putin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
putin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2020 Cumartesi

ABD Seçim Sonuçlarına., Rusya’dan Bakmak

ABD Seçim Sonuçlarına., Rusya’dan Bakmak


ABD Seçim Sonuçları, Rusyadan Bakmak,
Habibe Özdal
USAK - AVAM
Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi 
Yıl:6 Sayı:21 2013 / 1 




    ABD’de başkanlık seçimi kampanyaları yaklaşık olarak bir yıl sürdüğünden uluslararası aktörlerin uzun süredir takip ettiği seçimler, ABD Başkanı Obama’nın 
bir kez daha seçilmesi ile son buldu. Aslına bakarsanız seçilecek olan kişi ABD Başkanı olunca, konunun ülke sınırlarını aştığı, Ortadoğu’dan Rusya’ya ve 
hatta Asya-Pasifik’e ilişkin bir hal aldığı açık. Rusya’dan bakınca ise seçimlerden sonra tartışmaların odağında doğal olarak “Rusya-ABD” ilişkilerinin olduğu görülüyor. Her ne kadar “reset sonrası dönemde” ikili ilişkileri zor sınavlar beklese de, Moskova’da uzmanlar ilişkilerde önemli bir kırılma öngörmüyor.
     Seçime bir gün kala Rusya’da yayınlanan ve ABD seçimlerine giden süreçte ülkedeki seçim ortamına ilişkin değerlendirmeler sunan bir çalışmaya değinmek gerekiyor. Rusya Merkez Seçim Komitesi’nin görevlendirdiği bazı sivil toplum kuruluşlarının ABD’deki seçim ortamına ilişkin yaptığı çalışmada, ABD’de yapılan seçimlerin ne özgür ne de adil olmayacağı açıklandı. Seçim kampanyaları süresince Obama ve Romney dışındaki adayların medyada yeterince yer almaması ve oy verme hakkına sahip vatandaşların seçim listelerinde bulunmaması gibi nedenlere dayanan söz konusu açıklamaların bulunduğu Rapor[1], 

Kremlin tarafından Rus siyasal sisteminin işleyişine ilişkin ağır eleştirilerde bulunan Beyaz Saray’a bir “karşılık” olarak hazırlanmış gibi görünüyor. 

     Diğer taraftan söz konusu çalışmanın gerek Rusya’da gerekse de uluslararası alanda pek de yankı uyandırmadığı söylenebilir.
Obama’nın yeni Rusya politikası esasında sadece iki ülke arasındaki ilişkileri belirlemeyecek. Zira Rusya ile ilişkiler ABD’nin uluslararası alandaki temel tavrını ve Beyaz Saray’ın Avrasya coğrafyasına ilişkin tercihsel tutumunu belirlerken
Asya-Pasifik bölgesinde Obama’nın ilk döneminde başlatılan inisiyatiflerin devam edip etmeyeceğini ve Ortadoğu bölgesindeki dengeleri de yakından ilgilendiriyor.

    Obama göreve geldiğinde yakın dönem Rus-Amerikan ilişkileri belki de en düşük düzeyde idi. Bush-Putin döneminde oldukça gerilen  ve bu nedenle gerileyen ilişkiler, konjonktürel gelişmelerin zorlaması ve Obama’nın ABD’nin imajını düzeltme çabalarının da etkisiyle “resetlendi”. Esasında seçim süreci boyunca Cumhuriyetçi aday Romney’in en büyük dış politika başarısızlığı olarak sunduğu bu inisiyatif, Rusya ile ABD arasında stratejik silahların sınırlandırılmasını öngören START 2 Anlaşması’nın imzalanmasını, İran’a dördüncü yaptırım kararının BM Güvenlik Konseyi’nden geçmesini, Rusya’nın DTÖ üyelik sürecinin uzun yıllar sonrasında tamamlanmasını ve Afganistan’a giden ve öldürücü olmayan teçhizatların Rusya ve Orta Asya ülkeleri üzerinden gönderilmesini mümkün kılmıştı.

    Yeni dönemde ikili ilişkiler bağlamında neler beklenmeli?

Esasında iki ülke arasındaki ilişkilerin kısa vadede dikkate değer bir değişiklik göstermesi beklenmiyor. Rusya Bilimler Akademisi ABD ve Kanada 
Çalışmaları Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Viktor Kremenyuk’a göre de “Başkanlık seçimleri sonrasında önemli bir değişiklik olmayacak.

Yeni bir Soğuk Savaş beklentisi içinde olunmamalı”. Uluslararası alanda “reset sonrası dönemde” ilişkileri şekillendirecek örnekler vermek mümkün.
   İran’ın nükleer faaliyetleri konusundaki hassasiyeti devam eden Obama yönetiminin, İran’a yaptırımlar başta olmak üzere Tahran yönetiminin hareket alanını daraltması ve ABD’nin Afganistan’dan çekilmeye hazırlandığı dönemde Rusya ve diğer Orta Asya ülkelerinden sağlanan lojistik desteğin devamının mümkün olması açısından ‘reset’ politikasının sürmesi gerekiyor. Diğer taraftan yeni dönem, ikili ilişkilerin seyrinin inişliçıkışlı olmasına neden olacak değişiklikler de içeriyor.

<  ABD Başkanlık seçimlerine giden yolda “arkada n yönetme” (leading from behind) anlayışı ile öne çıkmamayı tercih eden Oba ma’nın yeni dönem Suriye politikası oldukça önemli olacak. >

İkili ilişkilerdeki en büyük değişim, Obama’nın ilk dönemde muhatabı olan ve Rusya’nın yumuşak yüzünü temsil eden Medvedev’in yerine Rusya’da devlet başkanlığı koltuğunu yine yeni yeniden Putin’in alması oldu. Her ne kadar Putin ve Medvedev büyük bir “uyum” içinde hareket ettiyse de Putin’in tercih ettiği dil ve yöntemler, güçlü lider imajının bir parçası olarak Medvedev’den oldukça farklı. Rus siyasetinde 1992’den bu yana belirleyici nitelikte olan liderin etkisi, yeni dönem Rus-Amerikan ilişkilerinde kendisini zaman zaman söylem düzeyinde gösterecek tir. Ancak Putin’in devlet başkanlığı seçimlerinden önce yayınladığı ve dış politikaya ilişkin yeni vizyonunu açıkladığı makalesinde ABD’ye yönelik politikasında Rusya’ya yabancı yatırımların çekilmesi amacı ve ekonomide ortak projelere imza atılması öne çıkarılmıştı. Bu noktadan hareketle iki ülke arasında gerektiğinde “seçici alanlarda işbirliği” anlayışının devamını görmek de sürpriz olmayacaktır.

     Diğer taraftan Bush-Putin döneminde ikili ilişkileri oldukça zorlayan ve Obama’nın ilk döneminde NATO’ya devredilen füze kalkanı sistemi projesi ve
geçen 20 aylık süreçte bölgesel bir sorun değil, uluslararası sistemin yapısına ilişkin büyük güçlerin bir mücadelesi olduğu açık bir şekilde anlaşılan Suriye krizi gibi uluslararası meseleler önümüzdeki dönemde iki ülke ilişkilerinin önemli sınavları olacak. ABD Başkanlık seçimlerine giden yolda “Arkadan Yönetme” (leading from behind) anlayışı ile öne çıkmamayı tercih eden Obama’nın yeni dönem Suriye politikası oldukça önemli olacak.

     Pek çok bölgesel ve uluslararası gelişmeyi yakından ilgilendiren Rus-Amerikan ilişkilerinde reset sonrası dönemde temel belirleyici ise Obama’nın Rusya’yı -Kremlin’in uzun yıllardır uğraş verdiği şekilde uluslararası alanda “eşit bir aktör” olarak değerlendirip değerlendirmeyeceği nide saklı. Rusya iç siyasetinde Batılı ülkelerin beklediği “dönüşüm” bekleye dursun Rusya’da dış yardım alan STK’ların “yabancı ajan” olarak kayıt yaptırması  zorunluluğu ile Putin, Rus iç siyasetini dış etkilerden olabildiğince korumaya çalışıyor. Söz konusu tabloda Obama’nın yeni Rusya politikası ve  ikili ilişkilerin seyri ayrı bir merak da uyandırıyor.

[1] Rapor tam metni için bknz: 6 Ekim 2012,

      http://www.roiip.ru/news/738.htm.
Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi 
Yıl:6 Sayı:21 2013 / 1 


***

8 Nisan 2016 Cuma

Hakan Fidan Gerçekten İsrail'in Hedefinde mi? Yoksa Yeni Bir İktidar Oyunu mu Oynanıyor ?,



Hakan Fidan Gerçekten İsrail'in Hedefinde mi? Yoksa Yeni Bir İktidar Oyunu mu Oynanıyor ?,

Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat,
Tarih:20/10/2013 
Türü:İç Politika 


Eğer, Hakan Fidan "Türkiye'nin Putin'i" olarak yakın gelecek projeksiyonlarına sokulmuşsa;

Tayyip Erdoğan'ın "sağlık durumu" sanıldığından ciddi demektir.

Öyledir çünkü, Putin benzetmesi kadar kritik bir benzetme yapabilen hiç kimse, böyle bir " Medyedev hatasına " düşmez..


***

Bayram gündeminde arada kaynayan çok önemli bir konu var. Amerikan ve İsrail basınında aniden MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı hedef alan makaleler yayımlanması ve bu yayınlara mal bulmuş mağribi gibi atlayan Tayyip Erdoğan medyasının, (dikkat edin, "yandaş medya" demiyorum, zira konuya balıklama dalan tek medya kesimi, Tayyip Erdoğan'a bağlı olanlar. Cemaat medyası ile Abdullah Gül'e yakın kalemler konudan uzak durdu) "Tayyip Erdoğan'ı yedirmeyiz" kampanyasına benzer bir "Hakan Fidan'ı yedirmeyiz" kampanyası başlatmaya yönelmesi.

Neler oldu, kısaca hatırlayalım:

Kurban bayramının üçüncü günü, yani 17 Ekim 2013'te Washington Post gazetesinde yayımlanan bir makalede, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın İran yetkililerine, "İsrail hesabına çalışan bir grup İranlı ajanın listesini ilettiği" yazıldı.

Makalenin yazarı tanıdık bir isimdi: Tayyip Erdoğan'ın Davos'ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e “one minute” çıkışını yaptığı panelin moderatörü olan gazeteci David İgnatius.

Bu, Hakan Fidan'ı İsrail'in hedefi haline getirecek bir bilgiydi ki zaten Tayyip Erdoğan'ın çevresi de Fidan'ın "İsrail'in hedefi" olarak nam salmasından nedense her zaman pek hoşnuttular..

Başbakan'ın maaşlı danışmanları bayram-seyran demeyip hemen twitter'ın başına koştular ve Amerikan basınında pek de bir ağırlığı olmadığı anlaşılan bu köşe yazarının iddiasına karşı salvo atışları başlattılar.

Örneğin, Erdoğan'ın danışmanlarından Mustafa Varank'a göre bu bir "psikolojik harp" işaretiydi. "Hükümete ve istihbarata karşı uluslararası psikolojik harp harekâtından önümüzdeki uzun seçim döneminde vazife çıkaranlar mutlaka olacaktı"..

Olayı Gezi direnişine bağlama fırsatını da hebâ etmeyen Varank, şöyle dedi:

" Sonbahar sıcak geçecekti ya hani? Baktılar olmuyor, hükümetin ve istihbaratın itibarına yönelik uluslararası kampanyaya hız verdiler "

" İsminin açıklanmasını istemeyen " bir başka istihbarat yetkilisi de Turkish Daily News Genel Yayın Yönetmeni Murat Yetkin'e konuşmakta gecikmedi:

“ Bu medya kampanyasını, arkasında İsrail kaynaklı bir çabanın bulunduğu bir saldırı olarak görüyoruz.."

Hakan Fidan'ın İsrail'i "ne kadar rahatsız eden" bir MİT Müsteşarı olduğu konusunda bu makale bile fazlasıyla malzeme değeri taşırken, yeni bir kazan kaynatmak arzusuyla tutuşanlara altın tepside bir 'fırsat' da ertesi gün “The Jewish Press” adlı, sanı pek de duyulmadık Kudüs kaynaklı bir internet sitesi tarafından sunuldu.

Sitede, İgnatius'un yazısının yorumlandığı bir "analizde" şu inanılmaz cümleler kuruldu:

“ Amerikalılara göre, burada suçlanması gereken 50 yılık işbirliğinin ardından Türkiye’nin bunu yapmayacağını düşünmüş olan MOSSAD. Bu da demek oluyor ki, MOSSAD naif davranmış olabilir.Bir sabah arabasında özel bir sürprizi hak eden varsa o da Türkiye istihbarat şefi Hakan Fidan’dır.”

MİT Müsteşarı açıkça ölümle tehdit ediliyordu. Bunu yapmamış ve "yapmayacak" olan bir MOSSAD'ın 'zafiyetinden' söz ediliyordu! Hem de isminde açıkça "Jewish" kelimesi geçen bir yayın tarafından!.. Ve de İsrail'in sessizliği eşliğinde?

Erdoğan'ın medyadaki ekibi, sakin geçen bayram tatilinin mahmurluğundan hemen sıyrıldı. Şantajın hedefi MİT Müsteşarı'ndan çok "bizzat Başbakan Erdoğan'ın kendisiydi." Sabah, Meydan, Star, Akşam gibi Erdoğan'ın doğrudan kontrölünde olan gazeteler ve yazarları, İsrail'in sözüm ona "Hakan Fidan'ı yeme operasyonunun" birer ucundan heyecanla tuttular.

Cemaat medyasının sessizliği ise doğrusu dikkate şâyandı. "Sessiz kalmakla" suçlanmasına fırsat kalmadan, Sabah gazetesinin Erdoğan için farklı bir şeyler yapmak arzusu ile yanıp tutuşan yazarı Sevilay Yükselir tarafından "suç işlemekle" suçlandılar. Yükselir, makaleyi "yorumsuz" haberleştiren Today's Zaman gazetesinin, Fidan'ın tehdit edilmesinde 'aracılık' yaptığını iddia ederek, bu gazete hakkında yasal soruşturma yapılması gerektiğini savundu.

Today's Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş'in Yükselir'e yanıtı ise doğrusu Ulusal Kanal'ın üslûbunu aratmadı:

" Yahu elinizde kulağı kocaman, eli her yere ulaşan istihbari örgütler var. Varsa bir ilinti çık erkekçe ortaya koy. Yoksa iftira atma. Ayıp. danışmanını, yalakasını, yardakçısını, hokkabazını niye sahaya sürüyorsunuz?Devlet de sizsiniz, yargı da! Buyrun…”

24 saat içerisinde saman alevi gibi büyüyen olayı, bir adım öteye taşıyan "ulusalcı medya" ise ilginç bir iddia ortaya attı. Yurt gazetesi yazarı Ali Ekber Ertürk'ün haberine göre Tayyip Erdoğan, kendisinden sonra başbakanlığa Hakan Fidan'ı hazırlıyordu!

Bu manşetten sonra, şu soruyu sormanın zamanı gelmiş bulunuyor:

Tayyip Erdoğan, " Veliaht " olarak Hakan Fidan'ı işaret ediyorsa, ABD ve İsrail medyasında aniden beliren Hakan Fidan haberlerinin "arkasındaki güç, İsrail değil bizzat Erdoğan ve MİT'in kendisi olmasın?"

Bu sorunun haklılığını düşündüren bir başka haber, bugün (20.10.2013) Cumhuriyet gazetesinden geldi. Mikrofonu parti içine uzatan gazetenin deneyimli AKP muhabiri Erdem Gül, AKP'lilerin olayı Hakan Fidan'ı tutuklama girişimi olan 7 Şubat sürecinin "devamı" olarak gördüklerini belirttikten sonra şu bilgileri aktardı:

"2014’teki kritik seçim süreci de gözetilerek asıl olarak Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hedef alındığı değerlendirmeleri yapılıyor. AKP’de cemaate yakın medyanın Fidan tartışmasında büyük bir suskunluk sergilediğine de vurgu yapılıyor.

AKP’liler, olayın Türkiye’nin bölgedeki dış politikasına ve iç politikada da özellikle 2014’teki Köşk seçimlerine yönelik beklentilerle sahneye konulduğunun altını çiziyor.

Hedef Fidan değil Erdoğan: Operasyon Fidan üzerinden yürütülüyor ama asıl hedef doğrudan Başbakan Erdoğan. Hedef artık parti değil Başbakan’ın kendisi ve siyasi geleceği."

Erdem Gül'ün haberindeki en çarpıcı unsur kuşkusuz, AKP'liler tarafından yapılan şu değerlendirmeydi:

"Bu operasyon, özellikle İsrail patenti nedeniyle ters tepiyor. Amaç Fidan’ı yıpratmak ama tam tersi oluyor. Fidan İsrail’in hedefinde olduğu sürece içeride kazanacaktır. Bir süreden beri Erdoğan sonrası olası Başbakanlık ya da parti liderliği tabanda güçlenen isimlerde değişiklik yaşanıyor. Bir sene önce yapılan tüm anketlerde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dışında en çok destek Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na çıkıyordu. Ancak bu olaylar Fidan’ın tabanda güçlenmesine neden oluyor. Yapılacak olası başbakan adayı anketlerinde Fidan’ın Davutoğlu’nun üstünde destek bulması şaşırtıcı olmaz. Üstelik AKP Grubu içinde Fidan’ı bizzat tanıyan milletvekili sayısı parmakla gösterilecek kadar az.." (Haberin tamamı için: http://cumhuriyet.com.tr/?hn=447822&kn=7&ka=4&kb=7)

Amaç, AKP tabanındaki "İsrail karşıtlığı" üzerinden yeni bir " Lider adayı " parlatmaksa, ABD ve İsrail medyasında peşpeşe sürüme sokulan bu iki yazının arkasında Erdoğan ve MİT'in olduğunu neden düşünmeyelim?

Hem de "Erdoğan sonrası" için yapılan parti içi anketlerde, " Yüksek Oylar alan " Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu'na güzel bir cevap olmaz mı bu?

" Hakan Fidan'ın İsrail'in çıkarlarıyla çatıştığı masalına kim inanır? Erdoğan ve MİT, Suriye olayında açıkça İsrail'in eline oynamadılar mı?" sorusunu sormayı aklından geçirenler varsa bundan vazgeçsin, zira bu tür "tenâkuzlara" AKP'liler nasılsa zerre kadar kafa yormaz. ..

Gelelim, Hakan Fidan'ın ismi etrafında koparılan bütün bu gürültünün en "bomba" tarafına..

Bu bomba, bizzat AKP tarafından derin operasyonlarda kullanılan Milat isimli gazete tarafından patlatıldı.

İsa Tatlıcan imzalı yazıda "Türkiye'den bir Putin çıkar mı?" sorusu sorulduktan sonra, şu ilginç fikirler gündeme getirildi:

"Rusya Devlet Başkanı Putin, uzun yıllar Rusya iç istihbarat servisi başkanlığı ve Rusya'nın Polütbüro'su olarak adlandırılan Rusya Güvenli Konseyi sekreterliğini yürütmüştü. Hakan Fidan'ın hızlı yükselişini yorumlayan bazı çevreler son dönemde 'Türkiye'den de bir Putin neden çıkmasın' söylemini ciddi ciddi dillendirmeye başlamıştı. Hatta Fatih Altaylı bu söylemi bir adım ileriye taşıyarak 'Çankaya'ya hazırlanan Erdoğan'ın Başbakan adayı Hakan Fidan' iddiasını köşesine taşımıştı.

Hakan Fidan'ın siyasi duruşu benzemese de bürokrasideki yükselişini Putin'e benzeten ve siyasetin önemli aktörlerinden biri olacağını iddia eden köşe yazarları artık sadece Fatih Altaylı ile sınırlı değil.

Siyasette süprizleri seven Başbakan Erdoğan'ın kritik yurtdışı gezilerinde sürekli yanında bulunan 'sır küpü' Hakan Fidan'ı Başbakanlığa taşır mı?

Bu soruyu önümüzdeki dönemde daha sık soracağımızı düşünüyorum. Hakan Fidan'ın bürokrasideki yükselişini siyasete taşıyabileceğini düşünen ve bizim gibi bu soruyu soran çevreler şimdiden ön kesmeye çalışıyor olabilir."

Aynı argüman, ilginç bir şekilde, yine deneyimli bir AKP muhabiri olan Ali Ekber Ertürk'ün Yurt gazetesindeki haberine ise şu şekilde yansıyordu:

" Hakan Fidan, teknokrat bir bürokrat olarak, siyasi konularda çok deneyimli bir isim değil. Bu da kabinesinde teknokrat isimlere ağırlık veren Erdoğan için önemli bir ayrıntı. Erdoğan, 'siyasi imajı ön planda' olan isimlerden çok teknokrat yönüyle öne çıkan isimlere daha çok güveniyor. Hakan Fidan'ın da öteden beri birlikte çalıştığı ve kendisini, genç yaşında makamların en yükseklerine çıkaran Erdoğan'ın 'güvenini sarsacak'bir isim olmadığı belirtiliyor. Üstelik, kendisine en zor döneminde 'yedirmem'diyerek sahip çıkan, bu uğurda Cemaat'le bile zıtlaşmayı göze alan Erdoğan'a Fidan'ın ihanet etmesi beklenmiyor."

Şimdiki soru da şu:

Neden Medyedev değil de Putin?

Normal şartlarda, Tayyip Erdoğan'ın kendisi Köşk'e çıkıp, arkasında da Hakan Fidan'ı bırakmak istiyorsa, bu durumda "Putin"in Erdoğan, Fidan'ın da "Medyedev" olması gerekmiyor mu?

Bir operasyon aygıtı olarak piyasaya sürülmüş olan Milat gazetesinin böyle bir benzetme yanlışına düşmesi olası mı?

Eğer, "Türkiye'nin Putini" Hakan Fidan olacaksa, Tayyip Erdoğan nerede yer alacak?

Milat gazetesinin böyle bir teşbih hatasına düşmeyeceğini bilerek ve de madem spekülasyon serbest, biz de deriz ki:

Eğer, Hakan Fidan " Türkiye'nin Putin'i " olarak yakın gelecek projeksiyonlarına sokulmuşsa;

Tayyip Erdoğan'ın " Sağlık durumu " sanıldığından ciddi demektir.

Öyledir çünkü, Putin benzetmesi kadar kritik bir benzetme yapabilen hiç kimse, böyle bir "Medyedev hatasına" düşmez..

Hakan Fidan'dan bir Putin profili çıkar mı bilemeyiz, ancak her konuda bol bol hata yapma lüksüne sahip olan "devletimizin", siyasi emanetçilik konusunda sıfır hataya sahip olduğunu hatırlatırız. MHP'nin Türkeş'ten sonra Devlet Bahçeli'ye 'emanet edilmesi' özellikle hatırlanmalıdır.

Bu tecrübenin ışığı altında, abartılı "Putin" benzetmelerinin aksine,"mûnis devlet memurları" da çıkabilir projenin altından..

Son bir not olarak, Hakan Fidan planlarından Tayyip Erdoğan'ın da haberdar olduğunu ve bunları desteklediğini anlamaktayız.

Çevresinde Hakan Fidan'dan başka güvendiği kimse kalmadı zira..

www.acikistihbarat.com
twitter.com/fasibel


http://www.acikistihbarat.com/haberdetay.aspx?id=10424

2 Aralık 2015 Çarşamba

PUTİN YANLIŞ YAPIYOR



PUTİN YANLIŞ YAPIYOR

09a8c486016362480fc601d1ef49fff2













   Gereksiz ve zamansız bir şekilde Rus uçağının Suriye’de düşürülmesinden sonra Rusya’nın Türkiye’ye karşı takındığı düşmanca tavır yanlıştır. Bu tutum ve davranışı ülkemize olduğu kadar Rusya’ya da büyük zararlar verecektir.
Muhtemel bir Türk-Rus çatışmasının sadece iki ülkeye değil bölge ve dünya barışına çok önemli ve asla karşılanamayacak büyük zararları olacaktır.
Bugün Rusya ve Türkiye’nin milli güç mukayesesini rakamlar üzerinden yapanlar Rusya’yı yenilmez bir dünya gücü olarak göstermektedir. Bunlar cahilce yapılan değerlendirmelerdir. Tarihi ve coğrafi gerçekleri bilmeden yapılan boş sözlerden ibarettir..

1492’de Rus Çarı III.IVAN’ın Osmanlı Padişahı II.BEYAZIT’a gönderdiği mektupla başlayan ve 523 yılı geride bırakan ilişkiler incelendiğinde, Rusya’nın “sıcak denizlere inmek” şeklindeki değişmeyen hedefini önleyen Türkiye ile Rusya’nın devamlı savaş halinde olduğu görülecektir.

Türkler ve Ruslar en son 1 nci Cihan Harbinde karşı karşıya gelmişlerdir. Savaş sebebiyle İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının Rusya’ya kapatılması ile her alanda çöken Rusya’ya yardım için gelen İngiltere, Fransa gibi dünya devlerinin 1915 ‘te Çanakkale’de uğradıkları hezimet asla unutulmamalıdır. Bu savaş sonunda Osmanlı yenilmiştir. Ama Rusya’da yenilmiştir. 500 yıllık Çarlık Rusyası kanlı olaylarla rejim değiştirerek komünizmin boyunduruğuna girmiştir.
Bugün her alanda Türkiye ve Türklere karşı bir seri yaptırımlar uygulamaya kalkan Putin’in göz önüne alması gereken husus Türk Boğazlarındaki egemenliğin hâla Türkiye Cumhuriyeti’nin elinde olduğudur.

Bu boğazlardan her dört dakikada bir Karadeniz ülkelerine ait büyük ticaret gemilerinin geçtiği asla unutulmamalıdır. Boğazların herhangi bir şekilde kapatıldığı takdirde ne olacağı hususu 1914-1918 Rus arşivlerinde açıkça yer almaktadır. Bu vesile ile gözden geçirilmesinde yarar vardır.

Bugün hangi olumsuz görünüm altında olursa olsun Türkiye Cumhuriyetinin milli güç potansiyeli asla küçümsenmemelidir.

2015 Rusyası hâla dev bir dünya gücüdür. Rusya, BM Güvenlik Konseyi karar alma sistemi içinde ‘Veto Hakkı’ olan beş ülkeden biridir. Nitekim bu gücünü Suriye’ye yaptırım uygulamak isteyen BM kararlarını Çin ile birlikte veto ederek kanıtlamıştır.

SSCB’den sonraki siyasi yapılanma dolayısıyla artık Rusya sınır komşumuz değildir. Fakat bölge ülkesi olarak ve Türk Dünyası ile olan ilişkilerini de göz önüne alarak baktığımızda Türkiye’ nin dış politikasında Rusya’ nın daima göz önünde tutması gereken ülkelerin başında yer aldığını görürüz.

Eğer Türkiye bölgemizde söz sahibi olmak istiyorsa Rusya ile ilişkilerini en üst düzeyde tutmak ve gerekirse stratejik ortaklık seviyesinde bu ilişkiyi güçlendirmek durumundadır. Bu birlikteliğe en az Türkiye kadar Rusya’ nın da ihtiyacı vardır. Çünkü bölgemizde paylaşacağımız pek çok ortak yönümüz bulunmaktadır.

Türkiye’ nin bir bölge ülkesi olarak Rusya ile çıkarları örtüşmektedir. Birlikte hareket etmeleri ve dayanışma içinde bulunmalarında sayısız yararlar vardır. Yöneticilerimiz Rusya’ nın var olduğunu ve hemen yanı başımızda bulunduğunu hatırlamalı, dış ilişkilerimizde Rusya’ya ağırlıklı olarak yer vermemiz gerektiğini unutmamalıdır..

Sonuç olarak; Rusya Federasyonu; Türkiye’ yi geçen 523 yıllık tarihi, siyasi, kültürel, sosyal, ekonomik ve askeri ilişkilerimizin engin tecrübesi ile kendi milli çıkar ve amaçları doğrultusunda değerlendirmek zorundadır. Bunun aksi bir tutum ve davranış coğrafyanın gerçeklerine ters düşeceği gibi jeopolitik ve jeostratejik kavramlara da tamamen aykırı bir durum meydana getirebilecektir.
Özetle muhtemel bir Türk-Rus savaşının kazananı asla Türkler ve Ruslar olmayacaktır. .

Dr. Tahir Tamer Kumkale