok ender bulunan bir imtiyazdı. Özel dünya, hem kendi düşüncelerinizle baş başa kalabileceğiniz hem de azarlanmadan ve aşağılanmadan hata yapabileceğiniz yerdi. 
Eskiden insanlar, savaşlar aracılığıyla bir cemaat edime duygusuna sahipti. İnsan hayatını düşünenlerin hepsi insanın doğasından yola çıkarak merkeze ‘çatışma’ olgusunu koydular ve çözümü devlet olmakta gördüler. Bugün çatışmayı yeryüzünden silmek isteyenler bile onunla savaşmak için aynı yöntemleri kullanıyorlar. 

Beş yüzyıl önce insan hayatını yeniden düzenlemek için Avrupa, dört yeni katalizör getirdi ;
- Özgürlük ve güzelliğin dinin karanlığından kurtarılması,
- Yeni keşif ve teknolojiler sayesinde dünyanın her yeri ile temasa geçilmesi,
- İnsana ve insan ihtiyaçlarına daha fazla önem,
- Dine nasıl bakılması gerektiği ile ilgili yeni bir anlayış.
Bugün yeni bir Rönesans olasılığı çılgınca görülse de insanlığı uykusundan uyandırmanın, yenilenmenin bir sosyal patlamaya hızla gittiği dönemdeyiz. Bu aynı zamanda insanlığın sorunlarının evrensel çerçevede ele alınma gereği ile birlikte düşünülmelidir. Ülke halkları da kendi içine gömülmüşlükten kurtarılmalıdır.  




Tablo 3: Filozoflara Göre Hayatın Anlamı


İnsanların eşitsizliği artarak devam etmektedir. Dünya devletlerinin ve dünya insanlarının gelirleri ve yaşam standartları arasında önemli farklılıklar vardır. Kişiler kendi çocuklarının eğitim ve geleceğinden endişe etmeden yaşamalıdır. 
Dünya genelinde bir ahlaki çöküş yaşanmaktadır. Ahlak kuralları toplumlarda kendiliğinden oluşan, toplum yaşantısını düzenleyen kurallardır. Pek çok ülkede bilinçli bir ahlak eğitimi verilmemekte, dolaylı şekilde ve değişik yorumlarla öğrenilmektedir.
Miras kurumu, olması gereken hukuk açısından geçersiz ve adaletsiz bir kurumdur. İnsanlar miras yoluyla, hiçbir zaman çaba harcamadan, kendi ana, baba veya akrabalarının yaşamları içerisinde kazandıkları veya sahip oldukları ekonomik güç sayesinde, hak etmedikleri bir güç ve zenginliğe sahip olmaktadır. 
Teknoloji ile birlikte hayatın nabzı hızlanmış; iş, eğitim, seyahat, eğlenceyi mevcut zaman dilimine sıkıştıran insanlar, her gün yeni bir şeyler daha tıkıştırarak kendine ait zamanı ağzına kadar doldurmuştur. Bir yanda hayat gereğinden hızlı akarken, diğer yandan işyerindeki gerginliğin, sıkılığın, monotonluğun insanların geriye kalan zamanları nasıl geçirdikleri konusunda bir tartışma başlattı. 
İnsanlığın, bunaltı ve can sıkıntısından oluşan iki uç arasında sonsuza kadar mekik dokumaktadır. Gerçekte bugünkü can sıkıntısı, bunaltıdan çok soruna yol açmaktadır. Üzücü olan insanların boş zamanlarında ne yapacaklarını bilmemeleridir. Bazen varoluşsal boşluk çeşitli maskelerle örtülür. Depresyon, saldırganlık, uyuşturucu vb. alışkanlığı gibi yaygın durumların altında yatan varoluşsal boşluğu kavramalıyız. 
Toplumsal açıdan yan yana duran iki ayrı dünya var. Birinde iktidar savaşı hemen hiç değişmeden sürüyor. Diğerinde ise önemli olan iktidar değil saygı. Saygı artık iktidara ait bir şey değil. Tarih bize göstermiştir ki iktidarı ustaca kullanmayı bilenler, ancak aynı düzenbaz yeteneğe sahip olanlar tarafından yerinden oynatılabilirler ama bu da aynı sistemin sonsuza kadar devam etmesine hizmet eder. İşte geldiğimiz yol budur. 
Bugün eski usul politikaların insanlarda yol açtığı yılgınlık, ortak esenliğe ilgisiz kalmalarından değildir. İktidar savaşı insafsız bir savaştır çünkü müttefik edinmeden kazanılamaz. Bu savaşa bir kez katılınca kimsenin ne dini ne de prensibi kalır.
Demokrasinin iktidar sorununu çözmek için gerçekten yeni bir yol bulamamış olması büyük bir hayal kırıklığı olmaya devam ediyor. İnsanlığın en eski rüyası olan adalet, ele geçmez bir hedef olmayı sürdürmektedir. Çünkü hakkaniyet sanatı daha yeni yeni öğrenilmektedir. 

Erkek-Kadın İlişkileri..

Tarihte farklı toplumlar, farklı hiyerarşileri benimsediler. İnsanlar her yerde kendilerini erkekler ve kadınlar olarak ayırdılar ve hemen her yerde erkekler daha iyi konumdaydı. Tarım Devrimi’nden bu yana, çoğu insan topluluğu, erkeklere daha fazla değer veren ataerkil yapıdadır. 
Eski çağlarda kadınlar, gerek hamilelikleri boyunca, gerekse çocuğun ilk yıllarında avlanıp beslenme ihtiyaçlarını gideremiyordu ve bu anlamda erkeğe muhtaçtı. Bu yüzden de erkeğin sunduğu şartları kabullenmek zorunda kaldı. Böylece gelecek nesillere uysal ve bakıcı kadın genleri aktarılmış oldu.
Tarih boyunca kadınlar, kadın gibi davranma baskısı altında yaşadılar. Evin erkeği fiziken güçlü ve evin geçiminden sorumlu olduğu için, ona karşı çıkmak akıl karı değildi. Bugün de ev kadınlarının yeterince saygı görmemesinin nedeni para kazanmamalarıdır. 
Bununla birlikte her kültürlerde kadınlar zamanla değişen roller edindiler. Eski Türklerde kadın, erkekler uzun seferlerde iken ‘yurdu koruyan’ rolünde idi. Türk kadını at sırtında doğum yapmakla ün kazanmıştı.  Alper Tunga’nın intikamını alan kadın silahşörlerdi.
İslamiyet ile birlikte Türk ailesi yapısı değişti. Türk asıllı ‘baş hanım’ yanında ikinci, üçüncü hanımlar ya da besleme, yanaşma, cariye gibi bir kadın ordusu aileye dâhil oldu. Türklerde aile kavramı, Araplar da ise aşiret ve kabile kavramı önemlidir. Araplar, cariyelerini değerli bir misafirine ikram edebiliyordu.
Erkek-kadın ilişkileri uzun bir evrimden geçti. Gelenekler, iki cinsi birbirinden ayırıyor, ayrı zihinsel ve fiziksel dünyalarda yaşamalarına yol açıyordu. Toplum ise erkekler ile kadınlar arasında kalpten bir dostluğa müsaade etmiyordu. Din, kadınların erkeklerle konuşmasına ateş püskürüyordu.
İki yüzyıl önce kadınlar, erkeklerle arasındaki bağlarda bir dönüşüm yaratmak için kolları sıvadı. Bunun ilk yolu erkeklere hislerini açıklamak, akıllarından geçen her şeyi söylemekti. Kadınlar buna, samimiyet diyordu. Dostluk cemiyetleri bu gelişmenin merkezi oldu.
Böylece ilişkiler zerafet, neşe ve romantizm kazandı. Kadınlar, mantığın neşe ve kibarlık içinde yürüyebileceğini gösterdiler. Böylece on sekizinci yüzyıl nesline berraklık, zarafet ve evrensellik aşıladılar. Bu şiirden romana, güzel sanatlara ve estetik olan herşeye olumlu yansımalar getirdi. Ancak, hala çözülmesi gereken çok sorun var.
Hayatın hakkını vermek kadınlar için daha zordur çünkü toplum erkeklere göre düzenlenmiştir ve kadınların daha çok güce ihtiyacı vardır. Güçlü ve başarılı kadınlar üzerinde yapılan bir çalışma bunun sırrını kadınların çekici olmasına bağlamıştır. Üst düzey yöneticilere kafa tutan bir kadın erkekleri ürkütür, kadında yumuşaklık aranır. Bu tür kadınlar, fazlaca burnunun dikine gitmekle suçlanabilir.
Hala erkekler fazlası ile işleriyle meşgulken, karılarının hayatında ise onlara eşlik eden biri olmadan tüketemeyecekleri kadar boş vakit var. Kocanın gerçek anlamda konuşabileceği iş arkadaşı olmadığı için karısının onu dinlemesine, kafasını boşaltıncaya kadar sabretmesine ihtiyacı vardır. Çiftler birbirlerinden çok şey istedikleri, taviz vermeyi reddettikleri, sabırla daha iyi günleri beklemeyi bilmedikleri için boşanıyorlar.
Depresyon üzerine yapılan 1991 yılında bir çalışma, erkeklerin esas olarak ilgilerini başka şeylere yönelterek rahatlamaya çalıştıklarını, kadınların ise derin düşüncelere dalmayı tercih ettiklerini, sıkıntılarını kafalarında tekrar tekrar döndürüp kendilerini daha da mutsuz ettiklerini gösteriyor. 
Genel kanıya göre kadınlar pek yaratıcı değildir ve bu yüzden ‘dahi’ kadınlara nadiren rastlanır. Yaratıcılıklarına engel olarak, kadınların; enerjilerini savurganca harcadıkları, fazla duyumcu oldukları, yeterince cesur ve acımasız davranmadıkları, erkekler kadar dengesi olmadıkları düşünülüyor. Sigmund Freud, kadınların düşünmeye ilgi duymamasının altında seks hakkında düşünmelerinin yasaklanmış olduğunun yattığını, çünkü kadınların en çok sekse önem verdiğini söylüyordu .
Kadınlar ve erkeklerin, arkadaşlığa bakışında temel bir farklılık vardır. Erkekler bunu birlikte vakit geçirmek ve en gizli düşüncelerini (varsa eğer) kendilerine saklamak olarak gördüler. Kadınlar içinse arkadaşlık, yakınlaşmak ve duygularını paylaşmak, gerçek endişelerini açık yüreklilikle dile getirmek demekti. 
Dostluk her zaman zordur,  çünkü güvenlik sağlamaz. Kadınlar arası dostluğa gelince, sosyologlara göre, bu dostlukların ancak yarısı destekleyici niteliktedir, geri kalanı enerjinin boşa harcanmasıdır. Erkeklerin bir bölümü, kadınların arkadaşlığını istemediklerini, erkek arkadaşlarının kendilerine yettiğini, kadının seks ve çocuk var olduğunu söylemekte ısrarlıdır. 
Kadınların giderek daha serüvenci olmaları ve hayattan beklentilerini hiç durmadan yükseltmeleri, erkekleri her gün biraz daha yetersiz bulmaları yönünden önlenemez bir trend var. Aradığı erkek, onun sahip olmadığı becerilere sahip olmalı, hayranlık duyabilmeli. 
Öte yandan, kadın ruhunu anlamaya heveslenmek, pek çok erkeğin kapalı tutmayı tercih ettiği bir kapıyı açmak demekti. Hiçbir erkeğin gönlünde tek bir kadına yetecek kadar yer yoktur. Evlilik dışı ilişkiler ve boşanma bu gerçeğe ayak uydurmanın pek de yaratıcı yolları olamamıştır. 

Evlilik,

En azından iki yüzyıldır insanlar, evlilikle arkadaşlığı birleştirme denemeleri yapmışlardır. Bazılarına göre insanın karısıyla arkadaş olması harika olurdu ama kadının ruhu, bu kadar sağlam ve bu kadar dayanıklı bir düğümün yükünü çekecek kadar kuvvetli değildi. 
Arkadaşlığa dayalı evliliklerin dayanıksız yapılar oldukları anlaşıldı, bu evlilikleri boşanma ile sonuçlanma sıklığı günden güne arttı. Evlilik anlaşması, tarafların karşı cinsten başka insanlarla arkadaşlık etmelerine yönelik hiçbir düzenleme içermediği için, bu gibi arkadaşlıklar en küçük kıskançlık gösterisinden ufalanıp gitmeye mahkûm oldu.
İnsanlar, eş seçerken; önce sihirli karşılaşmayı beklediler sonra bulabilecekleri en iyisiyle yetinmeye karar verdiler ve pişman olmayacaklarını umdular. Hayatın kısa olduğu o dönemlerde bunda bir tuhaflık yoktu. İnsan ömrünün neredeyse bir yüzyıla dayandığı günümüzde, bütün bir yolu aynı arkadaşla yolculuk ederek geçirmeyi tercih edenler azalmaktadır. 
Ancak, hayat arkadaşınızı değiştirmeniz yetmez, bir de nereye gitmek istediğinize karar vermeniz gerekir, hayatınızı yeni bir düzene sokmanız gerekir. Varılan yer genellikle hayal edilen yer değildir. Evliliğin yürümesini istiyorsanız, birbirinizin ruhunu didiklemekten vazgeçin. Paldır kültür konuşmamaya, kırıcı olmamaya dikkat edin. 
Erkeksiz bir dünya, bir kadın için varlığının tehlikeye düşmesi demekti. Erkeklerin çoğu bir başka kadınla birlikte olsalar bile, karılarını bırakmaya cesaret edemediler. Ancak, aşkın bir evliliğe hiç uğramadığı durumlar oldukça yüksek orandadır. 
Erkeklerin kadınlara yönelik tutumunda dönüm noktası, evlenebilmeleri için âşık olmalarının gerekmesi ile yaşandı. Nitekim erkeklerin birbirlerine karşı kapanmaları evlilik ile başladı. Ancak, arkadaşlığa dayalı evliliğinde çözüm olmayışı nedeni ile evli çiftlerin eşleri dışında karşı cinsle kurdukları arkadaşlıklar konusunda ne yapılması gerektiği hala çözülmemiş bir konu olarak önümüzde durmaktadır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

6 Mart 2019 Çarşamba

Ukrayna Krizi veya Çelişki Yönetimi.,

Ukrayna Krizi veya Çelişki Yönetimi.,


Ukrayna Krizi veya Çelişki Yönetimi
Özdem SANBERK
06 Mayıs 2014  


Türkiye, Rusya ile ilişkilerine büyük değer veriyor. Özellikle SSCB’nin dağılmasından sonra gelişen ikili ilişkiler, tarihte ilk defa karşılıklı bağımlılık yaratacak düzeylere erişti. Fakat yakın komşumuz olan Ukrayna’nın, kim tarafından olursa olsun, bir parçasının ilhakına Türkiye’nin göz yummasına imkân olmayacağı da açık.


Rusya’nın Kırım’ı alelacele ilhakı, uluslararası hukuku ve küresel güçler dengesini ciddi şekilde yaralıyor. Bu durum, Karadeniz’e sahildar ülkelerin onyıllar boyunca büyük çabaları sonucu sağladıkları nispi istikrar ve güvenliği de tehdit ediyor.

Son yıllarda Türkiye ve Rusya arasında bir işbirliği havzası hâline gelen Karadeniz’deki bu yeni gelişmeden Türkiye, haklı olarak büyük kaygı duyuyor. Öte yandan Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Ukrayna ziyareti, Türkiye’nin sınırlı politik opsiyonlarına rağmen bu krizde sırf seyirci olarak kalmayacağını ima ediyor.

Kırım Tatarları

Türkiye’nin endişelerinin başında Kırım Tatarları geliyor. Kırım Tatarları, çok uzak olmayan geçmişte büyük trajediler yaşadı. Hem Çarlık döneminde, hem Sovyetler Birliği (SSCB) zamanında yurtlarından sürüldü, kitlesel kıyıma uğradı. Büyük bölümü 19. yüzyılda olmak üzere takibi dönemlerde Türkiye topraklarına göç etti. Memleketimizin vatansever yurttaşları olarak ekonomik, siyasi ve sosyal hayatımızda her zaman saygın bir yere sahip oldu. Ancak SSCB’nin dağılmasından sonra çok sayıda Tatar evine dönme imkânı buldu. Buna rağmen hâlen toplam nüfusun takriben yüzde onbeşini oluşturuyor. Kırım’ın Rusya’ya katılmasına kesinlikle karşılar ve Rusların tertiplediği son referandumda oy vermeye gitmedi. Hiçbir Türk Hükümeti, Kırım Tatarlarının başına gelenler karşısında ilgisiz kalamaz. Türkiye kendilerine muhakkak ki siyasi, ekonomik ve insani yardım yapacaktır. Ancak bu arada Kırım’ın bundan böyle Rusça, Ukraynaca ve Tatarca şeklinde üç resmî dili olacağı ve Kırım Tatarlarına ev yardımı yapılacağı yolunda Moskova’dan yapılan son olumlu açıklamaların dikkat çekici olduğunu da kaydetmek gerekir.

Türkiye ve Rusya

Türkiye aslında Rusya ile ilişkilerine büyük değer veriyor. Özellikle SSCB’nin dağılmasından sonra insani, ticari, ekonomik ve enerji alanlarında gelişen ikili ilişkiler belki tarihte ilk defa bu ölçüde karşılıklı bağımlılık yaratacak düzeylere erişti. Fakat Karadeniz’de yakın komşumuz olan Ukrayna gibi büyük bir ülkenin, kim tarafından olursa olsun, koskoca bir parçasının göz göre göre koparılıp kendi topraklarına katılmasına Türkiye’nin göz yummasına imkân olmayacağı da açık. Rusya’nın bu hareketi hiç şüphesiz kabul edilebilir olmayıp devletler hukukunun açık bir ihlali anlamına geliyor. Aynı zamanda Karadeniz’de Soğuk Savaş’tan arta kalan ve hepsi Rus asıllı veya Rusya taraftarı halklarla irtibatlı olan ve bir türlü çözülemeyen Moldova/Transdinyester, Gürcistan/Abhazya/G. Osetya, Azerbaycan, Ermenistan/Yukarı Karabağ gibi kronik sorunların yarattığı potansiyel istikrarsızlıklara bir yenisi eklenmiş oluyor. Rusya’nın bu ihtilafların çözümü bahsinde şimdi daha uzlaşmaz olacağı muhakkak. Ayrıca Belarus gibi ülkelerde esebilecek değişim rüzgârları da olumsuz etkilenecek.

Öte yandan adı geçen ihtilafların her biri oldukça az nüfuslu ve nispeten marjinal sayılabilecek bölgesel anlaşmazlıklar. Oysa Kırım ile birlikte nüfusu 50 milyona yaklaşan Ukrayna gibi Rusya’nın ve Avrupa’nın eteklerinde, enerji güzergâhlarında yer alan büyük bir Avrupa ve Karadeniz ülkesini ilgilendiren bir kriz süratle küresel bir nitelik kazanmakta.

Yaptırımlar

Uluslararası toplumun bu krizi nasıl yöneteceği henüz net değil. Bu biraz da Rusya’nın bundan sonraki tutumuna bağlı. Ancak kesin olan bir şey var ki, Batı dünyasında şimdilik kimse silahlı bir müdahale istemiyor. Rusya, Kırım’da her şeye rağmen bir referandum yaptırdı ve Kırım halkı ezici çoğunlukla Ukrayna’dan ayrılıp Rusya’ya katılma isteğini beyan etti. Rusya, referandum ertesindeki Kırım’ın işgaliyle yetinirse, Moskova ile Batı dünyası arasında gerginlik sürer, fakat sınırlı olur. Zira Ukrayna’nın tarihî olarak aslında Rusya’ya ait olduğu yolunda Batıya hâkim olan genel kanı Moskova’nın işini kolaylaştırmakta. Ama Rusya Kırım’ın ardından işgali sürdürülebilir kılmak için Doğu Ukrayna’dan genişçe bir koridor da ele geçirmek isteyebilir. Hatta Doğu’dan bir parça koparmak yerine tamamını ele geçirmeyi daha mantıklı bulabilir. Rusya eğer bu doğrultuda hareket eder ve Ukrayna’nın doğusuna tamamen hâkim olursa Batıyla arasında gerginlik artar, fakat filmi geri sardırmak yine de mümkün olmaz. Çünkü aynen Kırım gibi Ukrayna’nın da aslında Rusya’nın yörüngesine dâhil olduğu algısı Batı kamuoylarına hâkim durumda.

Kaldı ki Batı dünyasının sembolik bazı önlemlerin dışında Rusya’ya karşı kısa dönemde uygulayabileceği etkili yaptırımları yok. Avrupa, Rusya’ya karşı şu ana kadar ciddi sayılacak bir müeyyide uygulayabilmiş değil; kısa bir zaman içinde uygulaması kolay görünmüyor. Ukrayna krizi aslında Avrupa Birliği’nin dış politikada, kurumsal alanda değilse de yapısal alandaki zafiyetini bir kez daha ortaya koydu. AB üyelerinin her birinin Rusya ile ikili düzeyde ticari, ekonomik ve enerji alanındaki ilişkileri Birliğin Rusya’ya karşı bir bütün olarak acıtıcı bir yaptırım uygulanmasını imkânsız kılıyor. Ancak Avrupa, uzun vadeli enerji tedariki stratejisini Rusya’ya bağımlılığını azaltacak şekilde yeniden gözden geçirebilir.

Başkan Obama’nın ise şimdi Avrupa’da Rusya’ya karşı diplomatik bir atağa kalktığı görülüyor. Obama’nın hedefi Rusya’yı uluslararası alanda yalnız bırakmak. Fakat bu tecrit politikası BMGK’da ve Ortadoğu’da sonuç vermeyebilir, hatta ters tepebilir.

Doğu Ukrayna

Rusya’nın yakın bir gelecekte en azından siyasi nüfuzunu Ukrayna üzerine teşmil etmekten geri kalmayacağı beklenebilir. Rusya, bunu Doğu Ukrayna topraklarında yaşayan ve Rusça konuşan veya etnik Rus olan halk üzerindeki etkisini kullanarak, istikrarsızlıklar yaratmak suretiyle yapabilir.

Moskova bu tür girişimlere tevessül edecek olursa Batı dünyasının hareketsiz kalması zor. Her ne kadar ticari yaptırımlardan kısa zamanda etkili bir sonuç alamasa da Batı’nın Kırım’ın ilhakını tanımamakta ısrarlı davranması ve ABD ve Avrupa’nın yeni Kiev hükümetinin meşruiyetinin arkasında kararlılıkla durması, uzun vadede Rusya’yı sıkıştırabilir. ABD ve Avrupa ile sürekli gerginlik içinde bulunan bir Rusya’ya Batıdan ihtiyaç duyduğu yabancı sermaye, teknik bilgi ve banka kredileri kolaylıkla gelmez; enflasyon artışları ve sermaye çıkışları büyüme ve işsizlik sorunları yaratır.

Hem Rusya hem Batı bedel öder

Ancak halkı otoriter yönetimlere alışkın olan Rusya gibi bir ülkede bu tür ekonomik sorunların Putin’in şimdi daha çok artan popülaritesini etkilemeyeceği düşünülebilir. Ne var ki ekonomik durum daha da kötüleşirse Putin’in dördüncü kez başkan seçilmesi kolay olmayabilir. Rusya sonuçta Ukrayna’yı istikrarsızlaştırmak isterken kendisinin istikrarsızlaşmasına sebep olabilir. Böyle bir durum Rusya’nın işine gelmeyeceği gibi, Afganistan, İran’ın nükleer programı, Suriye kimyasal silahlarının imhası gibi konularda Rusya ile beraber çalışan Batı’nın da işine gelmez. Batı, şimdi kararlı bir tutum sergileyebilirse bilahare yapacağı diyalog çağrılarına Putin ilgisiz kalmayabilir.

Türkiye

Ortadoğu’daki güvensizliklerin tehdidi altında bulunan ve hâlen Batılı müttefikleriyle ilişkileri kritik bir görünüm sergileyen ve ayrıca içeride gergin bir siyasi atmosfer yaşayan ülkemiz şimdi bir de Karadeniz’de yeni bir istikrarsızlık odağı ile baş etmek durumuyla karşı karşıya. Türkiye, Rusya’nın Almanya’dan sonra ikinci büyük doğal gaz müşterisi. Toplam tüketimin yüzde 60’ını Rusya’dan karşılıyoruz. Rusya en büyük ikinci ticari partnerimiz. Kıbrıs, Ortadoğu ve Suriye gibi konulardaki farklı görüşlerimiz olsa da anlaşmazlıkların ikili siyasi ilişkilerimizi etkilemesine izin vermedik. Karadeniz’in güvenliği ve Montrö’nün uygulamasına her iki taraf da gerekli titizliği gösteriyor.

Öte yandan Rusya’nın çok fakir durumda olan Kırım’ı, Karadeniz’de bir vitrin hâline getirme çabasıyla bu yarımadanın yakın zamanda büyük imar faaliyetlerine sahne olacağı ve bu konuda Rusya’da başarılarıyla tanınan Türk şirketlerinin en şanslı girişimciler arasında yer alabileceği de unutulmamalı.

Türkiye, hiç şüphesiz ciddi bir haksızlık karşısında kalan dost Ukrayna halkı ve hükümetiyle dayanışma gösterecektir. Ne var ki bu dayanışmasının demokrasi ve ekonomi çerçevesinin dışına taşması pek gerçekçi görünmüyor. Başka bir deyişle, Ukrayna’nın bu aşamada NATO’ya katılması veya Batı’nın Rusya’ya yakın bölgelerde yeni üsler kurması, bölge güvenlik ve istikrarı açısından ters sonuçlar yaratabilir. Ayrıca Türkiye’nin Karadeniz’de statükonun korunmasını savunmaya devam edeceği ve Montrö Anlaşması’nı her zaman olduğu gibi titizlikle uygulayacağı hatırda tutulmalı.

Temennimiz, Ukrayna’da Mayıs’ta yapılacak seçimlerin bu ülkenin halkının demokrasi içinde yeniden bir araya gelmesini sağlaması. Bu gerçekleşirse Karadeniz’deki istikrar ve güvenliğe doğru yeniden önemli bir adım atılmış olur.

http://www.usak.org.tr/kose_yazilari_det.php?id=2298&cat=329#.U2ivn-uCJl1

***

5 Mart 2019 Salı

Doğu Akdeniz Kıta Sahanlığı Sorunsalı Üzerinden Doğalgaz Paylaşımı BÖLÜM 2

Doğu Akdeniz Kıta Sahanlığı Sorunsalı Üzerinden Doğalgaz Paylaşımı BÖLÜM 2




Natural gas sharing on the Eastern Mediterranean continent coastal problematic 

Bölge ülkelerinden GKRY, büyük devletlerin enerji şirketleri ile doğalgazın çıkarılması konusunda anlaşmalar yapmıştır. GKRY’nin bu şirketlere ruhsat yetkisi vermesi, itirazı halinde Türkiye’yi büyük devletlerle karşı karşıya getirmek olarak da değerlendirilmektedir. 
Bölgeye bakıldığında ABD ( Noble, Exxon Mobil), Fransa (Total), İtalya (Eni), Kore (Kogas) ve Hollanda (Shell) gibi ülkelerin enerji şirketleri ile bölgede bulunduğu görülmektedir. Bu durum bölgenin, coğrafi konumu itibariyle kıyısı olan ülkelerin deniz yetki alanları dâhilinde hak sahibi olmasının yanı sıra, dünyanın pek çok ülkesinin dikkatini çektiğini ve bölgeden pay çıkarmaya çalıştığını göstermektedir. 

GKRY, Kıbrıs Adası civarında parsellenmiş bölgelerdeki enerji yataklarında KKTC ve Türkiye’ye karşı hak ihlalleri yaparak Kıbrıs Sorunu’nu denize taşımaya çalışmaktadır. Kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge kavramları göz önüne alındığında Rum Kesimi’nin böyle bir yetkisinin olmadığı, kendi deniz yetki alanını ilan edip, bölgede tek hak sahibinin kendisi gibi davranması deniz hukukuna aykırı bir tutumdur. 

5. Bölge Ülkelerinin Tutumu 

Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkelere baktığımızda, karşımıza siyasi ve ekonomik olarak istikrarı olmayan ülkeler çıkmaktadır. Son yıllarda Yunanistan, GKRY ve Türkiye’nin ekonomik krizle, İsrail-Filistin, Lübnan, Suriye ve Mısır gibi Ortadoğu ülkelerinin ise iç karışıklıklar, siyasi kaos ve istikrarsızlık içinde olduğu bir tablo görmekteyiz. 

Özellikle “Arap Baharı” sonrasında Doğu Akdeniz’deki enerji üreticisi olan ülkelerde yaşanan siyasi krizler bölgedeki hidrokarbon üretimini ciddi şekilde etkilemiş ve ülkeler arası enerji temelli güç dengelerinin yeniden yapılanmasına neden olmuştur. Bu noktada özellikle Suriye ve Mısır’daki üretimin ciddi şekilde düşmüş ve hatta duraksama noktasına gelmiş olması Doğu Akdeniz’de bahsi geçen doğal gaz keşiflerinin lideri durumundaki İsrail’i yeni bir konuma oturtmuştur. İsrail’i enerji bağımlısı bir ülke olmaktan enerji ihraç eden bir ülke olma durumuna taşıyan bu yeni konum gerek bölgesel enerji dengelerinin 
değişmesi gerekse özellikle İsrail ve Mısır arasındaki ilişkilerin yeni bir boyuta taşınmasına neden olmuştur (Üstün, 2016: 4). 

 Doğu Akdeniz enerji kaynakları bölge ülkelerine siyasi, ekonomik ve jeopolitik açıdan avantajlar sağlarken öte yandan askeri ve siyasi anlamda pek çok riski de beraberinde getirmektedir. Böylesi bir ortamda kıyısı oldukları Doğu Akdeniz’in hidrokarbon yatakları ve paylaşımı hususunda nasıl adımlar attıklarına bakalım. 

5.1. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) 

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Avrupa Birliği’nin desteğini de alarak 2 Nisan 2004’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye’nin haklarını yok sayarakKıbrıs Cumhuriyeti” adına 21 Mart 2003 tarihinden geçerli olmak üzere münhasır ekonomik bölge ilanında bulunmuştur. GKRY, 17 Şubat 2003 tarihinde Mısır, 17 Ocak 2007 tarihinde Lübnan ve 17 Aralık 2010 tarihinde İsrail ile MEB sınırlandırma antlaşmaları imzalamıştır. GKRY’nin Lübnan ile imzaladığı anlaşma Türkiye’nin girişimleri neticesinde Lübnan parlamentosunda henüz onaylanmamıştır (Yaycı,2012:16). 

Tek taraflı ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde (MEB) enerji keşif çalışmalarına başlayan GKRY, 2007 yılında bu bölgeleri uluslararası ihaleye çıkartarak bu manevra kısıtlamasında etkili olmuştur. 

Bu ihale sonucunda Amerikan Noble Şirketi 12. Parselin ruhsatını alarak sondaj çalışmalarına başlamıştır. Ardından 12. parselin güneyinde kalan ve “Afrodit” olarak adlandırılan bölgede yoğun doğalgaz rezervleri bulunduğu açıklanmıştır. Afrodit bölgesinde bulunan doğalgaz yataklarından dolayı, GKRY’nin MEB’inde 
olduğu iddia edilen ruhsatlanmamış diğer parsellere de ilgi artmıştır. Ekonomik değeri tam olarak belirlenmemiş olsa da Doğu Akdeniz bölgesindeki enerji kaynakları ve bunların kullanım hakları bölge devletleri için hukuksal bir sorun oluşturmaktadır (Ercümen, 2015). 

GKRY Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları üzerinden yürüttüğü çalışmalar ve gerçekleştirdiği iş birlikleri ile ekonomisinde istikrar sağlamaya çalışmaktadır. Yunanistan’da yaşanan ekonomik krizden müttefik ülke olarak doğrudan etkilenen GKRY birtakım problemlerle karşı karşıya kalmıştır. Bu sebeple 
Akdeniz’de keşfettiği doğalgaz rezervini bir an evvel ekonomiye kazandırmanın yollarını aramaktadır. Afrodit sahasındaki doğalgaz rezervinin % 90’a yakın ithal petrole bağımlı olan tüketimine doğrudan katkı sağlaması beklenmektedir (Karagöl ve Özdemir, 2017: 36). 

Kıbrıs Rum Kesimi, sözde münhasır ekonomik bölgesinden çıkarılan doğalgazın deniz altına döşenecek boru hattı ile Yunanistan üzerinden Avrupa’ya taşınmasını hususunda İsrail ve Mısır ile antlaşmalar yapmıştır. Bölgede önemli ölçüde hakları olan Türkiye ve KKTC’nin yapılan bu anlaşmaya göre saf dışı bırakıldığı görülmektedir. GKRY ve İsrail’in çıkardıkları gazın denizin 3 km altından boru hattı ile İtalya’ya kadar götürülecek olmasının ülkeler açısından epey maliyetli olmasından ötürü makul ve mümkün görünmemektedir. 
 İlgili Resim 

Şekil 3. Doğu Akdeniz’de Doğal Kaynak Rezerv Sahaları 
 Kaynak: Varlı, 2018 

Rum Kesimi’nin gayrimeşru adımlar ve hak ihlalleri ile Türkiye’yi yok sayarak aldığı kararlar Eylül 2018’de Mısır ile imzalanan denizaltından doğalgaz taşınması ile ilgili anlaşmaya Türkiye kayıtsız kalmamıştır. Türk hükümeti; “Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin onay vermediği, rızasının olmadığı hiçbir projenin oldubittiye getirilmesine izin vermeyeceğiz. Tek taraflı, Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarının yok sayıldığı, adadaki tarafların eşit ve adil pay almadığı bir sisteme geçit vermeyeceğiz. Türkiye’nin bu konudaki tavrı ve duruşu nettir. Uluslararası hukuktan kaynaklı hak ve menfaatlerimizi sonuna kadar korumaya kararlıyız.” (Akşam Gazetesi, 2018) diyerek tepki göstermiştir. 

5.2. İsrail 

İsrail, 17 Aralık 2010 tarihinde GKRY ile münhasır ekonomik bölge antlaşması imzalamış, diğer ilgili kıyıdaşlar devletlerle herhangi bir anlaşma imzalamadan 12 Temmuz 2011 tarihinde münhasır ekonomik bölge sınırlarını gösteren koordinat listesini Birleşmiş Milletler’e bildirerek MEB ilanında bulunmuştur (Yaycı: 2012:27). Bu noktada İsrail’in rolü belirginleşmeye başlamıştır. İsrail’in halen üretimde olan Tamar Gaz Sahası (gaz rezervi 283 milyar m³) ile nihai yatırım kararı bekleyen ve ihracat amaçlı geliştirilmesi öngörülen Leviathan sahası (gaz rezervi 509 milyar m³) göze çarpmaktadır. Ayrıca, bölgede 
keşfedilen iki yeni saha daha bulunmaktadır. Tüm bu kaynaklar İsrail’in 200 yıllık gaz ihtiyacını karşılamakla kalmayıp ihraç imkânı da sunmaktadır (Üstün, 2016:4). İsrail, Leviathan ve Tamar sahalarında doğalgaz çıkarmaya başlamakla birlikte, son dönemlerde GKRY ve Yunanistan ile gazın Avrupa’ya ihracı 
konusunda görüşmeler yapmaktadır. 

Şekil 4. İsrail MEB’inde Keşfedilen Doğalgaz Yatakları 
 Kaynak: Karagölve Özdemir,2017 

 5.3. Mısır 

Arap Baharı, yaşadığı darbeler ve iç karışıklarla sık sık gündeme gelen Mısır, Doğu Akdeniz’deki hakları, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB), enerji kaynakları üzerindeki yetkisi ve politikaları ile de son zamanlarda çeşitli hamleler yapmaktadır. Mısır, bölgedeki enerji kaynaklarının çıkarılması ve kendi iç 
ihtiyacını karşıladıktan sonra Avrupa’ya ihraç etme hususunda Güney Kıbrıs ve İsrail ile anlaşmalar yapmıştır. 

Gerek İsrail’le yapılan, gerekse GKRY ile gerçekleştirilen müzakereler neticesinde Mısır, Doğu Akdeniz kaynaklarının uluslararası piyasalara arzı noktasında önemli bir dağıtım merkezi haline gelme fırsatını yakalamıştır. Tarafların anlaşmaları halinde Kahire’nin, ihtiyaç duyacağı enerjiyi tedarik edebileceği gibi ülkesi üzerinden sıvılaştırılan doğalgazı, uluslararası piyasalara arz ederek, yeniden doğalgaz ihracına başlayabileceği açıktır. Bunun yanı sıra İsrail ve GKRY’nin keşifleri, Kahire’nin Doğu Akdeniz’den daha fazla faydalanma arzusunu artırmıştır. Bu durum Mısır’ın Doğu Akdeniz’deki yetki alanının belirlenmesi 
için GKRY, Yunanistan ve İsrail’le MEB anlaşmalarını imzalamasına teşvik edecektir (Kurt ve Tamçelik, 2015). 

Mısır hükümeti Türkiye’nin itirazlarına rağmen 2018 Eylül ayında GKRY ile Larnaka’da doğalgaz anlaşması imzalamıştır. GKRY Enerji Bakanı Yorgos Lakkotripis ile Mısır Petrol Bakanı Tarek El Molla’nın Larnaka’da imzaladığı anlaşmaya göre, Rum yönetiminin ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölge’de (MEB) bulunan Afrodit 12’inci parseldeki doğalgaz, denizaltından boru hattı ile Mısır’daki doğalgaz sıvılaştırma terminaline taşınması kararını almıştır. (Varlı, 2018a). Mısır tıpkı Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve İsrail gibi bölgede üretilecek olan doğalgazın çıkarılması ve ihracı taraftarı olan üç ülkeden biridir. Kendi aralarında münhasır ekonomik bölge anlaşması ve kıta sahanlığı paylaşımı yapan bu ülkeler çıkarılan doğalgazın sıvılaştırılması (LNG) ve deniz altından boru hattıyla Avrupa’ya iletimi konusunda ortak kararlar almışlardır. 

5.4. Türkiye ve KKTC 

Türkiye’nin Akdeniz’deki kıta sahanlığının dış sınırı, Uluslararası hukuka göre ilgili kıyı devletleri ile bütün ilgili ya da özel koşulları dikkate alan hakkaniyet ilkelerine dayalı antlaşmalarla belirlenecektir. Doğu Akdeniz’de özellikle 32° 16 ' 18 '' D boylamının batısında kalan sahalarda MEB veya kıta sahanlığı 
sınırlandırması Türkiye’nin yerleşik uluslararası hukuktan doğan mevcut hukuki egemen haklarını ilgilendirmektedir. 32° 16 ' 18 '' D boylamının batısında MEB ve kıta sahanlığı sınırlandırması, bölgedeki ilgili ülkeler arasında hakça ilkelere dayalı antlaşmalarla gerçekleştirilmelidir (Başeren, 2013: 263). Türkiye 
Doğu Akdeniz’de pek çok sorunla karşı karşıya bulunmaktadır. Son yıllarda tırmanan bölge devletleri ile olan rekabet ve çatışma konuları olan enerji konusunun varlığı önemini korumaktadır. Ayrıca Akdeniz’de Türk-Yunan rekabeti, Kıbrıs konusu, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sorunu vardır. Buna ilave olarak Türkiye-Suriye ilişkileri, Filistin meselesi yüzünden gerginleşen Türkiye-İsrail ilişkileri gibi sorunlar, yeni dönemin kimlik, terörizm, dinsel akımlar, yasadışı göç, kaçakçılık gibi belli bir devletten bağımsız 
“postmodern” sorunlar ile birlikte birleşerek bölgenin Türkiye için bir kriz merkezi olarak ön plana çıkması sonucunu doğurmaktadır (Baysoy,2017: 146). Bunlarla birlikte Doğu Akdeniz’deki son zamanların revaçta konusu doğalgaz yataklarıdır ve Türk hükümetinin açıklamasına göre Türkiye çeşitli adımlar atmaya hazırlanmaktadır. Türkiye ekonomisi için enerji üreticisi bir ülke konumuna gelmek son derece önemlidir. 

Doğu Akdeniz’deki ihtilaflara bakacak olursak; Türkiye Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku’na aykırı adımlar atmamış, diğer bölge ülkelerinin haklarını ihlal edici konumda olmamıştır. Diğer sahildar ülkelerle olan ihtilafların hukuksal çerçevede çözülmesi ve paylaşımın adil yapılması taraftarı olmuştur. Bölgede 
gerginliği artıracak, Türkiye ve KKTC’nin hassasiyetlerini göz ardı edecek tavırlar sergileyen GKRY, her hamlesiyle Türkiye’yi saf dışı bırakmaya çalışmaktadır. KKTC’nin yetki alanları üzerinde “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına kararlar alan Rum Kesimi adada tek söz sahibi kendisi gibi davranmaktadır. GKRY, İsrail ve Mısır’ın doğalgaz ihracatı için izinsiz olarak yaptıkları anlaşmaya itiraz etmektedir. Türkiye Doğu Akdeniz’deki hak ve çıkarlarını korumaya kararlıdır. Bunların aşılmasına yönelik teşebbüslere izin vermeyecektir. Zira bölge ülkelerine bakıldığında deniz kuvvetleri ve donanma olarak Türkiye’nin bölgenin 
en büyük askeri gücü olduğu göz ardı edilmemelidir. GKRY’nin tek taraflı doğalgaz arama sahası ilan ettiği bölgelere Türkiye, TPAO (Türkiye Petrolleri Anonim Ortalığı) arama gemisiyle arama ve keşif çalışması yapmaktadır. Bu durumda Türkiye Doğu Akdeniz’de kendi deniz yetki alanlarını belirleyerek münhasır ekonomik bölgesini ilan etmelidir. Bölgedeki enerji yarışında söz sahibi ülke konumuna gelmelidir. 

5.5. Suriye 

Bölgenin kıyıdaş ülkelerinden Suriye’de ise, hak iddiaları ve paylaşımlar konusunda çeşitli hamleler yapan diğer ülkelere nazaran durum faklıdır. 2011’de sürüklendiği iç savaş ve Esad rejiminin diktası altında bir buhran ülkesi haline gelen Suriye, Doğu Akdeniz’deki yetki alanlarında ve enerji konusunda aktif bir rol alamamıştır. 2011’den önce Suriye Enerji Bakanlığı’nca hidrokarbon arama çalışmaları yapılmış ve ihaleyi Rus şirketleri almıştır. Suriye’deki olayların artması ile güvenlik sorunu ve istikrarsızlık gerekçesiyle çalışmalar durmuştur. Suriye’deki iç karışıklık ve büyük güçlerin bölgedeki çıkar çatışması sahanın 
jeopolitik dengelerini değiştirmektedir. 

ABD’nin Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (SSI) raporunda, Suriye kıyılarında 1,7 milyar varil petrol ile 3,5 trilyon m³ doğalgaz rezervi olabileceğinden söz edilmektedir. Bu rezervlerin Doğu Akdeniz havzasındaki toplam rezervlerin üçte biri civarında olduğu tahmin edilmektedir. BP Statistical Review of World Energy, Haziran 2016 raporuna göre Suriye’nin kara sınırları içinde halen ispatlanmış gaz rezervi 300 milyar m³ olup 2015 yılındaki üretimi ise sadece 4,2 milyar m³’tür. Doğal olarak bu bölgede Suriye’ye ait doğalgazın çıkartılmasında daha çok Rus firmalarının ağırlığının olması beklenmektedir. Bu durum tam da beklendiği gibi sonuçlanmış ve 2013 yılında Suriye Soyuzneftegaz ile 2200 km2’lik bir denizel alan için (Tartus-Banyas arası) 90 milyon dolarlık bir anlaşma imzalamıştır (Yıldız, 2018). 

Tarihten beri Akdeniz’e inme hayali olan Rusya, Ortadoğu’da patlak veren savaş ve kargaşayla birlikte bu coğrafyada beklediğinden daha kolay bir şekilde yer almıştır. Suriye’de Esad rejimi ile yaptığı çeşitli antlaşmalarla Doğu Akdeniz’e kıyısı olan Tartus ve Banyas gibi önemli limanlara konuşlanarak bölgenin dinamiğini değiştiren ülkelerden biri olmuştur. Bu durumda, Suriye’nin Rusya’nın desteğiyle bölgenin yeni bir petrol ve doğalgaz üreticisi ülke konumuna gelerek Doğu Akdeniz’in enerji jeopolitiğine etki etmesi olası gözükmektedir. Bu durum bölgedeki güç dengesi açısından daha da karmaşık bir sonuç doğmasına neden olmaktadır. 

6. Sonuç 

Dünyada ülkeler, içinde bulunduğu coğrafi şartlara bağlı olarak enerji fakiri veya enerji zengini bir konumdadır. Coğrafyanın sunduğu bu durum, ülkeleri enerji üretip ihraç eden veya enerji ithal eden ülkeler olarak ikiye ayırmaktadır. Doğu Akdeniz coğrafyasına baktığımızda keşfedilen hidrokarbon yatakları ile 
kıyısı bulunduğu ülkelere bazı avantajlar sunmaktadır. Kimi ülkeler ise bu avantajı fırsata çevirmeye çalışmaktadır. 

Akdeniz’in doğusundaki bu enerji yarışında iştahı en çok kabaran ve pek çok hamle yapan ülkelerin başında GKRY gelmektedir. Yaptığı hak ihlalleri ile KKTC ve Türkiye’nin tepkisini çeken Rum Kesimi; gerek siyasi-ekonomik gerekse toplumsal anlamda KKTC ile kesin çizgilerle ayrılamaz bir durumdadır. 
Yunanistan ve Rum Kesimi yıllardır bu tahrik edici davranışların bir çözüm getirmediğini görmüştür. Bu sebepten, Kıbrıs olarak enerji konusunda yapılacak anlaşmalar ve alınacak hukuka uygun ortak kararlarla siyasi çözümsüzlük çözüme kavuşabilecek, enerji konusunda atılacak yeni adımlar ise yıllardır aşılamaz haldeki meselede çıkar rol oynayabilecektir. 

Bölge ülkelerinden GKRY, İsrail ve Mısır çıkarılan gazın ihracatının yapılması ve Avrupa’ya taşınması hususunda anlaşmalar yapmaktadır. Bu anlaşmalarda Türkiye ve KKTC yok sayılmış Doğu Akdeniz’deki varlığı tanınmamıştır. Doğalgazda Rusya’ya bağımlı olan Avrupa Birliği ülkeleri Doğu Akdeniz’deki gazı önemsemektedir. Gazın, denizin altına inşa edilecek bir hatla Avrupa’ya taşınmasını planlamaktadır. Gazın taşınması hususunda ve Türkiye’nin bu hat güzergâhında saf dışı bırakıldığı görülmektedir. Antlaşmaya göre çıkarılan doğalgaz denizaltına inşa edilecek boru hattı ile Avrupa’ya taşınacaktır. Ancak bu yöntem oldukça maliyetlidir. Denizaltından iletimin yapılması demek, döşenen 
boruların denizaltı basıncına dayanması için inceltilmesi demektir ve bu da birim zamanda pompalanacak gaz miktarının azalması anlamına gelmektedir. 

Bu tabloya bakıldığında Avrupa, deniz altına hat döşenmesinin Rusya’dan aldığından daha pahalıya mal olacağının görmüştür. Bu durumda en ekonomik ve en makul yolun Türkiye üzerinden olduğu göz önünde bulundurulup, Türkiye’yi köşeye sıkıştırma düşüncesinden vazgeçilerek anlaşma yoluna gidilmelidir. Enerjinin ticaretinde ve ulaşımında maliyet önemli bir faktördür ve Türkiye enerji taşınması konusunda anahtar ülke konumundadır. 

Türkiye ise en kısa sürede kendi kıta sahanlığını ve münhasır ekonomik bölgesini ilan ederek bölgede enerji jeopolitiğindeki etkisiz tutumunu bırakmalı ve sahadaki söz sahibi aktörlerden biri haline gelmelidir. Türkiye de AB ülkeleri gibi doğalgazda Rusya’ya bağımlı haldedir. Türkiye birkaç yatakta doğalgaz keşfettiğinde Rusya’ya olan enerji bağımlılığından kurtulacaktır. Böylelikle Türkiye ekonomisinin en büyük sorunu olan cari açığın kapanması ve mali anlamda ülkenin rahatlaması hususunda önemli bir fırsat oluşacaktır. 

Türkiye’nin enerji çıkarlarını koruyabilmesi ve bölgede etkin bir rol oynayabilmesi için kıyıdaş ülkelerle diplomasi ayağını geliştirmesi gerekmektedir. Diğer ülkelerle bu durumu siyasi ve diplomatik yöntemlerle çözmeye çalışmalı, Doğu Akdeniz coğrafyasındaki etkin rolünü bir an önce almalıdır. 

Referanslar; 

Ak, G. (2013). Kıbrıs adası çevresindeki deniz dibi hidrokarbon zenginliklerinin adadaki sorunun çözümüne muhtemel etkileri, Motif Akademi Halkbilimi Dergisi-1, 334. 

Akşam Gazetesi. (2018), Akdeniz’de Rum Oyunu: Her türlü müdahaleyi yaparız, https://www.aksam.com.tr/guncel/akdenizde-rum-
oyunu-her-turlu-mudahaleyi-yapariz/haber-775806 (21.09.2018). 

Aslan, C. (2018), Doğu Akdeniz Deniz Yetki Alanları Paylaşımı Sorunu, http://cemalahmet.blogspot.com/2018/03/dogu-akdeniz-
deniz-yetki-alanlar_7.html (16.08.2018). 

Başeren, S.H. (2013). Doğu Akdeniz’de Hukuk ve Siyaset, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No: 608, Ankara. 

Baysoy, E. (2017). Doğu Akdeniz’in Dalgalı Jeopolitiği, Truva Yayınları, İstanbul. 

Ece, N.J. (2017). Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölge: Sınırlandırma antlaşmaları, paydaşlar ve stratejiler, Journal of ETA 
Maritime Science, Cilt: 5 Sayı:1, 81-94. 

Ercümen, M.A. (2015), Gerilimin yeni adresi Doğu Akdeniz,http://insamer.com/tr/gerilimin-yeni-adresi-dogu-akdeniz_240.html 
(20.08.2018). 

Karagöl, E.T., Özdemir, B.Z. (2017). Türkiye’nin enerji ticaret merkezi olmasında Doğu Akdeniz’in rolü, SETA Yayınları, Turkuvaz 
Haberleşme ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul. 

Kedikli, U., Deniz, T. (2015). Enerji kaynakları mücadelesinde Doğu Akdeniz Havzası ve deniz yetki alanları uyuşmazlığı, Alternatif 
Politika Cilt 7, Sayı 3, 402. 

Kurt, E., Tamçelik, S. (2015), Değişen Doğu Akdeniz denkleminde Mısır’ın hidrokarbon politiği ve Türkiye’ye yansımaları, 
https://www.researchgate.net/publication/312057557 (24.08.2018). 

Özgen, C. (2013), Doğu Akdeniz’de enerji güvenliğine yönelik bir girişim: Akdeniz kalkanı harekatı, Akademik Orta Doğu, Cilt 8, 
Sayı 1, 104. 

Özkan, A. (2009). Uluslararası deniz hukuku açısından Ege Denizi kıta sahanlığı uyuşmazlığı, Karadeniz Teknik Üniversitesi, 
Yayımlanmış Yüksek Lisans Tezi, Trabzon. 

Sandıklı, A., Budak, T., Ünal, B. (2013), Doğu Akdeniz'de enerji keşifleri ve Türkiye, Bilgesam Yayınları, Rapor No: 59. 

Turhan, A. (2016). Doğu Akdeniz ve Karadeniz’de meydana gelen jeopolitik kırılmalar ve Türkiye Jeopolitiği, Uluslararası Afro-
Avrasya Araştırmaları Dergisi, Sayı 2, 21. 

U.S. Energy Information Administration (EIA), (2013) https://www.eia.gov/todayinenergy/detail.php?id=12611 (19.08.2018). 

Üstün, N. (2016). Doğu Akdeniz’de enerji politikaları ve Kıbrıs müzakerelerine etkisi, KTO Araştırma Raporu Ekonomik Araştırmalar ve Proje Müdürlüğü, Konya. 

Varlı, İ. (2018), Kıbrıs ve Doğu Akdeniz gazı nasıl paylaşılacak? Doğu Akdeniz’de enerji savaşları, https://www.birgun.net/haber-
detay/kibris-ve-dogu-akdeniz-gazi-nasil-paylasilacak-dogu-akdeniz-de-enerji-savaslari-204256.html, (21.09.2018). 

Yaycı, C.(2012). Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması sorunu ve Türkiye, Bilge Strateji, Cilt 4, Sayı 6, 1-70. 

Yıldız, D. (2018), Doğu Akdeniz’de Sular Isınıyor, http://www.hidropolitikakademi.org/dogu-akdenizde-sular-isiniyor.html 
(04.10.2018). 

Yıldız, D. (2018), Suriye’nin Doğu Akdeniz’e Kıyısı Yok Mu?,https://enerjigunlugu.net/icerik/26290/suriyenin-dogu-akdenize-kiyisi-
yok-mu-dursun-yildiz.html (29.08.2018). 


***

Doğu Akdeniz Kıta Sahanlığı Sorunsalı Üzerinden Doğalgaz Paylaşımı BÖLÜM 1

Doğu Akdeniz Kıta Sahanlığı Sorunsalı Üzerinden Doğalgaz Paylaşımı BÖLÜM 1




Natural gas sharing on the Eastern Mediterranean continent coastal problematic 

Işılay Acar , 
Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Beşeri ve İktisadi Coğrafya Bilim Dalı, Ankara 

Mutlu Yılmaz , 
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Coğrafya Bölümü, Ankara 

Özet: 

Bu çalışmada, keşfedilen zengin enerji yatakları ile kıyıdaş ülkeler arasında ihtilaflara sahne olan Doğu Akdeniz sahasının siyasal ve ekonomik açıdan önemi ve kıyısı bulunan ülkelerin kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge ve deniz yetki alanları ele alınmıştır. Bölge ülkelerinden özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail’in diğer bölge ülkeleri ile deniz hukukuna uymayan antlaşma lar yapmasıyla, bölgede Kıbrıs Adası ve çevresi üzerinde hassasiyetleri olan Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tutumları incelenmiştir. Son yıllarda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin doğalgaz çıkarma çalışmaları ile bir doğalgaz ihraç ülkesi konumuna gelmek istemesi bölge ülkelerinin deniz hukukuna uyulmadığı gerekçesi ile tepkisini çekmiştir. Bölgede enerjinin keşfedilmesi ile birlikte Türkiye, İsrail, GKRY, KKTC, Lübnan ve Mısır gibi ülkeler hissedarlıkları konusunda çeşitli adımlar atmışlardır. Son yıllarda Suriye 
sorunu ile bölgede bir diğer önemli aktör olan özellikle Suriye kıyı şeridinde yer alan Rusya’nın Doğu Akdeniz jeopolitiğine etkileri tartışılmıştır. Son zamanlarda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan ve İsrail’in bir anlaşma ile Doğu Akdeniz doğalgazının Avrupa’ya ulaştırılmasını öngören projesi ve yankıları tartışılmıştır. Bölgedeki enerji rezervlerinin kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge kapsamında coğrafi dağılımı dikkate alınarak, hukuksal çerçevede diğer ülkelerin haklarına müdahale edilmeksizin paylaşılması gerektiği ifade edilmiştir. 

Bu doğrultuda araştırma konusuyla ilgili yerli ve yabancı literatür incelenmiş, sayısal veriler ilgili kurumlardan temin edilmiş ve konuya ilişkin haritalardan yararlanılmıştır. 

1.Giriş 

Akdeniz’de son yüzyıldaki sıcak askeri çatışmaların en yoğun olduğu bölge Doğu Akdeniz olmuştur. 

Jeopolitik önemini tarih boyunca sürdüren Doğu Akdeniz, son dönemdeki petrol ve doğalgaz keşifleri ile birlikte dikkatleri üzerine çeken bir bölge konumunu almıştır. Ancak keşfedilen hidrokarbon yatakları Doğu Akdeniz’de Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) 
ekseninde sorun yaşanmasına neden olmakta, Akdeniz bölgesine kıyı diğer devletler ve küresel güçler de bu soruna bir şekilde taraf olmaktadır. 

Akdeniz’in doğusu, üç kıta arasında kavşak konumda olması nedeniyle ticaret, ulaşım ve enerji aktarımının merkezinde yer almaktadır. Körfez Savaşı ve sonrasında dünyanın en sıcak çatışma bölgesi haline gelen Ortadoğu’ya yakınlığı, stratejik önemini arttırmaktadır. Ayrıca Süveyş Kanalı’nın bu bölgede 
yer alması çıkarılan enerji kaynaklarının işletilmesi ve taşınmasında transit geçiş güzergâhında bulunması bu önemi daha da arttırmaktadır. Irak, Mısır, Filistin, Suriye sorunu ve çeşitli askeri müdahaleler ile küresel güçlerin söz sahibi olmaya çalıştığı bölge, dünyanın merkezi adlandırmasını doğrular niteliktedir. Kıbrıs 
dâhil pek çok önemli liman ve üssü bünyesinde barındıran Doğu Akdeniz’in kıyıdaş ülkeleri arasında Kıbrıs Sorunu gibi tarihsel ihtilafların yanı sıra, son zamanlarda keşfedilen denizaltı hidrokarbon kaynaklarının aidiyeti hususu da bölgedeki hareketliliğin başlıca sebeplerindendir. 

Ülkelerin enerji ihtiyacı ve gelişen teknolojiyle birlikte artan enerji talebi, bölgedeki enerji kaynaklarına olan ilgiyi artırmaktadır. Kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge ve deniz yetki alanları konusunda Türkiye, istikrarlı bir duruş sergilemesine rağmen bölge ülkelerinden İsrail ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi diğer bölge ülkelerinin izni olmaksızın çeşitli hamlelerle tansiyonun yükselmesine neden olmaktadır. 

Bu çalışmada Doğu Akdeniz’in önemi vurgulanmış, bölge ülkelerinin hissedarlıkları, birbirlerine yönelik tutumları, söz konusu coğrafyanın sağladığı siyasi ve ekonomik gücün etkisi ele alınarak incelenmiştir. 


Şekil 1. Doğu Akdeniz ve Kıyıdaş Devletleri 
Kaynak: Kedikli ve Deniz, 2015 

2. Doğu Akdeniz’in Coğrafi Konumu ve Stratejik Önemi 

Bugün Doğu Akdeniz’in, Tunus’taki Bon Burnu ile İtalya’ya bağlı Sicilya Adası’nın batıya uzanan ucundaki Lilibeo Burnu arasında çizilen hattın doğusundaki bölgeyi ifade ettiği konusunda genel bir mutabakat vardır. Bu tanımlamaya istinaden Doğu Akdeniz; İtalya, Slovenya, Hırvatistan, Bosna-Hersek, 
Karadağ, Arnavutluk, Yunanistan, Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Libya ve Tunus kıyıları ile çevrilidir (Yaycı, 2012:2). 

Tarih boyunca Atlas Okyanusu ile Süveyş Kanalı’nı birbirine bağlayan önemli bir taşımacılık ve ticaret yolu güzergâhı olan Doğu Akdeniz deniz taşımacılığı, denizcilik faaliyetleri, deniz ticareti ve stratejik açıdan oldukça önemli bir bölge olarak değerlendirilmiş olup, bu bölgedeki hidrokarbon yataklarının keşfi ile 
önemi daha da artmıştır (Ece, 2017: 82). Akdeniz ve Akdeniz’in doğusu tarihsel süreçte pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış, ilgi çeken coğrafi ve stratejik özellikleri ile günümüze kadar pek çok gücün hâkimiyet mücadelesine sahne olmuştur. 

Doğu Akdeniz, jeopolitik teoriler açısından yadsınamaz öneme haiz bir bölgedir. Mackinder’in kara hâkimiyeti teorisine göre Doğu Akdeniz, merkez bölgesine -kalpgâha- giden deniz ticaretinin odak noktasıdır. Mahan’ın deniz hâkimiyeti teorisine göre doğu ile batı arasındaki ticaret yolları üzerinde yer alan ve Karadeniz ülkelerinin dünyaya açılan tek penceresi konumunda bulunan Doğu Akdeniz, küresel ticarette çok önemli bir ağırlığa sahiptir. Douchet’in hava hâkimiyeti teorisine göre Doğu Akdeniz, Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkaslar ile merkez bölgesinin güneydoğu kanadına havadan müdahale etme imkânı vermektedir. 

Spykman’ın kenar kuşak teorisine göreyse kenar kuşak ülkelerinden Yunanistan ve Türkiye ile doğrudan, Irak ve İran ile de dolaylı yoldan temas halinde olan Doğu Akdeniz, merkez bölgeyi çevreleyen kenar kuşağın önemli bir kısmını kontrol altında tutmaktadır (Özgen, 2013:104). 

Doğu Akdeniz, ticari ve siyasi yönleri ile birlikte enerji nakil hatları ve yeni keşfedilen petrol ve doğalgaz rezervleri ile de önemi artan bir coğrafyadır. Orta Doğu ve Hazar Bölgesinin yer altı kaynakları boru hatlarıyla -var olan ve yapılması düşünülen proje halindeki hatlar- deniz yoluyla talep piyasalarına 
ulaştırılmak üzere Doğu Akdeniz’e inmekte veya deniz yoluyla bu coğrafyadan transit geçiş yapmaktadır. Bu da Doğu Akdeniz’i bir anlamda enerji terminali yapmaktadır (Turhan, 2016: 21). 

3. Deniz Yetki Alanı Sınırlandırmasında Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge 

3.1. Kıta Sahanlığı 

Coğrafi bir kavram olan kıta sahanlığı, kara ülkesinin denizin altında süren doğal uzantısını; hukuki olarak ise, karasularının ötesinde başlayıp belirli bir uzaklık ve derinliğe kadar giden deniz tabanı ve toprak altını ifade etmektedir. Genel olarak kıta sahanlığı, 200 mil genişlik ilkesinin uygulanamadığı dar denizlerde 
hakça ilkelere göre sınırlanan, diğer denizlerde 200 mile kadar olan kıyı devletinin doğal kaynaklarının aranması ve işletilmesi ile sınırlı egemenliğine tabi olan alanı ifade eder. Güvenlik, ulaşım ve canlı kaynaklardan yararlanma açısından üzerindeki su kütlesi açık deniz statüsüne tabi bulunan, kıtaların kıyı 
çizgisi ile deniz dibine inen dik meyil arasındaki nispeten yumuşak meyilli doğal uzantısıdır (Özkan, 2009:5). 


Şekil 2. Kıta Sahanlığı 




Bu kavramın, uluslararası deniz hukukunun bir kavramı haline gelmesi, ABD Başkanı Truman’ın 1945’de yaptığı bir bildiri ile başlamıştır. Truman Bildirisi olarak da adlandırılan bu bildirge, ABD kıyılarının deniz altındaki kıta sahanlığında bulunan doğal kaynakların münhasıran ABD’ye ait olduğu ve 
ABD’den izinsiz hiçbir devlet ya da kişinin bu alanlarda doğal kaynak arayamayacağı veya işletemeyeceği ilan edilmektedir. Bu bildiri daha sonraki yıllarda başka devletlerce de kabul edilmiş ve bu ülkeler kıta sahanlıklarındaki doğal kaynaklar üzerinde münhasır yetkiler ilan etmişlerdir. Devletler, arasındaki uygulamada hızla gelişen bu eğilim sonucunda, kıta sahanlığı adı altında bir denizalanı, I. Deniz Hukuku Konferansı’nda tartışılmış ve 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi adı altında bir sözleşmeye konu olmuştur. Daha sonra da 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde VI. Bölümde tekrar bir düzenleme olmuştur. 

3.2. Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) 

Bir kıyı devletinin karasuları esas çizgisinden başlayarak 200 mile kadar varan ve karasuları dışında kalan su tabakası ile deniz yatağı ve onun toprak altında bu kıyı devletine münhasır ekonomik haklar ve yetkiler tanıyan tabii olmayan bir deniz alanıdır (Ak, 2013). Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin “Münhasır Ekonomik Bölgede sahildar devletlerin hakları, yetkisi veya yükümlükleri” başlıklı 56.1.a maddesinde MEB’deki kıyıdaş devletlerin “deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altında canlı ve cansız doğal kaynaklarının araştırılması, işletilmesi muhafazası ve yönetimi konuları ile aynı şekilde sudan, akıntılardan ve rüzgarlardan enerji üretimi gibi, 
bölgenin ekonomik amaçlarla araştırılmasına ve işletilmesine yönelik diğer faaliyetlere ilişkin egemen haklar” yer almaktadır. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 56.2 maddesine göre “Münhasır ekonomik bölgede sahildar devlet, söz konusu Sözleşme uyarınca haklarını kullanırken ve yükümlülüklerini yerine getirirken, diğer devletlerin haklarını ve yükümlülüklerini gerektiği şekilde göz önünde bulunduracak ve bahsi geçen sözleşme hükümleriyle bağdaşacak biçimde hareket edecektir” (Ece, 2017). 

4. Doğu Akdeniz’de Enerji Kaynaklarının Keşfi ve Rezervler 

Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku’na göre Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynakları üzerinde hak sahibi olan kıyıdaş devletler Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Gazze Şeridi, Mısır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi’dir. 

Doğu Akdeniz havzasında son yıllarda keşfedilen geniş enerji yatakları, sadece Akdeniz havzasındaki jeopolitik dengeleri değil parçası bulunduğu geniş Orta Doğu coğrafyasındaki dinamikleri de etkileyebilecek özelliktedir. Varlığı ispatlanan enerji kaynaklarının adil bir şekilde paylaşılmasıyla oluşacak 
refah ortamında, geliştirilmesi mümkün olan işbirlikleri ile Kıbrıs ve Filistin meselesi gibi bölgenin kronikleşmiş sorunlarının çözümüne yönelik yeni adımlar atılabilir (Sandıklı vd. 2013). Bölgede enerji varlığından haberdar olan kıyıdaş ülkeler, kendilerine ait kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeleri ilan ederek belli parseller üzerinde hak iddiasına başlamışlardır. Özellikle Kıbrıs Rum Kesimi kendi münhasır ekonomik bölgesini ilan ederek KKTC ve Türkiye’nin haklarını görmezden gelmiştir. Doğu Akdeniz’deki denizin tabanı altında mali değeri çok yüksek hidrokarbon zenginlikleri bulunmaktadır. Hatta bu bağlamda, 
bölgede 15 trilyon m3 doğalgaz ve zengin petrolün mevcudiyetinden bahsedilmektedir. Bu deniz altı zenginliğini Rumlar 1990’lı yıllarda keşfetmiştir. 2000 yılından itibarense konu, Kıbrıs Rum basınında geniş şekilde yer almaya başlamış; Rum yönetimi izlediği politikalar kapsamında, Mısır, Lübnan ve İsrail ile MEB anlaşmaları imzalamıştır (Ak, 2013). 

Levant sahası olarak adlandırılan Mısır, İsrail, GKRY, KKTC, Lübnan ve Suriye kıyılarını içine alan Doğu Akdeniz havzasında zengin hidrokarbon yataklarının bulunduğu tahmini, bölge ülkelerinin hamlelerinin yanı sıra dünyanın önemli enerji şirketlerini de bölgeye çekmiştir. Her ülkenin kendi çıkarı doğrultusunda hareket etmek istemesi ve diğer ülkelerin buna yönelik tutumu bölgedeki suların iyice ısınmasına sebep olmaktadır. 

Levant havzası içerisinde bulunan İsrail MEB’i, 2009’da keşfedilen Tamar ve 2010’da keşfedilen Leviathan sahası ile yaklaşık 800 milyar metreküp doğalgaz rezervine ev sahipliği yapmaktadır. GKRY ve KKTC yönetimindeki Kıbrıs açıklarında yapılan araştırmalarda da Limasol Limanı’na yaklaşık 160 
kilometre mesafede 198 milyar metreküplük Afrodit sahası keşfedilmiştir (Çizelge 1). İtalyan enerji şirketi ENI, Mısır MEB’inde bulunan Nil Delta Havzası’nda 2015 yılında Akdeniz’in en büyük doğalgaz yataklarının keşfini gerçekleştirdiğini açıklamıştır (Karagöl ve Özdemir, 2017). 


Çizelge 1.Doğu Akdeniz’de Keşfedilen Doğalgaz Yatakları ve Rezerv Miktarları 
*Tahmini üretim yılı 
**Net bilgi bulunmamakta  Kaynak: U.S. Energy Information Administration (EIA), 2013 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR;

***

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Sondaja başlamasının ne gibi sonuçları olacak?

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Sondaja başlamasının ne gibi sonuçları olacak? 



© AP Photo / Petros Karadjias
ANALİZ.,
14:30 10.10.2018
(Güncellendi 14:34 10.10.2018)

Ankara’dan gelen ekim sonunda Doğu Akdeniz’de doğalgaz ve petrol sondaj çalışmalarına başlanacağı açıklamasını değerlendiren Rus uzmanlar, sondaj çalışmaları Ankara’nın Yunanistan, AB ve ABD ile ilişkilerini etkileyebilir ve en büyük risk askeri krizin çıkması.


Kıbrıs-Doğalgaz-Sondaj Platformu

© AP PHOTO / PETROS KARADJİAS


Çavuşoğlu: 

    Türkiye, Doğu Akdeniz'de hidrokarbon faaliyetlerine başlayacak
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, ekim sonunda Doğu Akdeniz'de hidrokarbon rezervlerinin çıkarılması çalışmalarına başlanacağını söyledi. Türkiye'nin elinde şu an sondaj çalışmaları için Fatih isimli gemi bulunuyor, ancak Güney Kıbrıs resmi olarak bu çalışmalar için izin vermedi.
Avrupa Komisyonu da Türkiye'ye Kıbrıs sahasındaki kaynaklardan kaçınması konusunda uyarıda bulundu. Türkiye ise bölgedeki tüm enerji projelerinde onayının alınmasını istiyor.
Sonuç olarak Akdeniz'deki kaynak meselesi, Ankara, Atina, Mısır ve Güney Kıbrıs arasında gerginlik konusu oldu.
Russia Today'e (RT) konuşan uzmanlar enerji kaynaklarının bölgedeki durumu nasıl etkileyeceğini yorumladı. Uzmanlara göre, Kıbrıs'ın Afrodit, İsrail'in Leviathan ve Tamar, Mısır'ın Zohr enerji sahasından sonra Akdeniz sularındaki petrol ve doğalgazdan Türkiye de pay almak istiyor.

Kuzey Kıbrıs Dışişleri Bakanı Kudret Özersay

    Kuzey Kıbrıs: Doğu Akdeniz'de ya beraber doğalgaz arayacağız ya da her şey duracak.

'TÜRKİYE, İSRAİL, YUNANİSTAN VE KIBRIS ARASINDAKİ KONSORSİYUMA KARŞI ÇIKIYOR'

Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi uzmanı Timut Ahmetov "Türkiye aslında İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs arasında Doğu Akdeniz'e yönelik konsorsiyuma karşı çıkıyor. Ankara bu ülkelerin Kıbrıs kara sularında doğalgaz-petrol sahaları oluşturmasını istemiyor, zira böyle bir durumda çıkarılan gazın Avrupa'ya satışından edinilen kârdan sadece Güney Kıbrıs yararlanacak. Türkiye ayrıca statüsü hakkındaki sorun çözülemeyen adanın gaz sahalarından belirli bir kısmı üzerinde hak iddia etmeye çalışıyor" dedi.

‘TÜRKİYE, ASKERİ POTANSİYELİNİ KULLANMAYA HAZIR OLDUĞUNU GÖSTERİYOR'

Ahmetov açıklamalarında "Türkiye diplomatik protestolarının başarısız olması sonucunda artık tavrını gerçek eylemlerle ortaya koymak zorunda kaldı. Bölge için en büyük tehditse sorunun askeri krize dönüşmesi olasılığı" sözleriyle devam etti.
Ahmetov, Türkiye'nin bölgedeki oyunculara askeri potansiyelini kullanmaya hazır olduğunu göstermeye çalıştığını, bunun donanmanın güçlendirilmesinden de anlaşıldığını vurguladı.
Rusya Bilimler Akademisi Uluslararası İlişkiler ve Ekonomi Enstitüsü'nden Yuriy Kvaşnin, Kıbrıs havzasındaki sorunun dünyanın büyük kısmının tanıdığı Kıbrıs Cumhuriyeti ve sadece Türkiye'nin tanıdığı Kuzey Kıbrıs sorunuyla bağlantılı olduğunu ifade etti.
Ancak Kvaşnin, Türkiye de, Kıbrıs'ı destekleyen Yunanistan da NATO üyesi olduğu için sorunun askeri yolla çözüleceğini düşünmediğini belirtti.

Exxon Mobil, yıl sonunda Kıbrıs açıklarında doğalgaz Arayacağını duyurdu AFP 2018 / SAUL LOEB

      ‘ANKARA'NIN YUNANİSTAN, AB VE ABD İLE İLİŞKİLERİ ETKİLENECEK'

Kvaşnin'e göre, Ankara'nın Doğu Akdeniz'de sondaj çalışmalarına başlama girişimleri Yunanistan'la ilişkilerini etkileyeceği gibi, AB ve ABD ile ilişkilerini de etkileyecek. Bu koşullar altında Türkiye'nin yalnız kalmaması önemli. Diğer yandan doğalgaz ve petrol çıkarılsa bile, Türkiye'nin bunları kendi pazarı dışında bir yere göndermesi pek ihtimal dahilinde değil.

     ‘AB, RUSYA'DAN GAZ SEVKİYATINA ALTERNATİF ARADIĞI İÇİN KIBRIS'A DESTEK VERİYOR'

AB ile ilişkilerin akıbetinin nasıl olacağını yorumlayan Ahmetov "Kıbrıs AB'nin desteğini net bir şekilde hissediyor. Bunun nedeni AB'nin Rusya'dan gaz sevkiyatına alternatif araması. Avrupa Komisyonu daha önce Mayıs 2018'de İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan'ın anlaştığı Doğu Akdeniz boru hattı projesini destekledi. Bu proje çerçevesinde Doğu Akdeniz'deki gaz kaynaklarının Yunanistan'dan Avrupa'ya aktarılması mümkün" ifadelerini kullandı.
Ahmetov, Türkiye'nin güvenmediği için sorunu Brüksel ile ilişkileri üzerinden çözebileceğini düşünmediğini de ekledi.


AB Konseyi Başkanı Donald Tusk
REUTERS / PHİL NOBLE

Doğu Akdeniz'deki sondaj krizi, AB-Türkiye zirvesini tehlikeye soktu
     ‘TÜRKİYE, İZOLE OLMAMALI'
Ahmetov "Türkiye her zaman Rusya ile gaz sahası oluşturma konusunda anlaşmalara öncülük edip bu anlaşmaları imzalayabilir. Her halükarda Türkiye için önemli olan izole olmamak, zira ABD ile AB ile ilişkilerinin ciddi şekilde bozulması pek beklenen bir şey değil" dedi.

Kvaşnin ise Rusya'nın kendini konudan olabildiğince uzak tutması gerektiğini savundu. Kvaşnin "Kıbrıs Cumhuriyeti, Avrupa'da iyi ilişkilerimizin olduğu sayılı ülkelerden. Ekonomik alanda yakın ilişkilerimiz var, birçok Rus şirket Kıbrıs üzerinden çalışıyor. Bu nedenle Rusya, Kıbrıs'la ilişkilerini riske atmayacaktır. Diğer yandan Rusya için Türkiye ile tartışmaya girmemek önemli" dedi.

https://tr.sputniknews.com/analiz/201810101035603857-turkiye-dogu-akdeniz-sondaj-kibris-ankara-ab-/