kontrgerilla etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kontrgerilla etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Aralık 2019 Pazartesi

Ecevit’ten Kılıçdaroğlu’na kontrgerilla ve provokasyon.,

Ecevit’ten Kılıçdaroğlu’na kontrgerilla ve provokasyon.,


Murat Sabuncu
mmurat.sabuncu@hotmail.com
22 Nisan 2019


"Bu ülkenin ana muhalefet liderinin linç girişimine uğradığı yerden ancak zırhlı araçla çıkarılabilmesi son yıllarda büyük yara alan demokrasi tarihine
yeni bir utanç sahnesi olarak kayıt oldu"

Serinkanlı olmak gerekiyor. Sakin… Ama bir yandan da düşünmek tabi. Anlamaya çalışmak. Ürküten gelişmeyi; Ekrem İmamoğlu’nun Maltepe’deki mitingini takip etmek için internet sitelerinde/televizyon kanallarında sörf yaparken gördüm. Önce haberi sonra arka arkaya gelen videoları.

Ülkenin ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu; bu memleketin bir evladının şehit Yener Kırıkcı’nın  cenaze töreninde, acıyı paylaşmak için gittiği yerde
neredeyse linç edilecekti. Hakaretler, küfürler, yüze inen yumruk ve sığındığı evin kapısında ‘yakın burayı’ diye canhıraş bağırışlar. Türkiye’nin bu ortama
sürükleyen dil, tavır belli. Yazının sonunda değineceğim. Ancak Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıyı duyduğumda/gördüğümde aklıma ilk olarak bir fotoğraf
karesi geldi: 29 Mayıs 1977 İzmir Çiğli Havaalanı’nda Bülent Ecevit’e yapılan silahlı saldırı anı…

Seçim çalışmaları için gittiği İzmir’de miting hazırlığı sırasında seçim otobüsüne binmek üzere olan Ecevit’e yaklaşan ‘biri’ ateş açmış ancak Ecevit’i
sıyıran kurşun arkasında bulunan dönemin İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın kardeşi Mehmet İsvan’a isabet etmişti. Ateş edenin karakolda görevli
bir polis olduğu ortaya çıkmış, yetkililer de polisin silahının yanlışlıkla ateş aldığı açıklamasını yapmıştı.

İlerleyen günlerde merminin özel bir yapısı olduğu (gazlı mermi) ortaya çıkacaktı. Ecevit bu süreçle ilgi ‘kontrgerilla’ göndermesi yapmıştı (Ecevit, 28
Kasım 1990'da Milliyet gazetesinde yayınlanan röportajında "Özel Harp Dairesi"ni zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar'dan öğrendiğini söylüyordu.

Ecevit'in röportajda şunları anlatmıştı: "1974'teki başbakanlığım sırasında, zamanın Genelkurmay Başkanı rahmetli Orgeneral Semih Sancar başbakanlığın
örtülü ödeneğinden acil bir ihtiyaç için birkaç milyon istedi. Benden istenen miktar örtülü ödenekteki paranın tümüne yakındı... Genelkurmay'dan bu paranın
ne amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım. 'Özel Harp Dairesi için istiyoruz' yanıtı geldi. Öyle bir resmi dairenin o zamana kadar adını bile duymamıştım...
'Şimdiye kadar bu dairenin giderleri nereden karşılanıyordu' diye sordum. O zamana kadar dairenin tüm giderlerini bir gizli ödenekle ABD'nin karşıladığı;
ancak artık ABD'nin bu parasal katkıyı kestiği, o nedenle Başbakanlık'ın örtülü ödeneğinden para istemek zorunda kalındığı bana bildirildi... Özel Harp
Dairesi'nin nerede bulunduğunu sordum. 'Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada' yanıtını aldım... Hayrete düşmem ve kaygılanmam herhalde doğaldı.)  

2013 yılında Meclis’te kurulan Darbeleri Araştırma Komisyonu’nda bu olayın da aralarında olduğu pek çok ‘kirli dosya’ araştırılmış İçişleri Bakanlığı’nın o tarihte komisyona gönderdiği dosyada tek bir kayda rastlanmamıştı. Böyle ‘karanlık-puslu’ günlerde komplo teorilerinden mümkün olduğu kadar uzak durmak  gerekiyor. Ancak 31 Mart seçimleri sonrası yaşananlar ‘başka bir aklın’ devrede olabileceği hissini yaratıyor bende.

Kılıçdaroğlu’na linç girişiminde şüphesizki; özellikle iktidar partisinin ve ortağının seçim öncesinde başlayan (hiç bitmeyen) ‘hedef gösteren kutuplaştıran
dilinin’ payı büyük. Bir önceki Cumhurbaşkanı, AKP kurucularında Abdullah Gül bile ‘Siyaset diline hakim olan nefret söyleminin tehlikesi umarım farkedilir’
diye tweet attı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ‘CHP’lileri şehit cenazelerine almayın’ talimatı, yandaş medyanın hedef gösteren, iftira atan yayınlarının
yaşananlarda büyük payı var.

Bunlarla birlikte… Maltepe’de CHP destekçisi yüz binlerin toplandığı bir gün... Aynı saatlere denk gelen saldırı. Linç girişiminin yaşandığı yerde pek çok bakanın hatta Emniyet Genel Müdürü’nün olmasına rağmen ‘çok zayıf güvenlik önleminin alınması.’ (CHP Lideri’nin kendi korumaları ve milletvekilleri olmasa daha da korkunç bir tablo yaşanabilirdi.) Kapı önüne gelen bir kadının Sivas olaylarını hatırlatacak şekilde ‘yakın burayı’ diye bağırması…

Tüm bu anlattıklarım olaydaki iktidar dili/tavrı sorununu hafifletmez. 
    Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın ‘olayların yatışması için kalabalığa hitap dahil her gayreti gösterdiği’ savunmasına rağmen saldırganlara, “Değerli arkadaşlar; mesajınızı verdiniz, tepkinizi gösterdiniz” demesi skandaldır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın aradan saatler geçmesine rağmen geçmiş olsun mesajı yayımlamaması/telefonu açmaması kabul edilemez. MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin saldırıyı ‘kınama mesajı’nın arasına ‘o adama yumruk attıracak ne yaptın Kılıçdaroğlu?’ cümlesini eklemesi demokrasiye sığmaz. Yaşanan olaylarda CHP yönetimi ve Kılıçdaroğlu  tüm mağduriyete rağmen serinkanlı bir kriz yönetimi yaptı.Verdikleri mesajlarla kitleleri kışkırtmamaya özen gösterdi.

Bu ülkenin ana muhalefet liderinin linç girişimine uğradığı yerden ancak zırhlı araçla çıkarılabilmesi son yıllarda büyük yara alan demokrasi tarihine
yeni bir utanç sahnesi olarak kayıt oldu. Türkiye’nin sürüklenmek istediği yerde kimin, hangi safta, hangi rolde, hangi hedef için bir arada olduğunu anlamak
için daha çok çaba sarf etmeliyiz.

https://t24.com.tr/yazarlar/murat-sabuncu/ecevit-ten-kilicdaroglu-na-kontrgerilla-ve-provokasyon,22322


***

30 Ocak 2019 Çarşamba

12 Mart 1971'de Ne Olmuştu?

12 Mart 1971'de Ne Olmuştu?


Muhtırayla silahlar kimdeyse iktidarın da onda olduğu ilkesi bir kere daha doğrulanmıştı. 8-9 Mart'taki radikal darbe girişimi savuşturulmuş, Demirel'in AP hükümeti düşmüştü. 
26 Nisan'da sıkıyönetim ilan edildi. Rejim aktif saldırısına başlıyordu.

İstanbul - BİA Haber Merkezi
11 Mart 2008, Salı 

12 Mart 1971'de üç kuvvet komutanı ve Genel Kurmay Başkanı'nın imzasıyla TRT haber bültenlerinden okunan hükümete yönelik muhtıra ile Ordu, "Silahlı Kuvvetler İç Hizmet Talimatı"nın Anayasa'dan daha üstün bir belge olduğunu pratikte kanıtlayarak Süleyman Demirel'in AP hükümetini düşürdü.
Parlamento kapatılmamış, siyasal partilerin çalışması engellenmemiş ve hiçbir yönetici tutuklanmamış ve hükümet idaresine fiilen el konulmamış olmakla birlikte bu apaçık bir darbe idi. Ordu kendi iradesini seçilmiş meclislerinin iradesine dayatmış ve silahlı kuvvetlerin yürütmesi "egemenliğin kayıtsız şartsız ait" olduğu söylenen milletvekillerinin ellerinden alınmıştı. Silahların kontrolü meclis ve hükümetin elinden çıkmıştı ve "silahlar kimdeyse iktidarın da onda" olduğu ilkesi bir kere daha doğrulanmıştı.

"12 Mart Muhtırası" adı verilen müdahalenin meşruiyet gerekçelerinin sıralandığı belgenin "reformlar ve inkılap kanunları"ndan söz eden programatik imaları, birçok çevrede yıllardır sözü edilen hasretle beklenen ve gerçekleştirilmesi uğruna sosyalist hareketin içindeki birçok çevre de dahil kimi "ilerici" ve "devrimci"lerin pek çok çaba gösterdikleri "radikal darbe"nin sonunda gerçekleştirildiği izlenimini veriyordu ama Muhtıra'dan çok kısa bir süre sonra silahlı kuvvetlerden aralarında "radikalizm"in yıldızları Tümgeneral Celil Gürkan, Hava Tuğamiral Aydın Kirişoğlu ve Deniz Tuğamiral Vedii Bilget'in de bulunduğu bir grup orta kademe subayın tasfiye edilmeleri tüm "radikal" çevrelerde hayal kırıklığına yol açtı.

Doğan Avcıoğlu'nun Devrim dergisi "Doğru Teşhis, Yanlış Tedavi" belirlemesinde bulunurken siyasal iktidarın parlamento ile paylaşılmaya devam edilmesini eleştirmeye başladı. Tereddütler yerini çok geçmeden karamsarlığa bıraktı. Erim Hükümeti açıklanıp programını ilan ettiğinde ve Vehbi Koç'un ağzından tekelci burjuvazinin tam onayını aldığında, herkes ve bu arada devrilen Demirel'in AP'si bile herhangi bir "radikalizm2in iktidara tırmanmakta olmadığından artık emindi. Düzen bir kere daha çatışan tarafların üzerine doğru tırmanarak bir hakem konumuna doğru yükselen yürütme gücünün egemenliğiyle kendisini kurtarmıştı. Sıra düzeni tehdit eden güçlerin hizaya getirilmesindeydi.

8-9 Mart 1971

Gerçekte Süleyman Demirel'in bir ordu müdahalesiyle devrilmesi aylardır bekleniyordu ancak hükümetten yana olduğu bilinen Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç'ın müdahalenin başında bulunacağı umulmuyordu. Silahlı kuvvetlerde hayli yaygın bir zemine sahip olan "radikaller"in bir kere girişim başlayınca önderliği ele geçireceği sürekli olarak varsayılmıştı. Radikallerin sürekli aşağıdan yukarı doğru baskısıyla sonunda 8 Mart'ı 9 Mart'a bağlayan geceyarısı silahlı kuvvetlerin büyük bir bölümü harekete geçmek üzere alarma geçirildi. Darbe için hazırlanmış planlar uyarınca birlikler seferber edildi. Sıra kuvvet komutanlarının harekat emrini vermesindeydi.

Ancak bu emir hiçbir zaman gelmedi. Çünkü "Radikallerin" bütün bağımsız örgütlerinin bilgisini ve yönetimini kendilerine bağladıkları ve hepsi de "radikal" olarak bilinen Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur ve Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ile Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan, darbe "radikaller"in programına uygun olarak yürürlüğe konduğunda karşılarında güçlü bir direniş cephesi oluşacağını görmüşlerdi. Silahlı Kuvvetlerin bu darbe süreci içinde bölünmesinin giderek darbede inisiyatifin kendi ellerinden de çıkartacağını ve alt kademedekilerin hazırlıklarını buna göre de yaptıklarını öğrenen Batur ve Gürler, Türkiye'nin General Necib'i olma korkusu içinde ancak aşağıdan gelen sürekli baskı altında bir müdahale adımı atmaksızın daha uzun süre oyunu sürdüremeyecekleri nin de farkında olarak, ordunun Amerikancı ve tutucu kanadının ortalama eğilimlerini dile getirdiği bilinen Genel Kurmay Başkam Memduh Tağmaç ile anlaştılar. Buna göre, ordu yumuşak bir müdahale ile "radikaller"in nefretinin simgesi haline gelmiş olan Demirel ve AP hükümetini alaşağı edecek, buna karşılık Batur ve Gürler de alt kademedeki "radikaller"i tasfiye edeceklerdi.

Böylelikle hem silahlı kuvvetlerde bölünme tehlikesi ve bunu izleyebilecek bir "iç savaş" tehlikesi atlatılmış oluyordu, hem de büyük burjuvazinin otorite bunalımını aşmak için bir olağanüstü rejim üzerinde burjuvazinin bütün fraksiyonları uzlaşmış oluyorlardı.

12 Mart Müdahalesi silahlı kuvvetlerdeki bu iki gücün çalışmalı dengesinin pratik anlatımıydı. Süleyman Demirel hükümetinin devrilmesinin ardından "Nasır"lar olabileceklerinden kuşkulanılan generaller ordudan çıkartılınca, aslında üstünlük bir anda Amerikancı ve muhafazakar kanadın eline geçmiş oldu. Çünkü bu noktadan sonra Batur ve Gürler artık isteseler de 12 Mart Muhtırası'nın parlamento ve burjuvazi karşısındaki blöfü olan ve gerçekte "radikaller"i frenlemekten başka bir amacı olmayan, reformlar yapılmazsa "idareyi doğrudan doğruya üzerine alma" tehdidini gerçekleştiremezlerdi. Bunu birlikte yapabilecekleri hiyerarşiden bağımsız bir örgüt yoktu artık. Onu kendi elleriyle parçalamış ve tasfiye etmiş, önderlerini Tağmaç ve Türün'ün önüne atmışlardı.

1965'ten başlayarak adım adım kurdukları bağımsız örgütlerini paşalarına teslim eden "radikaller"in, kendi planlarını karşı tarafa açıkladığını düşündükleri Korgeneral Atıf Erçıkan'ın evini bombaladıktan sonra yakalanan Dev-Genç eski Genel Sekreteri Ruhi Koç ve 69 deniz subayı hareketinin önderi emekli deniz teğmen Sarp Kuray "radikaller"in hayal kırıklıklarının ve öfkelerinin canlı bir örneğiydiler.

Yukarıda, silahlı kuvvetler komuta kademesinde varılan anlaşma aşağıda, parlamentoda da yansımasını buldu ve AP, CHP ve öteki partiler başbakanlığa atanan CHP milletvekili Nihat Erim hükümetine bakan vereceklerini ve programını onaylayacaklarını bildirdiler. Hükümete parlamento dışından Yön ve Sosyalist Kültür Derneği çevresinden OECD ve Dünya Bankası'nın gözde teknisyenlerinden Atilla Karaosmanoğlu, NATO Genel Sekreter Birinci Yardımcısı Osman Olcay, OYAK Yönetim Kurulu Üyesi Özer Derbil, 27 Mayısçı Sadi Koçaş, "ilerici" öğretim görevlilerinden AÜ Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Türkan Akyol ve başka teknisyenler de girdiler. Böylece ordunun zoru altında burjuvazinin bütün eğilimleri, teknokrasi ve bürokrasi bir hükümet çevresinde birleşmiş, temsili bir "milli birlik ve beraberlik" siyasal çevrelere hakim olmuş gibi görünüyordu.

Cumhuriyet'te İlhan Selçuk, Erim hükümetinin "Reformlar"a girişebilmesi için Atatürkçülerin birlik içinde kalması gerektiğini vurgular ve Mehmet Ali Aybar Erim hükümetine güven oyu verirken, TİP, Dev-Genç ve SDDF "tekelci kapitalistlerin", "bürokratik faşizmin" hükümetine hiçbir şekilde destek olmayacaklarını ilan ettiler. Resmi siyaset sahnesinde süregiden tüm ilişkiler bir fars havasına bürünürken CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit, Türkiye'de Yunanistan usulü bir askeri diktatörlük kurulmuş olduğunu söyleyerek görevinden istifa etti.

"Radikaller" bozgun havası içinde geri çekilmeye ve darbeye kadar onayladıkları "Gerillacılık"tan vazgeçilmesi çağrıları yayınlamaya başladılar. Düzen kendisini yeniden tesis ederken NATO'nun güneydoğu kanadında ortaya çıkmış olan belirsizlikler ABD'nin istekleri doğrultusunda giderilmeye ve büyük burjuvazinin "komünizmle mücadele" programı paramiliter çetelerin elinden alınarak doğrudan doğruya devletin gizli aygıtlarına devredilmek, "kontrgerilla" sahneye çıkmak üzereydi. Ancak bunun için öncelikle görünüşte hala yürürlükte olan parlamentonun yürütme yetkilerinin askıya alınması, öte yandan Anayasa'da ezilen sınıfların özgürlük mücadelesi alanını yasallaştıran hükümlerin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Burjuvazinin siyasal gündeminde Anayasa'nın değiştirilmesi ve sıkıyönetim ilanı vardı.

Sıkıyönetime doğru,

12 Mart'tan sıkıyönetimin ilan edildiği 26 Nisan 1971'e kadar geçen süre içinde toplumsal mücadeleler de, silahlı eylemler de, faşist hareketin saldırıları da durulmadı. 20 Mart 1971'de Batman'da üç bin köylü kent meydanında biraraya gelerek "açız" diye haykırdılar. Jandarmanın zor kullanmasına karşın dağılmayarak sopa ve taşlarla karşılık verdiler. 21 Mart'ta Konya'da Eğitim Enstitüsünde faşist "komando"lar devrimci öğrencilere saldırarak altısını bıçakla yaraladılar. 24 Mart'ta İstanbul'da bin tekstil işçisi Enboy fabrikasında direnişe geçtikten sonra haklarını savunmayan Teksif merkezi ve şubelerini işgal ettiler.

25 Mart'ta Samsun'un Alaçam ilçesinde tütün üreticilerinin Tekel'in Tütün satmasını engelleyerek gerçekleştirdikleri direnişte dört öğretmen ve dört üretici tutuklandı. İstanbul'da Vezneciler'de faşistlerin üniversiteyi işgal girişimini önleyen devrimci öğrencilerle faşistler arasında çıkan çatışmadan sonra DGSA'yı basan polislerle de silahlı çatışma çıktı ve bir öğrenci iki polis yaralandı. 29 Mart'ta Ankara'da Kurtuluş Lisesi önündeki çatışmada faşistler üç devrimci öğrenciyi kurşunladılar. İstanbul'da Işık mühendislik ve Mimarlık Akademisini işgal ederek uzun saçlı erkek öğrencilerin saçlarını kesmeye başladılar. 31 Mart'ta İTÜ olaylar çıkacağı gerekçesiyle kapatıldı, 1 Nisan'da Robert Kolej kapatıldı.

3 Nisan'da işçileri 80 gündür grevde olan Grundig elektronik fabrikasının sahibi evine konulan dinamitle yaralandı. 3 Nisan'da Otomarsan fabrikalarının sahibi Mete Has ile Adanalı toprak sahibi Talip Aksoy kaçırıldılar ve 400 bin TL fidye karşılığında 5 Nisan'da serbest bırakıldılar. 10 Nisan'da İstanbul'da Balıkesir Öğrenci Yurdu'na faşist "komandolar" tarafından açılan ateşle Niyazi Tekin ağır yaralandı ve öğrenci Hasan Erkişi kaçırıldı. Niyazi Tekin 21 Nisan'da hastanede öldü. 16 Nisan'da Dr. Rahmi Duman'ın oğlu Hakan Duman fidye karşılığı kaçırıldı. 18 Nisan'da fidye ödenerek Hakan Duman serbest bırakıldı. 20 Nisan'da İstanbul DMMA faşistlerin saldırısı üzerine kapatıldı. 26 Nisan'da Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Hatay ve Diyarbakır'da Sıkıyönetim ilan edildi.

12 Mart rejimi Dev-Genç, ÜOB, TÖS, DDKO ve irili ufaklı birçok derneği kapatmaya başladı. Rejim aktif saldırısına başlıyordu. (SA/EÜ/TK)

* Bu Metin Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi'nden alındı. (7.cilt, sf.2166-68)

https://m.bianet.org/bianet/siyaset/105503-12-mart-1971-de-ne-olmustu


***

3 Kasım 2018 Cumartesi

Üç Pasla Devletin Kalesine İnme Yöntemleri,

Üç Pasla Devletin Kalesine İnme Yöntemleri,


ABD'den Skandal Türkiye Adımları.,

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD'deyi eleştirmesinden saatler sonra eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan için ABD mahkemesinden tutuklama kararı çıktı. Çağlayan, İran'a yönelik ABD ambargosunun Halkbank aracılığıyla delinmesinde rol almakla suçlanıyor. Davanın hakimi Yargıç Richard Berman, davaya Çağlayan'ın da dahil edilmesiyle 'dosyanın seyrinin değiştiğini', söz konusu iddianame ile bir devlet kuruluşu olan Halk Bankası'nın 'kurum olarak öne çıktığını' ifade etti. Eş zamanlı bir diğer gelişme, ABD Senatosu Tahsisat Komisyonu'nun, Erdoğan'ın korumalarına silah satışının yasaklanmasını öngören tasarıyı onaylaması oldu. ABD ayrıca, Türkiye'den gelen kargo uçaklarına ve Türk mallarına uygulanan 'arama ve kontrol seviyesini' de yükseltti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan gelişmelere çok sert tepki geldi, Erdoğan 'ABD'nin İran'a yönelik ambargo kararına uymayan Türkiye'nin bir bakanının tutuklanma kararını çok pis kokular geliyor diyerek eleştirdi. Erdoğan 'İran'a biz herhangi bir yaptırım uygulama kararı Türkiye olarak almadık' dedi. ABD'nin bu hamleleri şaşırtıcı değil. Haberimizde aktardığımız bulgular, verdiğimiz linklerdeki bilgiler ve özetle aktardığımız bazı haberler ışığında, Gülen örgütünün ABD'ye ajanlık yaptığı şüphesi şüphe olmaktan çıkıyor.




10.09.2017 16:40 ABD'nin Türkiye'de Fetullah Gülen liderliğindeki terör örgütünü doğurduğu ve besleyip büyüttüğü iddiaları skandal gelişmelerle eşliğinde giderek güçleniyor. Fetö'nün ve 15 Temmuz'daki darbe girişiminin arkasında bulunduğu son bir kaç senedir savcılık iddianamelerine de yansımaya başlamış olan ABD'den bu ilişkiyi doğrulayan skandal hamleler geliyor. ABD mahkemesi ve jürisi, ülkesinin koyduğu İran'a yaptırım kararına uymayan Türkiye'nin bir Bakanı hakkında tutuklama kararı çıkardı.

İran’a uygulanan yaptırımları ihlal, ABD bankacılık sistemine karşı dolandırıcılık, para aklama gibi suçlamalarla ABD’de tutuklu yargılanan Reza Zarrab davasına, ‘yasak işlem ve rüşvet’le suçlanarak sanık olarak eklenen Zafer Çağlayan ve eski Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan ile Genel Müdür Yardımcısı Levent Balkan için resmi tutuklama emri verildi.

ABD Adalet Bakanlığı tarafından yayınlanan resmi belgede, Çağlayan ile birlikte Aslan ve Balkan’ın hakkında da resmi olarak bir tutuklama kararının Jüri tarafından onaylandığı bilgisi yer aldı.

New York Güney Bölgesi Başsavcılığı tarafından önceki gün dava dosyasına konan ek iddianameye Zafer Çağlayan ve eski Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın yanı sıra aynı bankanın uluslararası operasyonlardan sorumlu genel müdür yardımcısı Levent Balkan ve Rıza Sarraf’ın kuryesi Abdullah Happani de eklenmişti. Sulh Hakimi Katharine H. Parker, iddianameyi imzayla onaylayarak üzerine el yazısıyla “Sanıkların tutuklanma emri verilmiştir” diye not düştü.

DAVADA 2’Sİ TUTUKLU 9 SANIK

Sanık sayısının ikisi tutuklu olmak üzere 9 kişiye çıktığı davada, yeni iddianame için Mehmet Hakan Atilla 11 Eylül, Rıza Sarraf ise 25 Eylül tarihinde yeniden davanın hakimi Richard Berman’ın karşısına çıkacak.

30 Ekim’de başlayacak olan sanıkların jürili duruşmasının bir aydan uzun sürmesi bekleniyor. Davanın hakimi Yargıç Richard Berman, davaya Çağlayan’ın da dahil edilmesiyle ‘dosyanın seyrinin değiştiğini’, söz konusu iddianame ile bir devlet kuruluşu olan Halk Bankası’nın ‘kurum olarak öne çıktığını’ ifade etti.

DİĞER HAMLE

ABD Senatosu Tahsisat Komisyonu da, Erdoğan’ın korumalarına silah satışının yasaklanmasını öngören tasarıyı onayladı. ABD ayrıca, Türkiye'den gelen kargo uçaklarına ve Türk mallarına uygulanan 'arama ve kontrol seviyesini' de yükseltti.

Amerikan haber ajansı AP, ABD’den Türkiye’ye Erdoğan’ın koruma ekibinin kullanması için yapılması planlanan 1.2 milyon dolarlık yarı otomatik tabanca ve mühimmat satışının durdurulmuş olduğunu bildirdi. Erdoğan’ın korumalarına yeni silah satışını engellemek üzere düzenlenen tasarıyı Demokrat Partili Senatörler Patrick Leahy ve Chris Van Hollen hazırladı.

SİLAH SATIŞI YASAK

Hürriyet'te yer alan habere göre; Van Hollen, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kişisel korumalarının, Amerikan topraklarında barışçıl Amerikalı protestoculara saldırmasına izin vermeyeceğiz ve onlar bunu yaparken onlara kesinlikle silah satmayacağız” diye konuştu. Van Hollen, Senatör Leahy ve kendisinin, ABD Dışişleri Bakanlığı ile birlikte, bu korumaların bağlı olduğu kurumun bu eylemlerden sorumlu tutulması için çalışacaklarını söyledi.

TASARI SENATOYA GİDECEK

Van Hollen, polisin muhaliflerin bastırılması için Erdoğan’a yardım ettiğini öne sürdü. Temsilciler Meclisi’nden Cumhuriyetçi vekil Dave Trott ise “Bu silah satışını bloke etmemiz ve Erdoğan’ı işaret ederek ona, stratejik bir yer olmanın Türkiye’yi hukukun üstüne çıkarmadığını söylememiz gerekiyor” dedi. Erdoğan’ı koruyan polislere silah satışını yasaklayan düzenleme bir bütçe tasarısının parçası olarak Senato’ya gidecek.

ABD, Türkiye’den havayoluyla gelen malları daha kapsamlı taramaya tabi tutacak. Alınacak ek önlemlerle ilgili henüz detaylı bilgi verilmezken, detaylı aramaların sadece Türkiye’den gelen kargo uçaklarına uygulanacağı belirtiliyor.

ERDOĞAN'DAN SERT TEPKİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan gelişmelere çok sert tepki geldi. ABD ziyareti sırasında Washington'da yaşanan olayların da bu pis kokunun bir ifadesi olduğunu söyleyen Erdoğan, "O olayla ilgili biliyorsunuz, benim korumalarım hakkında soruşturma açtılar. Hatta hatta, olay günü orada olmayan korumalarım hakkında, eşimin iki koruması bayan, onlarla ilgili de aynı şeyi yaptılar. Bu nedir? Bu Amerika yönetiminin düşmüş olduğu aczi gösteriyor. Kendilerine de bunlar bildirildi. Büyük bir devlet olabilirsin ama adil devlet olmak başka bir şeydir. Sıkıntı burada. Onun için de adil bir devlet olmak, hukuk sisteminin adil işlemesinden geçer. Eğer hukuk sisteminiz adil işlemiyorsa bu sıkıntılar sürekli olarak o pis kokuları da getirir." dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kazakistan ziyareti öncesi Atatürk Havalimanı'nda basın açıklaması düzenledi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD'deki Rıza Sarraf davasına eski ekonomi bakanı Zafer Çağlayan'ın adının dahil edilmesiyle ilgili bir soruya," Burada bizim eski Ekonomi Bakanımıza yönelik atılan bu adımı, açık söylüyorum, ben Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yönelik bir adım olarak değerlendiriyorum" dedi. "Atılan bu adımlar tamamen siyasidir. ABD bir defa bu konuyu gözden geçirmesi lazım. Bu işlerin arkasından çok pis kokular geliyor. Rıza Sarraf olayı da öyledir" diyen Erdoğan açıklamasını şu sözlerle sürdürdü;

Bu konu gerçekten çok çok ilginç bir konu. Şu anda bunu hukuki bir mantık içerisinde yorumlamak zaten mümkün değil. Burada bizim eski Ekonomi Bakanımıza yönelik atılan bu adımı, açık söylüyorum, ben Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yönelik bir adım olarak değerlendiriyorum. Zira burada şahsına yönelik bir iddiayı ortaya koyabilmiş değiller. Neymiş 'İran'la ilgili yaptırımları delmiş' İran'a biz bir defa herhangi bir yaptırım uygulama kararı Türkiye olarak almadık ki. Bizim İran'la ikili ilişkilerimiz var, hassas ilişkilerimiz var. İran'dan özellikle doğalgazımızın, petrolün bir kısmını oradan alıyoruz. Biz bunu kendilerine de o zaman söyledik. Ben bunları Sayın Obama'ya da söyledim, diğer bu konularla ilgilenen kişilerine, başta Dışişleri Bakanları olmak üzere onlara da söyledik. Yani dedik 'Biz burada böyle bir yaptırım içerisine girmeyiz.' Bu ekonomik ilişkileri yürüten bakanımız kim? Ekonomi Bakanı. Ekonomi Bakanı hükümetin attığı bu adıma ne yapacaktır? Uygulayanlardan bir tanesi olacaktır. Dolayısıyla atılan bu adımlar tamamen siyasidir. Amerika bir defa bu konuyu -tabii bu gidişimizde orada da inşallah görüşme fırsatı buluruz- gözden geçirmesi lazım. Bu işlerin arkasından çok pis kokular geliyor. Rıza Sarraf olayı da öyledir. Halk Bankamızın Genel Müdür Muavini Hakan Bey ile ilgili konu da öyledir. Bunların hepsi. Diğer isimler yine öyledir."

"ABD YÖNETİMİNİN ACZİNİ GÖSTERİR"

ABD ziyareti sırasında Washington'da yaşanan olayların da bu pis kokunun bir ifadesi olduğunu söyleyen Erdoğan, "O olayla ilgili biliyorsunuz, benim korumalarım hakkında soruşturma açtılar. Hatta hatta, olay günü orada olmayan korumalarım hakkında, eşimin iki koruması bayan, onlarla ilgili de aynı şeyi yaptılar. Bu nedir? Bu Amerika yönetiminin düşmüş olduğu aczi gösteriyor. Kendilerine de bunlar bildirildi. Büyük bir devlet olabilirsin ama adil devlet olmak başka bir şeydir. Sıkıntı burada. Onun için de adil bir devlet olmak, hukuk sisteminin adil işlemesinden geçer. Eğer hukuk sisteminiz adil işlemiyorsa bu sıkıntılar sürekli olarak o pis kokuları da getirir." dedi.

ABD'Lİ HUKUK FİRMASINDAN FETÖ'YÜ DEŞİFRE EDEN KİTAP

Öte yandan yaşanan diğer bir gelişmede, Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) dünyadaki faaliyetlerini araştıran Robert Amsterdam, FETÖ'nün ABD'deki okulları aracılığıyla bugüne kadar yaklaşık 243 milyon dolar düzeyinde "sahtekarlık" yaptığını tespit ettiklerini söyledi.

Hukuk firması Amsterdam & Partners'ın (LLP) sahibi Amsterdam, 13 Eylül'de piyasaya çıkacak "Aldatma İmparatorluğu: Gülen Sözleşmeli Okul Ağı Üzerine Bir Araştırma" adlı yeni kitabıyla ilgili Washington'daki Türk basın mensuplarına açıklamalar yaptı.

Amsterdam iki yıldır süren çalışmalarının bir sonucu olarak tamamen kamuya açık kaynaklardan elde ettikleri bilgilerle kitabı hazırladıklarına dikkati çekerek, "Benim amacım siyasi bir sonuca ulaşmak değil, sadece Fetullah Gülen'in bir suçlu olduğunu ortaya koyabilmektir." değerlendirmesini yaptı.

243 Milyon Dolarlık "Sahtekarlık"

FETÖ'nün ABD genelindeki sözleşmeli (charter) okulları aracılığıyla bugüne kadar yaklaşık 243 milyon dolar "hortumladığını" anlatan Amsterdam, "Bu okullarda sadece finansal usulsüzlükler yapılmıyor, aynı zamanda Amerikan eğitim sistemi içine de sızıyorlar." diye konuştu.

Bu paraların Amerikan vergi mükelleflerinin parası olduğunu kaydeden Amsterdam, Amerikan halkının bu konudaki gerçekleri öğrenmesi gerektiğini belirtti.

FETÖ kurumları arasındaki parasal ilişkiler

Kitabının ana amacının Amerikan vatandaşlarına FETÖ'nün bu ülkedeki çalışmalarını ve buradaki usulsüzlükleri göstermek olduğunu ifade eden Amsterdam, söz konusu okullarla FETÖ'nün diğer kurumları arasında yakın bir iş birliği olduğunu ve bu kurumlar arasındaki finansal ilişkilerden yüklü miktarlarda para aktarımı gerçekleştirildiğini dile getirdi.

13 Eylül'de İngilizcesi yayımlanacak kitabın Türkçe çevirisinin de kısa sürede yapılması için çalışmalara başlandığını aktaran Amsterdam, FETÖ'nün ABD'deki yapılanmasının gerçek yüzünü tüm dünyaya göstermeye gayret ettiklerini vurguladı.

Robert Amsterdam, geçen temmuz ayında kitabının ön tanıtımını İstanbul'da gerçekleştirmiş, bu eserinde ABD'nin 29 eyaleti ve 174 okulda FETÖ yapılanmasına ait faaliyetleri gözler önüne serdiğini anlatmıştı.

ABD'Yİ KIZDIRAN GELİŞME PAPAZ'IN TUTUKLANMASI OLMUŞTU

Bu gelişmeler öncesinde, ABD Başkanı Trump'ın Türkiye'den istediği Papaz Andrew Craig Brunson, casusluk ve darbe girişimi suçlamasıyla tutuklanmıştı.

FETÖ üyesi olduğu gerekçesi ile halen tutuklu bulunan Papaz Andrew Craig Brunson, "devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasi veya askeri casusluk amacıyla temin etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek, Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs " suçlamaları ile tekrar tutuklandı.

TRUMP, İADESİNİ İSTEMİŞTİ

ABD Başkanı Trump, daha önce Türkiye'den papaz Brunson'un iadesini istemişti.

ABD'yi kızdıran bir başka gelişme de Büyükada'daki bir toplantıda basılan ve tutuklanan kişilerin ABD ve Avrupalı ülkeler adına Türkiye'de ajanlık yapmak ve Gezi benzeri olaylar planlamakla suçlanmaları olmuştu. Türkiye'deki bir mekanda, Türkiye haritası üzerinde ve Türkiye'ye doğrudan yönelik girişimleri konu alan soruşturmaya ABD, büyükelçiliği aracılığıyla sert tepki göstermiş, insan hakları savunucuları olarak değerlendirilen toplantı katılımcılarının derhal serbest bırakılmasını talep etmişti.

Fetö liderinin 2000 yılından beri yaşadığı ABD'nin Gülen örgütünü ajan olarak kullandığı son yıllarda sıkça gündeme geliyor. Örgütün 150'den fazla ülkede yapılanmış olması ve bu geniş lojistik ağı nedeniyle ABD için son derece değerli olduğu, hala kullanımının mümkün olması nedeniyle Türkiye'nin iade taleplerine sessiz kaldığı görüşü dillendiriliyor.

İŞTE O BULGULARDAN BAZILARI

• İlk olarak Özbekistan, yıllar önce  harekete geçmiş ve ülkesindeki Gülen okullarına baskın düzenlemiş, bazı öğretmenleri ABD ajanı suçlamasıyla tutuklamış, okulları da kapatmıştı. Ardından Rusya benzer bir karar almıştı. Türkiye 2013 sonunda itibaren örgüte karşı harekete geçmişti.

• Türkiye'deki gelişmeleri yakından takip eden Azerbaycan da örgüte karşı sert önlemler almaya başlamış, en yetkili ağızlardan örgütün ihanetine dikkat çekilmiş, okullarına el konulmuştu. Örgütün ABD'li dev enerji şirketi yetkilileri ve ABD senatörlerinden oluşan kalabalık bir grubu nasıl arabuluculuk yaparak Azerbaycan'a sokmaya çalıştığına dikkat çekilmişti. Azerbaycan'ın örgütün üzerine gitmeye başlaması üzerine Gülen'e mektup yazan örgüt ülke sorumlularının ABD'nin Azerbaycan'a baskı yapması için harekete geçilmesini istemiş, yapılan baskınlarda bu mektupla birlikte Azerbaycan'da yetkililere verilen rüşvetlerin kayıtları ele geçirilmişti. Azerbaycan'ın ardından özellikle Türkiye'nin uyarıları sonrası sayısı giderek artan diğer bazı ülkeler de benzer adımlar atmaya başladı.

• Gülen'in ABD'de süresiz oturum almasında ABD istihbaratının etkili olduğu, oturum başvurusu reddedilmek üzereyken mahkemeye başvuran istihbarat yetkililerinin girişimi sonrası mahkemenin 'Gülen'in ABD için yararlı bir yabancı olduğu' kararına vardığı ve süresiz oturum verdiği bir FBI ajanı tarafından mahkeme belgeleriyle ortaya konulmuştu.

• Son dönemde sık sık gündeme gelen Gülen'in Türkiye'ye iade edilme taleplerini ABD yetkililerinin gözardı etmesinin tek nedeninin, Gülen örgütünün ABD istihbaratıyla sıkı ilişkileri ve ABD'nin Gülen okullarından geniş ölçüde faydalanması olduğu iddia edilmiş, bu şekilde 140 civarında ülkeye yayılmış okulların bir istihbarat örgütü için çok önemli ve vazgeçilemez bir ajan kaynağı olduğu, hatta bu yönüyle cemaatin ABD açısından Türkiye'den bile daha değerli olabileceği iddia edilmişti.

• İki yıl önce basına sızan ve Ankara'da Fetö mensubu yargı mensuplarının gizli bir toplantısında yapıldığı belirtilen konuşma kayıtlarında '140 ülkedeki okullarımızı korumak adına gerekirse Türkiye'den vazgeçebiliriz. Güçlü olan ABD'nin yanında yer almalıyız' dedikleri dile getirilmişti.

• Gülen'in Trump'a gönderdiği mektubundaki itirafı. Gülen, mektubunda ABD'ye nasıl hizmet ettiğini, özellikle dünyadaki cemaat okullarında yürütülen faaliyetlerin Amerikan istihbaratının bilgisi dahilinde olduğunu, bu okullardan ABD'ye ciddi bilgiler transfer edildiğini, bilgi akışını sağlama konusunda gelen taleplerin hemen hepsinin karşılandığını anlatıyordu.

Bu bulgularla birlikte, haberimizin sonunda verdiğimiz linkler ve aşağıda bazılarını kısa özetle aktardığımız haberlerimiz, diğer delilleri teşkil ediyor. Bunlar ışığında, Gülen örgütünün ABD'ye ajanlık yaptığı şüphesi şüphe olmaktan çıkıyor.

HABERLER

Büyükada'daki ajanlara 8 tutuklama.,

23.07.2017 ABD ve Almanya tutuklamalara sert tepki gösterdi. Türkiye ise bu tepkilere aynı sertlikte karşılık verdi. Son açıklama Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan geldi. Türkiye'nin hukuk devleti olduğunu ve yargı sürecinin işlediğini dile getiren Erdoğan, "Ajan provokatörlük yapanlara karşı Türkiye de elinden geleni yapacaktır" dedi.

Büyükada'dan yeni detaylar,

15.07.2017 AK Parti Erzurum Milletvekili Orhan Deligöz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da dikkati çektiği son Büyükada buluşmasını mercek altına aldı. Deligöz 15 Temmuz gecesi Büyükada'daki CIA ajanı Hanri Barkey'in yönettiği darbe toplantısını kamuoyuna duyuran isimdi. Konuyla ilgili diğer yeni bilgiler de İhlas Haber Ajansı ve TGRT Haber Ankara Temsilcisi Batuhan Yaşar'dan geldi. Yaşar, Türkiye Gazetesi'ndeki köşesinde, "Büyükada olayını araştırırken hangi ilginç gerçeklerle karşılaşıldı?", "İstihbarat birimleri Büyükada'daki toplantıyı hangi aşamada izlemeye başladı?", "Gözaltına alınanların geçmişlerinde neler var?", "Gözaltına alınan Alman'ın ilginç mesleği ne?", "Neden Büyükada'yı seçtiler?", "Gözaltına alınanların FETÖ bağlantısı çıktı mı?" sorularına cevap aradı.

Yeni Gezi hazırlığına baskın,

09.07.2017 15 Temmuz Darbe girişimi gecesi CIA ajanlarının toplandığı Büyükada'da bu kez de İnsan Hakları örgütleri adı altında ikinci bir Gezi kalkışması planının yapıldığı ortaya çıktı. Yapılan baskında 2'si Alman ve İsveç vatandaşı 10 şüpheli gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan İlknur Üstün'ün temsilcisi olduğu Alman Heinrich Böll Stiftung Derneği Gezi olaylarında başroldeydi. İdil Eser'in de yine Türkiye direktörü olduğu Af Örgütü PKK'nın hendek olaylarında hem de Gezi kalkışmasında provokatif eylemleri meşrulaştıran raporlar hazırlamıştı. Gözaltına alınanlardan bir diğeri de KHK kapsamında FETÖ bağlantısı nedeniyle Çukurova Üniversitesi Ceza Hukuku öğretim üyesi iken ihraç edilen ve açılan Fetö davasında halen yargılanan Yrd. Doç. Dr. Günal Kurşun. Şüpheliler, 'silahlı terör örgütü üyeliğiyle' suçlanıyor. Zanlıların hangi örgüte üyelikle suçlandıklarına ilişkin olarak ise henüz bir açıklama yapılmadı.

Yeni MİT Tırları iddianamesinde ABD'ye suçlama,

04.07.2017 İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 55 kişi için 3'er kez müebbet hapis cezası istediği iddianamede Başsavcı İrfan Fidan, MİT tırlarının durdurulmasının ardından şüpheli 'imam'ların ABD Büyükelçiliği ve Başkonsolosluğu ile telefon görüşmesi yaptıklarına dair tespitlerin olduğunu söyledi.

ABD'ye FETÖ Soruşturması şoku.,

15.04.2017 Türkiye'den bir grup avukat, senatör Schummer, savcı Bharara, Michael Rubin ve Graham E. Fuller'in de aralarında bulunduğu ABD'li 17 üst düzey kişi hakkında FETÖ'yle bağlantılı oldukları veya yardım ettikleri iddiasıyla savcılığa suç duyurusunda bulundu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, dilekçeyi işleme koydu ve suçlanan ABD'liler hakkında inceleme başlattı. Suç delillerinin de sıralandığı dilekçenin kabul edilmesi ve soruşturma başlatılması üzerine, ilerleyen süreçte şüpheliler hakkında uluslararası gözaltı ve tutuklama kararları verilmesi olasılığı belirdi. Bu gerçekleştiği taktirde, şüphelilerin Türkiye'ye girmeleri halinde tutuklanabilecekleri bildiriliyor. Mavi Marmara olayında İsrail'i en çok endişelendiren hususlardan biri, soruşturmada haklarında tutuklama kararı verilen İsrailli yetkililerin Türkiye ya da diğer bazı ülkelerde tutuklanabilmeleri ihtimali olmuştu. Bu nedenle, suç duyurusunun ABD'li yetkilileri çok rahatsız ettiği belirtiliyor.

Gülen'den ABD ajanlığı itirafı,

28.01.2017 ABD'nin Pensilvanya eyaletinde yaşayan FETÖ lideri Fetullah Gülen, ABD'nin yeni başkanı Donald Trump'a mektup gönderdi. Gülen, mektubunda ABD'ye nasıl hizmet ettiğini, özellikle dünyadaki cemaat okullarında yürütülen faaliyetlerin Amerikan istihbaratının bilgisi dahilinde olduğunu, bu okullardan ABD'ye ciddi bilgiler transfer edildiğini, bilgi akışını sağlama konusunda gelen taleplerin hemen hepsinin karşılandığını anlatıyor. Gülen'in itirafı, yıllardır çeşitli bulgulara dayanarak iddia edilen ajanlık suçlamasını en yetkili ağızdan doğrulamış oldu.

'Erdoğan Diz çökmedi, Darbe Geldi'.,

04.12.2016 Almanya'nın önde gelen siyasetçilerinden Willy Wimmer, darbe girişimiyle iilgili çok çarpıcı açıklamalara imza attı. FETÖ'cülerin arkasında AB ve ABD'nin olduğunu net bir şekilde ifade eden kurt siyasetçi, 'Erdoğan'a diz çöktüremedikleri için darbeye kalkıştılar' dedi.

Savcılık: Gülen'e CIA desteği anlamlı,

04.12.2016 İstanbul'daki askerlere yönelik ilk 15 Temmuz darbe girişimi iddianamesi hazırlandı. Sabiha Gökçen Havalimanı'nı işgal etmeye kalkışan 28'si subay olmak üzere 62 asker hakkında 3'er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi. Darbe ve Fetö yapılanmasına dair çok çarpıcı bilgilerin yer aldığı iddianamede savcılık Gülen ve örgütünün ABD merkez istihbarat örgütü CIA bağlantısına da dikkat çekti. Eski CIA şefi Fuller'in 'Türkiye ve Arap Baharı' isimli kitabında da Gülen kuruluşlarını bol bol methettiği, bu durumun Fetullah Terör Örgütü'nün kimlere hizmet ettiği hakkında önemli bir delil olduğu anlatılan iddianamede, 'Sonuç itibari ile FETÖ/PDY silahlı suç örgütü, mevcut gücüne ve yapılanmasına örgüt liderinin ve üyelerinin kişisel gayretlerinden ziyade, küresel emperyalist güçlerin vermiş olduğu destek sayesinde ulaşmıştır' denildi.

CIA ajanından Türkiye'ye tehdit,

23.10.2016 ABD'de CIA'ye yakın düşünce kuruluşlarından Atlantik Konseyi'nin Ortadoğu uzmanı Stein, yazısında Gülen'i savunarak Fırat Kalkanı üzerinden Türkiye'yi tehdit etti.

Erdoğan'dan ABD'ye Fetö/PKK tepkisi.,

16.10.2016 Fetullah Gülen'in ABD tarafından Türkiye'ye iade edilmemesi ihtimaline hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de Adalet Bakanı Bozdağ tepki gösterdi: 'İade gerçekleşmezse suçluların iadesinde Türkiye ABD'ye misilleme yapmaya başlayacak.' Erdoğan, geniş açıklamalarında ABD Başkan adayı Hillary Clinton'a da PKK/PYD'ye silah yardımı ve FETÖ'ye destek nedeniyle tepki gösterdi. Erdoğan, 'gelişmelere bakarak önümüzdeki süreçte ABD'yle ilgili daha hassas açıklamalar da yapacağız' dedi.

FETÖ okullarına ABD koruması,

16.10.2016 Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu, Afrika başta olmak üzere yurtdışındaki FETÖ okullarının ABD ve Avrupalı şirketlere satıldığını, bu sayede sadece isim değişikliği yapılıp okulların işlevinin kamufle edildiğini saptadı. DEİK, 'Bu okullar ABD himayesine geçmiş olduğu için dokunulmazlık zırhı da kazanıyor' dedi. ABD'in bu tavrı, 2014 başında medyaya düşen bir ses kaydındaki FETÖ itiraflarını da doğrulamış oldu. Ses kaydında, Ankara'da FETÖ yargı üyelerine konuşma yapan bir kişi '159 ülkedeki cemaat okullarını koruyabilmek için güçlü olan ABD'nin yanında yer alınması gerektiği ve gerekirse Türkiye'nin feda edilebileceği' görüşünü dile getiriyordu.

FBI ajanı: Gülen, CIA bağlantılı.,

15.10.2016 Eski FBI Ajanı Williams, Fetullah Gülen ve CIA bağlantısı hakkında çarpıcı açıklamalarda bulundu: 'Gülen, CIA için Türkiye'yi kontrol etmenin yoludur. Onu ise biz kontrol ediyoruz. CIA ona uyuşturucu parasıyla kaynak sağlar. O da CIA için darbe yapar.' Bir kaç yıl önce diğer bir FBI ajanı Sibel Edmons da Fetö-CIA bağlantılarına dair benzer açıklamalar yapmış, Fetö'nün ABD istihbarat örgütü CIA'nın korumasında olduğuna dair şok ifadelerde bulunmuştu.

Himmet paraları Clinton'a gitti,

08.10.2016 FETÖ'nün sözde yardım kuruluşu 'Kimse Yok Mu'ya ilişkin soruşturmayla, örgütün ABD'de yaptığı lobi bağışları ilk kez resmi bir belgeye girdi. Fakir fukaraya yardım adı altında toplanan paraların nasıl örgüte ve ABD'deki lobicilik faaliyetleri çerçevesinde ABD Başkan adayı Hillary Clinton'ın derneğine aktarıldığı ortaya çıktı.

ABD'li isim FETÖ'den tutuklandı,

06.08.2016 NASA'da çalışan Türk asıllı bir ABD vatandaşı FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimine yönelik soruşturmada tutuklandı. Zanlının gelen bir ihbar üzerine gözaltına alındığı öğrenildi. Gelen ihbarda şahsın, 'FETÖ'nün kripto elemanı olduğu, Türkiye'de cemaatin okullarında okuduğu ve daha sonra Amerika'da cemaatle olduğu ve ABD'ye ajanlık yaptığı' belirtilmiş.

ABD Senatosu: Gülen'i iktidar yapalım.,

03.08.2016 ABD Senatosu'nda FETÖ'ye bağlı senatörler darbeyi açıkça talep etmiş. FETÖ'cü senatörler senatoya sundukları öneride Erdoğan'ın yerine Fetullah Gülen'in Türkiye'nin yönetimine getirilmesi istendi.

'Batı'nın Hizmetindeyiz, İade etmeyin',

26.07.2016 FETÖ lideri Gülen ABD'ye çağrı yaparak, 'Beni Türkiye'ye iade etmeyin. Ben ve arkadaşlarım Batı'nın hizmetindeyiz' dedi.

Savcı: FETÖ'yü CIA koruyor,

16.07.2016 FETÖ ana iddianamesi tamamlandı. 'Bir numaralı sanık' Gülen dahil 73 sanığa 2'şer müebbet ve 65'er yıl hapis istenen iddianameye göre, CIA'nın koruduğu Paralel örgüt, devleti sinsice ele geçirmeye çalıştı.

Zarrab'ın hakimi tanıdık çıktı.,

25.06.2016 Reza Zarrab'ı yakalayarak gündeme gelen ABD New York Güney Bölge Hakimi Richard Berman'ın Gülen bağlantısı ortaya çıktı. Berman'ın 2014'te İstanbul'da katıldığı paneli, Fetullah Gülen'e yakınlığı ile bilinen avukatlık şirketi planlamış. Sempozyumda bir konuşma yapan Bergman Başbakan Erdoğan'la ilgili şu skandal ifadeleri kullanmıştı: 'Tek adam iktidarının tersi olan hukuk devleti Türkiye'de tehdit altında olduğu bir sır değildir. Bana göre kesinlikle tek adam iktidarı hukuk devleti ilkesi ile değiştirilmiştir.' Bergman, daha da ileri giderek Paralel Yapı mensuplarının argümanlarından alıntı yaparak şunları söylemişti: 'Hukuk devleti ilkesi, aktif bir şekilde soruşturmaları takip eden hakimlerin ve savcıların kovulmasını, polislerin görev yerlerinin değiştirilmesini, soruşturmaların durdurulmasını, mahkeme kararlarına saygısızlığı, her türlü iletişimin engellenmesini ve yargının domine edilmesini önleyen bir ilkedir.'

Erdoğan: Paralel'in devleti ABD,

10.05.2016 Cumhurbaşkanı Erdoğan, Malatya'da toplu açılış töreninde yaptığı konuşmada, 'Neymiş o paralel devlet. Boşuna heveslenmesinler, Amerika'da 400 dönüm yer vermişler herhalde onların devleti orası' dedi.

Türk Savcıya misilleme mi?,

26.03.2016 Paralel örgütün 17 Aralık'ta gözaltına aldığı isimlerden biri olan işadamı Reza Zarrab'ın İran'a yönelik ambargonun delinmesinde aktif rol aldığı gerekçesiyle ABD'de tutuklanması, paralel ve Doğan medyasında heyecan ve destekle karşılandı. ABD'nin menfaatlerine zarar verdiği için Zarrab'ın gözaltına alınmasının bu kesimlerde olumlu yankı bulması, 17 Aralık 2013'te AK Parti yönetimini devirme amaçlı paralel kumpasın ardında ABD olduğu iddialarını bir kez daha gündeme getirdi. 17 Aralık'ın ilk günlerinde dile getirilen bu şüphe giderek güçleniyor. Bu şüpheyi ve ABD Gülen bağlantısını güçlendiren çok sayıda somut bulgu ortaya çıkmıştı. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ofisine dinleme cihazı yerleştirilmesi davasında savcı Serdar Coşkun bu şüpheyi açıkça dile getirmişti. Coşkun, 5 ay önce mahkemeye sunduğu iddianamesinde şüphelilerin elde ettikleri dinlemeleri ABD istihbaratına verdiğini belirtmişti. Bu açıdan Savcı Bharara'nın başlattığı soruşturmanın Türk savcının bu suçlamasına misilleme olduğu, Zarrab soruşturmasının Böcek ve 17 Aralık kumpası davalarıına misilleme olarak geliştirilmeye çalışılabileceği dile getiriliyor.

'ABD kongresine nüfuz ettiler',

29.10.2015 Bir ABD'li hukuk firmasının paralel yapıyı eleştirdiği ve çarpıcı iddialar ileri sürdüğü basın toplantısı tartışılmaya devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, paralel yapının ABD Kongresine kadar sızmış olduğunu dile getirdi.

FETÖ=CIA destekli tarikat,

04.10.2015 Fetullah Gülen için müebbet hapis cezasının istendiği 17-25 Aralık darbe soruşturmasına ilişkin iddianamede, Fetullahçı Terör Örgütü'nün dini kullanan ABD-CIA merkezli Moon ve Opus Dei tarikatları gibi olduğu belirtildi. İddianamede, 'Üçünün ortak özelliği misyoner faaliyetleridir. Her üç tarikat ABD'deki CIA gibi istihbarat örgütlerince desteklenmektedir' denildi.

ABD Dışişleri'nden Skandal rapor,

05.07.2015 ABD Dışişleri Bakanlığı'nca hazırlanan insan hakları raporu, Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ile örgüt lideri Fetullah Gülen'i Pensilvanya'da ağırlayan ABD yönetimi arasındaki ilişkiyi bir kez daha ortaya koydu.

Kayıtların ABD'ye gittiği kanıtlandı,

06.06.2015 İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca takipsizlik kararı verilen 'Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü' soruşturmasında usulsüzlükler yapıldığı iddialarına ilişkin Paralel Devlet Yapılanması'na yönelik yürütülen tahkikatta 'casusluk' faaliyeti tespit edildi. 'Sözde Kudüs Ordusu Terör Örgütü' soruşturmasında, 2010-2014 yılları arasında yapılan telefon dinlemelerine ilişkin ham verilerin, IP'si Amerika'da bulunan bilgisayara aktarıldığı belirlendi.

Darbenin Telefon Trafiği şok etti,

09.05.2015 17 ve 25 Aralık operasyonlarında rol oynayan emniyet müdürlerinin, kirli girişimleri öncesi ve sonrasındaki yoğun telefon trafiği şok edici nitelikte. Emniyetçiler başta Amerikan istihbarat teşkilatı CIA'nın merkezi Virginia Eyaleti olmak üzere 25 farklı ülkeden 100'ün üzerinde uluslararası numarayla görüşmüş. Polislerin telefon trafiği darbe günü zirve yapmış.

Senatörler: Ajanlarımıza dokunmayın,

21.03.2015 ABD'li 74 senatörün imzaladığı Türkiye karşıtı mektubun arkasında paralel yapıya destek veren Yahudi lobisinin bulunduğu belirlendi. Star'a konuşan ABD'li senatörler, paralel lobici Turkic-American Alliance adlı kuruluşun defalarca kendilerini ziyaret ettiğini belirtti. ABD mahkemesinin Fetullah Gülen'in oturum başvurusunu reddetmek üzere iken araya istihbarat yetkilisi bazı isimlerin girdiği, ardından mahkemenin Gülen için 'ABD menfaatlerine uygun' kişi kanaatine vardığı ve oturum talebini kabul ettiği ortaya çıkmıştı.

İhanet çetesi bayrağı hazmedemedi,

27.02.2015 Suriye'ye giden yardım tırlarını engelleyen, Türkiye sınırlarına tecavüz eden Suriye savaş uçağının düşürülmesine tepki gösteren, Suriye konulu üst düzey devlet yetkililerinin gizli görüşmesini sızdıran Gülen cemaati medyası son ihanetini Suriye'de gerçekleşen 'Şah Fırat' operasyonunda gösterdi. Bu tavırların tesadüf olmadığı, Türk olarak görünen bu örgütün aslında bir yabancı ülkeye bağlı görev yaptığı, bunu gösteren çok sayıda somut bulguların söz konusu olduğu belirtiliyor. Belki de hepsini birarada daha anlamlı kılan ise geçtiğimiz yıl ortaya çıkan bir ses kaydı.

Ülkesini İhbar eden Muhbir,

07.02.2015 Fethullah Gülen son dönemlerde sık sık ABD gazetelerinde demeçleriyle yer alıyor. Son olarak New York Times'te geçtiğimiz günlerde yayınlanan görüşleri tartışma konusu oldu. Türkiye'ye yönelik şikayetlerden ibaret olan açıklamaları Türkiye kamuoyunda ise giderek genişleyen ölçüde tepki görüyor. ABD'ye yıllar önce yerleşmesi ve geçen yıllarda yaptıkları ve söyledikleri ile Türkiye kamuoyunda bir ABD ve İsrail ajanı olarak değerlendirilen Gülen'e bir tepki de Başbakan Davutoğlu'nun danışmanı ve Star yazarı Taha Özhan'dan geldi. Özhan, Gülen'in New York Times'teki yazısını 'Türkiye'nin batıya bir ihbarı' ve ihbar sahibinin de ülkesini ihbar eden bir 'yerli muhbir' olduğunu dile getirdi.

CIA, Gülen´i MİT´ten koruyor,

26.03.2014 İnternete Fetullah Gülen'in yeni bir ses kaydı düştü. Son kayıtta Gülen yapılanmasının iki numaralı ismi Mustafa Özcan, ABD istihbarat teşkilatı CIA'dan aldığı bir bilgiyi Fetullah Gülen'e aktarıyor. Buna göre, CIA Pensilvanya'daki malikaneye Türk istihbaratının sızmaması için Gülen'e uyarı göndermiş. Kayıtta örgütün Almanya'daki faaliyetleri için de yine CIA'dan yardım aldığı anlaşılıyor. Gülen yapılanmasının ABD istihbaratı ile bağlantıları aslında hem bir ABD mahkemesinin dosyasından çıkan bilgilerle, hem bir FBI çalışanının aktardığı bilgilerle, hem de diğer somut bulgularla ortaya konulmuştu. Bu bağlantı nedeniyle cemaatin bazı ülkelerdeki faaliyetleri durduruldu. Almanya ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde ise cemaat faaliyetleri yakın takibe alındı. Bunların dışında CIA-Gülen bağlantısı şüphesini güçlendiren dolaylı başka bulgular da var.

Paralelciler bir bir ABD'ye kaçıyor,

10.03.2014 Cemaat tabanlı paralel yapının yargı ve polis imamlarından sonra MİT ve bürokrasi imamı Murat Karabulut'un da ABD'ye firar ettiği ortaya çıktı. Paralel yapılanmaya yönelik derinleştirilen soruşturmalar sonrası, paralel adalet bakanı gibi çalışan yargı imamı Ahmet Can 10 Ocak'ta, polis imamı Kozanlı Ömer (Osman Hilmi Özdil) 4 Şubat 2014'te, MİT ve bürokrasi imamı Murat Karabulut ise 4 Şubat'ta ABD'ye uçtu. Paralel yapının TSK imamı olduğu ileri sürülen Hamidullah Öztürk'ün ise Brezilya'da olduğu biliniyor. Paralel yapılanmanın lideri olmakla suçlanan Fetullah Gülen ise 1999'da kaçtığı ABD'nin Pensilvanya eyaletindeki bir villada yaşıyor. 30 Mart seçimlerinin hemen sonrasında paralel yapıya karşı Türkiye'de büyük bir operasyonun düzenlenmesi bekleniyor.

İşte Cemaatin Rüşvet Listesi,

06.03.2014 Gülen cemaati mensuplarının ABD'li politikacı ve bürokratlara dağıttığı para miktarlarını tam liste halinde yayınlıyoruz. Veren ve alan şahısların isimleri ile para miktarları kelime araması yapılabilen listede gösterilmiştir. Bu ödemelerin, Gülen Grubu'nun Amerika'daki bazı işlerini hallettirmek için Amerikalı bürokratlara ödediği rüşvetler olduğu iddia ediliyor. 1,5 milyon dolarlık bu rüşvet listesi, ABD'de Gülen Davasına bakan hakimlerin hazırladığı dava raporundan FBI Ulusal Güvenlik eski Ajanı Sibel Edmonds tarafından medyaya sızdırıldı.

FBI ajanı: Gülen, CIA operasyonu,

04.03.2014 FBI eski çalışanlarından önemli bir isim olan Sibel Edmonds, cemaatle ilgili Türkiye'de son dönemde olup bitenleri bir 'CIA operasyonu' olarak değerlendiriyor ve şu tespiti yapıyor: 'Gülen sadece bir sembol. Asıl önemli olan, bu sembolün arkasındaki güç, yani CIA, yani ABD silah sanayisi. 1997'den sonra CIA Gülen'i oyuna dahil etti. CIA onu ABD'ye getirdi ve ne tesadüf ki CIA merkezinin hemen yanı başında bir eve yerleştirdi.' Amacın AK Parti iktidarını devirme planı olduğunu söyleyen Edmonds, 'Türk halkı gözünü açık tutmaya devam etmeli' diyor.

Gülen-Doğan İşbirliği tescillendi,

19.02.2014 İnternete düşen son ses kayıtları, Pensilvanya'da yaşayan örgüt lideri Fetullah Gülen'in, medya patronu Aydın Doğan'la birlikte hareket ettiğini gösterdi. Son ses kaydı 'Karanlık Kurul'u deşifre etti. Sarıgül'ün adaylığı CHP MYK'dan önce Gülen'e bildirilmiş. Aydın Doğan ise ağzındaki baklayı çıkardı: Tek gerçek demokrat Gülen..

Paralel yargı ses kaydı: Direneceğiz!,

15.02.2014 Paralel yapının yüksek yargı üyesi hakim ve savcılara yönelik talimatlarını içeren bir ses kaydı ortaya çıktı. Ankara'daki hakim ve savcılara dinletildiği ileri sürülen kayıtta '150 devlet içinde hizmet hareketimiz ve müesseselerimiz var. MOSSAD, CIA ve diğerleri Uzun'u götürmek istiyor. Bize de onun akılsız davranışları yüzünden '159 ülkedeki okullarınızı kapatırız ya da RTE'yi götürürsünüz' diyorlar. Hizmetimizin selameti için 1 kişi veya ülke gitse ne olur. Bu hizmetin bekaası için gerekirse Türkiye feda edilir. Türkiye'deki mücadelede ABD'nin yanında yer alırsak güçlü çıkarız. Ok yaydan çıktı bir kere. Bu safhadan sonra geri dönüş 'yok olmamız' anlamına gelir. Onun için tüm imkanlar kullanılarak taarruz tek yoldur. Önümüze kim çıkarsa ezip geçeceğiz. Seçimlerde yüzde 65 ile bile gelseler, dosyalarla götürmek zorundayız. 44 yılda ördüğümüz hırkayı 'buyrun siz giyin' diyecek değiliz. Büyük bir fayda için küçük kötülük yapılabilir' deniliyor.

Paralel Yapı = P2 Locası,

14.01.2014 Fethullah Gülen'in paralel yapıyı uzaktan yönetmek için yaptığı telefon görüşmeleri bugün internette yayınlandı. Görüşmelerde Gülen, bir dini cemaat liderinin ötesine geçerek siyasetten ekonomiye her alanda yapılacak eylemlerle ilgili talimatlarını iletiyor. ABD'nin Pensilvanya eyaletinde bir malikanede yaşayan Gülen, Türkiye'den telefonla kendisini arayan kişiye talimatlar veriyor, şok ifadeler kullanıyor. Gülen'in birçok ünlü iş adamı, bürokrat ve siyasetçiyle yakın temasta olduğu ve ülke içerisinde paralel yapılanmayı bizzat kendisinin takip ettiği görülüyor. Koç'a yönelik Tüpraş mali denetimini ve cemaate bağlı Bank Asya'ya yönelik olası devlet müdahalesini engellemek için BDDK ve diğer devlet kurumlarındaki cemaat çalışanlarını devreye sokabileceklerini belirtiyor. Paralel Devlet yapılanması da denilen bu yapılanmanın, İtalyan 'P2 Mason Locası' ile büyük bir benzerlik taşıdığı gözleniyor. İtalyan Ergenekon'u olan Gladio ile içiçe girmiş olan bu yapılanmanın, ABD'nin CIA istihbarat örgütü ile bağlantısı 1990 sonunda belgeleriyle ortaya çıkmıştı. Loca lideri Licio Gelli perde gerisinden adeta bir devlet başkanı gibi İtalya'yı yönetiyordu. Ülkedeki nüfuzu sayesinde siyasetten yargıya ekonomiden diğer tüm alanlara kadar yöneticiler Gelli ile temas halindeydi. P2 İtalya'yla da yetinmemiş; Arjantin, Brezilya ve Uruguay'da da örgütlenmeye başlamıştı. P2 Mason Locası ile Gülen paralel devlet yapılanmalarının benzerliği, her iki yapılanmanın uluslararası genişleme çabası, her iki yapılanmanın ABD bağlantısı, bu şüphe nedeniyle cemaatin Rusya'da yasaklanmış olması kafaları karıştırıyor. Acaba Rusya mahkemesi hangi somut delillere dayanarak bu yapılanmayı ülkesinde yasakladı? Merak etmemek mümkün değil.

(Abdullah Harun / kontrgerilla.com) Paralel yapı-ABD bağlantıları,

Gülen: Batı'nın hizmetindeyiz, iade etmeyin
Paralel yargıdan şok ses kaydı: Direneceğiz. ABD'yi Türkiye'ye tercih edelim!

Fetö = Kontrgerilla.. ABD ajanlığına yeni deliller

(10 Eylül 2017, 16:40), son güncel.: (08 Ekim 2017, 11:37)

HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: 

http://www.kontrgerilla.com/mnsetgoster.asp?haber_no=11229 


***

23 Ocak 2016 Cumartesi

Derin Devletimi Geri İstiyorum...



Derin Devletimi Geri İstiyorum...


Gökçe Fırat
16.01.2006

Derin Devlet ve Kontrgerilla

Derin Devlet ” eskiden sadece sol çevrelerin lügatında olan bir kavramdı. “ Kontrgerilla ” sözcüğünü ilk duyanlar da, 12 Mart döneminde işkencehanelere atılan devrimci gençler ve subaylardı. “ Burada anayasa da baba yasa da geçmez. Burası kontrgerilla karargâhıdır.” diyen bir ekip, Türkiye’nin Atatürkçü, milliyetçi ve solcu birikimine kan kustururken, ülkücü katillerle şeriatçılar kolkola Kanlı Pazarlarda Türk gençlerini öldürüyor, sağ iktidarların Başbakanı “ Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz.” buyuruyordu.

Şimdi öyle mi ya? Artık “ Derin devlet ” tüm evlerde akşam yemeklerinde konuşulacak kadar derinliğine biliniyor, kontrgerilla dediniz mi seksenlik dedelerden ortaokul çocuklarına herkes uzman, dün sokakta solcu öldüren ülkücü ve Şeriatçıların gazeteleri derin devletle ve kontrgerilla ile hesaplaşıyor, dün “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz.” diyen adam “Derin devlet Türk Ordusudur.” buyuruyor, kontrgerillaya hizmet eden emekli generaller gazetelerde anılarını yayınlıyor!..

Sizce bu işte bir gariplik yok mu?

Türkiye’de derin devlet tartışması, aslında bugünkü sistemi çözmek için son derece önemli bir örnek. Çünkü derin devlet etrafında dönen tartışma ve saflaşma, aslında düzenin egemenlerini ortaya koyuyor.

Olay olay açıklığa kavuşturalım.

Şemdinli, önemli bir milat sayılmalı. Şemdinli’de gerçekleştirilen PKK operasyonu ile birlikte Türk Ordusu’na bir psikolojik saldırı başlatıldı. Şemdinli’de karanlık bir şeyler olmuştu ve bu karanlıktan derin devlet sorumluydu. Derin devletin adresi ise, astsubaylar şahsında Türk Ordusu’ydu. O halde basit denklem ortaya çıkıyordu: Türkiye’de karanlık işlerin, provokasyonların, cinayetlerin arkasında derin devlet vardır, derin devlet ise Ordu’dur.

Bu basit denklem, Şeriatçı ve Amerikancı iktidar tarafından, Şeriatçı basın tarafından, sağcı büyük sermaye basını tarafından ve elbette PKK yanlısı bölücü ve “sol” basın tarafından kuruldu ve zihinlere yerleştirildi.

Derin devletin karşısında iktidardan PKK’ya, AB’den ABD’ye, Şeriatçılardan solculara bir “halk cephesi” omuz omuza mücadele veriyordu. “Çeteler halka hesap verecek” sloganını atanlar halk adına söz söylüyorlardı, ama bunlar zaten bu ülkeyi halihazırda yönetenler ve sömürenlerdi!

Kontrgerillanın Merkezi Washington

Ama basit denklemde ısrarla gizlenen bir unsur daha vardı: ABD. Oysa tüm dünyada ortaya çıktığı üzere, kontrgerilla denilen olgu, doğrudan ABD ile ilgiliydi. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde komünizmle ve elbette solla mücadele etmek için, doğrudan NATO’ya, Pentagon’a bağlı örgütler kurulmuştu. Örgütlerin resmi ayağı her ülke ordusu içindeki Özel Harp Dairesiydi. Özel Harp Dairesi, doğrudan Pentagon’a bağlıydı ve maaşları da Pentagon ödüyordu. Bizim ülkemizde 60’lı yılların sonlarından beri başlayan kardeş kavgasının, aydın cinayetlerinin, Amerikancı darbelerin arkasında da işte bu örgütlenme vardı.

O halde kontrgerilla ile mücadele etmek isteyen herkesin, en başta bu kontrgerillanın merkezi olan Pentagon’a, ABD’ye cephesini dönmesi gerekmez mi? Gerekir ama tablonun garipliği ve denklemin eksikliği burada ortaya çıkmaktadır: Şemdinli üzerinden kontrgerillaya savaş açanların hepsi Amerikancıdır!

O halde gariplik nerede? ABD yandaşları, hatta maaşlı memurları, politikacıları, teröristleri, gazetecileri neden kendilerine bağlı bir kontrgerillaya savaş açıyor?

Bu soru derin bir soru değildir, cevabı da hiç derin değildir! Kontrgerillanın merkezi ABD’dir, bugün kontrgerillayı bulacağınız yer de, Amerikancı kuruluşlardır: Türkiye’yi yöneten iktidarın hükmetme binası, PKK elebaşının tutulduğu İmralı, PKK’lı belediyelerin binaları, İkitelli medyası, tarikat yuvaları kontrgerillanın merkezidir.

Kontrgerillanın temel hedefi ayaklanmaları bastırmaktır. Türkiye’nin bölünmesine karşı şahlanan ulusal uyanış, elbette bir ulusal ayaklanmaya dönüşecektir. Milletin ayağa kalkmasından korkan ABD, kendi elindeki Amerikancı “sivil kurumları” devreye sokarak, bu ayaklanmanın silahlı unsuru olarak gördüğü Ordu’yu pasifize etmektedir. Çünkü ABD’ye bağlı ordular eğer hizadan çıkarsa, kontrgerilla şemasına göre paramiliter unsurlar görevlendirilir. Bugün olan budur. Kontrgerilla merkezi olarak kurulan Özel Harp Dairesi’nin işlevini bugün bu sivil uzantılar yerine getirmektedir.

Türk Devletine söven kontrgerilladır

Dolayısıyla tam bir kontgerilla operasyonu ile karşı karşıya olduğumuzu tespit etmemiz gerekir. Psikolojik harp, yani tanksız topsuz harekât, kontrgerillanın öncelikli yöntemidir. Bugün devrede olan yöntem budur. Psikolojik harpte görev medyaya verilmiştir. Medya, kamuoyunu kontrgerillanın amaçları doğrultusunda işler ve yönlendirir.

Psikolojik harbin sırıtan örneklerini sıralayalım.

1- Şemdinli ile başlayan, tüm medyanın dahil olduğu, PKK ile birlikte Türk Ordusu’na saldırı kampanyası.

2- Hürriyet gazetesinde yayınlanan Kemal Yamak’ın anıları.

3- Mehmet Ali Ağca’nın serbest bırakılması.

Tüm bu haberler iyi analiz edilmelidir. Örneğin dünün Amerikancı kontrgerillacı generallerinin anıları neden birden Şemdinli sonrası yazdırılıp kitap haline getirilir? Buna kitap yazma denilmez. Bu, literatürde “servise koyma”dır. Demek ki Kontrgerillacı generaller hâlâ işbaşındadır. ABD’nin PKK’yı diriltme operasyonu için Türk Devletine ve Ordusu’na saldırmaktadırlar.

Bunu tersinden de okuyabilirsiniz. Türkiye’de kontrgerilla yeni mi açığa çıktı sanıyorsunuz! Türkiye kontrgerillayı yazarımız Talat Turhan’ın devrimci mücadelesi ile öğrendi. Talat Turhan kontrgerillanın tek uzmanıdır, bizzat kontrgerillanın işkencehanesinde işkence altında öğrenmiştir kontrgerillanın ne olduğunu. Peki neden bugün Talat Turhan gibi yurtsever ve Atatürkçü bir Türk subayı değil de, Amerikancı cuntanın kontrgerillacı generalleri medyadadır?

Çünkü Talat Turhan’a kendi milleti ve devleti aleyhinde söz söyletemezsiniz! Kontrgerillanın biricik denklemi de budur: Kendi devletine sövenler kontrgerilladır, ABD ile mücadele edenlerse kontrgerillanın hedefi! O nedenle Türk Ordusu bugün Amerikan kontrgerillasının bir numaralı hedefidir.

Ülkücü katil Ağca’nın serbest bırakılması da operasyonun parçasıdır. Yıllarca ülkücüleri kullanan ABD, şimdi ülkücüler üzerinden Türk Devletini karalamaktadır. Oysa ülkücü hareket, kuruluşu itibarıyle Amerikancıdır. CIA’nın imalatıdır.

Neden İkinci Dünya Savaşı’nda Almancı olan Türkiye’nin ülkücüleri, Alman İstihbaratının başı olan General Gehlen ABD’ye sığınınca Amerikancı oldu sanırsınız siz? Türk ülkücü hareketi doğrudan bir Pentagon imalatıdır. Dün işledikleri cinayetler aydınlarımızı ve gençlerimizi yok ediyordu. O günkü cinayetleri bugünse devleti pasifize etmekte kullanılmaktadır.

Bu durumda kontrgerilladan bahsetme hakkı olan tek kesim bu ülkenin Atatürkçü ve solcularıdır. Biz kontregerilla ile mücadele edebiliriz, çünkü ABD’ye karşıyız. Ama düzenin sahipleri ve taşeronları kontrgerillanın üzerine gidemezler, çünkü ABD’ye karşı çıkamazlar.

Çıkarız diyenlere hodri meydan: Şemdinli’yi kontrgerilla yaptı diyorsanız, bunun Brüksel ve Washington bağlantılarını da araştırın. Biliyorsunuz Türk kontrgerillası NATO karargahı Brüksel’e ve Pentagon’a bağlıdır!

16.01.2006

http://www.turksolu.com.tr/99/basyazi99.htm

.

2 Aralık 2015 Çarşamba

Apo, Yunanistan’dan para istiyor





Apo, Yunanistan’dan para istiyor

apo-yunanistandan-para-istiyor



Bebek katili Apo, şuan İmralı’da cezasını çekiyor. Gerçi ceza mı çekiyor, örgüt yöneticiliğine devam mı ediyor açıkçası çok belli değil. Ceza çekmesi gereken adam hiç boş durmuyor. İmralı’dan, PKK’yı, AKP’yi yönlendiriyor. AKP-PKK arsında arabuluculuk yapıyor. Kitaplar yazıyor.
Basına yansıyan son icraatı ise hayli ilginç ve düşündürücü. Bölücübaşı Apo, Yunanistan aleyhine, 9 Aralık 2008 tarihinde 20 bin 100 Avroluk tazminat davası açmış. Bir terör örgütü lideri, bir devlete nasıl ve niye dava açar? Bu dava, dünya tarihinde ilk olsa gerek.
Apo, Yunanistan’ın kendisini sattığını ima ediyor. Yakalanmasından Yunanistan’ı sorumlu tutuyor ve sorumlu tuttuğu Yunanistan aleyhine, Atina İdari Mahkemesi’nde tazminat davası açıyor. Davanın ilk duruşması yapıldı. İkicisi, dava dosyasındaki eksik belgelerin tamamlanması için 22 Şubat 2016 tarihine ertelendi.

Yunanistan, Bebek Katili Apo’yu satmış

apo_nun_tazminat_davasi_bugun_basliyor_h1883








Bölücübaşı Apo, dava dilekçesinde, Suriye’den kaçtıktan sonra yakalanıncaya kadar olan süreci anlatıyor; “Yunan devletinin, kendisini koruyacağını, siyasi iltica hakkı tanıyacağını, Roma’da bulunduğu sırada dönemin Yunanistan Dışişleri Bakanı Pangalos’un, bazı milletvekilleri aracılığıyla kendisine yardımcı olacağını ilettiğini, EYP (Yunan Gizli Servisi) Başkanı Stavrakakis’in, güvenli bir şekilde Güney Afrika’ya götürecekleri yönünde söz verdiklerini; sözlerin yerine getirilmemesinin, yasadışı muamele yapmak ve temel insan haklarını ihlal etmek” olacağını söylüyor.
Yunanistan, Apo’yu, koruyacağına ve ona iltica hakkı vereceğine dair söz veriyor, bütün kanalları zorluyor ama yapmak istediğini beceremiyor. Yunan istihbaratı, Güney Afrika’ya götüreceğini söyleyerek, Kenya’ya götürüyor. 15 Şubat 1999’da Kenya’daki Yunan elçiliğinde yakalanarak, Türkiye’ye getiriliyor. Apo, bu süreçte Kıbrıs Rum pasaportu taşıyor ve Mavros sahte ismini kullanıyor.
Hatırlanacağı gibi bebek katili Apo, Suriye’de ikamet ediyor ve PKK’lı teröristlerini buradan idare ediyordu. 1998 yılında dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş, Suriye sınırında, Suriye devletine çok sert bir çıkış yaptı. Apo’yu besleyen, Suriye’yi tehdit etti.Apo’yu ülkesinden çıkartmazsa Suriye’ye savaş ilan edileceğini söyledi. Dönemin Cumhurbaşkanı, Hükümeti, Genelkurmay Başkanı da aynı yönde açıklamalarda bulundu. Bu açıklamaların ardından Türkiye, Suriye ile savaş hazırlıklarına başladı. Suriye, Türkiye’nin kararlı oluşundan dolayı savaşı göze alamadı ve Apo’yu ülkesinden kovdu.
Yunanlılar (Grekler) hırsız ve hilekardır
Yunanistan, yüzlerce yıl Osmanlı egemenliğinde kalmış, Batılı ülkelerin desteği ile bağımsızlığını kazanmış bir ülkedir. Aslında dünya tarihinde, Yunan adında bir devlet yoktur. Yunanlıların aslı Grek’tir. Persler, Ege’deki düşmanlarına “Yauna” adını vermişler ve bu ad zamanla genelleşmiş. Bizler, Yunan adını, yıllardır yanlış bir şekilde kullanıyoruz. Doğrusu Grek’tir.
Batılı ülkeler, Yunanlılara genellikle “Grek” demektedir. Yunanistan bu adından dolayı rahatsızdır. Bu adın kullanılmaması için Birleşmiş Milletler’e başvurmuş, şikayetçi olmuşlardır. Çünkü Grek “hırsız”, “hilekar” demektir.
Yunanlılar yani Grekler, gerçekten de hırsız ve hilekardır. Emperyalistlere sırtını dayan Grekler, Türkler aleyhine topraklarını büyüttüler ve bununla da hiç yetinmeyerek, Anadolu içlerine kadar geldiler. Atatürk’ün önderliğinde, Türk Milletinin tokadını yiyerek geri döndüler. Son olarak Kıbrıs’ı ele geçirmek istediler ve yine Türklerin tokadını yiyerek amaçlarına ulaşamadılar.
PKK, maşanın maşasıdır
Emperyalist ülkeler, kendi çıkarları için Yunanistan’ı kullanmışlar ve hâlâ da kullanmaktalar. Yunanlılar da bunun karşılığında, Avrupa’nın şımarık çocuğu rolünü oyna maktadır. Bütün amaçları, Türkleri Anadolu’dan atmaktır. PKK’yı desteklemelerinin nedeni de budur. Kendilerinin başaramadığını, PKK’ya yaptırmaya kalkmışlar, kendileri maşa durumundayken PKK’yı, taşeron olarak tutmuşlardır. PKK, maşanın maşası olmuştur.
Yunanistan, daha önce de Ermeni ASALA örgütünü desteklemiş, Avrupa’da görev yapan birçok büyükelçimizin şehit edilmesine neden olmuştu. Daha sonra Ermeni ASALA örgütünün eylemleri bıçak gibi kesildi. ASALA terörü bitti ama hemen arkasından PKK terörü başladı. Emperyalizmin desteğini alan Yunanistan, ASALA-PKK birleşmesine öncülük etti.
Yunanistan, emperyalizmin maşasıdır. Maşa olan Yunanistan, Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak, zayıflatmak için PKK’yı maşa olarak kullanmış, bu politikasında başarılı olmuştur. PKK terörü, binlerce insanın ölümüne, binlerce güvenlik görevlisinin şehit edilmesine ve milyarlarca dolar para harcamasına yol açmıştır.
Apo, desteğin sürmesi için emperyalistleri tehdit ediyor
Apo’nun açtığı dava, Yunanistan’ın, PKK terör örgütünü, açık bir şekilde desteklediğini gösteriyor.
Yunanistan, PKK gibi terör saçan, uyuşturucu kaçakçısı bir örgütü, tek başına ve kendi iradesi ile destekleyemez. Sonuçta, Yunanistan AB üyesi bir ülke. AB yasalarına bağlı. Yunanistan’ın yaptıkları ve yapacakları aynı zamanda AB’yi de bağlar. Yunanistan, yıllardır ekonomik sıkıntı içerisindeyken, PKK’yı desteklemesi düşünülemez. Yunanistan, aracıdır. Emperyalist ülkelerin desteğini, PKK’ya aktarmaktadır.
Bölücübaşı Apo, Suriye’den kaçarken Rusya, Yunanistan ve İtalya rotasını izledi. Belirli süre bu ülkelerde kaldı. Aslında bu ülkelere baktığımız da PKK’yı destekleyen ülkeleri de görmemiz mümkündür. PKK, Rus silahı, İtalyan mayını kullanır. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesiminde bombalama eğitimleri alır. ABD ve Avrupa’nın diğer ülkeleri stratejisini çizer.
Şimdi düşünün, bir terör örgütü lideri, Avrupa Birliği üyesi bir devleti, kendisini sattığı için dava ediyor ve mahkeme davayı kabul ediyor. Mahkeme, normal şartlarda böyle bir davayı asla kabul etmez. Ederse, terör örgütü lideri ile bir devleti karşı karşıya getirmiş ve eşitlemiş olur. Öyleyse niye kabul ediyor?
Atina Mahkemesi, bu davayı kabul etmese, bu dava büyük olasılıkla Avrupa mahkemelerine taşınacak. Yunanistan’ın suçlu bulunmasından başka, teröristlere işbirliği içerisinde olduğu ortaya çıkacak. Yunanistan’ın suçlu bulunması, Avrupa Birliği’nin de suçlu bulunmasına yol açacak. AB ülkeleri, bu davanın Yunanistan’da kapatılmasını istiyor.
Apo’nun dava açmasının nedeni, Yunanistan’dan alacağı 20 bin Avro değildir. PKK, uyuşturucu kaçakçılığından ve topladığı haraçlardan milyarlarca dolar kazanıyor. Bu talep, şantaj kokmaktadır. Apo, Yunanistan nezdinde, bütün destekçilerini tehdit etmekte, emperyalist desteğinin devamını istemektedir.
Apo, Çöpe atılmış Mendildir
Bilirsiniz ki devletler, karanlık ve pis işler yaptırmak için bazı adamları görevlendirir. Bütün pis işleri bu adamlara yaptırırlar. Bu adamlara hiçbir devlet güvencesi vermezler. Üstelik, yakalandığınız zaman sizi tanımayız derler. Bu kirli adamlara, sadece örtülü ödenekten para verip gönderirler. Yunanistan, kendi ve emperyalistler çıkarına, Apo’yu bir mendil gibi kullanmış sonrada kaldırıp çöpe atmıştır.
PKK’yı, devrimci gerillalara benzetenler, bu ilişkileri de görmelidir. PKK, bir özgürlük hareketi değil, bir mendildir. PKK, emperyalist uşağı, bölücü, uyuşturucu kaçakçısı, pis bir terör örgütüdür. PKK, emperyalizmin uşağı ağaların, silahlı marabasıdır.
Buradaki sorun, Türk devletinin tutumudur. PKK’yı destekleyen Suriye ile savaşı göze alan Türkiye, Yunanistan’a karşı bu yöntemi kullanmamıştır. PKK’ya yardım eden ülkelerin başında AB ülkeleri, ABD, Rusya bulunurken bu ülkelere karşı caydırıcı politikalar üretememiştir.
Özellikle AKP hükümeti, PKK’ya ve destekçilerine karşı tam bir teslimiyetçilik örneği sergilemiş, PKK’lı teröristleri şehirlere yerleştirmiş, kurtarılmış bölgeler ilan edilmesine yol açmıştır. Yunanistan’ı şımartan, PKK’yı destekleyen ülkeler, aynı zamanda iç politikamıza müdahale ederek, Türklüğe, Türk devletine karşı olan adamları, partileri iktidara taşımışlar ve Türkiye’nin geleceğini karartmışlardır. Bu hainler, bütün kalelere girmişler ve memleketi işgal etmişlerdir.
Türk Milleti, kendi kurtuluşuna, kendisi karar verecektir. Ya emperyalist uşağı hainlerin tutsağı olacak ya da Atatürk’ün söylediği gibi “Ya istiklal, ya ölüm diyecek”. Kurtuluşun reçetesi budur.