21 Ekim 2015 Çarşamba

TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BÖLÜM 6




TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

BÖLÜM 6



IRAK’IN KUZEYİNDEKİ MUHTEMEL GELİŞMELERİN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ



E. Büyükelçi Sönmez KÖKSAL MİT Eski Müsteşarı

GİRİŞ

Kuzey Irak, Cumhuriyet’in kuruluşu aşamasından bu yana ülkemiz için her zaman önemli bir coğrafya parçası oldu. “Musul” davası diye adlandırılan dosya, aslında büyük ölçüde, ülkenin toprak bütünlüğünün muhafazasına dönük stratejik bir bakış açısının ifadesidir. Amaç, Musul’u da Misak-ı Milli sınırları içine alarak, Cumhuriyet sınırları dışında bir “Kürt antitesi”nin yapılanmasını önlemekti. Böyle bir olasılığın, Anadolu’da yaşayan Kürt kökenli vatandaşlar için bir cazibe merkezi olacağı düşünülüyordu. Buna mukabil, Musul Vilayeti Cumhuriyet topraklarına katıldığı takdirde, sorun ülke içine alınarak hazmedile bilecek ve ayrılıkçı hareketler bir bakıma kontrol altında tutulabilecekti.
Milletler Cemiyeti sürecinde 1925 yılının Eylül ayında Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü, Kuzey Irak’ı Türkiye’ye vermeyen Londra’ya dönük olarak Ankara’nın duyduğu kuşkuları (Acaba İngiltere’nin niyeti)… “Kürtlerin ufak bir bölümünü (Musul) elde bulundurarak, bunları Kürtlerin çoğunluğa sahip olduğu ülke (Türkiye) aleyhinde… kullanmak mı?” sorusuyla dile getirmişti. 83 yıl sonra bugün de aynı kuşkular Türkiye’nin Kuzey Irak’a dönük politikalarının ana çerçevesini oluşturmaya devam ediyor. Bu çalışmada, Türkiye’nin bu fasit daireyi kırarak uluslararası koşullarda ve özellikle bölgede ve ABD’nin işgali sonrası Irak’ta meydana gelen değişikliklerin ışığında yeni bir yaklaşım benimsemesinin mümkün olup olamayacağını tartışmaya açıyoruz.

Son derece karmaşık, global ve bölgesel aktörlerin çok önemli çıkarlarını doğrudan ilgilendiren bir sorunsal ile karşı karşıyayız. Uluslararası politikanın doğası gereği, böylesine karmaşık bir sorunsalın gelecekte hiçbir zaman önceden kağıda döküldüğü şekilde gelişmesinin beklenemeyeceği, değişik dinamiklerin olayları öngörülemeyen şekilde etkileyebileceği peşinen kabul edilmelidir. Burada söz konusu olan ulusal çıkar doğrultusunda belirli hedeflerin ortaya konması ve kontrolümüz dışındaki dış faktörleri de göz önünde bulundurarak ülkemizin
elindeki bütün ekonomik, siyasi, kültürel ve askeri araçların bu hedeflere ulaşacak şekilde yönlendirilmesidir.

Şubat 1925’te Şeyh Sait ile başlayan isyanlardan sonra, Ankara, her türlü Kürtçü harekete şiddetle karşı çıktı. Yurt içinde çıkanlarla tek başına, bu hareketler yurt dışında vuku bulduğunda ise duruma göre, İran ve/veya Irak’la ikili veya üçlü ortak işbirliği halinde engellemeye çalıştı. Siyasi yaklaşım böyle olmakla beraber, insani ilişkiler açısından Ankara, her dönem sınıra mücavir bölgelerde yaşayan “Kürtlere” karşı - bazen Tahran ve Bağdat’ın tepkisini çekecek şekilde- olumlu, koruyucu, müşfik bir politika izlemekten de geri kalmadı. İran-Irak savaşı sırasında Halepçe katliamı sonrası yüzbinlerce Iraklı Kürde kucak açılması; Körfez Harekâtı sonrası uygulamaya konulan Kuzey Irak’ı Saddam rejiminden
başta kurtarmaya, sonra korumaya yönelik politikalar bu yaklaşımın en bariz uygulamalarıdır. Günümüze yaklaştıkça bu uygulamalarda demokratik Türkiye için ön plana çıkan en önemli mülahaza, Güneydoğu’da yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımızın Kuzey Irak’taki her türlü uygulamadan etkilenme olasılığının siyaseten göz ardı edilmesinin artık gittikçe zorlaşmasıdır. İşgal sonrası yeni koşullar ve iletişimin bu ölçüde arttığı günümüzde, demokratik yapıdaki bir ülke için bu etkileşimi göz ardı etmek daha da güç hale gelmiştir. Zaten Irak’la 5
Mayıs 1925 anlaşmasıyla çizilen şimdiki sınırlarımız da hem fiziki, hem de insani nedenlerle her zaman için geçirgenliğini korudu ve gene siyasi nedenlerle bu duruma gerek Ankara gerekse Bağdat genellikle göz yumdu.

2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali arifesinde yaşanan gelişmeler Türkiye açısından 1925’de kaçırılmış fırsatın yeniden yakalanması olanağını yaratabilir miydi? En doğru cevabı gelecek on yıllarda tarih verecek. Bugün terörle mücadelede sadece o tarihten bu yana insani, maddi ve manevi kayıplar hesaba katılırsa, tezkerenin reddi için ileriye sürülmüş olan nedenlerin büyük bir kısmının geçersiz kaldığı görülür. 1 Mart 2003 tezkeresinin TBMM’de reddedilmesiyle Türkiye’nin yukarıda kısaca özetlenen tarihi süreç bakımından önemli bir şansı kaçırdığı yaygın bir görüştür. Bu, özellikle, 1984’ten bu yana yaşanan ayrılıkçı PKK terörü ile mücadele edebilmek için gerekli olan fiziki sınır güvenliğinin sağlanması için mücavir bölgenin kontrol altına alınması açısından doğru olduğu kadar, Kuzey Irak’ın şekillenmesinde önemli bir rol üstlenme olanağı bakımından da doğrudur.
Ancak, tarihi ters çevirmek mümkün olmadığına göre, kaçırılan fırsatlara hayıflanmak yerine bugünkü koşullarda mevcut gerçeklerden hareketle oluşturulabilecek yeni politikalar ve yaklaşımlar üzerinde durulmalıdır.
Eski, geçerliliğini kaybetmiş verilere göre oluşturulacak politikalar, muhtemelen Türkiye’nin sadece yeni fırsatlar kaçırmasına neden olabilecektir. Bu yaklaşımın ilk adımı, ABD’nin işgalinden sonra Irak’a ilişkin bütün verilerin alt üst olduğunu, ortaya çıkan yeni bir Irak gerçeğinin bulunduğunu kabul etmekten; bulara gözümüzü kapayarak yok farz etmemekten ve bu gerçeklerle uyumlu politikalar geliştirmekten geçiyor. Bu doğrultuda gecikmeksizin Türkiye’nin en geniş anlamda güvenliğini (ulusal birlik, kamu güvenliği ve ekonomik/enerji güvenliği)
sağlamak, aynı zamanda bölgesindeki nüfuzunu daha da pekiştirmek için bugüne kadarki kalıpların dışında ama uygulanabilir ne tür yeni stratejiler geliştirebileceği üzerine beyin fırtınalarına gerek duyuluyor.

BUGÜNKÜ IRAK

İşgal ile birlikte Saddam’ın oluşturmaya çalıştığı ulus-devlet süreci tersyüz edilmiş ve bugün artık Irak’ta referandumla kabul edilmiş -uygulanması
ne kadar sorunlu olursa olsun federal yapıyı öngören bir Anayasal düzen söz konusudur. Irak’ın önemli sayılabilecek bazı yeni gerçeklerini kısaca şöylece sıralayabiliriz:

1. Saddam dönemi için şikâyet edilen otoriter, totaliter güçlü merkezi hükümet modeli aksine, Federal devlet modeli çerçevesinde ülke Irak’ın Kuzeyindeki Muhtemel Gelişmelerin Türkiye’ye Etkileri üç bölgesel yönetime ayrılmış, merkezi otorite ile bölgesel yönetim yetkilerinin sınırları bir türlü çizilememiş, bakanlıkları etnik ve mezhep ayırımına göre paylaştırılmış; her biri kendi başına buyruk bakanlıklar ve yerel yönetimler üzerinde otoritesini tesiste büyük güçlükleri olan merkezi bir hükümet söz konusudur. Hükümet, başkanlık yönetimi ve parlamento  adeta “nasıl olur da etkin kararlar alıp uygulamayı yavaşlatırız” şiarı üzerine inşa edilmiş gibi görünüyor.

2. Bütçeden bölgelerin belli kıstaslara göre pay alımını da öngören petrol yasasının kabul edilememesi nedeniyle petrol sektörüne yapılması gereken yabancı yatırımlar sürekli ertelenmektedir. Suudi Arabistan ve Kanada’dan sonra Irak dünyanın üçüncü büyük kanıtlanmış petrol rezervlerine sahip (115 milyar varil civarında). Günlük üretimi 2 milyon varil; hedef bunu en kısa zamanda 5 milyon varile çıkartmak.
Mevcut üretimin sadece 400.000 varili ülkenin kuzeyinden geliyor. Oysa 2003 öncesinde bu bölgeden ihraç edilen petrol hacmi 800.000 varil idi. Bölgesel Yönetim, Kuzey Irak’taki petrol rezervlerinin 45 milyar varil, doğalgaz rezervlerinin ise 100 trilyon feet küp (Irak’ın toplam gaz rezervlerinin yarısı) olduğunu tahmin ediyor. Üretiminin yeterli yatırım olması ve ihracat altyapısı inşa edilmesi halinde günlük 2 milyon varile çıkabileceği de öne sürülüyor.

3. Hedef, petrol üretimini ilk aşamada 2010 yılına kadar günlük 5 milyon varile çıkartmak. Ancak mevcut sıkıntılar nedeniyle önümüzdeki on yıllık sürede üretim ve ihracat yetenekleri sınırlı olmaya devam edecek gibi görünüyor.

4. Derin ayırışım nedeniyle her etnik grup ve mezhep hem kendi içinde, hem de birbiriyle önemli çelişkiler yaşayan, zaman zaman şiddetli şekilde çatışan çok sayıda silahlı milis yapısına dönüşmüştür. Bu durum çok ciddi güvenlik sorunları doğurmaktadır. Mevcut yapısıyla yasal güvenlik kuvvetlerinin ülkenin tümünde güvenliği sağlaması uzak bir ihtimaldir. Ulusal barışın tesisi büyük ölçüde milislerin silahsızlandırılmasına, sivilleştirilmesine ve topluma tekrar entegre edilmesine bağlı görünüyor. Bu ise bugünden yarına gerçekleşebilecek bir gelişmeye benzemiyor.

5. İşgal sonrasında yurt dışına çıkmış/kaçmış Iraklıların ülkelerine dönüşlerinin sağlanmasının yaratacağı ve eski Baas mensuplarının tekrar topluma entegre edilmesinin yol açacağı sorunlar çözüm beklemektedir.

6. Kerkük’ün yönetimi konusunda bir uzlaşı çok uzak görünmektedir.

7. Son dönemlerde geriletilmiş olan faaliyetlerine rağmen El Kaide terör örgütü için ülke üs olmaya devam etmekte ve yeraltı yapısı ile zarar verme kapasitesini sürdürmektedir.
Bu tablo, kestirilmesi güç bir zaman diliminde de Irak’ın kaotik iç yapısının devam edeceğini göstermektedir. Tekrar üniter devlet yapısına dönüştürülmesi mevcut koşullarda imkânsız gibi görülmektedir. (Bu amaca dönük askeri bir lider senaryosu, iç savaşa dönüşüp parçalanmayı daha da derinleştirebilir. Kaldı ki, ABD’nin böyle bir olasılığa yeşil ışık yakması da işgal amacıyla çelişki oluşturur.) Bu durumda, bölgede çıkarı olan güçler aynı süre içinde etnik, mezhep vb. gibi unsurları kullanarak Irak’ın kaderini etkilemeye devam edeceklerdir.

Gerçeğe en yakın bu varsayımdan hareket edilince Kuzey Irak’taki muhtemel gelişmeler neler olabilir?

1. Bölgesel Kürt Yönetimi (BKY) ve Irak’ın bir bütün olarak ana politikalarını etkileme gücüne erişmiş olan Talabani ve Barzani mevcut politikalarını ve bölgesel kurumsallaşmayı, iç ve dış koşullar elverdiği ölçüde güçlendirmeye devam ederler. Bölgede Kerkük üzerinde yaşanmakta olan gerginliğe rağmen kalkınma projelerini uygulayarak refah düzeyini ve yönetim kapasitesini arttırmaya devam ederler.

2. Merkezi Hükümetin veya mevcut Anayasa yapısının sürdürülebilir olmaktan çıkması veya Şii-Sünni çatışmasının boyutlanarak bir iç Irak’ın Kuzeyindeki Muhtemel Gelişmelerin Türkiye’ye Etkileri savaşa dönüşmesi halinde bölge muhtariyetinin sınırlarını daha da genişleterek, kendi kaderini tayin etmeye doğru yönelirler.
3. Ülkemizin geliştireceği politikalarla da bağlantılı olarak, Türkiye’nin daha fazla destek ve güvenini aramaya çalışırlar.

KUZEY IRAK VE DİĞER ÖNEMLİ BÖLGESEL VE GLOBAL AKTÖRLER


Kuzey Irak’taki gelişmeler ne sadece Irak içi güç savaşımı ne de ABD ve İngiltere’nin başını çektiği koalisyon güçlerinin politikaları tarafından
belirlenmektedir. Komşu bölgesel güçler de ciddi şekilde hesaba katılmaz, denklemde yer almazsa beklenmedik sonuçlar doğabilir:
İran: İşgal sonrası koşullardan azami ölçüde yararlanarak, güneyinden kuzeyine, orta Sünni bölgesi de dâhil çeşitli örgütler ve dini yapılanmalar aracılığıyla ile Irak sahnesinde en etkin aktörlerden birisi konumuna gelmiştir. 
Kuzey Irak ile ilişkilerinin de ne kadar boyutlanabileceğini değerlendirmek için, İran-Irak savaşı sırasında Tahran-Barzani- Talabani işbirliğini anımsamak yeterlidir. Irak’taki gelişmeleri doğrudan etkileyen ana unsur Tahran-Washington ilişkilerinin izlediği seyirdir.
İran’ın, Irak’ın tümünde ve bu arada Kuzey Irak’ta, İsrail-Filistin ihtilafında, Lübnan ve Suriye’de, Körfez ülkelerinde, Afganistan ve Pakistan’da devlet altı örgütler aracılığı ile yürüttüğü faaliyetlerini ve nükleer ihtiraslarını bir bütün olarak Washington’la uzlaşıya bağladığı takdirde, başta Irak ve diğer bölgesel gelişmelerin istikrara kavuşması beklenir. Şimdilik böylesine bir büyük uzlaşı gündem dışı gibi görünüyor.
Ancak, bugün ne kadar gerçek dışı olarak değerlendirilse de böylesine bir olasılığı her zaman akılda tutmak yararlı olacaktır. Bu boyutta dramatik bir gelişme, Şah dönemindeki Washington-Tahran ittifakının bölgede yarattığı sıkıntıların çok ötesinde sorunları ülkemiz açısından da gündeme sokabilecektir.

İsrail: Mutlak güvenlik anlayışına sahip olduğundan, kendi güvenliğini sağlamak için, herhangi bir ülkenin veya bölgenin güvenliğini tehlikeye düşürmekten kaçınmaz. Kuzey Irak periferisindeki ülkeleri etkileme yeteneği nedeniyle İsrail’in yakın ilgi alanındadır. Saddam’ın Irak’ının yarattığı tehdidi ABD’yi bölgeye çekerek bertaraf etmiş görünüyor.
Kuzey Irak, özellikle İran’a ve Suriye’ye dönük bazı faaliyetleri için ideal bir üs konumundadır. Parçalanmış bir Irak, İran tehdidi de bertaraf edilebildiği takdirde kendisi açısından ideal çözümü oluşturacaktır.

Suriye: Irak’taki gelişmeleri değişik şekillerde etkileyebilecek araçlara sahiptir. Etnik açıdan Kuzey Irak’taki gelişmelerle; mezhep yapısı itibarıyla ise orta ve güney Irak’taki gelişmelerle ilgili bir ülkedir. Lübnan’daki çıkarları, İsrail’le ilişkileri, Arap Dünyası içindeki dengeler yanında, Körfez ülkeleriyle, ABD ve AB ülkeleriyle ilişkileri itibarıyla İran’la sürdürmeye çalıştığı stratejik ilişkileri ve devlet altı örgütleri kullanma yeteneği bu ülkeyi imkânları ötesinde önemli kılmaktadır. Zarar verme potansiyeli nedeniyle, genelde Irak’a ve özelde Kuzey Irak’a yönelik geliştirilecek politikalar için desteğini sağlamak yararlı olacaktır. Körfez Ülkeleri: Özellikle önemli Şii nüfusu olan Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar, Kuveyt gibi ülkeler için Irak’ın Şii bir devlete dönüşmesi ve İran etkisine girmesi önemli bir tehdit olarak algılanmaktadır. Bunun ötesinde, Saddam Irak’ının hissettirdiği baskıdan kurtulmuş ve nükleer teknolojiyi sahiplenmeye çalışan İran’ın bütün Basra Körfezi’ni kontrol etmesinin yaratacağı tehditlerin farkında lar. O nedenle de, Tahran’ın etkinliğini ve ihtiraslarını frenleyebilmek için Irak’ta mezhepler üzerinden by proxy mücadele yürütüyorlar. Bu ülkeler için, Irak’ın bütünlüğünün korunması, Sünni ve Arap karakterinin üst kimlik oluşturması stratejik bir gereksinimdir. Bu kapsamda Türkiye’ye yakınlaşmaları tamamen güçler dengesi politikası ile ilgili gibi gözüküyor.
ABD/AB: Başkanlık seçim platformunda Obama ve McCain’in Irak politikaları henüz tam netleşmemiş olmakla beraber, hangisi seçilirse seçilsin, ABD’nin Irak’ı tümüyle terk etmesi beklenmemelidir. Adaylar arası farklılık, olsa olsa, Amerikan ordusunun hangi sürede, ne kadar ve hangi süratte azaltılacağında ve çekilme sonrasında Irak’la ilişkilerin Irak’ın Kuzeyindeki Muhtemel Gelişmelerin Türkiye’ye Etkileri şekillenmesinde yaşanabilir. Bölgedeki petrol kaynaklarının ve ulaşımının güvenliğinin sağlanması için her şart altında, ABD’nin Irak’ta çok
uzun bir süre kalıcı olacağını varsaymak gerekir. ABD ile Irak arasında işgal sonrası dönemi kapsayacak ve bu arada ABD ordusunun hangi şartlarda nerelerde konuşlanacağı, bu kuvvetlerin statüsünün ne olacağı konusunda müzakerelerin yapıldığı biliniyor. Amerikan kuvvetlerinin hangi bölgede kalıcı üs kuracağı Türkiye açısından önemli bir sorundur. Bir senaryoya göre, Amerikan kuvvetlerinin Kuzey Irak’ta kalıcı  üs edinmeleri muhtemeldir. Bu, -İncirlik üssünün önemini azaltma yanında-Türkiye’nin Irak’a ve özellikle Kuzey Irak’a dönük politikaları açısından yakından izlenmesi gereken stratejik önemde bir gelişme teşkil edecektir. AB’nin bölgeye ilgisi özellikle enerji güvenliği açısından
yadsınamaz. Ancak, ABD ile ters düşmeden ve büyük Batı âlemi çıkarları doğrultusunda bazı politikalar geliştirmesi mümkündür. AB ülkelerinden, İngiltere, Almanya, Fransa başta olmak üzere İspanya, İtalya gibi diğer önemli ülkelerin Kuzey Irak’a ilgilerinin ikili düzeyde yoğun biçimde sürmesi beklenir.

RF/Çin/Hindistan: Bölge Rusya için tarihsel ve stratejik önemdedir. Çin ve Hindistan’ın geleceğin enerji tüketici devleri olarak bölgeye ilgi duymaları normaldir. Çin’in Humeyni devrimi aşamasında Komala denen illegal örgüt aracılığı ile özellikle İran Kürdistan’ında son derece faal olduğu anımsanacaktır. Bu ülkeler, bölge ülkeleriyle gelecek enerji ihtiyaçlarını güvence altına almak için uzun vadeli satın alma anlaşmaları ve kamu şirketleri aracılığı ile petrol arama mukaveleleri imzalama arayışı içindeler.

TÜRKİYE AÇISINDAN DEĞERLENDİRME


Ülkemizin 1984’ten bu yana yaşadığı terör aslında “Kürt sorunu” diye adlandırılan sosyal, kültürel, ekonomik ve etnik bir olgunun dışa vuran şiddet unsurudur. Çeyrek asırdır yaşanan terör, zaten var olan ancak varlığını kabullenmediğimiz etnik olguya derinlik ve boyut kazandırmış, sorunu uluslararası düzeye taşımıştır. Ülkemizin önündeki sorunsal bölgede ve özellikle Irak’ın kuzeyinde, ulusal ve toprak bütünlüğümüze  tehdit diye algıladığımız ve son tahlilde görülebilir bir gelecekte kalıcı olması muhtemel bu gelişmelerin ışığında, acaba ülkemizin refahı ve bütünlüğü için bir fırsat penceresine dönüştürülebilir mi? Bu amaçla Devlet olmanın gereği olarak teröre karşı her türlü önlem alınırken, geleneksel/tarihsel savunma reflekslerimiz, gelişmeleri yönlendirici proaktif bir yaklaşıma dönüştürebilir mi? Bu çerçevede akla gelen
bazı yaklaşım ve önlemler şöylece sıralanabilir:

Yurt içinde alınabilecek önlemler


Bu önlemlerle ilgili dosyalar devlet arşivinde fazlasıyla bulunmaktadır. Sorun, bu önlemleri bir bütünlük ve süreklilik içinde yürürlüğe koyabilecek güçlü bir siyasi iradenin şimdiye kadar kendini göstermemiş olmasıdır. Bu önlemlerden ilk akla gelen bazıları şöylece sıralanabilir:

1. Terörle silahlı mücadele ederken, yıllardan beri tartışılan terör - sivil kesim- halk kitleleri bağının kesilmesine, dağdaki militanları -silahsızlandırma, silah bıraktırma ve sivil hayata entegre etmeye yönelikyeni inandırıcı ve uygulanabilir önlemler demeti geliştirmek.

2. Terörü sivil kesimden koparmaya yönelik çabalara hız ve yoğunluk kazandırmak.

3. Ülke içinde AB uyum paketleri çerçevesinde eğitim, sağlık ve hukuk sistemlerine bölgedeki vatandaşlara güven verecek nitelik kazandırmak.

4. Aşiret etkisini azaltıcı yapısal reformları yürürlüğe koymak.

5. Ulusal kaynaşmayı, ulusal kimliği güçlendirici politika ve söylemleri geliştirmek.


Bu önlemler geliştirilirken amaç, terörü mümkün olduğunca marjinalize etmektir. Yoksa “terörün kökü kazınacak” gibi gerçek dışı söylemlerle yürürlüğe konulması gerekli bazı önlemlerin geciktirilmesinin

Irak’ın Kuzeyindeki Muhtemel Gelişmelerin Türkiye’ye Etkileri bahanesi yaratılmamalıdır. Ülkemiz için öncelik, terörü tahammül edilebilir bir çizgiye çekmek, Güneydoğu da dâhil ülke insanımızın refah ve zenginliğini arttırarak vatandaşlık ve mensubiyet duygusunu geliştirmek olmalıdır. Bazı siyasi parti ve örgütlerin söylem ve eylemlerine demokratik sabır ve tahammül göstermek, siyasetçilerin, kanaat önderlerinin ve medyanın, kitleleri provoke etmeyen, ayrışımı körüklemeyen bir söylem ve tutum geliştirmeleri gerekmektedir
Bu mücadelede özellikle AB ülkelerinin desteğini kazanmak yaşamsaldır. Zira PKK Kuzey Irak’tan çok, gücünü özellikle AB ülkelerinden ve özellikle Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerdeki yapılanmalarından almaktadır. Bu ülkeler için (uyuşturucu, yeraltı yapılanması, yasadışı göç, organize suç vb.) gibi nedenlerle kamu güvenliği sorununa dönüşen bu yapıların sökülmesini ortak çıkar haline dönüştürmek gerekir.
Bu işbirliği ancak, güvenlik kuvvetlerinin aynı hukuk ilkeleri çerçevesinde hareket etmeleri ile sağlanabilir. Bu durum, doğal olarak bazı örgüt mensuplarının gene bazı yabancı servislerce manipüle edilmeye devam etmesini haliyle ortadan kaldırmayacaktır.
Kuzey Irak bölgesel yönetiminin iki tarihsel lider kontrolünde, Batılı anayasa ve diğer hukuk sisteminin geçerli olmadığı, kamu ve özel yaşamı daha çok aşiret kurallarının şekillendirdiği antidemokratik bir yapılanma içinde olduğu biliniyor. Buna mukabil, ülkemizin her yöresinde AB hukuk normlarının her gün daha kuvvetle uygulama bulması, bireysel hak ve özgürlüklerin teminat altına alınması, Kuzey Irak’taki sistemle var olan çelişkiyi ülkemiz lehine daha da avantaja dönüştürebilecektir. Bu farkın gittikçe açılması ve lehimize kullanılması bölge insanının mensubiyet ve vatandaşlık bağlarını daha da kuvvetlendirecektir. Irak’a dönük alınabilecek önlemler

Yukarıda da vurgulandığı gibi, Irak uygulanmaya çalışılan anayasal sistem çerçevesinde, görülebilir bir gelecekte üç parçalı olmaya devam edecektir. Genel bölgesel dengeler ve özellikle İran’ın dengelenmesi açısından bütünlüğünü muhafaza eden, güçlü bir Irak tarihte olduğu gibi günümüzde de stratejik olarak Türkiye için yaşamsaldır. O itibarla, bu politikaların vurgulanması önemlidir. Ancak, şimdilik Türkiye’nin tek başına veya başka aktörlerle kolektif olarak uygulama olanağı bulunmayan bu soyut söylemin, fiili durumu perdelememesi ve değişik platformlarda ve düzeylerde değişik politikalar geliştirilmesini engellememesi gerekir.

Güney Irak: Petrol potansiyeli itibarıyla ülkenin en zengin bölgesidir.


Etnik açıdan Arap, mezhep açısından da Şii çoğunluğun egemen olduğu bölgedir. Irak’ın, Şattülarap da dâhil (İran-Irak arasında şimdilik uykuda tutulan bir ihtilaf) Körfez’e ve okyanuslara açılışını sağlayan, petrol ihracat güvenliğini ve Körfez’in genel güvenliği yanında, Sünni Körfez rejimlerinin güvenliğini doğrudan etkileyen en yaşamsal bölgedir. Bu bölgenin kontrolü için, İran’ın ciddi bir mücadele yürütmesi beklenir. Irak’ın bütününü kontrol açısından önemi nedeniyle, ülkemizin bu gelişmeleri izlemesi, bu çerçevede sözü edilen ve II. Dünya savaşı sonrası kapatılmış olan Basra Başkonsolosluğu’nun bir an önce açılmaya çalışılması yararlı olacaktır.

Orta Irak: Sünni Arap aşiretlerin çoğunlukta olduğu, geniş, henüz teyit edilmemiş bazı zengin petrol yataklarına sahip olduğu biliniyor.
Hem Bağdat’ı, hem de güney ve kuzey bölgelerini kontrol etmesi, bölgesel Sünni dinamikleri etkilemesi açısından stratejik önemi olan bir bölgedir.

Kuzey Irak: Kuzey Irak denince, Türk kamuoyu ve karar alıcıları için büyük ölçüde Irak Kürdistan Demokratik Partisi ile Kürdistan Yurtseverler Birliği ile bu iki kuruluşun liderlerinin egemen olduğu toprak parçası anlaşılıyor. Bunun dışında Yerel Yönetimler ve Petrol Yasaları Irak Ulusal Meclisi’nden bir türlü geçemediği için fiziki sınırları henüz kesinleşmedi. Bunun yanında, Anayasa’nın öngördüğü nüfus sayımı da yapılamadığından nüfusu ve yapısı, siyasi, ekonomik, kültürel vb. gibi veriler açısından fazla bilgi sahibi değiliz. Sadece, Kürdistan Bölgesel Yönetimi bölgesinde 45 milyar varil petrol ile 100 trilyon kübikmetre doğal gaz rezervlerinin varlığı tahmin ediliyor. 
(Mehmet Öğütçü, Irak’ın Kuzeyindeki Muhtemel Gelişmelerin Türkiye’ye Etkileri OGEL 19 Ocak 2007) Bu yeraltı zenginlikleri yanında, konumu itibarıyla, Türkiye yanında, özellikle İran, Suriye ve Bağdat ekseninden Körfez üzerinde etkiler yaratabilecek jeostratejik konumu olan bir coğrafya parçasıdır. Etrafındaki coğrafya yanında, Irak’ın yeraltı zenginliklerinin kontrolünü etkileyebilecek böylesine bir toprak parçasına bölgesel ve diğer güçlerin ilgi göstermeleri kaçınılmazdır. Yukarıda da ifade edildiği gibi Türkiye Irak’ın kuzeyine hep güvenlik gözlüğü ile bakmıştır. Son gelişmelerin ulusal güvenliğimiz üzerinde yarattığı bazı etkileri şöylece sıralamak mümkündür.

1. Uluslararası düzeyde Bölgesel Kürt Yönetimi bir varlık olarak ortaya çıkmıştır. Liderlerinden birisi Irak Cumhurbaşkanı olarak, diğeri tarihi ve doğal lider olarak yabancı ülkeleri resmen ziyaret etmekte ve resmi ziyaretçileri Erbil’e kabul etmektedirler. Bölgesel Yönetimin katılımı olmadan federal hükümetin önemli kararları alması mümkün değildir.

2. Bölgesel yönetimin liderlerinin verdikleri beyanatlar özellikle Kürt kökenli vatandaşlarımız üzerinde artan ölçüde geniş etki yaratmaya başlamıştır.

3. Kürt Bölgesel Yönetimi’nin kontrolündeki bölgelere üslenmiş olan PKK teröristleri ile mücadele daha hassas bir dengeye oturmuştur. 1998 yılına kadar serbestçe yapılan hava/kara vb. askeri operasyonları, yeni koşullar muvacehesinde işgalci güç olarak ABD’den izni alınma yanında, Bağdat merkezi hükümeti ve yerel Kürt yönetiminin hassasiyetlerini de göz önünde tutma gereğini ortaya çıkarmıştır. Sonuç olarak, yeni koşullar Türkiye’nin bölgeye dönük faaliyetlerine önemli ölçüde “hukuki, siyasi, beşeri” sınırlamalar getirmiştir.


SONUÇ

Türkiye, yanı başında gelecek onyılların en önemli sorunu olan enerji güvenliği açısından dünyanın ilgi odağı, üzerinde akraba ilişkileri olan insanların yaşadığı bir coğrafya ile iç içe bulunuyor. Yukarıda da ifade edildiği gibi, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana bir tehdit olarak algılanmış olan bu durumu Türkiye acaba stratejik bir avantaja dönüştürebilir mi? Türkiye acaba, 1920’li yıllarda olduğu gibi şimdi de tehdit ve güvenlik sorunlarıyla boğuşurken, yanı başındaki bu çeşitlilik ve zenginliğin başka güçlerin kontrolüne geçmesine seyirci mi bırakılacak?
Bu soruların yanıtları duygusallığa kapılmadan, cesaretle, akılcılıkla tartışılmalı dır.
Türkiye’nin bu fasit daireyi kırması için yeni ve yaratıcı bir yaklaşıma ihtiyacı olduğu muhakkaktır. Bunun için de diplomatik etkileme alanını genişletici çok boyutlu yaklaşım ve önlemler üzerinde durulmalıdır. Bu çerçevede alınabilecek bazı önlemler şunlar olabilir:

1. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ile ilişkileri sağlam bir temele oturtmak. Ekonomik, kültürel, sosyal her türlü ilişkiyi geliştirmeyi amaç edinmek. Böylece, yanı başımızda yaratılan boşluğun başka güçler ve özellikle İran tarafından doldurulmasını engellemek.

2. Bu yapılırken güvenlik sorununun ayrı bir hız şeridine oturtulmaya çalışılması yaşamsaldır. Haliyle şehit olayları böyle bir yaklaşımı siyaseten güç kılmaktadır. Ancak, terör olaylarını, aslında böylesine bir yakınlaşmayı önleyici tuzaklar olarak da değerlendirmek ve terör örgütünün kurduğu bu tuzağı siyaseten aşabilmek gerektiği değerlendirilmelidir. Haliyle burada, sorumluk gene siyasi kadrolara, kanaat önderlerine ve medyaya düşmektedir.

3. Kurulacak ilişkilerin veya yapılacak temasların önüne bunların “tanıma” anlamına gelebileceği gibi soyut engeller koymamak ve Erbil’de süratle bir Başkonsolosluk açarak hem olayları içeriden izlemek, hem de gelişmeleri şekillendirmeye çalışmak yararlı olacaktır.

4. Bölgesel Yönetim ve yöneticilerine karşı kullanılan dilin ırkçı ve hakaretamiz nitelikte olmaması; izlenen politikaların Kürt milliyetçiliğini güçlendirici sonuçlar vermemesine dikkat edilmesi önem kazanmaktadır.

5. Yürütülen örtülü faaliyetlerin gerçekten örtülü olması ve faaliyetlerin görünür güç gösterisine dönüştürülmemesini sağlamak.

6. Bölgesel ve global aktörlerle ve özellikle ABD ile mümkün mertebe çıkar örtüşmesi sağlamak. Bu ülkelerle çıkar kesişme ve çıkar çatışma noktalarını doğru biçimde tespit etmek ve buna göre politikalar geliştirmek.
Bu politikaları geliştirmek için ABD’nin desteğine olan ihtiyacı göz önünde tutarak, kamuoyunda oluşan ABD karşıtı havanın dağıtılmasına çalışmak. Çünkü bu hava geçerli olduğu sürece, böylesine bir işbirliğini yürütmek siyaseten de zor olacaktır. Kamuoyunun manipüle edilerek bu işbirliğinin engellenmesi veya önünün kesilmesi halinde ABD ordusunun Kuzey Irak’ta konuşlandırılması ihtimali ve bunun yaratacağı kalıcı olumsuzluklar üzerinde önemle durulması gerekir.

7. İngiltere ile de düzenli bir istişare mekanizması oluşturulması ve bu bölgenin geleceğine ilişkin olarak gerek Washington, gerek Londra, gerek Tel Aviv Türkiye’nin Kuzey Irak vizyonuna yaklaştırılmaya çalışılmalıdır.

8. Türkmen olayına yeni bir yaklaşım getirerek, bu kesimin mezhepsel ayrışımını iyi çözmek, milisleşmesinin tehlikelerini değerlendirmek yararlı olabilir. Zira, kendi kendilerini koruma durumunda kaldıkları her olayda ciddi maddi ve manevi zarara uğradıkları bir vakıadır.
Türkiye’nin Türkmenlerin korunması ve güvenliklerinin sağlanması için Bağdat ve Erbil üzerinde dolaylı sorumluluğunu hissettirmesinin yararı üzerinde durulabilir.

9. Sadece haber toplama işlevi yürüten bir İstihbarat örgütü Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarını korumak açısından yetersiz kalacaktır.

Bölgedeki çok aktörlü, büyük çıkarların söz konusu olduğu bu mücadeleden Türkiye’nin avantajlı çıkmasının bir yolu da, devlet yapısının bu oyuna güvenle girecek yapılanmalarla, güçlü araç ve gereçlerle teçhiz edilmesidir.

10. Kültür diplomasisi en etkin şekilde kullanılmaya devam edilmelidir. Özel Türk televizyon kanalları tüm Ortadoğu’da olduğu gibi Kuzey Irak’ta da popülerdir. Bölge halkına belli mesajların yansıtılmasında, olumlu imajlar yaratılmasında medya daha yoğun ve akılcı şekilde kullanılmalıdır.

Irak’ın Kuzeyindeki Muhtemel Gelişmelerin Türkiye’ye Etkileri

E. Büyükelçi Sönmez KÖKSAL MİT Eski Müsteşarı

7 Cİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR..

..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder