8 Nisan 2016 Cuma

Son Kullanma Tarihi...



Son Kullanma Tarihi... 



Ali İhsan Gürcihan
Açık İstihbarat
Tarih:27/11/2013 
Türü:İç Politika 


 Demokrasi ayıbı,utanç verici bir tartışma ama gerçekleri de tüm çıplaklığı ile anlama fırsatı veren tartışmalardan birini yaşıyoruz.

Neden mi aldatmaca ya da saptırma ;

Eğitim meselesini dershaneler üzerinden tartışmak bu Ülke’de sıkça yaşadığımız toplumu hafife alan alaycı yaklaşımlardan  sadece bir tanesidir.

Aslında iktidarın gerçek amacı, bugüne kadar kullandığı ancak artık daha fazla ihtiyacı kalmadığı diğer bir deyişle kendi açısından “Son Kullanma Tarihi” dolan Cemaat odaklı gücün bundan böyle kayıtsız ve şartsız AKP otoritesine biat etmesini sağlamaktır

Görünürde dershaneler üzerinden bir tartışma sürüp gidiyor.

Cumhurbaşkanı’ndan tutun, Başbakan’a, bakanlara, bakanlık bürokratlarına kadar herkes çıkıyor birbirinden tutarsız ve anlamsız bir şeyler söyleyerek insanların kafasını karıştırıyor.

Onlar yetmiyormuş gibi televizyon dizisi haline dönüşen tartışma proğramlarına kimi Cemaatçi,kimi Başbakan’cı “ Dizi artisti aynı model akademisyen ve yorumcular” çıkıyor meselenin aslına dokunmaksızın konuyu kendi çıkarları doğrultusunda saptırarak ve abartarak ya Cemaat ya da AKP çığırtkanlığı yapıp duruyor.  

Demokrasi ayıbı,utanç verici bir tartışma ama gerçekleri de tüm çıplaklığı ile anlama fırsatı veren tartışmalardan birini yaşıyoruz.

Neden mi aldatmaca ya da saptırma?

Eğitim meselesini dershaneler üzerinden tartışmak bu Ülke’de sıkça yaşadığımız toplumu hafife alan alaycı yaklaşımlardan  sadece bir tanesidir.

Aslında iktidarın gerçek amacı, bugüne kadar kullandığı ancak artık daha fazla ihtiyacı kalmadığı diğer bir deyişle kendi açısından “Son kullanma tarihi” dolan Cemaat odaklı gücün bundan böyle kayıtsız ve şartsız AKP otoritesine biat etmesini sağlamaktır.

Eğer mesele gerçekten dershaneler olsa idi,tartışmada eğitim sistemimizin bir bütün halinde ele alınması gerekirdi.

Okullardaki eğitim ve öğretim ile sınav sistemleri arasındaki uyumsuzluğun nasıl aşılması gerektiği, okullar ve bölgeler arasında eğitim seviye ve kalitesindeki dengesizliğin nasıl giderileceği,öğretmen yetiştirme ve seçimindeki kalitenin  nasıl arttırılacağı, Cumhuriyet Türkiye’si açısından büyük önemi olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun (Öğretim Birliği Yasası) özüne nasıl sahip çıkılması gerektiği tartışılırdı.

İşte bu nedenle dershane tartışması saklı ve örtülü amacı olan,toplumu ve gerçek eğitimcileri alaya alan  büyük bir  aldatmacadır.

İşin esas vahim ve üzücü tarafı da ; 

Cumhuriyet Türkiye’sinde milli olarak ele alınması gereken eğitim ya da eğitime ait bir konu, ne kadar utandırıcıdır ki,artık günümüzde Cemaat odaklı olarak tartışılır ve şekillenir bir hale getirilmiştir.

Daha da ötesi,bu tartışma ve sürtüşme ortaya çıkıncaya kadar da İktidar ve Cemaat arasında uyumlu bir çalışma ve işbirliği yapıldığı, Cemaatin her istediğinin de yerine getirildiği bizzat Başbakan’ın sözlerinden anlaşılmıştır.

Kısacası  geçmiş ” Vesayet İddialarımızı” doğrulayan bu tartışma ;

AKP ve Cemaat’in, Cumhuriyetle Hesaplaşma gibi ortak bir amaç uğruna yakın zamana kadar, karşılıklı olarak birbirlerini nasıl kullandıklarını ve bu nedenle de iktidarın cemaat vesayetini kabullendiğini açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır.

Asker vesayetini kaldırdığını iddia ederek demokrasi kahramanı geçinenlerin, Cumhuriyetle hesaplaşmak için hangi güç odakları ile işbirliği yaptığı,bizleri nasıl aldattığı ve de yönettiği ortadadır. 

Ancak gelinen aşamada,bu güçlerin oyununu kimlerin neden bozmak istediğini , 2014’e girerken Cemaatin mi yoksa AKP’nin mi ”Son kullanma tarihi” nin  yaklaştığını ve başlayacak yeni dönemi de çok iyi sorgulamamız gerekir.

Dengeler bir kere bozulmaya görsün.

Ortaya neler  döküleceğini, kimlerin ayağının kayacağını ve de kimlerin yön değiştireceğini kestirmek mümkün değildir artık..


27.11.2011

http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10436

.

Kahramanlığa Bak : PKK'ya Rağmen Barzani ile Görüşecek




Kahramanlığa Bak : PKK'ya Rağmen Barzani ile Görüşecek 



Selcan Taşçı
Tarih:22/11/2013
Türü:İç Politika 


Ta 1966’da

" İstiklal davamızı bir gün muhakkak kazanacağız.

’Kürdistan’haritasını dünya milletlerine kabul ettireceğiz.
Irak’tan sonra ikinci mücadele cephemiz Türkiye olacaktır.
Fakat bu mücadele için zaman çok erkendir ", diyerek, eski ABD Başkanı Woodrow Wilson’un 1920 tarihli haritasına bağlılığını ortaya koyan Molla Mustafa Barzani’nin; Türkiye’yi, "PKK’ya dönük operasyonlarını durdurmazsa Diyarbakır ve diğer kentlerine karışmakla" tehdit eden oğlu Mesut Barzani, meğer "terörle mücadelemizdeki müttefikimiz"miş!

23.11.2013

Başbakan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan bir tür " Önleyici Müdahale "de bulunarak 

" Erdoğan-Barzani buluşmasının Diyarbakır’da olmasına negatif anlamlar yüklenmesinin haksızlık olacağını " söylüyor.

Yarası olan gocunur.


***

Akdoğan, öyle bir Barzani profili çiziyor ki, hiç tanımasak, bilmesek mahallenin "Fahriye Abla"sı sanacağız ; Ne güzel, ne şirin, ne vefalı komşumuzdun sen!..


Ta 1966’da 

"İstiklal davamızı bir gün muhakkak kazanacağız.
’Kürdistan’haritasını dünya milletlerine kabul ettireceğiz.
Irak’tan sonra ikinci mücadele cephemiz Türkiye olacaktır.
Fakat bu mücadele için zaman çok erkendir" 

diyerek, eski ABD Başkanı Woodrow Wilson’un 1920 tarihli haritasına bağlılığını ortaya koyan Molla Mustafa Barzani’nin; Türkiye’yi, "PKK’ya dönük operasyonlarını durdurmazsa Diyarbakır ve diğer kentlerine karışmakla" tehdit eden oğlu Mesut Barzani, meğer "terörle mücadelemizdeki müttefikimiz"miş!


İnsanın aklıyla, zekasıyla dalga geçmeyin bari;


Çok değil 2006 senesinde, aynı Barzani’ye "aşiret şeyhi, postal öpücü, terör destekçisi" diyen siz değil miydiniz?


Peki ya, çok değil 2007 senesinde aynı Barzani için "muhatabımız olamaz, terör örgütüne yataklık yapıyor" diyen?


" Telekinezi " marifetiyle söylemediniz herhalde bu sözleri!


***


En garabet tutum, Erdoğan’ın 

"Bir parçası Türkiye’den koparılarak kurulması hayal edilen Büyük Kürdistan’ın başkenti varsayılan Diyarbakır’da, ’Büyük Kürdistan projesi’nin taşeronu Barzani ile buluşmasından, ’Bu buluşma Öcalan’ı, PKK’yı kızdırma pahasına gerçekleşiyor’ diye bir kahramanlık(!) hikayesi çıkarmaya" çalışmaları!

Pardon ama;

1"Kürt sorunu"nu kim icat etti? ABD!


CIA Başkanı Stansfield Turner’ın isteğiyle hazırlanan 20 Ağustos 1979 tarihli raporun başlığı "The Kurdish Problem in Perspective". "Derinlemesine Kürt Sorunu"nun ele alındığı bu raporun hemen akabinde, ABD Ankara Büyükelçiliğinden Washington’a giden kripto şöyle:

"Türkiye’nin bölünme süreci, Kürtlerin ayrı bir etnik topluluk olduğunu kabulden geçiyor!"

2. PKK’ya kim yol verdi? ABD!


1980’lerin başında, "ABD’nin gücünü tüm dünyaya ispat etmek ve hegemonyasını hâkim kılmak" üzere iktidara gelen neo-conlar, SSCB’nin İran’la beraber Körfez bölgesine müdahalesini engellemek için, Türk askerini SSCB birliklerinin dibine konuşlandıracak bir tehdit üretti:


PKK Bekaa’ya yerleştirildi.


3.Körfez işgali sırasında Irak’ı 36.Paralelin güneyine hapsederek, "Kuzey Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi" nin temelini atan ve Barzani’yi "siyasi lider"e dönüştüren kim peki? Aaa yine ABD!


Mazileri ta "baba Barzani"ye kadar uzanıyor da, "oğul Barzani"nin kaderi şüphesiz Yahudi kökenli "neo-con"ların işbaşı yapması ve Irak Kürtleri ile İsrail’in "ortak çıkarları"nı keşfi ile değişti.

ABD ile Irak arasında "diplomatik ilişki"nin bulunmadığı 1983 yılında Bağdad’daki Belçika Büyükelçiliği’nin Amerikan görevlisi William Eagleton, Barzani kamplarında PKK’lılar ile "iyi ilişkiler" geliştiriyordu.

PKK ile Irak Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) arasında imzalanan "dayanışma protokolü" ile PKK "Irak-Türkiye geçişi"ne kavuştu.

1991’de Irak’taki otorite boşluğunu fırsat bilen KDP, Irak ordusuna ait silah ve mühimmatı PKK’ya aktardı.


PKK " aba altındaki sopa ", Barzani " Siyasi kukla " kılığında; ama nihayetinde ikisi de ABD’nin elinde kullanım sıraları konjonktüre göre değişen birer siyasi maşa!


İktidar bu " Kumalık Yarışı" ndan medet umacak kadar düştüyse; vah bize, vahlar bize!


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10434


.

Ata'mızı Anarken


Ata'mızı Anarken 


Ali İhsan Gürcihan 
Açık İstihbarat
Tarih:10/11/2013
Türü:İç Politika 
www.acikistihbarat.com
09.11.2013


 Evet,bu anlamlı ve vefalı söylem tarzı günümüze kadar şekil bakımından hiç değişmemiştir.

            Anma törenleri de aynı ciddiyetle,hatta teknolojinin sağladığ imkanlarla her geçen gün daha da renkli bir şekilde yerine getirilmiştir.

            Ancak, Atatürk ve Arkadaşları’nın yarattığı Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine ve  değerlerine,bu törenlerde ifade edilen söylemlerin özüne uyan aynı samimi yaklaşım ve sadakatle sahip çıkılmış mıdır?

            Yarın 10 Kasım ;

            ATAMIZ’ın,kendi deyişi ile “Bir Fani’nin”  aramızdan bedenen ayrılışının 75 nci yılını anıyoruz. 
           
             60 yıla yaklaşan bir süredir katıldığım bu anma törenlerinin değişmeyen en önemli söylemi ve asıl teması nedir diye özetleyecek olursam ;
            
            “ Her insan gibi Atatürk’de ölmüştür.Ancak O Büyük İnsan,
              düşünceleri ve devrimleri ile sonsuza dek aramızda yaşatılacaktır.
              Kurduğu Cumhuriyet  ve onun kuruluş felsefesine sadakat göstermek de  Türk Vatandaşı olarak hepimin en önemli görevidir.”    

            Evet,bu anlamlı ve vefalı söylem tarzı günümüze kadar şekil bakımından hiç değişmemiştir.

            Anma törenleri de aynı ciddiyetle,hatta teknolojinin sağladığ imkanlarla her geçen gün daha da renkli bir şekilde yerine getirilmiştir.

            Ancak, Atatürk ve Arkadaşları’nın yarattığı Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine ve  değerlerine,bu törenlerde ifade edilen söylemlerin özüne uyan aynı samimi yaklaşım ve sadakatle sahip çıkılmış mıdır? 
           
            Ne yazık ki,geldiğimiz bu noktada ve ortamda,böyle bir soruya olumlu cevap verebilmek üzücü de olsa çok zordur.
        
            Bir yanda 10 Kasım’lar da Atatürk’ü anmaya devam ederken,diğer yanda; Alternatif tarih yazarak Atatürk’ü yıpratmayı hedef alan sözde aydınların ve siyasilerin baş tacı edildiği, 

            Atatürk’le özdeşleşen “ Ne Mutlu Türküm “ söyleminden rahatsızlık duyulduğu, siluetinin” Devlet Nişanı”ndan dahi dışlandığı,  

            Tarikat ve Cemaat ürünü olarak GÜÇ ODAĞI haline gelen sermayenin, siyasetin ve basının Cumhuriyet’le hesaplaşmaya ve onun kurumlarına da saldırmaya devam ettiği,

            Cumhuriyet’in Kuruluş Felsefesi ve Cumhuriyet kazanımlarının ,hiç çekinmeden bir yerinden delinip ihlal edildiği bir ortamda ;

            Saat dokuzu beş geçe saygı duruşunda iken Atatürk’ün bize emanet ettiği değerlerle ilgili samimiyet ve sadakat duygularımızı da sorgulamamız gerekmektedir.





..

" Asrın Projesini " Açıp, Üsküdar'ın Trafiğinde Boğulmak





" Asrın Projesini " Açıp, Üsküdar'ın Trafiğinde Boğulmak



Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat
Tarih:29/10/2013  
Türü:İç Politika 


Abdullah Gül, direksiyona aniden geçip oturuverdi! Oysa az önce gülümseyerek ve acele etmeden ağır ağır yürüyordu. O ne sessiz ve derinden gidiştir öyle? Birden makinist koltuğunda görüverdik kendisini..Tayyip Erdoğan ve eşi ayakta kaldılar. Meclis Başkanı Cemil Çiçek de öyle..


***

29 Ekim'de bu kez ters şeride girdim...

Yani, vatandaşların kendi aralarında organize ettiği ve polisten bolca dayak yediği Cumhuriyet kutlamalarına değil, "asrın projesinin" "asrın lideri" tarafından açıldığı törene gittim.

Açılış törenini, Üsküdar Meydanı ve Boğaz'a hakim bir lokantanın terasında üst sınıf "hüloooğğ"larla izledim. Ellerinde android telefonlar, tablet bilgisayarlar; başlarında ipek eşarplar vardı.

Eşleri de kırpık bıyıklı, köfte dudaklı, gümüş yüzüklü erkekler olmakla birlikte, belli ki ihalelerden pay kapmış, semirmiş insanlardı. Cüzdanları kalındı ve kendi akıllı telefonlarıyla ipek eşarplı eşlerinin fotoğraflarını çekip durdular.

Ümraniye, Sultanbeyli, Kazılçeşme gibi semtlerden otobüslerle getirilen alt düzey "hüloooğğlar" ise bu lokantanın tuvaletini bile kullanamadılar, çünkü yolunu bilmiyorlardı. Onlar, tuvalet ihtiyaçlarını Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara'nın meydana kurdurduğu seyyar tuvaletlerde giderdiler. Biz, üsy düzey "hüloooğğğ"larla birlikte fajita ve isli somon yerken, onlar AKP teşkilatının naylon torbalarda dağıttığı kumanyalarla karın doyurdular..

Bizim lokantadaki kadınların ayakkabıları en az Nine-West, çantaları ise en az Kippling marka idi..Aşağıdaki hüloğğlar, Ümraniye Son Durak'taki Hangar mağazasında çifti 20 liraya satılan ayakkabılardan giymişlerdi.

Çocukluğumun unutulmaz dizisi, BBC yapımı "Yukarıdakiler-Aşağıdakiler" geldi aklıma. Demek bin yıl da geçse değişen bir şey olmayacaktı..

İzlenimlerime geçiyorum.

*Tayyip Bey'i yorgun gördüm. Genellikle bu tür törenlerde enerjisinin zirvesinde olur, bu kez solgundu ve konuşmasında uzun süredir ilk kez "onlar, biz, üç koyun gütmemişler, bahtsız bedeviler, en iyi biz, biliriz, bu da size kapak olsun" vs. gibi kendine has üslubunu konuşturmadı.

*Konuşma sırası devlet protokolüne uygun biçimde yapıldı. Belediye Başkanı, Bakan, Başbakan, konuk ülke başbakanları, Meclis Başkanı, konuk ülke cumhurbaşkanı ve Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı sırayla konuştular.

*Yabancı ülkelerden en üst düzey katılım Sudan Cumhurbaşkanıydı. Müteahit ülke olduğu için Japonya Başbakanını saymazsak, bir de Romanya Başbakanı vardı ki onun ne gibi bir alakâ ile törende bulunduğunu bilemedim. AKP iktidarına en yakın Katar Hükümeti bile bakan düzeyinde katılmıştı. Kazakistan ve o ayardaki diğer ülkeler bakan yardımcısı yollamakla yetindiler.

*Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan birbirlerinin yüzüne bir kez bile bakmadılar, bir kez bile konuşmadılar. Sadece törenin sonunda, Diyanet İşleri Başkanı dua okumadan önce Abdullah Gül, miktrofonu alıp Başbakan'a bir soru sordu ama mikrofonun sesi kısık olduğu için ne sorduğu anlaşılamadı.

*Mikrofon sesi kısıklığı da biraz ilginçti, zira Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve Başbakan Erdoğan konuşurken sesleri İcadiye sırtlarından bile duyulurken, konuk devlet adamları ve Abdullah Gül'ün konuşması sırasında mikrofonun sesi kısıldı. Sadece ön sıralarda olanlar duyabildi. Sudan Cumhurbaşkanı, zaten kimsenin dinlemediği konuşmasını biraz uzun tutunca Abdullah Bey'in yüzü asıldı ,çünkü konuşma sırası daha kendisine gelmeden meydandaki kalabalık dağılmaya başlamıştı...

*Abdullah Gül anons edildiğinde bizim Boğaz'a nazır lokantanın sosyete hüloğğlarından cılız bir alkış yükseldi. Tayyip Erdoğan anons edildiğinde ise bütün lokanta ayakta alkışladı.

*"Asrin lideri Erdogan ve diger devlet erkânı birazdan burada olacak" şeklindeki anons da ilginçti..Erdogan bir yana,devlet erkânı  bir yana! Koskoca cumhurbaşkanının adını bile söylemediler..Aynı şekilde, Gül ve Erdoğan birlikte sahnedeyken, "İşte asrın projesinin mimarı" denilerek Erdoğan anons edildi...

*"Abdülmecid Han'ın başlattığı, Abdülhamid Han'ın ilk projesini çizdirdiği 150 yıllık rüya" olarak takdim edilen açılışın deniz tarafındaki desteği biraz cılız kaldı. Ki böyle bir törene Donanma'nın denizden yapacağı 100 pare top atışı yakışırdı!Denizcilerin neredeyse tümünü hapise attıları için mi bilmiyorum ama üç beş balıkçı teknesi ve sahil koruma hücumbotlarından korna çalınmasıyla yetinildi...

*Tören bitiminde devlet ricali, Marmara Denizi'nin altında geçip Avrupa'ya ulaşacak ilk trene bindiler. Bu "tarihi yolculuğu" kaçırmak istemeyen diğer resmi zevatın da izdiham yaratmasıyla bir miktar itiş-kakış yaşandı. O karambolde Abdullah Gül, direksiyona aniden geçip oturuverdi! Oysa az önce gülümseyerek ve acele etmeden ağır ağır yürüyordu. O ne sessiz ve derinden gidiştir öyle? Birden makinist koltuğunda görüverdik kendisini..Tayyip Erdoğan ve eşi ayakta kaldılar. Meclis Başkanı Cemil Çiçek de öyle..

*Bizim de muradımız, AKP sosyetesi ile birlikte devlet ricalinin bindiği ilk sefere değilse de ikinci veya üçüncüsüne katılıp Marmaray Projesini ilk geçen vatandaşlar arasına girmekti ki, aşağıdaki ahalinin arasına inince ne görelim?!.. İstasyonun ana kapısı kurşuni sac perdelerle kapatılıp önüne polis dikilmişti! "Ne yani biz binemeyecek miyiz şimdi?" diyen vatandaşlarla, polis ve belediye görevlileri arasında yer yer tartışmalar yaşanıyordu..

*Tayyip Bey, " Asrın projesine" aç-kapa yapmıştı. Bu durum, "Töreni 29 Ekim'e yetiştirmek için tamamlanmamış inşaatı açıyorlar, risk var" diyenleri haklı çıkaracak bir durum değil miydi? Demek ki maksat sadece 29 Ekim'de kurdela kesmekti, seferler henüz başlamamıştı.

*Tören alanı dağılıp da çevre semtlerden gelenler evlerine dönmeye kalkışınca Üsküdar'da tam bir cehennem yaşandı. Dolmuş ve otobüs duraklarında yüzlerce metre kuyruklar oluştu. Zeynep Kamil, Doğancılar, Salacak arterleri tamamen tıkandı. Ahmediye göbeği kilitlendi. Kadıköy'e kadar uzanan bir araç filosu oluştu.

*Nuhkuyusu'na kadar yürüyüp oradan bulduğumuz bir taksi ile normal şartlarda Üsküdar meydanına araçla on dakika olan evimize iki saatte dönebildik. "Asrın projesini" aç, Üsküdar deresini geçerken boğul!

Fatma Sibel Yüksek,
Açık istihbarat,
twitter.com/fasibel


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10427

..

Yaralı ve Hüzünlü Bir Cumhuriyet






Yaralı ve Hüzünlü Bir Cumhuriyet 


Ali İhsan Gürcihan
Açık İstihbarat
Tarih:28/10/2013 
Türü:İç Politika 


 Çok özel senaryo ve yöntemlerle Türk Silahlı Kuvvetleri yıpratılırken ve yok yerine konurken,bunu içine sindirebilen” Kamu Personeli”nin üst düzey yetkili makamları işgal ettiği, sahte demokrasi söylemleri altında üniter ve laik yapının dönüştürülmeye gayret edildiği, açılım söylemleri ile bebek katillerinin dahi muhatap alındığı,Ülke adına bu katillerle  mücadele eden Askerler’in ise özel senaryolarla hapislerde çürütüldüğü,  Oy uğruna Ülkenin bir yarısını diğeri ile   karşı karşıya konmaktan çekinilmediği YARALI ve HÜZÜNLÜ BİR CUMHURİYETİ kutluyoruz.

Cumhuriyet’in 90 ıncı yılını kutluyoruz.

Hangi Cumhuriyet’in ;

Vefasız siyasilerin,bürokratların ve de aydınların,doğru,yanlış demeden geçmişi sürekli suçladığı, sıkıntılı günlerin şartlarını düşünmeyen densizlerin,yapılmış her şeye ve özveri ile hizmet etmiş tarihi şahsiyetlere vefasızca dil uzattığı ve de saldırdığı, kindar yetkililerin,Cumhuriyet değerleri ve kurumları ile bitmeyen bir hesaplaş ma içerisine girdiği,

çok özel senaryo ve yöntemlerle Türk Silahlı Kuvvetleri yıpratılırken ve yok yerine konurken,bunu içine sindirebilen” Kamu Personeli”nin üst düzey yetkili makamları işgal ettiği, sahte demokrasi söylemleri altında üniter ve laik yapının dönüştürülmeye gayret edildiği, açılım söylemleri ile bebek katillerinin dahi muhatap alındığı,Ülke adına bu katillerle  mücadele eden Askerler’in ise özel senaryolarla hapislerde çürütüldüğü,    

Oy uğruna Ülkenin bir yarısını diğeri ile   karşı karşıya konmaktan çekinilmediği YARALI ve HÜZÜNLÜ BİR CUMHURİYETİ kutluyoruz.

Aslında hepimiz biliyoruz ki,Cumhuriyet Bayramı ; Ona doğrudan ya da dolaylı yollarla saldıranların değil, Onunla var olmanın  ve onu yaşatmanın onur ve kıvancını doyasıya hissedebilen ve onun yarattığı değerlere  sadakat duyabilenlerin, coşku içinde kutlayacakları bir bayramdır.

Kısacası ve açıkçası ;

Cumhuriyet’in üniter yapısına,bayrağına,diline,anayasal çizgisine ve onun kuruluş felsefesine sadakat duyup sahip çıkmadıkça Cumhuriyet’i sadece törenlerle kutlamanın hiçbir anlamı yoktur. 

O nedenle bu Bayram ;      

Demokrasi söylemleri arkasına sığınarak Milli ve Ulusal Değerlerimize saldıran ya da makam mevki için onlarla işbirliği yapan Cumhuriyet  özürlü  sahte demokratlar ve “Kamu görevlileri” nin bayramı değil, 

Hem DEMOKRASİ hem de CUMHURİYET’in  kıymetini bilerek Cumhuriyet değerlerine sahip çıkabilen,egemen olma hakkını her türlü şartta muhafaza edebilen ve  de TÜRK MİLLETİ adına sivil ya da asker olarak onurumuzu koruyabilen gerçek demokratların bayramıdır.

CUMHURİYET BAYRAMI KUTLU OLSUN.
28.10.2013

http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10426

..


Önder Aytaç Bu Gidişle Aydınlık'ta Yazacak




Önder Aytaç Bu Gidişle Aydınlık'ta Yazacak 


Açık İstihbarat
Tarih:25/10/2013 
Türü:İç Politika 




 Aşağıdaki yazı ; AKP iktidarına yıllarca müstahdemlik yapıp, AKP-Cemaat kavgası sonrasında işinden gücünde olunca, muhalefet safhına geçen, Fetullah Gülen'in kuluçka makinasının en nadide ürünlerinden Önder Aytaç'a ait.

Yıllardır zenginleşmesi için hizmet ettikleri Erdoğan'ı şimdi Karun gibi zenginleşmekle suçluyorlar.
Tayyip Erdoğan'ın işçilik sınavına giriş belgesini yayınlayıp, ucundan diğer ve daha hassas belgelerin ucunu gösteriyorlar. 

İktidar yorgan yırtılınca  mabadı açıkta kalan bu utanmaz adamların yazdıklarını hayretler içinde okuyoruz. Bu gidişle Önder Aytaç Aydınlık'ta yazmaya başlarsa şaşmayın.

Aşağıdaki yazıyı bir Ulusalcı yazıyı yazmadı.

Aşağıdaki yazı ; AKP iktidarına yıllarca müstahdemlik yapıp, AKP-Cemaat kavgası sonrasında işinden gücünde olunca, muhalefet safhına geçen, Fetullah Gülen'in kuluçka makinasının en nadide ürünlerinden Önder Aytaç'a ait.

Yıllardır zenginleşmesi için hizmet ettikleri Erdoğan'ı şimdi Karun gibi zenginleşmekle suçluyorlar. 
Tayyip Erdoğan'ın işçilik sınavına giriş belgesini yayınlayıp, ucundan diğer ve daha hassas belgelerin ucunu gösteriyorlar. 

İktidar yorgan yırtılınca  mabadı açıkta kalan bu utanmaz adamların yazdıklarını hayretler içinde okuyoruz. Bu gidişle Önder Aytaç Aydınlık'ta yazmaya başlarsa şaşmayın.

İşte Önder Aytaç'ın, Aydınlık'ta yayınlanmaya aday "Başbakan, Müslüman Milli Şef mi?" yazısı.

Açık İstihbarat

***

Gözümüz yok, Allah daha çok versin!

70-80 metrekare gecekondudan 10-15 yılda dünyanın en zengin başbakanlarından olmak kolay olmasa gerek,

Takdir edilesi bir servet biriktirme çabası...

Damlaya damlaya göl, para sayarken parmağını yalaya yalaya okyanus olur!

Harun gibi gelip Karun gibi olmak nasıl bir duygudur acep?

Bence bir plan da olmalı...

A Planı, Cumhurbaşkanı olmak.

B Planı, Cumhurbaşkanı olamazsa ki bu ihtimal her geçen gün büyüyerek realize oluyor, bir cemaat lideri olmak. 

A planı olursa olur, olmazsa çay yapmayız, Şeyh oluruz! Siyaseten Başbakan Cumhurbaşkanı olabilirsiniz ama siyaseten bir Şeyh, bir lider, bir manevi önder olma çok da mümkün değil. Bana inanmıyorsanız muhterem hocam –Allah ömürlerine ömür katsın ve başımızdan eksik etmesin- Osman Nuri Topbaş Hocam'a sorun...

Daha doğrusu olursunuz da foyanız çok çabuk meydana çıkar. Cemaattan biri bir gün bir ikindi sohbetinde pat diye –lak diye- bir soru sorar. Cevabını veremezsen yandı gülüm keten helva: 

" Ya bizim şeyh sorduğum soruyu bilemedi. "

O işler öyle, Başbakanlık muhabirlerine soracakları soruları önceden danışmanlar tarafından öğreti(li)p, sadece o sorulara cevap vermeye benzemez. İnsan özgüvensiz bir başbakan olabilir ama özgüvensiz bir şeyh asla ama asla o-la-maz... 

Vatandaş bu. Karşısında Şeyh var ya sorar en derininden sorusunu. Der ki, "Hocam bu kadar zenginlik ile cennete nasıl gidilir?"

Hadi bakalım ver cevabını. 

" Efendim, siz daha 10-15 yıl evvel Kasımpaşa'da 80 metrekare evde ikamet ederken, bugün, Allah daha çok versin, gözümüz de yok da, nasıl oluyor da dünyanın en zengin liderleri arasına giriyorsunuz. Şunun sırrını bize de anlatsanız da bizde nasiplensek şu dünya nimetlerinden" deyiverirse ne buyuracaksınız?

Tamam, mutlak gücü elde etmek için karşı tarafa geçtiniz. İyi de karşı tarafa geçmişken bu tarafta nasıl şeyhlik yapacaksınız?..

Bir de gücü bu 'kontrolsüz güç güç değildir' anlatımındaki yozlaştırıcı gücü elde edince "ya bendensiniz ya da düşmanımsınız" ilkesiyle nasıl insanları etrafınıza toplayacaksınız?.. Bu söylem ile yapabilseydi bunu ABD'de Başkan Push yapacaktı ama o bile be-ce-re-me-di-ği için; az zenci, az Müslüman az necro, az genç bir yeni yetmeye koltuğu bırakmak zorunda kalmadı mı?.. Türkiye'de de sizden sonrasının yeni yetme Obama'sı kim(ler) bence bunu da çok iyi biliyorsunuz ki, o yüzden de bitirmeye çalışıyorsunuz...

Hadi diyelim servetinizden bir kaç tabak balı çevreye koydunuz ve sinekler de geldi onlara yapıştı. Pekiiii, sen bu sineklerle beraber hangi rızayı talim edeceksin ki?..

Valla bu sorular evet çok zor sorular ki daha kiramen katibinin soruları bile değil.... 

Ben bu sorulara muhatap olacağıma başbakanlıkta kalmayı, siyaseten bir şeyler olmayı tercih ederdim. İlim gerekir çünkü Şeyh olmak, Hocaefendi olmak, değil mi?..

Veya...

Başbakan olarak kalamayacağıma göre ben de Cumhurbaşkanı olurdum.

Aslında Cumhurbaşkanı olsa da Beyefendinin işi zor. Başbakanken herkese Süleyman Demirel'in "Benim işçim, benim köylüm, benim emeklim, benim dul ve yetimim" dediği gibi, benim Genelkurmay Başkanım, benim Müsteşarım, benim bakanım, benim genel müdürüm, benim zurnanın son deliğim" falan demeye devam edebilecek mi?

Demirel; "Benim" derken kitlesel konuşuyordu. Beyefendi ise hep tekil ifade ediyor!

Bu fark ortadayken Beyefendi için " Demirelleşti " de diyemeyiz.

Neyse, o zaman ne derse desin. Bu onun bileceği iş. Biz asıl şu soru sorulduğunda ne cevap verecek asıl onun üzerinde duralım:

Asıl soru şudur ve bu soru kendisini çocukluk ve gençlik yıllarından beri tanıyan bilen milli görüş cemaatının sürekli sorageldiği bir soru olarak zihinlerde kalmaya devam edecek:

" Sen daha düne kadar 70-80 metrekare evde otururken, milletvekili ya da belediye başkanı ol(a)madığında; 'siz hepiniz dünyalığınızı tesis ediyorsunuz. Ya ben ne olacağım' diyen birisinin, bugün nasıl oldu da dünyanın en zengin kişileri arasına girdin. 'Bu durum 'Bal tutan parmağını yalar' atasözü ile mi açıklanabilir?' diyen olursa ne diyeceksin?

Bir de Rahmetli Erbakan'ın çocukları 30 milyon TL civarında bir mirasın paylaşımında birbirine düşerlerken, sizin bunca paranız, mülkünüz ve dahi manevi kazancınız varken ve hala da iktidar balını elinizde tutar ve parmaklarken, Allah gecinden versin, Allah göstermesin ama öldüğünüzde çocuklarınız acaba sizden kalanları paylaşım için ne yapacaklar? Ne dersiniz?..

Onun için derim ki, siz öldükten sonra çocuklarınızın birbirine düşmemesi için bence artık daha fazla biriktirmeyin. Ne kadar çok mal mülk, o derece şiddetli kavga, o derece şiddetli hesap soruş mudur acaba? Koca Hz. Ömer'in bile 6 ay hesap verdiği ile ilgili menkıbeler anlatılıyorsa, siz ne edeceksiniz? Yoksa Yavuz Sultan Selim'in Zembilli'nin fetvalarını yanında gömdürmek istemesi gibi, sizde Osman Nuri Topbaş Hocam'dan mı icazetlisiniz? Ama bence değilsiniz...

Bence sayın başbakanım, hatta bütün biriktirdiklerinizi siz hayatta ilken dağıtınız ki, mülk sahibine rücu etmiş olsun... Ne dersiniz?..

(www.medyafaresi.com )

http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10425

..

Hakan Fidan, İsrail ve Cemaat kıskacında mı?





Hakan Fidan, İsrail ve Cemaat kıskacında mı?




Emre Çalışkan
Londra
24 Ekim 2013


Wall Street Journal ve Washinton Post gazetelerindeki haberler sonrası MİT Müsteşarı Hakan Fidan Türkiye’de gündemin ön sıralarına yükseldi.
İsrail’in istihbarat sırlarını İran’a sızdırmakla suçlanan, Türkiye’nin yeni dış politikasındaki kilit karar alıcılardan biri olarak gösterilen Hakan Fidan, kamuoyu önünde pek görünmeden kamuoyunda yoğun tartışılan bir isim.
Hakan Fidan ile ilgili tartışmalar daha göreve gelmeden İsrail basınında çıkan haberlerle başlamıştı.
Fidan MİT Müsteşarı koltuğuna oturduktan yaklaşık üç ay sonra Ağustos 2010’da dönemin İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, Hakan Fidan’ı İran yanlısı olmakla suçlamış ve Tahran’ın İsrail sırlarına ulaşmasından endişe duyduğunu dile getirmişti.

Fidan ile ilgili tartışmalar sadece İsrail ile sınırlı kalmadı.

Fidan'ın Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olduğu dönemde 2009 ve 2010'da MİT'ten bir yetkiliyle birlikte Oslo'da PKK liderleriyle görüşmelerine ilişkin ses kaydı Eylül 2011'de sızdı.
7 Şubat 2012’de Özel Yetkili Başsavcı tarafından şüpheli sıfatıyla mahkemeye ifadeye çağrıldı. Fidan, kimi gözlemcilere göre, Gülen Cemaati ile AKP arasındaki gerilimde ana hedef olarak ortaya çıktı.
Hakan Fidan ile ilgili son yayınların ardından gözler, tekrar İsrail ve Gülen Cemaati’ne çevrildi.

‘İsrail ve İsrail Lobisi’

Türkiye'de bazı yorumculara göre Fidan ile ilgili iddiaların arkasında, İsrail ve ABD’deki İsrail lobisi var.
Hatta Hürriyet Daily News Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Yetkin köşesinde, Türk istihbaratının Hakan Fidan ile ilgili iddiaları İsrail kaynaklı olarak gördüğünü yazdı.
Tel Aviv Üniversitesi Moşe Dayan Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi araştırmacısı Hay Eytan Cohen Yanarocak, Hakan Fidan ile ilgili haberlerin sadece İsrail’in kaygısından kaynaklanmadığı, Amerikan yönetiminin de Türkiye ile ilgili derin kaygıları olduğunu dile getiriyor.

Yanarocak, 2010 yılında Hakan Fidan ile ilgili iddiaların dile getirildiği dönemde Türkiye’nin NATO üyesi olarak ilk kez Çin ile askeri tatbikat yaptığını hatırlatıyor.
Hakan Fidan'ın yeniden tartışılmaya başlamasında Türkiye’nin Suriye politikası ve Çin ile askeri işbirliği tartışmalarının olmasının rastlantı olmadığını söyleyen Yanarocak, “Türkiye klasik Batı ittifakına aykırı faaliyetlerde bulunuyor. Bu sadece İsrail'de değil ABD’de de memnuniyetsizliği artıyor” diyor.
Neo-conlara suçlama Moşa Dayan Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Uzi Rabi ise Fidan’ın İsrail ile ilgili istihbarat bilgilerini İran’a sızdırılması iddialarının Türkiye’nin Batılı ülkelerle olan askeri ve güvenlik işbirliğini etkileyeceğini iddia ediyor.

Ankara'da Stratejik Düşünce Enstitüsü Başkanı ve AKP MYK üyesi Prof. Yasin Aktay’a göre Hakan Fidan ile ilgili iddiaların kaynağı ABD içindeki İsrail lobisi ve “neo-con” olarak bilinen yeni muhafazakârlar.

Aktay’ın görüşü AKP karar alıcıları arasında da ön plana çıkıyor. Bir diğer AKP MYK üyesi ve Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Mazhar Bağlı da hemen hemen aynı ifadelerle İsrail lobisi ve “neo-con”ları suçluyor.
Türkiye’nin daha bağımsız bir dış politika izliyor olması Fidan'ın eleştirilerin hedefine yerleşmesinin nedenlerinden biri olarak görülüyor.
Yasin Aktay’a göre bağımsız politika Türkiye’yi güçlendiriyor ve hatta “diğer ülkelere olan bağımlılık zincirini kırıyor.”
Hay Eytan Cohen Yanarocak ise Türkiye’nin tüm sosyal, kültürel ve ekonomik sistemi Batı ile iç içe geçmişken, dış politikada Doğu’ya yönelmesinin eksen kayması olarak algılandığını söylüyor.
Gülen Cemaati'nin hedefinde mi?
Hakan Fidan ile ilgili iddiaların kaynağı olarak ortaya çıkan diğer bir ihtimal de Gülen Cemaati'yle hükümet arasındaki gerilim.
Kürt Açılımı olarak adlandırılan süreç nedeniyle Hakan Fidan, daha önce Gülen Cemaati’nin tepkisini çekmişti.
Fidan’ın İran’a yakınlığı ile ilgili ilk güncel iddia ABD basınından önce Taraf gazetesi yazarı Emrullah Uslu’dan gelmişti.
Fidan’ın Mısır’ın devrik lideri Muhammed Mursi ile görüşmesinde ilk yurtdışı ziyaretini İran’a yapmasını önermesini Emrullah Uslu “nereden geliyor bu İran sevgisi” diye eleştirmişti.

Today’s Zaman Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş de, Hakan Fidan’ı eleştiren haber yaptıkları gerekçesiyle eleştirildiklerini belirterek, Twitter hesabında MİT ile ilgili haberlerin çok gündem oluşturmasını eleştirdi.
Keneş, “MİT’in özel bilgilere hukuksuz erişim hakkı elde etmesinin muhaberat devletine doğru mu yol alındığı endişesine sebep olduğunu” yazdı.
'Kürt açılımı' sürecine karşı çıkanlar Fidan'a karşı mı?
Prof. Yasin Aktay, Gülen Cemaatinin, “çözüm süreci tartışmasında olduğu gibi” Fidan’a yönelik bir kampanya içinde olduğu savlarını gerçekçi bulmuyor, ama ‘Kürt açılımı’ sürecine karşı çıkanların hedefinde halen Hakan Fidan olduğunu da dile getiriyor.
Prof. Bağlı ise Cemaat ve Hakan Fidan arasındaki tartışmada Cemaat'in kurumsal kimliğinin kullanılmış olabileceği görüşünde.
Bağlı'ya göre, “istihbaratta görev alamayan kişiler Cemaat'i yanına alarak ya da cemaatin kurumsal kimliğini kullanarak Fidan ile ilgili iddiaları gündeme getirmiş olabilir.


http://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/10/131024_hakanfidan_emrecaliskan

..

Hakan Fidan Gerçekten İsrail'in Hedefinde mi? Yoksa Yeni Bir İktidar Oyunu mu Oynanıyor ?,



Hakan Fidan Gerçekten İsrail'in Hedefinde mi? Yoksa Yeni Bir İktidar Oyunu mu Oynanıyor ?,

Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat,
Tarih:20/10/2013 
Türü:İç Politika 


Eğer, Hakan Fidan "Türkiye'nin Putin'i" olarak yakın gelecek projeksiyonlarına sokulmuşsa;

Tayyip Erdoğan'ın "sağlık durumu" sanıldığından ciddi demektir.

Öyledir çünkü, Putin benzetmesi kadar kritik bir benzetme yapabilen hiç kimse, böyle bir " Medyedev hatasına " düşmez..


***

Bayram gündeminde arada kaynayan çok önemli bir konu var. Amerikan ve İsrail basınında aniden MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı hedef alan makaleler yayımlanması ve bu yayınlara mal bulmuş mağribi gibi atlayan Tayyip Erdoğan medyasının, (dikkat edin, "yandaş medya" demiyorum, zira konuya balıklama dalan tek medya kesimi, Tayyip Erdoğan'a bağlı olanlar. Cemaat medyası ile Abdullah Gül'e yakın kalemler konudan uzak durdu) "Tayyip Erdoğan'ı yedirmeyiz" kampanyasına benzer bir "Hakan Fidan'ı yedirmeyiz" kampanyası başlatmaya yönelmesi.

Neler oldu, kısaca hatırlayalım:

Kurban bayramının üçüncü günü, yani 17 Ekim 2013'te Washington Post gazetesinde yayımlanan bir makalede, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın İran yetkililerine, "İsrail hesabına çalışan bir grup İranlı ajanın listesini ilettiği" yazıldı.

Makalenin yazarı tanıdık bir isimdi: Tayyip Erdoğan'ın Davos'ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e “one minute” çıkışını yaptığı panelin moderatörü olan gazeteci David İgnatius.

Bu, Hakan Fidan'ı İsrail'in hedefi haline getirecek bir bilgiydi ki zaten Tayyip Erdoğan'ın çevresi de Fidan'ın "İsrail'in hedefi" olarak nam salmasından nedense her zaman pek hoşnuttular..

Başbakan'ın maaşlı danışmanları bayram-seyran demeyip hemen twitter'ın başına koştular ve Amerikan basınında pek de bir ağırlığı olmadığı anlaşılan bu köşe yazarının iddiasına karşı salvo atışları başlattılar.

Örneğin, Erdoğan'ın danışmanlarından Mustafa Varank'a göre bu bir "psikolojik harp" işaretiydi. "Hükümete ve istihbarata karşı uluslararası psikolojik harp harekâtından önümüzdeki uzun seçim döneminde vazife çıkaranlar mutlaka olacaktı"..

Olayı Gezi direnişine bağlama fırsatını da hebâ etmeyen Varank, şöyle dedi:

" Sonbahar sıcak geçecekti ya hani? Baktılar olmuyor, hükümetin ve istihbaratın itibarına yönelik uluslararası kampanyaya hız verdiler "

" İsminin açıklanmasını istemeyen " bir başka istihbarat yetkilisi de Turkish Daily News Genel Yayın Yönetmeni Murat Yetkin'e konuşmakta gecikmedi:

“ Bu medya kampanyasını, arkasında İsrail kaynaklı bir çabanın bulunduğu bir saldırı olarak görüyoruz.."

Hakan Fidan'ın İsrail'i "ne kadar rahatsız eden" bir MİT Müsteşarı olduğu konusunda bu makale bile fazlasıyla malzeme değeri taşırken, yeni bir kazan kaynatmak arzusuyla tutuşanlara altın tepside bir 'fırsat' da ertesi gün “The Jewish Press” adlı, sanı pek de duyulmadık Kudüs kaynaklı bir internet sitesi tarafından sunuldu.

Sitede, İgnatius'un yazısının yorumlandığı bir "analizde" şu inanılmaz cümleler kuruldu:

“ Amerikalılara göre, burada suçlanması gereken 50 yılık işbirliğinin ardından Türkiye’nin bunu yapmayacağını düşünmüş olan MOSSAD. Bu da demek oluyor ki, MOSSAD naif davranmış olabilir.Bir sabah arabasında özel bir sürprizi hak eden varsa o da Türkiye istihbarat şefi Hakan Fidan’dır.”

MİT Müsteşarı açıkça ölümle tehdit ediliyordu. Bunu yapmamış ve "yapmayacak" olan bir MOSSAD'ın 'zafiyetinden' söz ediliyordu! Hem de isminde açıkça "Jewish" kelimesi geçen bir yayın tarafından!.. Ve de İsrail'in sessizliği eşliğinde?

Erdoğan'ın medyadaki ekibi, sakin geçen bayram tatilinin mahmurluğundan hemen sıyrıldı. Şantajın hedefi MİT Müsteşarı'ndan çok "bizzat Başbakan Erdoğan'ın kendisiydi." Sabah, Meydan, Star, Akşam gibi Erdoğan'ın doğrudan kontrölünde olan gazeteler ve yazarları, İsrail'in sözüm ona "Hakan Fidan'ı yeme operasyonunun" birer ucundan heyecanla tuttular.

Cemaat medyasının sessizliği ise doğrusu dikkate şâyandı. "Sessiz kalmakla" suçlanmasına fırsat kalmadan, Sabah gazetesinin Erdoğan için farklı bir şeyler yapmak arzusu ile yanıp tutuşan yazarı Sevilay Yükselir tarafından "suç işlemekle" suçlandılar. Yükselir, makaleyi "yorumsuz" haberleştiren Today's Zaman gazetesinin, Fidan'ın tehdit edilmesinde 'aracılık' yaptığını iddia ederek, bu gazete hakkında yasal soruşturma yapılması gerektiğini savundu.

Today's Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş'in Yükselir'e yanıtı ise doğrusu Ulusal Kanal'ın üslûbunu aratmadı:

" Yahu elinizde kulağı kocaman, eli her yere ulaşan istihbari örgütler var. Varsa bir ilinti çık erkekçe ortaya koy. Yoksa iftira atma. Ayıp. danışmanını, yalakasını, yardakçısını, hokkabazını niye sahaya sürüyorsunuz?Devlet de sizsiniz, yargı da! Buyrun…”

24 saat içerisinde saman alevi gibi büyüyen olayı, bir adım öteye taşıyan "ulusalcı medya" ise ilginç bir iddia ortaya attı. Yurt gazetesi yazarı Ali Ekber Ertürk'ün haberine göre Tayyip Erdoğan, kendisinden sonra başbakanlığa Hakan Fidan'ı hazırlıyordu!

Bu manşetten sonra, şu soruyu sormanın zamanı gelmiş bulunuyor:

Tayyip Erdoğan, " Veliaht " olarak Hakan Fidan'ı işaret ediyorsa, ABD ve İsrail medyasında aniden beliren Hakan Fidan haberlerinin "arkasındaki güç, İsrail değil bizzat Erdoğan ve MİT'in kendisi olmasın?"

Bu sorunun haklılığını düşündüren bir başka haber, bugün (20.10.2013) Cumhuriyet gazetesinden geldi. Mikrofonu parti içine uzatan gazetenin deneyimli AKP muhabiri Erdem Gül, AKP'lilerin olayı Hakan Fidan'ı tutuklama girişimi olan 7 Şubat sürecinin "devamı" olarak gördüklerini belirttikten sonra şu bilgileri aktardı:

"2014’teki kritik seçim süreci de gözetilerek asıl olarak Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hedef alındığı değerlendirmeleri yapılıyor. AKP’de cemaate yakın medyanın Fidan tartışmasında büyük bir suskunluk sergilediğine de vurgu yapılıyor.

AKP’liler, olayın Türkiye’nin bölgedeki dış politikasına ve iç politikada da özellikle 2014’teki Köşk seçimlerine yönelik beklentilerle sahneye konulduğunun altını çiziyor.

Hedef Fidan değil Erdoğan: Operasyon Fidan üzerinden yürütülüyor ama asıl hedef doğrudan Başbakan Erdoğan. Hedef artık parti değil Başbakan’ın kendisi ve siyasi geleceği."

Erdem Gül'ün haberindeki en çarpıcı unsur kuşkusuz, AKP'liler tarafından yapılan şu değerlendirmeydi:

"Bu operasyon, özellikle İsrail patenti nedeniyle ters tepiyor. Amaç Fidan’ı yıpratmak ama tam tersi oluyor. Fidan İsrail’in hedefinde olduğu sürece içeride kazanacaktır. Bir süreden beri Erdoğan sonrası olası Başbakanlık ya da parti liderliği tabanda güçlenen isimlerde değişiklik yaşanıyor. Bir sene önce yapılan tüm anketlerde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dışında en çok destek Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na çıkıyordu. Ancak bu olaylar Fidan’ın tabanda güçlenmesine neden oluyor. Yapılacak olası başbakan adayı anketlerinde Fidan’ın Davutoğlu’nun üstünde destek bulması şaşırtıcı olmaz. Üstelik AKP Grubu içinde Fidan’ı bizzat tanıyan milletvekili sayısı parmakla gösterilecek kadar az.." (Haberin tamamı için: http://cumhuriyet.com.tr/?hn=447822&kn=7&ka=4&kb=7)

Amaç, AKP tabanındaki "İsrail karşıtlığı" üzerinden yeni bir " Lider adayı " parlatmaksa, ABD ve İsrail medyasında peşpeşe sürüme sokulan bu iki yazının arkasında Erdoğan ve MİT'in olduğunu neden düşünmeyelim?

Hem de "Erdoğan sonrası" için yapılan parti içi anketlerde, " Yüksek Oylar alan " Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu'na güzel bir cevap olmaz mı bu?

" Hakan Fidan'ın İsrail'in çıkarlarıyla çatıştığı masalına kim inanır? Erdoğan ve MİT, Suriye olayında açıkça İsrail'in eline oynamadılar mı?" sorusunu sormayı aklından geçirenler varsa bundan vazgeçsin, zira bu tür "tenâkuzlara" AKP'liler nasılsa zerre kadar kafa yormaz. ..

Gelelim, Hakan Fidan'ın ismi etrafında koparılan bütün bu gürültünün en "bomba" tarafına..

Bu bomba, bizzat AKP tarafından derin operasyonlarda kullanılan Milat isimli gazete tarafından patlatıldı.

İsa Tatlıcan imzalı yazıda "Türkiye'den bir Putin çıkar mı?" sorusu sorulduktan sonra, şu ilginç fikirler gündeme getirildi:

"Rusya Devlet Başkanı Putin, uzun yıllar Rusya iç istihbarat servisi başkanlığı ve Rusya'nın Polütbüro'su olarak adlandırılan Rusya Güvenli Konseyi sekreterliğini yürütmüştü. Hakan Fidan'ın hızlı yükselişini yorumlayan bazı çevreler son dönemde 'Türkiye'den de bir Putin neden çıkmasın' söylemini ciddi ciddi dillendirmeye başlamıştı. Hatta Fatih Altaylı bu söylemi bir adım ileriye taşıyarak 'Çankaya'ya hazırlanan Erdoğan'ın Başbakan adayı Hakan Fidan' iddiasını köşesine taşımıştı.

Hakan Fidan'ın siyasi duruşu benzemese de bürokrasideki yükselişini Putin'e benzeten ve siyasetin önemli aktörlerinden biri olacağını iddia eden köşe yazarları artık sadece Fatih Altaylı ile sınırlı değil.

Siyasette süprizleri seven Başbakan Erdoğan'ın kritik yurtdışı gezilerinde sürekli yanında bulunan 'sır küpü' Hakan Fidan'ı Başbakanlığa taşır mı?

Bu soruyu önümüzdeki dönemde daha sık soracağımızı düşünüyorum. Hakan Fidan'ın bürokrasideki yükselişini siyasete taşıyabileceğini düşünen ve bizim gibi bu soruyu soran çevreler şimdiden ön kesmeye çalışıyor olabilir."

Aynı argüman, ilginç bir şekilde, yine deneyimli bir AKP muhabiri olan Ali Ekber Ertürk'ün Yurt gazetesindeki haberine ise şu şekilde yansıyordu:

" Hakan Fidan, teknokrat bir bürokrat olarak, siyasi konularda çok deneyimli bir isim değil. Bu da kabinesinde teknokrat isimlere ağırlık veren Erdoğan için önemli bir ayrıntı. Erdoğan, 'siyasi imajı ön planda' olan isimlerden çok teknokrat yönüyle öne çıkan isimlere daha çok güveniyor. Hakan Fidan'ın da öteden beri birlikte çalıştığı ve kendisini, genç yaşında makamların en yükseklerine çıkaran Erdoğan'ın 'güvenini sarsacak'bir isim olmadığı belirtiliyor. Üstelik, kendisine en zor döneminde 'yedirmem'diyerek sahip çıkan, bu uğurda Cemaat'le bile zıtlaşmayı göze alan Erdoğan'a Fidan'ın ihanet etmesi beklenmiyor."

Şimdiki soru da şu:

Neden Medyedev değil de Putin?

Normal şartlarda, Tayyip Erdoğan'ın kendisi Köşk'e çıkıp, arkasında da Hakan Fidan'ı bırakmak istiyorsa, bu durumda "Putin"in Erdoğan, Fidan'ın da "Medyedev" olması gerekmiyor mu?

Bir operasyon aygıtı olarak piyasaya sürülmüş olan Milat gazetesinin böyle bir benzetme yanlışına düşmesi olası mı?

Eğer, "Türkiye'nin Putini" Hakan Fidan olacaksa, Tayyip Erdoğan nerede yer alacak?

Milat gazetesinin böyle bir teşbih hatasına düşmeyeceğini bilerek ve de madem spekülasyon serbest, biz de deriz ki:

Eğer, Hakan Fidan " Türkiye'nin Putin'i " olarak yakın gelecek projeksiyonlarına sokulmuşsa;

Tayyip Erdoğan'ın " Sağlık durumu " sanıldığından ciddi demektir.

Öyledir çünkü, Putin benzetmesi kadar kritik bir benzetme yapabilen hiç kimse, böyle bir "Medyedev hatasına" düşmez..

Hakan Fidan'dan bir Putin profili çıkar mı bilemeyiz, ancak her konuda bol bol hata yapma lüksüne sahip olan "devletimizin", siyasi emanetçilik konusunda sıfır hataya sahip olduğunu hatırlatırız. MHP'nin Türkeş'ten sonra Devlet Bahçeli'ye 'emanet edilmesi' özellikle hatırlanmalıdır.

Bu tecrübenin ışığı altında, abartılı "Putin" benzetmelerinin aksine,"mûnis devlet memurları" da çıkabilir projenin altından..

Son bir not olarak, Hakan Fidan planlarından Tayyip Erdoğan'ın da haberdar olduğunu ve bunları desteklediğini anlamaktayız.

Çevresinde Hakan Fidan'dan başka güvendiği kimse kalmadı zira..

www.acikistihbarat.com
twitter.com/fasibel


http://www.acikistihbarat.com/haberdetay.aspx?id=10424

6 Nisan 2016 Çarşamba

Gezi'de Polis Şiddeti Cemaatin İşiydi



Gezi'de Polis Şiddeti Cemaatin İşiydi 



Eren Erdem
Tarih:02/12/2013 
Türü:İç Politika 




 Mesajda; " Polisin Şiddetinin Ardında Cemaat var " yazılıydı.

Hükümet ile cemaat arasındaki gerilim yeni değil. Meraklısına ipucu vereyim;

"Gezi parkı eylemleri sürecinde, yurtdışından gelen uçakların yolcularını inceleyin. Büyük çoğunluğun cemaat mensubu olduğunu göreceksiniz. Ve yine aynı süreçte cemaat içinde "Tayyipçiler ve hocaefendiciler" gibi iki ayrı grubun ortaya çıktığı, Tayyipçilerin tasfiye edildiği bir diğer mesele.


Gezi parkı eylemlerinin ilk gecesi Taksim'deydim. Yanımda, İslamcı geçmişten gelen, Türkiye İslamcılığının önemli isimlerinin birinin kardeşi vardı. Kendisine bir mesaj gelmişti. 

Mesajda; "polisin şiddetinin ardında cemaat var" yazılıydı.

Hükümet ile cemaat arasındaki gerilim yeni değil. Meraklısına ipucu vereyim; 

"Gezi parkı eylemleri sürecinde, yurtdışından gelen uçakların yolcularını inceleyin. Büyük çoğunluğun cemaat mensubu olduğunu göreceksiniz. Ve yine aynı süreçte cemaat içinde "Tayyipçiler ve hocaefendiciler" gibi iki ayrı grubun ortaya çıktığı, Tayyipçilerin tasfiye edildiği bir diğer mesele.

Başbakan'ın yurtdışı ziyareti, kuvvetle muhtemel tasarımdı. Başbakan ülkede olsaydı "farklı bir durum olacak mıydı?" Hayır. Ama işin başka bir yönü var...

***

Durum çok açık

Gezi'ye müdahaleye giden polis otobüslerindeki sivil kıyafetli "abiler" ne iş yapıyordu? 

Bu abiler, polisleri neye hazırlıyordu? Polisin olağanüstü şiddeti ile yükselen direniş yoluyla "cemaat" ne gibi bir amaç güdüyordu? Bu direnişin cemaate ne yararı vardı?

Evet başlıklar çoğaltılabilir...

Ama durum çok açık. Gezi'nin ulaştığı politik ivme, cemaati de tedirgin etti. Ve hükümet ile cemaat var gücüyle eylemi sönümlendirmeye çalıştı. Çünkü, hedeflenen amacı aşan bir sinerji ortaya çıkmıştı.

Lakin şunu ifade etmek gerekiyor. 

Polis şiddetinin arkasında "cemaatin olması" hükümete karşı uzun süredir gelişen tepkiyle doğrudan ilintilidir. Hele ki, bir süredir aleni biçimde süren çatışmanın, bugüne ait olmadığını, dersaneyle hiç alakasının olmadığını görmek mümkün. Devletin içi ile dışı birbirine giriyor. 12 Eylül'ü aratmayan bir hesaplaşma söz konusu.

Gezi parkındaki 22 kişiyi, 10 milyon insana dönüştüren kasıtlı şiddetin kökeni iyi incelenmeli. Polisin bu şiddetinin arkasında kimlerin olduğu hesap edilmeli. 1 Mayıs 1977'ye benzer bir provokasyon ile, halkın haklı olarak isyan etmesi, öfke patlamasının yaşanması durumu göz ardı edilmemeli. 

Lakin şu da unutulmamalı. Birikmiş öfkenin patlaması, farklı biçimlerde de olabilirdi. Ama ciddi bir toplumsal mühendislik olarak, birikmiş öfkenin hesaplandığı, öfkenin kontrol edilmeye çalışıldığı lakin başarısız olunduğundan "sönümlendirildiği" bir süreç yaşadık.

Yani " Polis şiddeti ile tırmandırılan kitlesel öfke kontrol edilemedi." 

Cemaat ve hükümetin her ikisini birden tehdit eden bir güce evrildi. Ve kıvılcımı çakanlar "geri adım atmak zorunda kaldı..."

***

Senaryo açık

Cemaatin abileri arasındaki "Tayyipçiler-hocaefendiciler" kavgasının aslı nedir?

Ciddi mevkilere gelen "abiler" neden tasfiye edildi?

Evet. 

Esasen cemaatin yeni senaryosu çok açık. 

Yerel seçimlerde AKP'ye güç kaybettirip, yeni bir partiyi meşrulaştırmaya çalışacaklar. Tam bu noktada cemaatin Sarıgül'e yatırım yaptığı gerçeği ile karşı karşıyayız. Eğer AKP hezimet yaşarsa, yeni parti meşrulaşır. Abdullah Gül, "kurduğu partiyi" yerel seçimden sonra ilan etmeye işte tam bu yüzden karar verdi. Aldığı taahhüt, bu yöndedir.

Senaryo şöyledir; 

"cemaat Sarıgül'ü destekler, AKP kan kaybeder. Böylece yeni parti meşrulaşır. Seçim sonrası ilan edilir. AKP ortadan ikiye yarılır. Ve Sarıgül bu zafer sayesinde CHP'nin başına geçer. Yeni dönem ABD'nin istediği gibi, salt siyasal islamcı bir süreçten ziyade; yeni parti ile Sarıgül CHP'sinin ittifakına dayanır."

Benim anladığım kadarıyla işin matematiği bu. 

Bu matematiğin ne tür bir gerçekliği olduğunu birlikte göreceğiz. Lakin şunu söylemek lazım ki, "halk kendi seçeneklerini ortaya koyabilmeli, seçimlere kendi seçenekleriyle girmenin yollarını aramalıdır. En azından, böyle bir tartışma başlamalıdır..."


www.acikistihbarat.com
03.12.2013

http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10439



..