Kürt Sorunu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kürt Sorunu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Kasım 2019 Cumartesi

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN., BÖLÜM 14

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN., BÖLÜM 14


Sonuç Ne oldu? 

Olan şu; 

Şahin BALİÇ, AkademiKomutanı olarak dönem sonunda hakiki mermilerle bir tatbikat yaptırırken, bir kaza kurşunu ileAPO'nun köylüsü ve"Getir-götür işleri"ne bakan Hasan BİNDAL (HAMZA) bir kaza kurşunuile ölüyor. Yani normal bir eğitim zayiatı. Fakat APO küplere biniyor ve Şahin BALİÇ için bir idam fermanı hazırlamaya başlıyor. İşte sizlere APO'nun idam fermanından ve çok özel gözdesiolan Şahin BALİÇ için söylediklerinden bir kaç paragraf:

"Üçüncü Kongre sonrası, KÖR CEMAL ile başlayan feodal-çete saldırısı METİN ile doruğa çıktı...""... METİN, KÖR CEMAL"in pratikteki uygulayıcısıdır..."
"... METİN, ifadesinde diyor ki; beni fazla eleştirmeyen katta benim sırtımı biraz sıvazlayan,hatta biraz allayıp pullayan oldu mu yapamaya-cağım şey yoktur..."
"... Yaklaşık sekiz, ay kaldığı Akademi ortamında öyle bir yapı oluşturmuştur ki, bütün elemanları partiye ve bana güvensizliğe itmiştir...""... METİN, dediklerini ters anlayarak şöyle bir kadro tipi yaratmıştır. Önce kuşkulu bir ortam yaratıyor, ajan vardır diyor. Ama ajan kim ? Bu bir soru işaretidir, herkes 
sağında solunda ajan arıyor. Herkes birbirinden ve kendisinden şüpheleniyor. Ama aynı zamanda herkes kendisini temize çıkarmak için bir diğerini ihbar ediyor..."
"... Ve işin gerçeği şu ki; feodal eşkiya lık, çetecilik bizim METİN'in pratiğinde çağ atlamıştır. Büyük hedefleri yönelmiştir. Bizim güdük Kürt feodal eşkiya lık, bu kadar azgınlaşmış işte...""... Üç kişiyi cezalandırmak için köye gidiyorlar. Köylüleri meydanda topluyorlar başlıyorlar vurmaya. Bakıyorlar ki 17 kişi ölmüş.150 

Sonra öğreniyorlar ki hepsi bizim taraftarımız. Bereket bize düşmanlık yapacak kimse kalmamışhepsi ölmüş...""... Adamın 25 koyunu var, METİN haber gönderiyor 20 koyun getirsin diye. Adam 20 koyun getiriyor, koyunlar zayıf diye kabul etmiyor...""... METİN eşkıyası insanları nezaket olsun diye öldürüyormuş... 
" Evet, APO'nun, Şahin BALİÇ'in idam fermanında söyledikleri bunlar. METİN denilen eşkiya, APO'nun " Getir-götürcü " akrabasını kazaen öldürdüğü ana kadar 
yapmış olduğu başarılı (!)eylemlerinden ötürü APO'nun emsalsiz gözdesi. Ama kazadan sonra azılı bir halk düşmanı (!)(Aslında bize göre de gerçekten halk 
düşmanıdır!) Bilmem bunun için yorum yapmaya gerek var mı? Evet sonuçta Şahin BALİÇ (METİN) önce işkencelerden geçirildi ve idam mangası tarafından 
kurşuna dizildi. Şahin BALİÇ'in infaz mangası komutanı, şimdi DİYARBAKIR l Nolu Tutuk evinde ve tutuklu. İsteyenler, ziyaret eder ve olayı kendisinden dinlerler.

1990 yılı içerisinde yapılacak olan 4. Kongreye hazırlık amacıyla Türkiye içinde 2. Konferans adı altında bir toplantı kararlaştırılmıştı. 
Bu kararın uygulanması için PKK militanları bir hayli çaba gösterdiler. Fakat kırsal kesim eylemleri 1990 yılında bir tıkanma içindeydi ve bu nedenle Konferans, ülke içinde yapılamadı. APO bazı adamlarını Lübnan'da toplayarak gene eğitim semineri şeklinde 2. konferansı sonuçlandırdı. Bazı hususları şöyle sıralayabiliriz:
Türkiye'nin gerek dünyada gerekse Ortadoğu bölgesinde ve özellikle de tüm komşuları nezdinde tecrit durumu yaşadığı bundan PKK'nın büyük kazançlar 
sağlayabileceği belirtiliyordu.

Özellikle Türkiye'nin Irak ve İran la olan ilişkilerinin sekiz yıllık savaşın sona ermesinden sonra çıkmaza doğru gitmesinin PKK'ya önemli fırsatlar getireceği vurgulanıyor, bundan hareketle Türkiye'deki İran yanlısı muhalefet ile işbirliğinin faydası anlatılıyordu.151 1990 Ağustosunda baş gösteren körfez krizi nedeniyle bölgedeki bazı geleneksel dengelerin değişmesi Abdullah ÖCALAN'I önce bir şaşkınlığa sonra da böyle bir krizden nasıl karlı çıkabileceği düşüncelerine götürdü, ilk günlerde gönlü SADDAM'dan yanaydı. Hatta bu ilk günlerde APO'nun sıkı ortakları niyetlerini açığa vurarak " Yerimiz Saddam'ın yanıdır! " demeye başladılar. 

SADDAM'da bir takım terör gruplarını kriz nedeniyle yedeğine aldığından APO'ya Kuzey Irakta büyük bir serbesti tanıdı.Yine bu günlerde APO Suriye'deki 
konumunu sarsmamak için İran'a yaslanmayı uygun gördü. Gerilla faaliyetleri için Kuzey Irak ve İran'ı ön plana çıkarırken, cephe faaliyetlerini 
Avrupa ve Kıbrıs Rum kesiminde sevk ve idare etmeyi planladı. Olaylar çok hızlı geliştiği için yeni ve güçlü manevralar yapamadan 1990 yılı bitti ve 
APO kendisinde katılamadığı PKK 4 Kongresinin Irak'da 26-31 ARALIK 1990 tarihinde yapıldığını bir bildiri ile ilan etti. Dağıtılan kongre bildirisinden de 
anlaşılacağı üzere; Abdullah ÖCALAN yıllarca terör ile sindirip yedeğine almaya çalıştığı, vahşice katledip göç etmesine sebep olduğu Hakkarili,Şırnaklı, 
Siirtli, Vanlı vatandaşı istediği kalıba sokamamıştır. 

Gerçi birtakım komplikasyonlara sebebiyet vermiştir ama herşeye rağmen sonuç tam APO'nun istediği gibi değildir. İfade ettiğimiz bu hususları kongreye gönderdiği ve karar olarak çıkmasını istediği durum değerlendirmesi ve yeni dönemin görevleri için itiraf etmiştir.

1990 yılı içerisinde APO vampirinin cellatları 205 vatandaşımızı öldürmüş, 173 vatandaşımızı da yaralamışlardı. Bu dönemde PKK'yı Türk güvenlik kuvvetlerinin 
elinden Körfez Savaşı kurtarmıştır diyebiliriz.152 


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM  
PKK'NIN 1991-1992 DÖNEMİNDEKİ DURUMU

Daha önce belirttiğimiz gibi; 4-13 Mayıs 1990 tarihleri arasında, Lübnan'ın Bekaa VadisindekiM. Korkmaz Akademisi diye adlandırılan kampta "II. ULUSAL KONFERANS" gerçekleştirilir.Bu toplantıda da  her zaman olduğu gibi; Apo, hiç kimseye söz hakkı tanımadan 10 gün boyunca, kendisi dışındaki herkese geçmiş faaliyetlerin günahlarını yükleyerek faturalar keser. Bu toplantılarda yaptığı konuşmalar, "İKİNCİ ULUSAL KONFERANS KARARLARI"  olarak faaliyet alanlarına iletilir.Örgütün kuruluşunda  yer alan, 12 Eylül döneminde yakalanan ve 1988 yılında ceza evinden tahliye olup yurt dışına çıkan  Mehmet Cahit ŞENER (Ahmet), Cihangir HAZIR (Sarı Baran) ve Abdurrahman KAYIKÇI (Faik); Apo'nun talimatlarıyla IV. KONGRE hazırlık komitesini oluşturup  Kuzey Irak'a geçerler. Türkiye'de kurtarılmış bölge olarak ilan edilecek olan Botan Eyaletinde, 1990 yılında IV. Kongrenin yapılacağı ve APO'nun Türkiye ye gideceği, 1986 yılında yapılan III. Kongrenin kararı olarak ilan edilmiş olmasına rağmen; Apo'nun dahi katılamadığı,salt bir savaşçı kadro  toplantısı şeklinde gerçekleşen IV. Kongre, Aralık 1990 tarihinde Kuzey Irakta HAFTANİN adı verilen bir kampta yapılır. II. Ulusal Konferans Kararları olarak kabul edilen Apo'nun konuşma metnindeki "II. Ulusal Konferans" kelimeleri yerine "IV. Kongre"yazılarak çoğaltılır ve faaliyet alanlarına "IV. Kongre Kararları" olarak iletilir.Kongrenin divân başkanlığını yapan M.C. ŞENER, Apo'nun kişiliğini iyi tahlil etmiş olacak ki; buraya kadar izah etmeye çalıştığımız 153 örgüt içi "Demokratik-Merkeziyetçilik" esasının ne olduğunu anlatmaya başlar, bunun üzerine,IV. Kongre kararıyla merkez komite polit büro üyesi seçilmiş olan bu şahıs, bir süre sonra ARGK komutanı Cihangir HAZIR (SARI BARAN) ile birlikte Apo'nun talimatıyla, komploların pratik uygulayıcısı  olan Cemil BAYIK tarafından tutuklanır. 
Bu sırada APO'nun bulunmadığı bölgelerde habersiz gelişebilecek muhalefeti ezmek ve Apo'nun emrettiği infazları gerçekleştirmek amacıyla (HPP) Heza Parastına Parti -Parti Savunma Gücü - adıyla yeni bir cellat grubu oluşturulur ve başına uzun yıllar PKK'da faaliyet yürütmüş olan Abdurrahman KAYIKÇI (FAİK) tayin edilir.Ancak; Apo'nun hiç beklemediği bir anda A. KAYIKÇI: M.C. ŞENER ve C. HAZIR'ı ölümden kurtararak örgütten ayrılırlar. 

Bu şahıslar daha sonra 1991 yılı içerisinde " PKK-VEJİN"(DİRİLİŞ) imzasıyla bir bildiri yayınlarlar. Bu nedenle, sekiz yıl ceza evinde yalan ve 
PKK'nın" ZİNDAN DİRENİŞ LİDERİ " olarak yüceltilen M.C. ŞENER "PROVAKATÖR"; 1988 yılında ceza evi önünde üzerine benzin dökerek kendini yakan ve "KÜRDİSTAN'IN ANASI" olarak SERXWE-BUN ve BERXWEDAN dergilerine manşet olan annesi Saliha ŞENER ise "HAİN"olarak damgalanır. Daha sonra bir komplo sonucu M. C. ŞENER Suriye'nin Kamışlı kentinde öldürülür, bundan sonra onlarca kişi "ŞENER'in etkisinde kalmış" denilerek işkence ile katledilmiştir.   

Bu dönemde yaygınlaşan komplolar sonucu çoğalan cesetlerden yararlanmak için; yeni bir taktik yürütülür ve cesetler kullanılarak, "Kontgerilla cinayetleri" adı altında kitleleri sokağa dökme çalışmaları başlatılır. Daha önce tehditlerle kepenk kapatan ve sokağa dökülen halk,tehditlere aldırmamaya başlayınca bu 
provakasyonlar gündeme getirilir. PKK'NIN TÜRKİYE PARTİSİ


1991-1992 kış dönemi, yine "bahar atılım" hazırlıkları şeklinde gerçekleşti. Bu hazırlıklara ek olarak; Türkiye'nin batısında PKK eliyle yeni bir partinin kurulması çalışmaları yapıldı. Apo'nun"1991-KASIM Çözümlemeleri" adlı konuşma metinlerinde bu yeni partinin kurulmasıgerekçeleri şu şekilde izah edilmektedir:154 

1- Son yılların ağır basan yönü Kürdistan devrimidir ve Türkiye devriminin önüne geçerek Türkiye halkında derin etkiler yaratmıştır.
2- Bu etkiler bir örgütlemeye doğru istek belirtmektedir.
3- 90'lı yıllar PKK önderlikli bir gelişmeye imkan tanımıştır.
4- PKK'nın Türkiye'deki dolaylı etkisinin Türk sol örgütleri tarafından örgüt ve eylem etkisinedönüşmesi gerektiği halde; PKK'nın tüm maddi, manevi, siyasi 
ve askeri desteğine rağmen Türk solu görevini yapmamıştır.
5- Bu durum, sert bir eleştiriyle birlikte PKK'nın örgüt ve eylem müdahalesini gerektiriyor.6- Türkiye solunun cephe organizasyonu gerçekleşmeyecek, bu nedenle belli bir kuruluşagitmek kaçınılmazdır. Türkiye solu "ÇOK VERİMSİZ VE YETENEKSİZ" bir sol olduğu için,bu kuruluş en kısa zamanda gerçekleştirilmeli dir.   Apo, daha önceleri defalarca I-KDP ve YNK ile ittifaklar imzalayarak onların imkanlarından yararlanmasına rağmen; 1990 yılında Kuzey Irak'taki Kürt gruplarını eritmek ve tabanlarını kendine çekmek ve SADDAM'a olan minnet borcu için; Irak Kürtleri tarafından kurulduğu lanseedilen PAK (Partiya Azadiya Kürdistan - Kürdistan Özgürlük Partisi) örgütü, Apo'nuntalimatlarıyla kardeşi Osman ÖCALAN tarafından kurulmuştu. Bu parti kurulurken özellikle, I-KDP ve YNK'nin Kürtleri temsil etmediği iddia edilerek bunlar ajan örgütler olarak damgalanmıştı. 

Bu komplo, şimdi de Türk sol örgütlerine karşı tezgahlanmaktadır. PKK, ilk çıktığı yıllarda bütün sol güçleri "MİT örgütleri" olarak damgalamış ve bir çoğuyla kanlı çatışmalara girmişti. Ancak; sonraki yıllarda her ne hikmetse bu örgütlere birlik çağrıları yaparak 1982'de FKBDC (Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi), 
1988 yılında da Devrimci Birlik Platformu adı altında ittifaklar kurmuştur. Apo'nun yurt dışına kaçtıktan sonra, "ajan örgütlere" birlik çağrıları 155 yapmasının sebebini; bu "ajan örgütleri"nin Apo'nun ayağına giden liderleri tarafından çok iyi bilinmektedir: Apo'nun kulağını çekenler; " Kürdistan'da yeterli olamıyorsun, Türkiye geneline yönel" talimatlarını vermişlerdir.Komplolar geliştirerek, bu şekilde birlik oluşturmanın işe yaramadığını göstermeye çalışan Apo, Irakta sahneye koyduğu oyunu "genel istek üzerine" tekrar oynamaya başladı. Böylece yukarıda maddeler 
halinde belirtilen gerekçelerin zemini yaratılmış oldu.


NEVROZ SENDROMU VE ARİ (!) APO'NUN TURANİLERLE FLÖRTÜ:

PKK'nın 1992 yılı bahar atılımı hazırlıkları, Türkiye kamuoyunda ve bütün dünyada "Nevroz sendromu" olarak kendini gösterdi. Apo bir yandan ayaklanma talimatları verirken, diğer yandan talimatlarla sağdan-sola, soldan-sağa, daldan-dala atlayan piyonları aracılığıyla uzlaşma çağrılarıyaptı. 

Bu sıralarda Orta-Asya'daki ve Balkanlardaki gelişmeler, bütün ülkelerin dikkatini Türkiye üzerine çevirdi. Türk Cumhuriyetlerinin peş peşe bağımsızlıklarına kavuşması, her nedense Apo'da bazı umutlar yarattı. 
Herkesten daha çok Apo, Büyük Türkî Federasyonu düşünmeye başladı. 
Apo, 1992 Mart ayında Bekaa'da yaptığı ve bir broşür halindeyayınlanan röportajında şunları söylemektedir:"... Pir Sultanlarda dile gelen, "Şaha gidelim" biçimindeki yürüyüş ortaya çıkar. Ve Osmanlıyı Anadolu'da tehdit eder bu yürüyüş ve İran Safavi Devleti, Osmanlılar kadar bir Türk ağırlıklı devlettir. Yavuz için çok ciddi bir tehlike. O zaman dikkat edin bir Kürt politikası şekillenir. Fermanları vardır. 
Yavuz, kendi önemli işbirlikçisi İdris-i Bitlisi ye beyaz kağıdın altına fermanlı defter gönderir. (İstediğini yaz ve Kürt beylerine   ulaştır) der. İsterse hükümet olsun, isterse devlet olsun, hatta isterse hepsi  bir araya gelsin, benim ittifak edebileceğim bir sultanlık mı diyeyim, krallık mı diyeyim, bu kadar geniş bir açıdan bakıyor.156 

Fakat İdris-i Bitlisi der; (Kürtlerin genellikle uzlaşmaz bir tabiatı vardır. Biz bir beylerbeyi tayin etsek daha iyi olur). O Diyarbakır merkezli beyler beylik kurumu böyle ortaya çıkar.Anlaşma temelindedir. Daha sonra buna dayalı olarak Doğu'ya girilir. Çaldıran'da Safavi Şah İsmail yenilir. O sefer, sona erdirilmeden Güney'e yönelinir. Mercidabıkta Memlûk Devleti yenilir. Mardin'de, Diyarbakır'da büyük oranda hepsi Kürt aşiretidir o ordularda savaşanlar...Başarı, kesinlikle bunların ittifakına bağlıdır. 
Kahire alınır, Arabistan alınır, bildiğimiz gibi geniş Osmanlı İmparatorluğu kurulur.Adam Kürt politikasını böyle şekillendirmez se, Çaldıran'da başarıya gidebilir mi?

Mercidabık'ta böyle başarıya gidebilir mi? Gidemez yani Kürtlük burada, Türk sultanlarının,dolayısıyla Türk egemenlerinin muazzam imparatorluğa ulaşmasında, doğuya, güneye yayılmasında belirleyici vazgeçilmez bir rol oynamıştır.""... Türk devrimcisine veya Türk politikacısına dayatmada bulunmuyorum. Bölmek, parçalamak gibi bir dayatmada bulunmuyorum. 

Türki federasyonun içinde bir Kürdî Cumhuriyet de olsun. Değil mi? Beş-altı tane Türk Cumhuriyet ve federasyon".Anlaşılan; Apo, geçmişten günümüze kadar hakaret ettiği, "tarihi ihanetçi" diye nitelendirdiği Şeyh İdris-i Bitlisi'nin, 
Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim'den aldığı fermanın aynısını T.C. Hükümetin den istiyor. "Ben bir MÇP'li den daha çok Türkî Federasyondan yanayım" diyen Apo, yukarıda izah edilen gelişmelerden yararlanmak için; geçmişte Kürtlerin Arî ırkından geldiğini iddia ederek, ayrı bir ulus olduğunu ve bu nedenle Halk savaşı stratejisi ile "Bağımsız-Birleşik ve Demokratik Kürdistan" kuracaklarını, manifestosunun birinci maddesi olarak kaydetmiş olmasına rağmen;birden bire Arî ırkından boşanarak, cazibeli olduğunu düşünüp Turanî ırkla flört etmeye yöneldi!Bu doğrultuda demeçler veren Apo, kendisine verilen misyonunu da unutmadan kış boyunca yaptığı hazırlıklarının güvenlik kuvvetlerince,157 Olağanüstü Hal Bölgesinde ve sınır ötesinde gerçekleştirilen hava harekatları ile önemli ölçüde baltalanmasına rağmen; yeni bağımsızlığını ilan etmiş olan Türkî Cumhuriyetlerin Türkiye'denolan beklentilerini ve umutlarını baltalamak, Türkiye'nin ve sorunlu bir ülke olduğunu, TürkîCumhuriyetlere destek verecek gücünün bulunmadığını göstermek amacıyla kitleleri tahrik ederek sokağa dökmeye çalıştı. 
Böylece; Türkî Cumhuriyetler, Apo'nun ağababası olan güçlerin kucağına itilecekti.İlk etapta Cizre ve Şırnak deneme sahası olarak seçildi ve gösteriler başladı. 

Cizre'ye, olayları izlemek üzere giden gazetecilerin kiraladığı otomobilin şoförü onlara; "En büyük olaylar Cizre'de çıkacak, Bu bölgenin en iyi oteli Cizre 'de olduğu için yerli ve yabancı basın Cizre'ye, gidiyor. Bu durum, PKK'yı Cizre'de olaylar çıkarmaya zorlayacaktır. Apo, yabancı basına çok önem verir"diyor. Ve gazetecilerin etrafına toplanan çocuklar; "Arka mahallede şenlik olacak. Resim almak isterseniz hemen başlatalım" diyor.Gazeteciler anlatmaya devam ediyor: 

"Boynumuzda fotoğraf makinesi gören yaşlı, genç, kadın,çocuk Apo'nun resimlerini ve kendi fotoğraflarını çekmemizi bekliyor. PKK, medya ilişkilerine büyük önem veriyor. Her eylem öncesi, eylemin yerini ve saatini milisleri aracılığıyla gazetecilerin kaldığı otele ulaştırıyor. Gazeteciler gece resepsiyona, 
"bir infaz olursa uyandırılmaları" için uyanda bulunabiliyor. Uyarıda bulunmayan, gazeteciler için bazen infaz gösterisi tekrarlanıyor."Bu gazetecilerden biri,
 olaylardan sonra vicdan azabı duyarak; "Cizre dönüşünde kendimi suçlu hissediyorum. 

Acaba bu kadar gazeteci Cizre ve toplanamasaydık yine olay çıkar mıydı ?" diyerek bu olayları izah etmeye çalışıyor. Sımakla daha şiddetli olaylar çıkınca Apo'nunfazla ihtimal vermediği güvenlik önlemleriylekarşılaşıldı. Böylece olaylar, birkaç yerleşim alanıyla sınırlı kaldı. Nusaybin'de, başta kolayolmadığı için devletin en yetkili ağızlarından Nusaybin halkına teşekkür edilince PKK, " benistemediğim için orada olay olmadı" dercesine ertesi gün. 158 Nusaybin'de olaylar yaratıyor. Bu olaylardan hemen sonra Apo'nun BBC Türkçe servisine verdiği demeçte; "Biz kan dökülmesinden yana değiliz. Dağlar olmazsa TC ordusu karşısında 24 saat bile dayanamayız. Biz kesinlikle siyasal çözümden ve uzlaşmadan yanayız" diyor. Bu arada Apo'nun bu talimatını alan, kendi aşiretinin kanlarını emerek göbek şişirmiş ve bölge halkını temsil ettiğini iddia eden asalak ve ucube bir takım tipler, T.C. ile PKK'yı masaya davet ederek "ateşkes" çağrısı yapmaya başladılar. 

PKK devletinin diplomatları (!) başkanlarının talimatınıyerine getirmek için sağda-solda çırpınıyorlardı.Öte yandan Avrupa'da büyük bir katliam yaygarası çıkararak Türkiye'den tavizler koparılmayaçalışıldı. PKK Türkiye ile eşit bir güçmüş gibi düşünenler, Türkiye'yi dünya kamuoyu önünde zor duruma sokmaya çalıştılar. Almanya, silah ambargosu koyduğunu açıklayarak, Türkiye'nin kendisorunlarıyla mücadele etmesinin Almanya'nın çıkarla-rına ne kadar olumsuz etki edeceğini itiraf etti. Elbette, PKK belasını başından atmış bir Türkiye; Ortadoğu'da, Balkanlar'da ve Ortaasya'dabüyük bir etkinliğe sahip olacağı için Avrupalı dostlarımız (!) paniğe kapıldılar.T.C. devleti, terörün teşhisini koymayı başardığı halde; tedavisini, salt diplomatik yollarlayapmaya karar vererek yoğun temaslara başladı. En önemli adım olarak; Suriye bu konudauyarıldı ve kesin tavır belirlemesi istendi. Suriye ile yapılan görüşmeler den sonra Suriye'nin  PKK'ya karşı T.C. ile anlaştığı, Bekaa vadisindeki kamp faaliyetlerinin durdurulduğu, 500 kadar PKK'lının tutuklandığı ve sınır güvenliği nin sağlandığı duyurulup, bu temaslar sonucu büyük başarılar elde edildiği açıklandı. Böylece; 10.000'den 500 çıktı, kaldı 9.500 hesabı yapılarak, Ortadoğu'nun, kurnaz politikacısı Hafız ESAD'ın sahtekarlığı gözardı edilip, bu işin bu şekildebitirileceği hayaline kapılmalar oldu. Hafız ESAD'ın kağıt üzerinde Türkiye ile anlaşmış görünmesi; giriş bölümündü izah edildiği gibi, politik olarak sıkışmış olması ve Libya'nın durumuna düşmekten korkması nedeniyle dir. Mevcut süreçte, Suriye'nin Kürt kartını ve Apo'yu kaybetmeyi göze alamayacağı düşünülmektedir.159 Ancak şunu da belirtelim ki; bu kadar kararlı Suriye'nin üzerine gidilmesi olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilinir. 
Fakat sonuç itibariyle, Suriye'nin siyasal-politik ve ekonomik durumu iyi tahlil edilmeden kağıt üzerinde kalan anlaşmalara bu kadar güven duyulması veya güven duyulmazsa bile, bu kadar iyimser bir tablo yaratılması bu kararlılığın etkisini zedelemekte dir. PKK örgütü; geçmişten günümüze kadar, özellikle son yedi yıllık kesintisiz ve vahşet boyutlarını dahi aşan silahlı propagandasına rağmen organize ve çok geniş dış desteğe, çok elverişli geri üslere, Avrupa'nın çeşitli ülkelerindeki geniş maliye ve propaganda imkanlarına,muazzam kadro kaynaklarına sahip olmasına, doğu ve güneydoğuda yaşayan halkın dağınık,savunmasız, büyük toplumsal problemlerinin oluşu ve bütün bu durumun yarattığı açık istismar ortamına, yine bölgede Türkiye genelinde ve dünya çapında bu olaylardan gerek şahıs düzeyinde  gerekse organizasyon düzeyinde menfaat umanların destekçi olmalarına rağmen bu gün çok ciddi problemlerle karşı karşıyadır.Bir kere her şeye karşın: tümden savunmasız, biçare durumdaki halkın sağduyusunu alt edememiştir. Yöre halkı ilgililerin yanlıştutumlarına ve PKK terörüne rağmen hala pasif de olsa bir direniş içindedir. 
Bu nedenle 1990 yılı başında bazı ilçelerde toplumsal hadiseler meydana geldiği halde PKK, askeri açıdan bir bunalım içerisine girmiştir. Örgütün silahlı propaganda faaliyetlerinde bir duraklama söz konusu olmuştur. Eğer Körfez Krizi ve bazı son gelişmeler olmasaydı 1991 yılı PKK ve APO açısından bir başaşağı gidiş yılı olabilirdi. 
Nitekim Abdullah ÖCALAN Kongreye göndermiş olduğu değerlendirmedeşunları söylemektedir; "Düşmanın fiili gücü dikkate alındığında,kurtarılmış bölgeler yaratmak ve bunları yaşatmak mümkün görülmemektedir. Bu nedenle daha gerçekçi modeller bulup bunun için yeni tesbit edilecek alanlarda mücadeleyi yoğunlaştırmalıyız. 
"Önerdiği çözüm yöntemi de; şehir kitlelerini tahrik etmek ve devlet ile karşı karşıya getirmektir.Aynı şekilde bir süre önce "Bize karşı olan aşiret ve kabilelere yaşam 160 hakkı tanımamalıyız, onları ya imha etmeliyiz ya da kaçırmalı yız "derken simdi; "Biz halksız nasıl mücadele ederiz? Mutlaka bu insanları her yolu deneyerek kazanmalıyız.

" diye fetvalar vermektedir.' PKK örgütü yani Abdullah ÖCALAN, Marxizm-Leninizm temelinde yapmış olduğu tahliller neticesinde bu ideolojinin bilimselliği ne dayanarak bir SÖMÜRGE KÜRDİSTAN yaratmıştır.Türkiye'deki Kürtler ile Irak, İran ve Suriye'deki Kürtleri aynı kefeye koyarak sömürge teorisi üretmiştir.   
Aynı zamanda Kürdistan Kurtuluş Mücadelesinin stratejisini de Marxist-Leninist ideolojik bakış tarzına göre şekillendirmiştir.Ancak; Marxist-Leninist ideolojisinin 
hayatın her alanında en katı kurallarıyla yaşatılmaya çalışıldığı 70 yıllık Sovyet Sosyalist sisteminin pratik iflası neticesinde, dünya genelinde buideolojinin temelini aşındırmıştır. Bu, herkesin iradesi dışında oluşan objektif bir durumdur.Bilimselliği asla tartışma konusu edilmeyen Bilimsel Sosyalizm ideolojisi, her türlü ulusal ve sınıfsal devrimlerin eylem klavuzu olarak kabul ediliyordu. Bu düşünceyi temel almayan ulusal ve sınıfsal kurtuluş mücadeleleri ne kesinlikle başarı şansı tanınmıyordu. PKK örgütü objektif olarak artık bu eylem klavuzun dan yoksun olduğuna göre; ideolojik deformasyona uğraması kaçınılmaz olacaktır.   

Artık, bir zamanlar lanetlediği ilkel milliyetçiliği mi, küçük burjuva reformiz mini mi, İslami radikalizmi mi eylem klavuzu olarak temel alır, yoksa geçmişte kınadığı Şeyh İdris-i BİTLİSİ gibi bir ferman sahibi olmak mı ister bunu zaman gösterecektir.Dolayısıyla temel alacağı düşünce ne olursa olsun; bundan böyle PKK, salt Kürtçülüğü her şeyin temeline oturtacaktır. Esasa, öze dönecektir. Sosyalizm maskesi artık yoktur. Çok kısada olsa Kürtçülük ideolojisinin Türk toplumu içinde nasıl şekillendiğini, ne amaçla kullanıldığını,nasıl bir gelişim seyri izlediğini daha önce açıklamıştık. Ayrıca PKK örgütünün normal bir örgüt olmadığını ve bazı amaçlar için oluşturulduğunu da ana hatlarıyla belirtmiştik. Marxist-Leninist ideolo-161 jik kılıf da aradan çıkacağına göre; PKK'yı ve Abdullah ÖCALAN'I iyi kavramak ve anlamak iyice kolaylaşmıştır.Eğer bir ideoloji sahibi eylem amaçlı birtakım çabalara girerse, ister istemez bir örgütlülüğe ihtiyaç duyucaktır. Düşüncenin teşkilatlanması bir siyasi yapıyı meydana getirir. 

Bu siyasi yapı ilk önce ideolojik bakışına uygun tarzda siyasi tercihlerini, müttefiklerini, düşmanlarını ortaya koyar. PKK da geçmişte Marxist-Leninist ideolojisinin gereği olarak bu tercihleri yapmıştı.İşçi sınıfı önderliğinde işçi-köylü ve devrimci aydınları mücadelenin teme] gücü, yine küçük burjuvaziyi devrimin içi müttefiki olarak görüyordu. Dış ittifaklar olarak; başta sosyalist ülkeleri,dünya işçi sınıfı harekelini ve Türkiye devrimci hareketini kabul ediyordu.Baş düşman olarak da Sömürgeci Türk Devletini ve bunların yerli işbirlikçileri olan feodal ve aşiretçi yapıyı sayıyordu, emperyalist ve kapitalist devletlerde APO'nun baş düşmanıydı.    

Avrupa'nın sosyal demokrat iktidarlarını emperyalizmin güler yüzlü maskeleri, Türkiye sol hareketlerini de şoven ve ırkçı olarak gösteriyordu. Bu siyasî tercihleri bilimsel olduklarından bağnazca savunuyor, bu konuda asla taviz vermiyordu. Ancak görülüyor ki; ideolojik temelinde olduğu gibi ve ona bağlı olarak PKK'da siyasi deformasyon başlamış ve hatta siyasi tercihleri tepetaklak olmuştur. Çünkü sosyalist müttefiklerin yerinde yeller esiyor. Baş düşman ilan ettiği sömürgeci İran, Irak ve Suriye yönetimlerinin dizlerinin dibinden ayrılmayı can güvenliği açısından tehlikeli görüyor. Kapitalist Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminin fedailiğine soyunuyor. 

Emperyalizmin güler yüzlü maskeleri dediği Avrupalı sosyal demokratlara soytarılık yapmayı bunlardan harçlık yada bahşiş koparmayı bir yaşam tarzı haline getiriyor.
Irkçı ve şoven dediği Türk solunun azılı temsilcileri, hatta MİT ve CIA uşağı dediği kişilerden medet umuyor. Feodal aşiret reisleri olan bir takım kendi gibi sapıkları ve benzerlerini bir numaralı yurtsever ilan 162 ediyor, aşiret reislerini devrime kazandırmaktan bahsediyor."Din halkın afyonudur, sorgu merkezlerinde sakın ola ki kelimeyi Şehadet getirmeyin" diye emir verirken birden bire "Yurtsever imamlar Birliği "ni kuruyor.Evet, APO günümüzde kendi kendisini inkar etmektedir, bu yüzden sürekli vitrinini yenilemek çabası ve telaşı içine girmiştir.

PKK STRATEJİSİ VE MÜCADELE ARAÇLARI PARTİ, CEPHE, ORDU (PKK-ERNK-ARGK)  

Abdullah ÖCALAN mücadele stratejisi olarak uzun süreli halk savaşını tesbit etmiştir. Bu Stratejinin takip ettiği sıra:- İlk önce ideolojik oluşum (Taktik),- İdeolojik mücadele (Asgari kadro yaratma), 

- Siyasi yol gösterici olarak parti inşası (Araç),- Partinin silahlı propaganda temelinde gelişmesi ve halka kavratılması,
- Cephe ve ordunun inşası,
- Gerilla mücadelesi ile ordu ve cephenin sağlamlaştırılması,
- Stratejik savunma döneminden stratejik denge aşamasına geçilmesi,
- Hareketli savaş ile gerilla savaşını beraber kullanarak kurtarılmış ve yarı kurtarılmış bölgeler tesis edilmesi,
- Stratejik saldırı dönemine geçilmesi,
- Düzenli orduya geçiş çalışmaları,163 
- Ordu ve gerillanın genel halk ayaklanması için son saldırıyı yapması,
- Milli Demokratik Halk İktidarının kurulması,
- Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan için seferber olunması şeklindedir.  

APO, kurtarılmış bölgelerden ve hareketli savaştan bahsettiğine göre uzun süreli halk savaşının ikinci aşaması olan Stratejik Denge aşamasında olması gerekiyor. Eğer böyle ise bu döneme denk düşen mücadele taktiği; hareketli savaş ile gerilla savaşını içice kullanarak geniş alanları özgürleştirmedir. 

Ayrıca, bu dönemde mücadelenin ideolojik ve siyasi yol göstericisi olan parti toplumun her yanında örgütlenmesini tamamlamış olmalıdır.    

Cephe; tüm halk kesimlerince temsil edilmeli ve halkı, kurtarılmış bölgeler başta olmak üzere yönetmelidir. Böyle bir durumda cephe, savaşın bütün sorunlarını 
da üstlenmiş bulunmaktadır. Ordu ise karargah sistemine bağlı olarak düşmanın büyük birlikleriyle hareketli savaş esaslarına göre çarpışmaktadır. 
Yaygın gerilla ve milis güçleri düşmanın geri cephelerinde durmadan eylem düzenlemektedirler. Bakalım APO ve PKK'nın durumu gerçekten böyle midir?   
İşte parti örgütlenmesi ile başlamak gerekiyor. Yani PKK'yı değerlendirerek bugünkü örgütlülük düzeyine değinelim. PKK, isminden de anlaşılacağı gibi bir parti adıdır. 

Devrimin öncüsü  yol göstericisidir. Klasik bir teşkilat şeması vardır; 


15.Cİ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN., BÖLÜM 13

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN., BÖLÜM 13




   Bir takım güçler yıllardır bunu bir yaşam biçimi olarak o insanlara layık görmüştü. Örgütün sık sık uğradığı evlerinde örgütçüden çok örgütçü kesilerek yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı.Halk, köylerine gelen örgütçüleri gördüklerinde; "Gözümüz yollarda kaldı, insan bizi bu kadar ihmal eder mi? Emrini söyle" diyerek yaltaklanıyordu. Köylere devlet kuvvetleri geldiğinde;"Allah devlete zeval vermesin, nedir bu PKK'dan çektiğimiz? İşimize aşımıza ortak oldular. 
Bizi bu beladan bir an evvel kurtarın!" diyorlardı.Evet bu tavır iki yüzlülüktür. Hadiseler, bu insanların iki yüzlüğü yaşam biçimi olarak seçmesine sebep olmuştur. 
Kutsal değerler ortadan kalkmış bir can telaşı almış başınıgitmektedir. Her iki tarafa da ne sağlam dost ne sağlam düşman olamamaktadırlar.Örgütün doğrudan yetişemediği, fiili bağlantı kuramadığı yerlerde durum-daha değişikti.Mütevazi insanlar, işinde gücünde olanlar çeşitli yönlerden etkileniyorlardı. 
Tıpkı batıda olduğu gibi...Ama, başıboş insanlar, sorunlular, işsizler, idealist gençler ve genç öğrencilerin durumu başkaydı. Onlar olayların daha çok film ve 
roman konusu gibi idealize edilmiş yönlerine ilgi duyuyorlardı.Onların ilgi duyduğu çatışırken ölmek, ölümün soğuk nefesini her an enselerinde hissetmek değildi. 
Onların ilgi duyduğu, aç karnına- kaya diplerinde, yağmur ve kar altında titremek,sırtında onlarca kilo yükle saatlerce günlerce dağ bayır yol yürümek de değildi. 
Hele yıllarca kendini parçalarcasına insanüstü bir gayretle APO'nun her dediğini yaptıktan sonra aniden ajan,hain, komplocu damgası yiyip kurşuna dizilmek hiç değildi.

Bu tür olaylarda insani bir meziyeti, toplumun emrine verebilecek bir becerisi, bir hizmeti olmayan ve aynı zamanda hep önde görünmek isteyen ve bu yüzden cahil, tecrübesiz insanların duygularını sömürerek siyasi bezirganlık yapan birtakım kişilerden meydana gelen gruplar,topluluklar türer. Bu gruplar örgütle hiç bir resmi bağı olmadan, örgüte ilgi duyan genç, işsiz ve sorumluların cehaletini istismar ederek laf 140 ebeliği ile ucuz kahramanlık peşindedirler. 
Bunlar örgüt koşullarında iki gün dağlarda dayanamazlar. Ama kitleleri örgüt adına iğfal ederler. Kitle, böylelerini baştacı yapar, peşlerine takılır. 
APO; bunların gerçek durumlarını bilir, onları idare eder, çünkü sonuçta kendisinin yapamadığı, esas ve son görevi bunlar kendiliklerinden üstlenmişlerdir. Böylece karşılıklı olarak birbirlerini kullanırlar.

Bu günlerde ilgililerin nedenini bir türlü anlayamadığı çok küçük çaplı örgüt dışı halk eylemleri de söz konusu oluyordu. Aslında bunda anlaşılmayacak birşey yoktu. Yöre insanı basını takip ediyordu, yabancı radyoları; BBC, Amerikanın Sesi gibi radyoları dinliyordu. Televizyondaki Filistin İntifadası nı, diğer ülkelerdeki sokak gösterilerini ve çatışmalarını hep takip edip etkileniyordu. Sonra da denemesini yapmaya çalışıyordu!Kendisine erişilmez olan, ancak ağasının, patronunun, aşiret reisinin kısaca; "Büyük adamların" muhatap olduğu subaya, polise taş atıyor,bağırıyor, küfrediyor ve hayret, kendisine hiç bir şey olmuyordu. Hala hayatta idi ve yaşıyordu! Demek ki, bu işleri başaracak bir adamdı!Bu yürüyüş ve taşkınlıktan yapanları televizyondan ve basından izledik. Resimlerini gördük. Askere ve polise taş atanların gözlerinde kin değil daha önce belirttiğimiz gibi şaşkınlık ve şımarıklık vardı. Bu onların kişiliklerini ve anlayışlarını ele veriyor. Ama bu hep böyle mi devam edecek? İşte orasını zamana bırakalım.Kış boyunca iddialı bir şekilde hazırlık yapan, planlar geliştiren hedefler tesbit eden ve bunlara uygun düzenlemeler 
yapan PKK örgütü; "Bahar Atılımları" için İran'dan, Suriye'den, Iraktan Türkiye'ye giriş yaparlarken; daha önce çokça hayallerini kurdukları, propagandasını yaptıkları fakat daha iler ki yıllarda olabileceğini umdukları halk eylemleri, CİZRE ve NUSAYBİN ilçelerinde patlak verdi. Çevredeki PKK militanları yetişebildikleri oranda olayların içine daldılar, dizgin-leri ele almaya çalıştılar. Olaylara hemen bir isim bulundu; "SERİHIL-DAN"!141 Maksatları olayların daha da büyümesini, uzamasını ve çevreye yayılmasını sağlamaktı, bunu da kısmen başardılar. Olaylarda kendiliğinden cilik ağır basarken bazı derneklerin, siyasi teşekküllerin, meslek kuruluşlarının ve yayın organlarının arkasına gizlenen, istikbalini şöhretini masum insanların acıları ve gözyaşları hatta cesetlerinde arayan bezirganların rolü büyük olmuştur. Bunlar etraflarına aldıkları birkaç tane züğürt şakşakçı vasıtasıyla PKK'nınyetişemeyeceği, müdahale edemeyeceği yerlerde bile esnafa, tüccara telefon ederek; "Biz PKK gerillalarıyız, filan gün dükkanınızı açmayın, yoksa kendinizi yok bilin" demişlerdir. Sonra esnafın arasında dolaşarak "PKK telefon etmiş, kimse dükkanını açmayacak mış, yoksa öldüreceklermiş..." diyerek fısıltı gazeteceliği yapmışlardır. Ardından toplantılar düzenleyerek, demeçler vererek; 
"Kürdistan halkı baskı ve zulmü kınamak için falan ilçede kepenkleri kapatmıştır. Eylemlerini selamlıyoruz" demişlerdir.Şimdi soruyorum; zavallı Kürt bu kadar 
alçaklığa nasıl akıl erdirdin?Üzerinde oynanan oyunların hangi birini çözsün?

Her şeye rağmen olayları PKK üstlendi. Herkes PKK'ya maletmeyi birçok bakımdan faydalı gördü. Herkesin çıkarı bunu gerektiriyordu.Olayların kitleye bu boyutlarda taşması, APO'nun ağzını sulandırıyordu. Bu onun için büyük bir nimetti, yıllarca profesyonel katillerini kullanarak işlemiş olduğu cinayetlerle nihayet Kürt insanını baştan çıkarmayı, provake etmeyi başarmıştı. Nihayet Abdullah ÖCALAN'a ümit bağlayanlar, Kürtler üzerinde oynadıkları oyunlarda başarıya ilk adımın atıldığını görüp sevinebiliyorlar dı. CİZRE'de, NUSAYBİN'de, SİLOPİ'de ve giderek daha birçok yerde meydana gelen, daha çok kadınların, çocukların öne sürüldüğü, kullanıldığı bu olaylar daha sonra meydana gelecek çok büyük olayların başlangıcıydı. Bu olaylar, Abdullah ÖCALAN'ın arkasındakileri kamufle edecek en ideal örtüydü.142 Estirilen azgın terörü ve APO'nun sadizmini kamufle etmek açısından bundan daha uygun bir görüntü bulunamazdı.Nereden nereye gelinmişti. Bir ülkede, bir toplum bünyesinde terör hareketleri olmaz diye bir kaide yoktur. Bu tür hareketlere her ülke şu veya bu biçimde maruz kalmıştır veya kalmaktadır.   

Ancak her ülkede değişik nedenlerle, değişik biçimlerde ve değişik amaçlar için meydana gelenterör hareketlerine doğru teşhisler konularak doğru mücadele 
yöntemleriyle karşı konulmuştur.12 EYLÜL 1980 öncesi Türkiye'deki terör hareketlerinin kaynağı sosyo-ekonomik, geneldekendiliğindenci-dir.Bazı siyasi sebepler katalizör rolü oynamıştır. Halbuki PKK hadisesi; gene aynı ortamda kamufle edilmek istenen, uzun süre bu ortam içinde gizlenmeye çalışılan; belli stratejik ve taktik amaçlar için geliştirilmiş ve büyütülmüş bir harekettir. PKK bu yönüyle incelenmiş midir?  Bırakalım PKK'yı., 12 EYLÜL öncesi örgütler bile sıradan oldukları-halde tetkik edilmemiş incelenmemiştir. Her fırsatta toplumun aynası olduğunu iddia eden basın PKK'yı incelemiş midir? Ülkenin kaderini elinde bulunduran "siyasi partiler PKK'yı inceleyip tanımışlar mıdır?Hayır! O halde neden bu konuda kıytırık, bölük-pörçük ve PKK'nın yapısı içindeki insanların vermek lütfunda bulundukları bilgilerle ahkâm kesiyorlar? 
Neden, bu konularda bilgiç bilgiç tedavi reçeteleri yazıyorlar? Neden, ne kabadayısı bir takım beylik laflar ile meseleyi geçiştiriyor?   Bu kadar insanın acı çekmesine, bu kadar toplumsal değerin heba olmasına, bu kadar canın yanmasına bu memleketin sorumlu kişi ve kuruluşlarının nasıl gönlü razı olabiliyor anlamak mümkün değildir.Tüm bir milletin basireti mi bağlandı? Duyulan mı uyuştu? Ne oldu? Ne olduysa anlamak lâzım. Aklı başında herkes sanki kör ve sağır!Herkes herşeyi günü gününe yaşıyor! Herkes bir başkasından bir şeyler yapmasını bekliyor.

Toplum giderek gökten bir mucize beklentisine giriyor.işler bu noktaya geldikten sonra birbirini tamamlayan, yasak savma.143 türünden parça parça çabalar hiç 
bir sorunu çözemez. Karşımızdaki sorun karmaşık ve boyutlu bir sorundur. Bu nedenle karşı çabaların birbirini tamamlayan ve dinamik bir sistem içinde birçok koldan yürütülmesi gerekmektedir. Önemli olan önce belli bir bakış tarzı, bir strateji, uygun taktik ve vasıtaların tesbit edilmesi gerekiyor. Ama mutlaka bu ilk adımın atılması gerekiyor. İlk adımlar atıldıktan sonra sistem kendi kendini inşa eder, kendisini her konuda donatır. Vakit henüz geç değildir ancak, yarın belki daha ağır faturaları gerektirebilir.Kürtçülük sorununu Osmanlı'dan miras alan Türkiye Cumhuriyeti sorunu 70 yıldır dondurmuştur. Çözmesi gerektiği halde çözmemiştir. Fakat bugün yanan olaylar, Kürt sorununun çözümünü TC'ye dayatmış durumdadır. Bu sorun, önümüzdeki yıllarda mutlaka çözüme kavuşacaktır ama öyle, ama böyle!Madem bazı güçler bir PKK yaratarak sorunu kendi amaçlarına uygun bir çözüme ki aslında çözümsüzlüktür- doğru yürütüyor lar,  TC'nin de geçmişte ihmal ettiği çözümü bu hadiseleri fırsat bilerek çoktan kollarını sıvaması gerekiyordu. Ama bugüne kadar hep ayak diretti. Halâ da gerçekçi bir çaba içinde değildir.   

Karşımızda istesek de istemesek de toplumsal bir hadise yardır,toplumsal hadiseler doğru rotaya girsin diye kendi doğal seyirlerine bırakılmazlar. 
Kaldı ki, bu hadiseler doğal seyirini de takip etmiyor.Büyük bir baskı altındadır. Dışarıdan istenilen biçimin verilmesi için müthiş tazyikler yapılıyor. 
Adeta nehirler tersine akıtılmak isteniyor. O halde ilgililerin de gerçek ve doğru bir çözüm için müdahaleci bir tavır alması gerekiyor. 
Bu müdahaleyi, klasik asayiş tedbirleri olarak kabul etmiyoruz. Meydana gelen olaylara klasik zabıta tedbirleriyle müdahale edilemez. 
Bu haksızlıktır! Hem yöre insanına haksızlıktır hem de devletin askerine polisine yapılan büyük bir haksızlıktır! Hem de sorunun çözümüne müdahale ediyorum diyerek kendi kendini kandır madır. Eğer bir insan bir takım hadiseler karşısında kendi kendini kandırıyorsa bu dürüstçe bir tavır değildir ve o insan en azından kendine karşı dürüst değildir.144 

Sorunun doğru çözümü için yetkililer bir çerçeve çizmek ve kendilerine iki soru sormak zorundadır;
1- Daha fazla kan dökülmesini önlemek için ana dili Kürtçe olanların tümünü Kürdistan olarak isimlendirdikleri bölgeye toplayıp "alın size özgürlük, siyasi sınırlarınız bu, sizi istemiyorum kendi devletinizi kendiniz kurun, komşu oluruz ne yaparsanız yapın!" mı demelidir?
2- "Biz kardeş iki halkız geçmişte olduğu gibi bir arada kardeşçe yaşayalım bu arada Doğu ve Güneydoğu' daki kardeşlerimizi batının ekonomik, sosyal, kültürel imkanlarına bir entegrasyon programı ile kavuşturalım" mı demelidir? Akıl ve gönül Türk ile Kürt insanının entegrasyonundan yanadır.  

Kimi yerde anamız, kimi yerde babamız, kimi yerde gelinimiz ve damadımız olan Kürt ile Türk'ün birbirinden ayrılması düşünülemez. En hafifinden iki toplumun da özüne ihanettir, kendi kendini inkarıdır ayrılık...Entegrasyona ilk adımların atılmasını müteakip gerisini Kürt insanı tüm kaynaklarını seferber ederek kendisi çözecektir. Sağlıklı çözüm budur. İnsanlar sorunları karşısında çözümlerini kendi çabalarıyla yaratır. En iyi çareyi kendisi bulur. Böylece üretilen çözümler kalıcı, doğru ve kesin olur. Olaylardan ve sahtekarlıklardan bıkıp usanan Kürt insanı, kesin çözümü kendisi de bilmemektedir. Sorun bölge halkının kendisinden kaynaklanıyor. 

Toplumsal bir sorundur. 

Yöre halkı ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasi bir zaafiyet geçirmektedir. Tarihsel nedenlerden dolayı toplumsal olarak güçsüzdür. Dışardan bir devlet müdahalesi gerekmektedir. Ancak bu müdahale bir genel çerçeve çizmeyi, bir takım küçük yardımları aşmamalıdır. ilk adımlardan sonra toplum kendi kendine derman olacak güç ve imkanları yaratacaktır ve süreç içinde gerçek manada ulusal ve toplumsal entegrasyon sağlanacaktır.145 

PKK'NIN 1990 HEDEFLERİ VE ALINAN SONUÇLAR 

PKK 1990 baharından başlayarak başta BOTAN Eyaletinde olmak üzere tüm eyaletlerde,Türkiye'nin batı illerinde ve Avrupa'da büyük eylemler yapmayı ve sesini daha çok duyurmayı amaçlamıştı.

Türkiye'deki en büyük hedef; başta koruculuk sistemini yok etmekti. Bunun için toplu imha lar en başta gelen imha biçimiydi. Bunun yanı sıra koruculara ait hayvanları kesmek, bağını bahçesini talan etmek, tarlasını ekinini yakmak gibi eylemlerde gündemde idi. Ayrıca köy karakollarına hatta bölüklere, taburlara saldırmak ve buralarda toptan imha gibi eylemler de 1990 yılı içinkaçınılmazdı. Askeri hedeflere yönelik eylemler bunlar ile de sınırlı değildi. Operasyon kollarına saldırmak, operasyon birliklerini pusuya düşürmek, giderek tümden imha etmek; planlanan hedefleri arasındaydı. Bu eylemlerle askeri birliklerin zaman içerisinde belli merkezlerde  toplanmalarını ve onların bu merkezlerde yoğunlaşarak hap solmalarını amaçlıyorlardı. Böylece askeri birlikler büyük çaplı genel operasyonların dışında kalan bütün zamanlarını, kendilerini korumak ve savunmak için nöbet ve emniyet hizmetlerine ayıracaklardı. 
Bir başka hedef de; ulaşımın can damarı olan ana kara yolları ve demir yollarını sürekli mayınlayarak, tahrip ederek pusu kurarak işlemez hale getirmeyi ve tali yollar üzerinde de yalnız gece değil gündüzleri de denetim kurmak olarak düşünülüyordu. Öte yandan büyük ekonomik hedeflere; fabrikalara, maden ocaklarına, petrol sahalarına, imalathanelere, kamuya ait ve özelşirketlere 
saldırılarak bunların kullanılamaz hale gelmesi planlanmıştı.Okulların mutlaka işlevsiz kılınması için öğretmenleri öldürmek, okulları yakmak vazgeçilmez görevlerin başında geliyordu. Kürt kökenli öğretmenlere pek dokunulmuyordu, öğretmenler, Kürt çocuklarına Türkçe eğitim yaptırdıkları ve doğru yolu gösterdikleri için hepsi birer TC ajanıydılar (!) 

Bu nedenle 1991 yılma kadar bölgede 22 öğretmen PKK tarafından öldürülmüş 3 öğretmen de yaralanmıştı. 146  

Büyük yerleşim birimlerinde ise kitle eylemlerini sürekli kılmak için her türlü bahaneyi kullanmak en geçerli yoldu. Bir malın pahalı satılması bahane edilerek derhal ajitasyon ve propaganda yapılacak ve yürüyüşler tertip edilecekti. Aynı şekilde; iş takibi sırasında işlemlerin doğal olarak gecikmesi,trafik polisinin ceza kesmesi, suçlu takibi, suyun veya elektriğin kesilmesi, yolun kötü oluşu, bir devlet yetkilisinin sert bakışı velhasıl günlük hayatta karşılaşılan ve devletten kaynaklansın veya kaynaklanmasın her türlü olumsuzluk ve aksilikler birer protesto yürüyüşü ve miting vesilesi olacaktı. Miting ve yürüyüşlerde güvenlik kuvvetlerini korkutup sindirmek için; başta kadın ve çocuklar olmak üzere, her türlü saldırı aracı kullanılarak devlete ait olan her şey tahrip edilecekti.Bu arada batı illerine eğitilmiş profesyonel elemanlar gönderilerek orada bulunan Kürt kesimler vasıtasıyla sabotaj, bildiri dağıtma, suikastler yapma gibi eylemlerin yanı sıra; eleman temin etme,yardım toplama faaliyetlerine devamlılık kazandıracaktı. PKK teröründen batıya kaçan Kürde 1986 yılından beri orada da rahat verilmiyordu. PKK, Kürt insanının başına iyice bela olmuş tu. Lübnan'daki kampta ideolojik ve askeri eğitim faaliyetleri hızla sürdürülüyordu. Suriye Kürtleri Hafız Esad yönetiminin APO'ya özel hoşgörüsü temelinde eleman ve para kaynağı olarak kullanılmaya devam ediliyorlardı.Yunanistan ve özellikle Kıbrıs Rum kesimi, kaynak yaratma ve uluslararası kamuoyu oluşturma ile bazı stratejik düzeyde temasların üssü vazifesini sürdürecekti.Kuzey Irak her zaman olduğu gibi ve Barzanicilerin Saddam tarafından kovulmasından sonra daha da elverişli bir ortam olarak geri cephe olmaya devam edecekti. Burası aynı zamanda eğitim sahası, ikmal ve iaşe deposu olarak rol üstlenecekti.  

İran'a gelince: özellikle son yıllarda İran hükümeti nin toleranslı 147 davranması, burada açılan büyük kamplarda eğitim yapılmasına göz yumması lojistik destek ve yeniden toparlanma açısından değerli katkılar sağlıyordu. İran'da üslenme; Van-Ağrı-Kars ve bunların üzerinden Erzurum, Muş, Bingöl ve Tunceli'ye sızmanın kolaylaşmasını da sağlıyordu.1990 yılında bu kadar imkanlarla birlikte CİZRE, NUSAYBİN, SİLOPİ gibi yerlerdeki kepenk kapatma ve yürüyüşler de olunca APO'nun büyük planlar yapması ve bu planların tatbikatını militanların-dan istemesi çok doğal bir durumdur.Ancak, imkanlar genişleyince ve yapı büyüyünce sevk ve idare sorunları ortaya çıkıyordu. APO'nun grupları, "Bahar atılımı" için faaliyet alanlarına girmeye başlayınca, her yıl olduğu gibi güvenlik kuvvetleri ve Geçici Köy Korucularından darbeler yemeye başladılar. Her silahlı çatışmada beşer onar kayıp vermek morallerini bozmuştu. Öyle ki; kışlalarına hapsedeceğiz  dedikleri güvenlik kuvvetleriyle karşılaşmamak için köşe bucak kaçtılar, koruculuk sistemi dağılmadığı gibi, her gün insanlar korucu olmak için sıraya giriyorlardı. 
Örgütten kaçmanın risklerine rağmen bir çok militan, gruplardan kaçıyor bir kısmı güvenlik kuvvetlerine teslim oluyordu. APO'nun en çok kızdığı örgütten kaçan insanlardı. Diğerlerine kötü örnek olmasınlar diye kaçanları adeta birer canavar gibi lanse ediyor, onları ortadan kaldırmak, yaşamlarına son vermek, ailelerini katletmek, çevrelerinde barınmalarını engellemek için ne mümkünse yapıyordu. Niçin? APO niçin örgütü terk edenlere bu kadar kin duyuyordu? Tüm terör örgütleri, tüm çeteler saflarını terk edenleri hıyanetle suçlarlar. Dünyadaki hiçbir terör çetesi, APO kadar sapık duygularla kaçanlara karşı savaş açmaz. 
Çünkü; APO'nun çeşitli vesilelerle ayartarak pençesine düşürdüğü her insan, en fazla altı ay içinde kapılan açık gördüğü taktirde APO'yu terk eder.Hiç bir haklı 
dava adamı, yanındaki insanları zorla tutmaz. Safları 148  terk edenlere bu kadar şiddet uygulamaz ve zaten adil ve haklı bir mücadelenin önlerini de kimse kolay kolay terk etmez. Terk etse de bu denli infial uyandırmaz.  

Yeri gelmişken 1990 yılı içerisinde meydana gelen bir olayı örnek teşkil etmesi bakımından aktarmak istiyoruz:1983 yılında PKK, BOTAN alanında daha keşif ve 
istihbarat faaliyetlerine devam ederken ŞIRNAK ili KIRKKUYU (DEŞTALALO) köyünden Şahin BALİÇ (METİN) isimli lise mezunubir genç de PKK saflarına katıldı. 
Ardından başka KARAGEÇİT (SPIVYAN) köyü baskını vekatliamı olmak üzere; BOTAN ve MARDİN alanındaki birçok kanlı eylemde planlayıcı ve tetikçiolarak rol aldı. 
Öyle ki; PKK'nın gurur kaynağı olabilecek bir çok vahşi eylemin baş elemanlarından biri hep Şahin BALİÇ (METİN) oldu. Onun gözü karalığı ve eylemlerdeki acımasızlığı APO'nun gözünden kaçmadı, kısa süre sonra PKK Merkez komite Üyeliğine ve ARGK Askeri Konsey Üyeliğine yükseltildi. ŞIRNAK bölgesindeki bir çatışmada 1988 yılı sonlarında yaralanınca ağır olan yarasının tedavisi için APO'nun özel bir ekibi tarafından Suriye'ye geçirildi. Okurların çok iyi hatırlayacağı meşhur "DIŞKI YEDİRME" olayı bu sınır geçişi ve ilk tedaviyle ilgilidir. (METİN) Suriye'de derhal APO'nun özel evine taşıtıldı, tedavisiniher gün APO kendi elleriyle yapıyor, yarasını kendisi pansuman ediyordu. Şahin BALİÇ, APO'ya prim yapan çok kanlı eylemlerin failiydi ve tam kendisi gibi sadist bir yaradılışı vardı. Bir bacağı üç santim kısalan Şahin BALİÇ iyileşti ve APO tarafından Mahsum KORKMAZ Akademisine götürüldü. Lübnan'daki eğitim adayları içindeki düşman sızmalarının tesbiti ve onların yargılanmasıyla görevlendirildi. Şahin BALİÇ APO'nun talimatlarına uygun olarak kampa gelenleri denetliyor, şüphelileri "Türk İstihbaratının ajanıdır" diyerek günlerce işkenceye tabi tutuyor, sonra da sahte itiraf belgeleri imzalatıp askeri mahkeme başkanı olarak yargılandıktan sonra kurşuna diziliyordu. APO da yargılamaları temel olarak "MİT - Ajan, Kontgerilla, komplo"teorilerini üretmeye devam ediyordu. 
Bu yargılamaların belgelerini (!) SERXWEBUN ve BERX-WEDAN gibi dergilerde yayınlatıyordu. Hatta bunu Şahin BALİÇ'e de 149 yaptırıyordu. APO'nun bulunduğu yerde kimse basına demeç veremezken (METİN), çok özel bir gözde olduğu için basına askeri mahkeme başkanı olarak APO'nun onayı ile ortaya çıkardığı ajanlar ile ilgili demeçler verebiliyordu. 

14.CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN.., BÖLÜM 12

KÜRTLER, PKK ve ABDULLAH ÖCALAN.., BÖLÜM 12


Ayrıca BOTAN' daki Parti, cephe, ordu örgütlenmesi diğer eyaletlere 128 modellik yapacaktı. BOTAN eyaleti, adeta kurulacak olan "Bağımsız Birleşik Demokratik  Kürdistan'ın prototipi olacaktı. Partinin (PKK) iç merkezi burada üslenecek ti. Cephe (ERNK) faaliyetlerine burada yön verilecekti. 

     Diğer yandan Cephenin örgütlenmesi (Temsil ve yönetim-İktidar gücü) gene burada hayat bulacaktı. Ordunun (ARGK) Askeri Konseyi (Genel Kurmay),burada üslenip savaşı yönetecekti. ARGK'nin ilk Gerilla Tugayı BOTAN'da, 1988 yılı içinde inşa edilecekti. Bütün askeri güçler bu Gerilla Tugayının kuruluşunda yer alacaktı. 

Bu nedenlerle BOTAN Eyalet sorumluları, eyalet planlamalarını yaparken plana, "BOTAN FETİH PLANI" ismini verdiler. Planlamayı yaparlarken de hedefleri daha da büyüterek ordu kuruluşunu TUGAY değil de TÜMEN düzeyinde başlatmayı kararlaştırdılar. Kurtarılacak bölgenin sınırlarını tüm BOTAN eyaletini kapsayacak şekilde genişlettiler. Ayrıca Lübnan'daki Mahsum KORKMAZ Akademisine ek olarak kurtarılacak alanda bir HARP AKADEMİSİ kurmayı 
da planlarına dahil ettiler. Alanı kurtarmak için aynı anda diğer eyaletlerle koordineli olarak binlerce eylemi gerçekleştirip halk ayaklanmasından dem vurdular.   

Sorumlular, bu planlarını koltuklarının altına alıp hışımla faaliyet bölgelerine daldıklarında eskiden beri Türkiye'de bulunan gruplardan birçoğu kendi aralarında; 
" Bunlar APO'nun dolduruşuna gelmişler! " diyerek kendilerinin Türkiye'ye ilk girişlerini hatırlıyorlardı. Aslında tüm bu şamatanın bir tek nedeni vardı; yani bu işlerde profesyonelleşen APO, bu işleri daha çok şunun için organize ediyordu; eylemlerde tıkanıklık olmasın, her şeye rağmen, her şart altında eylemler devam etsin. Amaç, sonuç ne olursa olsun eylemler kesilmesin. Güneydoğu'da eylem sahaları dışında kalan sahalar da etkilensin, ulaşılamayan ova kesimleri, şehirler etkilensin, eylemler konuşulsun; öğrenciler, gençler, işsizler, yarınından endişesi olan olmayan herkes,örgüte sempati duyanlar ve duymayanlar ve tüm kesimler bu eylemleri konuşsun.Bu şekilde şehirlerde yığınla problemli insan devlete inat, ailesine inat çevresine, arkadaşına,düşmanına inat PKK'ya sempati duysun!129 

Bunlar giderek eylemlerden cesaret alsın, devletin güvenlik kuvvetlerinin aczini görsün!Kıpırdasın, korksun gitsin. Yani, esas potansiyel harekete geçsin. 
Geçsin ki; bu şekilde ufak bir müdahale ile onlar açlık grevi, yürüyüş, kepenk kapatma eylemlerine çekilebilsin.Silahsız (!) masum (!) olan bu insanlar güvenlik kuvvetleriyle karşı karşıya gelsin, içlerinde ölen yada yaralanan olursa bütün Türkiye ve dünya ayağa kalksın, bu şekilde devletin eli kolu bağlansın ki; devlet korktu, geri adım attı denilebilsin. İşte, APO bunun için ille de eylem diye yırtınmasının nedeni budur!Yıllardır ağadan, eşkiya dan, düşmanından korkmuş, sosyo ekonomik problemlerle bunalmış,ezik, birçok rahatsızlığı bünyesinde toplamış bu insanların duygularını kullanmak için müthiş bir tahrik gerekiyordu. O da sürekli eylemdi. 
Bu şekilde PKK halkın desteğini arkasına almış siyasal bir güç olabilecekti. Bundan özellikle; batılı kamuoyu etkilenecek, bazı uluslararası kurum ve kuruluşlar Türkiye'den hesap soracaktı. Sonra ne olacaktı?Sonra, APO bekleyecekti, hem de bazı güçlerin elinde etkili bir koz olarak, sadece bekleyecekti. Tabiidir ki; eylemlere devam ederek, hem de daha pervasızca... İşte APO'nun taktiğinin özü budur. Yoksa APO; bir ordu kuramayacağını, kurtarılmış bölgeler yaratamayacağını çok iyi biliyordu. Bilmeyenler zavallı saf çobanlardı. "

APO'nun yaptığı; bazılarını sürekli tasfiye etmek, sürekli aşılama yapmak, yapıyı sürekli dinamik tutmak, sürekli atak, arzulu ve istekli olmasını sağlamak, 
görevleri bakımından doyuma ulaşanları öldürtmek, bunları öldürtürken de komplo teorileri üretmekti.1988 yılı başında uygulamaya konulan eyalet planlarının hiç biri hedefine ulaşamadı. Ama ne çıkar? Önemli olan APO'nun zihnindeki hedeflerdir. Dolduruşa gelmiş, hayalci, maceracı birtakım zavallıların hedeflerinin ne önemi olabilirdi ki?130 1988 yılında önemli olan sürekli kan dökmekti. Kimin kanının aktığı da önemli değildi.Dökülen kan; güvenlik kuvvetlerinin, ihtiyar köylünün, kundaktaki bebenin ya da yıllarca APO'ya hizmet eden bir militanın olabilirdi. Yeter ki kan dökülsün, yeter ki sürekli olsun!APO; "Gerilla mücadelemizi biraz geliştirdik, düşman zaafa düştü. Gerillamız tıkanırsa biz zaafa düşeriz. Mücadele, halk, örgüt diye bir şey kalmaz" diyordu. O'na göre belirleyici olan kan dökmekti.

1988 yılında 104 vatandaş PKK tarafından öldürülmüş, 34 vatandaş yaralanmış tır. Evet, 1988 yılı eylem hedeflerine ulaşılamamıştı, ama yine de APO' ya umduğundan da çok şeyler kazandırmıştı. Sürekli basının manşetlerinde idi, radyolar ve TV kendisinden bahsediyordu, dış basında adından söz ediliyor, kendisinin gizli destekçileri açık destek verme-çabasına giriyorlardı. Artık kendisine siyasi bir kişilik yakıştırılmıştı ve PKK isimli çetesi siyasibir güç olarak lanse edilir hale gelmişti.Türkiye'de bazı çevreler bu gelişmeleri; siyasî, ekonomik ve sosyal bir ikbâl temin etmede basamak olarak kullanmaya başlamışlardı. Bir çok aydın (!) Kürt konusunda akıl işportacılığı yapmayı demokratlık ölçüsü olarak kullanıyordu. Eskiden komünizm bezirganlığı yapanlar, şimdi Kürtçülük bezirganlığına soyunuyordu. Birçok profesyonel yayıncı, "Doğuda para eder, itibar getirir" diyerek Kürtçülüğe soyunmuştu. Bazı siyasi gruplar, Kürt pazarını kapma yarışına girmişlerdi. 
Doğu ve Güneydoğu'da feodalite artığı birtakım adamlar, Kürtçülük satarak gelecek ve mevki kapma telaşı içindeydiler. Mürekkep yalamış birtakım kişiler, 
"insan haklan" adı altında ayrımcı Kürtçülüğün hamisi durumuna gelmişlerdi. İşte bütün bunlar APO'nun kazandığı şeylerdi. APO elbette kazanacaktı, çünkü;
Devlet, iki buçuk eşkiya dediği eli silahlı adamları dört yıldır ortadan kaldıramamıştı.131 Yurt dışında da bu işi tezgahlayanlar "Kürt halkının koruyuculuğu" na soyunmuşlardı.

     Bilindiği gibi Saddam HÜSEYİN, başta Fransa olmak üzere; bir çok batı ülkesinden ve Sovyetler Birliğinden satın almış olduğu kimyasal silahlarla Kuzey Irak HALEPÇE kentinde bir katliam düzenledi. On binlerce Kürt, bu silahlardan korkarak Türkiye'ye sığındılar. Türkiye, bu insanları ekonomik imkanlarını zorlayarak koruma altına aldı ve gücü yettiği kadar ağırladı.Batılılar bu tür olaylara dolaylı ve doğrudan bilinçli bir şekilde sebebiyet verirler. Sonra da Kızılhaç'ları, Birleşmiş Milletler fonları devreye girer veya kendileri, ülkeleri adına yardım gönderirler; felaketzedelerin yaralarını timsah gözyaşları dökerek sararlar, böylece dünya vekendi kamu oylarına şirin ve demokratik görünürler. Para koparmak amacıyla  Zehirlettikleri, katlettirdikleri Irak Kürtlerinden sağ kalanlarınTürkiye'ye sığınmaları üzerine Türkiye'yi zor durumda  bırakmak için geleneksel yardımlarını(!)bu sefer esirgeyiver-diler. 

Bu yetmiyormuş gibi türünün evrimde geç kalmış son örneği olanetkili bir "Madam"ı Türkiye'ye yolladılar. Gençliğini ve güzelliğini"insan haklarına" vakfetmiş olan bu yaratık, Türkiye'deki Kürt sığınmacıların içler acısı durumundan dem vurmaya başladı. Sığınmacı kamplarında beygir satın alır gibi ağız ve diş kontrolü yaparak ülkesine götüreceği damızlıklar seçmeye başladı, Kürt anası rollerini oynadı.   

    Bizim ar damarı patlamış şarlatanlarımız da bu "Madam "a alkış tuttular.İçlerinden bir tanesi bile çıkıp da; "Behey kansız! Üç kuruş için bu insanları zehirleten ler sizler değil misiniz? Hangi suratla böyle bir teftiş-ziyarete cesaret edersiniz? 

Aynı şeyleri bizler yapıp da arkasından sizin ülkenize bizden bir yetkilinin, bırakın ülkenize gidip yavuz hırsızlık yapmasını, kendi memleketimizi bize dar ederdiniz. Yalnız siz değil,bizdekiler, bizim kompleksliler bize yeterdi. Kimbilir ne taşkınlıklar, ne çılgınlıklar yaparlardı!" diyemedi.132 İşte, APO böyle bir toplumu kullanıyor. İşte, yavuz hırsızlar APO'yu böyle bir toplumun üzerine sürüyorlar. 
    İşte, APO bu nedenle hep kârlı çıkıyor, ne yapsa yanına kâr kalıyor.

1989 PLANLAMASINDA ÖNGÖRÜLEN HEDEFLER 

Abdullah ÖCALAN, üst düzey elemanlarına 1989 yılına ait plan hedeflerini dikte ettirirken örnek olması açısından BOTAN Eyalet Planlamasını kendisi yaptı. Yani, PKK diliyle " Perspektifler sundu"Yine her zamanki gibi siyasi bir değerlendirme den sonra planlamanın önemine değindi.Ayrıca,geçmişteki mücadelenin yarım yamalak da olsa büyük başarılar elde ettiğini vurguladı."Botan da ajan muhbir yapının dağıtılması kesinleşmiştir. Partimizin otoritesi egemendir"buyurdu. Geçmişte yapılan katliam ve eylemlerin önemini böylece belirtmiş oluyordu.Elde birikmiş çok sayıda insandan azami faydayı sağlayabilmek için; "Diğer eyaletlerde salt gerilla mücadelesi doğru iken Botan Eyaletinde artık Hareketli Savaş'a başvurmalıyız. 1990 yılı Parti Kongresi, kurtarılmış Botan topraklarında yapılmak zorundadır." diyerek militanları yeniden dolduruşa getirdi. Onların gerçekleşmesi asla mümkün olmayan bu hedefler için yırtınırcasına mücadele etmelerini istiyordu.Tabii önce tozpembe bir tablo çizerek, bu hedeflerin mümkün olduğunu kabul ettiriyor du. APO perspektiflerine devam ediyordu; "Hareketli savaş birliği büyüktür. Gerillanın tersine düşmanı imha etmeyi 
hedef alır. Bu nedenle Botan 'da yalnız gerilla değil hareketli birlikler de inşa edilecektir. Onun için dönem artık düşmanın imha edileceği dönemdir.""Botan 'ın özgürleştirilmesi ancak, diğer alanlardaki yaygın gerillanın desteğiyle mümkündür.Aksi taktirde düşman tüm gücünü Botan 'a yığar."133 

BOTAN' daki hareketli birliklerin, hareketli savaşı sürdürebilmesi için şunları planlamaktadır; "BOTAN'da bir tümen gücü ile işe koyulacağız. Mevcut gelişmeler bir gerilla tümeninin inşasını zorunlu kılmaktadır. Bu Tümenin iki tugayı BOTAN'da, bir tugayı da diğer eyaletlerde olacaktır."Böyle bir hedefi ortaya koyan APO, kadro için gerekli olan personelin temini içinde şunlarısalık vermektedir; "Madem böyle bir güç gerekiyor, o halde artık 15-25 yaş arası gençler ihtiyacımıza cevap vermez. Bütün halkı genç-ihtiyar, kadın-erkek saflarımıza çekmeliyiz. Bunun için ana birliklerimizle ,Alay düzeyindeki gerilla güçlerimizle düşmana saldıracağız. 

Düşman Taburlarını, bölüklerini, karakollarını imha edeceğiz. Büyük çaplı pusular kuracağız. Bize düşman olan aşiretlere operasyon şeklinde planlı saldırılar ile imha eylemleri gerçekleştireceğiz.Yani yeni savaş tarzımız bu olacaktır. Böyle olunca artık köylerin ve köylülerin yerinde kalması,eski yaşamlarını sürdürmeleri düşünülemez. Savaş ortamı toplumu doğrudan etkileyeceğinden taraftarlarımızın çoğu mecburen dağa çekilmek zorunda kalacaklardır, hem de bir daha inmemek üzere... 
Böyle bir taktikle yavaş yavaş tüm halkı savaşın içine çekebiliriz. Bu sayede sayımız hızla aratacak savaşımız tam bir halk savaşına dönecektir.
"Değerli okurlar; bu tam bir provakasyon mantığıdır! Bu, resmen bir halk düşmanlığıdır! Bu,insanın yaşama hakkına tecavüzdür! 

Aslında APO her sözünde, her cümlesinde bu karanlık niyetini açığa vuruyor ama anlayan kim?Ne görevliler ne de halk anlıyor!Bereket versin ki; bu hayali hedefler 1989 yılında gerçekleşmedi. 

Fakat tahribat olmadı mı?Elbette ki oldu: İnsanlar öldürülmedi mi? Hem de en vahşi şekilde öldürüldüler. Çeşitli provakasyonlar tertiplenmedi mi? 

Bu provakasyonlara Türk Basını ve aydınlan alet edilmedi mi?Hep böylesi günler için pusuda bekleyen, istismarcılıktan başka satacakları bir şeyleri olmayanlar, 
koro halinde seslerini yükseltmediler mi? Bunlar dün yaşanan olaylardır ve hepsi hafızalarda canlılığını korumaktadır.134 1989 yılında meydana gelen olaylarda 174 vatandaş PKK tarafından öldürülmüş 73 vatandaş da saldırılarda yaralanmışlardır. APO'nun perspektifini çizdiği ve sorumlularca daha da abartılarak sonuçlandırılan 
Eyalet Fetih Planlan ne BOTAN'da, ne de diğer Eyaletlerde tutmadı. Ama istenen alınmıştı. Bu militanlar dağ koşullarında ancak bu kadar sağılabiliyor du. 1990 yılına girerken yeni bir budama ve gençlik aşısı gerekiyordu. O halde, bunun parti içi zemini hazırlanmalıydı. Apo, mantıki zemini hazırlamaya başladı. BOTAN Eyaletindeki üst düzey kadroları eleştirmeye başladı. Şöyle diyordu; "Sözüm ona ordu kuracağız diye on tane keçiyi güdemiyeceklere elli tane adam teslim etmişler. 

Bir tas çorbayı kotarmaktan aciz birine bölge sorumluluğu vermişler. Eşekler bile sizlerden daha akıllıdır, dur dedin mi durur, yürü dedin mi yürür."
"Bir de şöyle yapacağız, böyle dağıtacağız diye söz veriyorsunuz. Söz verip de yerine getirmemek alçaklıktır. Ancak düşmanlar ve hainler bize karşı sahtekarlıklara başvurabilirler.Sözlerini yerine getirmeyenlerden Parti adına, cephe adına, ordu adına hesap soracağız. Biz bu hesabı sormazsak tarih ve halk bizden hesap sorar. "BOTAN'da faaliyet gösterenler ve başta sorumluları, affedilmez suçlar işlemişlerdi.Ya diğer eyaletler? Onların suçu daha da ağırdı. Affedilecek yanları hiç yoktu.    

APO; "GARZAN eyaletindeki sorumlular bir yıldır yatıyor, yalnız kendisi değil emrindeki onlarca kadroyu da yatırıyor ve bunları azar azar düşmana teslim ediyor. 

Bu alçaklıktır, budüşmanla işbirliği yapmaktır." diyerek öfkesini çok açık bir şekilde dile getiriyordu. Bu eyaletin sorumlusu olan şahıs daha sonra bir çatışmada öldü. Öldükten sonra da APO tarafından "Kahraman Şehit" ilan edildi. Böylece militanlardan ne istendiği açığa çıkıyordu.İstenen ölümdü! Çünkü kan ticareti yapılıyordu, gerçek olan buydu.135 DERSİM eyaletinin sorumlularını eleştirirken; "Orada, o sahada "Kışla Kültürü" egemendir.Dolayısıyla sorumlular Türk askeri kültürünün etkisiyle kısa sürede burada aldıkları eğitimiunutup esas özlerine Kemalizm'e dönüş yapıyorlar. Orada devrimi geliştirmek istiyorsak önce o beyinleri parçalamamız, dağıtmamız gerekiyor." diye bağırıyordu. Zaten APO, öteden beri DERSİM Eyaleti olarak adlandırdığı Tunceli-Elazığ Erzincan ve civarlarının elemanlarına istediği biçimi verememişti. Buraların insanları, hep erken uyanıyorlardı. Bu nedenle, bu insanları "Kışla Kültürü" ile yoğrulmuşlar olarak niteliyordu.Halbuki, planlamalar yapılırken; " DERSİM Eyaleti, BOTAN' dan sonraki ikinci önemli eyaletimiz dir. Oradan çok şeyler bekliyoruz." diyerek eyalet sorumlularını bir hayli poh pohlamıştı. 
Ama sonuçlar istediği gibi çıkmayınca gerçek düşüncelerini açığa vurup kinini kusmaktan geri kalmıyordu. MARDİN Eyalet planlamaları yapılırken ve diğer 
konuşmalarında hep "Mardin'in büyük yurtsever potansiyelinden, büyük kitle desteğinden" bahsederdi. 
Ancak, 1989 yılında Mardin'dende fazla ses çıkmayınca şu değerlendirmeyi yaptı; "Mardin'in toplumsal şekillenmesi gereği ağaile köle hep birlikte olmuştur. Ağa emretmiştir köle emirleri yerine getirmiştir. 

İşte Mardin'de ki militanlarımız da bu yapıyla bütünleşmişlerdir. Sorumlular ağa, diğerleri köle rolünü üslenmiştir.Sorumlu yatmıştır. Emrindekiler köle gibi 
sorumluya hizmet etmişlerdir. Sonunda devrim ve mücadelesi unutulmuştur. Bin bir emekle hazırlayıp konumlandırdığımız gücümüz Mardin 'de ağır darbeler yemiştir.
"Bereket versin ki buranın sorumluları yurt dışına çıkmamıştır. Aksi halde APO tarafından en ağır ihanetçi-komplocu, MİT ajanı gibi damgaları yiyip günlerce işkence gördükten sonra kurşuna dizilmeden, şimdilik kurtulmuş gözüküyorlardı. Bir süre sonra bu sorumlular da çatışmalarda öldüler. APO hemen ağız değiştirip hepsini "Büyük Kahramanlar" ilan etti. Çünkü onların yakınları,akrabaları ve tüm sülaleleri APO tarafından kullanılacaktı.136  

ORTA EYALET için daha vahim şeyler söyleniyordu. Bu eyaletteki-ler 1989 yılı boyunca hiçbirşey yapmamışlardı. O halde geçmişte ne kadar hizmeti olursa olsun, ne kadar büyük fedakarlık yaparsa yapsın eyalet sorumlusu, mutlaka "Komplocu ve hain"di. APO'nun mantığı buydu ve bumantığı belgelemek için bir çok senaryo uyduruyordu. Diyordu ki; "Bölge sızmalara çok müsait.Orada örgüte katılımların içinde çok sayıda MİT ajanı vardır. 

Dolayısıyla Orta Eyalette sorumluluğu MİT ele geçirmiştir." Evet, bu kadar çılgınca düşünebiliyordu. Çare olarak da; " Bir grup gitsin oradaki eyalet sorumlusunu yakalayıp getirsin, karşı koyarsa öldürsün. Grubuyla birlikte karşı koyarsa grubunu da öldürsün! "İşte, zor şartlardan, imkansızlıklardan dolayı bir süre eylem yapamayan örgüt elemanlarına APO'nun bakış tarzı böyledir.

GÜNEY BATI EYALETİ'ni de bu tarzda eleştiriyordu. Fakat SERHAD Eyaletine biraz daha değişik yaklaşıyordu. Orayı şimdilik daha fazla ön plana çıkarmak istemiyordu. Yakın çevrelerine şunları fısıldıyordu; "Bildiğiniz gibi kurtarılmış bölgeleri geri cephelerden aldığınız destekle sınır eyaletlerinde inşa edeceğiz, eğer bir gün Ermenistan bağımsızlığına kavuşursa işte,biz de o zaman muazzam bir Ermenistan geri cephesine kavuşacağız, büyük destek göreceğiz."APO, SERHAD Eyaleti-ERMENİSTAN ilişkisini hep gizli tutmuştur. SERHAD Eyaletinintarihi misyonunu oynaması için daha biraz zamana ihtiyacı vardı. 

Bu eleştirilerden sonra, üst düzeydeki kadrolarda 1989-90 kışı içerisinde büyük bir tasfiyeye gidildi. Bazıları kış toplantısına gitmedi, bazıları kaçtı, kimisi APO'nun kokmuş ayaklarına kapanıp af diledi. 
Af dileyenlerden birisi de BOTAN Eyaleti sorumlusuydu. Bu şahıs, BOTANkod adlı Nizamettin TAŞ idi. 1988 yılı sonunda kampa gidip af diledikten sonra 
M. Korkmaz Akademisi nin genel koordinatörlüğü görevi verildi. Bir süre sonra bu görevde başarısız kaldığı belirtilerek, halâ dağda yaşadığı "bilinçli tasfiyecilik"; sürdürdüğü gerekçesiyle üç aylık bir tecrit cezasına çarptırıldı. Bu cezayı almasını sağlayan diğer bir 137 neden de; Botanla beraber Türkiye'de faaliyet gösteren şahısların, kendilerini kurtarmak için aklagelecek her türlü suçlamayı yapmalarıydı. Bu kişilerin başında da Parmaksız ZEKİ kod adlıŞemdin SAKIK geliyordu. Yani; P. Zeki, Botan'ın sırtına basarak kendisini kurtardı ve tekrar Türkiye'ye gönderilerek merkez komite ve askeri konsey üyeliği veril di. Botan, tecritte iken kurtulmanın yollarını aradı ve Apo'ya sayfalarca özeleştirici raporu yazarak kendisini affettirmeye çalıştı. Botan tecritte olduğu sırada Akademi koordinatörlüğüne, 1990 yılında Apo tarafından öldürtülen Şahin BALİÇ (Metin) getirildi. Botan daha kurnaz olduğu için Metin'in sırtına basarak kendisini tecritten kurtarmayı başararak tekrar yönetime getirildi. Kamp yönetimindeki diğer kişiler içerisinde, kısa sürede ayak oyunları geliştirerek bazılarının cezalandırılmasını sağladı.   

   Böylece; Metini de kendisinin eski durumuna düşürünce, (Metin, daha sonraki eğitim devresindetekrar affedilerek koordinatörlüğe getirildi) koordinatörlük yapacak tek kişi olarak görüldüğü için, yeniden bu göreve getirildi. Bu görevde iken de, ayak oyunlarına devam ederek; ne kadar başarılı olduğunu Apo'ya gösterdi ve "BOTAN FATİHİ" olarak yeniden görevlendirildi ve 1989yılında ARGK komutanı (Genel Kurmay Başkanı) ve Botan Eyalet sorumlusu olarak Türkiye'ye gönderildi.  Ekim 1989 yılında gerçekleştirilen "I. Ülke içi Konferans"a bu sıfatla gönderilince Şemdin SAKIK (Parmaksız ZEKİ), büyük bir tepki göstererek konferansa katılmadı ve adamlarını kamyona doldurarak Diyarbakır-Muş bölgesine gitti. Halen bu bölgede halk arasında"ŞEMO AMCA, ŞEMO AĞA" olarak bilinir. 

   (Apo'nun talimatlarını dinlemediği için 1990 yılıKasım ayında hakkında idam fermanı çıkarılmıştı. Ancak; Apo'nun, Parmaksız Zeki'ye o bölgedeihtiyacı olduğu için, sonradan uzlaştılar.)Nizamettin TAŞ (Botan), yeniden başarısız gösterilerek APO tarafından cezalandırıldı amaApo'nun ona ihtiyacı olduğu için; bu ceza, ölüm cezası olmadı.Yukarıda da belirttiğimiz gibi; bu şahsa APO zamanında BOTAN  FATİHİ ismini de takmıştı.138  

Çünkü gerçekten çok sapıkça eylemler düzenliyordu. 
Demek ki;  
APO, bu şahısta birazcık daha ümit görmüş olacak ki, kampta ufak bir göreve getirip daha da bilenmesi için zaman tanındı.  
1990 yılının plan ve diğer hazırlıkları APO'nun talimatlarıyla daha çok Kuzey Irak ve İran'da yoğunlaştı. Suriye ve Lübnan'da eğitim görenlerde hazırlıklar yapanlar vardı. 
Bu seferki çalışmalar çok daha şiddetli yürütülüyordu. PKK 4. Kongresi 1990 yılında yapılacaktı ve ortada henüz bir kurtarılmış bölge yoktu. 
BOTAN' da, Tümeni bir yana bırakın Tugay ya da Alay çapında bir birlikten bahsetmek mümkün değildi.Ancak, geçen zaman süresi içinde yani 1984 yılından başlayarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da çok büyük bir terör, sindirme-kaçırtma, yok etme faaliyeti yaşanmıştı. Birçok insan canını ve namusunu korumak, kurtarmak için evini, toprağını, hayvanını, her şeyini terk ederek bölgeden kaçmıştı. Bu olaylardan Türkiye'de etkilenmeyen kalmamıştı. Tüm Türkiye'de bu konuda resmi ve sivil çevrelerde çok çeşitli düşünceler oluşuyordu.Herkes aklına, mantığına, algılama düzeyine ve çıkarlarına göre bir sonuç ortaya atıyordu. Türkiye'nin Güneydoğusunda neler oluyordu? Bunun sonu nereye varacaktı? Devlet neler yapıyordu, hükümet ne düşünüyordu? Güvenlik Kuvvetleri niçin bu hadiseleri bastıramıyor,örgütü niçin yok edemiyordu? Hadiselerin özü neydi, boyutları ne kadardı? Daha bir yığın soru sorulmaya başlanmıştı. 
Bu sorular ister istemez zihinlerde oluşuyordu.Aydınlar, çeşitli siyasi ve sosyal çevreler, gruplar içinde aynı sorular gündemdeydi. Neler oluyordu, nereye varacaktı, neler yapılıyordu ve neler yapılmalıydı? Bu gibi sorulara genellikle olayların özünden habersiz, tamamen sübjektif yaklaşımlarla cevap verilmeye çalışılıyordu.    
Herkes bir tarafa çekiyordu, kamuoyu sürekli yanıltılıyor du. Yöre halkı zaten her an, her.saat etkileniyor ve terörle içice yaşıyordu.139 

13.CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***