21 Ekim 2015 Çarşamba

TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BÖLÜM 7 ( TERÖR VE TERÖRLE MÜCADELE )





TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

BÖLÜM 7



TERÖR VE TERÖRLE MÜCADELE


E.Kur.Alb. M. Sadi BİLGİÇ



GİRİŞ

Uzun bir tarihsel geçmişe sahip olan, ancak stratejileri itibariyle modern çağın bir ürünü olan terörizm günümüzün en önemli sorunlarından birisi olmaya devam etmektedir. Başlangıçta işçi hareketleri şeklinde cereyan eden olaylar terör kapsamında değerlendirilmiştir. Ancak sistemli olarak, 19. yüzyılda Rus ihtilalcileri, 20. yüzyılın başında da milliyetçi gruplar tarafından bağımsızlık hareketlerinde kullanılan bir araç olmuştur. “Soğuk Savaş” döneminde terör, bazı devletler tarafından “soğuk savaş”ın bir aracı olarak yaygın şekilde kullanılmış, iki kutuplu düzenin bozulmasından sonra da küresel bir nitelik kazanmıştır.

Bugün dünyada terörle mücadele çabaları devam etmektedir. İngiltere, uzun yıllar IRA’ya karşı verdiği mücadeleyi aldığı bazı siyasal önlemlerle
sonuçlandırmış, aynı şekilde İspanya’da ayrılıkçı teröre karşı demokratik yöntemler ve uluslar arası işbirliği yoluyla çözüm geliştirmiştir.
11 Eylül terör saldırısından sonra ABD olaya daha çok askeri güç kullanma yöntemiyle yaklaşmış, ancak bu yolla sorun daha da karmaşık bir hal almıştır. Henüz entegrasyon dönemini yaşamakta olan AB, terörizme karşı ortak bir politika geliştirme ve bunu hayata geçirme çabası içerisindedir. Bugün terörizm konusunda kabul gören ortak bir tanımın olmaması uluslararası zeminde çifte standartlara yol açmakta ve teröre karşı mücadelede uluslararası işbirliğini zorlaştırmaktadır.

ABD’nin ölçüsüz güç kullanımı ortaya çıkan işbirliği fırsatının büyük ölçüde heba edilmesine neden olmuştur.
Uzun yıllar terörle mücadele etmek zorunda kalan Türkiye terör sorununu halen çözememiştir. 1960’lı yıllardan itibaren sol terör ve sağ sol çatışmalarıyla büyük kayıplara uğrayan Türkiye, 1980’li yıllardan itibaren de büyük çaplı bölücü teröre maruz kalmıştır. Bu arada dini motifli terör örgütleriyle de mücadele etmiştir. Bugün sol, sağ ve dini motifli terör büyük ölçüde kontrol altına alınmışsa da, bölücü terörle mücadele geniş çaplı olarak sürdürülmektedir.

Türkiye uzunca bir süre terörle mücadelesinde ağırlıklı olarak askeri güç kullanımı stratejisini benimsemiş ve uygulamıştır. Ancak sorunun bu yolla çözülememesi ve uzun süre devam etmesi, güvenlik boyutu dışındaki diğer olanakların da eş zamanlı olarak devreye sokulmasını öngören yeni bir yaklaşımın benimsenmesine yol açmıştır. Bugün mücadele çok boyutlu olarak sürdürülmeye çalışılmaktadır. Ancak yakın çevremizde meydana gelen gelişmeler, Türkiye açısından risklerin daha da artmasına neden olmuş ve daha uzunca bir süre bölücü sorunla ugraşılacağı nın emarelerini vermiştir. Bu da yeni bir terörle mücadele stratejisi yanında uzunca bir süre hizmet edecek daha profesyonel bir terörle mücadele yapılanması ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.

Aşağıdaki maddelerde; terörizmin tanımı, kısaca tarihçesi, özet olarak terörün felsefi tabanı, teröre yönelme nedenleri ve dünyada uygulanan terörle mücadele stratejilerine değinilecek; daha sonra Türkiye’de yaşanmış ve yaşanmakta olan terör ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Bu kapsamda; bugün büyük ölçüde kontrol altına alınmış olan, sol, sağ ve dini motifli terör örgütleri özet olarak, bölücü terör ise ayrıntılı olarak incelenecektir.
Bölücü teröre karşı yakın zamana kadar uygulanan strateji eleştirel bir yaklaşımla ele alınarak sonuçları saptanmaya çalışılacak ve önerilen
yeni strateji ile yeni yapılanma ana hatlarıyla ortaya konulacaktır.

1. TERÖRİZMİN TANIMI VE TARİHSEL GELİŞİMİ

1.1. Terör ve Terörizmin Tanımı


Terör konusunda çalışan araştırmacı ve bilim adamlarının yaşadıkları ülke koşullarından ve kendi çalışma alanlarından etkilenmiş olmaları nedeniyle terörizm çok farklı şekillerde tanımlanmıştır. Meydan Larousse’de terörizm; “ihtilalci grupların giriştiği şiddet eylemlerinin tümü, tedhişçilik, bir hükümet tarafından uygulanan şiddet rejimi” olarak tanımlanmaktadır. Encylopedia of Sciences’a göre ise terörizm; “önceden belirlenmiş amaçlarına ulaşmak için, sistematik olarak şiddete başvuran bir örgütlenmiş grup ya da partinin kullandığı yöntem” olarak ifade edilmektedir.

İngiliz araştırmacı ve terör uzmanı Thackrah, terörizmi; “ yeni bir siyasal sistemin kurulmasına destek sağlamak için, devrimci hareketlerde korku ve şiddetin sistematik bir şekilde kullanılmasıdır.” şeklinde tanımlarken; İsrailli araştırmacı Natenyahu; “ kasıtlı ve sistematik bir şekilde suçsuz insanları öldürme, sakat bırakma ve tehdit etmek suretiyle, siyasi hedeflere ulaşmak için korku salma” olduğunu ifade etmektedir.
Mahir Kaynak, terörizme farklı bir şekilde yaklaşmaktadır. Kaynak’a göre “terörist; çok daha büyük bir organizasyonun küçük bir parçasıdır.
Bir teröristin karşısındaki güçleri hiçbir şekilde yenmesi mümkün değildir. O bakımdan terörist, bilinen siyasi amaçlara ulaşmak için büyük güçlerin kullandığı küçük maşalardır.”

Terör uzmanı İhsan Bal, terör ve terörizm kavramlarına biraz daha farklı yaklaşmakta ve şöyle ifade etmektedir: “terör silahlı eylemler marifetiyle
kendisini ve davasını duyurma; terörizm ise bu eylemleri savunan, stratejilerini anlatan, aktaran, geliştiren bir düşünce disiplini veya akımıdır denebilir. Teröristler yer altına girerler, gizlilik içerisinde çalışır, eylemlerini yaparlar ve sonuçta bu eylemlerinin amaçları doğrultusunda propagandaya yönelirler. Terörizm ise bu aşamadan sonra devreye girer. Terör ve terörizm çoğunlukla karıştırılır, ancak birincinin stratejik eylem, ikinci kavramın ise stratejik söylem olduğunu belirtmek gerekir. “

Burada ifade edilmeyen diğer tanımlar da dikkate alındığında ortak noktalar şu şekilde ifade edilebilir: 
Birincisi, bir ideoloji veya amaç doğrultusunda örgütlenmiş bir grubun varlığının söz konusu olmasıdır.
İkincisi, amaca ulaşmak üzere şiddetin bir araç olarak kullanılmasıdır.
Üçüncüsü ise; yapılan eylemlerin türü, yeri ve zamanının saptanmasında daha çok oluşturacağı etki ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan propaganda değerinin önem taşıyor olmasıdır. Öldürülen kişilerin masum olup olmamalarından ziyade örgütün amaçları açısından doğuracağı etki önemlidir.
Terörizm konusunda ülkelerin üzerinde mutabakat sağladığı ortak bir tanıma ulaşmaları aslında büyük önem taşımaktadır. Çünkü bugün bazı faaliyetler, bir kısım ülkelere göre terörü ifade etmekte iken, diğer bazı ülkeler tarafından doğal bir kurtuluş mücadelesi olarak görülebilmekte veya temel hak ve özgürlükler kapsamında değerlendirilebilmektedir. Bu durum da uluslar arası zeminde çifte standartlara yol açmakta ve teröre karşı mücadelede uluslararası işbirliğini zorlaştırmaktadır.

1.2. Terörün Kısa Tarihçesi


Terör korku ve dehşet yoluyla baskı kurma anlamında ele alındığında, tarihi bazı yazarlar tarafından 2000 yıl öncesine kadar götürülmektedir.
Ancak stratejileri bakımından ele alındığında terörün modern çağın bir ürünü olduğu genel kabul görmektedir.
Terörün bilinen en eski örnekleri arasında; Filistin’de (M.Ö. 66-73) iktidar mücadelesi veren bir mezhep mensuplarının (SCARİİ’LER) ileri derecede örgütlü olarak yaptıkları eylemler; 11-13. yüzyıllar arasında İsmaililer mezhebine bağlı olarak Hasan Sabbah liderliğinde ortaya çıkan ASSASİN (Haşişiler)’lerin yürüttüğü siyasi terör eylemleri; Hindistan’da THUG’ların yaptıkları eylemler; daha yakın zaman diliminde ise Amerika’da 1865 yılından sonra ortaya çıkan Ku Klux Klan örgütünün eylemleri terör faaliyetlerinin örnekleri arasında sayılabilir.
Terörün sistemli olarak ortaya çıkışı 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlamıştır. Rus ihtilalcileri 1878-1891 yılları arasında ve 20. yüzyılın ilk yıllarında otokratik bir hükümete karşı; aynı şekilde radikal milliyetçi, İrlandalı, Makedonyalı, Sırp, Ermeni gruplar otonomi ve bağımsızlık için terör faaliyetlerinden yoğun bir şekilde yararlanmışlardır.

Günümüzdeki şekliyle terör faaliyetlerinin Rusya’da cereyan eden şiddet eylemleriyle başladığı ileri sürülmektedir. 2. Dünya Savaşından önce başlayan ve 1947’de Hindistan’ın parçalanmasıyla sonuçlanan faaliyetlerde de terör eylemlerinden önemli derecede yararlanılmıştır. 2. Dünya Savaşından sonra Filistin İç savaşı, Kıbrıs’ta EOKA, Cezayir’de Fransızlara karşı bağımsızlık mücadelesi yürüten FLN, terörü bir araç olarak kullanan gruplar arasında yer almışlardır. Özellikle FLN “şehir gerillası taktiklerinin bugünkü anlamda kullanıldığı bir hareket olmuş ve kendisinden sonra gelenlere bir örnek teşkil etmiştir. Mao, Castro ve Guevera, şehir gerilla taktikleri yerine kır gerilla taktiklerini esas almış ve geliştirmişlerdir. İsrail devletinin kurulmasında da birçok Yahudi örgütü terör eylemlerinden yararlanmışlardır. Türkiye’ye yönelik olarak 1918 yılından sonra başlayan Ermeni terörü uzunca bir süre suskunluğa büründükten sonra 1970’li yıllardan sonra tekrar gündeme gelmiştir.
2. Dünya Savaşı sonrasında, “Soğuk Savaş” döneminde oluşan iki kutuplu dünya düzeninde, bazı devletler terörü soğuk savaş aracı olarak yaygın bir şekilde kullanmışlardır. Eski SSCB’nin dağılması sonucu iki kutuplu düzenin bozulmasın dan sonra, terör eylemleri küresel bir nitelik kazanmıştır.
Terör uzmanı İhsan Bal, terörün tarihsel gelişimini 3 döneme ayırmaktadır.
Birinci dönemi; 19. yüzyıldaki sanayileşme ve kentleşme sonucu daha çok işçi kitlelerinin rahatsızlıklarından kaynaklanan işçi eylemleri şeklinde görülen dönem olarak; ikinci dönemi, 20. yüzyılda, bağımsızlık hareketleri yanında, bazı devletlerin terörü bir “Soğuk Savaş” vasıtası olarak kullandıkları dönem olarak; son dönemi ise “Soğuk Savaş” dönemi sonrasında başlayan “ küresel terör” dönemi olarak tasnif etmektedir.

2. TERÖRÜN FELSEFİ TABANI VE TERÖRE YÖNELME NEDENLERİ

2.1. Terörü Benimseyenlerin Felsefi Gerekçesi


Laqueur, 19. yüzyılda yaşayan terörizm savunucusu Karl Heinzen’in eserinde şunları söylediğini ifade etmektedir: “… eğer öldürmek suç ise bu herkese yasak olmalı, eğer bu suç değil ve bir kısım güçler öldürme haklarını kullanabiliyorsa bu herkes bakımından kullanılabilir bir hak olmalı. Eğer bizim karşımızdakiler (devlet güçleri) bizleri öldürmeyi ayrıcalıklı bir iş, hatta kahramanlık olarak görüyorlarsa bizim de aynı şekilde mukabele etme hakkımız vardır. Ayrıca, terör uygulamak suretiyle bizler savaşlarda olduğundan çok daha az masum insanı öldürerek çıkarlarımızı sağlamaya çalışıyoruz, çünkü hiçbir terör hareketinde
savaşlarda öldüğü kadar insan ölmemiştir ve ölmeyecektir.”
Bakunin, Nacayev ve Most gibi diğer terör savunucuları da benzer şekilde; terörün haklı, meşru ve onurlu bir mücadele yöntemi olduğunu savunmuşlar dır.

2.2. Teröristin Temel Özelliği Nedir?


Terörün simge isimlerinden Ernesto Che Guevara teröristin niteliklerini açıklarken bir çok şeye de ışık tutmaktadır: “..düşmana karşı uzlaşmaz
bir nefret, insanoğluna sınırlarının ötesinde bir azim verir ve onu etkili, şiddetli ve soğukkanlı bir ölüm makinesine dönüştürür. Bizim askerimiz de böyle olmak zorundadır. Nefretsiz bir halk, zalim düşmanları yenemez. Savaşı düşmanın gittiği yere kadar götürmek gerekir, evine, eğlence yerlerine kadar yaymak gerekir.”
Görüldüğü gibi Che’ye göre terörist, aşırı derecede nefrete sahip olacak ve her zaman ve zeminde acımasızca cinayet işleyebilecektir.
Burada görüldüğü gibi, acımasızca cinayet işlemenin yolu, aşırı nefret duygusundan geçmektedir. Terörün yaygınlaşabilmesi için de, çatışma,
kamplaşma ve gerilim ortamının oluşturulması esas kabul edilmektedir.
Nefretin doruğa ulaştırılmasında ise bu süreç içerisinde propaganda eksenli beyin yıkama işleminden yararlanılmaktadır. Bu sağlanınca insan kolaylıkla bir ölüm makinesi haline gelebilmektedir.
Dini motifli terörde simge haline gelen Usame Bin Ladin, terörü “cihad” kavramı ile aynı anlamda kullanmakta ise de gerçekleştirdikleri eylemlerin İslam’daki cihad kavramıyla bir ilgisi yoktur. Bin Ladin bu kavramla, Müslüman kitlenin desteğini elde ederek kendi nefret cephesine katılmalarını sağlamaya çalışmakta dır. Burke’a göre Bin Ladin, terörist olarak niteleyenlere karşı kendisini şöyle savunmaktadır; “
…bizim terörümüz Amerika’ya karşı. Bu övülesi terör, zalimi zulmünden defetmek ve çocuklarımızı katleden İsrail’den desteğini kaldırmak
için yapılmaktadır” “…insanın kendi nefsini koruması nasıl terör olur?
O zaman hangi şey meşrudur ?”. Bin Ladin böyle bir gerekçeyle Müslümanları cihada davet etmekte ise de, İslam’ın ilk yıllarında çok büyük adaletsizlik ve baskıya maruz kalan İslam Peygamberi’nin böyle bir cihad anlayışının olmadığı dikkate alındığında, aslında Bin Ladin’in Che Guavera gibi terör stratejisini benimseyenlerden etkilenmiş olduğu ve bunu İslam ile özdeşleştirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır.

2.3. İnsanlar Neden Teröre Yönelir?


Bir insanın terörist olması konusunda iki görüş yaygın olarak ileri sürülmektedir. Birinci görüşe göre, terörizmi benimseyen insanlar kendi özel dünyalarındaki sorunlar nedeniyle, başka bir deyişle hasta ruhlu olmaları nedeniyle terörist olmaktadırlar. Bu görüşe göre, hasta olan bu insanlar, teröre gerekçe oluşturduğu ifade edilen toplumsal sorunlar olsa da olmasa da terörist olacaklardır. Bu görüş, daha çok 19. ve 20. yüzyıllarda taraftar bulmuş ise de, daha sonra yapılan bilimsel çalışmalar bu görüşü pek desteklememiştir.
İkinci görüşe göre, insanlar yaşadıkları sorunlar dolayısıyla teröre yönelmektedir ler. Bu görüşü savunanlar, teröristin kendisi yanında içerisinde yaşadığı sosyo-kültürel, ekonomik ve siyasal çevreyi de beraber incelemektedirler. Bu konuda yapılan bilimsel çalışmalarda; insanların, haklarını elde etmede çaresiz kaldıkların da ve çevrelerinde yaşadıkları çeşitli sorunları siyasi bir çerçeveye oturtarak sonuca kısa yoldan ulaşmayı düşündüklerinde terörizmi benimseyebildikleri anlaşılmıştır. Bu çalışmalarda özellikle liderlerin, ruh hastası olmaktan ziyade riski göze alan, girişimci, akılcı, idealist ve cesur tipler olduğu görülmüştür. Nitekim Türkiye’de 1960’lı yıllardan itibaren başlayan ve 1980’li yıllara kadar yoğun olarak devam eden Marksist eksenli terör faaliyetlerinin fikri temelinde, sorunların çözümünde terör stratejisinin etkili olacağı ve kısa
zamanda sonuca ulaşabileceği düşüncesinin olduğu anlaşılmıştır. Bugün gelinen noktada bu görüş daha fazla kabul görmektedir.

3. TERÖRLE MÜCADELE


3.1. Genel


Gelişen teknolojinin de kullanımıyla etkisi daha fazla artan ve günümüzün en önemli sorunlarından biri haline gelen terör, başlangıçta sadece bir güvenlik sorunu olarak algılanmıştır. Dolayısıyla geliştirilen mücadele stratejileri de daha çok güvenlik güçleri ve istihbarat birimlerinin kullanımını kapsayan sınırlı bir çerçevede kalmıştır. Ancak sadece güç kullanılarak terörün üstesinden gelinemeyeceğinin anlaşılması, mücadele stratejilerinin geliştirilmesinde daha kapsamlı ve bilimsel yaklaşımların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu kapsamda yapılan çalışmalar, mücadeleyi sadece güvenlik boyutuyla ele alan tek eksenli yaklaşımdan çıkararak konunun bütün boyutlarıyla ele alınmasını sağlayacak şekilde çok boyutlu mücadeleyi ifade eden “teröristle mücadele yerine terörizmle mücadele” zeminine taşımıştır.
Terör bugün ulaştığı boyutlarıyla geçmişe nazaran yaşamı daha fazla tehdit etmektedir. Kayıtsız kalmak veya kaçmak mümkün olmadığına göre, bilimsel yöntemlerle etkili ve kapsamlı mücadele stratejileri geliştirmek ve uygulamak gerekmektedir.

3.2. Dünyada Teröre Bakış ve Maruz Kalan Ülkelerin Tutumları

3.2.1. ABD’nin Küresel Terörle Mücadele Politikaları ve Uygulamalarının Sonuçları


11 Eylül saldırılarına kadar ciddi bir terör saldırısıyla karşılaşmayan ABD, bu saldırıyla adeta paniğe kapılarak ölçüsüz tepkiler vermeye başlamıştır. Mücadele kapsamında çıkardığı vatanseverlik yasası ile demokratik ve özgür yapısından önemli ödünler vermiş, meydana gelen aşırı kaygı iktidarın olağanüstü yetkilerle donatılmasına neden olmuştur.
Bunun sonucu olarak da işkence, kötü muamele ve savaş açma da dâhil olmak üzere askeri araçların aşırı derecede kullanımı adeta olağan bir hale gelmiştir. Biraz da tek kutuplu yapının sağladığı aşırı güven kural tanımazlığa dönüşmüş, hatta ABD BM’nin varlığını bile göz ardı eden bir tutuma girmiştir.

Operasyonel faaliyetlerin yanında halkın kazanılması, en azından ikna edilmesi terörle mücadelede önem taşımakta iken, ABD’nin Afganistan ve Irak’a müdahalesinde büyük ölçüde operasyonel gereksinimleri ön planda tutması sadece o ülkelerde değil bütün İslam coğrafyasında tepkiye neden olmuştur. Ayrıca bu tutum, terörle mücadelede işbirliği konusundaki inandırıcılığını büyük ölçüde kaybeden ABD’nin müttefiklerinde güven kaybına neden olurken; hedef ülke ve örgütlerdeki kin ve nefreti daha da artırarak yeni terör olaylarını tetikleyici bir zemin hazırlamak suretiyle orta ve uzun vadede terörün ekmeğine yağ sürmüştür. Bu da sonuçta hem ABD’nin dünya üzerindeki imajını ciddi
derecede zedelemiş, hem de terör riskini ve güvenlik kaygılarını artırmıştır. Diğer yandan “önleyici saldırı doktrini” ile askeri seçenek ve işkence
uygulamaları cereyan ederken ABD’nin diğer ülkeleri koşulsuz olarak destekleme ye davet etmesi, küresel teröre karşı uluslararası bir işbirliği fırsatının da heba edilmesine neden olmuştur.
ABD’nin terörle mücadele konseptinin esası, destekçileri ve yandaşları ile beraber küresel terör örgütlerinin kapasitelerini azaltmak veya ortadan kaldırmak ve terör örgütlerine tolerans göstermemek şeklinde özetlenebilir.

3.2.2.Avrupa Birliği’nin Terörle Mücadele Politikaları


Henüz entegrasyon aşamasında olan AB’nin, diğer alanlarda olduğu gibi güvenlik ve terör konularında da ortak politika geliştirmesi ve ortak düzenlemelere gitmesi her geçen gün giderek daha iyi bir noktaya gelmektedir. 11 Eylül saldırıları AB üyelerini daha fazla işbirliği yapma çabalarını hızlandırmış ve küresel terörle mücadelede yeni vizyon ve strateji arayışlarına itmiştir.
2003 yılında yapılan zirvede kabul edilen Güvenlik Strateji Belgesi’nde terörizmle ilgili olarak üç ana hedef belirlenmiştir. Bunlar; tehdidi belirleme ve karşı koyma, AB’nin güvenliği için çevresindeki ülkelerin de güvenliğini sağlama ve uluslar arası sistemin düzenli işleyişini sağlamadır.

2004 yılında kabul edilen Eylem Planı’nda özetle; terörizmle mücadelede uluslar arası çabaları artırmak ve işbirliğini sağlamak, BM çatısı altında hareket etmek, BM sözleşmelerine uymak, iç hukuku BM hukuku ile uyumlu hale getirmek ve ABD ile işbirliği yapmak gibi hususlarda mutabakat sağlanmıştır. Terörün mali kaynaklarını kurutmak, terörist faaliyetleri önlemeyi, araştırmayı, bulmayı ve yargı önüne çıkarmayı sağlayacak imkânları geliştirmek, ulaşım ve sınır güvenliğini artırmak, üçüncü ülkelerle ilişkilerde önceliği terörizme karşı olan ülkelere vermek, üyelerin terörizmi ülkelerin iç meseleleri olarak görmemelerini
sağlamak ve işbirliği içerisinde olmak, kullanılacak vasıtalar olarak belirlenmiştir. Yapılan düzenlemelerden anlaşıldığı gibi; Avrupa Güvenlik ve Savunma
Politikası (AGSP) terörle mücadele bağlamında; terörist tehdidi önleme, tehdit ve saldırı sonrası koruma, saldırı sonrası askeri ve sivil mekanizmalarla cevap verme ve üçüncü ülkelere terörle mücadele konularında yardım etme şeklinde özetlenebilecek dört temel amacı içermektedir.
Genel olarak bakıldığında, AB’nin tutumunun ulusal boyuttan uluslararası bir yaklaşıma kaydığı ve terörizmle mücadelenin ortak dış ve güvenlik politikasına yansıtıldığı görülmektedir. Ancak ABD’den farklı olarak önleyici doktrin yerine çok taraflılık ilkesinin benimsendiği görülmektedir.
Strateji olarak; küresel terörün yaşamasına olanak veren temel nedenlerin ortadan kaldırılması ve terörizmle mücadelede askeri önlemlerden ziyade çok boyutlu olarak mücadele edilmesi ve önleyici çalışmalara öncelik verilmesinin esas alındığı anlaşılmaktadır.

AB bu stratejiyi dokümanlarına taşımış olmakla birlikte, küresel terörle mücadelede etkili bir aktör olma araçlarına henüz sahip değildir.
Henüz entegrasyon aşamasında olan bir yapının kısa sürede ortak bir tavır geliştirmesinin de kolay olmayacağını kabul etmek gerekir. Ancak her geçen gün daha iyi bir noktaya geldiği görülmektedir.

3.2.3. İspanya’nın Terörle Mücadele Politikaları


İspanya, terörle mücadelede başarılı kabul edilen ve başarının da ancak demokratik uygulamalarla mümkün olabileceğini gösteren örnek ülkelerden birisidir. Uzun yıllar ETA örgütüyle mücadelesi ona ulusal çapta bir deneyim kazandırmış, 11 Mart 2004 Madrid saldırısıyla da bu deneyimi uluslararası bir zemine doğru genişlemiştir. Terör uzmanları İspanya’nın terörle mücadelesini üç safhaya ayırarak incelemektedirler. Birincisi Franco dönemi, ikincisi demokrasiye geçiş ve AB süreci, üçüncüsü ise 2004 Madrid terör eylemi sonrası dönemdir.
Birinci dönemde, Bask bölgesinin bağımsızlığı için mücadele eden ETA terör örgütüne karşı Franco tarafından sert önlemler alınmış ve mücadele stratejisi yasal düzenleme ve askeri mücadele eksenine oturtulmuştur.
Aşırı baskı ve yıldırma politikası göreceli ve geçici bir başarı sağlamış ise de, daha güvenli ve kalıcı bir çözüme ulaşamamıştır. 

Bu dönemde Fransa örgüte sempatiyle bakmasına rağmen, sorun sadece ulusal bir çerçevede ele alınmış ve uluslararası bir destek arayışına girilmemiştir.
Franco döneminden sonra İspanya, terörle mücadelede demokratik açılım yaklaşımını benimsemiştir. Bu yaklaşımla İspanya; terörün arka planını görmeye çalışmış, teröristlerin eylem gerekçelerini ortadan kaldırmaya gayret etmiş, uluslararası işbirliğini sağlamış ve terörle mücadelede profesyonel uzman birimlerini devreye sokmuştur. Terörle mücadele ederken şiddetle karşılık verme yerine demokratik araçlarla teröristlerin manevra alanı daraltılmıştır. Demokratik uygulamaların başlangıcında eylemlerde belli bir oranda artış olmuş ise de demokratik uygulamalara sabırla devam edilmiş ve AB sürecinden ödün verilmemiştir.

Bu süreç içerisinde Fransa ile ilişkiler arzu edilen noktaya gelmiş, AET’ye üye olduktan sonra da ETA’yı uluslararası alanda tecrit etmeyi başarmıştır.
2004 Madrid saldırılarından sonra başlayan üçüncü dönemde halk ABD politikalarına destek veren yönetimi değiştirmiştir. Yeni hükümet bazı ekonomik çıkarlar nedeniyle vazgeçilen ulusal terörle mücadele stratejisini önce AB’ye sonra ise BM çatısına taşımıştır. İspanya Hükümeti, ABD ve İngiltere’nin savaşı haklı gösterebilmek için dünyaya yalan söylediklerini ifade ederek terörle mücadelede farklı bir duruş sergilemiş, ayrıca terörizmin kaynağının sadece Ortadoğu olmadığı, adaletsizlik ve yoksulluğun hüküm sürdüğü bütün bölgelerin aynı derecede teröre katkı sağladığı şeklinde daha geniş bir bakış açısını benimsemiştir.

Özetle son dönemde İspanya’nın terörle mücadele stratejisi, kendi ulusal stratejisi ile daha geniş kapsamlı uluslararası yaklaşımının bileşiminden
oluşan yeni bir çerçeveye oturmuştur.

3.2.4. İngiltere’nin Terörle Mücadele Politikaları


İngiltere de terörle mücadele bakımından uzun süreli deneyimlere sahip olan ülkelerden birisidir. İngiltere’nin terörle mücadele yaklaşımı da başlangıçta, diğer ülkelerde olduğu gibi, yeni yasalar çıkararak güvenlik güçlerinin yetkilerini artırma ve terörü güç kullanma yoluyla bastırma şeklinde olmuştur.
2001 yılında terörle mücadelede kapsamlı yasal düzenlemeler yapılmış, bu düzenlemelerde terör örgütlerinin bir listesi oluşturulmuş ve terörün tanımı genişletilerek yeni alanlar eklenmiştir. Ancak İngiltere IRA’ya karşı verdiği mücadelede başarıya; sert terör yasaları ile değil, terörle mücadelede devreye soktuğu siyasal ve sosyal önlemlerle ulaşabilmiştir.
Bu önlemler sonunda IRA silah bırakmış ve böylece terör dönemi sona ermiştir.

İstanbul, Madrid ve Londra saldırıları sonrasında güvenlik güçlerinin yetkilerini artıran yeni yasal düzenlemelere devam edilmiş ise de bu düzenlemelerde, IRA değil, El Kaide’ye karşı mücadele ön plana çıkmıştır.
Kendisi terörle uzun yıllar boğuşmasına rağmen İngiltere, aynı dönemde diğer ülkelerin muhaliflerinin ve terörist gruplarının da rahatlıkla yaşadıkları bir ülke haline gelmiştir. PKK’nın buradaki faaliyetleri, Med TV’nin buradan yayın yapması buna örnek olarak gösterilebilir.
Bu, ülkelerin teröre bakışlarındaki farklılıkları da yansıtmaktadır. Kendisine yapılırsa terör, başka ülkelerde olursa özgürlük mücadelesi veya demokratik arayış şeklinde görülebilmektedir. Bu yaklaşım, bugün teröre karşı uluslararası işbirliği yapılmasındaki en önemli engellerden birisini oluşturmaktadır.

4. TÜRKİYE’DE TERÖR VE TERÖRLE MÜCADELE


4.1. Genel

Sadece son dönemdeki istatistiksel sonuçlara bakıldığında bile terörün Türkiye için ne ifade ettiğini anlamak mümkündür. Son dönemde terör 30 binden fazla can kaybına, binlerce insanımızın sakat kalmasına, 300 milyar dolar civarında da ekonomik kayba neden olmuştur. Bu rakamlar terörün Türkiye için ne kadar büyük bir sosyal ve güvenlik sorunu olduğunu açık olarak göstermektedir.

4.2. Sol ve Milliyetçi Hareketlere Kısa Bir Bakış


Marksist ideolojiyi esas alan sol hareketler 1960’lı yıllara kadar daha çok fikri nitelikli mücadele şeklinde faaliyetlerini yürütmüş, ancak 1960 darbesinden sonra hazırlanan anayasanın sağladığı özgürlükçü ortam, sol örgütlerin güçlenmesi için uygun bir zemin oluşturmuştur.
Bu dönemde; Doğan Avcıoğlu’nun liderliğindeki YÖN hareketi, 1961 yılında kurulan Türkiye İşçi Partisi, Mihri Belli liderliğindeki Milli Demokratik Devrim (MDD) hareketi sosyalist bir gençlik hareketinin doğmasına öncülük etmiştir. Daha sonra bu gençlik, özellikle Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) aracılığı ile kendisini illegal örgütlenmeler içerisinde bulmuştur.

1968’li yıllarda dünyada da sol hareketler ciddi derecede ivme kazanmış, Türkiye’de bundan önemli ölçüde etkilenmiştir. 
FKF 1969 yılında Dev Genç adını almış, ancak bundan sonra solda bölünmeler de başlamıştır. Doğu Perinçek grubu Mahir Çayan’dan ayrılmıştır. 
Mahir Çayan THKP-C’ye, Deniz Gezmiş ise THKO’ya liderlik yapmıştır. 
Kızıldere olayları ile bu iki örgüt fiilen sona ermiş ise de, kalan unsurları
bundan sonra doğacak olan örgütlerin temelini oluşturmuşlardır.
1971 Muhtırasından sonra örgütsel faaliyetler büyük ölçüde kontrol alınmışsa da, 1974 affıyla birlikte terör olayları tekrar tırmanmaya başlamıştır.
1974 sonrasının bir diğer özelliği, Marksist örgütlenmeler yanında bölücü örgütlenmelerin de filizlenmeye başlamış olmasıdır.
1974 sonrasında artan şiddet eylemleri karşısında “milliyetçilik” temelinde karşı faaliyet ve örgütlenmeler de hızlanmış, sonunda Türkiye hızla sağ-sol çatışması zeminine doğru kaymıştır. 1977 yılında terör olaylarında ölenlerin sayısı 319 iken bu sayı, 1978 yılında 1095’e, 1979’da 1362’ye ulaşmıştır.
12 Eylül askeri müdahalesi ile örgütler etkilerini önemli ölçüde kaybetmiş, liderleri Avrupa’ya kaçmışlardır. 1983 yılında demokratik düzene geçilmesinden sonra tekrar örgütlenmeye başlamış iseler de, değişen dünya konjonktürü ve güvenlik güçlerinin de başarılı çalışmalarıyla eski güçlerine ulaşamamışlardır.

Halen aktif olan sol örgütler; 

DHKP/C, 
Devrimci Yol, 
TKP/ML, 
Türkiye Devrim Partisi (TDP), 
Türkiye Komünist Emek Partisi (TKEP/L) 
Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği (TİKB), 
Türkiye Devrimci Komünist Partisi (TDKP), 
Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) olarak sıralanabilir.

4.3. Bölücü Örgütlere Kısa Bir Bakış


1973 yılında Marksist ideoloji ekseninde temelleri atılmaya başlayan PKK, 1978 yılında kurulmuştur. Başlangıçta fazla etkinliği bulunmayan örgüt, 12 Eylül askeri müdahalesinden sonra elemanlarını Lübnan’a kaydırarak teori ve pratik alanındaki eksikliklerini tamamlamış, 1984 yılındaki Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla etkili terör eylemlerine başlamıştır. 1986 yılında askeri kanadı oluşturan ARGK kurulmuş, bu tarihten sonra bölgede yaptığı kitle katliamları ile halkın direncini kırmış, bu şekilde bir yandan eleman temin imkânlarını artırırken diğer yandan bölgedeki manevra alanını genişletmiştir.
1988 yılında örgütte hizipleşme başlamış ve bocalama dönemine girmiştir. Ancak Öcalan, örgüt içi infazlarla kontrolü eline almıştır.
1990 yılında başlayan Körfez krizi Kuzey Irak’ta otorite boşluğuna neden olmuş bu da PKK’nın işini kolaylaştırmıştır. Bu yıllarda PKK; genel ayaklanma, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Meclisi’ni toplama ve Savaş Hükümeti ilan etme gibi hedeflere ulaşmaya çalışmıştır. Ancak Kuzey Irak’a icra edilen bir seri harekât sonucunda PKK büyük darbeler almış ve arzu ettiği hedefe ulaşamamıştır. 1994 ve 1995 yılında bölgede yapılan yoğun ve sürekli operasyonlar sonucu PKK gücünün önemli bir kısmını kaybetmiş, etkisini hissettirmek için de bölgede katliam türü eylemlere başlamıştır. Ancak bu da hem örgütün daha fazla darbe almasına hem de dünya kamuoyunda kendisine karşı tepki duyulmasına
neden olmuştur. Bu aynı zamanda diğer ülkeler nezdinde yapılan girişimlerde Türkiye’nin daha etkili sonuçlar almasına da imkân vermiştir.
1990’ların sonuna doğru, dış dünyada PKK’nın terör örgütü olarak kabul edilmesinin ardından Öcalan yakalanarak teslim edilmiş, bundan sonra da örgütün siyasal arayışları başlamıştır. Bugün gelinen noktada siyasal çabalar hızlı bir şekilde sürdürülmeye çalışılmaktadır. Ancak zor durumda kalan PKK çok boyutlu ve yönlü etkilere maruz kaldığından çok farklı güçler tarafından, çok farklı maksatlarla kullanılan bir taşeron örgüt haline gelmiştir.

4.4. Dini Motifli Terör Hareketlerine Kısa Bir Bakış


1979 yılındaki İran devriminden sonra Sünni olmalarına rağmen Şii yazarların eserlerinden etkilenen bazı radikal gruplar ortaya çıkmaya başlamıştır. Hizbullah başta olmak üzere “İslami hareket” gibi dinsel görüntülü terör örgütleri, büyük ölçüde mezhepsizliğe dayanan ancak fikri temellerini Şii düşünür ve yazarlardan alan yeni bir din anlayışını topluma taşımaya başlamışlardır. Bunun yanında ABD’ye karşı mücadele veren El Kaide ve benzeri bazı örgütlerin de etkileri görülmeye başlamıştır. Güvenlik güçlerinin operasyonlar ı sonucu ele geçirilen bazı örgüt mensuplarının ifadelerinden, örgüt mensuplarının İran veya Afganistan ile bağlantılı oldukları, bazılarının teorik ve pratik eğitim almak üzere bu ülkelere gittikleri anlaşılmıştır. Ancak, İslam dininin gerçekte teröre izin vermemesi ve Türkiye’de dini kimlikleri ile ön plana çıkan
birçok kanaat önderinin teröre kesin olarak karşı çıkmaları, bu radikal grupların etkisini zayıflatmış ve manevra alanlarını daraltmıştır. Bu örgütler, toplumdaki eğitim yetersizliği ve kültürel geri kalmışlıktan istifadeyle toplumda taban bulmaya çalışmaktadırlar. 

Bu kapsamda 
Türk Hizbullah Örgütü, 
İslami Hareket Örgütü, 
İslami Büyük Doğu Akıncıları
(İBDA-C)   adlı örgütleri sıralamak mümkündür.

Hizbullah Örgütü, Fidan Güngör ve Hüseyin Velioğlu’nun 1980’li yıllarda kurdukları Vahdet grubu ile başlamıştır. PKK’nın sindirme amaçlı olarak bölgedeki dini kesimlerden bazılarını öldürmeleri 1991 yılı ortalarından itibaren Hizbullah’ın PKK ile çatışmaya başlamasına neden olmuştur. 1991-1995 yılları arasında PKK-Hizbullah çatışması sonucu 400’den fazla PKK mensubu veya sempatizanı öldürülmüştür.
Bunun sonucunda örgütsel anlamda şehir merkezlerinde kontrol Hizbullah’ın eline geçmiş, PKK şehir merkezlerinde barınamaz hale gelmiştir.
Güvenlik güçlerinin yaptığı operasyonlar sonucunda 600 civarında Hizbullah örgüt mensubu yakalanmış ve 100 civarında faili meçhul cinayet aydınlatılmıştır.

Şiddet eylemlerine başvurulmasından sonra örgütte başlayan fikir ayrılığı nedeniyle grup “Menzil” ve “İlim” grubu olarak ikiye bölünmüştür.
Menzil grubu Fidan Güngör liderliğinde, İran’a sıcak bakan ve mezhep farkını önemsemeyen bir bakış açısına sahiptir. Adını Diyarbakır’daki Menzil kitapevinden almaktadır. Strateji olarak henüz tebliğ aşamasının bitmediği gerekçesiyle şiddet eylemleri ve PKK ile çatışmaya girilmemesi gerektiğini savunmaktadır.
İlim” grubu, Diyarbakır’da İlim kitapevi etrafında bir araya gelen ve liderliğini Hüseyin Velioğlu’nun oluşturduğu gruptur. Bu grup daha çok siyasi bir örgütlenme biçimine sahiptir. Liderlik ve bağlantı yönünden İran’a bakışı nispeten soğuk olmakla birlikte yöntem olarak İran’ı benimsemekte, Menzilcilerin aksine şiddet eylemlerini savunmaktadırlar. PKK’nın kendilerine karşı yaptıkları eylemlere karşılık olarak PKK mensuplarına ve sempatizanlarına şiddetle karşılık vermişlerdir. Bu grup ayrıca Menzil grubu ile de çatışmalara girmiş ve birçok mensubunu öldürmüştür.

Bugün marjinal boyutlarda kalan ve etkisini büyük çapta kaybeden diğer örgütler arasında, İslami Hareket Örgütü ve İslami Büyük Doğu Akıncıları (İBDA-C) örgütlerini saymak mümkündür.

4.5. Bölücü Terörle Mücadelede Uygulanan Stratejiler


Bu bölümde; Türkiye’deki sol ve dini motifli terör örgütlerinin bugün etkilerini büyük ölçüde kaybetmiş olmaları nedeniyle, halen eylemlerine tanık olunan ve gündemi meşgul etmeye devam eden bölücü terör örgütüne karşı uygulanan mücadele stratejisi eleştirel bir yaklaşımla ele alınacaktır.

4.5.1. Başlangıçtan İtibaren Uzun Süreli Olarak Uygulanan Strateji ve Sonuçları

Terörle mücadelede esas sorumlu olmasına rağmen sivil otorite, yakın zamana kadar görevini, daha çok güvenlik güçlerinin ihtiyaç duyduğu silah ve teçhizatı satın almak ve ilave kaynak tahsis etmek şeklinde yapmaya çalışmıştır. Bunun sonucu olarak ta, terörle mücadelede askeri bürokrasi birinci derecede rol sahibi olurken sivil otorite ikincil pozisyonda kalmış ve büyük ölçüde askeri bürokrasiye tabi olmuştur.
Bunda, karakolların baskına uğraması ve zayiat vermesi sonucunda askerlerin kaçınamayarak görevi adeta kucağında bulmalarının da etkili olduğu söylenebilir.

Hâlbuki terörle mücadelenin ekonomik, eğitim ve sosyokültürel, idari ve yasal, diplomatik, güvenlik vb. boyutları dikkate alındığında, TSK’nın görev alanının bu boyutlardan sadece güvenlik bölümüyle örtüştüğü, bunu da il ve ilçe merkezleri nin büyük kısmında Emniyet Teşkilatı ile paylaştığı görülmektedir. Buna rağmen sivil otoritenin mücadelede ikincil derecede bir rol üstlenmesi anlaşılır olmaktan uzaktır. Özetle, terörle mücadelede kullanılacak araçların ve olanakların büyük kısmını elinde bulunduran sivil otoritenin, sorumluluğu birinci derecede üstlenmesi ve asli görevini büyük ölçüde askeri bürokrasiye devretmemesi gerekirdi. Terörle mücadelede TSK’nın birincil rolü oynaması, daha çok güç
kullanımına dayanan askeri stratejilerin ön plana çıkmasına neden olmuştur. Bu da;
Çok farklı düzlemlerde ve çok boyutlu unsurları içerecek şekilde yürütülmesi gereken terörle mücadeleyi, büyük ölçüde teröristle mücadele sınırlarına hapsetmiştir. Başka bir deyişle, askeri bürokrasinin birincil derecede rol üstlenmesi mücadelenin güvenlik boyutu dışındaki diğer alanlarında zafiyet doğmasına neden olmuştur. 
Bu da, katılımların önlenememesine, dolayısıyla operasyonlarla sürekli darbe vurulmasına rağmen örgütün gücünün bitirilememesine sebep olmuştur.
Mücadelenin maliyeti çok artmıştır. Küçük gruplara karşı özel olarak eğitilmiş ve donatılmış özel birlikler kullanmak yerine çok sayıda askeri birliğin kullanılması operasyonların maliyetini artırmıştır. Resmi makamlar tarafından PKK’nın Türkiye’ye bugüne kadarki maliyetinin 300 milyar dolar olduğu ifade edilmekte ise de, bazı hesaplara göre 1 trilyon doları bulduğu söylenmektedir. Bu maliyet içerisinde güç kullanımıyla ilgili kısım önemli bir yer tutmaktadır.
Düzenli bir harekâta göre eğitilmiş ve yapılandırılmış olan askeri birliklerin yoğun olarak kullanılması nedeniyle daha fazla zayiat verilmiştir.
Bölgeye gitmeden çok iyi eğitilse bile, arazi ve iklim koşulları çok ağır olduğundan, birlikler, bölgede aylarca operasyona çıktıktan sonra ancak yeterli fiziki kondisyona ve çatışma tecrübesine sahip olabilmekte, teröristin kullandığı taktikleri öğrenebilmekte ve araziyi tanıyabilmektedir.
Ancak bundan sonra etkili ve verimli operasyonlar yapılabilmektedir. Bu intibak döneminde hem mücadelenin etkisi zayıflamakta hem de daha fazla zayiat verilebilmektedir. Durum böyleyken tecrübe kazanan askerler bir süre sonra terhis olmakta, yeni gelen askerler için aynı döngü yeniden başlamaktadır. Özetle, silâhaltına alınan askerlerin, askerlik sürelerinin önemli bir kısmından verimli ve etkili olarak yararlanılamamaktadır. Birlik komando birliği olsa da, bu faktörlerden kaçınılmaz bir şekilde etkilenmektedir. Hâlbuki normal askeri birlikler yerine özel olarak eğitilmiş ve donatılmış özel görev grupları kullanılsa, onlardan çok uzun süreli olarak etkili ve verimli bir şekilde istifade etmek
mümkün olabilecektir.
Çok sayıda birlikle operasyona çıkılması, daha teröristle temasa geçilemeden operasyonun açığa çıkmasına, bu da teröristin temasa girmekten kaçınarak operasyonların boşa çıkmasına neden olmaktadır.
Çok operasyon yapılması teröristin arazide serbest hareketini önleme gibi bir fayda sağlamış ise de, operasyonların çoğundan sonuç alınamaması hem askeri birlikleri yormuş, hem de birlikleri pusu ve mayın gibi ciddi risklerle karşı karşıya getirmiştir. Ayrıca yoğun güç kullanılmasına rağmen örgüte arzu edilen darbenin vurulamaması, örgüte hem moral hem de propaganda imkânı vermiştir.
Terörle mücadelede yoğunluklu olarak askeri birlik kullanımı, TSK’nın dikkatinin istemese de iç tehdide kaymasına; operasyonel görevlerin öncelikli hale gelmesi de, bütçe imkânlarının TSK’nın dış tehdide uygun olarak modernizasyonu yerine terörle mücadeleye dönük teçhizat alımına ve cari kalemlere harcanmasına neden olmuştur.
Diğer yandan iç güvenliğe tahsis edilen birlikler küçük birlik seviyesinde eğitim yapmak zorunda kalmışlardır. Hâlbuki TSK’nın normal koşullarda, küçük birlik seviyesindeki eğitim ve tatbikatlardan büyük çaplı manevralara kadar bir seri eğitimi yapması gerekmektedir. Terörle mücadele, birliklere küçük birlik seviyesinde çatışma tecrübesi kazandırmış ise de, büyük birlik seviyesindeki eğitimin de bir ölçüde ihmale uğramasına neden olmuştur. Dolayısıyla TSK’nın (Jandarma dışındaki unsurlarının) terörle mücadelede yoğun olarak kullanılması; hem kaynakların doğru kullanımı ve birliklerin modernizasyonu, hem de birliklerin eğitimi bakımından TSK’ya zarar vermektedir.
Türkiye’nin bekası adına riske girmemek için de hem dış tehdide karşı hem de teröre karşı ayrı ayrı yeterli miktarda birliği silah altında tutmak gerekir ki, bu da TSK’nın çapının büyümesi, ülkenin refahı için diğer alanlarda yapılması gereken harcamaların azalması demektir.
Terörle mücadelede güç kullanmanın kaçınılmaz yan etkileri vardır. Öldürülen her teröristin yakınlarının devlete olan sempatisi ister istemez  zayıflayacaktır. Bu, bir terörist öldürülürken onlarca kişinin devlete olan sempatisinin azalması demektir. Bunun dışında operasyonlar esnasında bölge insanına istenmeden verilen rahatsızlıklar, özellikle ölçüsüz ve dikkatsiz güç kullanımı daha da vahim sonuçlar doğurabilmektedir.
Bu da katılımların tetiklenmesi ve örgütün ömrünün uzaması demektir. Dolayısıyla terörle mücadelede güç, ancak zaruri durumlarda ve gerektiği kadar kullanılmalıdır. Ayrıca gücü kullanan unsurların çok bilinçli ve hassas olmaları gerekir.
Uygulanan stratejiyle örgütün kısa sürede yok edilememesi bütün dünyanın dikkatini çekmiş, bu da Türkiye üzerinde hesabı olan ülkelerin, Türkiye’ye daha fazla zarar verme adına, örgüte doğrudan veya dolaylı yardım ve desteklerini artırmıştır. Bu da örgütün güçlenmesini ve daha uzun ömürlü olmasını sağlayan bir başka etken olmuştur.

Örgüt yapı olarak üç ana unsurdan oluşmaktadır. Bu unsurlar parti, ordu ve cephe teşkilatıdır. En üst seviyedeki parti örgütü sevk ve idare eden en yetkili organdır. Ordu, eylemleri yapan dağ kadrosudur. Cephe ise dağ kadrosunun eylem yapabilmesi için ihtiyaç duyduğu her türlü idari, lojistik ve istihbarat desteğini sağlayan ve halkın içerisinde yaşayan sivillerden oluşan unsurdur. Böyle bir yapıda kilit unsur, dağ kadrosuna eylem yeteneği kazandıran cephe kadrosudur. Cephe kadrosunun etkisiz kılınması halinde dağ kadrosu savaşma yeteneğini kaybedeceğinden, örgütün yok edilmesinde cephe teşkilatının çökertilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu da polis ile jandarmanın çok yakın bir işbirliği ve koordinasyon içerisinde çalışmasını zorunlu kılmaktadır. Bu konuda yaşanan aksaklıklar başarıyı da önemli derecede etkilemiştir.
İlk yıllarda, uygulanan mücadele stratejisinin bir parçası olarak örgüte büyük çapta destek sağlayan köyler boşaltılmıştır. Bu şekilde dağ kadrosunun lojistik kapasitesinin düşürülmesi amaçlanmıştır. Bu uygulama kısa bir süre için dağ kadrosunun işini zorlaştırmıştır. Ancak, boşalan köylerden ayrılan gençlerin çoğu işsiz ve perişan olarak göç ettikleri il ve ilçe merkezlerinde örgüt tarafından istismar edilerek dağ kadrosuna katılmışlardır. Başka bir deyişle orta vadede bu strateji örgütün daha fazla güçlenmesine neden olmuştur. Yani köy boşaltmak suretiyle uygulanan dolaylı strateji arzu edilen faydayı sağlamamıştır.

Yukarıda ifade edilen hususlar TSK’yı eleştirmek için dile getirilmemiştir. Mehmetçikler verilen görevleri kahramanca yerine getirmişler, gerektiğinde çekinmeden canlarını vermişlerdir. Burada ifade edilmek istenen terörle mücadelede devlet olarak uygulanan stratejinin yanlışlığıdır. Bu iş sadece askeri birliklere havale edildiği takdirde yapılabilecek kahramanca mücadele ancak bu kadar olabilir. Ancak bu yaklaşım sorunu çözmediğine göre uygulanan mücadele stratejisini gözden geçirmek gerekmektedir.

4.5.2. PKK ile Mücadelenin Bugünkü Durumu

4.5.2.1. Örgütün Stratejisi ve Uygulamaları


Örgüt eski gücünü ve ideolojisini kaybederek büyük çapta değişime uğramıştır. Özellikle ABD’nin Irak’a askeri müdahalesinden sonra, hayatta kalabilme uğruna bazı ülkeler tarafından taşeron olarak kullanılan bir örgüte dönüşmüştür. Bu gün çok başlı ve duruma göre birçok farklı ülkenin amaçlarına hizmet eden bir görünüm sergilemektedir.
Zayıflamasına bağlı olarak yaptığı eylem türleri de değişmiş, daha çok ses getiren ancak kendisi açısından daha az risk taşıyan bombalama, uzaktan komutalı mayın ve güvenlik güçlerine uzaktan zayiat verdirmeye dönük taciz eylemleri yoğunluk kazanmıştır. Bunun yanında bölücü fikirlerin tabanını genişletme çabaları yoğun olarak devam etmektedir. PKK başlangıçta küçük bir örgüt niteliğinde olmasına rağmen sorunun uzun zamandan beri çözülememiş olması, zaman içerisinde bölgede ayrılıkçılık bağlamında sosyolojik bir dönüşümün de tetiklenmesine yol açmıştır. Başka bir deyişle başlangıçta sınırlı ve marjinal nitelikte olan bölücülük sorunu, giderek bölgede yaşayan insanlar arasında taraftar bulmaya başlamıştır. Sorunda nitelik ve nicelik bakımından meydana gelen bu değişiklikler, bölgesel ölçekteki dış gelişmeler ve küresel
yaklaşımlarla birlikte ele alındığında ülke adına daha riskli bir döneme girildiğini de göstermektedir. Ayrıca Türkiye’nin bu sorunla daha uzun süre uğraşacağı anlamına gelmektedir.

4.5.2.2. Devletin Terörle Mücadele Stratejisi


Geçmişteki uygulamalardan bazı dersler alındığı ve sivil otoritenin konuyu daha da sahiplendiği, askeri bürokrasi ile daha yakın bir koordine içerisinde olduğu, diplomatik boyutuyla ilgili önemli adımlar attığı ve başarılar elde ettiği söylenebilir. Son olarak yapılan sınır ötesi harekât öncesi yürütülen diplomatik çabalar, sivil ve askeri bürokrasi arasındaki yakın işbirliği görüntüsü buna örnek olarak verilebilir.
Terörle mücadele kapsamında konunun güvenlik boyutu dışındaki alanlarda ciddi sayılabilecek adımlar atılması da olumlu gelişmeler olarak zikredilebilir. Sağlık alanındaki iyileşme, eğitim altyapısının güçlendirilmesi gibi bölgeye götürülen hizmetler ve GAP projesinin tamamlanması çabaları, halkın kazanılması bakımından büyük önem taşımaktadır. Yukarıda belirtilen olumlu gelişmeler yanında, özellikle kırsal kesimle ilgili güç kullanımında ve operasyonel faaliyetlerde uygulanan stratejide büyük çaplı değişiklik olmadığı görülmektedir. Gene büyük çapta askeri birlikler kullanılmaya devam edilmektedir. Askeri görünürlüğün büyüklüğü ve dolayısıyla hedef teşkil etmesi de örgütün uzaktan komutalı patlayıcı eylemleriyle fazla zayiat verilmesine neden olmaktadır. Bunun yerine özel olarak eğitilmiş ve donatılmış, sivil araçlarla hareket edebilen özel görev gruplarının kullanılması hem operasyon maliyetlerini düşürülebilir, hem örgütün kullanmakta olduğu taktik boşa çıkarılarak zayiat düşürülebilir, hem de örgüte ciddi darbeler vurulabilir. Bu yönüyle bugüne kadarki uygulamalardan ders alınmadığı anlaşılmaktadır.

4.6. Bugünkü Terörle Mücadele Stratejisi Nasıl Olmalıdır?

4.6.1. Önerilen Mücadele Stratejisinin Ana Hatları Terörle mücadele kapsamında;


Mücadelenin, teröristin enerji kaynağı olan nefret duygusunun artmasına neden olmayacak bir anlayış içerisinde yürütülmesi, bunun için de bölge halkına karşı şefkat eksenli yaklaşımın esas alınması, Nefret duygularını dolayısıyla terörü besleyen, çatışma, kamplaşma ve gerilim ortamlarının doğmasına fırsat verilmemesi, Örgütün propaganda eksenli beyin yıkama ameliyesinin etkisinin kırılabilmesi için;
Bölgeye etkili eğitim hizmeti götürülerek bireylerin, özellikle gençlerin tek tek kazanılmasına dönük projelerin geliştirilmesi, Temel haklar konusunda demokratik açılımlar yapılarak örgütün istismarının önlenmesi, Bölgedeki ekonominin canlandırılarak, iş imkânları artırılarak fakirlik ve sefaletin önlenmesi ve asgari geçim olanaklarının sağlanması, Eylemler sonrasında medyanın abartılı ilgisinin önlenerek örgütün dolaylı propagandasını yapmasının önüne geçilmesi,
Temel ihtiyaçların karşılanmasında bütün bölgeye hizmet götürülmeye çalışılırken, bütün bölge için geçerli genel strateji çatısı altında; halen kaybedilmemiş olan alt bölgeler, kaybedilme yolunda olan alt bölgeler ve kaybedilmiş alt bölgeler belirlenerek, bunlara dönük ve özelliklerine uygun mikrostratejiler de geliştirilerek uygulanması, Terörle mücadelenin hükümetlerin değişiminden etkilenmeyecek bir yapı marifetiyle yürütülmesi, bu maksatla; kolaylıkla kaynak sağlanması ve bakanlıklara ait olanakların koordinesi bakımından Başbakanlığa bağlı, ancak çalışmaları bakımından yarı bağımsız bir stratejik karargâhın oluşturulması (Bu karargah en üst düzeydeki karargâh olmalı, Türkiye’nin terörle (teröristle değil) mücadelesi buradan sevk ve idare edilmeli, operasyon dışındaki diğer faaliyetler ve uygulamaları koordine 
edebilmek için diğer alanlardan da yeteri kadar uzman ve bilim adamlarını bünyesinde bulundurmalı, üniversitelerle işbirliği yapmalıdır),
Entegre mücadele yapılması, başka bir deyişle; ekonomik, siyasal, diplomatik, eğitim ve sosyokültürel vb. önlemlerin bir bütün olarak, hiçbiri ihmal edilmeden, tam bir orkestrasyon ve senkronizasyon içerisinde uygulanması,

- Kalıcı bir çözüme ulaşabilmek için; bölgede meydana gelen sosyokültürel değişimin (Kürtçe konuşan vatandaşların sahip oldukları vatandaşlık bilinci ve aidiyet duygularındaki değişim) yönünün, niteliğinin ve derecesinin öncelikle doğru olarak saptanması ve bu değişimin tekrar uygun bir istikamete çevrilebilmesi için, bölgeye götürülen hizmetler yanında, bölgede yaşayan insanların aidiyet ve vatandaşlık düşüncelerini olumlu istikamete çevirecek şekilde sosyokültürel entegrasyon projelerinin geliştirilmesi ve uygulanması,
Dış boyutuyla ilgili yoğun diplomasi yapılarak uluslar arası işbirliğine gidilmesi bu kapsamda;
Zor olmakla birlikte, terörizmin bütün ülkeler tarafından kabul edilebilecek ortak bir tanımının yapılması çabaları sürdürülerek çifte standardın ortadan kaldırılmaya çalışılması, Terörle mücadelede küresel işbirliğinin sağlanmasına katkıda bulunularak kendi mücadelemize destek sağlanmaya çalışılması,
PKK’nın uluslar arası alanda tecrit edilmesinin sağlanması.
Bilimin ve bilimsel yöntemlerin devreye sokulması bu maksatla üniversitelerle işbirliği yapılması,
Resmi devlet organları yanında büyük çapta sivil toplum örgütleri ve vakıflar vasıtasıyla bölgenin rehabilite edilmesi (eğitim, sağlık, fakirlere yardım, ekonomik kalkınmaya destek alanlarında), Bölgedeki yabancı istihbarat ve özel kuvvet unsurlarının tecrit edilmesi, Elebaşı durumundaki lider ve finans unsurlarının etkisiz kılınması,

Bilimsel nitelikli yoğun psikolojik faaliyet icrası gerekmektedir. Teröristle mücadele kapsamında; ABD’nin Irak’a müdahalesinden sonra yaşanan gelişmeler, Rusya Federasyonu’nun ekonomik durumunu düzelterek Gürcistan’a müdahale etmesi gibi giderek aktif bir tutuma yönelmesi, Çin’in ekonomik ve askeri olarak güçlenmesi tek kutuplu yapının giderek kan kaybedeceğinin
emarelerini vermekte, en azından bundan sonra bir “Soğuk Barış” dönemine girilebileceğini göstermektedir. Böyle bir dönemde küresel çekişmelerin yaşanacağı bölgenin çok yakınında hatta içerisinde bulunan Türkiye’nin, silahlı kuvvetleri teröre odaklanmış zayıf bir görüntü yerine, dışa dönük olarak tetikte bulunan silahlı kuvvetleri ile güçlü bir görüntü vermesi büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ayrıntısı müteakip madde de verilen bir Terörle Mücadele Görev Kuvveti (TMGK) kurularak teröristle mücadelenin bu yapıya devredilmesi ve Jandarma dışındaki TSK unsurlarının asli görevine döndürülme si, Küçük ölçekli tehditlere (küçük terörist gruplar) karşı ekolojik mücadele yapılması (Doğada birçok böcek geceleyin nasıl avlanmaya çıkarak çeşitli tekniklerle hedefini avlamakta ise; ayrıntıları müteakip maddede açıklandığı şekilde, kırsal için, polis ve jandarma profesyonel elemanlarından oluşturulacak Özel Görev Grupları teşkil edilmelidir.
Bu gruplar küçük gruplar halinde ve her türlü ileri teknoloji olanaklarıyla donatılarak, kırsalda dağınık halde bulunan sabit veya seyyar jandarma
karakollarında üslenmelidir. Gece karanlığından istifadeyle araziye çıkıp gerekirse günlerce arazide kalarak hedefi arayıp bulup imha ederek dönmelidir. Elde yeterli istihbarat yoksa (hava fotoğrafları, insansız uçakların sağlayacağı bilgiler vb), istihbaratını; gözetleme, iz takibi, ele geçirilen teröristlerden elde edilen bilgiler vb. yollarla kendisi üreterek sürekli operasyonlar yapmalıdır. Günlerce arazide kaldıktan sonra üs bölgesine dönmeli, bir süre dinlendikten sonra tekrar operasyona çıkmalıdır.
Daha büyük çapta veya farklı özellikteki tehdide karşı geçici olarak TSK’nın diğer imkânlarından da yararlanılarak topyekûn mücadele yapılması (Özel görev grupları dışında TSK imkânlarının da kullanılarak, sınır ötesine kara ve hava operasyonları yapılması gibi), Örgütün zayıf taraflarına yönelme (kış operasyonları gibi), Teknolojik üstünlük kurma ve teknolojiden daha fazla yararlanma gerekmektedir.

4.6.2. Önerilen Terörle Mücadele Görev Kuvveti(TMGK)’nin Yapısı, Özellikleri ve Çalışma Esasları:

Komuta yapısı: Başbakanlığa bağlı stratejik karargâhın genel gözetiminde 3 kademeli bir komuta yapısına sahip olmalıdır. 
Bunlar:
Operatif Karargah (İçişleri Bakanlığı bünyesinde yer alan ve teröristle mücadeleyi yürüten en üst düzeydeki karargah olmalı, personeli polis ve jandarma teşkilatından alınacak uzmanlardan oluşmalı, il ve ilçe merkezleriyle kırsalın tek elden sevk ve idaresi buradan yürütülmelidir).

Bölge karargâhları (Doğu/Güneydoğu Anadolu bölgeleri ile göçün yoğun olarak yaşandığı illerde veya il gruplarında, bölgenin coğrafi özellikleri ve sosyokültürel yapısına göre nispeten homojenlik arz eden bölgeler dikkate alınmak suretiyle sorumluluk sahaları belirlenmelidir.
Personeli polis ve jandarma teşkilatından alınacak uzmanlardan oluşmalıdır.
Operasyonların bölgesel olarak sevk ve idaresi bu karargâhlardan yürütülmeli, emniyet ve jandarmanın mevcut il teşkilatları operasyonlarda her türlü desteği sağlamalıdır).
Taktik karargâhlar (Terörün yoğunluk derecesine göre bölge karargâhlarına bağlı olarak il/ilçelerde kurulmalıdır. İl/ilçe içerisindeki operasyonlar bu karargâhlar tarafından sevk ve idare edilmelidir. Operasyonların il ve ilçe içerisindeki sevk ve idaresi bu karargâh vasıtasıyla yürütülmeli, emniyet ve jandarmanın mevcut il ve ilçe teşkilatları operasyonlarda her türlü desteği sağlamalıdır).
Kuvvet yapısı: Her il/ilçede, ihtiyaca göre yeterli miktarda aşağıdaki görev grupları yer almalıdır.
Şehir gerilla taktiklerine göre eğitilmiş özel görev grupları (Emniyet teşkilatının halen mevcut timleri geliştirilerek).
Kır gerilla taktiklerine göre eğitilmiş özel görev grupları (Emniyet ve Jandarma nın profesyonel elemanlarından(içerisinde er olmayacak şekilde) oluşturulmuş timler).
Modüler yapıda olmalı (kuvvet miktarı artırılmaya ve azaltılmaya müsait bir esneklikte olmalı),
Normal zamanlarda asker ve polis üniformalarından farklı bir üniforma taşımalı (Bu husus asker ve polisin halk nezdinde yıpranmasını önlemeye yardım edecektir),
Komuta ve koordinasyon ilişkileri, şehir ve kırsalın tek elden sevk ve idaresini sağlayacak şekilde düzenlenmeli, Güçlü bir istihbarat desteğine sahip olmalı (MİT, Emniyet ve Jandarma, Gnkur. İsth. imkânlarından doğrudan istifade / koordinasyon ve bilgi alma yetkisi),
Özel teçhizatla donatılmalı (gece harekât imkânları, şiddetli kış şartlarında harekât imkânı vb.),
Güçlü bir kriz sevk ve idare birimi / birimlerine sahip olmalı (özellikle şehirlerdeki halkın geniş ölçüde katılımıyla yapılacak eylem türlerine
müdahalede kullanılmak üzere),
Bu kuvvette görev alanlara her türlü maddi ve manevi desteği sağlayacak şekilde idari ve özlük hakları düzenlemesi yapılmalı, başarıya endeksli bir terfi ve ödüllendirme politikası takip edilmeli,
Burada görev yapacak personel; sözleşmeli personel statüsünde olmalı, faydalı olanlar göreve devam ederken, yetersiz olan personel işten uzaklaştırılmalı, böylece bu yapının kısa zamanda verimsiz hale gelmesi önlenmeli,
Görev yapacak personel, mümkün olduğu kadar genç, dinamik, bölge halkı ile iç içe yaşayabilecek, cesur, çalışkan, hoşgörülü, dürüst, tarafsız, mütevazı yapılı, zor coğrafi şartlarda çalışabilecek derecede güçlü bünyeye sahip ve azimli insanlardan seçilmeli.

SONUÇ

Verilen çok miktarda can kaybı yanında 300 milyar dolar civarındaki ekonomik kayıpla terör, Türkiye’nin önemli, öncelikli bir sosyal ve güvenlik sorunu olmaya devam etmektedir. Çevremizde cereyan eden gelişmeler, bu sorunla daha uzun süre uğraşmak zorunda kalacağımızın da emarelerini vermektedir.
Mücadelenin çok uzaması ve ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrası gelişmeler, bölge insanının zihinlerinde sosyolojik bir dönüşümü de tetiklemiştir.
Bu dönüşümün yönünün, niteliğinin ve derecesinin bütün ayrıntıları ile saptanarak bölge insanını yeniden Türkiye’ye kazandıracak şekilde entegrasyon projelerinin gecikmeden devreye sokulması gerekmektedir.
Kendi mücadelemize de destek sağlayabilmek için dünyadaki terörle mücadele faaliyetlerine katkı sağlamak ve diğer ülkelerle işbirliği yapmak önemlidir.
Büyük ölçüde askeri güç kullanımına dayanan strateji arzu edilen düzeyde başarılı olamamıştır. Çok miktarda zayiat verilmesine, milyarlarca dolara eşdeğer kaynak kullanılmasına ve operasyonlarda taktik başarılar elde edilmesine rağmen, stratejinin hatası telafi edilememiştir.

Dolayısıyla uygulanan stratejinin; teröristle değil de terörle mücadelenin ruhuna uygun bir şekilde, güvenlik boyutu ihmal edilmeden, diğer araçlar ve olanakların da (ekonomik, sosyo-kültürel, eğitim, psikolojik, diplomatik vb.) ağırlıklı, entegre ve koordineli olarak kullanımını öngören bir stratejiye dönüştürülmesi gerekmektedir.
Terörle mücadelenin güvenlik ve operasyon boyutu düzenli ordu birliklerinin işi değildir. Ayrıca bu, ülkenin çok kritik dönemlerde gereksinim duyacağı TSK’yı da yıpratmaktadır. Diğer yandan dünyanın çok kutuplu bir “Soğuk Barış”a doğru gittiği bir dönemde TSK (Jandarma hariç), asli görevine dönerek dış tehdide karşı olan caydırıcılığını artırmalıdır.
Bunun yerine terörist şartlarında yaşayan ve mücadele eden, jandarma ve polis elemanlarından oluşacak özel görev kuvvetleri teşkil edilerek asli mücadele unsuru olarak devreye sokulmalıdır. Bu hem ekonomik, hem de en etkili yoldur. TSK’nın Jandarma haricindeki unsurlarından sadece, caydırıcılık, sınır ötesi kara ve hava operasyonları ve benzeri ihtiyaçlar ortaya çıktığında geçici olarak istifade edilmelidir.
Terörle mücadelenin sevk ve idaresi Başbakanlığa bağlı olarak kurulacak bir stratejik karargâha, güvenlik ve operasyon boyutuyla ilgili sevk ve idarenin de İçişleri Bakanlığı bünyesinde kurulacak bir operatif karargâha devredilerek, TSK gereksiz yükten kurtarılmalı ve il, ilçe merkezleri ile kırsaldaki mücadelenin tek elden ve etkili olarak sevk ve idaresi sağlanmalıdır.

E.Kur.Alb. M. Sadi BİLGİÇ

8 Cİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR



..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder