Selcan Taşçı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Selcan Taşçı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Nisan 2020 Perşembe

“Paket”ten çıksa çıksa yeni bir “31 Mart” çıkar

“Paket”ten çıksa çıksa yeni bir “31 Mart” çıkar

Selcan Taşçı

2023 Lider Ülke Türkiye Platformu’nun hukukçu üyeleri tarafından hazırlanan bir raporu özetleyeceğim bugün. Konuya geçmeden önce -malum  “2023”, sahipleri “yok mu arttıran” dedirtecek hızla çoğalan bir hedefin adı- oluşabilecek yanlış anlamaları, algı karışıklıklarını önlemek üzere bir tür kimlik tespiti yapmalı:
Her şeyden önce bu  “2023” ; AKP’nin “intihal eseri” olan “2023”  değil!
Adını, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yıllar önce ortaya koyduğu  “2023 Lider Ülke Türkiye”  vizyonundan alan platformun bütün üyeleri Türk Milliyetçisi. Resmi biraz daha netleştirmek gerekirse, hayatlarının çeşitli dönemlerinde  “ülkücü hareket”in çeşitli kademelerinde görev almış (halen görevde olanlar da var) isimler her biri. “Hayatlarının çeşitli dönemleri”  dediysem, bir aksakallılar grubu da değil karşımızdaki; genç, -hadi gençlere haksızlık olmasın- orta yaşa merdiven dayamışlar arasındaki bir tür “kuşak” buluşması/dayanışması aslında onlarınki. 

Ayda bir düzenledikleri toplantılarda gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, siyasetçilerle bir araya geliyorlar. İlber Ortaylı’dan Yusuf Halaçoğlu’na, Ahmet Hakan’dan Alev Alatlı’ya, Rıza Zelyut’tan Cüppeli Ahmet Hoca’ya kadar geniş bir yelpazeden konukları oldu bugüne kadar. Ek olarak bir de dergi çalışmaları var.
Hoca’nın dediğini yap  yaptığını yapma durumu yok Girişte bahsettiğim raporun konusu 30 Eylül 2013 günü Tayyip Erdoğan tarafından açıklandıktan sonra hiç vakit kaybetmeden uygulamasına geçilen ve adına da  “Demokratikleşme” denilen  “paket”. İki haftadır bu konuda sayısız görüş beyan edildi. Benim, bunların içinden özellikle 2023 Lider Ülke Türkiye Platformu raporunu konu etmemin nedeni, seversiniz sevmezsiniz ayrı konu ama, mevzu bahis “demokratikleşme” ise, bu platform, bu konuda konuşmaya “hakkı” bulunan az sayıdaki oluşumdan biri. Çünkü özelliklerinden biri demokrasiyi önce, ısrarlı ve istikrarlı biçimde kendi içlerinde işletebilmeleri. Hocanın dediğini yap ama yaptığını asla durumu yok yani! Her üyenin eşit söz hakkına sahip olduğu platformun başkanı, her dönemde seçimle yenileniyor. 3-3,5 yıl içinde periyodik olarak 6 üye bu sorumluluğu üstlendi; şimdiki başkan olan Atilla Çakar yedincisi.
“Farklı dil ve alfabe”  AİHM kararlarına da aykırı

Gelelim Raporun içeriğine:

“Farklı Dil ve Lehçelerde Propaganda, Özel Okullarda Farklı Dil ve Lehçelerde Eğitim, Köy İsimlerindeki Yasal Engelin Kalkması, Q-X-W Harflerinin Kullanımının Serbestisi” ne “kamuda Türkçe dışındaki dillerin kullanımının önünü açacağı” gerekçesiyle itiraz eden platform üyelerinin  AİHM kararlarından verdiği örnekler çarpıcı.

Mesela, Hollanda,  Fryske dilini idari ve siyasi kurumlarda yasaklayınca, “düşünce özgürlüğünün”  ihlal edildiği iddiası ile AİHM’e başvuran Fryske Ulusal Partisi’nin talebi  “AİHS’nin 10. Maddesi (...) kamuda isteyenin istediği dili kullanma özgürlüğünü garanti altına almaz” denilerek reddediliyor.
Bir diğer örnek Fransa’dan. Çocuklarına koydukları  “Marti” adının, Katalan dilindeki telaffuzu ve harfleriyle nüfusa kaydedilmesini isteyen, ancak nüfus memurunun bunu kabul etmemesi üzerine ayrımcılık ve çocuğun psikolojisini olumsuz etkileyebilecek bir uygulama olduğu gerekçesiyle AİHM’e başvuran Alain Baylac Ferrer ve Natalie Suarez çiftine verilen cevap şöyle:
“Devletlerin dil birliği amacıyla belli bir dil politikasını uygulamaları mantıklı ve o devletlerin egemenlik sahaları içerisinde kendi tasarruflarıdır.” Yani “ Azınlıklara ait ya da etnik dillerin kamusal/resmi alanda kullanımı bir devletin egemenliğinden taviz verme anlamına gelir.” 

“Yeniçeri İsyanları” nı mı özlediler?

Rapordaki bir diğer dikkat çekici ayrıntı siyasi partilere üyelikle ilgili. Bunun, anayasanın eşit davranma ilkesine gölge düşüreceğini savunan platform üyeleri, özellikle TSK, Emniyet ve İstihbarat mensuplarının siyasi parti üyesi olmalarının  “Türk devlet tarihinde yaşanan Yeniçeri isyanları, Balkan Harbinde yaşanan ordu içerisindeki siyasi çekişmeler gibi büyük kaoslara kapı aralayacağı ve yeni 31 Mart Vakalarına yol açacağı” görüşünde.

Bu konudaki diğer çekince -özellikle terör eylemlerinden- devlete karşı suçlardan hüküm giymiş kişilerin siyasi partilere üyeliklerinin, siyasi partileri terör örgütlerinin şubesine dönüştüreceği ve terörü siyasallaştıracağı biçiminde.
“Andımız”ı kaldırmak  antidemokratik bir tavır “Andımız”ın kaldırılması konusunda Gezici Araştırma Şirketi’nin halkın yüzde 88.7’sinin buna  “Hayır” dediğini gösteren anketini ve çocuklarının  “Andımız”ı okumasından yana olan ailelerin durumunu hatırlatan platform üyeleri  “Andımızı okumak isteyen öğrencilerin bu haklarının ellerinden alınmalarını antidemokratik bulmaktayız” diyor.
“Kamuda başörtüsü serbestisi”ne dair değerlendirme, Türkiye’de bunu yasaklayan bir anayasal ya da yasal düzenlemenin zaten bulunmadığı hatırlatmasıyla başlıyor. Rapor paketin kendi içindeki bir çelişkinin de altını çiziyor:

Başörtüsünün hakim ve savcıların tarafsızlığına gölge düşüreceği söyleniyor ama aynı hakim ve savcıların siyasi partilere üye olmasının önü açılıyor!  
Ve  “şapkadan ne çıkacağı” muallak “nefret suçu” mevzusu.   “Bu konunun yargının yorum   ve takdir alanına bırakılmaması,   aksi halde nefret suçu adı altında düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlanacağı” uyarısında buluyor 2023 mensupları.

Raporun tamamı hayli uzun ve detaylı. Merak edenler 2023 Lider Ülke Türkiye Platformu’nun internet sitesinden erişebilirler.


***

1 Kasım 2019 Cuma

Fırındaki Et!..

Fırındaki Et!..

Selcan Taşçı

Kasaptaki ete soğan doğramayan emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, önce kasabın etin derisini soymasını, lime lime etmesini izledi. Sonra “kolay lokma” olsun diye bölünüp, parçalanan etlerin kaynar kazanlara, cayır cayır fırınlara atılmasını bekledi. 
Şimdi de, et yanıp, bitip, kül olduktan sonra tutmuş “yutturmaya” çalışıyor iyi mi!

Pes vallahi...

İnsan hiç mi, “Ya ben böyle geniş geniş konuşuyorum ama yarın bir gün bu insanlar ’küllerinden doğar’da karşıma çıkarlarsa, nasıl bakacağım suratlarına” diye düşünmez?

Onu geçtim, cezaları onanan, sadece cezaları onanan da değil haklarındaki beraat kararıyla hayatlarının üç yılının çalındığı resmen tescillenen subayların ailelerinin hali hiçbir sızlatmaz eski “komutanlarının” yüreğini?

Hiç mi çekinmez;

Rütbeleri, hakları geri alınan, maaşları kesilen; amiyane tabirle dımdızlak ortada bırakılan kadınların, çocukların ahından?

Benim ki de laf;

Rütbeleri söküldükten sonra hiçbiri lojmanda yaşayamayacak, ordu evlerine giremeyecek, Özkök’ün “yoluna çıkamayacak”, “canını sıkamayacak” nasıl olsa değil mi? Kalmadı yani “yüzleşme” ihtimali! 

***
Önceki gün Fikret Bila’ya yaptığı açıklamada diyor ki;
“Tanıklık yapsam da mevcut deliller çerçevesinde davanın esasını etkilemeyecekti!..” 

Müneccim misin?

Yargıtay kararını kalkan yapıp böyle konuşmak kolay tabii de, sormazlar mı insana nereden biliyorsun etkilemeyeceğini?

Senin ifadenden de sonra belki dava bambaşka bir yönde seyredecekti!
“Olmayan darbe girişimi” için “üretilmiş deliller” hükmünü kaybedecekti belki!
Belki de dediğin gibi hiçbir şey değişmeyecekti ama en azından elinden geleni yapmış olmanın iç huzurunu kazanacaktın;

Az şey mi?

“Gitseydim dinlenmezdim” diyor;

Gitseydin de dinlenmeseydin...
Ne kaybederdin?

Tayyip Erdoğan “Hocam” diye hitap ettiğinde boşuna kopmuş onca yaygara;
“Ben tedbirimi alayım da takdir Allah’tan” demez mi bir “Hoca”?
 AKP’nin “alkolsüz toplum modeli” ters tepti “Alkol yasağı” da dahil popüler ifadesiyle “yaşam tarzına müdahale” alanına giren her türlü düzenlemeye karşıyım. Toplumu oluşturan bireyler birbirlerinin hak ve özgürlük sınırlarını ihlal etmediği, edeple, ahlakla, saygıyla ilgili genel kaideleri çiğnemediği ve başkaları için tehdit oluşturmadığı müddetçe dilediğince yaşar; ister alkolle yıkanır, ister şerbete bulanır. Ve bu “düzen” yasaklarla değil; toplumun birlikte yaşayabilmeye ayarlı olarak yetiştirilmesi, eğitilmesiyle sağlanır. Yasaklar -hele ki dam üstünde saksağan sığlığındaysa- sadece kaos yaratır.

Bakın nasıl:

***

Cuma akşamı saat 20.30-21.00 suları... 
Avcılar-Zincirlikuyu metrobüs hattı ... 

Kimdir nedir bilmiyorum, ben “kart-sapık” taktım adını. Küçükçekmece’den sallana sallana metrobüse binmeye çalışırken üzerime çullandı. Berduş vaziyetine bakılırsa; gidip bir yerlerde yiyip-içmiş olamazdı. Muhtemelen “alkol”ü ya bir büfeden, ya marketten aldı. Sonra da ya bir parkta ağaç altında, ya sokakta bir kaldırım köşesinde içip yeniden “insan içine” karıştı.

Aynı akşam saat 21.00-21.30 suları...

Bu kez Zeytinburnu-Kabataş tramvay hattı...
Cevizlibağ’dan bindim; ben, biri kibrit çaksa toptan havaya uçardık herhalde diyeyim içerinin durumu siz tahmin edin. 
Birkaç durak sonra “tayyare” moduna geçmiş bir adam oturdu yanıma; eli -detaya girmeyeyim- “aranmakta” ;
Sonrası tahmin edersiniz ki kavga!

Diyeceğim şu ki;

Bravo AKP sana!

Saat 22.00’den sonra alkol satışını yasaklayarak öyle güzel bir iş yaptın ki, eskiden gece yarısından sonra, el ayak çekilince, tenhada rastladığımız ne kadar ayyaş varsa sayenizde artık çoluk çocuk dışarıda olduğumuz, şehrin en yoğun saatlerinde aramızda!

Kendi içinde, kendiliğinden oluşmuş bir düzene, sisteme sahip olan “toplumsal yaşam”ı, lego varsayarak şekillendirmeye kalkışınca böyle elinde patlar işte!
Eminim “dindar” ve “muhafazakar” tabanın “alkolik” leri karılarının, kızlarının başına musallat ettiğin için gurur duyuyordur seninle! Ölene kadar bitmez ama evet Çok sevdiğim Bulutsuzluk Özlemi şarkılarından biridir;
“Gazetelerde bu sabah bir fotoğraf var
Cezaevinde bayram görüşmesi
Analar, babalar, çocuklar sarmaş dolaş...” 
Her şeyin, onca haksızlığın, hukuksuzluğun üzerine tüy diker gibi şimdi bir de bu “fotoğraf”ı yasaklıyorlar Türk askerinin karısına, çocuğuna, anasına, babasına..

Zulüm bu!

Alenen, “Sizi öldürene kadar, esameniz dahi okunmayacak biçimde silene kadar yetmez, bitmez bu intikam, ama şimdilik işkencenin bu kadarına evet” demek!
Yüzlerce kahramanı, akla vicdana sığmayan cezalara mahkum ederken “ Adaletsizliği ” hukukla, yargıyla sakladınız;
Peki bu zulmü neyle, nasıl saklayacaksınız?
Ne demek “bayram görüşü”nü yasaklamak?
Hangi hukuk, hangi yargı, nasıl bir devlet bir ailenin “bayram”ını elinden alma hakkına sahip olabilir?

Rütbeleri, madalyaları, beratlarıyla birlikte geçmişlerini çaldınız...
Emeklilik hakkını kazanmamış, eşi çalışmayan, bütün hakları ellerinden alınmış bir aile düşünün; bir günde evsiz barksız, işsiz güçsüz bıraktınız; sokağa attınız; küçücük çocukların geleceklerini çaldınız...

Daha ne istiyorsunuz; 
Toplu İntiharlarını mı?

Saltanatınızı, bir kadının, bir çocuğun gözyaşları üzerine mi kuracaksınız? Bayağı “erkekçe”, “mertçe” (!)

Bu mu sizin “ Millet ” olmaktan anladığınız?

Bu mu Müslümanlığınız? 
Bu Bayram en kalbi dileğimdir;

Zulmünüz artsın ki zeval bulasınız!


***

2 Aralık 2018 Pazar

Şarkıya fazla kaptırmış kendisini

Şarkıya fazla kaptırmış kendisini


Selcan Taşçı,

Kapatma Davası”ndan başlayıp  “AKP’yi hedef alan tehditler” diye nitelendirdiği bir dizi olayı sıraladıktan sonra “ama” diyor;

Eski Türkiye ile mücadele etmek suretiyle, Yeni Türkiye’yi inşa ettik...  O gün nasıl ki askeri vesayete karşı mücadele ettiysek bugün de cemaat vesayetine karşı mücadele ediyoruz...  BİZİM karşı olduğumuz Ahmet’in ya da Mehmet’in vesayeti değil, doğrudan vesayetçi yapıya karşıyız... Gülen hareketi kendi hesaplaşmasını yapıp (...) hukuksuz uygulamalara imza atmış olabilirler. Bu (...) BİZİM askeri vesayet ve Ergenekon’la mücadelemizin  yanlış olduğu anlamına gelmez. Peki bu BİZE bir mükellefiyet yükler mi? Yükler. (...) cemaat ele geçirmek istediği yerlere, Ergenekon bayrağını sallamak suretiyle sızdıysa bunu tasfiye etmek görevimiz olmalı. O nedenle diyorum ki, geçmişte askeri vesayete karşı mücadele verdik şimdi de cemaat vesayetine karşı mücadele edeceğiz.” 

Bu satırları yazan kişi Yalçın Akdoğan olsa anlarım; nihayetinde AKP milletvekili, Başbakan’ın Başdanışmanı.
Yiğit Bulut olsa -eski yazılarını hatırlayıp çok gülerim ama- anlarım; nihayetinde Başbakan’ın danışmanı.
Ne bileyim Yıldıray Oğur olsa, Hilal Kaplan olsa, Ahmet Taşgetiren olsa -kendilerine “ödenek” tahsis edilmişti- “akil”lik  kontenjanından “kadrolu” sayılabilirler; anlarım.
Ve fakat  “birinci çoğul şahıs”  ekiyle AKP’nin bütün eylemlerini sahiplenen, kendisini de bu siyasal yapıya dahil eden kişi iktidara yakın da olsa halihazırda bir gazetenin Ankara temsilcisi. Bir gazetecinin bir siyasi yapıdan taraf olmasını dahi aylarca-yıllarca tartışmış medyamızın, meslek örgütlerinin, şimdilerde gazetecilerin “parti sözcüsü” gibi, “biz” diye manifestolar döşenmesini garipsememesi de epey garip değil mi! Ya televizyon kanallarının “Biz” diyerek AKP’ye yakın değil; resmen dahil olduğunu beyan etmiş birine hâlâ “gazeteci” sıfatıyla “propaganda” yaptırmaya devam etmesi?!
Muhalefetteki siyasi partilerden herhangi biri, gazeteciliğini AKP’nin siyasi mücadelesine adadığını ilan eden bu zatı herhangi bir etkinliğine davet edebilir mi bundan böyle? Gazetecilik yapmaya mı geliyor, ajanlık için mi; emin olabilir mi?

***
Yazıyı yazarken fonda  “Beraber yürüdük biz bu yollarda...”  çalıyordu belli ki; şarkıya fazla kaptırmış kendini!
Abdülkadir Selvi’ye AKP yöneticisi, sözcüsü, milletvekili, danışmanı, personeli vs. olmadığını sadece  “gazeteci”  olduğunu hatırlatmalı bence biri. Hayır, her şey bir yana bu “yanılsama” sağlığı için de tehlikeli...

Aydını böyleyken, kızılır mı cahile,

Medyanın halleriyle başladık  madem, devamını da öyle getirelim bugün.
Akif Beki ile Aslı Aydıntaşbaş’ın kısır/sonuçlanmamaya mahkum tartışmalarından birine denk geldim dün sabah.
Hafta içi hemen her sabah göründükleri ekran, Türkiye’nin sayılı haber kanallarından biri; CNNTürk. İkisi de gazeteci, yani “haberdar etmek”  öncelikli vazifeleri.

Aydıntaşbaş, güya Başbakan’ın yılbaşı gecesi yayınlanan “Millete Hizmet Yolunda” konuşmasını yorumlayacak.

Birinin, hele ki gazeteciyse, hele ki milyonların karşısına çıkıp da fikir beyan edecekse, konuştuğu konuda asgari ölçüde -ki asgari bilgi de yetmez yoruma, derinlemesine incelemeli ki çözebilmiş olsun aslında ne anlama geldiği-nasıl anlaşılması gerektiğini- bilgi sahibi olması beklenir değil mi?
Bu hanımefendide o yok işte!

Millete Hizmet Yolunda konuşması üzerine bayağı iddialı bir tonda ahkâm kesiyor ama ilk cümle şöyle

Galiba daha önce başka bir adı vardı... Şimdi adı başka...” 

Haydaaaa; biliyorum bu esprinin de suyu çıktı ama bahçıvansın  biberin yok, gazetecisin haberin yok demekten başka ne söylenir şimdi buna!
Ulusa Sesleniş”ten “Millete Hizmet Yolunda”ya geçiş sırasında onca tartışıldı, sayısız köşe yazarı yazdı, bir dolu gürültü patırtı çıktı, ülkenin en köklü gazetelerinden birinin de yazarı olan Aslı Hanım’ın konuya alakası  “galiba adı başkaydı” derecesinde! Neyse yayın sırasında biri mesajla bildiriyor da öğreniyor “ne hakkında konuştuğu”nu!

Yorumun devamı şöyle:

Anladığım kadarıyla duaları referans gösteriyor...” 

Üzerine yorum yaptığı konuşmayı izlememiş bile yani; başka gazetecilerin yorumlarından anladığı kadarıyla yorumluyor!
Dünkü çocuk değil; Cumhuriyet, Yeni Yüzyıl, NTV, Sabah, Habertürk, Akşam, Milliyet, SkyTürk’te çalışmış, Ankara ve Washington temsilcilikleri yapmış “tecrübeli” varsaydığımız gazetecinin, ülkemizde gazeteciliğin hali bu işte!
Aydını bu seviyede olan memlekette nasıl kızalım cahile, cahilin tercihlerine!

***

3 Kasım 2018 Cumartesi

Kahramanlığa Bak : PKK'ya Rağmen Barzani ile Görüşecek.,

Kahramanlığa Bak : PKK'ya Rağmen Barzani ile Görüşecek.,

Selcan Taşçı


Ta 1966’da
"İstiklal davamızı bir gün muhakkak kazanacağız. ’Kürdistan’haritasını dünya milletlerine kabul ettireceğiz.

 Irak’tan sonra ikinci mücadele cephemiz Türkiye olacaktır.

 Fakat bu mücadele için zaman çok erkendir" diyerek, eski ABD Başkanı Woodrow Wilson’un 1920 tarihli haritasına bağlılığını ortaya koyan Molla Mustafa Barzani’nin; Türkiye’yi, "PKK’ya dönük operasyonlarını durdurmazsa Diyarbakır ve diğer kentlerine karışmakla" tehdit eden oğlu Mesut Barzani, meğer "terörle mücadelemizdeki müttefikimiz"miş! 

— 
Kahramanlığa Bak : PKK'ya Rağmen Barzani ile Görüşecek 

Selcan Taşçı - Yeniçağ


Başbakan’ın Danışmanı Yalçın Akdoğan bir tür "önleyici müdahale"de bulunarak 

"Erdoğan-Barzani  Buluşmasının Diyarbakır’da olmasına negatif anlamlar yüklenmesinin haksızlık olacağını" söylüyor.
Yarası olan gocunur.

Akdoğan, Öyle bir Barzani profili çiziyor ki, hiç tanımasak, bilmesek mahallenin "Fahriye Abla"sı sanacağız ;

Ne Güzel, Ne Şirin, ne vefalı komşumuzdun sen!..

 Ta 1966’da 

 "İstiklal davamızı bir gün muhakkak kazanacağız.
’Kürdistan’haritasını dünya milletlerine kabul ettireceğiz.
 Irak’tan sonra ikinci mücadele cephemiz Türkiye olacaktır.
 Fakat bu mücadele için zaman çok erkendir" diyerek, eski ABD Başkanı Woodrow Wilson’un 1920 tarihli haritasına bağlılığını ortaya koyan Molla Mustafa Barzani’nin; Türkiye’yi, "PKK’ya dönük operasyonlarını durdurmazsa Diyarbakır ve diğer kentlerine karışmakla" tehdit eden oğlu Mesut Barzani, meğer "terörle mücadelemizdeki müttefikimiz"miş!

İnsanın aklıyla, zekasıyla dalga geçmeyin bari;

 Çok değil 2006 senesinde, aynı Barzani’ye "aşiret şeyhi, postal öpücü, terör destekçisi" diyen siz değil miydiniz?

 Peki ya, çok değil 2007 senesinde aynı Barzani için "muhatabımız olamaz, terör örgütüne yataklık yapıyor" diyen?

 "Telekinezi" marifetiyle söylemediniz herhalde bu sözleri!

 ***
 En Garabet Tutum, Erdoğan’ın 

" Bir parçası Türkiye’den koparılarak kurulması hayal edilen Büyük Kürdistan’ın başkenti varsayılan Diyarbakır’da, ’Büyük Kürdistan projesi’nin taşeronu Barzani ile buluşmasından, ’Bu buluşma Öcalan’ı, PKK’yı kızdırma pahasına gerçekleşiyor’ diye bir kahramanlık(!) hikayesi çıkarmaya" 
çalışmaları!

Pardon ama;

1" Kürt sorunu"nu Kim icat etti?

ABD!

 CIA Başkanı Stansfield Turner’ın isteğiyle hazırlanan 20 Ağustos 1979 tarihli raporun başlığı "The Kurdish Problem in Perspective". "Derinlemesine Kürt Sorunu"nun ele alındığı bu raporun hemen akabinde, ABD Ankara Büyükelçiliğinden Washington’a giden kripto şöyle:

"Türkiye’nin bölünme süreci, Kürtlerin ayrı bir etnik topluluk olduğunu kabulden geçiyor!"

2. PKK’ya Kim yol verdi?

ABD!

 1980’lerin başında, "ABD’nin gücünü tüm dünyaya ispat etmek ve hegemonyasını hâkim kılmak" üzere iktidara gelen neo-conlar, SSCB’nin İran’la beraber Körfez bölgesine müdahalesini engellemek için, Türk askerini SSCB birliklerinin dibine konuşlandıracak bir tehdit üretti:

 PKK Bekaa’ya yerleştirildi.

3.Körfez işgali sırasında Irak’ı 36.Paralelin güneyine hapsederek, "Kuzey Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi" nin temelini atan ve Barzani’yi "siyasi lider"e dönüştüren kim peki?

Aaa yine ABD!

 Mazileri ta "baba Barzani"ye kadar uzanıyor da, "oğul Barzani"nin kaderi şüphesiz Yahudi kökenli "neo-con"ların işbaşı yapması ve Irak Kürtleri ile İsrail’in "ortak çıkarları"nı keşfi ile değişti.

 ABD ile Irak arasında "diplomatik ilişki"nin bulunmadığı 1983 yılında Bağdad’daki Belçika Büyükelçiliği’nin Amerikan görevlisi William Eagleton, Barzani kamplarında PKK’lılar ile "iyi ilişkiler" geliştiriyordu.

 PKK ile Irak Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) arasında imzalanan "dayanışma protokolü" ile PKK "Irak-Türkiye geçişi"ne kavuştu.

 1991’de Irak’taki otorite boşluğunu fırsat bilen KDP, Irak ordusuna ait silah ve mühimmatı PKK’ya aktardı.

PKK " Aba altındaki sopa", Barzani "siyasi kukla" kılığında; ama nihayetinde ikisi de ABD’nin elinde kullanım sıraları konjonktüre göre değişen birer siyasi maşa!

İktidar bu "kumalık yarışı" ndan medet umacak kadar düştüyse; vah bize, vahlar bize!

Açık İstihbarat @ 2013 

http://acikistihbarat.com/Goruntule.aspx?id=10434


***

31 Ekim 2018 Çarşamba

Yeni Yıl Neşesi niyetine

Yeni Yıl Neşesi niyetine


Selcan Taşçı


Yılın ilk gününe -vurgunun, talanın, yalanın, dolanın, gafletin, ihanetin, dalaletin, sefaletin gölgesinde ne kadar mümkünse- neşeli başlayalım ki bütün senemiz tebessümle dolsun diye dünkü gazete köşelerinden bir seçki yaptım sizin için...
İlki Zaman’dan Abdülhamit Bilici’den. Özetle  “PKK ile bile müzakere yapılırken, camiayı Türkiye için en büyük tehdit gibi gösterme seferberliği ibretlik...” diyor.

İlahi Sayın Bilici, “PKK”  kim-ne-hani nerede? Öyle bir  “şey” var mı ki! “Süreç” kapsamında  “İmralı” diye değiştirmemiş miydiniz ismini? Ayy pardon  “İmralı” Öcalan’ın kod adıydı; PKK  “Kandil” diye anılıyordu değil mi?
Bir diğer “yüzümüzü güldüren(!)” adam İhsan Dağı. “İster cemaate mensup olsun, ister Kemalist, ülkücü veya Alevi, vatandaşların kimliklerinden dolayı ayrımcılığa uğraması kabul edilebilir değil” miş. E, kendi gazetenin referandum öncesi yargıyı hedef alır biçimde ‘Alevilerin arka bahçesi’ manşetleri atmasını niye kabul ettin o zaman? Yine kendi gazetende “Alevi subaylar”a dönük kara propaganda yapılmasını niye kabullendin? 

  1 Ocak bugün, ama belli ki sen bu satırları 1 Nisan sanıp da “şaka” niyetine yazdın!

Üçüncü  “ Gülmece-güldürmece ”  Bülent Korucu’dan.  “ Gazetecilik mesleğinin yediği darbe” den muzdarip beyefendi:

“Yalan haber diz boyu...” 

Yahu senin gazeten, hem de o darbe yemesine dertlendiğin gazetecilik mesleğini onuruyla, şerefiyle yapan insanları -alenen yalan söyleyerek- hedef gösterdi! Yalan haberlerle linç etti, itibarsızlaşmayı denedi! Daha fenası, senin gazeten, haberinin “yalan”  olduğu belgelenmesine rağmen “yalanından mağdur olan gazeteci meslektaşlarından”  bir özür dahi dilemedi. Düzeltme yapmak yerine sağıra yatmayı tercih etti! Şimdi sen böyle boğazına kadar yalana batmış sayfalardan “yalan diz boyu” diye çığlık atarken kendin karikatürize ediyorsun kendini!

Veee işte o; 007 Taha Kıvanç kod adlı Fehmi Koru;

“Paris’teki PKK bürosunda işlenen üç cinayete dahi Câmia’nın işi denmesi” ni hayretler içinde anlatıyor;
“Ergenekon” adı takılan  “torba dava”yı  “Agarta”ya dayandıran -hiç ucu Tibet’e, Mu’ya, Atlantis’e varan zırvaları anmıyorum bile- Teşkilat-ı Mahsusa eylemlerinden Dersim’e ve hatta PKK’nın kuruluşu da dahil, neredeyse esen yelin bile, Silivri’de zulüm gören milliyetperver insanlara yamanmaya çalışıldığı ülke Papua Yeni Gine değildi herhalde!

İyi ki bittin 2013...

Türkiye Cumhuriyeti’ni uçuruma sürükleyenler ve işbirlikçilerinin kendi kendilerini yalanlayacağı, birbirlerinin maskelerini düşüreceği, itirafçıya dönecekleri daha nice aylara inşallah; bu  ülkenin yeni “çağı”nın başlangıcını 31 Mart sabahı kutlamak ümidiyle...

İstihbaratçısın haberin yok!

Başbakan “12 Eylül referandumunda yanlış yaptık” dediğine göre şimdi sıra “yanlış yapanı destekleyerek”  daha büyük yanlış  yapan “yüzde 50”de!  “30 Mart” gibi bulunmaz bir “yanlıştan dönme” fırsatı var  önlerinde.
Dünkü gazetelerde, Mersin ve Gaziantep’teki “dinleme skandalları” -bu tür olaylar muhaliflere yönelikse etinden, sütünden, sesinden, görüntüsünden her türlü nemalandıktan sonra sümenaltı ediliyor da, iktidardakiler ’mağdur’olduğu vakit ’skandal’oluyor ne hikmetse- üzerine  “Dinleme işlemlerinin yapıldığı birimlere, ucunun nerede olduğu tahmin edilen, ’Paralel bir hat’çekildi mi?”   diye soruyordu AKP’nin kalemşorlarından biri.

İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın dikkat çektiği gibi bir  “paralel istihbarat”  mevcutsa “bunu yapanların yakasına yapışılıp hesap sorulmasını” istiyordu?
Böyle bir durumda -öncelikle- hesap sorulması gereken bir ülkenin istihbarat ağını bertaraf etmeyi becerebilenler midir yoksa kendi mahremini bile korumayı beceremeyen istihbarat servisi mi?

Yine yeni bir “ Bahçıvansın biberin yok ” hikayesi;

Bahçıvansın biberin yok, biricik işi  “haber almak” olan, bunun için her türlü imkan, kadro ve yetkiye sahip olan istihbarat teşkilatısın haberin yok!
Başka  “ Skandal ” arama!

***


25 Temmuz 2018 Çarşamba

Z.A.(!)’lardan Arınmanın tek yolu “ Zihniyet Nakli ”

 Z.A.(!)’lardan Arınmanın tek yolu 
“ Zihniyet Nakli ” 


Selcan Taşçı

TBMM’de uyurken fotoğraflanmasına kızıp Meclis bahçesinde karşılaştığı kadın gazetecilere  “Ben de sizin bacak aranızı çekip gazeteye bastırsam ’Bunların doğal hali bu’diye...”  vecizesinin sahibi AKP Tokat Milletvekili Z.A.(!)’nın savunması trajikomik.
Z.A.(!) diyor ki;
“Bugün kadın gazeteci için açıklama yapan arkadaşlar polislerin anasına küfreden arkadaşları için bir cümle etmediler!..” 
Pardon?!

Bunu sen mi söylüyorsun?


CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç’e  avaz avaz “O.....  ç....! P.. k...! Satılık köpek! Şerefsiz! Senin a...  s....” diye küfreden sen!
Üslup, terbiye, ar sorunu bir yana Kamer Genç’inki  “ana” değil miydi acaba?
Başınıza Genç gibi bir “bela(!)”yı musallat ettiği için o  “ana” ya müstehak diye mi düşünüyorsunuz yoksa; böyle mi işliyor o arızalı mantığınız? 

***
Söz Kamer Genç’ten açılmışken; Genç, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Çanakkale Zaferi ile ilgili çalışmasında Atatürk’e yer vermemesi üzerine, TBMM kürsüsünden  bir zihniyet ifşaası olarak  “Atatürk olmasa, bilmem hangi tarikat mensubunun kaçıncı hanımı durumuna düşerdiniz...” dediğinde  “Sizinle bu çatı altında bulunmaktan büyük utanç duyuyorum” diye esip gürleyen Fatma Şahin nerede?
Z.A.(!) ile aynı çatı altında bulunmaktan utanç duymuyor mu; hatta aynı partide olmaktan?
Hangi partiye mensup olduğunun hiç önemi yok her şeyden önce bir kadın olarak, sonra da  “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı” olmanın yüklediği sorumlulukla Şahin’e düşen, CHP Ankara Milletvekili Aylin Nazlıaka’nın Z.A.(!)’yı kınadığı sırada Genel Kurul salonunu terk etmek midir?
Güya tepki gösterdi sonradan.

Nasıl?

Üç Satırlık yazılı açıklamayla. 

Ve fakat Genç için kullandığı  “hadsiz”, “terbiyesiz”, “ağzından çıkanı kulağın duysun” ifadelerinin hiçbiri yer almadı Z.A.(!)’yı sözüm ona kınayan açıklamada!
Yine Kamer Genç olayında  “Milletvekiliniz kadın bakana hakaret ediyor, susuyorsunuz, yazıklar olsun”  diye yeri göğü inleten Ayşenur Bahçekapılı nerede;

Kime  “ Yazıklar olsun ”  şimdi? 

***
TBMM’deki kadınlarda; bakanıyla, milletvekiliyle, personeliyle, gazetecisiyle az biraz kadınlık onuru, gururu diye bir şey varsa, Z.A.(!)’nın, değil milletvekillerine yumruk sallamak, değil akılalmaz biçimde üste çıkmaya çalışmak, bir daha o çatının altına girememesi gerekmez mi?
Aralarından PKK’lılara canlı kalkan olan çıktı, Gezi Parkı’nda, Kuğulu’da  “direnen” çıktı, TOMA’nın önüne siper olan çıktı; Rabbimin  “aktivist” olsunlar diye yarattığı kadın milletvekilleri Z.A.(!) girmesin diye TBMM kapısına canlı bariyer olmayı da düşünmez mi mesela!
Ya da kadın gazeteciler bir daha adını anmasa, haberini yapmasa,  “yok hükmünde” saysa...

***
Niye Z.A.(!)’ya değil de bu rezaletin mağdurlarına yükleniyorum değil mi!
Çünkü Z.A.(!) ve onu siyasette o noktaya getiren “kafa” bu; tıp dünyası çaresiz  “zihniyet nakli”ni yapamıyorlar henüz.
“Bunlar”  -silahların eşitliği diye bir ilke var madem; bizim silahımız söz olduğuna göre aynıyla mücadele gerekir diye böyle diyorum- için kadın tam da Z.A.(!)’nın işaret ettiği yerden ibaret...
Beş yaşındaki çocuğun kolundan tahrik olur “bunlar” ; nereleriyle düşünüyorlarsa beş yaşındaki çocuğu dahi  “cinsiyetiyle” algılayabilirler.
“Bunlar”  için “tesettürsüz kadın, anonim kullanılan kadın”dır,  “örtüsüz kadın, perdesiz ev” ... Kadın ve erkeğin misyonunu hangi sembollerde izah ettiklerini hatırlayın: Tavuk ve horoz! Her türlü  “tepenize çıkma”  hakları bakidir yani! 
Ülkeyi darül harp görmeleri gibi sanki kadına bakışları da... Hangi hakarette bulunurlarsa bulunsunlar kendilerine “hak” sayıyorlar...

TGC’den 

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, geleneksel 24 Temmuz kutlamaları(!) programını açıkladı. Buna göre 24 Temmuz Çarşamba günü The Marmara’da yapılacak “kutlamalar”  kapsamında saat 19.00’da Basın Özgürlüğü Ödülleri’nin verileceği tören, saat 20.30’da da  “kokteyl”  var.
“Sansürden inim inim inlerken sansürün kaldırılış yıldömünü kutlayabilmek”  kafasına erişebilmek için “ihtiyaç”  zahir; gazeteci arkadaşlar yine  “sınırsız”  içecek  “kokteyl” de. Buna bir itirazım yok; isteyen istediği içsin, içebilsin tabii. İtirazım TGC’nin -geçen yıl da yaptılar aynısını- bu kokteyli ısrarla  “iftar saati”nde vermesine!
TGC Başkanı Turgay Olcayto farkında olmayabilir ama aylardan Ramazan! 24 Temmuz 2013 günü İstanbul için iftar vakti 20:38; pişti!
Yine Turgay Olcayto farkında olmayabilir ama ateist, gayrımüslim yahut oruç tutmayan/tutamayan gazetecilerden ibaret değil TGC; oruç tutmayan kadar tutan üyesi de var. Ne yapacak bu insanlar? Tamam gelsinler, kokteylinize katılsınlar da nasıl? 17 saat aç durduktan sonra kokteyl havuçlarıyla mı açacaklar oruçlarını? 

- Neredeydin akşam?
- İftar kokteylinde!

Tamam sen oruç tutmayabilirsin, inanmayabilirsin, Ramazan’da içebilirsin de kimsenin bir şey dediği yok ama oruç tutan üyelerini yok sayma hakkına sahip değilsin!
Ramazan ayında 5 yıldızlı otelde iftar saatinde kokteyl vermek yerine daha mütevazi bir yerde  “iftar yemeği” nde buluştur gazetecileri kıyamet mi kopar? Ne olur yani “laikliği” ne halel mi gelir?  “Yobaz”,  “irticacı”  diye mi etiketlenirsin? 
Bu nasıl bir kompleks; değilse toplumun değerlerinden nasıl bihaberliktir? 

Ayıp. Valla ayıp.


***


24 Mart 2017 Cuma

“Yerin altı da var” dedirtmesin,


“Yerin altı da var” dedirtmesin,


Selcan Taşçı,


Nefesimizi tuttuk Yargıtay’ın;

(Balyoz sanıkları, avukatları, sanık yakınları ve duruşmaları takip eden az sayıdaki gazetecinin binlerce kere tekrarlamasına rağmen yok sayılan garabetler manzumesinden özetliyorum...)
 * 2003’te hazırlandığı iddia edilen dijital verilerde “Office 2007” ile piyasaya sürülen yazı karakterinin kullanıldığı(!),
* 19.02.2003 son kayıtlı dijital veri içerisinde, 18.08. 2008 tarihli  “Bireysel emeklilik alındı belgesi” nin bulunduğu(!),
*  2003 tarihli dijitallerin, 2008’de yürürlüğe giren  “TSK Karargâh Hizmet Yönetmeliği ve TSK Arşiv-Dosyalama Talimatı”na göre düzenlendiği(!),
* Sanıklarının TRT’de canlı yayında su altında oldukları sırada dijital belge de üretebildiklerinin varsayıldığı (!),
* Toplama kampı olarak kullanılacak FB stadının,   oradan geçiş süresi 0.5 saniye olan F16’ca havadan denetim altında tutulacağının ciddi ciddi iddia olarak   sunulduğu(!),
* İsrail’de tatbikatta olan 2 firkateynin komutan ve ikinci komutanlarının, aynı anda Marmaris’te toplantıda da olabildiği(!),
* Delil sayılan CD’lerin sahteliğini kanıtlayan klasörlerin savunmadan saklandığı(!),
* Delil sayılan CD’lerin, savcı tarafından “benim bilirkişim”e TÜBİTAK’ın görevlendirme yazısından 5 gün önce teslim edildiği(!),
* 14 değişik kişinin, 14 değişik yerde hazırladığı 14 değişik belgenin her birinde her nasılsa  “müdahale” kelimesinin  “müdahele” yazıldığı(!),
* Farklı kişilerce hazırlanan  “bombalanacak camiler” in keşif planlarında her nasılsa aynı imla hatalarının yapıldığı(!),
* Suç olmayan seminerdeki hayali senaryoların  “suç delili”  kabul edildiği(!),
* Odalarında halen jammer kullanan mahkeme heyetinin, askeri mahkeme başkanına  “odasında neden jammer kullandığını” sorduğu(!),
* Darbeyi önlediği iddia edilen tek kişinin tanık olarak dinlenmediği(!),
* Duruşmaların başlamasına üç gün kala Mahkeme Başkanı’nın değiştirildiği(!),
* Değiştirilen hakime “Paşaları tahliye edersen seni vuracaklar” denilen(!),
* Öğrenci sanıklara “Personelinize görev verdiniz mi”  diye sorulan(!),
* Beşiktaş Adliyesine teslim edilen askeri savcılık raporunun kaybolduğu için dosyaya konulmadığı (!),
* Kendi istekleriyle yurtdışından gelen “şüpheli”lerin  “kaçma şüphesi”yle tutuklandığı(!),
* Mahkeme salonunda bulunan tutuksuz sanıklar hakkında  “yakalama” kararı çıkarıldığı(!),
* Sanıkların yargılanmasının  “hukuksuz davranışları dolayısıyla kapatılan ÖYM’ler” de devam ettiği(!), 
* Emniyet bilirkişi raporunun, adli bilişim uzmanı listesinde bulunmayan kişilere hazırlatıldığı(!),
* İddia makamının 32 tanığının tamamının sanıklar lehine ifade verdiği(!),
* Bir tek  “itiraf”ın bulunmadığı,
* Sanıkların  “yapmadıklarını” ispata zorlandığı(!),
* Mahkeme heyetinin, savcının yokluğunu, duruşmanın başlamasından yarım saat sonra sanık avukatlarının uyarısıyla fark ettiği(!),
* Savcının uyuduğu ve mahkeme başkanının uyandırmak zorunda kaldığı(!),
* Mahkeme başkanının sanıklara küfür ettiği(!),
* Sanıklarla avukatlarının ısrarlı başvurularına rağmen TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun incelemediği-incelemek istemediği(!),
Ve;
Yüzlerce aileye yıllardır  “sessiz çığlık”lar attıran,
Yaşattığı  “evlat acısı” ndan sebep can alan, can yakan,
Kaya gibi bedenlerde kurşunların, şarapnellerin, pusuların açmayı başaramadığı yaraları açan, acıtan,
Aileler dağıtan,
İftirayı onurlu subayların şakaklarına namlu gibi dayayan; Allah’ın verdiği canı kula aldıran,
Tüyü bitmemiş oğlanları çocuk yaşta “evin babası”  olmak zorunda bırakan,
Baba kucağını özleyen kızlara son dört, üç, iki, bir diye günleri, 20,10, 9, 8,7, 6 diye saatleri saydıran,
Kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyen dirayet abidesi kadınlara, bir yastıkta kocadıktan sonra ayrılan yataklarına dün gece bir umut mis kokulu temiz çarşaflar yaydıran,
Nice haneye günlerdir  “hayali kurulan erken bayram”ın temizliğini yaptıran dava hakkındaki;
“Onanırsa gıcık olduğunuz herkesi, adını bir Word belgesinde geçirmek suretiyle hapse attırabilmenizin yolunu açacağı için”  -aslında- hepimizi çok yakından ilgilendiren kararını bekliyoruz.
O kadar çok “olmaz” oldu ki bugüne kadar; “hak” referansıyla ne yazarsak yazalım bu saatten sonra hiçbir karşılığı olmayacak bu davanın muhataplarında...
Dolayısıyla kendi adıma (ülkem adına aslında) sadece dua edebiliyorum:
Adalet,  “iktidarın hukuku”na kurban edilmesin...
Bugün, Allah bir tek kişiye bile  “yerin altı da var” dedirtmesin...



***

8 Nisan 2016 Cuma

Kahramanlığa Bak : PKK'ya Rağmen Barzani ile Görüşecek




Kahramanlığa Bak : PKK'ya Rağmen Barzani ile Görüşecek 



Selcan Taşçı
Tarih:22/11/2013
Türü:İç Politika 


Ta 1966’da

" İstiklal davamızı bir gün muhakkak kazanacağız.

’Kürdistan’haritasını dünya milletlerine kabul ettireceğiz.
Irak’tan sonra ikinci mücadele cephemiz Türkiye olacaktır.
Fakat bu mücadele için zaman çok erkendir ", diyerek, eski ABD Başkanı Woodrow Wilson’un 1920 tarihli haritasına bağlılığını ortaya koyan Molla Mustafa Barzani’nin; Türkiye’yi, "PKK’ya dönük operasyonlarını durdurmazsa Diyarbakır ve diğer kentlerine karışmakla" tehdit eden oğlu Mesut Barzani, meğer "terörle mücadelemizdeki müttefikimiz"miş!

23.11.2013

Başbakan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan bir tür " Önleyici Müdahale "de bulunarak 

" Erdoğan-Barzani buluşmasının Diyarbakır’da olmasına negatif anlamlar yüklenmesinin haksızlık olacağını " söylüyor.

Yarası olan gocunur.


***

Akdoğan, öyle bir Barzani profili çiziyor ki, hiç tanımasak, bilmesek mahallenin "Fahriye Abla"sı sanacağız ; Ne güzel, ne şirin, ne vefalı komşumuzdun sen!..


Ta 1966’da 

"İstiklal davamızı bir gün muhakkak kazanacağız.
’Kürdistan’haritasını dünya milletlerine kabul ettireceğiz.
Irak’tan sonra ikinci mücadele cephemiz Türkiye olacaktır.
Fakat bu mücadele için zaman çok erkendir" 

diyerek, eski ABD Başkanı Woodrow Wilson’un 1920 tarihli haritasına bağlılığını ortaya koyan Molla Mustafa Barzani’nin; Türkiye’yi, "PKK’ya dönük operasyonlarını durdurmazsa Diyarbakır ve diğer kentlerine karışmakla" tehdit eden oğlu Mesut Barzani, meğer "terörle mücadelemizdeki müttefikimiz"miş!


İnsanın aklıyla, zekasıyla dalga geçmeyin bari;


Çok değil 2006 senesinde, aynı Barzani’ye "aşiret şeyhi, postal öpücü, terör destekçisi" diyen siz değil miydiniz?


Peki ya, çok değil 2007 senesinde aynı Barzani için "muhatabımız olamaz, terör örgütüne yataklık yapıyor" diyen?


" Telekinezi " marifetiyle söylemediniz herhalde bu sözleri!


***


En garabet tutum, Erdoğan’ın 

"Bir parçası Türkiye’den koparılarak kurulması hayal edilen Büyük Kürdistan’ın başkenti varsayılan Diyarbakır’da, ’Büyük Kürdistan projesi’nin taşeronu Barzani ile buluşmasından, ’Bu buluşma Öcalan’ı, PKK’yı kızdırma pahasına gerçekleşiyor’ diye bir kahramanlık(!) hikayesi çıkarmaya" çalışmaları!

Pardon ama;

1"Kürt sorunu"nu kim icat etti? ABD!


CIA Başkanı Stansfield Turner’ın isteğiyle hazırlanan 20 Ağustos 1979 tarihli raporun başlığı "The Kurdish Problem in Perspective". "Derinlemesine Kürt Sorunu"nun ele alındığı bu raporun hemen akabinde, ABD Ankara Büyükelçiliğinden Washington’a giden kripto şöyle:

"Türkiye’nin bölünme süreci, Kürtlerin ayrı bir etnik topluluk olduğunu kabulden geçiyor!"

2. PKK’ya kim yol verdi? ABD!


1980’lerin başında, "ABD’nin gücünü tüm dünyaya ispat etmek ve hegemonyasını hâkim kılmak" üzere iktidara gelen neo-conlar, SSCB’nin İran’la beraber Körfez bölgesine müdahalesini engellemek için, Türk askerini SSCB birliklerinin dibine konuşlandıracak bir tehdit üretti:


PKK Bekaa’ya yerleştirildi.


3.Körfez işgali sırasında Irak’ı 36.Paralelin güneyine hapsederek, "Kuzey Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi" nin temelini atan ve Barzani’yi "siyasi lider"e dönüştüren kim peki? Aaa yine ABD!


Mazileri ta "baba Barzani"ye kadar uzanıyor da, "oğul Barzani"nin kaderi şüphesiz Yahudi kökenli "neo-con"ların işbaşı yapması ve Irak Kürtleri ile İsrail’in "ortak çıkarları"nı keşfi ile değişti.

ABD ile Irak arasında "diplomatik ilişki"nin bulunmadığı 1983 yılında Bağdad’daki Belçika Büyükelçiliği’nin Amerikan görevlisi William Eagleton, Barzani kamplarında PKK’lılar ile "iyi ilişkiler" geliştiriyordu.

PKK ile Irak Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) arasında imzalanan "dayanışma protokolü" ile PKK "Irak-Türkiye geçişi"ne kavuştu.

1991’de Irak’taki otorite boşluğunu fırsat bilen KDP, Irak ordusuna ait silah ve mühimmatı PKK’ya aktardı.


PKK " aba altındaki sopa ", Barzani " Siyasi kukla " kılığında; ama nihayetinde ikisi de ABD’nin elinde kullanım sıraları konjonktüre göre değişen birer siyasi maşa!


İktidar bu " Kumalık Yarışı" ndan medet umacak kadar düştüyse; vah bize, vahlar bize!


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10434


.