Körfez Savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Körfez Savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Şubat 2021 Salı

21. Yüzyılda İstihbarat BÖLÜM 2

21. Yüzyılda İstihbarat  BÖLÜM 2






 İstihbaratın Askerileşmesi 

Uluslararası arenada söz konusu olabilecek ve geçmişte de yaşanmış güvenlik riskleri ile baş edebilmenin en ekonomik ve etkin yolu zorlayıcı diplomasi ile 
desteklenen örtülü yöntemler ve gizli savaşlar olacaktır. 21. yüzyılda politikanın gizli ve örtülü yöntemlerle devam ettirilmesi teknolojinin sağladığı yeni 
avantajlar ve yöntemlerle çeşitlenerek devam edecektir. istihbarat fonksiyonları nın uluslararası güç mücadelesi içinde daha yaygın ve etkin kullanımı ile 
örtülü operasyonlar ve düşük yoğunluklu çatışmalar bazen değişime uğrayarak yaygınlaşacaktır. İstihbarat fonksiyonları ile güvenlik ortamını şekillendiren 
güçlerin sağladığı bölgesel etkinlik küresel etkinliğin de kapısını açacak, çokkutuplu ve rekabetin genellikle örtülü yöntemlerle sertleşerek sürdüğü bir 
uluslararası ortam yaşanacaktır. İstihbarat fonksiyonları ve ileri teknoloji konusunda ön plana çıkan ülkeler, ittifaklar sistemi ile dünya liderliğine 
oynayacaklardır. Askeri güç bu tür sorunlarla başa çıkmak için tek başına uygun bir araç olmadığından istihbarat fonksiyonları ile desteklenen diplomasi 
veya müdahale biçimleri daha uygun yöntemlerdir. Bu gelişmeler; ülkelerin dış güvenliklerinin daha etkin ve gelişmiş yapılanmalara, imkânlara ve yöntemlere sahip olmalarını gerektiğini göstermektedir. Günümüzde siyasi-stratejik ve ekonomik istihbarattan çok askeri-stratejik istihbarata odaklanılmaktadır. 

Bu istihbaratın yeni oryantasyonu oldu. İstihbarat sadece sivilleşmedi, son 20 yılda oldukça özelleşti ama bir yandan da yeşilleşti yani askerileşti. 

2000‟lerin istihbarat paradigmasının tarifi 11 Eylül sonrası dönemde yapılmaya başlandı. İstihbarat, belirli bir alanda ve taktik kullanıma uygun olmalıydı. 
11 Eylül 2001 sonrası CIA geleneksel görevi olan ordu ile ortak görevlere başlarken, ajanlar askerlere dönüşüyordu. Askerler ise timler halinde Amerikan 
dış politikasının karanlık boşluklarına dağılıyordu. Yeni Amerikan savaş metodu için askeri-istihbarat kompleksi yaratılmıştı. Birbirinden ayrı ve paralel 
yürüyen pek çok savaşta özel kuvvetler ve istihbaratçılar yan yana çalışmalı idi. Sözleşmeci özel şirketlere gizli casusluk ağları kurulması görevi verildi 
ve bölgedeki diktatörler, güvenilmez yabancı istihbarat servisleri ve vekilli savaş güçleri ile işbirlikleri geliştirildi 14. 

ABD, terörle gizli savaşta en önemli vasıta olarak silahlı insansız hava aracını (Predator) keşfetti ve halen onun yanına bir şey koyamadı. ABD‟deki 
istihbarat servisleri gittikçe askerileşiyor hatta yapıları askeri modele kayıyor; daha merkezi ve yukarıdan aşağı liderlik. Geleneksel espiyonaj yani ajan 
kullanımı ile insan istihbaratı açık kaynak istihbaratında daha az değerli olacak, sosyal medya istihbaratı genişleyecektir 15. 

Siber savaş, drone ve robotlar, özelleşmiş savaş, teknoloji ile güçlendirilmiş kişi ve küçük gruplar savaşın doğasını değiştirecektir. 
Düzensiz savaşlar; fiziksel, entelektüel ve moral olmak üzere üç alanda yapılır. Modern savaş ise çifte bir vizyon krizi yaşıyor. Birincisi entelektüel vizyon 
sorunudur. 
Gerçek bir teknolojik devrimle karşı karşıya olduğunu kabul etmek istemiyor. Diğer sorun alanı ize yeni teknolojilerin yarattığı çözülemeyen problemlerdir; 
komuta-kontrol ve istihbarat krizi. ABD‟nin terörle mücadelesi 5 yıl içinde iki büyük savaştan sonra İŞİD ‟a yönelik hava harekâtına, özel kuvvet 
operasyonlarına ve CIA‟ nın vekilli savaşlarına indirgenmiş durumdadır. Çare “akıllı savunma” ama bu çok para ve çok güçlü ordu anlamına gelmiyor. 
Yeni durumları önceden görmek, adapte olmak yani akıllı istihbarat ile operasyonel zorluluk ları yenecek eğitim ve kabiliyetlere sahip olmaktır. 
Ancak, Soğuk Savaş‟tan kalma yapılara sahip istihbarat servisleri terörle mücadele için yeni yaklaşımlara ihtiyaç duyuyor. 21. yüzyılın istihbaratı için saldırgan avcı stratejisi gerekli ancak bu sadece teröristleri avlamayı yani öldürmeyi değil, yerel istihbarat ve güvenlik servisleri ile birlikte çalışmayı ve yerel hassasiyetleri dikkate almayı gerektiriyor 16. 

Küresel terörün geldiği aşama yeni, saldırgan ve Ortodoks olmayan taktikler gerektiriyor 17. 
Bir istihbarat teşkilatı olmasına rağmen CIA, ABD‟nin terörle mücadelesinde ana vasıtalarında biri oldu 18. 
Bu amaçla örtülü faaliyet alet kutusu (psikolojik savaş, bilgi savaşı, aldatma, siyasi-ekonomik ve paramiliter örtülü operasyonlar) koordineli bir şekilde 
kullanılmalıdır. Son yıllarda paramiliter programlar içinde eğit-donat, hedefli öldürme programları öne çıktı. 

 İstihbaratın Öncelikli İşi; Terörle Mücadele 

 Uluslararası güvenlik çevrelerinde gene kabul gören anlayışa göre, tehdidin doğası, dolayısıyla istihbaratın hedefi büyük ölçüde, ulus-devletlerden devlet dışı 
aktörlere kaydı. Devlet dışı aktörler, öncelikli hedef oldu. Ulus-devletler coğrafidir yani belirli bir coğrafya içindedir ve adresi bellidir. Onların uzun bir hikâyesi 
vardır ve istihbarat, bu hikâyelerden yola çıkarak kendi liderlerine yön verecek çalışmalar yapar. Hikâye olmadan, yeni bir bilgi sadece boş bir bilgidir. 
Devletlerarası ilişkiler hiyerarşik ve bürokratiktir, tehdide dayalıdır. Devletlerin çıkarları ve hedeflerini anlamak için savunma yeteneklerine bakılır; tanklar, 
füzeler, ordunun büyüklüğü vs. 

Teröristler (bireyler, şebekeler ve örgütler) ise her yönden devletlerden farklıdır. Küçük yapılardır ama bir intihar bombacısı bile büyük sonuçlar doğurabilir. 
Dönüşen, akıcı ve gizli yapıları hakkında istihbarat toplamak zordur. Ne adresleri vardır ne de sadece oradadırlar. Teröristler genellikle bir halkın içinde saklıdır 
ve onlar hakkında bilgi toplarken sivil halkın özgürlüklerine zarar vermemelisiniz dir. Onlarla ilgili çok az hikâye vardır ya da yoktur. 11 Eylül 2001‟den beri 
hala El Kaide‟nin hiyerarşisi, şebekesi, eylemleri, ideolojisinin ne olduğu tartışılıyor. 
Bütün bu gelişmeler istihbarat örgütlerine de etki ediyor ve geleceğe ilişkin çalışmalara önem kazandırıyor. İlk yaşanacak etki bugün bahsettiğimiz 
“istihbarat” ya da “gizli istihbarat” kavramı ile 20 yıl sonra aynı şeyi mi kast edeceğiniz sorusunun cevabıdır. Gizli istihbarat, başkasının sizin bilmenizi 
istemediği ve vermediği bilgiyi elde etmek başarısıdır. Bunun için hala ajanlar eğitiliyor, yabancı ülkelerde irtibat personeli kullanılıyor ve özel haberleşmeler 
elektronik olarak takip ediliyor. Bilgi ve haberleşme teknolojileri şirketleri halen uluslararası çatışmalarda çok önemli roller oynuyorlar. 

Arap hareketlerindeki devrimlerin alt yapısını kurdular 19. 

Örneğin. 
Suriye‟de muhalif gruplar şirketlerden istifade ederek (Google Map Maker) bölgenin haritasını çıkardılar, insan kaynağı temin ettiler (crowd-sourcing program) ve rejim üyelerinin ailelerine kadar tüm bağlantılarını ve yerlerini öğrendiler. Protestolar başladığında yerel olarak muhaliflerin elinde Google editörleri tarafından onaylanmış isim listeleri vardı 20. Protestocular, Google sayesinde sadece elektronik haritaları değiştirmediler, cadde ve sokaklara kendi isimlerini verdiler. Böylece muhtemel bir barış anlaşması için Google sayesinde kendilerine göre bir meşru harita geliştirdiler. 

Suriye hükümeti BM de Google dan şikâyetçi olunca, şirket yetkilileri bu bilgileri yetkili (!) kaynaklardan aldıklarını söylediler 21. Ayaklanmacılar ile teknoloji 
şirketleri işbirliği içinde bu tür oyunları Ortadoğu genelinde, Güney Asya ve Latin Amerika‟da da oynuyorlar. 

 21. yüzyılın tehditleri artık devletlerden çok devlet dışı aktörlerden, teröristler den, ayaklanmacılardan, aşırılık yanlılarından, organize suçlardan, siber 
hacker‟ lar dan, korsanlardan kaynaklanıyor. İletişim ve haberleşme alanındaki teknolojik gelişmeler açlık, kıtlık, insan hakları, göç, hastalıklar gibi tehditleri 
daha görünür hale getirdi. Dış politikada ulusal hükümetlerin ikna edilmesi için gene kendi halkı kullanılacaktır. Bu amaçla, bölgesel güvenlik aracı olarak 
“ikna” yöntemi için yenilikçi yaklaşımlara başvurulabilir. Uzmanlaşmış, yüksek teknolojiye sahip gizli faaliyetler yerel hareketlerin desteklenmesinde rol 
alabilir. Küresel kamuoyu, stratejistlerin dikkate alması gereken gerçekten önemli bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır. Küresel iletişim “kopyacılığı” mümkün kılmaktadır. Anında ve yoğun küresel haberleşme; ülkelerin, kendi vatandaşlarının (veya diğer ülke vatandaşlarının) neyi duyması, görmesi, okuması, bilmesi ve inanması gerektiğini etkileyecek kabiliyetlerini erozyona uğratmıştır. Teknoloji insanların hayatının kalitesini artırır ve toplum yaşamını dönüştürürken, özel hayatın gizliliği endişe konusu oldu. 
 
İstihbaratın Özelleşmesi 

17. yüzyıldan beri özel şirketler ülke kaynaklarının (İngilizlerin Doğu Hindistan Çay şirketi ya da Amerikalıların Standart Oil‟i gibi) sömürülmesinde kullanılırdı. 
Bugün teknoloji şirketleri ile ülke egemenlikleri ve kendini savunma hakları ellerinden alınıyor. ġüphesiz bu şirketlerin istihbarat servisleri ile iç içe çalıştığını 
düşünüyorsunuz ama bu bile yetersiz çünkü daha da ötesinde birçok devletten ya da devletler grubundan daha etkili bir “istihbarat silahı” olarak kullanılıyorlar. 
Tarihte hiç olmadığı kadar uluslar arası politikada bir güç çarpanı haline geldiler. Soğuk Savaş döneminde çok büyük, çok yavaş ve çok katı bir rakip vardı. 
Bugün ise rakiplerimizden daha hızlı karar alma ve harekete geçme kabiliyetine sahip değiliz. 

Özel ticari şirketler ve akademik ortaklar hükümetlerin daha hızlı hareket etmesine yardım edecektir. Soğuk Savaş döneminde istihbarat gizli bilgi demekti 
ve karşı tarafın sakladığı bu bilgiyi almak istihbarat servislerinin işi oldu. Toplanan bilgiler bir süreçten geçirilir ve gene gizli kanallardan üst makamlara rapor edilirdi. Bugün bu sistem ne yeterli ne de kabul edilebilir. Artık özel sektörü kaynak olarak kullanma dönemindeyiz. Örneğin ticari bir şirketin uzaydan aldığı bir görüntü ile Çin‟de bir hava alanına park etmiş bir askeri uçak resimlenmektedir. Dış kaynağa başvurmak işi başkasına yani özel sektöre yıkmak değildir. Ticari ve akademik dünya ile birlikte stratejik ortaklıklar ve müşterek projeler içinde iyi düşünülmüş süreçlerin kullanılmasıdır. 

Resmi ve özel istihbarat üreticileri ve tüketicileri farklı ürünler için artan şekilde iç içedirler. Haber analizinden kamu diplomasisine, dezenformasyondan 
aldatmaya ortak projeler uygulanmaktadır. 

11 Eylül 2001 sonrası ABD istihbarat toplumunda sessiz bir devrim oldu ve pek çok büyük çaplı iş, dış kaynak kullanımı (outsourcing) ile sözleşmeci özel 
şirketlere verildi. Artık istihbarat servislerinin temel fonksiyonları özel şirketler tarafından yerine getirilmektedir. 2007 yılında ABD hükümeti kabaca 2.8 
trilyon dolar olan federal bütçesinin yaklaşık 1 trilyon dolarını güvenlik işlerine harcadı 22. ABD‟de özel sözleşmeci Şirket çalışanı sayısı 7.5 milyondan 
fazla olup, bu federal işgücünden dört kat daha fazladır. Bütçe açığının 10 trilyon doları geçtiği ABD‟de, sözleşmeci şirketlere yılda yarım trilyon dolar 
verilmektedir 23. Mayıs 2007‟de yayınlanan ODNI‟nin bütçesinin %70‟inin sözleşmelere gittiği görüldü. NSA‟nın işlerini özel şirketler olmadan yapması 
mümkün değildir. Pentagon‟un yeni istihbarat birimi Terörle Mücadele Sahra Hareketi (CIFA24) personelinin %70‟i gene sözleşmeci şirket elemanıdır. DIA‟nın 2007‟deki çalışanlarının %51‟i aynı durumda idi. CIA‟da da durum farklı değildi. CIA iş gücünün %50-60‟ı, özellikle Ulusal Gizli Servis (NCS) ve insan istihbaratı bölümü çalışanları özel şirketlere mensuptur 25. 

Özel şirket çalışanları, CIA içindeki adı ile “Yeşil Porsuklar”, Irak‟ta örtülü operasyonlardan casusları işe alma ve çalıştırmaya kadar pek çok hassas 
hizmet verdiler. CIA adına insan istihbaratı toplayıp analiz ettiler ve istihbarat ürünlerini diğer ülke istihbarat servisleri ve hükümetin diğer daireleri ile 
paylaştılar. Lockheed Martin, Raytheon, Booz Allen Hamilton, SAIC ve diğer şirketlerin istihbaratçı profesyonelleri, ODNI ve diğer istihbarat servislerinin 
analitik bölümlerine entegre oldular. 

   Güvenlik ve istihbarat şirketleri, iç içe her gün pek çok yeniliğe yol açmakta ve siyasi arenada sözü geçen birer aktör haline gelmeye başladılar. 
Lobicilik ya da danışmanlık gibi görüntüler altındaki bu şirketlerin yönetiminde çalışanlar ve elemanlarının çoğu eski istihbarat servisi ya da özel kuvvetler çalışanlarıdır. Hemen her gün istihbarat dünyasından iş dünyasına bir transfer haberi rutin hale geldi. 

İstihbarat servislerinin bütçe detayları gizli olduğu için hangi serviste ne kadar özel şirket elemanı olduğunu net olarak söylemek mümkün değildir. 
Sözleşmeci şirket kullanımı bir seçenek olmaktan giderek zorunluluk hale geldi. Gittikçe yasal ve yasal olmayan güç kullanımı arasındaki çizgi de kayboldu. 
Ulusal güvenlik ya da devlet istihbaratının temel amacı, ulusal çıkarları geliştirmektir. Ancak, özel şirketler gittikçe istihbarat, güvenlik ve savunma 
politikalarında etkili olmaya başlıyor. Özel şirketlerin istihbarat alanına da yoğun şekilde girmesi ile bu çıkarların belirlenmesinde şirketlerin hissedarları da 
söz sahibi olmaya başladı. Devletin özel istihbarat şirketlerine ait personel, bilgi ve uzmanlığı ne kadar kontrol edebildiği tartışılmaya başlandı 26. 

Bu yabancı kaynakların gizlilik dereceli bilgiye nüfuz etmesine imkân sağlayabilir. 
İstihbarat örgütleri ve büyük şirketler arasındaki ilişkiler nedeniyle gözetleme ve izleme işlerinin örtülü operasyonlar içerisindeki rolü çok daha büyümüş 
ve küresel bir hal almıştır. ABD ve Avrupa‟da ortalık iş istihbaratı ile ilgili şirket kaynamaktadır. 

İstihbarat servisleri ve özelde istihbarat şirketleri kendilerine iş dünyasında finans ve yatırım danışmanlığı işlerinden sonra yeni pazarlar bulmak ve görünümlerini kamufle etmek için lobicilik, güvenlik ve kriz yönetimi alanlarına da el attılar. Önemli ölçüde güç kaybeden istihbarat servisleri çare olarak emekli personelinin özel şirketlere gitmesini yasaklamayı düşünüyor. 

 İstihbarat Fonksiyonlarında Yeni Trendler 

 İstihbarat, örtülü operasyonlar, propaganda ve koruyucu güvenlik kabiliyetleri; birer istihbarat fonksiyonu olarak ulusal güvenlik önlemlerinin daha belirgin bir öğesi haline gelmiştir. İstihbarat dün olduğu gibi bugün de bir insan gayreti olarak kalmaktadır. Örgütler ve teknolojiler gelişirken yeni vasıtalar ve yöntemler bulmakta ama eski moda olanlar göz ardı edilemeyecek kadar geçerli olmaya devam etmektedir. Düşük teknolojilerin tek başına yeterli olmayacağı durumlarda vardır ve bu yüzden istihbaratçı her türlü vasıtayı birbirini tamamlayacak şekilde kullanmak zorundadır. Bilgi çağında istihbarat planlama süreci, modern yönetim şekillerinin uygulanmasını zorunlu kılmaktadır. 

Daha esnek, daha uyumlu ve daha sorumluluk sahibi bir planlama süreci oluşturulmalıdır. İstihbarat İçin değişim alanları şu şekilde sıralanabilir 27; 
- Toplama, 
- Değerlendirme, 
- Uyarı, 
- Güvenlik, 
- Dağıtım, 
- Bütçe ve Programlar, 
- Organizasyon, 
- İnsan gücü, 
- Uyum gösterme, 
- Radikal çözümler. 

Toplama kabiliyetleri ile ilgili değerlendirmeler şu şekildedir; 

HUMINT; eskisi kadar önemli çünkü teknoloji her yere giremez. İnsan istihbaratının öncelikli amacı hedefin niyetini öğrenmek. Örtü sağlamak ve 
dokümantasyon gittikçe zor hale geliyor. Espiyonaj gittikçe dijital hale geliyor. 
Ajan tipi değişiyor. 
SIGINT: en önemli güç çarpanlarından biri haline geldi. Özel kriptolama kullanımı kritik bir kabiliyet. 
IMINT; rolü değişiyor, istatistik geliştirmek artık çok önemli değil. Ticari hale gelirken, operasyonel güvenliğe etkileri konusunda dikkatli olunmalıdır. 
OSINT; bütün yararlı bilgiler açık değildir, bütün gizli bilgiler de yararlı değildir. Kaynakların güvenilirliğini araĢtırmak önemli ama zordur. 
ABD istihbaratı teknik istihbarata özellikle GEOINT, SIGINT ve MASINT a yöneliyor, HUMINT gittikçe kayıp tarafta kaldığı için analizciler büyük resmi 
haberleşmeler, gazeteler ya da ölçülen emisyonlardan okumaya çalışıyor 28. 
HUMINT olmadan bu verilerin teyit edilmesi, rakibin niyet ve kabiliyetleri anlaşılması zordur. 
Taktik istihbarat alanında da aynı sıkıntı yaşanıyor. 21. yüzyılın operasyonel istihbarat ihtiyacı insansız hava araçlarına bağımlılığı oldukça artırırken, insan 
istihbaratı da tersi bir trend izliyor. İstihbarat başarısızlıklarının çoğunun arkasında HUMINT eksiği yatıyor. 21. yüzyılda gizli istihbaratın rolü dönüşüm içindedir. 
İstihbarat ve güvenlik konularının politikadaki yeri ve bu konuda kamuoyu bilinci daha arttı. 




Şekil 1: İstihbaratın Yeni Dengesi 
 
Robert David Steele, The Evolving Craft of Intelligence, in Robert Dover, Michael Goodman, and Claudia Hillebrand (eds.). Routledge Companion to 
Intelligence Studies, Routledge, (Oxford, 2013). 

 Analiz ve değerlendirme; rakamlar çok önemli olmaktan çıkıyor, gizli bilginin kullanımı azalıyor. Büyük bilgi yığını içinde neye baktığımız, neyi aradığımız önemli hale geliyor. Devlet-dışı aktörlerle ilgili analiz yapmak farklı yetenek setleri gerektiriyor. “Yeterli olmak” yerine “zamanında bilgi”, bazen de “konuya özel istihbarat” öne çıkıyor. Kültürel istihbarat geliştirilmelidir. 

 İstihbarat kaynaklarının çokluğu, operasyonel ihtiyaçlar için gerçek zamanlı bilgi ihtiyacı istihbaratın entegrasyonunu gerekli kılmaktadır. Toplanan bilgi işlem 
görmedikçe istihbarat değildir ve bundan dolayı potansiyel olarak yararsızdır. 
İstihbarat servisleri, toplama ve analiz konusunda kendi özel yöntemlerini geliştirmek zorundadır. Yeni teknolojiler entegre ederek toplama kaynakları ve 
analiz için uzmanlaşma geliştirilmelidir. Günümüzün karmaşık istihbarat ürünleri için iş ve akademi dünyası ile işbirliği ve ortaklıkların gayri resmi olarak 
sürdürülmesi artık olanaksızdır. 

Bilgiyi nasıl işlediğimiz de değişmelidir. Evrensel olarak pek çok bilgi sıradan insanlar gibi tüm istihbarat servislerine de açıktır ve internet yolu ile ülkelerin iç istikrarı takip edilmektedir. 

Güvenilir özel şirketler varken istihbarat toplama, işlem ve sunma görevlerini sadece resmi makamlara bırakma fikri artık geride kaldı. 

Bu tür işbirliklerinin büyük avantajları görülmektedir. 

Uzun dönemli analiz ve temel araştırmalar azalma sürecindedir. Uygulanan politikaların desteklenmesi için gerekli günlük talepler artık analitik kabiliyetlerin 
ötesine geçmektedir. Uzun vadeli analizler için gerekli kaynaklar ve analitik programlar yetersizdir. Analiz konusuna yatırım artırılmalıdır. Stratejik izleme ve 
terörle mücadele klasik bütçe uygulamaları ve sınır kontrolleri ötesinde ihtiyaçlar doğurmaktadır. Ulusal güvenlik, iç güvenlik, suç ve yolsuzluklar, uzay ve havacılık teknolojisi, gelişmiş malzemeler, biyografik bilgiler, askeri doktrin ve strateji alanında edinilen devasa bilgi yığının analiz edecek yeterli analiz kabiliyeti yoktur. Açık kaynaklar arttıkça kültür, tarih ve dil daha önemli hale gelmektedir. Gerçek zamanlı istihbarat için analizciler yabancı kaynaklardaki bilgileri hızlı bir şekilde arayacak, sınıflandıracak, depolayacak ve yeniden ilave edecek makine tercüme kabiliyetlerine sahip olmalıdır. 

İkinci Dünya Savaşı‟ndan beri hava tahminler bir istihbarat işlevi olarak görüldü. Bugün bu işlev kamu hizmeti olarak görülüyor. Ancak, istihbarat alanındaki 
değişim ihtiyaçları yeni görev bölümleri getirebilir. 
İstihbarat analizi hala entelektüel bir iş ve analizcilerin beyninde oluşmaktadır. 
İstihbaratçılık gittikçe kötümser bir eğilimde gidiyor. Bob Gates bir zamanlar şöyle demişti; CIA analizcisi çiçekleri koklamayı bıraktığında daima etrafına bir cenaze için bakmalıdır. Eğer politika yapıcı iyimser değilse o işini yapamaz. Gerçeklere dayalı, tümevarımlı, mevcut dünyaya kötümser bir bakış ile vizyona dayalı, tümdengelimci, dünyayı hayal ettiği gibi iyimser görmeye çalışan iki anlayıştan biri içindeyizdir. 
İstihbarat politika üretmez ama doğru yapıldığında onun sınırlarını belirler, işte katkısı budur. 
İkaz İstihbaratı; erken uyarı için emareler geliştirilmelidir. Risk yönetimi problemin özüdür. İkaz istihbaratı gittikçe taktik hale geliyor ama bazen tüm uyarılar 
stratejik olabiliyor. 
Güvenlik; güvenlik geçmişte hiç olmadığı kadar önemli hale geldi ve paranoya ile karışmaya başladı. Ekonomik güvenlik, fiziksel güvenliğin önüne geçti. 
İstihbarat Karşı Koyma ve Karşı Espiyonaj dijital hale geliyor. 
Dağıtım; kâğıt ürünler kalkıyor, yerini gayri resmi konuşmalar alıyor. 
Zamanın dalık içerikten önemli hale geliyor. Hem bizim hem de rakibin karar verme sistemine göre davranmak zorundayız. Gizlilik derecesi ile sınıflandırma 
minimal hale geliyor. 
 Bütçe ve programlar; teknolojinin ömrü aylarla sınırlı olmaya başladı. Özel Şirketlere bağımlılık arttıkça hükümetler de iş adamı gibi davranmak zorundadır. 
Organizasyon; “düşündüğümüz şekilde mi organize olmalıyız, organize olduğumuz şekilde mi düşünmeliyiz çelişkisi yaşanıyor. Kendi konumlarını her zaman 
korumaya çalışanlar ve bürokratlar en büyük engel. 

İnsan gücü; eğitim ve profesyonellik öne çıkarken kaliteli personeli tutmak veya işe almak özel teşvikler ve tatmin gerektiriyor. Dil bilen, yerli eleman temini 
ihtiyacı hassasiyet oluşturuyor. 
Uyum gösterme; Stratejik U dönüşleri için gerekli, keskin uçlarda çizgide oynamak zorunlu ama sıkıntılıdır. 
 Radikal çözümler; reform içerden gelmeyecek, sivil memur sistemi kalkmalı. Sürekli kriz ortamında yaşamaya alışkın ama paranoya içinde olmayan bir ortamda çalışmaya dayanıklılık gerekli. İstihbarat, kötü politikayı kurtarmaz, işin köküne gidilmelidir. 
 
Sonuç 

İstihbarat, belirsizliğin azaltılması ile ilgilenir, yani belirsizlik arttıkça istihbarata olan ihtiyaç da artacaktır. Soğuk Savaş sonrasının artan belirsizlik ortamı ve 
karmaşık ilişkileri iddia edildiğinin aksine istihbarata olan ihtiyacı arttırmıştır. 21. yüzyılda istihbarat tarihte hiç olmadığı kadar dünya politikaları için 
önemli hale geldi. 
Körfez Savaşı, 11 Eylül 2001 saldırıları, Afganistan ve Irak Savaşları‟nın ardından yaşanan Renkli Devrimler ve Arap Hareketleri istihbaratın gerek resmi, gerek 
akademik ve gerekse popüler medya içinde güvenlik ve uluslararası ilişkiler bakımından önemini artırdı. Geleceğin kriz ve çatışmaları için artan bir şekilde ilave ve yeni istihbarat kabiliyetleri gerekmektedir. Tehditteki değişim kadar savaş alanındaki değişim de istihbarat toplumunda değişiklikleri zorunlu kılmaktadır. 
Bugünün cevap bekleyen soruları ise şunlardır; terörle mücadelenin istihbarat faaliyetlerinin diğer alanlarını nasıl etkilediği, erken ikazın hala istihbaratın 
öncelikli işi olup olmadığı, savaşın değişen doğasının istihbarata olan etkileri, Ortadoğu başta olmak üzere bölgesel olarak istihbaratın çatışma yönetimine 
katkısı, istihbarat vasıtalarının kriz yönetiminde en etkili nasıl kullanılabileceği, demokrasilerde istihbaratın karşılaştığı sınırlamalar. İstihbarat ve güvenlik 
teşkilatları için istenen bilginin doğası gittikçe hükümetlere ve kuruluşlarına muhalif olan bireyler ve devlet dışı aktörlere doğru kaymaktadır. 

Bu ihtiyaç seyahatlerinden bankacılık işlemlerine kadar SIGINT ya da HUMINT yolu ile bu kişilerin özel bilgilerine nüfuz etmeyi gerektirmektedir. 

Böylece kişilerin özel bilgilerinin korunmasının ahlaki önemi yanında devletin modern teknolojiyi kullanarak gittikçe daha çok insan hakkında bilgi toplaması, özel hesaplarına nüfuz etmesi, bilgi madenciliği yapması “gözetlenen toplum” korkusu artmaktadır. Bugün tüm dünya, uluslararası izleme ve insan avına dur demek için hala durum farkındalığı ve tepkimizi belirleme aşamasındadır. 
 Soğuk Savaş sonrası dikkati çeken bir diğer husus, artık ulus devletlerin dünya uluslararası ilişkilerinde tek aktör olmadıkları ve hatta egemenliklerinin bir kısmını devlet dışı aktörlere gönüllü ya da zorunlu olarak devretmek zorunda kaldıkları dır. 

   İstihbarat servisleri, hem bu örgütlerle hem de bu örgütlere karşı yeni eylem stratejileri geliştirmişlerdir. 

Özellikle istihbaratın toplanması ve örtülü faaliyetlerin yürütülmesi safhalarında bu örgütlerden faydalanılmaktadır. Soğuk Savaş sonrası ticarî Şirketler, hükümet dışı organizasyonlar, devlet dışı örgütler, yardım kuruluşları, gönüllü teşkilatlar ve misyoner okulları gibi enstrümanları da dahil ederek, espiyonaj ağını resmi ajan dışı unsurlarla genişleten istihbarat servislerine karşı farklı metotlarla mücadele edilmelidir. İstihbarat teşkillerinin üç temel dinamiği aynıdır; müşteri kimdir, ne istemektedir, ne zaman istemektedir. İstihbarat kullanıcıları başta ülke liderleri ve danışmanları olmak üzere politika yapıcı daire ve teşkiller ile teknik istihbarat ile ilgili analiz unsurlarıdır. 21. yüzyılın operasyonları için istihbarat profesyonelleri, pratik ama yenilikçi, hızlı ama karara etki edecek kalitede bilgi temin edecek bir sistem geliştirmelidir. 

İstihbarat, bir silah sistemi gibi olmalı; kaynaklar gerektiğinde bir araya getirilmeli, manevra yapmalı, geleneksel ve kinetik sistemlere adapte olabilmelidir. 

Doğru şekilde hareket eden, kolaya kaçmayan, uzun vadeye odaklanan bir istihbarat sistemi ve güç projeksiyonu tasarlamalıyız. Şimdi 21. yüzyıl paradigmasını yakalamak, uyum sağlamak, fırsatları değerlendirmek için yeniden yapılanmalara gitmek ve anlaşılması zor, yeni yöntemler bulmak zamanıdır. 
Geleceği öngörmenin en iyi yolu geleceği kendimizin tasarlaması dır. İstihbarata düşen ise ülkenin önünün açılması, yani geleceğinin hazırlanmasıdır. 
 
DİPNOTLAR:

1 Robert M Clarck, Intelligence Analysis, A Target-Centric Approach, CQ Press, (Washington DC, 2007), 172.
2 Harp Akademileri Komutanlığı, Geçmişte ve 21 nci Yüzyılda Savaşlar, Stratejiler ve Stratejler, ( Yenilevent-İstanbul, 2002), 184.
3 Wilhelm Agrell, The Next 100 Years? Reflections on the Future of Intelligence, in Isabelle Duyvesteyn, Ben de Jong, Joop van Reijn: The Future of Intelligence Challenges in the 21 st Century, Routledge, (New York, 2014), 144-145.
4 John Jacob Nutter, CIA‟nın Karanlık Operasyonları: Örtülü Operasyonlar, Dış Politika ve Demokrasi, Güncel Yayıncılık, Çev.: Ahmet SARAÇOĞLU,  (İstanbul, 2005), 497-498. 
5 Zalmad Khalilzad, Ian O. Lesser, O. Sources of Conflict in the 21st Century: Regional Futures and U.S. Strategy, (Washington D.C., 1998), 21. 
   Public Eye, Scientific American, (August 1996), 18. Charles Lane, The Satelllite Revolution, The New Republic, Vol.215, No.7, (August 12, 1996), 22. 
6 Sait Yılmaz, 2070 Sonrası Dünya; İnsan 2.0, Academia.edu, (22 Nisan 2015). 
7 Alvin ve Heidi Tofler, 21. Yüzyılın Şafağında Savaş ve Savaş Karşıtı Mücadele. Çev.Mehmet Harmancı, Sabah Kitapları, (İstanbul, 1994), 181. 
8 Stephen C. Mercado, Sailing the Sea of OSINT in the Information Age, Studies in Intelligence, Vol.48, No.3, (2004). 
   https://www.cia.gov/library/center-for-the-study-of-intelligence/csi-publications/csi-studies/studies/vol48no3/article05.html 
9 James R. Clapper, How 9/11 Transformed The U.S. Intelligence Community, Wall Street Journal, (7 September, 2011). 
10 Toffler, a.g.e., (1994), 153. 
11 Gregory F. Treverton, The Future of Intelligence Changing Threats, Evolving Methods, in Isabelle Duyvesteyn, Ben de Jong, Joop van Reijn: 
     The Future of Intelligence Challenges in the 21 st Century, Routledge, (New York, 2014), 25. 
12 Deborah G. Barger, Toward A Revolution in Intelligence Affairs, Rand Corporation, (Arlington/VA, 2005), 3-4. 
13 Barger, a.g.e., ( 2005), 108-109. 
14 Mark Mazetti, The Way Of The Knife, The CIA, A Secret Army, And A War At The Ends of The Earth, Penguin Books, (New York, 2013), 4-5. 
15 Jane Harman, Disrupting the Intelligence Community, Foreign Affairs, March-April 2015, 
      https://www.foreignaffairs.com/articles/united-states/2015-03-01/disrupting-intelligence-community 
16 Cogan Charles, Hunters not Gatherers: Intelligence in the 21st Century, Intelligence and National Security 18, No. 2 (Summer 2004), 316. 
17 William Akin, The Secret War, Los Angeles Times, (27 October 2002). 
18 Commission on the 9-11 Terror Attacks, Intelligence Policy, Staff Statement No.7, (Washington DC, 2004). 
http://govinfo.library.unt.edu/911/staff_statements/staff_statement_7.pdf 
19 Sims, ibid, (2014), 58. 
20 Column Lynch, Syrian Opposition Seeks to Wipe the Assad Name Off the Map -via Google, Washington Post, (14 February 2012). 
21 Lynch, ibid, (14 February 2012). 
22 Christopher Hellman, U.S. Security Spending: How Much Do We Really Spend?, Center For Arms Control and Non-Proliferation, (Oct. 1, 2007), 
http://www.armscontrolcenter.org/policy/securityspending/articles/how_much_do_we_spend/. 
23 Shane Scott, Ron Nixon, In Washington, Contractors Take on Biggest Role Ever, New York Times, (Feb. 4, 2007). 
24 CFA: Counterintelligence Field Activity. 
25 Raelynn J. Hillhouse, Outsourcing Intelligence, The Nation, (July 24, 2007). 
26 Janine R. Wedel, Is the intelligence Community Out of Control? Washington Post, (July 25, 2010). 
27 Douglas H. Dearth, Intelligence in the 21 st Century Re-focuing INtelligence to Shape Strategic Environment, Joint Military Intelligence Center,  (March 1, 2016). 
  http://www.oss.net/dynamaster/file_archive/040319/cb248eb2338cc18756bdf71de8db26a0/OSS1999-P2-30.pdf 
28 Gabriel Margolis, The Lack of HUMINT: A Recurring Intelligence Problem, Global Security Studies, Volume 4, Issue 2, Spring 2013, p.4-7. 

***

21. Yüzyılda İstihbarat BÖLÜM 1

21. Yüzyılda İstihbarat  BÖLÜM 1




Prof.Dr.Sait Yılmaz 
 
21. Yüzyılda İstihbaratın Değişen Paradigmaları 
 
Tarihçilere göre 20. yüzyıl “istihbarat yüzyılı” idi. Birçok devlet istihbarat için resmi kurumlar teşkil ettiler ve birbirilerine karşı casusluk yaptılar. Yüzyılın sonunda,
 Batılı ülkeler istihbarat teşkilatlarını yeniden düzenleyerek, kamu denetimine açtılar, diğer ülkelere irtibat personeli gönderdiler. 20. yüzyıl teknolojisi bize istihbarat vasıtası olarak telsiz, radar, katı halli elektronikler, uydular, bilgisayar ve internet kazandırdı. Son yıllarda buna açık kaynak istihbaratı için yeni arama motorları ve semantik web eklendi. Uluslararası istihbarat yöntem ve vasıtaları sürekli gelişmektedir. Önümüzde biyo-bilimsel devrimler var ve insan benzeri makinelerin harekât ortamında yer alması ve istihbaratçının yerine bilgiyi füzyon etmesi bekleniyor. Gerçek istihbarat, gelecek hakkındadır ve ilerideki bir zamanda ne olacağı ile ilgilidir 1. 

Geleceğin istihbaratında sadece kurumlar ve yöntemler değil, özel ve bürokratik karakterdeki konseptler de değiĢecektir. İstihbaratın çok daha kullanılması ve entegre edilmesi ile istihbarat yayılması yaşanacak ama aynı zamanda artan ölçüde farklı, caydırıcı ve tanımlanması zor hale gelecektir. 

İstihbarat hem yaygınlaşacak hem de dönüşüme uğrayacak, yapılanların istihbarat çalışması olduğunu söylemek zorlaşacaktır. Geleceğin daha belirsiz ve karmaşık güvenlik ortamı içinde bir istihbarat teorisi geliştirmek daha zor olacaktır. 

Artan bilgi akışı, istihbarat örgütlerini aşırı yükleme nedeniyle bunaltmaya başlamıştır2. Bilgi teknolojisinin böyle durumlarda karar verme sürecini 
basitleştirmeyeceği, gerçekte daha da karışık hale getireceği oldukça açıktır. 
Dünyanın gittikçe belirsiz bir güç mücadelesine girmesi ve düşük yoğunluklu çatışmaların değişik boyutları eylemlerde ve çatışmalarda ileri teknolojiye sahip 
silahların kullanılmasını teşvik edecek ve kitlesel ölümler yaşanabilecektir. İletişim teknolojisindeki gelişmeler; ekonomik avantajların yer değiştirmesi, insanların artan dolaşımı ve terörist ağların genişlemesi; toplumsal kırılmaların kolaylaşması, iletişim teknolojilerine bağımlı ülkelerin artan hassasiyeti, daha zor ve çok hedef, hedefe nüfus etmeye daha çok ihtiyaç, daha gelişmiş savaş sistemleri ve anında geri besleme ihtiyacı gibi sonuçlar doğuracaktır. 

İstihbaratın geleceği ile ilgili şu genel beklentileri yapabiliriz 3; 
 
- Ulusal istihbarat paradigması zamanla geçersiz hale gelecek, değişikliklere uyum sağlamak için reform yapmak yeterli olmayacak, yeni istihbarat kurumları ve sistemleri gerekecektir. 
- İstihbarat çalışmalarında yeni uzmanlık ve anlama alanları ortaya çıkacak. 
- Bugün kullanılan bazı önemli kaynaklar ve yöntemler önemini kaybedecektir. 
- İstihbarat üretimi ve temininde yeni aktörler ortaya çıkacaktır. 
- Rekabetçi anlama ortamının doğması ile entelektüel tekel olmayacaktır. 
- Bilginin kırılgan dünyası güvenirliğe verilen önemi artıracaktır. 
 İletişim ve ulaşım teknolojisinin ve yöntemlerinin yaşamı daha da etkisi altına alacağı 21. yüzyılda, propaganda ve psikolojik savaş en önemli güvenlik-tehdit 
yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Hâkim güçler, kendi çıkarlarına tehdit olan unsurları belirleyip, bu temelde ürettikleri güvenlik ve tehdit tezlerini diğer aktörlere benimsetebildikleri ölçüde hegemonyalarını kurup sürdüreceklerdir. Ekonomik, siyasal, askeri gücün etkisini artıran güç çarpanı propaganda 
ve psikolojik savaştır. 

Propaganda ve psikolojik savaş yolu ile hedef ülkeler, toplumlar ya da gruplar kendilerine yöneltilen tehdit tezlerine sanki kendilerinin güvenliklerini, çıkarlarını 
sağlıyormuş çasına sahip çıkmakta ve bu tür politikalara “rıza” gösterebilmekte dirler. Ya da hâkim güçlerin ulusal politikaları erozyona uğratma girişimleri ve örtülü operasyonlarına karşı duran güçler, yine ulusal düzeyde psikolojik savaşın 
çeşitli yollarla kullanılmasıyla yıpratılmaya çalışılmaktadır. Aç gözlülük, paranoya, fanatizm ve rekabet sonucu ortaya çıkan düzensizlikler ulus-devlet yapılarını istismara açık hale getirmektedir. Saldırgan istihbarat fonksiyonları medya ve haber kaynakları yanında iletişim ve ulaşım vasıtalarını da hedef almaktadır. Örtülü teşkillerin varlığı demokrasiye zarar verir ve kanunların değil, kişilerin yönettiği bir devlet oluşmasına neden olur. 

Soğuk Savaş sonrası yoğunluğunu yitirmiş gibi görünen örtülü faaliyetler de küresel güç mücadelesi veren devletlerin istihbarat servisleri için önemli 
bir argüman olarak etkinliğini arttırmaktadır. Örtülü faaliyetler, Soğuk Savaş sonrası belirli devletlere karsı, “demokrasi” ve “devlet inşası” gibi özel 
operasyonlarda kullanılmak üzere yeni yöntemlerle icra edilmektedir. Örtülü operasyonların gelecekte de dış politikanın temelini oluşturmasının dört temel sebebi vardır 4. 

(1) Hala güvenlik ortamında pek çok düşman, tehdit ve çözülmeyi bekleyen sorun bulunmaktadır. 
(2) Kurulan örtülü bürokrasiler kendilerine yeni roller bularak var olmaya devam edecektir. 
(3) Örtülü operasyonlar geçmişteki nedenlerden dolayı yönetimlere çekici bir seçenek oluşturmaya devam edecektir. 
(4) Soğuk Savaş sonrası güvenlik ortamı örtülü operasyonlar için yeni olanaklar ve hedefler sunmaktadır. 11 Eylül 2001 sonrasında örtülü faaliyetler 
özellikle terörizmle mücadele alanında odaklandı. 

 Ekonomik istihbarat alanında en önemli görev istihbarat servislerine düşmektedir. İstihbarat çarkının ekonomik istihbarat için de uygulanması, özel sektörle işbirliği ve karşı istihbarat faaliyetleri ekonomik istihbarat alanında istihbarat servislerinin görevlerindendir. Ekonomik istihbarat alanında bir devletin alması gereken en önemli tedbir; bir ekonomik istihbarat sistemi teşkil etmektir. Daha sonra kendisine yönelen ekonomik istihbarat faaliyetlerine karşı saldırgan bir ekonomik istihbarat politikası belirlemelidir. Bunu sağlamak için, ekonomik ve endüstriyel istihbarat faaliyetlerinde bulunan devletlere karşı özellikle ekonomik ve ticari yaptırımların uygulanması ve uluslararası alanda ikili ve çoklu antlaşmalarla ekonomik casusluğun karşılıklı olarak yürütülmemesine dair taahhüt altına girilmesi gibi girişimlerde bulunabilir. 

 Teknoloji ve İstihbarat 

1920‟lerden itibaren hava araçlarında yaşanan teknolojik gelişmeler nedeni ile Soğuk Savaş boyunca ve hatta 11 Eylül 2001‟e kadar güvenlik uzmanlarının genel anlayışı „havaya hâkim olmak‟ üzerine olmuştu. Bilgi devrimi ile yaşananlar bu anlayışı tekâmül ettirdi çünkü artan bir şekilde “bilgi ve istihbarat” konuşuyoruz. 21. yüzyılın savaşları politika ve güç, ticaret ve endüstri, sanat ve kültür, bilim ve teknoloji gibi alanlarda internet üzerinden bilgi için yapılacaktır. Dünyada yeni çatışmalar artık Doğu-Batı veya Kuzey-Güney etkisinde kalmayacak, hızlı ve yavaş ülkeler arasında olacaktır. Savaşlarda insanın yerini robotlar alacak, siber savaşlar ile ülkelerin güç kaynakları kesilecek, savaşın boyutları ve sınırları sonsuz hale gelecektir. 

Başta uydu sistemleri olmak üzere teknolojinin kullanımı, özel olarak ise ekonomik istihbarat çok daha önemli hale gelmiştir. Rakiplerimiz karşısında üstünlüğü belirleyen artık yeni teknolojiler ile istihbaratı toplamak, geliştirmek, analiz etmek ve dağıtmak konusundaki yeteneklerimiz oluşturacak. Rakiplerimize üstünlük sağlamak için birleşik ve adrese özel bir istihbarat sistemi geliştirmeliyiz. Savunma stratejileri için gerekli olan; uzaktan kontrol sistemleri, uzun menzilli isabetli vuruş kabiliyetleri, manevra ve sefer kuvvetlerindeki değişimin istihbarat kabiliyetlerindeki yenilikler ile tamamlanmasıdır. 
Bilim ve teknolojinin sağladığı istihbarat üstünlüğü daha kısa karar süreçlerini ve istihbarat ile operasyon arasında daha sıkı işbirliğini ve reaksiyon  zamanlamaları na odaklanmayı gerektirmektedir. 
21. yüzyıl, teknolojinin getirdiği imkânlar vasıtası ile gözetleme, izleme ve dinleme çağı olacaktır. Potansiyel olarak rakip olan ülke ve kurumlar, bilgiye bağımlı 
kalmadan kendilerine uyan teknolojileri üretme yarışına gireceklerdir. Teknoloji istihbarat toplama vasıtalarının etkinliğini artıracak, özellikle uzaya dayalı, 
elektronik görüntü ve dinleme istihbarat vasıtaları alanındaki teknolojik üstünlük güvenlik alanında önemli bir kuvvet çarpanı haline gelecektir. 

Uzaya yayılan her sinyal birileri tarafından dinlenilebilmektedir. Uzaya dayalı kabiliyetlerde önemli gelişmeler olacak ve yüksek çözünürlüklü görüntü temini 
daha düşük maliyetlerle sağlanacaktır 5. 

Teknolojik gelişmeler neticesinde gizlilik kavramı boyut değiştirmiş ve gizli bilgilere nüfuz etme kolaylaşmıştır. Hızlı reaksiyon gösterebilmek için daha 
esnek istihbarat kabiliyetlerine ihtiyaç duyulacaktır. Teknolojideki gelişmeler öncelikle hedef tespit imkânlarının gelişimi ile örtülü operasyonların etkinliğine önemli bir katkı sağlayacak; cezalandırma, suikast, sabotaj, arama-kurtarma gibi operasyonlara teknolojinin sağladığı imkânlar ile daha sık başvurulacaktır. GPS veya bunun devamı olan uydu yönlendirme aletleri ve uydu iletişimi birçok ülke tarafından kullanılmaya başlanacaktır. 
Öte yandan, medya ve internet gibi küresel iletişim vasıtalarının yaygınlaşması, bu alanda yapılan yeni çalışmalar; psikolojik harekat için yeni vasıta ve yöntemlerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. 
Teknoloji, sadece güç katan bir araçtır ve ne kadar ilerlerse ilerlesin insan, gelecekteki hayatın en önemli unsuru olmaya devam edecektir. İleri teknolojik 
istihbarat kullanımlarının, araçları da sonuçları da yöntemleri de hala çok açık değildir. Çoğu kez kullanılan yöntem ve araçlardan ziyade, ortaya çıkan 
olaylar eliyle yaratılan sansasyonlar arka odalardaki çalışmaları gizlemektedir. Elektronik ortamda her şey dinlenir veya okunur, bunlar manyetik bantlara 
kaydedilir ve buradan da tercüme, analiz ve kıymetlendirme için ilgili merkeze gönderilir. Bu işlemden sonra tekrar ama farklı disklere depolanır, özetleri 
ve indeksleri çıkarılarak karar merciine ulaştırılır. Bu da bilgisayar ve iletişim teknolojisi demektir. 
Bu bilgisayar sistemlerinin içeriği, güçleri, uyumlulukları, esneklikleri ve dahası uydular gibi iletişim ağı bağlantıları teknik istihbaratın bir parçasıdır. Diğer teknolojik (biyoteknoloji, biyometri, mikroelektronik, nanoteknoloji ve materyal teknolojisi) gelişmelerin ise; DNA, kan ve genetik analizlerinde gelişme, toplum sağlığına zarar veren maddeleri tespit edecek yeni sensörler bulunması, espiyonaj ve siber suçlarda artış, nanoteknoloji ile ürün dizaynında değişim gibi güvenlik kapsamlı sonuçlar yaratabileceği değerlendirilmektedir. Askeri teknolojideki gelişmelerin ise özellikle sensör ağı ile vuruş kabiliyetinin artması, istihbarat ve harekât arasında daha yakın ilişki gibi gelişmeler sağlaması beklenmektedir. Uzun vadede istihbarat anlayışını değiştirecek önemli teknolojik beklentiler şunlardır 6; 

- 2030‟da 90 milyar alet internete bağlı olacak, her şey birbirine irtibatlanacak, internetten çıkmak suç olacaktır. Bugünkü ikinci nesil polislerin yerini elektronik 
olarak her ortamı izleyen ve kayıt altına alan, robotlar vasıtası ile suç mahalline müdahale eden polis sistemi alacaktır. 
- 2040‟lardan itibaren beyine yerleştirilen çipler ile suçlular izlenecek, insanlar sadece işlediği değil işleyeceği suçlar için de tutuklanacaktır. 
- 2050‟den itibaren DNA bilgi bankaları ile insanın evrimi kontrol altına alınacak, biyokrimonoloji çalışmaları ile insanları suç işlemeye iten nedenlere önlem 
getirilecektir. 
- Nükleer devletler ve nükleer malzemelerin terörist maksatlar ile kullanımı gittikçe artacak, 2060‟da dünyadaki devletlerin %25‟inin açık ya da gizli nükleer 
programları olacak, 2080‟de nükleer silahların yerini daha örtülü kitle imha silahları alacaktır. 
- Bütün insanlığı tehdit eden en önemli olgulardan biri iklim değişikliği ve beraberinde getirdiği küresel ısınma, ozon delinmesi, çölleşme ve ormanların yok 
olması, büyük göçler, içilebilir su kaynaklarının azalması gibi çevre sorunları olacaktır. 
 
   Siber & Açık İstihbarat 

Önceki yüzyıllardaki toprak, demir, petrolün yerine, 21. yüzyılın stratejik kaynağı satabileceğimiz, saklayabileceğimiz ve hala elimizde tutabileceğimiz “bilgi” 
olacaktır. Bilgi; zenginlik ve güç, başkalarının hayatlarını kontrol, sürpriz saldırgan yöntemler için kullanılacaktır. Bilgisayarlar, bilgi ağları ve uydular artan 
bir şekilde, endüstri üretimini ve modern silah teknolojisini belirleyecektir7. 
Siber yollardan ekonomik casusluk istihbaratta öncelik kazanacaktır. 
NSA‟nın açık olarak sadece tüm Amerikalıların değil, tüm dünyanın dijital yaşamlarına direkt erişimi olduğu açıktır. İstihbaratçıların işini sokaklardan 
masa başlarına taşıyan daha çok bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler olmuştur. Dönem artık bilgisayarlarla casusluk dönemidir. 

Apple, Google, Facebook, Twitter, MSN şirketleri ABD‟dedir ve uzun zamandır ABD istihbaratı ile işbirliği yapmakta, sizin hakkınızda hiçbir yasal temeli 
olmadan özel bilgilerinize ulaşım sağlamaktadırlar. Bunu da terör ya da çocuk pornosu ile mücadele gibi insani gözüken nedenler kisvesi altında yapmaktalar. 
Dijitalleşmenin güvenliğe iki önemli etkisi; mesafelerin yok olması ve özel bilgilerin ortadan kalkması, elektronik ortamda her türlü bilginin edinilebilmesi 
ya da çalınabilmesidir. Bugün terörle mücadele yasası maskesi altında banka işlemlerimiz, alışverişlerimiz, internette gezdiğimiz sayfalar, sohbetlerimiz, 
sağlık durumumuz, seyahatlerimiz, telefon konuşlarımız kaydediliyor, izleniyor. Yeni casus yazılımları ile telefonunuz uzaktan kontrol ile açılabilmekte, 
kapalı olsa bile bilgisayarınızın kamerası ve mikrofonu ile haberiniz olmadan konuşmalarınız kaydedilmekte, resimleriniz ya da videonuz çekilmektedir. 
OnStar sistemi dâhilinde arabanıza yerleştirilen mikrofonlar ile konuşmalarınız takip edilmektedir. 

Yazılım programları ile klavyenizdeki vuruşlar takip edilerek şifreleriniz ve diğer özel bilgileriniz kaydedilmektedir. İnternetteki hareketleriniz, kullandığınız 
telefonlar uzun zamandır izleniyor olabilir ya da en azından istendiği zaman konuşma arşivinize girilebilir. PRISM programı sürekli genişliyor, Hotmail 
veya Google gibi servislerdeki hesaplarınız kontrol altındadır. Eğer Apple, Google veya Microsoft üzerinden izleniyorsanız, takip edilmekten kaçınmanın 
en iyi yolu akıllı telefonlardan kurtulmaktır. Yakın gelecekte kara kutuların arabalara da konulması zorunlu olacak, halka açık yerlerde detektör kullanılacak, 
milyarlarca kamera her açıdan sizleri izleyecek, dünya genelinde DNA örnekleriniz tutulacak, özel hayat bitecektir. Önce, bilgisayarlarda klavye, maus kalkacak, doğrudan beyin-makine etkileşimi sağlanacak, bu gelişme beyin kontrolünde de kullanılacaktır. Her şeyiniz internette kayıt altında olacak, çorabınızın bile IP no.su olduğundan dolapta hangi renkte kaç çorap kaldığını izleyebileceksiniz, herkes de sizin tam kimliğinizi, yerinizi ve statünüzü gerçek zamanlı olarak takip edebilecektir. Güvenlik olmadan özgürlük tehlikelere açıktır ama özgürlük olmadan güvenlik ise baskı rejimidir. Snowden ifşaatları ortaya çıkınca, ABD istihbaratının en büyük üzüntüsü insanları yasal olmayan izleme yöntemlerinin ortaya çıkması değil, bu yöntemlerin öğrenilmesi nedeni ile hedef kişilerin davranışlarını değiştirmesi olmuştu. Yakın bir gelecekte arkamızda dijital bir iz bırakmadan çalışmamız, seyahat etmemiz, haberleşmemiz mümkün olmayacaktır. 

Açık kaynak istihbaratının önemi önümüzdeki yıllarda artarak devam edecektir. Örneğin „amazon.com‟ da bir tık ile ulaşamayacağınız akademik kaynak 
kalmadı 8. İstihbarat servislerindeki sürekli bilgi akışı, toplanan verilerin tamamının analiz edilememesi bir tür „analiz felci‟ne yol açmıştır. 

Yeni dönemin istihbarat faaliyeti; elektrik süpürgesi gibi hiçbir ayırım yapmadan her şeyi toplamak yerine, isteğe göre bilgi toplamak ya da analizleri 
seçerek yapmak olmalıdır. Bununla beraber açık istihbaratın „ çok gizli ‟ dünyasına pek fazla katkısı yoktur. Özellikle internet yolu ile sağlanan açık 
kaynak bilgileri giderek daha yoğun hale gelirken istihbarat toplayıcıları aşırı yükten ziyade işe yarar bilginin azlığından şikâyet edeceklerdir 9. 
Bilgi teknolojilerinin gelişmesi açık istihbaratın önünü açmaktadır. Bir süre sonra parası olan özel kişiler veya şirketler, devletlerin kullandığı bazı teknik 
istihbarat süreçlerini kullanmaya başlayacaklardır. Hatta bazı şirketler uydu istihbaratının sağladığı görüntülerden faydalanmaya başlamışlardır. 
Bu süreç istihbarat toplama ve analiz için merkezi olmayan, yatay yapılanmaları da beraberinde getirmiştir ve eğilim bu yönde artacaktır. 

 İstihbarat Servisleri 

    İstihbarat artık sadece istihbarat teşkilatlarının oyun alanı olmaktan çıkmakta, çeşitli özel, kamu, kolektif ve ticari ajanlar artan ölçüde alana dahil olmaktadır. 
İstihbarat teşkilatları bilgi toplama servisi olmaktan „anlama doğrulama (teyit)‟ ve anlama (knowledge) yönetimi örgütlerine dönüşebilir. 
Yeni dönemde istihbarat servisleri sadece bilgi toplayan ve analiz eden statik konumundan çıkarak, sorunlu ülkelerde demokrasi ve hukuk kurallarının tesisi 
ve geliştirilmesi konularında aktif roller alan dinamik bir yapıya kavuşacaktır. 
Eski istihbarat organizasyonları; çok büyük boyutlu, merkezi ve çok gizlilik 
yanlısıydılar. Bu tür organizasyonların, ekonomide olduğu gibi istihbaratta da modaları geçmiştir. Tıpkı büyük şirketler gibi istihbarat dünyasının kurumları 
da temel görev ve fonksiyonlarını sorgulamak zorunda kalmışlardır. Güvenlik pazarı harekete geçip genişledikçe yeni ortaya çıkan sorunları çözümlemek 
için yeni ürünler gerekecektir 10. 
21. yüzyılın operasyonları için istihbarat profesyonelleri, pratik ama yenilikçi, hızlı ama karara etki edecek kalitede bilgi temin edecek bir sistem geliştirmelidir. 
Yenilikçilik ve yaratıcılığın öne çıkacağı bu yapılar, yeni durumlara süratle adapte olacak, kısa sürdüğü oluşturduğu timlerle teşkilat içi ve dışı tüm tecrübe 
ve yeteneği kullanacaktır. Bu, 20. yüzyılın sonunda barış zamanında bir hükümetin uzun zamanda başardığı bir işi, yeni yapının savaĢta çok kısa sürede 
başarması anlamına gelmektedir 11. İstihbarat, bir silah sistemi gibi olmalı; kaynaklar gerektiğinde bir araya getirilmeli, manevra yapmalı, geleneksel 
ve kinetik sistemlere adapte olabilmelidir. Bu yüzden yenilikçi ve cesur düşünme gereklidir. Bütün bunlar yapılırken karmaşık ve belirsiz operasyon alanında 
bilgiyi ayırt etmek, korumak ve kontrol etmenin önemi de unutulmamalıdır. İstihbaratçıların yapması gereken bir kez daha yeni güvenlik ortamının şartlarına ve ihtiyaçlarına adapte olmak, yeni durumun gerektirdiği düşünsel ve yapısal değişimleri gerçekleştirmektir. Yani modası geçmiş ile adapte olunması gereken arasında mantıklı tercihler yapmaktır. Bu yapılmadığı takdirde önce ortamın kontrolünü kaybedersiniz nihayetinde onlar sizi kontrol etmeye başlar. 

Sınırsız sayıda rakibin olduğu, çalkantılı ortamın karmaşıklığı istihbarat örgütünün de karmaşık bir yapıda olmasına neden olacaktır. Yeni güvenlik ortamında 
istihbarat örgütleri daha akıcı ve yatay olmak zorundadır. Yeni görevler ve karmaşıklığın getirdiği iş yükü bürokratik engellerin azaltılmadığı takdirde işleri 
daha da çıkmaza sokacaktır. Yapılan işlerin stratejik önemi bazen mikro yönetim isteyen işlerin en tepeden gerçek zamanlı takibini gerektirebilir. 

Bu örneğin terör örgütü liderine yapılan baskının veya insansız hava aracı ile bir hedefin vurulmasının etkilerinin görülmesi için Ulusal Durum Merkezi‟nde 
en üst düzey devlet liderlerinin durumu takibi şeklinde olabilir. 
İstihbarat örgütleri sürekli bir değişim ve arayış içinde bir yandan yeni teknolojilere adapte olurken, diğer yandan yeni yüzler edinmektedirler. İstihbarat 
servisleri „kimleri izlemekle yükümlüyüz‟ sorusunun cevabını aramaktadır. Dolayısıyla, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan çeşitli jeopolitik teoriler bu gözlükle 
bakıldığında istihbarat açısından anlam kazanacaktır. Yeni istihbarat görevleri ülke güvenliğinden, ekonomi, uzay, siber-uzay, medya operasyonları ve yurt 
dışında diplomasinin örtülü faaliyetler ile desteklenmesine kadar geniş bir yelpazede değişmektedir. İstihbarat kabiliyetleri, fonksiyonları, politikaları ve 
teşkilatları değişen güvenlik ortamının gereklerine uyum sağlamalıdır. İstihbarat servislerinin her şeyden önce kültürel bir değişime, yeni durumlara kendini 
adapte edebilecek şekilde yeniden organize olmalarına gerek vardır. Bu değişim, sistemi sorgulayacak, statüko yerine alternatif gelecekler bulacak bir kadro 
ihtiyacı ortaya çıkarmıştır 12. 

Öncelik yelpazesinin genişliği istihbarat servisleri içinde uzmanlaşmayı ve dışarıdan tedarik usullerini de beraberinde getirmiştir. Güç, gittikçe devlet dışı 
aktörlere (NGOs, terör örgütleri vb.) kaymaktadır. 

İstihbarat servislerinin teşkilat yapılarının gözden geçirilmesi gereklidir. Pek çok ülke kendi içinde güçlü gelenekleri, kadroları ve sadakatleri olan farklı istihbarat 
örgütlerine sahiptir. Bunlar kendi dünyalarından kendi çözümlerini geliştirdiler. Bunu yaparken bazen bürokrasi ve siyasi nedenlerle uyarmak istediklerinden 
daha kötü sonuçlar doğurdular. Bugün ise örgütler arası uyum için yatay bilgi kullanıcıları dönemindeyiz. 

11 Eylül sonrası gelişmeler istihbaratın dört fonksiyonunu ön plana çıkardı 13; dış istihbarat, örtülü faaliyet, karşı istihbarat ve iç istihbarat. 

İç ve dış tehditler arasındaki ayırım gittikçe yok olmaktadır. Teoriye Soğuk Savaş sonrası istihbarat servislerinin raporlarında en sık kullanacakları kelime belki de “karşı” terimi olacaktır. Karşı istihbarat, kontr terörizm, karşı narkotik ve karşı silahlanma, modern servislerin kendi devletlerine yönelik saldırıları engellemek için gerçekleştirecekleri en önemli faaliyetler olacaktır. İstihbarat servislerinin Weber tarzı yapılanması, üretim sürecinin bürokratik engellere takılarak zaman, para ve kalite kaybına uğraması sonucu, istihbarat analistleri ile karar vericiler arasındaki hiyerarşik yapılanma kaldırılmış ve karar vericilerin de üretim sürecine aktif olarak katılmaları sağlanmıştır. 

Ancak, analistler ile karar vericilerin bir araya gelmesi istihbaratın politize olmasını, yani politikacılara karar verme aşamasında destek olmak yerine, 
politikacıların vermiş oldukları kararları destekleyici yönde istihbarat üretimi sorununu çözememiştir. 

Önemli olan siyasi karar vericiye en iyi ürünü sunmak olduğuna göre bunu zamanında ve en doğru yapacak yatay entegrasyon sağlanmalıdır. 
Güç konseptlerindeki değişimler ve güç dağılımı geleceğin istihbarat servislerinin gelişimine de etki edecektir. İstihbarat servisi için oyunun yeni kuralları 
şu şekilde sıralanabilir; 

- Gizli bilgi toplamak yerine politika yapıcıyı bilgilendirme. 
- Sert hedefleri küresel kaplama ile aşındırmak. 
- Öncelik 28 dilde olmak üzere bütün dillerde çeviri kabiliyeti. 
- Devletin iki aşağı kademesine (devlet altı istihbaratı) odaklanmak. 
- Kültürel istihbaratın temel olması. 
- Jeouzaysal ve zaman sınırlaması. 
- Küresel açık istihbaratı güç çarpanı yapmak. 
- Karşı istihbarat satrancını kazanmak. 
- İnsan & teknik istihbarat arasında verimlilik çekişmesini çözmek. 
- Merkezi olmayan bilgi bankası (NGO, Özel vb.) kurmak. 
- İstihbarat için; “Değer = İçerik + ġartlar + Hız” formülü. 
- Öncelikler yerine bilgi açığı kapama amaçla istihbarat toplaması. 
- İhtiyaca dayalı üretim & kabiliyetler 
- Stratejik istihbarata daha çok önem verilmesi. 
- Etkili bütçe yönetimi. 
- Kamu istihbaratının kamu diplomasisine etki etmesi. 
- Analizcilerin yönetici olarak çalışması. 
- Uluslar arası işbirliği için çoktaraflı masraf paylaşımı. 

    İstihbarat örgütlerinin gelecekte en büyük zorluklarından biri istihbaratın dağıtımında olacaktır. Bugünün ve geleceğin istihbarat örgütleri bulmaca çözmeye daha az, sırları ya da cevabı kolay olmayan büyülü problemlere daha çok angaje olacaklardır. İstihbarat analizcileri artık düşman füzelerinin menzilinin ölçülmesi, denizaltılarını rotaları gibi analitik sorunlardan çok algı yönetimine odaklanacaklar ve algı için önemli olan bilgi için toplayıcı ile yakın çalışacaktır. İstihbarat analizcisi, kendi halkı için rakipleri, teröristleri, ayaklanmacıları, sosyal hareketleri, dini fanatikleri tanımlayan algı-yapıcı olacaktır. Bu nedenle, açık kaynaklar kullanmaya eğilimli karar vericilere angaje olabilecek iyi bir iletişimci olmalıdır. Analizciler ve karar vericiler gerçekleri inşa etmek (yeniden inşa değil) için birlikte çalışmalıdır. Anlamaya dayalı alanı olan istihbarat analizcisi, değere dayalı alanı olan politikacı ve diğer karar vericiler bir araya gelerek insanlara 
gerçekleri anlatacakları hikâyeleri yazmalıdırlar. 

Bu yüzden istihbarat artık politikanın sadece destekleyen bir süreç değil, analizcilerin algı yaratma işlevi ile aynı zamanda politika şekillendiricisi de oldular. 
Bu yeni işlev, istihbarat toplumunun görev alanını da genişletmektedir. Ancak, algı yönetimi; demokratik bir toplumda halka gerçekleri söylemek, şeffaflık ve yapılan işlerin meşruiyeti konusunda sorunlar çıkaracaktır. 
Öte yandan, istihbaratçı ve politikacı arasındaki bağlar böylesine sürekli ve yakın hale gelirken, istihbaratın siyasallaşmasının önüne geçilmesi ve bunun kamu denetimi de ciddi bir tartışma konusu haline gelecektir. 


***

23 Mart 2020 Pazartesi

ABD NİN İSLAM POLİTİKASI., BÖLÜM 2

ABD NİN İSLAM POLİTİKASI., BÖLÜM 2 



Fuller Raporunda: 

“... İslamcılığın komünizme benzemediğini, yönü ve merkezi bir planı bulunmadığını, İslamcı politikanın direkt olarak mahalli geleneksel 
kültür çerçevesinde oluştuğunu belirterek İslamcı hareketlerin çok çeşitlilik gösterdiğine dikkati çekiyor. Anti-demokratik olma İslamcı hareketin doğasında yok ve demokratikleşme zamanla hareketin içinde gelişiyor diyen Fuller, gelecek yıllarda İslamcı hükümetlerin çeşitli şekiller alarak Orta Doğu ülkelerinde çoğalacağına işaret ederek onlar Batı ile: Batı, İslamcılarla yaşamayı öğrenecektir...” demektedir. 

Fuller, 
Cezayir’deki İslamcı rejimin ABD’nin tüm özel yatırımlarını kabul edeceğini ve ABD ile ticari ilişkilere girebileceğini açıklıyor.9 

Fuller, İslamcılar’ın Pazar ekonomisine “doğal bir eğilimleri” belirterek, İslamcılar’ın Amerikan Arco petrol şirketiyle kurdukları ilişkiye dikkati 
çekiyor. Sünni olan Cezayirliler’in diğer Arap müttefikler gibi Şii İran’a karşı ABD’nin yanında yer alacakları Fuller’in tahminleri arasında. 

Cezayir’in İslamcı yönetimi diğer Arap ülkeleri gibi uluslararası İslam bankalarının ağından faydalanacak.  Al-Baraka uzun zaman Sudan’daki 
İslamcılar’a para sağlayarak Sudanlılar’ı müttefik gruba çektiklerini ve Cezayir’in de bu grubun içine çekilebileceğini söyleyen Fuller, Cezayir İslamcı yönetiminin diğer bir faydasının Arap dünyasındaki İslamcı hareketlere karşı dengeleyici bir rol oynayabileceğini ileri sürerek 

NATO’nun güney komutasının doğu Akdeniz’deki buhran noktalarına Cezayir İslamcılığını kullanarak daha rahat müdahale edebileceğini söylüyor. 

Cezayir İslamcıları’nın yurt dışında yaşayan başkanı Anuar Haddam’la Middle East Quarterly dergisinin yaptığı mülakatta kendisine Amerikan yönetiminden kimselerle görüşüp görüşmediği sorulduğunda, Anuar Haddam bu gibi kimselerle görüşmesinin kendi görevi gereği olduğunu söylüyor. 

Dergi bir başka sorusunda Cezayir’de yüzlerce Batılı’nın yaralanıp öldüğünü ancak hiçbir Amerikalıya zarar gelmediğini söylediğinde, Anuar Haddam,

 “ Amerikalılar’ın iyi İstihbaratı var. Cinayetleri kimin işlediğini biliyorlar ve belalı alanlara gitmiyorlar”, 
diyor. 

   ABD’nin Cezayirli İslamcılar’a karşı politikası 1998 yılında değişmeye başlamıştır. Cezayir’in askeri yönetimi bu tarihlerde ABD’ye yaklaşarak ülkenin güneyinde bulunan yeni petrol ve doğal kaynaklarını Amerikan petrol şirketlerine açmıştır. NATO güney Avrupa kuvvetleri komutanı Joseph Lopez Ağustos 1998’de Cezayir Ulusal Halkçı Kuvvetleri komutanı’nı ziyaret ederek Cezayir’le ABD arasında yeni bir süreç başlatmıştır. Bu yeni süreci bazı yazarlar ABD’nin Afrika’ya açılma stratejisine bağlamaktadırlar. 

Amerikan diplomasisi birden bire Angola’da Marksist Dos Antos rejimini desteklemeye başlamıştır. Güney Sahra’da bağımsızlık isteyen Polisario gerillalarına Cezayir’in yardım ettiğini bilerek Polisario gerillalarına destek vermeye başlamıştır.11 

   ABD’nin 1998’de İslamcılar’a karşı değişen politikalarında Amerikan musevi lobisinin etkisini de gözönüne almak gerekmektedir. 

Musevilerin sünni İslam’a karşı tavır almalarında bazı önemli gelişmeler vardır. Bilindiği gibi İsrail kendilerine karşı silahlı çatışmaya giren Filistin Kurtuluş Örgütü’ne karşılık Fuller tipi bir İslamcı-uyuşmacı gelişme gösteren Müslüman Kardeşler’in bir ürünü olan Hamas’ı ve Hizbullah’ı desteklemiştir. 1990’larda Filistin Kurtuluş Örgütü’yle barış görüşmeleri yapılırken Hamas’ın aşırı İslam’a kayarak İsrail’e karşı çatışmaya girmesi ve Şii Hizbullah Örgütü’nün İran etkisine geçerek İsrail’le çatışmaya girmesi İsrail’in “yumuşak İslam” konusundaki fikirlerinin değişmesine yol açmıştır. İsrail’in fikir değiştirmesindeki ikinci önemli husus İtzak Rabin’in bir Musevi tarafından katlinden sonra iktidara gelen Netanyahu’nun aşırı sağı temsil eden politikasının “ Barış için Güç ” sloganına dayanmasıdır. Dış çevre güvenliği açısından 1996’da erken seçime zorlanan Netanyahu hükümeti düşmüş, yerine sosyal demokrat Ehud Barak hükümette iş başına gelmiştir. Amerikan politikasını değiştiren üçüncü faktör Rusya Federasyonu’nun İslamcılar’a karşı güttüğü ısrarlı savaş politikası olmuştur. 1994’de ilerde anlatacağımız şekilde ABD ve Batılılar Afganistan’dan sonra Çeçen bağımsızlık hareketine İslami güçlerin katılmasına izin vermişlerdir. 

   1996 yılında Rusya Federasyonu Çeçenler karşısında zor durumda kalarak General Lebed’le geçici bir barış anlaşması imzalamışlardı. 

Rusya’nın Orta Asya’da ve kendi içinde zor duruma düşmesi bu defa Çin’den korkan ABD’nin tekrar Rusya’yı desteklemesine yol açmıştır. 

Yeltsin’in yerine gelen Putin’le Çeçen savaşı kızışmıştır. Ancak bu defa Çeçenler’e İslami çevrelerden yardım gelememiştir. Öte yandan Putin 
Kafkaslar’da ve Orta Asya’da Rusya’nın elini güçlendirecek eylemlere girişmiştir.

 Amerikan Başkanı Clinton’un Putin’i ziyareti, Rusya Federasyonu Duma’sında konuşması Rusya’nın Orta Asya’da elini güçlendirmiş ve müttefiki Türkiye’nin Kafkas politikasına önemli bir darbe indirmiştir. Artık İslami güçleri Ruslar’a karşı kullanmanın sonuna gelinmiştir. Diğer Şii İslami güç İran ise zaten Rusya 
Federasyonu’nun yanında yeralmıştır. ABD’nin amacı Rusya’nın nükleer güçlerini azaltarak 1972’de imzaladıkları nükleer silahları sınırlandırma anlaşmasına kendi koruyucu kalkanını kabul ettirme olarak görülebilir. 

Bu hususta dördüncü faktör Amerikan desteğiyle gelişen çatışmacı İslami güçlerin Afganistan içinden Afrika’ya, Sudan’a, Mısır’a, Lübnan’a el atmaları ve gerek Suudi Arabistan içinde gerekse Afrika’da Amerikan elçiliklerine karşı eylemlere girişmeleridir. 1998’de Nairobi’de ve Dar es-Salam’daki saldırılar Amerikan politikasını etkilemiş olmalıdır. Washington mecbur kalarak Sudan ve Afganistan’daki bazı hedefleri bombalamak zorunda kalmıştır. Kendi yarattığı Frankestein patronunu ısırmaya başlamıştır. 

III- Ussama Bin Ladin Faktörü 

New York Federal mahkemesinin uluslararası tutuklama kararı verdiği bir numaralı halk düşmanı Ussama Bin Ladin’in geçmişini incelemek bize Amerikan politikaları konusunda gerekli açıklamaları getirecektir. 43 yaşındaki Suudi Arabistan’lı bir milyarderin oğlu olan bin Ladin kendisi de dolar milyarderidir. 7000 kişilik bir orduya komuta eden ve uluslararası bir mali imparatorluğun başında olan kişi için hikaye Sovyetler Birliğine karşı “kutsal savaşın” Afganistan’da verilmesiyle başlamaktadır. Ussama bin Ladin, diğer bir ifade ile kariyerine ABD adına Arap savaşçıları askere alarak başlamıştır. 1994 yılında Suudi vatandaşlığından çıkmasına karşılık Suudi Arabistan gizli servislerinin başı Türkibin Faysal ile ilişkileri olan Ussama, Sudan ve Yemen’de savaştıktan sonra dostları Talibanlar’ın yanına sağınmış. 

Ussama Bin Ladin’in Londra’da kurduğu Danışma ve Reformasyon Komitesinin başkanı Halit el-Fevaz kendisiyle konuşan bir gazeteciye şunları söylüyor: “... Eğer Bosna’da, Çeçenistan’da, Sudan’da, dünyanın herhangi bir yerinde bir kardeşiniz varsa, onun sorunları için elinizden geleni yaparsınız. Yiyecek verirsiniz, biraz gücünüz varsa silah gönderirsiniz veya silahlı adamlarla yardımına gidersiniz. Biz müslümanlar böyle düşünüyoruz...”12 

Halit, Londra’nın ABD ile Arap dünyası arasında bir ilişki çizgisi olduğunu belirterek Ussama Bin Ladin’in özel jetiyle 1995 ve 1996 yıllarında İngiltere’ye geldiğini doğruluyor. Bugün Afganlıların giriştiği eylemlerin arkasında Bin Ladin’in izni var. 

Bin Ladin mühendis babasıyla birlikte Arap ülkelerinde önemli inşaatlar yapmışlar. En çok para kazandıkları ise cami inşaatları. Bin Ladin bu zenginlik çemberinden kaçarak İstanbul’a gelmiş. Burada İran’dan kaçmış zengin İranlı tüccarlarla tanışmış. Bin Ladin’in İstanbul’da Amerikan servisleriyle tanıştığı sanılıyor. ABD’nin Afgan mücahitlerine yardımı ve silahlı mücahitleri İstanbul’dan sevkettiği iddia ediliyor.13 

1980’ lerde Bin Ladin, gönüllülerle birlikte - takma adı Abu Abdullah-Afganistan’a geliyor ve Pesavar’daki CİA görevlisiyle birlikte taraftarlar evi” diye bir örgüt kuruyor. 

Bu örgüt Pakistan-Afganistan sınırındaki onaltı İslami gerilla kampını yönetece tir. Afgan gerillalarına Amerikan silahları verilmeyeceği için Washington, Rusların Mısır’a sattığı silahları Mısır’dan alıp yenileyerek Suudi Arabistan üzerinden Afganistan’a sokacaktır.14 

Gönüllüleri Pakistan gizli servislerinin himayesinde olan Hikmetyar yapmaktadır. Bin Ladin, Hikmetyar’ın hayranı olarak dini ve siyasi eğitimini Pakistan’da tamamlayacaktır. 1989’da Ruslar Afganistan’dan çekilince Amerikan Dışişleri Bakanlığı aşırı uçtaki İslamcıları desteklemenin Afganistan’da kendilerine karşı İran gibi bir rejimi doğuracağını hissederek Afgan dini gruplarına yardımını azaltma yoluna gitmiştir. 

Burada Amerikan Dışişleri Bakanlığıyla CİA arasında bir anlaşmazlık olduğu anlaşılmaktadır. Afgan mücahitlerinin önemi konusunda çıkan anlaşmazlıkta CİA’nin Bin Ladin-Hikmetyar ilişkisinin desteklenmesi, Pakistan’ın Taliban’a verilen desteği sürdürmesi ve bölgede ABD’nin etkinliğinin artması konusundaki fikirlerinin baskın çıktığı anlaşılmaktadır. 

Ussama Bin Ladin 1990’da Sudan’a gitmiş ve orada Ulusal İslami Cephenin başkanı Dr. Hassan el Turabi ile tanışmış ve 1992’de Kartum’a yerleşmiştir. Bin Ladin Afganistan’a silah satışlarına ek olarak Gülbettin Hikmetyar ile başlattığı afyon satışları hattını Sudan’da kurmuştur. Bu satışlardan önemli bir servet yapan Bin Ladin, Sudan’da bu paralarla lüks inşaat, anayollar, köprü ve havaalanları inşaatına girişmiştir. Daha sonra Kartum’da El-Şamal bankasını kurmuştur. 

1992’de Afganistan’da Necibullah rejimi çökünce Hikmetyar ve Taliban grupları arasında iç savaş başlamış ve Afganların bir kısmı Sudan’da Hassan el-Turabi’nin yanına gelmiştir. Diğer Afgan-Arap savaşçıları Cezayirlilere katılmışlar ve önemli bir kısmı Mısır’daki Gama’a grubuna girmişlerdir. Suriye ve Libya’daki militan İslami gruplara katılanlar olmuştur. Bu Afganlaşmış Arap savaşçılarının bir kısmı uyuşturucu kaçakçılığı sayesinde Arap dünyasının iş alemine girmişlerdir. 

Necibullah’ın Afganistan’da iktidardan düşmesi üzerine militan İslami gruplara yardımı kesen Suudi Arabistan 1994’de Ussama Bin Ladin’den rahatsızlık duyarak onu vatandaşlıktan çıkarmıştır. 1994’den sonra Mısır ve Suudi Arabistan’ın baskısıyla Sudan yönetimi Bin Ladin’i ülke dışına sürmek durumunda kalmıştır. Sudanlılar terörist Carlos’u Fransa’ya vermeleri gibi Bin Ladin’i Suudiler’e vermeyi önermişlerdir. 

İstihbarat başkanı Türki buna karşı çıkmıştır. 1996’da Bin Ladin Afganistan’da arkadaşı Hikmetyar’ın yanına dönmüştür. 

Bin Ladin Sudan’ı terk ettiğini ispat için CNN televizyonuna artık adil olmayan ABD ile mücadele edeceği konusunda bir demeç vermiştir. 

Ancak, Bin Ladin’in Körfez savaşında ABD’ye nasıl çalıştığını bilen hiçbir Batı ülkesi bu demeci ciddiye almamıştır. 
Taliban’la iyi ilişkiler kuran Bin Ladin onların işgal ettiği uyuşturucu yollarını gene Talibanların desteğiyle kullanıma açmıştır. 

1996’da Londra’da toplanan İslamcı gruplar Trafalgar meydanında gösteri yaparak düşmanlarını Batı ve demokrasi olarak ilan etmişlerdir. 

Militan konuşmacılar İngiliz polisinin gözü önünde Amiral Nelson heykeline “Allahü Ekber” yazılı bir pankart asmışlardır. 1996’dan sonra Suudi Arabistan’ın militan İslam’ı desteklemesi azalırken Sudan, Mısır ve Pakistanlı İslamcıların İslami hareketlere desteği artmıştır. 

Bin Ladin’in kurduğu mali şirketler dünyanın dört bir yanında İslami hareketi desteklemişlerdir. 
1997’lerde Bin Ladin Afgan uyuşturucu sevkiyatının başı olarak Taliban’ların vazgeçemeyeceği bir kimse durumuna gelmiştir. 

Bin Ladin Afganistan’daki çalışmalarının yanı sıra Yemen’de çatışmalar içinde yeralmıştır. 1998 sonlarına doğru Bin Ladin’in emrinde; Yemenli, Suudi ve Mısırlı Afganlar olmak üzere 5.000’in üstünde militan müslüman bulunmaktadır. Ancak Bin Ladin’in faaliyetleri Kral Fahd’ın yerine geçen yetmiş beş yaşındaki Prens 
Abdullah’ı rahatsız etmiştir. Samar kabilesinden gelen Prens’in kabilesi Irak, Suriye ve Ürdün’e yayılmış durumdadır.15 

Prens aynı zamanda 40.000 Bedevi’den oluşan ulusal muhafızların başkanıdır. Ussama Bin Ladin’in Yemen’de Suudiler’e karşı olan kabileleri desteklemesi, ilerde Suudi rejimini sarsabileceğinin düşünülmesi Ladin’in terörist ilan edilmesine neden olup, Ladin de intikam almak için Nairobi ve Suudi Arabistan’daki Amerikan elçilik ve üslerini kendisine bu kadar hizmet karşılığı ihanet edildiğini düşünerek bombalamış mıdır? 

Bunu belki asla Öğrenemeyeceğiz. 

Bilinen Ladin’in terörist ilan edilip Sudan ve Afganistan’daki üslerinin ABD tarafından bombalanmaya çalışılmasıdır. 

III- Amerikan Dış Politikasında İslam., 

Bir yazar Amerikan dış politikasını milföy pastasına benzetiyor. Bu pasta içinde Amerikan gizli servisleri ile ortak çalışan ve karar verme mekanizmasını etkileyen “think tank”lar de var. Dışişleri, Ulusal Güvenlik Konseyi üyeleri, Savunma Bakanlığı, CIA, FBI gibi kuruluşlar var. Ancak Amerika Başkanı’nın dış politika kararlarında etkinliği büyük. Son sözü O söylemektedir. Amerika Başkanı’nın eşiti tek örgüt ise Amerikan Kongresi. Amerikan Kongresi ise etnik grupların etkisi altında birçok katmanlara ayrılmış durumda. Bazen CIA bürokrasisi, yürütme gücünü atlatarak “İrangate skandalı” gibi olayları kendi başına yaratabiliyor. 

CIA’nin bu cesurluğu bu örgütün başının sık sık değişmesine neden olabiliyor. Etnik, ekonomik, tematik ve dinsel lobiler ABD kongresinde cirit atıyorlar. 

Son dönemlerde ABD’nin dış politikasında Latin Amerika ve Asya önemli bir yer tutuyor. Bu bölgelerin dış politika da önemli yer tutmalarının nedeni Latin Amerika’nın geniş tüketici pazarı ve Asya’nın petrol ve gazı. Amerikan Musevi lobisi ekonomik çıkarların önemini iyi bildiği için Türkmenistan, İran ve Türkiye arasındaki enerji ilişkilerini bozacak bir tavır sergilemekten kaçınıyor. Özellikle doğal gazı taşıyacak Amerikan petrol şirketlerini karşısına almamayı yeğliyor. Öte yandan, İran’ı düşman ilan eden Musevi lobisi, eski Yugoslavya savaşında müslümanları destekliyor ve Bin Ladin’in İranlı militanlarının Bosna’ya sızmasına ses çıkarmıyor. 

Bütün bu davranışlar uluslararası politikanın normal olan davranışlarıdır. 

Demokrasiyi savunan Amerikan basının ise ABD’nin uluslararası alana askeri müdahalelerini destekliyor. Bütün bu değişken ve belirsiz yapılanma içinde ABD’nin siyasal İslama ve genel olarak İslam ülkelerine karşı politikasını belirleyen iki önemli konferans vardır. 

Bu konferanslardan birincisi Dışişleri Bakanı yardımcısı Ermeni asıllı Edward P. Djerejian’ın 1992’de Washington’daki Meridian House’de verdiği “Amerika Birleşik Devletleri, İslam ve Değişen Dünya’da Yakındoğu”adlı konferans. İkinci Konferans Ortadoğu’dan sorumlu Dışişleri Bakanı Robert Pelletreau’nun 1994’de verdiği “İslam ve Amerika Birleşik Devletleri” adlı konferans. 

Bush yönetiminin Yakındoğu sorumlusu olan Djererian’ın yukarıda adı geçen konuşması ABD’nin militan İslam karşısındaki ilk kez görüşlerini yansıtması açısından önemliydi. Djererian, konuşmasında Cezayirli İslamcıları kastederek: “...demokratik süreci yıkanlara karşı temkinliyiz.. tek kişi tek oy ilkesine inanıyoruz, ancak tek kişi, tek oy, ancak bir defa oy kullanılmasını desteklemiyoruz.” demiştir.16 

Bush yönetimi Cezayir’de gelişen durumu askerlerin olaya hakim olmaması karşısında yeniden değerlendirmişti. Askeri çözümün olasılığı ve şiddetin büyümesi karşısında ABD rejim tarafına ve İslamcılara uzlaşmalarını tavsiye etmiştir. ABD’nin 1992’deki amacı Arap-İsrail çatışmasını bitirmek ve İran Körfez petrolüne erişmektir. Djererian, Meridian House’deki konuşmasında İslam’ı Batı’yı rahatsız eden bir “izm” olarak algılamadıklarını, İslam’ın dünya barışını tehdit etmediğini belirtmiştir. Djererian İran’ı ve Sudan’ı kastederek militan İslamcı grupların ortak davrandıklarını ama ılımlı İslamcıların bir örgütlenme içinde olmadıklarını söylemiştir. ABD’nin mücadele ettiği dini grupların aşırılık, 
şiddet, zorlama, terör, korkutma uygulayan gruplar olduğunu belirten Djererian ılımlı rejimlere karşı “haçlı seferlerinin” artık sona erdiğini kapalı olarak açıklamıştır.17 

1992’de Meridian House’da yapılan konuşma ABD’nin siyasal İslam karşısındaki politikalarına bir açıklık getirmemiştir. Örneğin, Bush yönetimi, yapılan serbest seçimlerin sonucunda İslamcılar’ın seçimi kazanmalarının kendilerini nasıl etkileyeceğini belirlememiştir. ABD, Mısır ve Cezayir’de İslamcı hükümetleri kabul etmeye hazır mıdır? Militan İslam ve ılımlı İslam arasındaki fark belirsizdir. Djererian’ın ifadesinden anlaşılan tek şey aşırı uçta olmanın, İslamcı veya Laik, ABD’nin kabul etmediği bir husus olmasıdır. Ancak, Bush yönetimi siyasal İslam’dan rahatsız olmuştur. 1992’de Mısır, İsrail ve Türkiye’ye silah akışı devam ederken ABD, İran ve Sudan’ın terörist faaliyetler içinde olmalarını ve Arap-İsrail barış sürecinde karşı durmalarını kınamamıştır. 

Bush’un politikaları Clinton’u etkilemiştir. Clinton’un ilk döneminde Djererian Ortadoğu sorunlarından sorumlu devlet görevlisi olarak işine devam etmiştir. Bill Clinton 1994 yılında Ürdün Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada özetle; “bazı kimselerin inançlarımız ve kültürlerimiz nedeniyle İslam’a çatışacağımızı söylemektedir. Ancak, onların yanlış söylediklerine inanıyorum. 

Medeniyetlerimizin çatışmasını reddediyorum. İslama karşı saygılıyız.” demiştir.18  

Clinton ilk yıllarında zaten Körfez Savaşı’yla sarsılmış olan Arap ülkelerini üzerine gitmemiştir. Zaten, Clinton ilk yıllarında iç politika gelişmeleri ile meşgul olmuş ve dış politika düzenlemelerini Warren Christofer, Dışişleri Bakanı yardımcısı Strobe Talbott Lake gibi bürokratlara bırakmışlardır. Yeniden seçilen Clinton bu sefer Dışişleri Bakanlığı’na Madeleine Albright, Savunma Bakanlığına William Cohen, Ulusal Güvenlik Danışmanlığına Samuel Berger ve Strobe Talbott’u getirmiştir. Clinton’ın personel değişikliği dış politikada temel bir değişiklik yerine bir stil değişikliği getirmiştir. Clinton son üç yılda dış politikaya eğilmeyi yeğlemiştir. 

Ortadoğu konusuna gelindiğinde ABD’nin politikası Arap-İsrail barış sürecinin gelişmesi, Arap yarımadasından petrol akışının sağlanması şeklindedir. Ancak, ABD’nin amaçları İran’dan ve Sudan‘dan destek alan aşırı İslamcıların eylemleri yüzünden sarsılmıştır. Öte yandan Clinton yönetiminin izlediği demokrasinin yaygınlaşması ve pazar ekonomilerinin gelişmesi politikaları kuzey Afrika ve Arap ülkelerinde yankı bulamamıştır. Ortadoğu’da ABD’nin çıkmazı otoriter askeri rejimlerdeki değişiklikleri gerçekleştirmek için ayaklananların İslamcılar 
olmasıdır. ABD bir ihtilalci militan İslam’ın kendisine karşı dünya çapında bir üçüncü güç oluşturmasından korkmuştur. İslamcıların Mısır, Cezayir, Filistin, Tunus, Libya, Ürdün, Suudi Arabistan, Endonezya, Malezya, Pakistan gibi ülkelerde status quo’yu zorlamaları karşısında Clinton yönetimi Dışişleri Bakanlığı içinde bir grup kurarak İslam ve İslamcılık üzerinde politikalarını incelemeye almıştır. 

Bu grubun kararları hala gizli tutulmaktadır.19 

İsrailli yazar ve araştırmacılar ABD’nin İslamın bir kısmını kendi yanına çekme politikasına karşıdırlar. Örneğin bir İsrailli araştırmacı ABD’nin iyi ve kötü İslam modeli ortaya koyarken ılımlı İslamcılar’dan ne anladığını iyi belirlememesinden şikayetçidir. Bu yazara göre ABD köktenci İslam’ı iyi bilmemekte ve İslamcılığı bir reform hareketi olarak görmektedir. Bu düşünce tarzı gelecek on yıl içinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı tehlikeye atacaktır.20 

ABD’nin İslam’a ve militan İslam’a karşı politikasının oluşmasında zaman zaman ABD Musevi lobisi ve İsrail önemli bir rol oynamıştır. 

     Bir İsrailli yazara göre Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Orta Doğu barış süresinde İsrail’in karşısında yeralan İslamcı köktencilik yaşamsal bir düşman olarak görülmüş, Avrupa ve ABD’nin kamuoyu İsrail’in yanına çekilmeye çalışmıştır.21 İsrail’in öldürülen Başbakanı Yitzak Rabin “İslamcı Tehdide” dikkati çektikten sonra İran’ın, Moskova’nın eskiden olduğu gibi önemli bir tehdit oluşturduğunu söylemiştir.22 

İsrail eski Başbakanı Şimon Peres bu konuda daha açık konuşarak: “komünizmin çöküşünden sonra İslamcı köktencilik zamanımızın en büyük tehdidi olmuştur. 23” demiştir. Yapılan araştırmalarda bazı Dışişleri memurları ABD’nin yalnızca kendi çıkarlarını takip ettiğini ifade ederken bazıları Dışişleri’nin algılamaların geniş ölçüde Musevi lobisinin görüşlerinden etkilendiğini belirtmişlerdir. Clinton’un Irak ve İran’a uyguladığı “çifte çevreleme” politikası ve 1995’de İran’a ticaret ambargosu uygulaması, bir yazara göre Musevi lobisinin etkisidir.24 
    ABD’nin Musevi lobisi İran, Irak ve Suriye içindeki İslami gruplar için aynı çabaları göstermiştir. Özellikle aşırı sağcı Netanyahu hükümeti sırasında Ortadoğu barışı için güç politika öneren bir politikası güden İsrail’in anti-İslamcı argümanlarında artış olmuştur. Ancak, İsrail de ABD gibi Ortadoğu barış sürecine karşı olan İran, Irak’a ve Suriye’ye yüklenmiş, Pakistan, Afgan Talibanları ve Suudi Arabistan konusunda herhangi bir propaganda yapmamıştır. 

SONUÇ 

Pelletrau‘nun bir konuşmasında belirttiği gibi Ortadoğu’daki değişik yapılardaki devletlere karşı ABD değişik politikalar izlemektedir. 

1994’lerden başlayarak Amerikan hedeflerinin bazı saldırıları ABD’nin desteklediği Sünni Afgan grupları tarafından gerçekleştirilmiş olsa bile 
ABD, Rusya’ya karşı Afganistan’da ve Çeçenistan’da kullandığı bu gruplara karşı bir davranış uygulamak istememektedir. ABD’yle işbirliği yapan Sünni İslam ABD’nin yeni dünya düzenini Ortadoğu ve Asya’ya yaymasında etkili olmuştur. Destabilize olan alanlara ABD gelerek denge sağlayıcı rolünü oynamaktadır. Yeni yükselen pazarlar Türkiye dahil Ortadoğu ve Asya bölgesindedir. ABD’nin yüklendiği ülkeler İsrail’in yoğun etkisiyle Ortadoğu Barış Sürecine karşı olan İran, Irak, Libya ve daha az bir biçimde Suriye gibi ülkelerdir. Şii köktenciliğinin 
uyuşmazlığını karşısına almış olan ABD, Bin Ladin gibi kendisinin yarattığı Frankesteinlere karşı nispeten son dönemlerde sesini çıkarmaya başlamıştır. 

ABD’nin kendi çıkarlarına göre sık sık değişen politikaları İslam’a karşı tutumu Türkiye ve Mısır gibi laik ülkelerin iç politikalarında zorluklar yaratmaktadır. 

Ortadoğu’da Petrol ve Köktenci İslam olduğu müddetçe bu bölge büyük güçlerin oyunlarına sahne olmaya devam edip halkları ızdırap çekecektir. 

DİPNOTLAR;

1 Michael A, Sheehan; Sheehan Testimony on Counterterorism and South Asia, US Department of State, 
   International Information Programs, Washington File, 17 Temmuz 2000. 
2 Sheenan, a.g.m., s. 2 
3 Louis, Blin, Le Petrole du Golfe, guerre et paix au Moyen-Orient, Maison-Neuve et Larose, 1996; Jacques 
   Benoist-Mechin, Faycal roi d’Arabie, Albin Michel, 1975 
4 David Holden and Richard Johns, The House of Saud, Pan Books, London, 1981, s. 137. 
5 Richard Labeviere, Les Dollars de la Serreur: Les Etas-Unis et les İslamistes, Grasset, Paris 1999, s. 40. 
6 Eric Rouleau, Jean Francis Held, Simonne et Jean Lacouture, Israel et Les Arabes, le 3e Combat, Le Seuil 1967, s. 116. 
7 Richard Labeviere, a.g.e., s. 46. 
8 Benjamin R. Barber, Jihad vs. MaWorld, Time Books, 1995, ss. 16-54. 
9 Graham E. Fuller, Algeria, The Next Fundamentalist State?, RAND, Santa Monica, U.S., 1995. 
10 Middle East Quarterly, Eylül 1996: bilgi açısından Cezayir Petrol bölgelerinde 7.000’den fazla ABD linin 
    yaşadığını belirtelim. Bu petrol bölgelerine Cezayirli İslamcıların şimdiye kadar hiçbir saldırıda bulunmadıkları bilinmektedir. 
11 Richard Labeviere, a.g.e., ss. 203-204. 
12 Richard Labeviere, a.g.e., s. 105. 
13 Labeviere, a.g.e., s. 107. 
14 Pentagon’da özel izinle bir sene kadar çalışarak kendisine verilen belgelerle ABD’nin Sovyetler birli¤ini nas›l 
    çökerttiğini anlatan "Zafer" adlı eserinde yazar Mısır’dan alınan Sovyet silahlarının kalitesizliğine karşılık 
    Afgan gerillalarının nasıl iyi çarpıştıklarını anlatıyor. Daha sonra ABD, Sovyetlerin helikopter taarruzlarına karşı 
    "stinger" füzelerinin Afganlara verilmesiyle Sovyet ordusunun nasıl çöktüğünü anlatıyor. Bkz.: Victory: The 
    Reagan Administration’s Secret Strategy That Rastened The Collapsa of the Soviet Union, New York, 1994 
    by Peter Schweizer, ss. 9-10. 
15 Jean-Michel Foulquier, Arabie Saoudite-La Dictature Protegee, Albin Michel, Paris, 1995, s. 56-7. 
16 Edward P. Djererian, "One Man, One Vote, One Time, "New Perspectives Cuarterly, No. 3, Yaz 1993, s. 49. 
17 Gene Bird, "Administratıon Official Assures Middle East the "Crusades Are Over" Washington Report on 
    Middle East Affairs, Temmuz 1992, s. 29. 
18 Başkan Clinton’un Ürdün Parlamentosundaki Konuşması 26 Ekim 1994. 
19 Pelletrau’nun görüşleri için bkz.: Symposium: Resurgent ‹slam, Washington, 1994, ss. 2-3. 
20 Martin Kramer, "İslam Versus Democracy" Commentary, Ocak 1993, s. 39. 
21 Haim Baram, "The demon of ‹slam" Hiddle East İnternational, Aral›k 1994, s. 8. 
22 New York Times, 23 Şubat 1993. 
23 Nw York Times, 21 Ocak 1996. 
24 Arthur Lowrie, "The Campaign Against İslam and American Foreign Policy, Middle, East Policy, Eylül 1995, ss. 215-216. 



***

ABD NİN İSLAM POLİTİKASI., BÖLÜM 1

ABD NİN İSLAM POLİTİKASI., BÖLÜM 1 




ABD’NİN İSLAM POLİTİKASI 
Prof. Dr. Hasan KÖNİ* 
* Ankara Üniversitesi. S.B.F.Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. 
AVRASYA DOSYASI.,

Giriş: 


     Sovyetler Birliği çökene kadar, Siyasal İslam konusunda uluslararası ilişkilerde pek araştırma, makale, kitap yayınlanmaz dı. 

Sovyetlerin çöküşünü gerçek olarak 1985 civarında kabul edersek siyasal İslam konusunda yoğun yazıların bu dönemden sonra başladığı ortaya çıkar. Siyasal İslam’ın önemini ortaya çıkaran iki önemli olay bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Orta Doğu’daki İsrail-Arap çatışmasıdır. 1948 yılından beri süre gelen bu çatışma Arap ülkelerinde reaksiyoner İslami grupların oluşmasına yol açmıştır. 

    Ancak, Sovyetler Birliği’nin varlığı ve komünizm Batılı ülkeleri daha çok ilgilendirdiği için İslam’ın siyasi yüzüyle müslüman ülkeler ve genellikle bu ülkelerin askeri bürokrasileri uğraşmak zorunda kalmışlardır. 

    Siyasal İslam’ı sıçratan olay, 1979 yılında Sovyetler’in İran Devrimi’nin tepkilerini önlemek üzere Afganistan’a girmesiyle başlamıştır. 
İran Devrimi’nden çok daha önceleri Gürcü asıllı Fransız yazar Helene Carrere D’Encause’un, Türkçe’ye, “Çatlayan İmparatorluk” adı ile çevrilen eserinde yazar, Sovyet İmparatorluğu’nda Orta Asya Türk müslümanları ile Rusların iyi geçinmediği ve bu imparatorluğun çökmekte olduğu yönünde iddialar ortaya atmıştır. 

1979 Orta Doğu ve Yakındoğu müslüman ülkelerinin tarihi için dönüm noktası olmuştur. Amerikan elçiliğini basıp 400 elçilik mensubunu bir sene kadar rehine tutan İran bu hareketini Irak’la sekiz sene kadar savaşarak ödemiştir. Irak’ın savaşa girmesinde Suudi Arabistan ve Kuveyt paralarıyla, Fransa, Rusya, ABD, Almanya silah ve cephaneleriyle etkili bir rol oynamışlardır. İran-Irak savaşı daha sonra Körfez savaşının kapısını açacaktır. Hem İran-Irak savaşı hem Körfez savaşı ise Türkiye’nin karşısına PKK ve Kuzey Irak sorununu çıkaracaktır. 

    1979 yılının ikinci olayı ise Sovyetler Birliği’ne karşı ABD’nin Afganistan’daki İslami grupları desteklemesi olmuştur. Bu destek, aşağıda anlatacağımız gibi ABD, Suudi Arabistan, Pakistan ve hatta Çin’den gelmiştir. 1989 yılında Ruslar Afganistan’dan çekilirken Afganistan’da silahlı çatışma konusunda yetişmiş müslüman ülkelerin hepsinden gruplar oluşmuştur. Bu gruplar, Çeçenistan’da, Bosna’da Somali’de Sudan’da, Mısır’da Batılı dostlarının yanında ve karşısında dövüşmüşlerdir. 
Afgan militanları Batının yarattığı bir Frankeştein olmuştur. 

Batı’nın Yakın Doğu’da yarattığı militan İslam Orta Doğu’da varolan militan İslam’ı denetimine almış-Hizbullah grupları gibi-ve etkinliğini Güneydoğu Asya’ya yaymaya başlamıştır. Amerikan Teröre Karşı Koyma Grubunun Başkanı elçi Michael A. Sheehan terörizme karşı koyma ile ilgili olarak Senato önündeki ifadesinde, İran, Suriye, Libya ve Irak’ın gözetim listesinde olmasına karşılık, bu ülkelerin terörizme direkt destek vermelerinde gerileme olduğunu belirterek asıl Pakistan’ın içindeki terör kaynaklarına dikkat çekmiştir.1 

Elçi Sheenan’a göre terörizmde ikili bir gelişme görülmektedir. Bunlardan ilki terörist gruplar iyi örgütlenmiş, mahalli ve bazı devletler tarafından desteklenme yerine belirgin örgüt yapısı olmayan yeni bir uluslararası bağla oluşmuş gruplara dönüşmüşlerdir. İkincisi terör eylemleri Orta Doğu’dan Güney Asya’ya kaymıştır. 

Sheenan’a göre terörizmin Güney Asya’ya kaymasındaki başlıca neden Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgalinden sonra ve bunu takip eden on seneyi aşkın iç savaşın Afganistan’da hükümeti ve sivil toplumu yok etmesi olmuştur. Dünyanın her tarafından gelen savaşçılar ve silahlar bu bölgede dengeyi yok etmiştir. Afganistan’daki savaşlar Orta Doğu’daki diğer çatışmalara destek sağlanmasını doğurmuştur. 

Nihayet Taliban, Kuzey İttifakı’na karşı savaşmaya devam etmekte ve ülkenin her yerinde güç kazanmaktadır. Güney Asya, Kafkaslar’a ve Orta Doğu’ya destek sağlamaktadır.2 

Orta Doğu barış görüşmelerinden ümitli olan Orta Doğu devletlerinin teröristlere karşı tutumunu değişirken terörizm de coğrafya değiştirmiştir. 

ABD terörizmin mali desteğini kırmaya çalışmaktadır. Bu konuda en çok şikayet edilen kimse bir zamanlar Afgan savaşında ABD adına çalışmış olan Suudi Arabistanlı Ussame Bin Ladin’dir. Washington, daha önceleri desteklediği Taliban’dan artık şikayet etmektedir. Taliban’ın Keşmir’de, Mısır’da ve Cezayir’de radikal İslamcı militanlara destek verdiği belirtilmektedir. 

Sheenan’ın ifadesi resmi bildiriler ile gizli devlet eylemlerinin ne kadar çeliştiğini göstermektedir. Şimdi bazı belgelere dayanarak asıl durumu ve nedenlerini ortaya koymaya çalışacağız. 

I - Arabistan-ABD İlişkisi., 

Petrol, II. Dünya Savaşı sonrasında Amerikan toplumunun bir sosyal olayı durumuna gelmişti. Yalta Konferansı’ndan önce Roosevelt Senatör Landis’in hazırladığı petrol ve Orta Doğu’da Amerikan çıkarları adlı raporu okumuştu. 
   Bu metin daha sonraları Araplar ile Washington arasında kabul edilmiş bir manifesto durumuna gelecekti. Yalta dönüşünde kısa süre Mısır’da duraklayan Roosevelt Cidde’deki ABD’nin Konsolosu’na Suudi Arabistan Kralı ile bir randevu ayarlaması için emir vermiştir. Bu buluşma 14 Şubat 1945 günü ABD’nin kurvazörü Quincy’de gerçekleşmiştir.3 İki devlet adamı arasındaki konuşmalar bugün Quincy Paktı diye bilinen bir anlaşma ile sonuçlandı. Bu anlaşma beş önemli konu üzerinde kurulmuştu. 

a) Suudi Krallığı’nın dengesi ABD için hayati bir çıkar taşıyordu. Krallık ABD’ye sürekli Petrol sağlayacaktı. Bunun karşılığında Washington Suudi Arabistan’a kayıtsız şartsız güvence sağlıyordu. 1991 yılında ABD’nin Suudi’lerin yanında savaşa girmesi Quincy Paktı’nın bir sonucuydu. Petrolü araştıracak olan şirketler toprağın sahibi olmayacaklardı. 

Araştırdıkları alanları 60 seneliğine Kiralayacaklardı. 

Anlaşmanın sona ereceği 2005 yılında kuyular ve üzerindeki materyel Suudi Arabistan’a geri verilecekti. Kraliyete ödenecek para varil başına 21 cent olarak saptanmıştı. Aramco şirketine verilen araştırma alanı  1.500.000 kilometre kare idi. 

b) ABD sadece Suudi Arabistan’ın değil Adap yarımadasının güvenliğini de sağlayacaktı. Böylece ABD İran Körfezi’nin güvenliğinden sorumlu oluyordu. Zaten Suudi Arabistan bu bölgede başat güçlerden biriydi. 

c) İki ülke arasında Ekonomik, Ticari ve mali bir ortaklık kurulmuştu. 

    ABD silah satışları karşısında petrol alımlarını arttırıyordu. Suudiler bu anlaşmaya uygun olarak Amerikan devlet bonolarına zaman içinde 400 
milyar dolar yatırmışlardır. 

d) Bu yatırımlar karşılığında insan haklarını ileri sürerek bütün dünyayı sıkıştıran Washington, Suudi Arabistan’ın iç işlerine karışmayarak İslami rejim ihraç eden bu ülkeyi rahatsız etmemiştir. 

Gerçekte Suudi Arabistan Krallığı bir Devrin İran’ı gibi, Ahlaki açıdan savunula bilir bir ülke değildir. 

e) Quincy Paktı’nın üzerine düşen tek gölge Filistin sorunu olmuştur. 

Kral’a Musevilerin Almanlar karşısında çektikleri ızdırabı anlatan Roosvelt’e karşı İbni Suud, Musevilere onlara baskı yapan Almanların evlerini ve topraklarını vermesini önermiştir. Fakir Filistin’e Musevilerin yerleşmesini bir türlü kabul etmemiştir.4 
ABD, Arap yarımadasının yönetiminde Suudilere dayanmasına karşın İsrail-Filistin sürecinde Suudilere bundan böyle çok dar bir manevra alanı bırakacaktır. Bu dar alan içinde Suudiler İslamcı eylemlere destek verebilmektedirler. 

Bu anlaşma bölgede İngiliz Hegemonyasına son verecektir. 

ABD diğer Avrupa Devletlerini dışarıda bırakarak Orta Doğu’ya yerleşecektir. 
Bu anlaşmanın diğer yönleri de bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Suudi Arabistan kullanılarak bölgede laik milliyetçi Arap devletlerinin ortaya çıkmaları denetlenecektir; ikincisi ise Suudi Arabistan korunarak İsrail’in güvenliği de sağlanmış olacaktır.5 

II- Arap İslamcıları Arap Milliyetçilerine Karşı 

1950’li yıllar Mısır’da genç subaylar hareketiyle Arap Milliyetçiliğinin ve daha sonra Pan-Arabizmin doğduğu yıllar olmuştur. 

Arap milliyetçiliği Batı emperyalizmine karşı olmuştur. 

1948’de İsrail’in kurulması, Arapları bağlantısızlık hareketine itmiştir. Türkiye’nin İngilizlerin baskısıyla Bağdat Paktı’nı kurması pek başarılı bir girişim olmamış tır. 

Paktaki tek Arap ülkesi Irak’tır. 1956 savaşı İngilizleri Orta Doğu’ya geri döndürememiştir. Washington Mısır’ın yanında yeralmıştır. Ancak, 
Sovyetler’in Mısır’ın yanında yeralmaları, ABD’nin Asuan barajına mali yardım vermeyi reddetmesi ve Johnson’un Beyaz Saray’da Kennedy’nin yerini alması Mısır-Amerikan ilişkilerini geriletmiştir. 1966 yılında ABD’ye çağrılan Faysal, Amerikan yönetimini Sovyet taraftarı Nasır’a karşı uyarmış ve Yemen’de 1962’den beri solcu Cumhuriyetçilere yaptığı yardıma dikkate çekmiştir. 

   Suudi Arabistan kralcıları desteklerken Nasır 68.000 kişilik bir ordu ile Albay Sallal’i desteklemiştir. Arap dünyasında Mısır, Irak, Suriye, Tunus ve Cezayir gibi solcu laik rejimler gelişmiştir. 

1970’lerde Pan-Arabizmin yanında Arap sosyalizminden bahsedilir olmuştur. 

   Nasır tutucu Arap rejimlerini ve onların içinde yeralan emperyalist üsleri ortadan kaldırmaktan sözetmektedir. 

Bu durum karşısında İsrail’liler tutucu Araplarla ilişki kurmayı tercih etmişlerdir.6 

    1967 Arap-İsrail savaşından sonra batıdan ithal edilen laik, milliyetçi modelin bu savaşlara neden olduğu Doğu ve Batı Arap ülkelerinin omuz omuza savaştığı ileri sürülmüştür. 

    1967 savaşından sonra İslamcı Araplar siyasal sahneye büyük bir gürültü ile gireceklerdir. Bu Arapların, derneklerin, birliklerin arkasında Müslüman Kardeşler Örgütü vardır. Hassan el-Banna ve Sayed Kutb’un kurduğu Müslüman Kardeşler Örgütü hak ve hukukun birleştiği ‘tevhid’ ilkesi üzerine dayanmaktadır. 

Suudilerin desteğiyle Kardeşlik Örgütü, ‘Özel Düzen” adı altında gizli bir ordu kuracaktır. Kardeşler, Milliyetçi Nasır’a karşı Kral Faysal ve Amerikan gizli servislerince desteklenecektir.7 

Bu destekle güçlenen Müslüman Kardeşler bugün Sudan, Yemen, Ürdün, Suriye, Filistin, Tunus, Cezayir ve Fas’ta kollar bulundurmakta ve Latin ABD, Siyah Afrika ve Güney Doğu Asya’daki İslamcı hareketlerin temelini oluşturmaktadır. 

Müslüman Kardeşler’in ideolojik babalığını yaptığı İslamcı hareketlenme çok değişik ve hetorojen bir yapılanma göstermiştir. 

Genel olarak İslamcı ideoloji reformu örgütlenmelere benzemektedir. 

Bu örgütlenme içinde İslamın temellerini Arap-Müslüman halkların sorunlarına bir çözüm olarak göstermektedirler. Böylece dünyadaki aşırı dinci gruplar kendi sektlerinin yaşamı üzerine yoğunlaşmakta çok sıkıştırıldıklarında siyasi şiddete veya terörist girişimlere başvurmaktadırlar. 

Soğuk Savaş sırasında ve 1989 Lübnan savaşının sonuna kadar İslamcı ideolojiye sahip bu topluluklar kendi uluslararasına uygun stratejiler geliştirmeye çalışmışlardır. Bu stratejiler kendilerinin ülke rejimlerine karşıdırlar. 1990’dan itibaren İslamcı gruplar Orta Doğu’da çabalarını kabileler, büyük Arap aileleri veya savaşçılarının etki alanlarında ve etnik yapılarda yoğunlaştırmaya başlamışlardır. İslamcı ideoloji, taktik olarak alternatif bir ulusal alan göstermemektedir. Ulusal alan göstermedikleri için müslüman devletleri belirli sınırlar içinde yöneten bütün rejimler meşruiyetlerini kaybetmektedirler. 

Böylece belli bir toprak alanında milliyetçiliğe dayanan Kemalist, Nasirist ve Baasçı rejimler anti-müslüman komploları olarak görülmektedir. 

Ulusçu fikirler, inancı olmayanların ümmetin bütünlüğünü bölmek için kullandıkları şeytani bir fikir olarak kabul edilmektedir. Ulusçu olmayan 
yapılanmalar yeni uluslararası düzende Batı’nın işine gelen bir konum oluşturmuştur. Ulus devletin direnişi olmadan geniş pazarlar Batı’nın 
mallarına açık olacaktır. İngiltere bu gerçeği daha I. Dünya Savaşı öncesi keşfetmiştir. Orta Doğu’da etkin bir rol oynayan İngiliz istihbaratı 1915’de Çanakkale’yi geçememiştir ama Osmanlı İmparatorluğunu Orta Doğu’da yenerek çökertmiş, kendisine karşı ayaklanan Hindistan’ın müslüman kısmını Pakistan ve daha sonra Bangladeş diye ayırarak zayıflatmış ve İngiliz tekstil endüstrisine karşı çıkan Gandi’den intikamını almıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD durumu farkederek müslüman ülkelerle; Türkiye, Suudi Arabistan, Pakistan, İran ile Sovyetler Birliğini çevrelemiştir. Ruslar’ın Vietnam’ına karşı Afganistan müslümanlarını kullanarak, doğuda Sovyetlerin işini bitirmiştir. 

Afganistan’daki savaş günümüzde Ruslar’ın geri çekilmesine karşın yeni bir stratejiyle canlanmış bulunmaktadır. 

   Bu yeni Strateji Zbigniew Brzezinski “Satranç Tahtası” adlı kitabında geliştirmiştir. 

   Brzezenski’ye göre enerji sahaları ve doğal kaynakları nedeniyle önümüzdeki bin yılda ABD’nin birinci derecede ilgi alanı içindedir. 

Bu alan Balkanlar’ı Orta Asya ve Çin’i kapsamaktadır. Avrasya alanı içinde merkezi bir yer tutan Türkiye’nin yeniden güç kazanması için çabalar ancak 1996 yıllarında başlayacaktır. Yeni Avrasya stratejisi bu defa komünizme karşı değildir. Karşı olunan Ruslar’ın 19. yüzyılda olduğu gibi sıcak denizlere inmesini önlemektir. Bu stratejide önemli olan Türk, Suudi ve Pakistan’ın ve ilerde İran’ın etki alanlarının sağlamlaşmasıdır. 

Bu arada İslamcı ideolojide de ilerlemelidir. Brzezinski ideolojik İslamı “belirli bir İslamcı kimlik” olarak tanımlamaktadır. 

Eğer bu belirgin İslamcı kimlik gelişmezse Orta Doğu’da bir kaos ortamı yaşanacaktır. İslamcı kimliğe önem verilmesinin nedeni bölgenin bu kimlik altında küresel ekonomik yapının içine çekilmesi modeliydi. İslami kimlik bölgede etnik çatışmalar ve siyasal dengesizlikler yaratacak ve Orta Asya bölgesine ABD tam olarak yerleşecekti. Türkiye’yi menteşe devlet, bölgesel güç olarak öven Brzezinski aslında “İslami kimliğin” babasıydı. 

Brzezinski’nin Amerikan Güvenlik Konseyine kabul ettirdiği amaç Rusya’nın Orta Asya’dan silinmesiyle ilgiliydi. 

Bu nedenle Basra Körfezi Krallıklarında bastırılan binlerce Kuranı Kerim silahlarla birlikte Özbekistan’a, Tacikistan’a ve Türkmenistan’a sokuldu. ABD İslam kaldıracını kullanarak ilerisinin bu önemli alanına siyasi dengesizlik sokuyordu. Siyasi dengesizlikleri Amerikan gücü çözecek ve bu bölgeye Orta Doğu’da yaptığı gibi çözüm üretici olarak oturacaktı. Orta Doğu’da olduğu gibi Orta Asya’da ulusçu orta sınıflar var olmadığı için orta ve uzun dönemde Amerikan yatırımlarıyla mücadele edecek Washington’a göre İslam kapitalizm içinde eriyebilir di, İslam, milliyetçi hareketlerin anti-dozunu oluşturuyordu ve sosyalizmin geri dönüşüne karşı bir kaleydi; kısacası İslam yeni liberal düzenin kaçınılmaz müttefikiydi. 

“Cihad’a karşı McWorld” yani Cihad’e karşı Macdonald’s dünyası adlı eserinde bir yazar Cihad ve Macdonald’s dünyasının ortak bir noktası olduğunu söylüyor. Yazara göre her ikisi de ulus devletin egemenliğine ve demokratik kurumlarına karşı ortak savaş veriyorlar. Sivil toplumu yeriyorlar, demokratik vatandaşlığa karşılar ama söylediklerinin karşısında alternatif demokratik kurumlar önermiyorlar. Ortak noktaları sivil özgürlüklere karşı olmaları.8 

ABD’nin Militan İslam’a karşı tutumunu yansıtan en iyi araştırmalardan birisi eski CİA ve Rand Corporatıon araştırıcısı Graham Fuller. 

   Füller 1995’te bütün Avrupa büyükelçiliklerine gönderilen: “ Cezayir Geleceğin İslam Devleti olacak mı? ” adlı raporun yazarı. 

   Fuller’in analizlerinin 1996 yılına kadar Orta Doğu bölgesinde ABD’nin politikasını yönelttiğini belirtmekte yarar olduğu kanısındayız. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***