18 Eylül 2020 Cuma

27 MAYIS M.B.K. NİN "AZAMETİ VE İNHİTATI" ULULUGU ve ÖLÜLÜMÜ.

27 MAYIS  M.B.K. NİN "AZAMETİ VE İNHİTATI"  ULULUGU ve ÖLÜLÜMÜ.



Dr. Hikmet Kıvılcımlı, 

27 05 2007 

27 Mayıs yaşıyor. 

Millî Birlik Komitesi öldü. 

MBK’nin başlıca AZAMETİ: ULULUĞU; 

27 Mayıs’ın yaşamasındadır. 

   Ancak, MBK’nin bir de “İNHİTAT”: ÖLÜLÜĞU“ vardır: MBK yaşamamaktadır. 

Bu yaşamayış, ”Her şey gelir, geçer“ felsefesinin normal uygulanışı sayılamaz. Üzerinde gereği gibi durulacak şeydir. Onun için biz, MBK’nin ululuğundan (azametinden) çok, ölülüğü (inhitatı) üzerinde durmalıyız.

Bununla birlikte MBK’ni iki yanıyla, ululuğu ve ölülüğü ile ele almadıkça, anlayışa varamayız. Son günlerde, özellikle sol cepheyi bulandıran, her türlü ayıklığı önliyen bütün o sosyal ve politik düşünce ve davranış yönsüzlükleri, sözde tartışma bocalayışları hep o en yakın pratiğimiz 27 Mayıs ve MBK olaylarını kavramakta gösterdiğimiz küçük burjuva kendini beğenmiş vurdum duymazlıklarımızdan ileri geliyor.

Bu sütunlarda, MBK’nin ululuğıı ve ölülüğü üzerine, hem birbirinden ayrı, hem birbirini bütünleyici sıra sıra yazılardan ilkine başlıyoruz.

BİRİNCİ BÖLÜM 

MİLLİ BİRLİK KOMİTESİNİN ULULUĞU

Millî Birlik Komitesi’nin ululuğu herkesin gözü önündedir. Aşın söze hacet yok, gibi gelir. Gene de, bu ululuğun üç karakteristliğine değmeden geçemeyiz.

I – MBK’nin BİRLİK deyimi DAĞINIKLIK anlamına gelir: 27 Mayıs’ı yapanlar hemen hiçbir sosyal prensipte anlaşmış değillerdir. Bu yüzden içlerine giren müthiş dağınıklıklar, hareketi 27 Mayıs olmaktan çıkaramamıştır. 27 Mayıs’ın ululuğunu ispatlıyan birinci belge budur.

II – MENDERES neden ASILDI? Bu konuda şimdiye dek yapılmadık açıklama bırakılmadı. Kimi yanlışlıklar, kimi kişi kinleri, kimi haklı, kimi haksız yığınla nedenleri öne sürüldü. Hep bir şey unutuldu: Menderes son deminde (ister pazarlık için, ister içten inanışla) antiemperyalist tutuma kaymıştı. Ona rağmen Menderes’in ölümünde emperyalizmin büyük kumarı tutmadı. 27 Mayıs’ın Ululuğunu ispatlıyan ikinci diyalektik belge budur.

III – 27 MAYIS HALKIN ESERİDİR: Türk Silâhlı Kuvvetleri finans-kapitalin DP iktidarını devirdikleri gece, halk evinden dışarı uğratılmadı. Ama, bütün Yassıada’ya gönderilenleri, hep o ”sokağa çıkma yasağına“ uğratılmış halkı birer birer tevkif ettirdi. 27 Mayıs’ın ululuğunu ispatlıyan üçüncü diyalektik belge budur.

Bu üç diyalektik ululuk belgesine gelecek sayıdan itibaren kısaca dokunacağız.

1- MBK’nin BİRLİK deyimi DAĞINIKLIK demekti:

Türkiye’de ”BİRLİK BERABERLİK“ sözü, oldu olası her ağızın pelesengidir. 27 Mayıs bile ”MİLLÎ BİRLİK“ adıyla, yarı Türkiye nüfusunu peşine takmış DEMOKRAT PARTİ iktidarını devirdi. Devirmeseydi; ihtilâlciler ”millî birliğimize karşı en büyük suikasti yapmış“ kişiler olarak çarmıha gerileceklerdi. Devirdiler: ”millî birliğimizin en büyük sembolü“ oldular. Demokrat Parti’ye oy vermiş olan yarı nüfusumuzdan çıt çıkmadı. Sahiden bir MİLLET BİRLİĞİ havası bile doğdu.

a) 14’lerin temizlenmesi (Sosyalizme vuruş)

Millî Birlik Komitesi, kendi içinde birlik miydi? Daha 27 Mayıs başarı kazanır kazanmaz, en başta 38 kişilik MBK içinden 38 parça gibi göründü. Altı ay geçmedi. Milli Birlikçiler ikiye bölündüler. M.B.K.‘de yarıya yakın (kimine göre sekizde yedi) ”muhalif“ üyelerden 14 birlikçi baskınla ayrılıp sınır dışına atıldı.

Atılan 14’ler birlik miydiler? Hayır. Sonradan anlaşıldığına göre, 4’ü Türkeş çevresinde faşizan (kafatasçılığa eğgin), 10’u Kabibay’la Erkanlı arasında ikircikli, halkçı göründüler. Ama, rahmetlik Cemal Gürsel Paşa, o zaman M.B.K. Başkanı, Devlet Başkanı, Silahlı Kuvvetler Başkanı sıfatiyle verdiği demeçte, bunların atılma sebebi açısından şöyle dedi: ”İnsanı gayrısamimi beyanda bulunmak zorunda bırakıyorlardı!“. Rahmetli Gürsel Paşa, basına şöyle bir bildiri vermişti: ”Türkiye’de Komünistlerin başarı kazanabileceklerini sanmıyorum. Ama, Türkiye için bir sosyalist partinin lüzumlu olduğuna inanıyorum.“

MBK başkanının bu ”beyanları“ mı ”gayrı-samimi“ idi? Anlaşılmadı. Yalnız, çok geçmeden, Türkiye’de sosyalistim diyeni haysiyet divanına verdiği halde, bir gün sosyalistliği kimseye bırakrmıyacak olan bir İşçi Partisi kuruldu. Ve rahmetlik Gürsel Paşa, Amerika’da komaya götürülmeden bir hafta önce, bir kuğu çığlığı gibi, ansızın: ”Türkiye’de bir komünist partisinin kurulmasına lüzum vardır“ haykırışını yaptı. Ve uçakla Amerika’ya apar topar götürüldüğü günün akşamı, kendi cumhurbaşkanları Kennedy’yi kim vurduya getiren Amerika uzmanlarının hazakati sayesinde; bir daha kalkamıyacağı komaya daldı. Öldü gitti.

Ötede 14’ler, 2 yıl, 5’er bin lira maaşlı elçi danışmanlığı ile yurt dışında tecrübeye tâbi tutuldular. Sansasyonel yasak buluşmalar yaptılar. İçeriden, dışarıdan birleşme denemelerine kalkıştırıldılar. Öngörüp birleşemediler. Yurda dönüşlerinde hepsinin ayakları suya erdi. Sosyal ve siyasi yönsüz hiç bir iş yapılamıyacağını anladılar. Faşizmsi düşünenler CKMP’ye halkçımsı düşünenler CHP’ye, sosyalistimsi düşünenler TİP’e girdiler.

b) Madanoğlu’nun temizlenmesi (Finans-kapital’e vuruş)

14’lerden geri kalan MBK üyeleri ”BİRLİK“ miydiler? Doğrusu, yalnız 14’ler değil, hepsi: MBK üyelerine kimsenin dokunamıyacağı andıyla, kendilerini ”millete adamış“ idiler. 14’lerin atılmasiyle, herkes sözünden dönmüş, yahut birlik olmaktan çıkmıştı. Bu çözülüşten en çok yararlanmak isteyenler, fırsatı kaçırmayacaklar dı. 14’lerin sınır dışı edildikleri gün, Madanoğlu grubu, öteki MBK üyelerini ortadan kaldırma yoluna girdiler. Kimdi bu Madanoğlu’cular? 14’lerin başında yurtdışı edilen Kabibay’ın sonradan harekete sokulan kişiler olmaları, yeterli tanımlama değildir. Millet Meclisi seçimlerinde İstanbul caddelerine, hele Beyoğlu caddesine çıkanlar, banknot yağar gibi Madanoğlu propaganda kağıtları yağmış olduğunu görüp şaştılar, kafıle kafıle otomobillerle Madanoğlu’nun ültimatom çaşnılı ünlendirilişi ile karşılaştılar. 

Madanoğlu’nun ardında finans-kapitalin gölgesi güçlükle saklanabiliyordu.

Madanoğlu’nun temizleyecekleri: Gürsel çerçevesine pek sığmayan albay cuntalanydı. Albay cuntaları devletçiliğimizin büyük çoğunluğu alt-kâdeme silahlı kuvvetlerdi. 

Henüz diriydiler. Kimin adına diktatörlüğe adaylığını koyduğu açıklanmayan Madanoğlu grubunu daha tez davranıp temizlediler.

MENDERES NEDEN ASILDI?

27 Mayıs patladığı gün sarsıntısından herkes yere kapaklandı. Silahlı kuvvetler gibi yüzde yüz iktidarın emrinde, tek meziyeti İTAAT disiplini olan bir örgüt geri tepsin? Buna kimse inanmadı. Silahlı kuvvetlerin şahdamarı içinde ”NATO“ kılığı ile yerleşip başkomutan olmuş bulunan Amerikan sermayesi Menderes’i tüketmişti. Yeni kartlarla oynamak istiyordu. Bunu Menderes de sezmişti. Amerika’ya nispet, Kruşçofu Ankara’ya çağırmıştı ve kendisi de Moskova’ya gidecekti. DP’nin kazandığı 1957 seçimlerinde, Menderes açıkça şöyle bağırmıştı:

”İçte ve dıştaki siyaset bezirganları… İktisadi ve dolayısıyla siyasi istiklâlinden Türk milletini saptırmak istemektedir.“(9 Ağustos 1957, İnebolu).

Menderes’e bir şeyler olmuştu. İktidara geldiği günden beri bir daha ağzına almadığı sözleri, yeniden ve ansızın öne sürüyordu ”Demokrat Parti köylünün ve halkın menfaatlerini koruyan partidir“ diyordu. ”Ağır Sanayi İşçileri Sendikası Başkanı“ oluyordu. İnebolululara: ”Onlar size yaptıklarımızı çok görüyorlar, çünkü onlar, sizin nafakanıza göz dikmişlerdir“ diyordu. ”onlar“ dedikleri kimlerdi?

”Dışta“ dedikleri, içimize kendi elceğizleriyle soktuğu Amerikan kılıklı FİNANS KAPİTAL’di. ”İçte“ dedikleri, yabancı kapitalin, Türkiye’deki bânkalar ve şirketler kanalıyle kullandığı tefeci hacıağalar ile, acente bezirganlardı. DP bunların Türkiye’de örgütledikleri parti, Menderes gene onların bir anda kahraman ettikleri lider idi. Şimdi: ”İçteki ve dıştaki bezirgânlar“ diye damgaladığı velinimetlerine karşı gelen Menderes Demokrat Partiyi nereye götürüyordu? Demokrat Parti programını, içlerinde Ahmet Emin Yalman’ın da bulunduğu, Amerikalı uzmanın akıl hocalığı ettiği Menderes Bayar grubu yapmamış mıydı? Şimdi bu ”küfrân’ı niymet“ kimeydi?

Menderes sanayi kurmak, Türkiye fabrikalarından çıkacak mallarla silâhlı kuvvetlerimizi donatmak istiyordu. Bu işin parasını da, utanmadan Amerika’ya ödetmiye kalkışıyordu: 300 milyon dolar diye tutturmuştu. Amerika, kendi lâstik tekerlekleri için gerekli asfalt yolların yapımına para, malzeme ve hele bolbol ”uzman“ yollamıştı. Amerika, kendisinin kullanmadığı silâh ve makineleri Türkiye’ye satıp hibe etmişti. Bunları bozulunca onaracak tamirhaneleri Türkiye’de yaptırmak üzere seımaye ortaklıklarına elverişli ”Sınaî Kalkınma Bankası“nı dahi kurdurmuştu. Türkiye’nin dışarıdan aldığı her mal için Türk parası yerine Amerikan doları ödemesini de sağlamıştı. Gelmiş, Türkiye’yi sevâbına savunmak,için, dört bucağımıza silâhlı üsleri de yerleştirmişti devletin sivil-asker bütün subaşlarını ”UZMAN“larıyle kesmişti. Daha ne isteniyordu?

Bütün bu ”Amerikan yardımlarını“ Menderes’in sonradan ”açık bir istismar“ sayması nankörlüktü. Hele ”istiklâlimizi tazyiklere maruz bırakmak istikametinde içli, dışlı çalışmaları, Türk milleti mutlaka mağlup edecektir“ tehdidini savurması cinayetti. Bu cinayeti işliyenin cezası verilmeliydi. Bu ceza usulünü Amerika çok denemişti. Geri ülkelerde silahlı kuvvetler, sivil hükümetleri kabak çekirdeği gibi çıtırçıtır yiyordu. Çünkü dar gelirli silâhlı kuvvetler hergün artan pahalılık yüzünden yoksul halktan daha az hoşnuzsuz değildi. Bu hoşnutsuzluğun patlaması için, ordu tetiğine en ufak bir parmağın dokunması yeterdi. Böyle parmakları Amerika’dan ithal etmiye hiç lüzum yoktu. Silâhlı kuvvetler otomatik işlerdi.

Finans-kapital daha da ileri gitti. 27 Mayıs’tan önce bir Amerikan ajanı, yapılacak ihtilâli Menderes’e haber verdi. Bir taşla iki kuş vurulacaktı. “Mart ayında imzalanıp Mayıs başında Büyük Millet Meclisince kabul edilen anlaşmıya göre: ”Türkiye’ye doğrudan doğruya veya bilvasıta bir tecavüz vukuunda kuvvetlerini kullanmak dahil olmak üzere gerekli her türlü harekâta geçmeyi“ teahhüt etmişti.” (Milliyet, 28 Şubat 1960, s. 5)… Merıderes, dilerse Amerika’nın “her türlü harekât“ının kucağına düşüp teslim olurdu, dilerse, boynunu Yassıada’ya teslim ederdi. Emperyalizm için, pek fark etmezdi.

”Tecavüz“ olup olmadığını kim tayin edecekti? Amerika. Kore’de o tayin etmişti, Vietnam’da tayin ediyor: Yarım milyon Amerikan askerine napalm bombaları, zehirli gazlar ile bir milleti boğduran emperyalizm, ”tecavüz“ü önlediğini öne sürebiliyor. Ortada emperyalizmin kendisinden başka bir ”tecavüzcü“ görünmediği zaman ise; casus kışkırtmalarıyle bir ”VASITA“ icat etmekte emperyalizmden usta provokatör mü bulunurdu?..

Böyle iddialar belgelere mi dayandırılmalıdır? Bizim ülke bir yandan: ”Karda gezip, izini belli etmiyenler“ toprağıdır; öte yandan belgeleri sokağa döküp işporta malı ederek ”belge“likten çıkarır. Hoşnutsuzlukla kaynıyan üniversitenin en saygı değer kürsüsüne oturmuş Amerikan istihbarat bilgininin itsel açık artırmayla adam satın alması önünde pek içerliyen ateşli bir ”aşırı“ genç şöyle bağırmıştı: ”Ama, Amerika’nın satın alamayacağı insanlar da vardır Türkiyede!“ Bilgin istilibaratçı, yüzlerce tanık önünde, sigarasının külünü silkerce rahat bir gülümseyişle şu karşılığı verdi: ”– Siz kendinizi vitrine koymıya bakın. U.S. Amerika hükümeti her zaman sizi satın alacak zenginliktedir!“

Böyle ”açık rejim“ çalışması yapan bir gizli güç Tunçkanat’ların aslını ele geçirdikleri belgeleri bile Türkiye hükûmetinin başkanı ile yalanlamanın kolayını elbet bulacaktır. Böylesine bütün suların başını kesmiş bir gücün kışkırtacağı olaylar ortasında, en samimi aktör bile rejisöriin kendisi olduğuna inanabilir. Nelerini gördük, görüyoruz, göreceğiz. İşte, DP çağının en kültür ”zehir hafiye“lerinden Bay Mithat Perin’in bile ”hâlâ bir cevap“ aradığı harcıâlem belge olaylardan tâze bitmiş birtanesi (27 Mayıs’ı anlatıyor.)

“Bir başka ihtar daha olmuştu o gece. Türk emniyeti ile zaman zaman işbirliği yapan bir Amerikalı albay vardı o zaman. Aygün’ün onunla randevusu vardı. Bu teması yapmak için Yeşilköy’e gidecek, fakat Amerikalı albayı bulamıyacak ve maalesef konuşamıyacaktı. Oysa Amerikalılar bu gibi hallerde özür dilemek için telefon ederlerdi.

“Aygün’ün Yeşilköy’e gidişi saat 21’e rastlıyordu. İhtilâlden sonra ise, Aygün’ün bu gezisi gazetelerde: ”Kemal Aygün kaçmak üzere iken Yeşilköy yolunda yakalandı.“ şeklinde yorumlanmıştı.

”Amerikalı albay, neden acaba bu randevuya sadık kalmamıştı? Kemal Aygün de bu soruya hâlâ bir cevap bulamamaktadır.“ Mithat Perin: Haber 31/1/1967)

Neden mi? Neden ha?.. Demek bunu ”hâlâ“ bilmiyoıuz. 27 Mayıs gecesi, İstanbul’u (Türkiye’nin yarısını) güden DP büyüğü Aygün, ”mesâi saati“ dışında, bir Amerikan casusu ile, başka hiç bir yer bulamıyor, hava alanına bitişik Yeşilköy’de, nedenini bilmediği bir ”randevu“ ya gidiyor, gidebiliyor. Ve çapkın Amerikan albayı o siyasi ”randevu evine“ uğramayıveriyor! İşte biz böyleyiz Türkiye’de…

Ona rağmen neler oldu? 27 Mayıs oldu. Anayasa’ya ”sosyal devlet“ formülü geçti. ”Bu sendikacı bir ajandır“ diye yeni yeni teşhir edilen kişinin ”kurucu“ olduğu ”sosyalist“ işçi partileri kuruldu. Bu partinin genel başkanlığına ”getirilen“ Aybar Bey, o partiye girme hevesine kalkacak ”eski“lerin ”hevesleri kursaklarında kalacaktır“ buyurdu. Boran Hanım, sosyalizmin ”Beyazıt ve Kızılay meydanlarından“ geçemeyeceğine ferman verdi. Altan Bey ”Uç bahtsız halka oynanan oyunlar“ fıkrasını yazdı.

Gene de köprünün altından epey sular geçti. Sayın İsmet İnönü bile ”solcuyum!“ diye bağırmak zorunda kaldı. Bütün bunlar bir şeyi ispatladı. Evdeki pazar çarşıya uymuyordu.

27 Mayıs: Kore’de, Kongo’da, Lâtin Amerika’da, Vietnam’da her gün oynanan kanlı emperyalist oyununun Türkiye’de kolayca uygulanamadığını gösterdi.

27 Mayıs’ın birinci kuvveti bu oldu. Bu kuvvet nereden ve nasıl geliyordu?

27 Mayıs’ta Halkın Rolü

Finans-kapital ülkenin temel ekonomisini ve devlet üstyapısını elinde tutuyor. Finans-kapital dünya ölçüsünde enternasyonalcı kesilmiş emperyalizmin şartsız kayıtsız egemenliğini Türkiye’ye sokup kendisine destek yapıyor. Böyle bir sosyal ve politik güce karşı 27 Mayıs’ın kuvveti ne idi? 27 Mayıs’çıların kendilerine ortak bulunan kanı: Aldıkları sonuç üzerinde herkesten çok kendilerinin şaşa kaldıklarını gösteriyor. Çıkmış anılar 27 Mayıs’ı yapanları, Molyer’in ”Zoraki Tabip“ piyesindeki hekim rolünde gösteriyor. Bu hatıralardan gelişi güzel birine bakalım. Alb. Kocaş gibi Gn. Madanoğlu da, işe nasıl başlandığını şöyle anlatıyor:

“Biz buna (ihtilâle) karar verdiğimiz zaman fazla kalabalık değil 4-5 kişi idik. Kararımızı Gürsel Paşa’ya açalım dedik. Yanına gidip, meseleyi açtığımızda:

”- Tamam!.. dedi, kabul ederim. Tek şartla… Üç ay zarfında seçime gidilecek”…“Planları hazırlıyorduk. Bir gün Gürsel bizi çağırdı:

”- Beni buradan (kara orduları kumandanlığından) alıyorlar, dedi: Fakat gitmek istemiyorum. Ne yapacaksak, hemen yapalım. Sonra fırsat kalmıyacak.“ 

   (C. Madanoğlu: İfsa ediyor. Adalet 25 Aralık 1961.)

27 Mayısın başı bu… 27 Mayıs gecesi bir mahşer:

”Harp okuluna girdiğim zaman ne göreyim? Her taraf aydınlık, sanki bir bayram var. Derhal ışıkların bir kısmını söndürttüm. Milli Birlik Komitesi’ne: “Esasen önüne gelen giriyordu. İstiyen içeride kalıyor, istiyen çıkıyordu. O ara başkaları da kapı aralığından sızsa, onlar da girip bizimle çalışabileceklerdi. Asıl alınması gerekenler değil, rastgele bir komite üyeleri listesi yapılmış. Bu komitenin fazla bir iş görmiyeceğini düşünerek… Peki, teşkil etsinler de, kimden ederlerse etsinler, şeklinde düşündü.” (Keza, s. 4)

Böylesine başsız, dağınık, yönsüz bir davranış nasıl oldu da 27 Mayıs ihtilâli olarak şehrâyinleşti? Yapanlar da ona hâlâ şaşıyorlar. Yalnız, gözlerine çarpıp da ağızlarından kaçmış tek tük olaylar, işin içyüzünü farkına varmaksızın açıklıyordu. 27 Mayıs’ı, silâhlı çocukların bir kolcu-kaçakçı oyunu gibi anlatan Madanoğlu gördüklerinden şöylesini de saklıyamıyor:

“Harp Okulu talebeleri şehre yayıldıktan sonra, Harp Okulu’na yüzlerce kişinin getirildiğini haber aldım. Bizim kararımız, kabine üyeleri ile mâhut Takrir’e imza koymuş olan 4 mepus dışında başka kimseyi tevkif etmemekti. Fakat HALK büyüğü, küçüğü, hatta kedisi, köpeği ile, bu hareketi o kadar candan bekliyormuş ki, penceresini açan, eline telefon rehberini almış:

         ”- Şu evde falanca var… Onu da götürün…

         “- Bu adam da onlardandır, milyonlar yutmuştur…

         “Şeklinde, hemen bütün mebusları ve yakınlarını toplatmışlar. Baktım durum büyüyor. Derhal Harp Okulu’na gittim. Ortalık ana baba günü idi. Siviller dolmuştu.” (Cemal Madanoğlu: keza).

Yâni paşalar, kendilerini işten atanlara karşı 4-5 kişilik bir saray ihtilâli yapmakla yetinmeyi plânlamışlardı. Ok yaydan çıkınca, “kedisi köpeği ile” HALK, bütün “milyonları yutmuşlar“ı, paşalara rağmen nasıl etmiş, etmiş ”TOPLATMIŞ“tı! Ve Mizancı Murat Beyin dediği gibi: ”avânın hükmü istinafsız“ olmuştu.

Bir avuç fınans kapitalistin yerli tefeci-bezirgânları dümen suyuna alarak memleketi soyup soğana çevirmesi, başta dargelirli silâhlı kuvvetler gelmek üzere tümüyle halkı öyle çileden çıkarmıştı ki, 27 Mayıs dinamit fıçısının içine atılmış bir kıvılcım olmuştu. Yığılan hoşnutsuzluk, yalnız silâhlı kuvvetler bendi ile tutulabiliyordu. O bendin, en beklenilmedik yerinde açılan bir çatlak, bütününü sebâ sellerine kaptırıp sürüklemişti.

27 MAYIS’ın asıl gücü, bütün ULULUĞU buradan geliyordu.


http://www.turkiyedireniyor.org/hikmet-kivilcimli-mbk-nin-azameti-ve/


***


17 Eylül 2020 Perşembe

Erdoğan da Topal Ördek.

Erdoğan da Topal Ördek. 


Orhan UĞUROĞLU. 

YENİÇAĞ

06 NİSAN 2019

   AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları için, "topal ördek" dedi. Muhalefet sözcülerinin aklına gelmedi  ama ben söyleyeyim, Erdoğan da " topal ördek " durumundadır.

Erdoğan, İmamoğlu ve Yavaş için neden, " topal ördek " diyor?

İstanbul ve Ankara'da Büyükşehir Belediye Meclislerinde Millet İttifakı'nın üye sayısı Cumhur İttifakı'nın üye sayısından az oldu.

Erdoğan'ın bu durumu, çoğunluğu olmadığı gerekçesi ile "topal ördek" olarak nitelediği anlaşılıyor.

Doğrudur, Haklıdır.

Peki, Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğinde "topal ördek" değil miydi?

2002 yılında Erdoğan, "siyasi yasaklı" iken Genel Başkan olarak AKP'yi seçime "topal ördek" olarak sokmadı mı?

Dönemim Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu bu duruma iddianameleri ile karşı çıkmadı mı?

CHP ve genel başkanı Deniz Baykal anayasa değişikliği ile Erdoğan'ın siyasi yasağının kaldırılmasına destek vermeseydi Erdoğan ne milletvekili ne başbakan  ne cumhurbaşkanı olabilirdi…

Haydi, şimdi de günümüze gelelim.

Erdoğan, 24 Haziran seçiminde Yüzde 52,6 oyla Cumhurbaşkanı seçildi.

Peki, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde çoğunluk olan 300 milletvekili barajını aşabildi mi?

Hayır, aşamadı, AKP sadece 295 milletvekili çıkarabildi.

İşte bu sonuçla cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin başkanı olan Erdoğan'da "topal ördek" oldu…

MHP ve Devlet Bahçeli baston oldu, dayanak oldu ki Erdoğan, topal ördek olarak kalmasın.

Yarın Bahçeli'nin ne yapacağı belli olmaz, bakarsınız Cumhur İttifakı'nı bozuverir ki yeniden "topal ördek"durumuna düşebilir Erdoğan.

Değerli okurlarım, Cumhur İttifakı da, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de 31 Mart yerel seçim sonuçlarının uygulanmamaya çalışılması ile siyaseten çökmüştür.

İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'a YSK, ilçe ve il seçim kurullarının uyguladıkları kararlar rezaletin son boyutudur.

YSK üyelerine soruyorum:

Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'a da bir gerekçe uydurarak mazbatalarını vermeyecek misiniz?

Niyetiniz bu ise açıklayın.

Türkiye'de demokrasiye sahip çıkmak asli ve anayasal görevinizdir. Bu görevi layıkıyla yapmak zorundasınız.

ADANA KOZAN'DA DA REZALET VAR…

Değerli okurlarım,

13 Mart 2019'da Cumhur İttifakı'nın Adana Kozan Belediye Başkan adayı Nihat Atlı, "Rabbimin izniyle analarını belleyeceğiz" dediğini yazdım.

Atlı'nın seçim konuşmasının o bölümünü hatırlatayım.

"Bu düşmanları da bu memlekette yok edene kadar, kanımın son damlasına kadar mücadele verip, Rabbimin izniyle de bunları içte ve dışta da hepsinin anasını  belleyeceğiz arkadaşlar..."

Milletin anasını belleyecek bu adam seçimden birinci çıktı ama Saadet Partisi seçimden önce, İYİ Parti ise seçimden sonra ilçe seçim kuruluna Nihat Atlı'nın

"seçilme hakkından yasaklı" olduğu gerekçesi ile itiraz ettiler.

İlçe seçim kurulu 3'e karşı 4 oyla itirazları reddetti.

Hukuki Süreci de hatırlatayım. Adana 2. Ağır Ceza başvurusu reddedilmiş, Adana 3. Ağır Ceza Mahkemesine Atlı itiraz etmiş, orası da başvuruyu reddetmiş.

Yargıtay'a başvurmuş ve karar bozulmuş. Yargıtay'ın yıldırım hızıyla kararı(!) üzerine bu mahkeme "memnu hakların iadesine" 4 Nisan  2019 tarihinde kararvermiş.


Ama iş işten geçmişti, çünkü YSK'nın resmi seçim takvimine göre Atlı'nın bu kararı 2 Mart 2019 saat 17.00'ye kadar bu kararın ilçe seçim kuruluna vermesi  gerekiyordu.

Seçim kanunu, YSK kararları Kozan ilçe seçim kurulu tarafından açıkça çiğnendi.

Adana il seçim kuruluna her iki partinin de itiraz edeceği açıklandı.

Değerli okurlarım, Adana İl Seçim Kurulu 26 dakika geç başvurdu diye İYİ Parti Büyükşehir Belediye Başkan adayı Burhanettin Kocamaz'ın başvurusunu reddetti.

Bu kurul bakalım 32 gün geç verilen, "memnu hakların iadesi" belgesi konusunda Nihat Atlı hakkında yapılan itirazları nasıl değerlendirecek?

Hukukçular, "YSK'ya da itiraz edeceğiz, Nihat Atlı'ya mazbata verilemez. 

Kozan'da seçimin yenilenmesi şarttır" diyorlar.

***


16 Eylül 2020 Çarşamba

BİZ TÜRKLER, ORDU-MİLLET OLMAYA DEVAM EDECEĞİZ

 BİZ TÜRKLER, ORDU-MİLLET OLMAYA DEVAM EDECEĞİZ














30 Agustos 2020

Tahir Tamer Kumkale


    Türk vatanının ve Türklük camiasının şan ve şerefini, iç ve dış her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an yapmaya hazır ve hazırlanmış olduğuna benim ve büyük milletimizin tam bir inan ve itimadımız vardır – Gazi Mustafa Kemâl Atatürk- (1938)

Bugün 30 Ağustos 2020. Türk milleti tüm engellemelere rağmen gururla 30 Ağustos Zafer Bayramının 98’inci yılını kutluyor.

    30 Ağustos Zaferinin benim yaşantımda önemli bir yeri olduğu için hafızamı 37 yıl öncesine götürmek istiyorum. Evet, ülkemizi kan gölüne çeviren anarşi ve terörün devleti zafiyete uğratıp, sokakları teslim almasını müteakip 12 Eylül 1980’de Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyduğu,günlere dönüyorum.

Yönetime el konulmasını takiben TBMM kapatılmış, siyasi partilerin kapısına kilit asılıp mal varlıklarına el konulmuş, siyasi parti başkan ve yöneticileri tutuklanmış ve sorgulanmış, yeni Anayasa hazırlanarak kabul ettirilmişti. İşte ordunun tüm unsurları ile yönetime hakim olduğu bu dönemde benim için uygulanması çok zor bir görev aldım.

1983 yılı Nisan ayının sonlarıydı. Silahlı Kuvvetler Komuta kademesi, Kasım ayında seçim yaparak yönetimi sivillere devretmeye hazırlanıyordu. KKK. ve Milli Güvenlik Konseyi üyesi Orgeneral Nurettin Ersin’den bizzat aldığım emir mealen şöyle idi. “ Silahlı Kuvvetler üç yıla yakın bir süredir yönetimde. Halkımızın çoğunluğunun sağlanan huzur ve güven ortamından memnun olduğunu biliyoruz. Fakat yurt içinde ve dışarıda bizim yönetimden memnun olmayanların da olduğunu ve bize iyi gözle bakmadıklarını da biliyoruz. Şimdi sana görev veriyorum ve 30 Ağustosa kadar müsaade ediyorum. Silahlı Kuvvetlerimizi tanıtan bir film yapacaksın. 

Ama öyle yapacaksın ki Türk insanı Ordu- Millet olmanın gururunu duyarken, düşmanlarımız bizden korkacak ve çekinecek. Bunun için KKK. Foto-Film Merkezi ve TRT tüm imkanları ile sana yardımcı olacak. Birliklere sana her konuda yardımcı olmaları için gerekli emri yaz getir. Zafer Haftasında bu filmin yayınlanmasını istiyoruz.”

Yüz ifadelerimden bu görevden memnun olmadığımı anlayan Ersin Paşa, itiraz etmeme fırsat vermeden; “Ben anlamam der gibi bakıyorsun. Anlarsın. 

Ben sana güveniyorum oğlum”diyerek sırtımı sıvazladı. Ben Harp Sanatını bilen ve öğreten bir Kurmay Subaydım. 

Görsel sanatlarla ilgili o güne kadar hiçbir deneyimim olmamıştı. Ve bana darbe dönemindeki Türk Silahlı Kuvvetlerini halka tanıtıp sevdirmek için film yapma görevi veriliyordu. Gerçekten sorumluluk isteyen bir görevdi. Uykusuz ve gece gündüz demeden yapılan bir hazırlık döneminde, o zaman Zırhlı Birlikler Okulunda yedek subay öğrencisi olan TRT’deki çalışmalarımız dan tanıdığım Spiker Mehmet Akarca’yı yanıma asistan olarak alarak çalışmaya başladım.

     On iki bin yıllık bir Ordu-Milleti ve bu milletin ordusunu lâyıkı ile tanıtabilme sorumluluğunu ancak bu yükü yüklenenler bilebilir. Senaryo yazımı, çekimlerin planlaması ve tamamlanması, filmin kurgulanması ile geçen üç ayı aşkın uykusuz geceler sonunda VATAN BORCU bitti. Çektiğim 250 saate yaklaşan ham film sanırım hala TRT arşivlerindedir.

26-27 Ağustos 1983 gecesi TRT Televizyonundan Kurmay Bnb. T.Tamer Kumkale imzası ile 55’er dakikalık iki bölüm halinde yayınlandı. Bütün yorgunluğum u filmleri izleyenlerden aldığım övücü sözlerle çabuk unuttum. 27 Ağustos gecesi sırtımdan kalkan tonlarca ağırlığındaki yükten sonra kendimi kuş gibi hissediyordum.

Bunları siz okuyucularımla paylaşmamı mazur göreceğinizi biliyorum. Çünkü ben, 36 yıl üniforma taşıyan bir kişi olmama rağmen Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerçek gücünü işte ancak bu film çalışmalarım sırasında gördüm. Evet bu film ile ben bu kutsal ocağı tüm unsurları ile yeniden tanıma fırsatı bulmuştum.

Binlerce yıldan bu yana nesilden nesile aktarılarak gelen geleneklerin ordu saflarında bir daha söküp atılamayacak şekilde nasıl kökleştiğini görerek gururla ürperdim. 

   Cumhuriyetimizin gerçek sahibi Türk halkının kendi bağrından çıkan Silahlı Kuvvetlerine ve dolayısıyla devletine sahip çıkacağına bütün kalbimle inanıyordum..

Dünyanın en belâlı ve şaibeli bölgesi olan ORTADOĞU-KAFKASLAR-BALKANLAR üçgeninin tam ortasında yer alan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hangi pakta ait olursa olsun, hangi devletler ile ittifak yaparsa yapsın bölgesinde kendi gücüne dayanarak ayakta kalmak mecburiyetindedir. Kendi gücümüz derken kastedilen ordularımızın gücüdür. Eğer güçlü ordularınız yoksa, zaten devlet olma vasfınız da kalmamış demektir.

Türkiye’nin bölgede devam eden savaşların dışında kalması ve etkilenmemesi beklenemez. Günümüz savaşlarını ise sadece ordular değil, topyekun milletler bağrından çıkardığı orduları ile birlikte yaparlar. Günümüzün Türk ordusu ise şehit kanları ile vatanlaşan topraklarını her türlü iç ve dış tehdide karşı koruyacak güçtedir.

     Zafer Bayramının 98’inci yıl dönümünde bu muhteşem zaferi Türklüğe armağan eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere tüm şehit ve gazilerimizin aziz hatırası önünde tazimle eğiliyorum. 

Mekanları Cennet olur İnşallah..


https://kumkale.wordpress.com/2020/08/30/biz-turkler-ordu-millet-olmaya-devam-edecegiz/

***

MUHARREM İNCE VAK’ASI SON NOKTA

 MUHARREM İNCE VAK’ASI SON NOKTA.,





08 Agustos 2020

Tahir Tamer Kumkale


     Felaket başa gelmeden evvel , onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur. Atatürk (Nutuk -1927)

     Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yayınladığı listeye göre 6 Ağustos 2020 tarihinde Türkiye’de toplam 92 Siyasi Parti vardır. Ve 2 Ocak-20 Temmuz 2020 

tarihleri arasında toplam 12 yeni parti kurulmuştur.

56 yaşındaki İnce’ nin ömrünün yarısı yani 28 yılı CHP içinde siyaset yaparak geçmiştir. CHP, partisinin Cumhurbaşkanı adayı olarak Sayın İNCE’’yi göstererek kendisini en üst düzeyde taçlandırmıştır.

Ülkemizin CHP’ne en fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemde yeni bir parti kuracağını açıklayan Sayın İnce, bu davranışı ile geçen 28 yıllık siyasi geçmişinde hiç bir siyasi tecrübe kazanamadığını vurgulamıştır. Sayın İnce; çok kısa bir İnternet araştırması ile ana gövdeden kopan partilerin Türk siyasi yaşamında başarılı olamadıkları gerçeğini görecektir. Yeni partiler ağaçtan kopan bir dal veya yaprak misali çok kısa yaşamlı olmuşlardır.

Yönetime soyunan kişilerin kendi imkan ve kabiliyetlerini iyi bilmesi gerekmektedir. Aslında Sayın İnce yetenekli, çalışkan ve başarılı bir kişidir. Ama siyasi lider kişiliğine sahip değildir. Eğer öyle olsa idi bugün CHP’nin başında Kılıçdaroğlu yerine kendisinin olması gerekirdi..

Eğer bugün Sayın İnce kendisini siyasi parti kurup halk kitlelerini iktidara taşıyacak kadar güçlü görüyorsa kendisine siyasi bir kör olduğunu hatırlatmak isterim. 

Eğer bugün kamuoyunda İnce ismi bir yer edinmiş ise bunu üstün karakteri, liderlik kabiliyeti veya sahip olduğu maddi zenginliklerine değil, yıllardır ciddiyetle taşıdığı CHP kurumsal kimliğini temsil etmesine borçludur. Bu kimlik olmadan kuracağı parti listeye 93 üncü parti olarak girer ve orada kalır.

Her ne sebeple olursa olsun Sayın İnce’nin günümüz şartlarında CHP’yi zayıflatacak yeni bir parti kuruluşu için faaliyete geçmesi siyasi bir intihardır. Çünkü 30 kişinin adını alt alta yazarak verilen bir dilekçe ile sadece parti kurulur, ama bu parti liste partisi olur.

Aklım ve mantığım almıyor 28 yıl bir parti içinde en üst düzeylere çıkacak kadar görev yap, bu partinin 100 yıllık ilkelerini ve deneyimlerini içine sindir ve bunun mücadelesini yap, ve sonra ben küstüm kendi partimi kuruyorum diyerek ortaya çık. CHP’nin ilke ve kuralları dışında hangi programı uygulayacaksın. Eğer aklında yepyeni fikirler var idi İse bunu neden CHP’de dile getirmedin. CHP’nin dışında ne gibi bir programla halkın karşısına çıkacak ve halkın desteğini alacaksın. 

Kurulu 92 partinin plan ve programları dışında halka neler sunacaksın.?

Özetle Sayın İncenin egosu ve hırsı sağduyunun yerine geçmiş, çok yanlış ve zamansız bir iş yapmıştır. Kendisini bitirmiştir. Kendi biterken de şu anda halkın ümidi durumundaki CHP’ye büyük zarar vermiştir. Çünkü bugün CHP’nin bir çakıl taşı dahi kaybetmeye tahammülü yoktur. CHP’nin günümüzdeki vazgeçilemez misyonu 

81 Milyonu Atatürkçü Düşünce ortak paydası altında bütünleştirmektir.

Sonuç;

Sayın İnce’den kamuoyu şu mesajı bekliyor. Ben CHP’liyim hiç bir yere gitmiyorum. Bugüne kadar yapılan spekülasyonlar benim dışımda cereyan etmiştir. 

Ben tüm gücümle CHP’nin iktidar yürüyüşünde partimin emrinde hareket edeceğim.”

Sayın İnce’nin harekete geçmeden bir kere daha derin derin düşünmesini diliyorum. Kendisini sağduyuya davet ediyorum. Basit kırgınlıklar için kendi adını ve CHP misyonunu tehlikeye atmasının gereği yoktur.

Böyle olmasını temenni ediyorum.


https://kumkale.wordpress.com/2020/08/16/muharrem-ince-vakasi-son-nokta/


AFRİKA YOL HARİTASI ., Bir Kıtanın Stratejik Analizi

 AFRİKA YOL HARİTASI 



Bir Kıtanın Stratejik Analizi 

Doç. Dr. Sait YILMAZ 

Eylül 2014


Giriş 

Afrika ile ilgili düşüncelerimiz genellikle kulaktan dolma, kıtanın içinde bulunduğu açlık, fakirlik ve Batılı güçlerin geçmişte burayı sömürdüğüne ilişkin pek de derinliği olmayan bilgiler ile şekillenmiştir. 

Her ne kadar dünya Atlantik merkezli bir dünyadan Pasifik merkezli bir dünyaya doğru hızla ilerlese de Afrika kıtası, 2000’li yıllarda yeni bulunan petrol yatakları ve yükselen güç Çin’in kıtaya nüfuz etmesiyle birlikte yeni bir bölüşüm savaşının sahnesi olmakta ve bu savaşın uzun bir süre daha devam etmesi beklenmektedir. 

Batılı Medya, Afrika’yı tükenmek bilmez savaşlar ve aç-mutsuz insanlarla dolu bir kıta şeklinde ve sanki kıtanın hayatını idame ettirmesi için Batı’nın “sadakasına” muhtaçmış gibi yansıtmaktadır.Oysa Afrika kıtası zengindir ancak zenginlikleri adeta soyulmaktadır.Bu“soyulma”nın bir boyutunu da zorla borçlandırarak, gayrimeşru yollardan Batılı bankacılık sektörüne akan kârlar oluşturmaktadır. Askeri yöneticilere (genelde özel bankalardaki gizli hesaplarda) saklanarak verilen borçlar bunlara ilave edilmelidir. Bu Liderler, ülkelerini terk ederken arkalarında ödenmesi güç, katlanarak artan oldukça ağır borçlar bırakarak gitmişlerdir. Yapılan bir araştırma, Afrika’da borç alan ulusun aldığı her 1 doların 80 cent’inin bir sene içerisinde yurt dışına kaçtığını ve hiçbir şekilde ülkede yatırıma dönüşmediğini ortaya koymaktadır.   Öte yandan her sene 20 milyar dolar-lık bir miktar, Afrika’dan hileli bir şekilde ‘borç hizmeti’ne karşılık olarak çekilmektedir. 

    Bir diğer soygun şekli ise madenlerin yağmalanması dır. Kongo Demokratik Cumhuriyeti gibi ülkeler, ülkenin kaynaklarını yağmalayan ve piyasanın çok altında fiyatlarla bunları Batılılara satan silahlı paramiliter gruplar tarafından yıkıma uğratılmaktadır. 

Bu Militer grupların çoğu da, BM raporlarında da belirtildiği gibi, Batı tarafından desteklenen Uganda, Ruanda ve Burundi gibi ülkeler tarafından yönlendirilmekte dir. Diğer bir yöntem, Afrika’dan elde edilen ham maddelere ve bu maddelerin çıkarılması, toplanması ve işlenmesine Batılılar tarafından son derece gülünç ucuzlukta paralar ödenmesidir. Sonuçta, Batılıların yaşam standartları ve şirket kârları Afrikalılar tarafından sübvanse edilmektedir. 

Çin’in dışında ABD, Kanada, Brezilya, Japonya, Güney Kore, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya Afrika kıtasındaki önemli aktörlerdir. 

Afrika ile ilgili yanlış algılamaların başında kıtanın tek bir bütün gibi görülmesi bulunmaktadır. Afrika’nın hemen her bölgesinde farklı amaçlara hizmet eden ve kıta dışı güçlerin arkasında olduğu istikrarsızlıklar, iç savaşlar devam etmekte, yenileri beklenmektedir. 

Afrika’daki istikrarsızlıkların sürekli hale gelmesi ve Batı Dünyası’nın bu kıta da askeri varlığının güçlenerek devam etmesine son 10 yılda El Kaide’nin Afrika’da artan etkinliği yardımcı olmaktadır. 

Kıtadaki bu bir anlamda danışıklı dövüşe Birleşmiş Milletler de ortak edilmiştir. Daha önce çatışmalar olduğunda Mali’deki askeri hükümetin çağrısına kulak asmayan Fransa ve Birleşmiş Milletler 2013 yılında gerçekleşen çatışmalarda birden duyarlı davranmaya başlamışlardır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, Fransa’nın Mali’ye tek taraflı operasyon çağrısına olumlu cevap verirken, BM Güvenlik Konseyi kararının gerekçesi şu şekilde olmuştur;

1 “ Mali Geçici hükümetinin başvurusu üzerine, ülkenin toprak bütünlüğünü korumaya yönelik olarak…”. Peki, gerçekte neler olmaktadır? 

Afrika kıtasının içinde bulunduğu kısır döngüyü anlamak Türkiye için de çok önemlidir. 

Bu çalışmada, geçmişten bugüne Afrika’nın içinde bulunduğu  durumu, kıtadaki büyük güç çekişmelerinin arka planı ve Türkiye’nin son yıllardaki girişimlerini ele alınacaktır. 


***


15 Eylül 2020 Salı

ABD NİN TEMELLERİ SARSILIYOR

ABD NİN TEMELLERİ SARSILIYOR


Prof.Dr. Sait Yılmaz 

 07 Haziran 2020 

 Giriş

 ABD‟de Trump başkan olduktan sonra devlet yönetimi içinde derin bir iç savaş başladı. Bu savaş, yönetim içinde ideolojik kırılmalar ve devletin karşılıklı paylaşımı şeklinde gelişirken, önce COVİD-19 sonra da Floyd olayı ABD‟yi çok önemli bir dönemece getirdi. Son yıllarda halk hareketleri sadece ABD‟de değil, tüm dünya ülkelerinde ortaya çıkmak için fırsat bekliyor. ABD‟deki son olaylar, ABD‟nin temellerini sarsabilecek bir özelliğe sahip. Salgın hastalık ile mücadelede savunmasız halk, son olayların katalizör olduğu bir kırılma ile devletin üstünde ve kuruluş felsefesinde önemli değişikliklere yol açabilir. Bunun küresel sonuçları da olacak çünkü yaşadığımız sorunlar birbiri ile bağlantılı. Zenginliğin ve fırsatların ülkesi olarak Amerikan Rüyası‟nın, ABD‟nin dünyaya liderlik etmek için özel bir ülke olduğu ütopyasına dayanan Amerikan İstisnacılığı‟nın, ABD başkanlarına göre dini referanslarına göre Tanrı Devleti‟nin artık sonu gelmiş olabilir. Eğer ABD, halen medyada pompalandığı gibi son olaylara sadece polisin nasıl reforme edileceği penceresinden bakarsa bu nihayetinde bir halk devrimine yol açabilir. Bu makalede, bir güvenlik ve polis devleti olan ABD‟nin aslında ne kadar kırılgan olduğu yani iç güvenliği hakkında konuşacağız. Önce ABD içindeki derin devletten, aşırı gruplar ve ırkçılıktan bahsedecek sonra konuyu komplo teorilerine ve ülkenin sarsılan temellerine getireceğiz.












ABD Derin Devleti.. ABD‟deki derin devleti açıklamak için kullanılacak doğru terim “derin devlet” ve onun da arkasındaki “daha derin devlet” olmalıdır. Derin devletin ana parçaları atanmış ya da daimi bürokratik tabaka ve 17 istihbarat teşkilatından oluşan İstihbarat Toplumu‟dur. Bunlarla daha derin arasında büyük iş dünyası ve Wall Street vardır1. Daha derin devleti; CFR, Üçlü Komisyon ve Bildelberg‟in ön cephede gözüktüğü “küresel sermaye” temsil eder. Bununla beraber, derin devletin deliği daha da derinlere uzanır. Bu deliğin arkasında daha gizli olan „Skull and Bones‟ ve „Bohemian Grove‟ gibi örgütler vardır. Kamu ve özel kuruluşlar arasında melez bir yapı, derin devlet olarak ülkeyi ve dünyayı yönetmeye çalışır. Wall Street ve Washington D.C.‟deki beyinler derin devletin en önemli düğüm noktalarıdır. Bütün bu kuruluş ya da örgütlerin anahtarı para‟dır. Para ve hırs ilişkileri iki düğüm noktasını birbirine bağlar. Wall Street‟in nakit para desteği derin makineyi yağlar ve ön tarafta aldatıcı bir kukla tiyatrosu oynanır. Eğer siyasiler çizgileri aşar ve statükoyu bozmaya kalkarsa, kiralanmış eller onlara kaybedeceklerini hatırlatmak için hazırda bekliyordur2. David Rockefeller, ölene kadar ABD‟deki „derin devletin arkasındaki derin devlet‟e yön veren ve merkez bankaları ile siyasi kuruluşları yöneterek kendi gündemini uygulayan ve gücünü geliştiren sistemin başı idi. Rockefeller ve Rothschild arasında uzun zamandır süren çekişme 2012 yılında çatışmaya dönüştü. Küresel hedef değişmese de planlar konusunda anlaşmazlık çıktı. Bunlar olurken derin devlet iki kutba ayrıldı ve ABD‟deki derin devletin Rothschild tarafı yeni başkan Trump‟ı öne sürdü. Ruslarla kirli işleri olan Trump‟ı yönlendirme işinde Siyonist küreselciler ve emekli şahin generaller öne çıktı. Hâlbuki Wall Street‟in başkanlık adayı gündemlerini kesintiye uğramadan sürdürecek olan Hillary Clinton idi. Clinton Ailesi‟nin Rothchild ailesi ile eskiye dayanan yakınlığı var. Ancak, herkes Hillary Clinton‟ın kazanacağını düşünürken son anda ortaya saçılan iddialar, seçim sürecinin Trump‟ın lehinde işlemesine neden oldu. Trump iktidarı, Wall Street tarafından değil ama petrol, gaz ve kömür endüstrileri tarafından satın alınmıştı. Bugünkü kutuplaşma, Trump‟ın başkanlığına karşı Obama-Clinton- Bush-Derin Devlet kampı şeklinde. Kimilerine göre bu kutuplaşma; sağ & sol, muhafazakâr & liberal, mavi devlet & kırmızı devlet, Amerikancı & Rus-Çin-İran yanlıları ya da vatansever & küresel elit şeklinde etiketlenmekte. Önceki makalemizde de belirttiğimiz gibi ülke yönetimi gerçekte bir demokrasi değil Plütokrasi yani zenginlerin çıkarlarını korumak için kurgulanmıştır. Ülkenin kaynakları (insan, para, malzeme) dışarıda küresel askeri maceralara, sonu gelmez savaşlara ve içeride polis devletinin dizginlerini sıkı tutmaya ve şirketlerin cebine gider. Amerikan hayali ve güzel bir ülke olduğu medyada sık sık vurgulanır ki açlık, yiyecek sıkıntısı, evsizlik ve yoksulluk içindeki halk durumunu sorgulamasın. ABD‟nin ülke çapında en büyük açlık örgütü Feeding America‟nın ülke genelinde 200 gıda bankası ve 60 bin yemek servis alanı var3. ABD atına binen yani ordusunu ve istihbaratını kullanan küresel elitin amacı tek dünya devletini kurmaktır. Ulus-devletlere düşmandır. ABD‟nin Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Yemen, Filistin, Zimbabwe, Somali, Venezüella, Küba, İran, Kore, Çin vd. ile olan çatışmasının arkasında ne var? Küresel sermayenin yani Beyaz Adam‟ın kibri; üstünlük duygusu ile sömürüye dayanan emperyalizm. Bu üstünlük hissinin sonucu; milyonlarca insanın hava kuvvetleri ile öldürülmesi, küresel izleme, milyonlarca göç, milyonlarca dul ve yetimdir. Yoksulluk ise dünyada milyarlar ile sayılıyor. ABD basını ise konuyu dağıtmak için sürekli Çin düşmanlığına yer veriyor. COVİD-19 nedeni ile Çin suçlanıyor. COVİD-19‟un suçu her ne kadar Çin‟in üzerin atılsa da asıl sorumlusu ABD‟deki birinci derin devlettir. Onların üstünlük merakı yüzünden evlere hapisiz, insanlarımız işsiz. Sadece sokaklardaki Amerikalılar değil, Londra‟da İngiliz halkı da aynı slogan ile bağırıyor; “Adalet Yok, Huzur Yok”. Bu aslında dünyadaki %99‟un sloganı. ABD’de Irkçılık.. Beyazlar, Kuzey Amerika topraklarına el koymak istediğinde milyonlarca yerli katledildi. Bulaşıcı hastalıklara maruz bırakıldı, kendi toprakları dışında rezervasyon bölgelerine mahkûm edilerek soykırıma devam edildi. Bunların arkasında Beyaz Adam‟ın üstün olduğu ve yağma hakkı varsayımı vardı. Sadece toprak değil, emek de bedava olmalıydı. Böylece Afrika‟dan yeni kıtaya köle taşındı. ABD, Avrupa‟nın bu kıtada kurduğu emperyalist ve sömürgeci düzenin yani soykırım ve köleliğin üzerine kuruldu. Köleler küçük düşürüldü, tecavüz edildi, işkenceye uğradı ve katledildi. Bu ABD tarihinin ilk bölümü idi ama ülkeyi kuranlar özgürlük ve insan haklarından bahsediyordu. Bugün ABD‟deki siyahlar büyük ölçüde bu ilk dönemde yaşayan kölelerin bakiyeleri ve hafıza hala canlı. ABD‟de ırkçılığın terör faaliyetine dönüşmesi, 1866 yılında zenci haklarının kabulü ve köleliliğin kaldırılmasına tepki olarak karşı Ku Klux Klan‟ın (KKK) kurulması ile başladı. Geçmişte çok büyük eylemleri olan KKK‟nın bugün yaklaşık 5.000 üyesi var. ABD‟nin kuruluşundan beri var olan Beyaz tarafın kurumsallaşmış barbarlığı bugün de dünyanın çeşitli yerlerinde devam ediyor. Üstelik dünyaya demokrasi, özgürlük, insan haklarından bahsediyor, ülkelerin karnelerini tutuyor, bunu sağlamak adına başka ülkeleri işgal ediyor, halklarını öldürüyorlar. Demokrasi‟den anladıkları ülkenizin egemenliğine sızmak için yollar bulmak, Serbest Piyasa‟dan bekledikleri ülkenizi sömürgeleştirmek için engelleri kaldırmak ve her şeyi özelleştirme ile ele geçirmek. İnsan haklarından hedefledikleri ise size baskı yaparak ülkenizdeki etnik grupları azdırarak “böl ve yönet” için federal sistemi dayatmak. Floyd‟un ölümü UNHCR ve insan hakları örgütlerinin iki yüzlüğünü de ortaya çıkardı; hala tek bir kelime bile söylemediler. Amerikalıların dünyaya hediyesi; bitmeyen savaşlar, işgaller, yaptırımlar, düzenli suikastlar, her şeyimizin gözetlenmesi ve kayıt altına alınması, kredi kartımızı her kullandığımızda ABD kesesine doğrudan para gitmesidir. Ülkenizdeki sözde büyük şirketler, ABD‟deki ejderhaların şubeleridir. 1960‟larda genellikle siyahların askere alınması kara ve deniz kuvvetlerinde isyana yol açmıştı. 1968‟de Martin Luther King‟in öldürülmesi Afrika-Amerikalı birlikleri daha da kızdırmıştı. Bu olayı Vietnam‟daki beyaz askerler Ku Klux Klan bayrakları ile kutladılar4. Temmuz 1969‟da siyah Deniz Piyadeleri Kuzey Carolina‟daki üs‟te ayaklandılar. Üç yıl sonra Kitty Hawk uçak gemisinde 308 siyahî denizci kendilerine iki sandviç verilmesi için ayaklandılar. ABD‟nin ilk ırkçı örgütü KKK‟ya daha sonra Beyaz Irkçı hareketler, sosyalist, anarşist ve azınlık milliyetçi grupların terör faaliyetleri eklendi. 1960 ve 70‟lerde ortaya çıkan Kara Panterler grubu siyah adamın silahlandığında ne kadar tehlikeli olduğunu göstermişti. ABD‟de en çok acı çekenler siyahlar, Latin kökenliler ve diğer göçmen gruplardır. Siyahlar, Amerikan sisteminde her zaman bir tehlike olarak görülmüş, düşmanlık gizlenmeye çalışılmıştır. Son olaylar ABD ordusu için de kötü sinyaller veriyor. Bugün ABD ordusu gönüllülerden kurulu, her ırk ve inançtan asker var ve 1960‟lara göre çok daha disiplinli. Ancak, Floyd‟un öldürülmesi sadece Afrika-Amerikalı askerleri değil diğerlerini ve komutanlarını da şok etmiş durumda. Trump, bu askerleri sivillerin üzerine sürerken bunca yılda sağlanan uyumu nasıl tehlikeye attığının farkında değil. Bu sadece Amerikan askerinin uyum ve moral sorunu değil, eski Genelkurmay Başkanı Michael Mullen‟in dediği gibi dış ülkelerdeki askeri maceralarının da sonunu getirebilir. ABD nüfusunun %13‟ünden az olmalarına rağmen polis silahı ile ölenlerin %30‟unu temsil ediyorlar5. ABD ıslah merkezlerindeki 6.7 milyon kişinin 2.2 milyonu hapiste ve muhtemelen siyahlar daha çok tutuklanıyorlar. ABD‟de hapishane işi büyük bir endüstri, eğer WASP yani Anglo Sakson Beyaz değilseniz, buralara uğrama şansınız yüksek. Sadece siyahları değil, tüm dünyayı kölesi gören, bunun adına da “Amerikan İstisnacılığı” diyen bir zihniyet ile karşı karşıyayız. ABD’de Aşırı Gruplar.. Amerika için en tehlikeli örgüt kökleri 1798‟e kadar geri giden ve pek çok ideolojinin bir araya geldiği Amerikan Yurtsever (Patriot) hareketidir. Örgüt inanışına göre kendileri Beyaz Aryan olarak Tanrı tarafından verilmiş özel bir görevleri vardır. Sağ kanat terör içinde ayrıca neo-Nazi bir motifte bulunmakta, bu diğer sağ örgütleri de desteklemektedir. Neo- Nazilerin CSA ve Güney Kaliforniya Beyaz Aryan Direnişi6 ile bağlantıları tespit edilmiştir. Yönetim karşıtı sağcı gruplar ise ırkçı olmaktan öte mevcut yönetim sistemine karşı örgütlerdir. Bugün Amerika‟da beş tip terör örgütü (Tablo 1) bulunmaktadır7; (1) Etnik bölücü ve göçmen örgütleri, (2) Sol kanat radikal örgütler, (3) Sağ-kanat ırkçı, yönetime karşı, yok olmamak için savaşan örgütler, (4) Dış terör örgütleri, (5) Sorun odaklı örgütler (çevreci aşırılar gibi). Sağ kanat terör örgütleri içinde ırkçılık, yönetim karşıtlığı ve düzene karşıtlık ile öne çıkmaktadır. Buna kürtaj yapan klinikleri bombalayan Hıristiyan gruplar da dâhildir. Irkçı saldırılar iç terörden ziyade dazlakların gangsterlik ya da organize suç örgütü faaliyeti olarak görülmektedir. Bazı ırkçı gruplar ise beyaz-siyah ya da anti-semitik olmaktan ziyade tarihi nedenlerle (topraklarına yapılan silahlı saldırılar, uygulanan kanunlar, vergiler vb.) hükümete düşman olan gruplardır. KKK, ABD‟nin güneyinde, bazı ırkçı gruplar orta-batı‟da (Amerikan Nazileri genellikle Şikago‟da) toplanmışlar, yönetim karşıtları ise ülke çapında yayılmışlardır. Klan hareketi gibi diğer bir ırkçı grup ise Amerikan Nazi Partisi ve çeşitli Aryan (Beyaz Aryan Kardeşliği, Aryan Ulusları gibi) gruplarıdır. Irkçı gruplar bunlarla da sınırlı değildir. Diğer bir sağ-kanat terör örgütü olan Düzen (The Order) ise diğer bir militan ırkçı grup olarak Hıristiyan Kimliği, Odinciler (İskandinav Tanrısı ve Neo-Nazi) gruplarından kişileri bir araya getirmektedir 8.
Tablo 1: Amerika’da Faaliyet Gösteren Terör Örgütleri Kaynak: Brent L.Smith, Kelly R. Damphousse, Two Decades of Terror Characteristics, trends, and porspects for the Future of American Terrorism, in the Future of Terrorism: Violence in the New Millenium, Edt. Harvey W.Kushner, Sage Publications, (London, 1998), p.136. ABD‟de öne çıkan bölücü gruplar; Alaska Bağımsızlık Partisi, Cascadia Bağımsızlık Projesi, Hawai Ulusu, Maine Askerleri, Özgür Devlet Projesi, New Hampshire Cumhuriyeti, Güney Ligi, Christian Exodus, İkinci Vermont Cumhuriyeti ve Teksas Birleşik Cumhuriyeti‟dir. 2007`de federal yönetimden bağımsızlık kararı alan Lakota Kızılderili Hareketi şimdilik sesini duyuramadı. Kuzey Batı Pasifik‟teki Cascadia Cumhuriyeti benzer girişimlerde bulundu9. Alaska, İngiliz Kolombiyası, Oregon, Washington ve Yukon gibi bölgelerdeki bağımsızlık taraftarlarını bira raya getiren Arcadia Birliği ayrılıktan siyasal reformlara kadar geniş bir yelpazede talepleri olanları temsil ediyor. Bu hareketlerin çoğu marjinal olsa da hemen hemen her eyalette sayısız bağımsızlık hareketi mevcuttur. Floyd Olayı Sonrası komplo Teorileri.. George Floyd‟un öldürülmesinden sonra olaylar 12. gününü doldurdu ve bu süre içinde milyonlarca insan sokağa döküldü, en az 11 kişi öldü ve 1 Haziran itibarı ile 4.440 kişi tutuklandı10. Washington D.C. dâhil 16 eyaletteki 100‟den fazla şehirde ulusal muhafız adı verilen ordu güçleri göstericiler ile karşı karşıya. Binalar ateşe veriliyor, dükkânlar yağma ediliyor ve araçlar imha ediliyor. Göstericileri organize eden ve olayları tırmandırma güçler araştırılıyor. Video kayıtlarında Boston‟da polislerin kendi arabalarını imha ettikleri de var. Başlangıçta barışçı gözüken protestocular polisler gelince her yeri ateşe veriyorlar. Minneapolis‟te oto galerisindeki arabaların sıra ile camlarını kıran Şemsiyeli Adam‟ın daha sonra Jacob Pederson isimli polis olduğu ortaya çıkıyor11. Hâlbuki (sivil) polisler bu olaylarda gösterilerin hızını kesmek ve casusluk yapmak için girerler. 2009‟da İngiltere‟deki G20 gösterilerinde de böyle olmuştu. 2016‟da Montreal‟da şirketlerin kurtarılmasını protesto edenlere karşı polis Siyah Blok isimli bir anarşist grup maskesi altında protestocuları kaçırtmıştı. ABD‟ye dönecek olursak polisin pek çok olayda şiddeti artıran bir rol oynadığını görüyoruz. Houston‟da atlı bir (süvari) polis, pasif yani seyirci bir bayanın üstüne atını sürerek olayları tetikler. New York‟ta arabaların protestocuların üzerin sürüldüğü videolar kaydedildi. New Yorklu bir polisin bir bayana saldırıp hakaret ettiği, kadının hastanelik olduğu kayıtlarda. Philadelphia‟da gaz saldırısına uğrayan ve yerde yüz üstü yatan kadın tekmeleniyor, Polis, gazetecileri hedef alıyor; Denver‟de bir muhabir yangına itiliyor, Minneapolis‟te gazeteci Linda Tirado‟nun bir gözü kör ediliyor. Hemen her eyalette plastik mermiler savruluyor. Polislerin olaylara provoke etmesi, bir sıkıyönetim getirme arayışının yöntemi de olabilir. Muhtemelen pek çok FBI çalışanı ve istihbaratçı, göstericilerin içinde yürüyor. 1960‟lardaki ADEX listesi gibi şu anda bir bozguncu listesi hazırlıyorlar12. Adalet Bakanlığı, çeşitli şehirlerde hapishane ayaklandırma timleri kullanıyor. Ülkedeki eyalet valilerinin yarısından çoğu Ulusal Muhafızları göreve çağırıyor. Alış veriş merkezleri artık salgına değil yağmaya karşı kilitleniyor. ABD, yabancı bir ülkenin örtülü faaliyeti ya da ajan provokasyonu ile değil kendi kendini yıkıyor. Ülke iç siyasi çatışma içinde girdaba giderken, dış etkilerin müdahalelerine sensörleri kapalı, farkında bile değiller. Şimdi ABD‟nin kendi içindeki komplo iddialarına gelelim. - Trump‟a göre kendisine karşı olan derin devletin başında Obama var. Trump, Rusya ve Ukrayna ile ilgili suçlamalardan ancak yargıyı ele geçirerek kurtulabildi. Trump ilginç bir şekilde seçim öncesinden bugünkü olaylara kadar başına gelen tüm olayların arkasında eski başkan Obama‟nın olduğunu iddia ediyor ve en büyük düşmanın “Obamagate” olarak niteliyor. - Amerikalı emekli asker dostlarımıza göre; Antifa, anarşist ve Neo-Nazilerin bir karışımı olayları organize ediyor. - Obama‟nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Susan Rice ise ortada polis şiddeti olmadığını, yaşananların Rusların oyun kitabına uygun olduğunu iddia ediyor. - Soros, her ne kadar açıkça olaylar ile ilişkisini reddetmiş olsa da geçmişte Antifa provokatörleri ile kaos ve ayaklanma provaları yaptığı biliniyor. Nitekim şehirleri ateşlere verenlerin eyalet dışından gelenler olduğu tespit edilmiş13. ABD‟de yaşanan şiddet ve kargaşanın bir ucunda barışçı gösteriler diğer yanında yağma ve kundaklama ile olayları tırmandırmaya çalışan gruplar var. Polis tahrikleri ve çeşitli aşırı grupların faaliyetleri ikinci grup ile birlikte yürüyor. Gelişmeler Rockefeller‟in 2010 yılında yazdığı oyun planına uygun; küresel tedarik zinciri kesildi, insanlar işsiz kaldı, salgın çaresiz bıraktı, domino etkisi ABD‟den başlıyor ve sıra zorunlu aşıya gelecek. Tek tek insanların ve tüm para akışlarının tek bir merkezden dijital olarak kontrol edildiği bir düzene gidiyoruz. Bunların hepsi Pentagon‟un eğitim videosu Distopya 2030‟da var14. Senaryoya göre hükümet; suç örgütleri, yetersiz alt yapı, dini ve etnik gerginlikler, kitlesel yoksulluk ve işsizlik karşısında siyasi ve toplumsal yapıyı düzene koyma, ekonomik eliti koruma amacı ile sıkıyönetim ilan eder ve silahlı kuvvetler oyuna girer. Şu anda bu senaryonun işlediği görüşünde olanlar var. Ayaklanmanın sistemli hale gelmesi için devletin bozguncu kullandığına dair emareler var. Nitekim soğukkanlı bir katil polis olan De Chauvin, 46 yaşındaki bir siyahîyi herkesin gözü önünde kasten öldürür. Olay sosyal medyada hızla yayılır ve gösteriler başlar. Floyd‟un öldürülmesini kaydeden ve sosyal medyada paylaşan 17 yaşında siyahî bir genç kız. Başlangıçta barışçı olan gösteriler, yağma ve kundaklama ile ayaklanmaya dönüşür. Bundan önce de polis pek çok kişiyi öldürmüştür ama bu olay tetiklenir. Amerikan halkı zaten sürekli bir alarm durum hali içinde yaşamaktadır. Özetle, korona virus nedeni ile ekonomi çökmüş ve insanlar savunmasız iken birileri Trump‟ı göndermek, sonra aşı işini kurtarıcı gibi piyasaya sürmek mi istiyor sorusu gündemde. ABD’nin temelleri sarsılıyor.. Trump‟ın seçim öncesi gazinocu kültürü ile başkan olabilmek için karıştırdığı işler ABD istihbaratı tarafından kayıt altına alınmıştı ama seçimlerinden önce fazla bir sızıntı yapmadılar. Trump‟ın Ruslarla olan seçim işbirliği ABD demokrasisine zarar verebilir, Hillary‟nin seçim kampanyasını olumsuz etkileyebilirdi. Seçim döneminde sadece Hillary Clinton‟un mailleri FBI tarafından gündeme getirildi ancak daha sonra soruşturma konusu olacak bir şey bulunmadığı açıklandı. Ama Trump‟ın Rusya bağlantıları ile ilgili iddialar çok ciddi idi. Aslında olay sanıldığı gibi Rusların sadece ABD seçimlerinde Trump‟ın yanında yer alması değil, Michael Flynn yani başkanın ulusal güvenlik danışmanı olmuş bir kişinin Rus ajanı olması idi15. Ama Trump‟ın yargının başına getirdiği William Barr‟ın ilk işlerinden biri Trump‟ın Ruslarla bağlantısının kilit noktası olan ve işine son vermek zorunda kaldığı danışmanlarından Flynn ile ilgili soruşturmayı geçersiz kılması oldu. Hâlbuki Flynn‟in Rus elçisi ile ilgili ilişkileri konusunda yalan söylediği ispatlandı ve mahkemede kendisi de kabul etti. Üstelik bu işe Türkiye‟den aldığı paraların gizlenmesi karşılığı bulaştığını söyledi. Trump‟ın Ulusal İstihbarat‟ın başına getirdiği Richard Grenell ise hâlihazırda devlet kurumları içinde siyasi muhalifleri temizleme işini yapıyor. ABD yargısı artık Trump‟ın dostlarını korumak, düşmanlarını cezalandırmak, gerçekleri halı altına süpürmek, iktidarın ulusal güvenlik, kolluk işleri ve dış ülkelerle ilişkilerde kullandığı siyasi gerekçelere koltuk olmak için siyasi bir silah vazifesi görüyor. Özetle adalet olmadığı için devlet çeteye dönecek. Acımasız partizanlık ve Trump‟ın saldırgan taktikleri durumu kötüleştiriyor. Trump gitse bile durumu tamir etmek çok zor gözüküyor. Kapıda Trump ve Dışişleri Bakanı Pompeo‟nun taktiklerinin sonucu olarak Çin ile yeni bir soğuk savaş bekliyor. Ülke içinde partizanlığın en çok zarar verdiği kurumlar ulusal güvenlik ve yargı. Bürokrasinin siyasallaşması kurumlara olan güveni de yok ediyor. ABD artık kimseye; - Amerikan demokrasisi, - Hukukun üstünlüğü, - Ordunun sivil kontrolü, - Ayırımcılığa karşı olmak gibi temel ilkeleri dayatamaz. ABD‟nin bundan sonra ulusal güvenlik sistemi içindeki hasarları tamir etmesi uzun zaman alacak, Rusların ve diğer ülkelerin sistem içinde sızması daha ciddi boyutlara ulaşabilecek, casuslukla mücadele çok daha ciddi bir iş haline gelecek. İstihbarat, yargı, tayinler, kurumlar arası ilişkiler, devlet yönetimi her şey siyasallaşacak, prestijlerini ve etkinliğini yitirecek yani yetenekli insanlar buralarda çalışmayacak. Ordu da siyasallaşma tehlikesi yaşıyor ve son olaylarda askerlerin de kendi halkına karşı kullanılması buna pek alışkın olmayan ABD komutanları için kabul edilemez bir olgu. En üst komutanlar ve görevdeki Savunma Bakanı Mark Esper, ciddi tepki vermeye başladılar. İlk defa Ronald Reagan döneminde orduya muharebe dışı bir görev (uyuşturucu ile mücadele) verilmişti. ABD‟de iç savaştan beri askerlere karşı öyle bir siyasi güvensizlik vardır. Öyle ki 26 Temmuz 1948‟de yani 1775‟te ilk kurulduktan yaklaşık 175 yıl sonra ordunun parçaları Harry Truman tarafından birleştirildi. O zamandan beri ABD kendi ordusu için demokrasinin hizmetinde olma ilkesini sık sık tekrarlarken ordu içinde renk, ırk ve din uyumu en büyük endişe idi ve şimdi Trump bunu tehdit ediyor. ABD halkına bakacak olursak; ülke salgın hastalıkla yoğun mücadele içinde 3 Kasım‟daki seçime hazırlanırken, zaten ekonomik sıkıntı içinde olan halkın yaşadığı son olaylar durumu daha da ümitsiz hale getirdi. Dünya nüfusunun %4.2‟sine sahip olan ABD, korona virüsten enfekte olanların %31‟ini, ölümlerin ise %29‟unu temsil ediyor. Salgın ile birlikte 30 milyon kişi işini kaybetti, 100 binden fazla kişi hastanelerin acil yardım servislerinde. Yoksulluk ve borç sürekli artıyor. Son 30 yılda ülkenin borcu 3 trilyon dolardan 26 trilyon dolara çıkarken, şirketlere para pompalamak için 7 trilyon dolardan fazla para basılmış16. ABD halkı salgın sonrası iyice ağırlaşan sorunları karşısında sokağa çıkmaya hazırdı ve Floyd‟un katli sadece bir tetikleme oldu. Amerikan Polis Devleti.. Bugün Amerika‟yı yönetenleri gruplarsak ortaya şunlar çıkar; psikopatlar, düzenbazlar, casuslar, haydutlar, hırsızlar, gangsterler, gaddarlar, tecavüzcüler, soyguncular, ödül avcıları, savaş ganimetçileri ve soğukkanlı katiller. Bunların hepsi devletin içinde şiddeti kullanan bir yapıya entegre olmuşlar. ABD‟yi yönetenler kendi halkına para harcamaktansa küresel derin devletin maceralarına para harcar. Çokuluslu şirketlerin çıkarları doğrudan ABD‟nin çıkarlarıdır. Şirketler kendi iş gündemleri için devletin içini oyarken, onların diğer ülkelerdeki çıkarları milli güvenlik meselesi haline gelmiştir. Ülkede ekonomi batsa da, büyük krizler çıksa da şirketler bundan en karlı çıkar, fatura halka kesilir. 2019 yılında 732 milyar dolarlık bir savunma bütçesi vardı ve uzun yıllardır yaklaşık hep bu rakamlarda. Ülke dışında 800 kadar askeri üs‟te ve dünyanın her yerine yayılmış deniz ve hava kuvvetleri ile sözde ABD çıkarları korunuyor. Hobezyan dünyada devlet sandığınız gibi tarafsız değildir; zengin bir elitin çıkarlarına daha çok hizmet eder ve bu çıkar grubuna sanayiciler ile profesyonel bir aydın sınıfı toplumun sorun çıkarmadan razı olması için entegre olmuştur. Devlet şiddet tekelini elinde bulundurur, kolluk güçleri ve yargı bu tekelinde kullanılmasında devletin yanındadır. Sermeyenin elindeki medya susmak zorunda kalır ve halk gücünü ancak sokakta gösterebilir. Sokak gösterileri polisler tarafından enfekte edilir, kimin tehlikeli olduğuna, hapse gireceğine ya da mahkemeye gideceğine polis karar verir. SWAT Timleri gibi yapılar ülkede terör estirirler. George Floyd olayından önce de kim bilir aynı polisler kaç kere yargısız infaz yaptılar? Derek Chauvin, daha önce buna benzer pek çok vukuat işlemiş ama Amerikan hukuku kör davranmıştı. Amerikan polisi işlediği suçlardan kendini bağışık hisseden bir ruh içindedir. George Floyd, sadistçe katledildi ama bunun çok daha büyük bir sorunun parçası olduğu hala kabul edilmedi. Şimdi ise polis için önemli kısıtlamaların ve denetimin olduğu bir düzene geçiş umudu besleniyor. Ancak polisin içinde bu bağışıklığı kaybetmek istemeyen ve halka hala düşmanca bakan önemli bir kesim var. Polis, CNN ekibini tutukladı, BBC ekibine fiziksel saldırı gerçekleştirdi. Bugünlerde ABD‟de polis ve askerler suçlu ya da masum ayırımı yapmadan göstericilere düşman gibi davranıyor. Böyle giderse, kitlesel gösteriler ABD‟yi herhangi bir zamanda bir sona götürebilir. Fransa‟da Sarı Yelekliler‟in protestoları da aylarca sürdü ve ancak COVİD-19 durdurabildi. Trump‟ın ise çok fazla seçeneği yok. Önce eyaletlere federal birlikleri göndermekle tehdit etti. Ardından İsyan Kanunu‟nu uygulamak tehdidini savurdu. Şimdi polis ve ulusal muhafızlar birlikte gösterici avındalar. Donald Trump‟ın gösterileri bastırmada askerlere verdiği oyun kitabı belli, twitter da yazdı ama sonra sansürlendi17; “Yağma başlayınca, atış başlar”. Bunun aynısını 1960‟ların ortasında Miami‟de polisler yapmıştı. İsyanlar muhtemelen tüm yaz devam edecek. Yaz sonuna doğru bir çözüm bulunmadan Demokratlar, büyük mitinglerini Ağustos‟tan Temmuz‟a çektiler. ABD‟nin derin hastalığını gizlemek isteyen medya konuyu şu soru ile minimize ediyor; “Polis nasıl denetim altında tutulabilir?” Şimdi tartışılması gereken sadece polisin yetkileri, adaletin nasıl insan haklarına uygun bir şekilde sağlanacağı değil, devletin şiddet tekeli ve ülkeleri soyanlar yani elitlerin güvenliği ile toplumun güvenliği arasında bir dengenin nasıl kurulacağıdır. Bunun yolu zengini daha zengin etmek değil, serveti daha eşit paylaşmaktır. Ülkede düzeni ve kanunlara itaati ne sağlar, devlet toplum için nasıl var olur, koltuğa yapışanlardan nasıl kurtuluruz; bunları yeniden tartışmalıyız. Çünkü bu sorunlar insanlar bir arada yaşamaya başladığından beri karşı karşıya geldiğimiz çıkmazların genel çerçevesi. Devlet ve polis, ideolojik olarak ikiz kardeştir. Gerçek demokrasinin olmadığı ülkelerde, devlet; polisi kollar, polis ise devletin tehdit olarak gördüğünü ezer. Bu ilişki döngüsel olarak birbirini haklı kılan bir sistemdir. Savcılar burada nazik bir denge bulmaya çalışır. Ancak, polis ile devlet arasında bir kırılma noktası vardır; halkın kızgınlığının önünün alınmasının zorluğu anlaşılınca birden iktidarı elinde tutanlar yalnız kalır hatta birbirilerine en azılı düşman olurlar. Sonuç.. Gelişmelerin akademik boyutuna bakacak olursak şu soruyu sorabiliriz; ABD‟deki ayaklanmaları nasıl bir ideoloji ya da kuram içine sokmalıyız? Yıllardır terör dersleri veren bir hoca olarak „Terörizm‟ diyemeyeceğimizi söyleyebilirim. Çünkü terörün 363 ayrı tanımı içinde bir sosyal harekete „terör‟ diyebilmek için asgari iki şart aranır; (şiddet için) silah kullanmak ve siyasi bir amacı olmak. ABD‟deki gösterilerde bunlar yok. Devlet otoritesine karşı olmak gibi bir iddiaları olmadığı için „Anarşizm‟ de diyemeyiz. Geriye sadece „Nihilizm‟ yani „Hiççilik‟ kalıyor; göstericilerin çoğu barışçı idi, yağma ve kundaklama eylemi dışında bir şiddet eylemi yok ve devlet ile pazarlık yapma gibi bir felsefeleri de yok. Ancak, ihtiyacımız olan şey devlet sisteminde reform değil, bir devrim. Dünya insanları, sivil toplumlar siyasi kutuplaşma, ırkçılık, kabilecilik, terör ve devlet baskısı altında. Savaşlar, soykırım, kölelik, korku ve baskı yerine insan hayallerine uygun ve onurlu bir yaşamı nasıl sağlayabiliriz? Dünyanın pek çok ülkesinde yaşanan düzen, neo-feodalizm‟dir; yönetici-serf ilişkisi modern düzene uydurulmuş, polis devleti kendi halkını dizginliyor. Düzen, sadece bir grup zengin ve elitin çıkarlarını yani daha zengin olmasını garanti etmek için kurgulanmış. Bir siyahın ölümü bunları yani yoksulluğun bize kader gibi dayatıldığını tekrar hatırlamamıza neden oldu. Minneapolis, Washington D.C., New York City, Atlanta, Los Angeles ve diğer ABD şehirlerinde yüzbinlerce kişi şimdi bunun için yürüyor. Bu bir devrim değil; yakmak, yağmalamak, ayaklanmak ve şiddet için ancak „anti- devrim‟ terimi kullanılabilir. Ama yaşanan distopya artık yeni normal oldu ve bu normal hepimizin gerçeği yani işsizlik, fakirlik, sadaka ile yaşamak ve her türlü baskı hayatımızın ayrılmaz bir parçası oldu. Bu sadece kişi özgürlüklerinin değil, ulus-devletlerinin de akşamı, güneş batıyor. Özgür olarak yaşayan son insan nesliyiz. Güneş doğduğunda başka bir dünyada uyanacağız, isimlerimizin önemi olmayacak, ne düşüneceğimize karar verilecek çünkü düşüncelerimize nüfuz edilecek; işimize, zevklerimize ve neyi-ne kadar tüketeceğimize hatta evliliklerimize başkaları karar verecek. Kendi koltuklarını korusunlar diye, bunu da insanlığın iyiliğine, terörle mücadele için, sağlığımızı korumak üzere yaptıklarını iddia edecekler. Salgın ve ayaklanmalar sürerken bir yandan 5G ve paranızı tamamen kontrol altına alınacak dijital para için yeni küresel finansal düzenlemeler kurgulanıyor, prova ediliyor. 

 DİPNOTLAR; 

1 Alex Newman, Deep State: Follow the Rothschild, Soros, and Rockefeller Money, The New American, (Jan 08, 2018). 
 2 Sait Yılmaz, Amerikan Derin Devleti, Trump ve Siyonist Plan, academia.edu, (16 Mayıs 2018). 
 3 Stephen Lehman, Exponentially Rising Hunger in America, CRG, (June 02, 2020). 
 4 Dov S. Zakheim, Donald Trump Is Undermining Military Morale and Cohesion, (June 3, 2020). 
 5 Shali D. Waduge, George Floyd Murder Enflames US. America Is a Failed State, (June 2, 2020). 
 6 WAR: White Aryan Resistance. 
 7 Kevin Jack Riley, Bruce Hoffman: Domestic Terrorism A National Assessment of State and Local Preparedness, Rand Corporation, (Santa Monica, 1995), s.13. 
 8 Bruce Hoffman, Holly Terror: The Implications of Terrorism Motivated by a Religious Imperative, RAND Paper P-7834, (1993). 
 9 Bill Donahue, Ways and Means, The Washington Post. Bill (June 29, 2008). 
 10 Abayomi Azikiwe, World Solidarity Builds in the Struggle to End United States Racism, Pan-African News Wire, (June 3, 2020). 
 11 Alan MacLeod, Agents Provocateurs: Police at Protests All Over the Country Caught Destroying Property, Mint Press, (June 1, 2020). 
 12 Kurt Nimmo, George Floyd Endgame: Martial Law and a Police State, (June 02, 2020). 
 13 Joachim Hagopian, Floyd Murder Sparks Violent Protests in US – Citizens at Breaking Point with Police State Oppression? Global Research, (June 02, 2020). 14 John W. Whitehead, This Is Not a Revolution. It’s a Blueprint for Locking Down the Nation, The Rutherford Institute, (June 2, 2020). 
 15 Paul Pillar, National Security and the Lasting Damage of Ruthless Partisanship, (June 2, 2020). 
 16 Stephen Lendman, Rage Against the United States of Institutionalized Inequality and Injustice, CRG, (June 1, 2020). 
 17 Jonathan Cook, As US Protests Show, the Challenge Is How to Rise Above the Violence Inherent in State Power, (June 3, 2020).


 ***

20 Mayıs 2020 Çarşamba

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN YENİDEN YAPILANDIRMA STRATEJİSİ: DENİZ HÂKİMİYETİ TEORİSİ'NDEN DENİZ HEGEMONYASINA GEÇİŞ. BÖLÜM 2

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN YENİDEN YAPILANDIRMA  STRATEJİSİ: DENİZ HÂKİMİYETİ TEORİSİ'NDEN DENİZ HEGEMONYASINA 
GEÇİŞ. BÖLÜM 2




Deniz Gücü, yerel destekten bağımsız bir şekilde çalışma yeteneği ile büyük avantaj sağlamaktadır. Her deniz kuvveti; kuvvet yapısı, teknoloji, istihbarat ve birlikte harekâtın sağladığı alışkanlıkların bileşiminden oluşan sinerjiden faydalanabilir.50 Donanmanın kullanım amaçları şöyledir;

Varlık gösterme ve caydırıcılık
Barış Operasyonları
İnsani Amaçlı Operasyonlar
Serbest Seyir İmkânının Sürdürülmesi
Denizde Polis Denetimi
Çevresel Operasyonlar
Ambargo
Savaş Dışında Kalan İnsanların Tahliye Operasyonu

Ticarî denizcilik ile donanma da karşılıklı olarak birbirlerine bağlıdır; endüstri, pazarlar, deniz ticareti, donanma ve üslerin sırası, birbirleri ile olan ilişki derecelerine göre belirlenmiştir.

Deniz gücünün küresel önemine, İran’ın bir saldırı olması durumunda, Hürmüz boğazını petrol trafiğine kapatacağına ilişkin açıklamasına karşılık ABD donanmasının körfezi açık tutmak için tatbikat hazırlığına başlaması örnek olarak verilebilir. Çünkü dünyada deniz yoluyla taşınan ham petrolün yüzde kırkı buradan geçmektedir.51

Uluslararası Denizcilik Bürosu’na göre son yıllarda korsan saldırılarında büyük bir artış olmuş; ilk sırada Somali, ikinci sırada Nijerya yer almıştır. Buna karşılık ABD 5. Filosu’nun merkezi Bahreyn`de bulunurken, Hint Okyanusu’ndaki Diego Garcia Deniz Üssü de ABD’nin en önemli merkezlerinden birisidir.


Harita-8: ABD’nin Askeri Üsleri ve Konuşlanmış Birlikleri.52

Livezey deniz gücü stratejisinin uygulama alanını şöyle belirtmiştir: “Tarihi dikkatle okuyunuz, uluslararası sorunları, akıllıca değerlendiriniz. Gerçek bir tarihî perspektif, görüş sağlayınız. Denizde kâfi kontrolü sağlama ilkesi ile birlikte, ulusal ticaret, ulusal refah ve ulusal büyüklük arasındaki aşikâr bağlantıları değerlendiriniz. Dünya koşulları değiştikçe, bunun ulusal politikaları değiştireceğini realize etmeyi öğreniniz. Kendinize düşen rolü oynayınız ve buna gereken değeri veriniz. Büyük Britanya ile dostane ilişkilerin yollarını arayınız. Mükemmel bir dünyadan bahseden sahte Mesihlere aldırmayınız yanlış yola
sürüklenmeyiniz. Kesinlikle ve tam zamanında görevlendirilmiş bir kuvveti adilane bir şekilde kullanmaktan korkmayınız. Hıristiyan uygarlığı, Doğu Asya'nın şiddetli saldırılarına karşı savunmaya hazırlıklı olunuz. Gelecek kuşakların güven vericileri olarak ihmal suçlarının, görev suçlarına oranla, daha tehlikeli olabileceğini anlayınız; genişleme politikasının faydaya dönük bir şekilde kullanılması ile yalnız ulusal değil dünya refahını da geliştirileceğinin idraki içinde olunuz.”53

Mahan denizlerden karalara doğru bir kuşatma öngörürken, Monroe doktrininde de mevcut olan yalıtım politikasına ilave olarak Pasifik açılımı ve denizden ABD’ye yönelik tehlikeler için Hawai Adasının önemi, Panama Kanalının açılması, Karayiplerin kontrolü hususlarını dikte ettirmiştir. Tespit ettiği stratejik noktalar ile uzun kollu boksör misali kıtadan her türlü harbin uzaklaştırılması sağlanacak tır.54 Paul Kennedy’nin tabiriyle, ‘sandalye stratejisti ‘hayattan kopuk stratejist yöntemi ile masa başında oturarak küresel ilişkilerin kurulması mümkün değildir.55

ABD, Panama Kanalı vasıtasıyla Atlantik ve Pasifik donanmalarını birlikte kullanma şansına sahiptir ve bu sayede Panama Kanalı, ABD’nin deniz gücünün merkezini teşkil etmektedir.

Fransa; hem kuzeyde hem de güneyde, Rusya; Baltık Denizi ve Karadeniz'de ayrı ayrı donanmalar bulundurmak mecburiyetinde kaldıkları için donanmalarını ABD ve İngiltere gibi merkezi bir konumda toplayamamaktadırlar. Geçmişte İngiltere, İngiliz Kanalı' ile Almanya'yı, Cebelitarık ile Fransa'yı kontrol etme imkânına sahip olmuştur. Bugün bu politikayı ABD uygulamaktadır. ABD, 

İngiltere ve Japonya gibi ada devletlerinin kara tehdit algılamaları bulunmamakta; buna karşılık, Fransa, Almanya gibi devletlerde olduğu gibi
Türkiye’nin kara tehdit algılamasına göre ordusu şekillenmektedir.
Ülkelerin deniz gücü hammaddelerinden birisi de nüfustur. ABD’nin nüfusu 1950-2000 arasında neredeyse ikiye katlanmış, 2050 yılına kadar nüfus artışının devam etmesi beklenmektedir. Rusya, Almanya, Japonya ve İngiltere nüfus açısından durgunluğa girmiş, bu devletlerin dünya siyasetindeki etkinlikleri de II. Dünya Savaşı ile birlikte zayıflamıştır.

Avrupa toplumlarının fazla nüfusunu Amerika kıtasına aktarması, Avrupa’da dinamizmi durdurmuştur. Dünya Savaşları ile meydana gelen maddi ve manevi zararlar öylesine büyük oldu ki, Avrupa XVIII -XIX. yüzyıllarda kazanmış olduğu birçok etkinliğini kaybetmiş oldu.

Avrupa ne kadar kudretten ve gösterişten düşmüşse, karşı kıyıda ABD o derece, XX.-XXI. yüzyılı simgeleyecek şekilde güç kazanmıştır. Küresel bayrak yarışında bayrak, öncelikle geçen yüzyıllarda Asya’dan Avrupa’ya devredilmiş, son yüzyılda da Avrupa’dan da ABD’ye geçmiştir. 1840’tan 1930’a kadar ABD, Avrupa’dan 35 milyondan fazla insan kütlesini kendine çekmiş, XVIII. yüzyılın başında 5.308.000 kişiden oluşan ABD’nin nüfusu 1900 yılında 75.995.00056, 2013 yılında 313.900.000’e ulaşmıştır.

Kendisine ABD politikasını hedef alan Almanya’nın nüfus yapısı müsait olmadığından “ihtiyar ülke” olma tehlikesi de mevcuttur. ABD ise halen genç bir ülke olup sürekli dünyanın genç nüfusunu kendisine çekmektedir.57 Denize açılan bir milletin nüfusu hem kalabalık olmalı, hem de bu nüfusun büyük bir bölümü denizciliği meslek seçmelidir. Bir devletin barış zamanındaki ticareti, onun bir deniz savaşında ne kadar dayanabileceğini gösterir. Gerek barış zamanında gerek savaş zamanında, denizciler için gerekli yeteneklere
sahip çok sayıda kişiye ihtiyaç vardır.58

Mahan’ın ortaya koyduğu iddialar Theodore Roosevelt ve Henry Cabot Lodge’u kendine çevirmiştir. Roosevelt, Mahan’ın yazılarıyla, denizler ötesine yayılma politikası için ABD kamuoyunu kendi tarafına çekme yolunda deniz gücü teorisini kullandı. ABD’de 1890’larda Mahan’ın etkisiyle büyük bir gemi inşaatı programı Roosevelt tarafından başlatılmıştır.59

Modern Avrupa’nın doğumunu hazırlayan ortaçağ uygarlığının kalıplarını çatlatan ruhani güçtür.60 ABD’de zihniyet değişimi ise XIX. yüzyılın sonunda gerçekleşmiş, bu zamana kadar kıyı savunması ve ticaret gemilerine saldırı teorileri, ABD’nin deniz stratejisinin gelişimini engellemiştir.61 ABD’nin başarısını açıklayan bazı unsurların şöyledir: bir serbest piyasa ekonomisinin varoluşu ve müteşebbislerin ayrıma tabi tutulmayışı; münakaşa etme ve denemenin özgür olması; ilerlemenin mümkün olduğu inancının yerleşmiş olması; soyuta değil uygulamaya dönük olana önem verilmesi; dinsel dogmalara ve geleneksel halk kültürüne karşı çıkan bir rasyonalizmin bulunmasıdır.62

Mahan’a göre dışarıya bakış neleri içermeliydi sorusunun cevabı şöyledir: En önce, Amerikalıların, deniz sorunlarına karşı olan zihnî tutumları bakımından, temelde bir değişiklik içine girmelerini gerektiriyordu. Bu yalnız iç problemlerle uğraşılmaması anlamını taşıyordu; modern bir donanma ile yeteri kadar sahil savunma tesislerinin inşasını zorunlu kılıyordu; özellikle Panama Kanalı başta olmak üzere, bazı üslerin işgal edilmesi anlamını taşıyordu; ABD deniz taşımacılığı konusundaki menfaatlerinin yeniden canlandırılmasını kastediyordu. Kısacası, Birleşik Devletlerinin bir dünya gücü olarak, hak, vazife ve sorumluluklarının gerçekleştirilmesi mevzuunda, günün yeni ve değişen şartlarının tanınmasını lüzumlu kılıyordu.63

Kennedy, Kuzey Avrupa ülkelerinin deniz gücü konusunda zafiyet göstermekte olduğunu belirterek, Uzak Doğu devletlerinin donanmalarındaki artışı, XV. yüzyılın sonunda Avrupa’nın Uzak Doğu ülkeleri karşısında güçlenmesine benzetmiştir. Bu şekilde devam etmesi halinde XV. yüzyılda yaşanan tarihi kırılma ve Avrupa’nın yükselişinin tersi bir durumun XXI. yüzyılda söz konusu olabileceği konusunda herkesi uyarmıştır.64

III. ABD GÜCÜ İLE İLGİLİ ÖNDE GELEN KAVRAMLAR

   Güç; niteliği, niceliği, ölçülebilirliği, alanı, hedefi, etkileme kapasitesi gibi pek çok boyutla değerlendirilir. Temelde iki ana teorik yaklaşımdan birincisi; güç olgusunu askeri güce indirgeyen neo-realistler, diğer tarafta; güç olgusunu ekonomik yapı ve karşılıklı bağımlılık olgularıyla ele alan neo-liberallerdir.65

   Davutoğlu’na göre özellikle XX. Yüzyılın sonlarına doğru etkisini artıran karşılıklı bağımlılık olgusu, güç tanımlaması ve algısını çok daha karmaşık bir hale sokmuştur. Ayrıca ulusdevletlere meşruiyet zemini sağlayan modern ideolojilerin etkilerini kaybetmesi ülkelerin uluslararası konumlarını etkileyen bir yeniden tanımlama süreci başlatmıştır.66

ABD gücüne yön veren unsurlardan birisi “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi”dir.

Buna göre ABD, küresel gücünü koruyabilmek için olası rakiplerini güçlenmeden etkisizleştirmek ve küresel enerji kaynaklarını kontrolü altında tutmalıdır. Kamuoyu desteği için de “Ortadoğu’nun demokratikleşmesi” alt hedefini, üst hedef olarak göstermeye çalışmaktadır. Buna göre Ortadoğu siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel olarak “yeniden yapılandırma” sürecine koyulmuştur.

ABD gücünü tarif etme çabası ile ortaya çıkan bir başka tanımlama ise: “Yumuşak Güç” (Soft Power) ve “Sert Güçtür” (Hard Power). Nye’e göre, Amerika Birleşik Devletleri’nin gücünü sürdürebilmesi için “Yumuşak Gücü”ne önem vermesi gerekmektedir.67 
Ancak buradaki vazgeçilmez unsur, yumuşak güç ancak sert güç var oldukça etkilidir. Yani havucu bir elinizle gösterebilmeniz için diğer elinizle sopayı arkanızda saklamalısınız.

Amerika Birleşik Devletleri gücünün son aşamada tanımlamada kullanılan terim hegemonyadır. Bu kavram, özellikle Soğuk Savaş’ın yumuşama sürecinde tartışılmaya başlanmıştır. Bazı uluslararası ilişkiler düşünürüne göre, İkinci Dünya Savaşı’ndan 1970’li yıllara kadar dünya sisteminde, ABD’nin egemen olduğu hegemonik bir sistem mevcut olmuştur.68 Her ne kadar bu tarihten itibaren güçler dengesinin değiştiği ve hegemonik dünyanın yerine karşılıklı bağımlılığın ortaya çıktığı savunulsa da günümüzdeki ve son 50 yıldaki durum sadece hegemonya kavramına bakış açısının değiştiğidir. ABD hegemonyasının bittiğini savunanlar bu düşüncelerini 1970’lere giderek söylemelidirler,
çünkü onların bahsettiği “20. YY hegemonyasıdır” ve o düşünce 20. YY’ da kalmıştır. Nasıl ki 21. YY, 20. YY’ dan çok büyük oranda farklıysa “21. YY hegemonyası” da o derece farklıdır ve bizim bahsettiğimiz “ABD’nin 21. YY hegemonyasının devam ettiği”dir.

  Hegemonya kavramını ilk kullanan Gramsci, toplumsal aktarımların bir sonucu olarak bir hegemonik sınıfın yerini bir başka hegemonik sınıf almaktadır. Devlet, egemen sınıfın, hegemonyasını sürdürme aracıdır. Hegemonya aynı zamanda bir devletin diğeri üzerindeki hâkimiyetidir.69

Nye’ e göre, uluslararası güç arenasında yürürlükte olan normları ve düzenlemeleri dikte etmek hegemonya anlamına geliyorsa, Amerika Birleşik Devletleri’nin, Uluslararası Para Fonu’nda güçlü bir konuma sahip olsa bile başkanını tek başına seçememesi veya Kara Mayınları Antlaşması’na karşı çıkmış olmasına rağmen, imzalanmasını önleyememesi onun hegemonik güç olduğunu tartışmalı hale getirmektedir.70 Ancak Nye’ın belirttiğinin aksine zaten ABD, antlaşmaya sadık kalmayarak sistemin açıklarından faydalanıp antlaşmalar
üzerinde oynamalar ile durumu kendi lehine çevirmektedir. (Irak Savaşı örneği)

Wallerstein’a göre modern devlet sistemi tarihinde üç hegemonik güce rastlanmaktadır; XVIII. yüzyıldaki Hollanda, XIX. yüzyıldaki İngiltere ve XX. yüzyıldaki ABD’dir. Bunların hegemonik güçleri askeri güçlerin ötesinde, sermaye birikiminden faydalandıklarından ekonomik güçlerine dayanmaktadır.71 

Bu görüşte hegemonik güç, güvenlik askeri güç gibi kavramları görmezden gelinmiştir.

Brzezinski, ABD’yi imparatorluğa benzetmiş, Roma İmparatorluğu ile kıyaslamıştır. Bu iki devletin benzerlikleri ikisinin de ülke dışında yaklaşık olarak 300 000 bin civarında askerinin bulunmasıdır. Farklılık ise Roma’da hiyerarşik bir yapı varken ABD’de ise demokratik bir yapı vardır. Bu demokratik yapıyı ABD’nin küresel hegemonyası karşısında bir engel olarak görse de72 Temsilciler Meclisi ve Senato ile demokrasi sınırlandırılmış ve Roma gibi ülke çıkarlarını öne çıkaran kanunlar oluşturulmuştur.

ABD’yi imparatorluk olarak gören Edward Said, İskoçyalı imparatorluk tarihçisi V. G. Kiernan’ın; “Bütün modern imparatorluklar birbirlerini taklit eder” sözünü dikkate alarak; ABD’nin çıkarlarını gördüğü topraklarda yerleşimler kurmak, buraları gözetim altında tutmak için sıkı bir çalışma içine girerek yaptıklarını imparatorluk anlayışı ile bağdaştırmaktadır.73


SONUÇ

ABD’nin önümüzdeki 20 yılda hegemonyasını artıracak olan deniz askeri gücü gelişmeleri şu şekildedir;74

İki yeni Gerald R. Ford sınıfı uçak gemisi inşa etmektedir. İkinci geminin 2018’e kadar hizmete girmesi planlanmaktadır.

Viginia sınıfı onuncu denizaltı 2013 yılında hizmete girecek olup 30 adet denizaltının daha sırasıyla hizmete girmesi planlanmaktadır.
Balistik Füze Savunması yetenekteki gemi sayısının 32’ye çıkarılması planlanmaktadır.

Zumwalt sınıfı muhribin 2014’te donanmaya katılması beklenmektedir.
45.000 tonluk Amfibi Hücum Gemisi America’nın (LHA-6) 2013 yılı içerisinde teslim edilmesi beklenmektedir

2013 yılı içerisinde ise P-3 Orion deniz karakol uçakları P-8 Poseidon deniz karakol uçakları ile yer değiştirmeye başlayacaktır.

Harita 9- Zumwalt Muhribi’nin, Eylül 1950 Kore Savaşı Incheon
Muharebesi'nde Kullanıldığı Durumu Gösteren Jenerik Harita 75

Yukarıdaki jenerik haritada, Eylül 1950 Kore Savaşı Incheon Muharebesi'nde Zumwalt Muhribi kullanıldığı takdirde savaşın 18 gün yerine 3 günde nasıl sonuçlandırılacağı belirtilmiştir. Destroyerler 85 milden radara dahi yakalanmadan tüm düşman hava savunmasını yok etmektedirler. Diğer muhriplere göre 20-30 metre daha uzun ve 10 metre daha geniş olan Zumwalt, buna rağmen radarda diğerlerine göre 50’de bir kadar radar ekosu oluşturmaktadır. Özellikle “Hava Savunma Harbi” için kullanılan Arleigh Burke sınıfı muhriplerin modern hali olan Zumwalt, “Sığ Sularda Harekât” için kullanılabilecek, kara hedeflerini uzak mesafelerden etki altına alabilecek, aynı zamanda lazer ve elektromanyetik ray silahlarının deneme platformu olacaktır.76

   En son yaşanan Suriye Krizi’nde, hâlihazırdaki durumu incelediğimizde, tüm dünyanın gözü ABD’nin hazırlıklarına takıldı. Öyle ki Akdeniz’e kıyısı olan devletler veya denizcilik geleneğinin temsilcisi İngiltere dahi ABD’nin yaptığı güç gösterisinin gölgesinde kaldı. Deniz gücü sayesinde, şu anda dahi böylesine hegemonyasını hissettiren ABD, yukarıda örneklem olarak ele aldığımız Zumwalt sınıfı muhrip ile lazer ve elektromanyetik ray silahları envanterine girdiğinde tüm teorileri değiştirecek bir güce sahip olacaktır. Görünen o ki, İbn Haldun’un “devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölür.” sözü belki de ABD için istisna olacak ve bu muazzam güç sadece bir dünya savaşında orantısız güç veya “dönüm noktası”77 sonucu ortadan kalkacaktır. En güçlü rakip olma ihtimalindeki Çin’in dahi teknolojide bu seviyeye ulaşması on yıllarını alacak ancak bununla beraber deniz gücünün diğer etmenlerini sağlaması belki de uzun vadede gerçekleşecektir.

   Strange, en uzun ömürlü imparatorlukların, merkezlerinden imparatorluğu yönetme kabiliyetine sahip olduklarını; buna istinaden, Gramsci’nin hegemonya kuramına dayanarak, merkezdeki yöneticiler ile “çevre”deki katılımcı müttefik ve ortakları arasındaki ayırımı gözden saklamayı becerebildiklerini vurgulamaktadır.

ABD, hâlihazırda imparatorluğun bu noktasındadır. Ayırımların giderilmesi çerçevesinde, yabancı pasaportlu işadamları, ABD’nin kültürel vatandaşları arasında yer almaktadır. ABD hegemonyasını güvenlik, üretim, finans ve bilgi yapılarından kaynaklanan, bölgeselliği aşan yapısal deniz gücü sağlamaktadır. Strange’e göre, yapısal deniz gücü, dört temel öğeye dayanmaktadır. Uluslararası politik ekonomide bu unsurlara en fazla sahip olan ülke, en güçlüdür:

Şiddete karşı güvenliklerini tehdit etmek ya da savunmak, inkâr etmek ya da artırmak yoluyla, diğer ülkeleri etkileme yeteneğini elinde tutmak,
Mal ve hizmet üretim sistemlerinin kontrolünün elinde tutmak, almak ve bu noktadan sonra savaşı kazanma ihtimalinin ortadan kalkması.

Finans ve kredi yapılarını belirleme yetkisini ve olanağını elinde tutmak, İster teknik, ister dinsel olsun, ya da fikirler alanında önde kalmayı kapsasın, bilgi ve bilişim üzerinde edinim, oluşturma ve iletişim yoluyla en fazla etkili olacak imkânları elinde tutmaktır.78

Strange’in bu ölçütlerine bakıldığında gerçekten de ABD’nin buna uyduğu görülmektedir. ABD imparatorluk veya hegemonik güç olsaydı; Irak’ın işgalinde Avrupa’yı ikna etmeli, Çin’deki ekonomik sarsıntı kendi ekonomisini etkilememeliydi gibi çekincelerle bu gerçeği öteleyenler için gözden kaçırılan enstantaneyi vurgulamak amacıyla şu husus değerlendirilebilir: 

Roma’nın bir imparatorluk olduğu düşüncesine Hıristiyanlığın doğuşu bir halel getirir mi?

KAYNAKÇA

Arı, Tayyar, Uluslararsı İlişkiler Teorileri, İstanbul, Alfa, 2.Baskı, 2002, s.318

Arıbaş, Kenan Küresel Çağda Siyasi Coğrafya, Konya, 2007, s.17.

Booth, K., Navies and Foreign Policy, New York, 1970, s.50.

Bostanoğlu, Burcu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası: Kuram ve Siyasa, Ankara, İmge, 1999, s. 194- 195.

Bozdağoğlu, Yücel - Çınar Özen, “Liberalizmden Neoliberalizme Güç Olgusu ve Sistemik Bağımlılık”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt1 Sayı 4 Kış, 2004 , ss.60-70.

Brzezinski, Zbigniew, Büyük Satranç Tahtası Amerika’nın Önceliği ve Bunun
Jeostratejik Gerekleri, İstanbul, Sabah, 1998, s. 13

Brezinski, Zbigniew, Tercih, (Çev: Cem Küçük), İnkilap Yayınevi, İstanbul, 2004, s.7.

Cable, James Gunboat Diplomacy 1919-1991, New York, 1994, s.32.

Cable, James, Diplomacy at Sea, Annapolis, 1985, s.3.

Chomsyky, Noam, Dünya Düzeni: Eskisi Yenisi, (Çev : Ali Çakıroğlu), Metis Yayınları, İstanbul, 2000, s.15

Clark, Amiral Vern “Açılış Konuşması”, Uluslararası Deniz Gücü Sempozyumu, Newport, 2003.

Clausewitz, Carl Won, Harp Üzerine, (Çev: Fahri Çeliker), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara, 1984, s.145.

Davies, Norman, Avrupa Tarihi, (Çev: Mehmet Ali Kılıçbay), İmge Kitapevi, İstanbul, 2006, s.511.

Davutoğlu, Ahmet, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s.34.

Davutoğlu, Ahmet, “Jeopolitik Teoriler Çercevesinde Dünya Kuvvet Dengesi ve Ortadoğu”, İlim ve Sanat Dergisi, Mart, 1986, s.9-14.

Dedeoğlu, Beril, Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Boyut Kitapları, İstanbul, 2003, s.56.

Dinçer, Ömer, Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, Alfa Yayınları, İstanbul, 2007,s.22.

Drows, Robert B., Dünyayı Değiştiren Kitaplar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1980, s. 168.

Drucker, Peter F., Gelecek İçin Yönetim 1990’lar ve Sonrası, (Çev: Fikret Üçcan), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2005, s.337-376.

Earle, Edward Mead, Modern Stratejinin Yaratıcıları, (Çev : Demirhan Erdem), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara, 2003, s.349.

Eralp, Atilla, Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar, İstanbul, İletişim, 2005, ss. 155-157.

Ernle, Bradford, Akdeniz: Bir Denizin Portresi, (Çev.: Ahmet Fehmi), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004, s.347.

Falk, Richard A., Dünya Düzeni Nereye, (Çev : Neşenur Domaniç), Metis Yayınları, İstanbul, 2005, s.18

Friedman, Norman, Seapower and Strategy, Cambridge University Press, Annapolis, 2001, s.7.

Hart, B.H. Liddell, Strateji Dolaylı Tutum, (Çev: (E) Korgeneral Cemal Enginsoy), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara, 2002, s.249.

Hobsbawm, Eric İmparatorluk Çağı, (Çev: Vedat Aslan), Dost Kitapevi, Ankara, 2003,

İbn-i Haldun, Mukaddime, (Çev: Süleyman Uludağ), Dergah Yayınları, Ankara, 2005, s.214.

Peter J. Katzenstein, Rethinking Japanese Security: Internal and External Dimensions, New York, Routledge, 2008.

Kennedy, Paul, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, (Çev : Birtane Karanakçı), Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1991, s.12.

Kennedy, Paul, “The Rise and Fall of Navies”, International Herald Tribune, 5 Nisan 2007.

Kinder, Hermann Dünya Tarihi Atlası, (Çev: Leyla Uslu), Ankara, 2006, s.376.

Kissinger, Henry, Diplomasi, (Çev: İbrahim H.Kurt), Türkiye İş Bankası Yayınlar, İstanbul, 2002, s.16.

Lautenbacher, Conrad C., “Optimizing Naval Forces Fr Twenty First Century Challanges:
Modernization Priorities and Consideration”, The Role of Naval Forces in XXI.st Century Operations, (Ed: Richard H.Shultz Jr., Robert L. Pfaltzgraff), Brasseys, 2000, s. 195-205

Livezey, William E., Mahan’a Göre Deniz Gücü, (Çev: İlyas Fidan), Harp Akademileri Yayınları, İstanbul, 1979.

Mackinder, H.J., “Geography, an Art and Philosophy”, Geography 27, s.129-130.

Mahan, Alfred Thayer, Deniz Gücünün Tarih Üzerine Etkisi, (Çev: Kerem Fındık, Melahat Fındık), Q Matris Yayınları, İstanbul, 2003, s.46.

Nye Jr, S., Amerikan Gücünün Paradoksu, İstanbul, Literatür Yayıncılık, 2003, ss. 10- 11. Ortaylı, İlber Avrupa ve Biz, Turhan Kitabevi, s. 198.

Ökte, Zekai, “Türk Denizciliğinin ve Deniz Ticaretinin Tarihi Gelişimi”, Belgelerle Türk Tarihi, Ocak, 2004, Sayı 84, s.88.

Said, Edward “Kültür ve Emperyalizm”, Kozmopolitan Dergisi, Toronto, York Üniversitesi,
www.kozmoplitan.com.tr , 25.08. 2006

Sloan, Collin S Gray–Geoffrey Jeopolitik Strateji ve Coğrafya, (Çev : Tuğrul Karabacak), Avrasya Stratejik Araştırmalar Vakfı Yayınları, Ankara, 2003, s.2.

Sun Tzu, The Art of War, (Çev : Thomas Cleary), Oxford University Press, Boston, 1988, s.41.

Tezkan, Yılmaz, Jeopolitik Yazılar, Ülke Kitapları, İstanbul, 2007, s.24.

Till, Geoffrey ,“Naval Transformation, Ground Forces, and The Expeditionary Impulse: The Sea Basing Debate”,
http://www.strategicstudiesinstitute.army.mil/pdffiles/PUB743.pdf   Wallerstein, Immanuel,
Genel Bunalımın Dinamikleri, (Çev : F.Akar), Belge Yayınları, İstanbul, 1984.

Tunçbilek, Necdet, Dünya Nüfus Dinamiği, İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü Yayınları, İstanbul, 1998, s.XXI0

Ünsan, Yalçın, “Dünya Deniz Ticareti ve Öngörüler”, 
http://www.ekutuphane.imo.org.tr/pdf/3818.pdf

W.Adorno, Theodor, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi, (Çev: Nihat Ünler, Mustafa Tüzel, Elçin Gen), İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s.140.

Wallerstein, Immanuel, Jeopolitik ve Jeokültür, İz Yayıncılık, İstanbul, 1993, s.47. Wallerstein, Immanuel, Dünya Sistemleri Analizi Bir Giriş, (Çev : Ender Abadoğlu), Aram Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.45.

Yılmaz, Veli, Jeo-Astrol Politikalar, Harp Akademileri Yayınları, İstanbul, 2005, s.259.

IHS Jane’s Fighting Ships, 2012-2013 Edition.
http://www.mapsofworld.com/thematic-maps/economy-maps/world-economicclassification.html
www.globalsecurity.org/military/library/policy/navy/nrtc/12018_ch20.pdf
http://people.hofstra.edu
www.wto.org

“Sea Power”, http://www.globalsecurity.org/military/ops/sea.htm
http://www.mapsofworld.com/world-maps/image/world-city-map.jpg
Clay Dillow, The Most Technologically Advanced Warship Ever Built, 10.16.2012, Popular
Science, http://www.popsci.com/category/tags/zumwal


DİPNOTLAR;


1 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s.34.
2 Alfred Thayer Mahan, Deniz Gücünün Tarih Üzerine Etkisi, (Çev: Kerem Fındık, Melahat Fındık), Q Matris Yayınları, İstanbul, 2003, s.46.
3 Sun Tzu, The Art of War, (Çev : Thomas Cleary), Oxford University Press, Boston, 1988, s.41.
4 Veli Yılmaz, Jeo-Astrol Politikalar, Harp Akademileri Yayınları, İstanbul, 2005, s.259.
5 Carl Won Clausewitz, Harp Üzerine, (Çev: Fahri Çeliker), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara, 1984, s.145.
6 B.H. Liddell Hart, Strateji Dolaylı Tutum, (Çev: (E) Korgeneral Cemal Enginsoy), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara, 2002, s.249.
7 Beril Dedeoğlu, Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Boyut Kitapları, İstanbul, 2003, s.56.
8 Ömer Dinçer, Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, Alfa Yayınları, İstanbul, 2007,s.22.
9 İbn-i Haldun, Mukaddime, (Çev: Süleyman Uludağ), Dergah Yayınları, Ankara, 2005, s.214.
10 Peter F. Drucker, Gelecek İçin Yönetim 1990’lar ve Sonrası, (Çev: Fikret Üçcan), Türkiye İş Bankası Kültür
   Yayınları, İstanbul, 2005, s.337-376.
11 Norman Friedman, Seapower as strategy: navies and national interests,, Cambridge University Press, Annapolis, 2001, s.7.
12 http://www.mapsofworld.com/thematic-maps/economy-maps/world-economic-classification.html
13 Zbigniew Brezinski, Tercih, (Çev: Cem Küçük), İnkilap Yayınevi, İstanbul, 2004, s.7.
14 Henry Kissinger, Diplomasi, (Çev: İbrahim H.Kurt), Türkiye İş Bankası Yayınlar, İstanbul, 2002, s.16.
15 Richard A. Falk, Dünya Düzeni Nereye, (Çev : Neşenur Domaniç), Metis Yayınları, İstanbul, 2005, s.18; Noam Chomsyky, Dünya Düzeni: Eskisi Yenisi, (Çev : Ali Çakıroğlu), Metis Yayınları, İstanbul, 2000, s.15; Immanuel Wallerstein, Genel Bunalımın Dinamikleri, (Çev : F.Akar), Belge Yayınları, İstanbul, 1984.
16 Collin S Gray–Geoffrey Sloan, Jeopolitik Strateji ve Coğrafya, (Çev : Tuğrul Karabacak), Avrasya Stratejik Araştırmalar Vakfı Yayınları, Ankara, 2003, s.2.
17 H.J. Mackinder, “Geography, an Art and Philosophy”, Geography 27, s.129-130.
18 Davutoğlu, a.g.e. , s.109.
19 Yılmaz Tezkan, Jeopolitik Yazılar, Ülke Kitapları, İstanbul, 2007, s.24.
20 Kenan Arıbaş, Küresel Çağda Siyasi Coğrafya, Konya, 2007, s.17.
21 Arıbaş, a.g.e., s. 22.
22 www.globalsecurity.org/military/library/policy/navy/nrtc/12018_ch20.pdf
23 Mahan, a.g.e., s.17.
24 William E.Livezey, Mahan’a Göre Deniz Gücü, (Çev: İlyas Fidan), Harp Akademileri Yayınları, İstanbul, 1979.
25 Mahan, a.g.e., s.56.
26 http://people.hofstra.edu
27 Dünya Ticaret Örgütü, www.wto.org
28 Zekai Ökte, “Türk Denizciliğinin ve Deniz Ticaretinin Tarihi Gelişimi”, Belgelerle Türk Tarihi, Ocak, 2004, Sayı 84, s.88.
29 Robert B. Drows, Dünyayı Değiştiren Kitaplar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1980, s. 168.
30 Mahan, a.g.e., s.46.
31 Edward Mead Earle, Modern Stratejinin Yaratıcıları, (Çev : Demirhan Erdem), Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara, 2003, s.349
32 Mahan, a.g.e., s. 51-91.
33 “Sea Power”, http://www.globalsecurity.org/military/ops/sea.htm
34 James CABLE, Gunboat Diplomacy 1919-1991, New York, 1994, s.32.
35 Friedman, a.g.e., s.14-33.
36 Friedman, a.g.e., s.1.
37 http://www.mapsofworld.com/world-maps/image/world-city-map.jpg
38 Yalçın Ünsan, “Dünya Deniz Ticareti ve Öngörüler”, http://www.e-kutuphane.imo.org.tr/pdf/3818.pdf
39 Immanuel Wallerstein, Dünya Sistemleri Analizi Bir Giriş, (Çev : Ender Abadoğlu), Aram Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.45.
40 Immanuel Wallerstein, Jeopolitik ve Jeokültür, İz Yayıncılık, İstanbul, 1993, s.47.
41 http://people.hofstra.edu
42 Eric Hobsbawm, İmparatorluk Çağı, (Çev: Vedat Aslan), Dost Kitapevi, Ankara, 2003,
43 Hermann Kinder, Dünya Tarihi Atlası, (Çev: Leyla Uslu), Ankara, 2006, s.376.
44 Geoffrey Till, “Naval Transformation, Ground Forces, and The Expeditionary Impulse: The Sea Basing Debate”,
     http://www.strategicstudiesinstitute.army.mil/pdffiles/PUB743.pdf
45 Conrad C. Lautenbacher, “Optimizing Naval Forces Fr Twenty First Century Challanges: Modernization Priorities
    and Consideration”, The Role of Naval Forces in XXI.st Century Operations, (Ed: Richard H.Shultz Jr., Robert L.
    Pfaltzgraff), Brasseys, 2000, s. 195-205.
46 James Cable, Diplomacy at Sea, Annapolis, 1985, s.3.
47 K.Booth, Navies and Foreign Policy, New York, 1970, s.50.
48 “Sea Power”, http://www.globalsecurity.org/military/ops/sea.htm.
49 Friedman, a.g.e., s.6.
50 Amiral Vern Clark, “Açılış Konuşması”, Uluslararası Deniz Gücü Sempozyumu, Newport, 2003.
51 “Sea Power”, http://www.globalsecurity.org/military/ops/sea.htm.
52 Peter J. Katzenstein, Rethinking Japanese Security: Internal and External Dimensions, New York, Routledge, 2008.
53 Livezey, a.g.e. , s.25.
54 Ahmet Davutoğlu, “Jeopolitik Teoriler Çercevesinde Dünya Kuvvet Dengesi ve Ortadoğu”, İlim ve Sanat
    Dergisi, Mart, 1986, s.9-14.
55 Theodor W.Adorno, Kültür Endüstrisi Kültür Yönetimi, (Çev: Nihat Ünler, Mustafa Tüzel, Elçin Gen),
     İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s.140.
56 Necdet Tunçbilek, Dünya Nüfus Dinamiği, İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü
    Yayınları, İstanbul, 1998, s.XXI0
57 İlber Ortaylı, Avrupa ve Biz, Turhan Kitabevi, s. 198.
58 Mahan, a.g.e., s.48.
59 Drows, a.g.e., s.178.
60 Norman Davies, Avrupa Tarihi, (Çev: Mehmet Ali Kılıçbay), İmge Kitapevi, İstanbul, 2006, s.511.
61 Bradford Ernle, Akdeniz: Bir Denizin Portresi, (Çev.: Ahmet Fehmi), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
    İstanbul, 2004, s.347.
62 Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, (Çev : Birtane Karanakçı), Türkiye İş Bankası
    Yayınları, Ankara, 1991, s.12.
63 Livezey, a.g.e., s.73.
64 Paul Kennedy, “The Rise and Fall of Navies”, International Herald Tribune, 5 Nisan 2007.
65 Yücel Bozdağoğlu- Çınar Özen, “Liberalizmden Neoliberalizme Güç Olgusu ve Sistemik Bağımlılık”,
    Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt1 Sayı 4 Kış, 2004 , ss.60-70.
66 Davutoğlu, a.g.e., s. 16
67 Joseph S. Nye Jr, Amerikan Gücünün Paradoksu, İstanbul, Literatür Yayıncılık, 2003, ss. 10- 11.
68 Atilla Eralp (der), Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde Temel Kavramlar, İstanbul, İletişim, 2005, ss. 155-157.
69 Eralp, a.g.e., s. 158-159.
70 Nye Jr, a.g.e., s.19
71 Tayyar Arı, Uluslararsı İlişkiler Teorileri, İstanbul, Alfa, 2.Baskı, 2002, s.318
72 Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası Amerika’nın Önceliği ve Bunun Jeostratejik Gerekleri,
    İstanbul, Sabah, 1998, s. 13
73 Edward Said, “Kültür ve Emperyalizm”, Kozmopolitan Dergisi, Toronto, York Üniversitesi,
     www.kozmoplitan.com.tr , 25.08. 2006
74 IHS Jane’s Fighting Ships, 2012-2013 Edition.
75 Clay Dillow, The Most Technologically Advanced Warship Ever Built, 10.16.2012, Popular Science,
    http://www.popsci.com/category/tags/zumwalt
76 Dillow, a.g.m., s.1.
77 Taarruz eden için, dengesi bozulacak kadar güç harcamak; savunan için, geri dönülemeyecek kadar hasar
78 Burcu Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası: Kuram ve Siyasa, Ankara, İmge, 1999, ss. 194-195.

***