20 Ekim 2015 Salı

TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BÖLÜM 3





TÜRKİYE’NİN VİZYONU TEMEL SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
BÖLÜM 3


AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE


E. Büyükelçi, Özdem SANBERK Dışişleri Eski Müsteşarı



I. AVRUPA BİRLİĞİ İÇİNDEKİ GELİŞMELER.

Kriz

Avrupa Birliği 1950’li yılların ilk yarısından bu yana krizden krize geçerek kendi entegrasyon hareketini sürdürüyor. Türkiye ise, takriben son elli yıldan bu yana, Avrupa Birliği ile yaşadığı büyük zorluklara rağmen bu gün tam üyelik süreci içindedir. Birlik son olarak Lizbon Anlaşması’nın İrlanda halk oylamasında reddiyle, yeniden bir belirsizlik dönemine girmiş bulunuyor.
Kendini sorgulayabilme kabiliyeti Avrupa Birliği 60 yıllık geçmişinde başka krizler de geçirdi. Ama bugüne kadar geldi.  Bu güne kadar gelebilmesinin temelinde dünyadaki gelişmeler karşısında kendi meşruiyetini sürekli sorgulaması yatıyor.
Birlik bu sayede kendini dünyanın yeni gerçeklerine uyduruyor ve hatta bu değişiklikleri mümkün olduğu ölçüde kendi lehine yönlendirebiliyor.
Bunu da kuruluş mantığında yer alan ilkelere bağlı kalabildiği için başarıyor.

Süper ulus devlet değil

Avrupa ve Türkiye kamuoylarında genellikle sanılanın aksine, Avrupa Birliği bir süper ulus devlet değildir. Bunun en önemli kanıtı da Birliğin bizzat kendisinin ulus devletlerden meydana gelmiş olmasıdır. Avrupa Birliği gerçekte üye ülkelerin kendi milli hedeflerine erişmeleri  için kullandıkları araçtır. Avrupa Birliği üye ülkelerin yerine geçmez. Onları tamamlar. Avrupa Birliği üye ülkelerin milli hedeflerine ulaşmaları için yardımcı olur. Avrupa Birliği entegrasyon hareketinin amacı Avrupa’da bir süper devlet yaratılması değil, fakat Kıta’da etkinlikle işleyen bir ekonomik ve ticari pazar kurulabilmesi için Avrupa devletlerinin bu amaca uygun kurumsal yapılanmalara kavuşturulmasıdır.
Avrupa Birliğinin bir süper Devlet olmasını hedefleyen siyasi partiler ve siyasi çevreler bugün Avrupa’da özellikle Fransa, Belçika ve Lüksemburg gibi bir kısım kurucu ülkelerde mevcuttur. Siyasi güçleri bu görüşlerini kuvveden fiile çıkarmalarına imkân verecek düzeyde bulunmamaktadır. Avrupa kamuoyunun ezici çoğunluğu Süper Devlet fikrine karşıdır.

Yetki paylaşımı

Bugünkü haliyle Avrupa Birliği, her biri birbirinden çok farklı ulusdevletlerden oluşan, kendine mahsus tarihi geçmişe, kültürel özelliklere, milli davalara ve eşit haklara sahip bir uluslararası kuruluştur. Bu kuruluşu öteki geleneksel çok taraflı işbirliği kuruluşlarından ayıran özellik, gösterdikleri farklılıklara rağmen bazı şeyleri birlikte yapmak amacıyla ortak bir kurumsal yapılanmayı gerçekleştirme deki iradeleridir.
Bu amaçla bazı yetkilerini muhafaza ederek, açıkça belirtilmiş sınırlı alanlarda bazı yetkilerini paylaşırlar. Bu kısmi yetki paylaşımını, yine kendi özgür iradeleriyle kurdukları ortak kurumlara devrederek yaparlar.

Bu kurumlar o alanlarda kendilerini yaratan üye ülkelerden bağımsız hareket eder. Bu alanlar teknik ve ticari alanlar ile tarım alanıdır.
Siyasi, sosyal ve güvenlik alanında riayeti mecburi ortak politikalar yoktur. Ortak müzakere prosedürleri vardır.

Gönüllü irade ve gönüllü katılım


Üye ülkeler bu yöntemi, tek başlarına yapabileceklerinden daha fazlasını beraberce yapabilmek ve etkin bir yönetişim sistemi kurmak için seçmişlerdir. Başka deyimle, sınırlı alanlarda ulus-üstü nitelik, üyelerin baskı veya dayatma altında kabul ettikleri bir yöntem değil, modern ve karmaşık dünyanın sorunlarıyla baş etmek ve ekonomik, ticari(,) ve teknik alanlardaki küresel rekabette başarılı olmak için ortaya koydukları kendi özgür tercihlerinden ve isteyerek razı oldukları gönüllü katılımlarından meydana gelir.

Asıl yetkiler üye devletlerde

Avrupa Birliğinde birincil yetki ortak kurumlarda, yani merkezde veya gövdede değil, gövdeyi meydana getiren parçalarda, yani üye ülkelerdedir.
Merkezin yetkisi ikincil (subsidiary), üye ülkelerin yetkisi ise birincildir 
( primary).

Barışın temeli ortak ekonomik çıkar


Avrupa Birliğinin temelinde kıta ülkeleri arasında barışın sağlanması yatar. Bu hedefe ulaşmalarını mümkün kılan yöntem ise ortak ekonomik çıkar temelinde ortak kurumsal yapılanmalarının sağladığı karşılıklı ekonomik bağımlılıktır.
Birliğin dünyadaki rolü veya siyasi amaçları Avrupa Birliği üyeleri şu sırada ‘’... 27 üye ülke olarak birlikte ne yapmak istiyoruz?.’’. sorusuna yanıt verememektedirler.  Halen içinde bulundukları krizin temel nedenlerinden biri de Birliğin dünyada oynayacağı role ilişkin belirsizliktir.

Kültür

Avrupa Birliğinin kuruluşunun temellerinde de kültür birliği yatmaz. Tam tersine kültürel çoğulculuk esastır. Bir Avrupa Birliği kültürü yoktur. Ancak Birliği ortak kültür modelinde görmek isteyenler vardır. Bu model çoğunluktaki görüşler tarafından reddedilmektedir.

Kimlik ve aidiyet duygusu

Ortak bir kültür olmadığı gibi bir Avrupa Birliği kimliğinden bahsetmek olanaksızdır. Çünkü Avrupa’da bugün sırf Avrupa kökenliler yaşamıyor.
Avrupa bugün ancak kısmen Hıristiyan’dır. Ama aynı zamanda vicdan özgürlüğünü, agnostisizmi ve ateizmi barındırıyor. Bizzat Jacques Delors’un dediği gibi bazılarının hoşuna gitmese de Avrupa artık biraz da Müslüman’dır. Avrupa Birliği kimliği halen inşa halinde olan bir kimliktir. Bu kimlik Avrupalıların arkasında değil önündedir. Ve oluşmasına, Kıta’nın tüm halkları gibi Türkler de katkıda bulunmaktadır.
Avrupa Birliğinin kendisi için öngördüğü aidiyet algılaması, milliyetçilikten değil, demokrasi, barış ve refah gibi ideallerden kaynaklanır.
Avrupa Birliği kimliği XX. yüzyıldaki iki Dünya Savaşı’nın Avrupa halklarına öğrettiği acı tecrübelerden ve bu ve benzeri acıların bir daha yaşanmaması
iradesinden doğmuştur. Birliğin mimarisinin temelinde askeri zaferlerden değil, aksine savaşların tahribatlarından çıkarılan dersler yer alır.

Karar alma mekanizmaları

Bugünkü krizin nedenlerinden biri de, üye sayısı artan Birliğin karar alma mekanizmalarının işlemez hale gelmiş olmasıdır. Roma Antlaşmaları’nda esas itibarıyla altı üye için öngörülmüş olan karar süreçleri, bazı teknik konularda ağırlıklı oy verme sistemine geçilmesine rağmen, yirmi yedi üyeli bir Birlik için uygulanabilir olmaktan çıkmıştır. Birlik genişledikçe karşılaşacağı yönetim sorunlarının çözümlenmesinde çok vitesli esnek bir yapılanmanın benimsenmesi en pratik yollardan biri olarak giderek daha sık dile getirilen bir çare olarak konuşulmaya başlanmıştır.

Demokrasi açığı


Komisyon üyeleri ve Komisyon başkanı görevlerine seçimle değil atama yoluyla geldikleri için Avrupa Birliği öteden beri demokratik hesap verme sorumluluğunu taşımamakla itham edilmiştir. Bu nedenle Komisyon başkanının seçimle gelmesi hükmü son Lizbon Antlaşması’nda yer almış ve böylece bu demokratik açığın kısmen kapatılması amaçlanmıştı. Ancak Lizbon Antlaşması yürürlüğe giremediği için eski uygulama devam halen devam etmektedir.

Seçilmişler atanmışlar

Her ne kadar Avrupa Komisyonu, Avrupa Adalet Divanı ve Avrupa Merkez Bankası yöneticileri ve üyeleri seçilmiş değil atanmış kişilerden meydana gelmiş olsalar da bu kurumların yapılanma ve çalışma şekli ulus devletlerdeki karşıt kurumların yapılanma ve çalışma şekillerinden farklı değildir. Bu kurumlar belirli teknik ve spesifik işlevleri yerine getirmek üzere sorumluluk taşıyan kurumlardır ve bu görevlerini ifa edebilmeleri için kendilerini kuran ulus devletlerden müstakil ve bağımsız hareket kabiliyetine sahip olmaları gerekir. Kurucu Antlaşmaların temelinde yatan ana ilke de aslında budur.

Birliğin sınırlı yetkileri

Öte yandan Birlik her ne kadar Devletlerin yaptığı işlevlerin bir kısmını yerine getiriyorsa da devletlerin her yaptığını yapmamaktadır. Örneği sağlık sigortası, istihdam politikaları, emeklilik, eğitim, asayiş, güvenlik ve vergilendirme gibi konular Birliğin yetki sahasının geniş ölçüde dışında yer alan konulardır. Birliğin yetkisi dâhiline giren işlevler ise ortak ekonomik pazarın kurulmasına ve düzenlenmesine ilişkin işlemler ile kısmen parasal politikalardır.

Lizbon gündemi

Lizbon Antlaşması aslında üye ülkelerin sorumluluklarına ait olan sahalarda Birliğin yetki kullanmasını imkân veren hükümler içermektedir.
Örneğin istihdam politikaları konusunda Avrupa Birliği yetkili değildir. Ayni şekilde büyüme, rekabet veya emeklilik reformu gibi politikalarda da Birlik kurumlarının üye ülkelerin kararlarına müdahale hakkı yoktur. Ayrıca Birlik bu konulara karışmak istese bile gerekli müdahale araçlarına da sahip bulunmamakta dır. Birliğin Lizbon Antlaşması’nın İrlanda tarafından reddiyle bu gün karşılaştığı kriz kısmen Lizbon gündeminin bu yetki sınırlarını zorlamış olmasında kaynaklanmıştır.

Temel disiplin: Hukuk

Avrupa Birliği entegrasyon sürecinde tek pazarı, ekonomiyi, ticareti, sosyal hayatı ve tüm politikaları çerçeveleyen ana disiplin(i) hukuk kurallarıdır.
Birliğin temel disiplinini Hukuk, temel ilkesini de hukukun üstünlüğü oluşturur.

Müzakere

Avrupa Birliği aynı zamanda sürekli bir müzakere sürecidir. Birlik, üye ülkelerin kendi milli çıkarlarını korumak ve ilerletmek için sürekli uzlaşma aradıkları bir ortamdır. Üye ülkelerin, milli çıkarlarını ararken Birliğin ortak çıkarlarını göz önünden tutuğu varsayılırsa da, gerçek hayatta bu her zaman böyle olmaz. Üyeler fiili durumlarda kendi milli çıkarlarını önde tutarlar bu nedenle de gerektiğinde veto silahına başvurma sık rastlanan bir yöntemdir. Avrupa Birliği dinamik bir kavram olduğu için müzakere süreci hiç bir zaman bitmez. Varılan hiç bir karar son karar olmaz. Bu nedenle Birlik içinde anlaşmazlıklar hiç bir zamantükenmez. Buna paralel olarak belirsizlikler de bitmez. Birlik krizden
krize geçerek gelişir. Belirsizlik bir bakıma Avrupa Birliği’nin doğasının bir sonucudur. Bir müzakere sürecinin sonlanması yeni bir sürecin başlangıcı
olduğundan Birlik ilerlemesini ve çok ağır da olsa gelişmesini sürdürür. 

Avrupa Birliği tamamlanmamış bir projedir.

Bu günkü Avrupa 1960’ların Avrupa’sı değil Bu nedenle gelecekte karşımıza çıkacak bugünkünden çok farklı bir Avrupa olacaktır. 
2000’li yılların Avrupa Birliği karmaşık bir dünyada küresel sorunlarla baş etmeye çalışan ve Kıta’nın tamamına yayılmış bulunan çok katmanlı 
entegrasyonlara sahip bir Avrupa olacaktır. Türkiye de, bu günkü Avrupa’ya değil, yarın karşımıza çıkacak olan çok katmanlı bütünleşmelerin geçerli olacağı bir Avrupa’ya katılacaktır. Örneğin bugün dahi bir Shengen Avrupa’sı, bir Tek Para, tek Merkez Bankası Avrupa’sı, bir Savunma ve Güvenlik Avrupa’sı gibi sınırlı üyeliklerden oluşan her bir üye ülkenin ortak politikalarına katılmadığı çeşitli entegrasyon katmanlarından oluşan bir Birlik vardır. (Örneğin İngiltere
ve yeni üyelerin çoğu tek kur politikalarına katılmamaktadır)

Üye ülkeler bu entegrasyon katmanlarından ancak iştirak ettikleri ortak politikalarda Veto hakkına sahip bulunmaktadır. Gelecek on yıllarda bu
tür sınırlı üyelikli ortak politikalarının sayısı artacak ve çoğunluğu oluşturan üyeler bakımından Avrupa Birliği üyeliği bu tür esnek üyelikler anlamını taşıyacaktır.

Yumuşak Güç

Avrupa Birliği bu gün karşı karşıya bulunduğu bütün güçlüklere ve eksikliklerine rağmen Kıta’da ve çevresinde önemli bir dönüştürme etkisine sahiptir. “Yumuşak güç” adı verilen bu yeteneğinin 2001-2005 arasında Türkiye’de nasıl bir “sessiz devrim”e yol açtığı, buna karşılık 2005’ten bu yana AB’den gelen olumsuz sinyallerin Türkiye’de nasıl bir içe kapanma eğilimi yarattığı Avrupa Birliği’nin bu etkisini kanıtlayan en somut örneklerden biridir.


II. TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ VE 
TAM ÜYELİK MÜZAKERELERİ

40 yıllık hedefin gerçekleşmesi Türkiye’nin Avrupa Birliği stratejisi çok eskilere gider. Avrupa Birliği’ne üyelik hedefi ise hiçbir zaman şu veya bu Hükümetin, şu veya bu partinin tekelinde olmamıştır. AB politikası bir devlet politikasıdır. Celal Bayar, Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu 1959 Roma Antlaşması’nı
akdetmişlerdir. İsmet İnönü 1963’te Ankara Antlaşması’nı imzalamıştır. Süleyman Demirel 1971’de katma Protokolü yapmıştır. Turgut Özal 1987’de tam üyelik müracaatını gerçekleştirmiştir. Tansu Çiller 1995’te Gümrük Birliği kararını aldırmıştır. Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz 1999’da Helsinki’de adaylığımızı resmen kabul ettirmiş ve ilk reform paketini açtırmıştır. Tayyip Erdoğan 2005’te Müzakereleri başlatmıştır. Hiçbir askeri Hükümet de bu politikadan ayrılmamıştır. Türkiye Avrupa’daki tüm hasım çevrelerin ve bir kısım büyük üye devletlerin direncine rağmen 40 yıldır beklediği bir hedefe ulaşıp 2005 yılında müzakereleri başlatmış ve bir katılım ülkesi statüsü kazanmıştır.
Ancak Birliğin Türkiye’ye karşı ikircikli, olumsuz ve hatta hasmane davranışları ve ikinci Erdoğan Hükümeti’nin politikalarındaki öncelik sırasında Avrupa Birliği hedefinin yerini gerilere taşıması Türk kamuoyunda Avrupa Birliği hedefinin doğurduğu heyecan ve enerjiyi son bir kaç yılda hemen hemen (tamamen) ortadan kaldırmıştır.

Adaylık kriterleri

Kopenhag Kriterlerinin yazılı ifadesi bir iki cümleden ibarettir ve ezcümle aday ülkede işleyen bir demokrasi bulunmasını ve hukuk devletini, insan haklarını ve azınlıkların korunmasını garanti altına alan kurumların işlemesini öngörür.

Ancak, aday ülkenin toplumsal yapısında temel sorunlarıyla ilgili olarak büyük çatlakların ve kutuplaşmaların bulunmaması bir nevi yazılı olmayan kriterlerdir.

Kıbrıs

Avrupa Birliği Kıbrıs’ın üyeliğe kabulünde kendi koyduğu kuralları çiğneyerek ülkenin yarısında egemenlik kullanamayan, BM Güvenlik Konseyi’nin sürekli gözetimi altında bulunan ve BM Barış Gücü ile güvenlik sağlanan bir ülkeyi istikrarlı kabul ederek üyeliğe almıştır.

Fransa ve Almanya

Türkiye’nin üyeliğine karşı en büyük direnç iki büyük kurucu ülke olan Fransa ve Almanya’dan gelmektedir. Bu direncin temelinde adı geçen ülkelerin Birlik içinde şu anda en fazla nüfusa sahip Devletler olarak Topluluk organlarının karar mekanizmalarında kazanmış bulundukları avantajlı durumu kaybetme korkuları yatmaktadır.

Tam üyelik perspektifi

Türkiye’nin tam üyelik perspektifleri Avrupa içinde üyeler arası rekabet nedenleriyle ve bu ülkeler arasındaki güç dengesi mücadeleleri dolayısıyla zorluklarla karşılaşmaktadır. Türkiye’nin üyeliğine karşı bazı Avrupalı politik çevreler Türkiye ile ciddi bir krizin çıkmaması için en iyi çareyi Türkiye’nin adaylığını bizzat kendisinin geri çekmesi olduğunu düşünmekte ve bunu beklemektedirler.

Oysa dünyanın en önemli stratejik alanlarına komşu olan ve ayrıca enerji yollarında yer alan Türkiye’nin üyeliği Avrupa Birliği’nin güvenlik ve dış politika boyutunu ve enerji güvenliğini özlü şekilde güçlendirecektir.

Gümrük Birliği

Birliğin aslında Türkiye’nin katılımından çok şey kazanacağı genellikle herkes tarafından kabul edilmektedir. Türkiye bakımından ise yararları açıktır. Sırf üyelik perspektifi dahi ülkemize büyük ölçüde yabancı sermaye girişine sebep olmuş ve geniş kapsamlı demokratik reformların gerçekleştirilmesini sağlamıştır. Gümrük Birliği’nin yürürlüğe girdiği tarih olan 1996’dan 2006’ya kadar geçen on yıllık dönemde Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye ihracatı üçe katlanmış ve 2006’da yılda 58 milyar dolara yükselmiştir. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne ihracatı ise aynı
dönemde dörde katlanmış ve 2006’da 48 milyar dolara yükselmiştir. Bugün Avrupa Birliği Türkiye’nin birinci ticaret ortağıdır. İthalatının %42’sini, ihracatının da %52’sini karşılamaktadır. Türkiye şimdi Avrupa Birliği için Japonya’da’ daha önemli bir ticari partnerdir. 2004’e kadar yılda ortalama 1 milyar dolayında olan yabancı sermaye, müzakerelerin açıldığı yıl olan 2005’te 9 milyar dolara, 2006’da ise 20 milyar dolara ulaşmıştır. Bu meblağ aynı yıl Hindistan’a giren yabancı sermayeden daha fazladır. Türkiye’ye yatırım yapan yabancı Şirket sayısı 15.000’ i geçmiş olup, bu Şirketlerin yarısından fazlası, yani 8300 adedi Avrupa Birliği menşelidir.

Ancak Türkiye, Avrupa Birliği’nin üçüncü ülkelerle yaptığı ticaret müzakerelerin de söz sahibi değildir. Bu da Gümrük Birliği kararının büyük bir eksikliğidir. Türkiye müzakerelerinde söz sahibi bulunmadığı Anlaşmalara uymak mecburiyetinde kalarak ticaret saptırması yoluyla ayırımcı muameleye maruz kalmakta ve bu yüzden zarara uğramaktadır.

AB artık kıtanın tümünü kapsıyor

Avrupa Birliği önümüzdeki on yıllarda Batı Balkanları, yani Arnavutluk, Makedonya, Hırvatistan, Bosna Hersek ve Sırbistan’ı da içine alacaktır. Muhtemelen Ukrayna, Moldova ve Belarusya da ileriki on yıllarda Birliğe üye olacak ve Birlik Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan ile özel ilişki kurma sürecine girecektir.

Türkiye’nin dışlanma riski

Bütün Kıta’yı kapsayacak bir Avrupa Birliği’nin dışında kalacak olan bir Türkiye güçler dengesinde zaafa uğrar. Bu nedenle halen müzakere sürecinde bulunmak gibi avantajlı bir durumda bulunan ülkemizin mücadeleden vazgeçmesi tarihi bir hata olur. Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan lehine Balkanlar’da ve Güneydoğu Avrupa’daki tarihi ve kültürel mirasını kaybeder. Çünkü Birliğin Ortak Dış ve Savunma ve Güvenlik Politikaları Arnavutluk, Makedonya, Moldova, Bosna, Kosova ve Sancak’taki Türkçe konuşan Müslüman nüfusu zaman içinde tedricen Türkiye’nin tarihi ve kültürel nüfuz sahasından uzaklaştırır. Batı ve Kuzeybatı Karadeniz siyasi ve güvenlik etki alanımızın dışına kayar.
Kaçırılmış fırsatlar tarihi Türkiye-AB ilişkileri tarihi aslında bir nevi kaçırılmış fırsatlar tarihidir.

Bu fırsatların bir daha kaçırılmasına izin vermememizin tek yolu, Avrupa Birliği hedefi yönünde oluşacak bir genel konsensüs etrafında Türkiye’nin bugünkü ideolojik ve siyasi krizler gündeminden ekonomik, sosyal, demokratik ve teknik icraatlar yapılmasını öngören bir gündeme geçmesidir. Başka bir deyimle Türkiye’nin gelecek perspektifinde bir modernleşme idealine kavuşması ve geniş ufuklu bir siyasi vizyonu benimseme kapasitesini göstermesidir. Avrupa Birliği katılım süreci bize bu perspektifi sağlayabilecek en somut yol haritasıdır. Bu
yeni gündem ancak bizi sürekli krizler sarmalından kurtarabilir ve Kıta’nın değişmekte olan siyasi ve askeri kuvvetler dengesinde yerimizi
kaybetmememizi sağlar. Bu nedenle biz reformları yerine getirelim ama Avrupa Birliği’ne katılsak da olur katılmasak da olur tarzındaki görüşler,
ülkemizin Kıta’daki tarihi ve insani varlığının zaman içinde yitirilmesi halinde gelecek kuşaklar için doğabilecek siyasi ve güvenlik maliyetlerini hesaba katmayan vizyonsuz görüşler olup, bizi bu mücadeleden uzaklaştırmak isteyen ve Birlik için bir tampon bölge haline getirmeyi hedefleyen ülkelerin ve etnik lobilerin ekmeğine yağ sürmek anlamını taşır.

Büyük ve net bir strateji ihtiyacı

Eğer yine zaman kaybedip gelecek kuşakların önünü kesmek istemiyorsak, başta siyasi partilerimiz olmak üzere (siyasi partiler dâhil) hepimize görev düşüyor. Bu görev son iç olayların kaldırdığı toz bulutunun arasından Avrupa Birliği sürecinde önümüzü görebileceğimiz ve kararlılığımızı yeniden pekiştirebilecek orta ve uzun vadeli yalın bir stratejiyi ve siyasi yönelimi ortaya koyabilmektir.

Sırf hükümete ait bir sorumluluk değil Bu nedenle kanımızca Türkiye’nin, ülkeyi çağdaşlaşma ideali etrafında birleştirecek, bir Büyük Strateji üzerinde bir konsensüse varması ve bu konsensüsü gündemimize yeniden oturtması gerekecektir. Bu konsensüsün yerleştirilmesi yalnız yürütme organına düşen bir görev değil, devletin tüm yetkili organlarını, TBMM’yi, tüm siyasi partileri ve tüm sivil toplumu ilgilendiren tarihi bir sorumluluktur. Avrupa Birliği’ne katılma hedefi Türkiye için duygusal bir tutku değil, tarih bilinci içinde ve gelecek perspektifinde rasyonel bir tercihtir. Bize karşı gösterilen direncin yoğunluğu bizim tercimizin doğruluğunu kanıtlayan en somut kanıtı oluşturmaktadır. Katılım sürecimize yeniden canlılık kazandırabilir miyiz?
Bu gözlemler bizi bazı temel sorularla karşı karşıya bırakmaktadır.

Türkiye açısından, bu gün ülkemizin içinde bulunduğu koşullar altında Avrupa Birliği sürecinin geçerliliği var mıdır? Eğer varsa bu geçerlilik bir ivedilik taşımakta mıdır? Bu her iki sorunun yanıtı olumlu ise, bu sürecin Avrupa Birliği açısından, en azından Fransa ve Almanya gibi kimi ülkelerde geçerliliğinin tartışmalı olduğu ve ivediliğinin ise bulunmadığı düşünülünce, sürece karşılıklı canlılık kazandırılmasının mümkün olup olamayacağı ciddi bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu durumda bizim katılım sürecimizle Avrupa Birliği’nin buluşma alanı son derece daralmaktadır. Bu daralma bizden kaynaklanan sorunlar kadar, Avrupa bütünleşme sürecinin bu gün geldiği aşama ve bir türlü aşamadığı kendi zorluklarıyla da irtibatlıdır. Bu gözlem Türkiye’nin katılım sürecini Avrupa bütünleşme projesinin göstereceği gelişmelere bağlı kılmaktadır. Bu aslında hem teknik hem de siyasi nitelikte doğal bir bağ oluşturmaktadır.

İki süreç arasındaki irtibat

Ancak unutulmamalıdır ki Türkiye bugüne kadar kendi katılım süreciyle Avrupa Birliği bütünleşme süreci arasındaki bu doğal bağı, şimdiye kadar, gözlerden kaçmasına rağmen, yaşatmasını bilmiştir. Nitekim 1959 TBMM irade beyanı 1957 Roma Antlaşması’nın imzalanmasına, 1963 Ankara Antlaşması 1959 Roma Antlaşması’nın yürürlüğe girmesine, 1971 Katma Protokolün imzalanması 90’lı yıllara kadar uzanan 12 ve 22 yıllık listelere, o zamanki adıyla Topluluğun 1970 ve 80’lerdeki dönüşümleri ve Tek Senet’e doğru giden gelişmelerine, 1987
tam üyelik başvurusu AB Tek Pazar hedefine, Matutes Paketi 1990’lı yıllarda Birliğin yatay ve dikey büyümesine, Gümrük Birliği Kararının alınmasına ve 12 ve 22 yıllık listelerin geçiş sürelerinin dolmasına verdiğimiz yanıtları oluşturmuştur. Aslında bu listeyi tam üyelik müzakerelerinin başladığı 3 Ekim 2005 tarihine kadar uzatmak ve bizim sürecimizle Birliğin bütünleşme süreci arasındaki teknik ve siyasi bağları gözler önüne daha açık şekilde sermek mümkündür. Ama bu ayrı ve yararlı bir çalışma konusu olur.

Uzun ince yol

Sonuçta yukarıda değindiğimiz aşamaların her biri, tam üyeliğe giden ince uzun yol’a yıllar boyunca döşenmiş taşlardır. Yolumuzun kısalmış olması gerekirken biz duraklama yaşıyoruz. Aynen 3 Ekim 2005’te müzakerelere başlanmasından sonra reform sürecini askıya aldığımız gibi. Çünkü o anı, yani müzakerelerin başlamadığı anı, adeta doğal bir aşama gibi heves ve heyecanımızın bittiği bir aşama olarak kanıksadık. Muhalefet olayın tarihi anlamını göz ardı ederek Müzakere çerçeve belgesindeki eksiklikleri vurguladı ve sonucu küçümsedi. Hükümet Avrupa Birliği’nde her bir aşamanın bir diğer yeni aşamanın başlangıcı olduğu gerçeğini görmezden gelerek hedefe daha güçlü kilitlenmek
yerine adeta muhalefetin iktidarı yönlendirmek istediği doğrultuda önceliklerini değiştirdi.
Şimdi mesele bu taşları koymaya yeniden başlayıp başlayamayacağımız noktasında toplanmaktadır. Bunun ancak siyasi partilerimize ve TBMM’ye yeni bir siyasi iradenin hâkim olması ile mümkün olacağı açıktır. Ancak o zaman gerekli heyecan ve hevesi kamuoyuna yeniden yaymanın ve Hükümet ile muhalefetin önceliklerini yeniden düzenlemelerinin yolu açılabilir. İlgiyi canlı tutmanın yolu güncel bilgiden geçmekte, reformlara yeniden başlama iradesini ise katılım duygusu güçlendirmektedir. Bu noktada Avrupa Birliği’ne de sorumluluk düşeceği bellidir.

Kötümserlik

Bugün ülkemizde Avrupa Birliği, bu alanda emek verenlerce terk edilmiş bir alan görünümündedir. ..”Ben de bu konularda çaba sarf etmiştim ama ...” şeklinde kendine noktayı koymuş olanların içinde bulundukları bir nevi nostalji ve hüsran kapanı görüntüsünü yansıtmaktadır.
Oysa katılım iradesi alternatif maliyetlerin iyi hesaplandığı, bu hesaplar ışığında yönelimin sürekli doğru konulabildiği ve güncel anlamını yeniden elde edebilen bir konum kazanabilmelidir. Bu raporun temel amacını oluşturan da budur.

Sürece zihinsel katılımın çeşitlendirilmesi


Katılım iradesine yeniden geçerlilik kazandırılmasının pratik ifadesi herkesin görüşüne saygı gösterilmesi, her çevreden öneri beklenmesi ve duraklayan sürecin zihinsel katılımın çeşitlendirilerek canlandırılmasıdır. Avrupa Birliği (bir) “imtiyazlı bir grubun düşünce alanı” değildir. Ancak salt “savunma veya saldırı hattı” da değildir. Süreç bir paylaşma, ayrışma ve ortak seslendirmeyi arama zemini olarak görülebilmelidir. Tartışmalarımızın yelpazesi ne kadar genişse Avrupa projesi o kadar sağlıklı tartışılır.


Sağlıklı zeminde yeni bir tartışma Türkiye, Avrupa projesinin bugün hangi noktalarında güçlü, hangi noktalarında zayıf görünmektedir? Neyi takip ediyoruz, neyi kaçırıyoruz?
Özgün kimliğimiz hangi açıdan bugün daha değerlidir? Bugün Türkiye hangi tartışmalarda Avrupa Birliği’nin yönelimlerine güç katabilir?
Üyelik sürecinin ara görünürlük aşamalarını nerelerde sağlayabiliriz? Bu görünürlük neden önemlidir? Bunlar, ülkemizde Avrupa Birliği tartışmalarının Sevr sendromlarından, bölme ve dayatma sarmalından, soğukkanlı ve sağlıklı zeminlere çekilmesini sağlamak için fikir verebilecek yalnızca birkaç soruyu oluşturuyor. Daha birçok soru ilave edilebilir.

Bugün varılan aşama çok önemli

Türkiye aslında uzun ince yolda çok büyük mesafe kat etmiş bulunmaktadır. Geldiğimiz aşama küçümsenmemelidir. Avrupa Birliği bütünleşme süreci sonuçta, gönüllü iradeye dayalı bir projedir. Projenin bitmeyen zorlukları, tartışmaları, hayal kırıklıkları ve umutları bellidir.
Bunlar kuşkusuz devam edecektir. Bu nedenle tartışmalardan çekinmeye gerek yoktur. Avrupa Birliği’nin ve kimi üyelerinin bize karşı tavırları zaman içerisinde dondurulamaz. Bütünleşme süreci hem bizim için hem Birlik için dinamik bir süreçtir ve bu dinamiği ne Avrupa Birliği ne de biz tek başımıza belirleyebiliriz. Türkiye’nin üyelik surecinin başarısı bir mucizeye bağlı değildir. Başarı kapsamlı ve gerçekçi bir stratejiye ve bu stratejinin kararlı bir şekilde uygulanmasına dayanacaktır.


III. STRATEJİNİN ANA HATLARI



Gündemimiz ve temel hedeflerimiz Üyelik müzakereleri toplumumuzda kırılmalar yaratan değil ulusalbirlik ve beraberliği pekiştiren bir sürece dönüştürülmelidir.

Cumhuriyetimizin temel aldığı ülke bütünlüğünü, tekil Devlet-kucaklayıcı yurttaşlık kavramını ve laiklik gibi değerleri, Birliğin ortak mukadderat
felsefesiyle bağdaştıran ve AB ile ortak geleceği bu zeminde inşa eden bir siyasi irade sergilenmelidir. Üye ülkelerin, çağdaş demokratik kriterlere dayalı Anayasal düzenlerinin hangi yönetim modellerini benimseyeceği Avrupa Birliği’ni ilgilendirmez.
Bu iki hedefe varılmasını teminen hem Türkiye içinde AB hedefine, hem de Türkiye ile AB arasında karşılıklı güven sağlanmalı; bu bağlamda:
Ahdi yükümlülüklere karşılıklı olarak uyulması esas alınmalı, Türkiye kendi yargı sistemini mevzuatta ve uygulamada Avrupa Birliği standartlarıyla tam olarak uyumlulaştırmalı, Türkiye’yi de içine alan Avrupa bütünleşme projesinin komşu coğrafyamızdaki başlıca etkileri,  aynen Avrupa kıtasında olduğu gibi barış, güvenlik, istikrar, ekonomik gelişme ve demokratikleşme olmalı, AB üyesi ülkeler ile ilişkilerimiz ikili düzeyde de güçlendirilmelidir.

Yaklaşımımız, süreçte ilerlemeyi, Türk kimliğinin zengin çeşitliliğinden ve tarihi ve kültürel muhtevasından gurur duyarak, barış, gönüllü katılım iradesi ve uzlaşma kültürü temelindeki ortak idealleri paylaşma zemininde sağlama çabasına dayandırılmalı ve ülkemiz Avrupa bütünleşmesinin aktif bir aktörü olabilmelidir. Katılım sürecimizle Avrupa projesi arasındaki bağı, karşılıklı hasmane tutumlar, ya da çatışmacı yaklaşımlar değil,  birlikte düşünme, karşılıklı dayanışma ve ortak çaba anlayışı kurabilmeli, birbirimize karşı değil, birbirimiz için beraberce çözüm üretmeyi hedef alan bir  yaklaşım(dan) benimsenmelidir. Stratejik düşünme bireyin gündelik yaşantısında karşılaştığı sorunlara duyarsız kalma anlamına gelmemelidir.

Müzakerenin tam üyelik hedefimize yönelik olduğu hususuna netlik kazandırmalı bu amaçla TBMM’den bir karar çıkartarak müzakere heyetimizin yetkisinin sadece tam üyelik hedefiyle sınırlı olduğu dünyaya ilan edilmelidir. Böylece, imtiyazlı üyelik formüllerinin önü kesin şekilde kapatılmalıdır. Önceliklerimiz ve ara hedeflerimiz belirlenmeli ve Avrupa’daki ve dünyadaki gelişmelerin sürekli nabzı tutularak gelişmelere göre öncelik ve hedeflerimiz güncelleştirilmelidir. Bu öncelik ve ara hedeflere riayeti sağlayacak etkin bir koordinasyon mekanizması
kurulmalıdır. Süreç, gerginlik yaratan değil, uzlaşma zeminlerini besleyen ve dürüst bir çabayı sergileyen bir nitelik taşımalıdır. Kamuoyunu yanıltmamak temel yaklaşım olmalıdır. Müzakere başlıklarında ilerleme toplumsal zeminde iyi anlaşılabilmeli, sırf göz boyamak için alelacele düzenlemelerden kaçınılmalıdır.

Türkiye Orta Doğu, Kafkasya, Karadeniz, Hazar ve Akdeniz bölgelerinde, enerji güvenliği ve ulaşım gibi mukayeseli avantajlara sahip olduğu politikalarında etkin rol oynama çabalarını sürdürmeli ve bu politikalarından alacağı sonuçların Avrupa Birliği’ne katılma sürecinde önemli siyasi  kozlar oluşturacağının bilincinde olmalıdır.

Avrupa Birliği ve Türkiye
Dışişleri Eski Müsteşarı E. Büyükelçi Özdem SANBERK




..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder