9 Nisan 2016 Cumartesi

Hem Ülkücü, Hem AKP'li Olunmaz


Hem Ülkücü, Hem AKP'li Olunmaz 



Okan Kilit
Tarih:18/07/2014
Türü:İç Politika 


Aradaki farkı görelim mi?

Hadi görelim… Pardon fark kelimesi eksik kaldı, düzeltiyorum. Aradaki uçurumu görelim mi? 

“Türkçülüğü ayaklar altına aldık. Milliyetçiliği ayaklar altına aldık.” 

Recep Tayyip Erdoğan

“Ancak istila ve işgal altında ki bir millet milliyetçilik yaptığı için suçlanabilir… Türklük yoluna başlarımızı koyuyoruz.” 

Alparslan Türkeş

Ya Tayyipçisin ya Türkeşçi, ya ülkücüsün ya AKP’li  bu işin ortası olamaz, bu işin ortası yok. 


 
www.acikistihbarat.com
18.07.2014



Sene 1944 - 1945 : Ankara’da 3 Mayıs 1944 tarihinde görülüyor Türkçülük – Turancılık davası.

Meydanlar hınca hınç dolu. Tepki büyük. Meydana doluşan gençlere çok sert müdahalede bulunuyor polis.  

Turancı gençler birer birer gözaltına alınıyor. Alparslan Türkeş o günü şu sözleriyle anlatmıştır. 

 " 3 Mayıs günü Heyecanla sokağa fırlayan gençler kıyasıya dövüldüler. Kafaları yarıldı, gözleri patladı. Bazılarının kolları, kaburgaları kırıldı." 

Açılıyor zindan kapıları mapusluğun yeni konukları Türkçüler, Turancılar. Önde H. Nihal Atsız var ardında Alparslan Türkeş ve onun ardında diğer Türkçü düşünürler.  

Öyle sıradan bir mahkumiyet değil bu. Türkçüler her türlü işkenceye maruz kalıyor, tabutlukta yatırılıyorlar. Tabutluk denilen hücreye bir insan sadece çömelerek sığabilir. Ayağa kalkmak, yatmak imkansızdır. Alparslan Türkeş’in tırnakları bu dönemde sökülmüştür.  Türkçüler  bir buçuk yıla yakın süre bu zindanlarda kalmış daha sonra salınmıştır. 

Tarih 27 Mayıs 1960 İhtilali sonrası : 

Türkçüler yeniden meydana çıkıyor. Önderleri Alparslan Türkeş. İhtilal sonrası ondört arkadaşı ordu içerisinde Türkçü ihtilal yapma teşebbüsüne kalkışıyor. Çok ilerlemelerine ve kendilerine kitle toplamalarına rağmen ihtilal son anda başarısızlığa uğruyor. 

Başarısızlığa uğrayan ihtilal girişimi sonrası MBK üyesi  Haydar Tunçkanat, Türkeş ve arkadaşlarının kurşuna dizilmesini talep etmiş, bu talep Mill Birlik Komitesi tarafından kabul edilmemiş idam cezası yerine Türkeş ve arkadaşları emekli edilerek sürgüne gönderilmiştir. 

Tasfiye işlemi Cemal Madanoğlu tarafından gerçekleştirilmiştir. O dönemde öndörtler ilerici – anti amerikancı  askerler olarak anılmıştır.

ÜLKÜCÜLÜĞÜN DOĞUŞU

Türkeş sürgün yılları son bulup yurda döndükten sonra CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi)'ne katıldı. İlk kongrede Genel Başkan seçildi. Artık mücadelesine asker olarak değil siyasetçi olarak devam edecektir.

Düşüncelerini bir kitapta toparlayarak kendi ideolojisini oluşturdu. Ziya Gökalp’in “Milli Mefkure” ve Nihal Atsız’ın “Milli Ülkü” terimleri Alparslan Türkeş’in Dokuz Işık kitabında tamamen siyasallaştı. 

Artık Türkeşçilerin, Dokuz Işık ilkelerini devlet düzeni olarak görmek isteyenlerin bir adı vardı. Onlara Dokuz Işık kitabının ikinci ilkesinin adı verilmişti. Onların adı artık Ülkücüydü. Alparslan Türkeş, Dokuz Işık kitabında Türk milletinin ilim, ahlak ve ekonomik bakımdan en ileri millet haline gelmesi ve modern saniyiyi kurmuş refah toplum haline getirilmesini Ülkücülerin ülküsü olarak tanımlanmıştır. 

Belki şu an bir çoğunuzun zihninde aynı soru şekillendi  

“Peki Türk-İslam ülküsü nereden çıktı ? ”

Türk-İslam ülküsü bir nevi Arap İslam anlayışına muhalif bir tavırdır. Milletler din olgusunu kendi kültürlerine göre şekillendirir. Araplar için kadın her zaman ikinci sınıf vatandaştı.  İslamiyet öncesinde de bu durum  böyleydi ve İslamiyeti de kendi kültürlerine göre uyarladılar. Yani sadece erkek nefsine hizmet eden bir islam anlayışı yarattılar. Yıllarca Türklere de bu anlayış dikte edildi. 

Alparslan Türkeş bu durumdan rahatsız olan bir insandı çünkü bu anlayış Türklerin kimyasını bozabilecek bir anlayıştı. Mesela Afganistan da Taliban yönetimi ele geçirdikten sonra Rumi’nin kitaplarını yaktırmıştır. Türkler ise tasavvufçular ile her zaman gurur duymuştur, İslamiyeti sevgi dini olarak tanımlamışlardır. İşte  bu yüzden Alparslan Türkeş, "Bizim sevdamız İslamiyet ile Türklüğü harmanlayan Şeyh Ahmet Yesevi’nin yoludur" diyerek Türk-İslam ülküsü kavramını meydanlara taşıdı.

 Seyid Ahmed Arvasi üç ciltlik Türk-İslam Ülküsü kitabını kaleme aldı. 

Artık onların bir diğer gayesi  Türk kültürüne büyük zararlar veren Arap İslam anlayışına dur diyerek Türkistan alimi Şeyh Ahmed Yesevi’nin öğretilerini günümüze taşımaktı. Alparslan Türkeş bu ülküsünü her zaman manevi alanda yürütmüştür. Asker kökenli bir siyasetçi olarak Atatürk ilkelerine sıkı sıkıya bağlıydı, laiklik konusunda tavizsiz bir insandı. Okuyanlar bilir Dokuz Işık kitabı Alparslan Türkeş’in Atatürkçülüğe verdiği değerin en büyük kanıtıdır.  

Sözün Özü

Türkiye’ye ülkücülük adında bir siyasi anlayışı  Alparslan Türkeş kazandırmıştır. Düşünün Marx’ı, Engels’i redderek sosyalist olunabilir mi ? Aynı şekilde Alparslan Türkeş’i redderek de ülkücü olunamaz. Ülkücülüğün özünü Türkçülük oluşturur. İçerisinde Türkçülüğün olmadığı bir anlayışa Ülkücülük denemez.  

Şimdi gelelim bugüne, kimisi diyor ki 

“Arkadaş ben Ülkücüyüm ama AKP’yi destekliyorum!” Bende o arkadaşlara diyorum ki 

“Hadi ordan soytarı, sen daha neyi savunduğunu bile bilmiyorsun.” 

Aradaki farkı görelim mi? 

Hadi görelim… Pardon fark kelimesi eksik kaldı, düzeltiyorum. Aradaki uçurumu görelim mi? 

“Türkçülüğü ayaklar altına aldık. Milliyetçiliği ayaklar altına aldık.” 

Recep Tayyip Erdoğan

“Ancak istila ve işgal altında ki bir millet milliyetçilik yaptığı için suçlanabilir… Türklük yoluna başlarımızı koyuyoruz.” 

Alparslan Türkeş

Ya Tayyipçisin ya Türkeşçi, ya ülkücüsün ya AKP’li  bu işin ortası olamaz, bu işin ortası yok. 

Hele kavramların içini boşaltmanın, soytarılığın hiç lüzumu yok.  

Lüzumsuzlara Duyurulur…



Açık İstihbarat @ 2014

http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10500


..


Ehven-i Şeri Seçmelisin; Aynen Mustafa Kemal Gibi



Ehven-i Şeri Seçmelisin; Aynen Mustafa Kemal Gibi 


Açık İstihbarat
Tarih:15/07/2014 
Türü:İç Politika 


 Mustafa Kemal'in "ehven-i şer, şerlerin en kötüsüdür" sözünü paylaşıyorsun internette.

Git şoförler odasına; girişinde Atatürk'ün "Türk şoförü asildir" sözünü de göreceksin.

Çık Harem-Gebze hattına, bin yüzlerce minibüse, bak bakalım 1 tane asil şoför bulabilecek misin?

Geçeceksin; o 100 sene önceydi.

Mustafa Kemal o sözü, tarihin en kritik zamanında "ehven-i şeri" seçtiği  için söyleyebildi.
 
www.acikistihbarat.com
15.07.2014

Matematik zekanla duygusal zekan arasında sıkışıp kalmış, yalpalamaktasın.

Aptal değilsin...bugüne kadar onlarca konuya kafa yordun, ülken adına onlarca doğru çözümleme ve tespit yaptın...

Korkak değilsin... dünya tarihin en orijinal eylemlerinde günlerce polise karşı durdun, gaz yedin, cop yedin...

Cahil değilsin... ülkenin karşı karşıya kaldığı en kapsamlı küresel saldırıyı analiz edebilmek için yıllardır okuyup duruyorsun...

Fakat ne hikmetse hayatının  hatasını yapmak üzeresin; seçimleri boykot edip, oy vermeyerek.

Aptal olmadığın için matematiği ile başlayalım...

Bütün bu hengâme içinde Tayyip Erdoğan'ın aslında güç kaybettiğini görmüyorsun. 

Bir "Erdoğan referandumuna" dönüşen son seçimde %43 oy aldı...yani ülkenin %57'si bu Deccal Provasına HAYIR dedi. Eğer yerel seçim milletvekili seçimi olsaydı, milletvekili sayısı mevcudun da altına düşecekti. Yani Tayyip Erdoğan Meclis'teki kan kaybı tam gaz sürecekti.

Cumhuriyet tarihinin en kabus propaganda bulutunun arkasındaki güneşi göremiyorsun. AKP'nin propaganda makinasının senin moralini bozmak için uyguladığı bütün taktikleri hap gibi yutuyorsun. 

Tayyip Erdoğan bile inanmıyor , senin inandığın kadar, %55 ile seçileceğine.

Tayyip Erdoğan bile farkında bu ülkenin özgül ağırlığı karşısında köşeye sıkıştığını ve tek kurtuluşunun belediye ve devlet ağları üzerinden beslediği bir kitlenin körlüğünde olduğunu.

Bir de senin körlüğün eklenmesin Erdoğan'ın hanesine. Bir de senin boş protesto oyun, yazmasın Erdoğan'ın yüzdesine.

Cahil olmadığın için sosyolojisi , tarih ve analizi ile devam edelim...

Kurtuluş Savaşı romantizmini abarttığının farkında değilsin.

Cahil olmaman, muhakeme yeteneğinin dumura uğramayacağı anlamına gelmiyor.

Kurtuluş Savaşı'nda kaybedecek hiç bir şeyi kalmamış koca ve onurlu bir Millet vardı...

Şimdi kaybedecek arabası, milyarlarca dolar "mortgage"ı olan ve şehitlerinin katili ile pazarlık edilmesine gıkını çıkarmayan, zavallı ve onurunu kaybetmiş bir Millet var.

Kurtuluş Savaşı, devletin içinden bir grup bürokrasinin tarihi bir lider etrafında kenetlenmesi ile organize edildi.

Bak bakalım Devlet'te senin hayallerinin, ideallerinin esamesi okunuyor mu....

Var mı yakınında veya uzağında Mustafa Kemal'in tırnağı olabilecek bir lider?

Kurtuluş Savaşı'nda Anadolu  bir kaç kanı bozuk hainin dışında bir dava etrafında birleşmişti...

Bak bakayım Anadolu'ya...yılanın en engereklisi kıvrılmış bekliyor dağlarının berisinde.

Ve unutmadan;  Kurtuluş Savaşı'nda ayağında doğru düzgün çapul kalmasa da bir Türk Ordusu ve Padişah'a karşı silah arkadaşının arkasında duran Kazım Karabekir gibi komutanları vardı..

Bugün ise, PKK'nın Murat Kazanasmaz'ı olarak her gün PKK'nın kapattığı yolları bildiren ve silah arkadaşlarını "Padişah" adına yanlış yönlendiren,  altlarında audileri ile Özel Necdet ve kurmayları. var.

............

Mustafa Kemal'in "ehven-i şer, şerlerin en kötüsüdür" sözünü paylaşıyorsun internette.

Git şoförler odasına; girişinde Atatürk'ün " Türk Şoförü Asildir " sözünü de göreceksin.

Çık Harem-Gebze hattına, bin yüzlerce minibüse, bak bakalım 1 tane asil şoför bulabilecek misin?

Geçeceksin; o 100 sene önceydi.

Mustafa Kemal o sözü, tarihin en kritik zamanında "ehven-i şeri" seçtiği  için söyleyebildi.

Nişantaşı'ndaki evine gelenler, İstanbul'da bir şeyler yapması için onu teşvik ederken o sustu, bizzat Padişah'tan yetki aldı ve ZAMAN KAZANMAK İÇİN resmi yetki ile Samsun'a çıktı.

Anadolu'da gücünü topladıktan sonra "Ehven-i şeri" seçmeme lüksüne kavuştu.

Samsun, Mustafa Kemal'in ehven-i şer'i idi.

Senin Samsun'un ise bütün aksamalarına rağmen ağır aksak bir demokrasi ve onun pratikteki yansıması olan Parlamento.

Cumhurbaşkanı  seçildiği takdirde Türkiye'yi tek adam diktasına götürecek Erdoğan'ın hadım edip, sekreteryaya dönüştüreceği Parlamento.

Ekmeleddin İhsanoğlu'nun ne olduğunu bize anlatma; biraz utanman olsun.

2004 yılından beri küresel güçlerin ve Türkiye'deki uzantılarına yönelik onbinlerce yazı yayınlayan bu sitenin bütün yazarları "Ergenekon"'dan içeri alındı bilmez misin?

"Ergenekon"'un o Nemrut Mustafa divanından bu yazarların yüzlerce sene hapis cezası aldığını bilmez misin?

Bize mi emperyalizmi anlatıyorsun; bize mi Erdoğan'la mücadeleyi anlatıyorsun?

Cahil olmaman utanma duygusundan muaf olduğun anlamına gelmez; utan.

....

Evet; İhsanoğlu'nu seçmek zorundayız...

İhsanoğlu Coca-Cola'nın , MOSSAD'ın , ABD'nin , İngiltere'nin ve bilimum emperyal güçlerin ajanı da olsa seçmek zorundayız...

İhsanoğlu değil Dünya İslam Örgütü'nün başkanı, galaksi İslam Birliği'nin başkanı olsa da seçmek zorundayız...

Çünkü kaderin bizi sıkıştırdığı bu "işgal altındaki" İstanbul'dan Samsun'a çıkabilmek için ZAMAN KAZANMAK zorundayız.

Ve bunun için gerekirse aynen Mustafa Kemal'in yaptığı gibi çıkış vizemizin üzerine İngiliz damgası vurdurmak zorundayız.

Ve bunun için gerekirse aynen Mustafa Kemal'in yaptığı gibi halife Padişah'ın karşısına çıkıp onun görevlendirme emrini almak zorundayız.

....

Erdoğan hanedanlığı artık uçurumun kenarında duruyor. Bunun farkında sizin olmadığınız kadar.

Ve Cumhurbaşkanı seçilemediği noktada bütün domino taşları üzerine doğru yıkılmaya başlayacak. Hakkındaki bütün dosyalar , bütün kanıtları ile Devlet'in arşivlerinde mühürlenmiş bekliyor. 

Yüce Divan bekliyor.

Erdoğan bunun farkında, senin olmadığın kadar.

O yüzden bütün paralı köpeklerini saldı medyadan üzerine. 

O yüzden "ilk turda seçilir" propagandasını tam gaz pompalıyor sen tatilden dönmeyesin diye.

Korkuyor çünkü tek bir oyun onu uçurumun kenarından aşağı itebileceğini biliyor.

Atmadığın veya boş attığın  tek oyla Cumhurbaşkanı seçilip; çocuk oyuncağı zannettiğin demokrasi oyununu özleyeceğin otoriter federalizm girdabına sürükleyebilir ülkeyi.

Atacağın tek oyla siyasi tarihinin en sembolik ve ağır yenilgisini alıp, yıllardır şirk koştuğu Hak'kın ve yıllardır zülm ettiğin Halkın o soğuk nefesini ilk kez ensesinde hissedebilir.

O tek oy senin.

Ehven-i Şer'i seçmek zorundasın...Aynen Mustafa Kemal gibi.

Açık İstihbarat


Açık İstihbarat @ 2014


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10498


..


" Yeni Türkiye " Nereden Çıktı?



" Yeni Türkiye " Nereden Çıktı? 



Ali İhsan Gürcihan 
Açık İstihbarat
Tarih:13/07/2014
Türü:İç Politika 


“ Eski Türkiye artık eskide kalmıştır. ”

Toplumu eşya gibi gördüğünüz için yaptığınız hakaret sayılacak bu yakıştırmanızı bilmeyene,anlamayana yutturursunuz.

Bazı sözde aydın ve sanatçılar da dahil olmak üzere dalkavukluk edenlere de bir güzel alkışlatırsınız .
Alkışlatırsanız ama düşünen ve geçmişine vefalı insanlar   açısından doğru ve gerçek çok farklıdır.

Toplum gibi yaşayan varlıkların ayakkabı,elbise gibi eskisi,yenisi yoktur. Toplumların,Milletlerin zaman içerisinde sürekli bir şekilde DEĞİŞİM’i ve GELİŞİM’i söz konusudur.


www.acikistihbarat.com
13.07.2014


Eski Türkiye,Yeni Türkiye diye tutturmuşlar gidiyor. 

Eşya mı bu. 

İşleri,güçleri saptırma,abartma ve Millet’i lafla kandırma.

 “Yeni Türkiye” diye sosyoloji ve toplum bilimi ile tam olarak açıklanması mümkün olmayan bir tanımlamayı kullanıp duruyorlar.

Ne diyorlar !...

“Eski Türkiye artık eskide kalmıştır.”

Toplumu eşya gibi gördüğünüz için yaptığınız hakaret sayılacak bu yakıştırmanızı bilmeyene,anlamayana yutturursunuz.

Bazı sözde aydın ve sanatçılar da dahil olmak üzere dalkavukluk edenlere de bir güzel alkışlatırsınız .
Alkışlatırsanız ama düşünen ve geçmişine vefalı insanlar   açısından doğru ve gerçek çok farklıdır. 

Toplum gibi yaşayan varlıkların ayakkabı,elbise gibi eskisi,yenisi yoktur. Toplumların,Milletlerin zaman içerisinde sürekli bir şekilde DEĞİŞİM’i ve GELİŞİM’i söz konusudur.

Ülke olarak geldiğimiz bugünkü  seviye de,vefasız birilerinin eski dediği işte bu tarihi süreç içerisindeki tüm değişim ve gelişimin sonucudur.

Bu tanımlama cahillik ve de vefasızlık örneğidir.

Bugün İslam Dünyası içerisindeki seçkin ve çağdaş seviyeyi "Eski" diye kınadığınız Türkiye’ye borçlu olduğunuzu görmüyor musunuz?

Çok üzücüdür ki,Orhan Gencebay gibi sözde sanatçılar da mı hangi Türkiye’de yaşayıp bu seviyeye geldiklerini unuttular?

"Yeni Türkiye" diyenlerin esas olarak, kendi iktidarlarında içeride toplumu nasıl ötekileştirdiklerine, Irak ve Suriye başta olmak üzere Orta Doğu’da uyguladıkları politikalara bakarak Türkiye’nin gelişim sürecine ne kadar zarar verdiklerini görmelerinde yarar vardır.

Bu süreç içerisinde bugün var olanlar eğer geçmişi inkar ediyor ve yargılıyorsa, unutmasınlar ki  kısa bir süre sonra bugünü inkar edenler ve yargılayanlar da olacaktır.

Hem de büyük kısmı o dalkavuk alkışlayacıların  torunları arasından. 

Kısacası ;

Kendi Saltanatları uğruna ”Yeni Türkiye” diyerek,geçmişini inkar eden ve ona alkış tutan cahil ve vefasızların  bu Ülke’nin geleceğine zarardan ve zaman kaybından başka hiçbir katkıları olmayacaktır.

Kalın Sağlıcakla…


Açık İstihbarat @ 2014

http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10497



..


AKP Çankaya'ya Taşınıyor


AKP Çankaya'ya Taşınıyor 



Ali İhsan Gürcihan 
Açık İstihbarat
Tarih:06/07/2014 
Türü:İç Politika 


Söylemlerinin özünde, bırakın Cumhurbaşkanı adayı bir Başbakan olgunluğunu, her zaman olduğu gibi seviyesizce Parti Genel Başkanı saldırganlığı hakimdi.

Ne geçmişe vefa ne de edep vardı.

Bu Ülkenin kurtuluş ve kuruluşunda büyük emeği geçen tarihe mal olmuş birçok insanı kötüledikten sonra,mağdur ve kahraman edası ile ” Biz yola çıkarken kefeni giydik” diye bağırıyordu.

Nereden çıktı bu kefen giyme modası. 


 
www.acikistihbarat.com
06.07.2014


AKP Genel Başkanı, Başbakan, bir ara da savcıyım diyen, Cumhurbaşkanı adayı Tayyip Erdoğan ilk toplu gösterisini Samsun’da yaptı.

Söylemlerinin özünde, bırakın Cumhurbaşkanı adayı bir Başbakan olgunluğunu, her zaman olduğu gibi seviyesizce Parti Genel Başkanı saldırganlığı hakimdi.

Ne geçmişe vefa ne de edep vardı.

Bu Ülkenin kurtuluş ve kuruluşunda büyük emeği geçen tarihe mal olmuş birçok insanı kötüledikten sonra,mağdur ve kahraman edası ile ” Biz yola çıkarken kefeni giydik” diye bağırıyordu.

Nereden çıktı bu kefen giyme modası.

Kefen giyecek bir durum mu var bu Ülke’de?  

Başbakan  herhalde dinimiz İslam’da birilerine karşı kefen giymenin ne anlama geldiğini ve de ne zaman giyileceğini bilmiyor. Irak’ta, Suriye’de ve Mısır’da kefen giyenler yüzünden sözüm ona Allah adına yapılan katliamları da bir türlü göremiyor ya da görmek istemiyor. 

Ya da kefen söylemi üzerinden taraftarlarını kinlendirerek daha farklı hesaplar peşinde .

Rahmetli İsmet İnönü’nün o günkü şartlarda Cumhurbaşkanı oluş şeklini bile, olayları saptırarak anlatıp her zaman olduğu gibi insanları şartlandırmaya çalışıyor.

Daha da kötüsü insanları tabanda da halen kutuplaştırıyor.

1938’den bu yana sözde Millet düşmanlığından bahsederek,genel anlamda kendisine oy vermeyen anlayış sahiplerini hedef gösteriyor.

“ Biz Milletçiyiz,Onlar Devletçi ” diyerek insanları bölüyor,parçalıyor.

“Cumhurbaşkanı seçmek artık,elinde silah olanların, seçkinlerin,para babalarının uhdesinde değil,bizzat Milletin uhdesindedir.”
diye insanları resmen ayrıştırıyor.

Akıl alacak gibi değil,tüm bunları haykırdıktan ve benzeri birçok söylemden sonra da, kardeşlik diyor,ayrımcılık yapmadım ve yapmayacağım sözleri ile 76 milyonu kucaklamaktan bahsediyor.

Hadi canım sende.
Sen kimleri kandırmaya çalışıyorsun.
Seni dinleyen onca insanı anlamaz,mantıksız,cahil durumuna sokmaktan hiç mi sıkılmıyorsun. 
Kısaca ve açıkçası ;
Kendi taraftarlarına,” Yol arkadaşlığımız aynen devam edecek ” diye söz vererek AKP zihniyetinin Çankaya’ya hakim olacağını resmen açıklayan, söylemleri ile suçlama ve ötekileştirmeye halen devam eden bir adayın 76 Milyonun Cumhurbaşkanı olmasını düşünmek hayalden de öte bir aldatmacadır. 

Çankaya’ya taşınacak olan da Cumhur’un tamamı değil sadece ve sadece onun AKP’li olanlarıdır.

Sorumlu Yurttaşların demokrasi dışı bu gerçeği göreceği inancı ile.

Kalın Sağlıcakla..


Açık İstihbarat @ 2014


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10495


..

Çatı Adayına Değil,Stratejiye ve Matematiğe Oy Vermek



Çatı Adayına Değil,Stratejiye ve Matematiğe Oy Vermek 



Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat
Tarih:04/07/2014 
Türü:İç Politika 


    Buna rağmen, aynı yayında " Destekliyorum ama herşeye rağmen değil " dediğini ve " Bu konu Meclis'te hiç tartışılmadı. Atatürk döneminde bile ortada hayat memat 
meselesi varken tartışılmıştı" dediğini de görmezden gelmeyelim.

    Esasen, " Açılım" gibi  ölü doğmuş bir konuda kimin ne düşündüğünün de çok önemi yok. İhsanoğlu'nun kanımca verdiği en önemli mesajlardan birisi, Başkanlık 
sistemine karşı olduğunu,Cumhurbaşkanlığı görevinin mevcut anayasadaki şekliyle devam etmesi gerektiğini söylemesiydi.


www.acikistihbarat.com
05.07.2014


Şimdi biraz şifre çözmeye çalışalım, duygularımızdan arınalım ve mantıklı düşünelim:

1-İhsanoğlu'nu dün Taha Akyol'un programında dikkatle dinledim. Saha siyasetinde tecrübesiz olduğu için "açılımı destekliyor musunuz?"  sorusunu iyi göğüsleyemedi. 

" Bu sorunun çözülmesi gerektiğine elbette inanıyorum ancak adına açılım denilen süreç batağa saplanmıştır.Bu konuyu böyle kirlenmiş bir kelime üzerinden konuşmak istemem"

denilse tuzağa düşüimeyebilirdi. Buna rağmen, aynı yayında "Destekliyorum ama herşeye rağmen değil" dediğini ve "Bu konu Meclis'te hiç tartışılmadı. Atatürk döneminde bile ortada hayat memat meselesi varken tartışılmıştı" dediğini de görmezden gelmeyelim.

2- Esasen, " Açılım " gibi  ölü doğmuş bir konuda kimin ne düşündüğünün de çok önemi yok. İhsanoğlu'nun kanımca verdiği en önemli mesajlardan birisi, Başkanlık sistemine karşı olduğunu,Cumhurbaşkanlığı görevinin mevcut anayasadaki şekliyle devam etmesi gerektiğini söylemesiydi.

3- Bu konu şunun için önemli: Recep Tayyip Erdoğan'ın Köşk'e çıkması demek, siyasal hedeflerinin zirvesine bir adım daha yaklaşması demektir. Bu da şudur: 2015 genel seçimleri  hemen öne alınacak, PKK-BDP kesiminden alınan destek ve Cumhurbaşkanlığı seçiminden edinilen yüksek moral ile Anayasa'yı değiştirme gücüne sahip bir parlamameto gücü elde edilecektir. 

(Mevcut Meclis yapısında AKP'nin BDP ile ittifak yapsa  bile Anayasayı değiştirme sayısına sahip oladığını hatırlatırım).

4- Önümüzdeki genel seçimde oluşacak parlamentonun önüne koyacağı birinci hedef anayasayı değiştirip Başkanlık sistemini getirmek, en geç iki yıl içinde önüne koyacağı ikinci hedef ise PKK-BDP-Öcalan kesimine ödenecek diyet icabı anayasaya "özerkliği" koymaktır...

5- " Zaten bölündük bölüneceğimiz kadar " diyenler ezbere ve de laf olsun diye konuşmaktadır. çünkü "Türk ve Kürt halklarının ortak iradesi" veya "Etnik-kültürel özerklik" gibi ifadeler anayasaya konulmadıkça bölünme gerçekleşemez.

Fiili bölünme tabii ki önemlidir ancak konjonktür değişince bugün Diyarbakır'da yol kesip kimlik kontrolü yapanlar tıpış tıpış terörist inlerine geri dönerler. Özerklik anayasa ile tanımlanmadıkça hiç bir şeyin garanti olmadığını bizim "Bölündük bölüneceğimiz kadar" diyenlerimizden daha iyi bilen Narkoterörist Öcalan,onun için bu kadar dikkatlidir, onun için PKK'nın ipini tutmakta ve sabırla beklemektedir. "Nasılsa bölündük bölündüğümüz kadar" diyememektedir...

6- RTE'nin karşısındaki adayın (İhsanoğlu veya bir başkası) Başkanlık sistemine karşı olduğunu deklare etmesi bunun için çok önemlidir. Seçimde anayasayı değiştirecek parlamento çoğunluğu elde edilse bile Çankaya mevzisinde Başkanlık sistemine karşı olan birinin oturuyor olması, oyunu başlı başına kilitleyebilecek bir pozisyondur. (Satrançta tek vezirle oyun almak mümkündür)

7- Ekmeleddin İhsanoğlu'nun bir takım küresel güçler tarafından sahaya sürüldüğüne dair şüphe ve tahminlerin doğru olma olasılığını kimse inkar etmiyor ancak ortadoğudaki büyük kaos planında çatallanmalar olduğu ve Türkiye'nin bir süre daha mevcut üniter yapı ile gitmesi gerektiğini düşünenlerin olduğu anlaşılıyor. Bu tercih milli güçlerin mecburen işine gelir, zira kısa vadede başarı umudu taşıyan başka bir plan maalesef yoktur...

8- Gücünüz yoksa bir stratejiniz olmalıdır. 

Doğadaki güçsüz (veya güçsüz düşmüş canlılar) strateji ile hayatta kalırlar. "Zaman kazanmak" dediğimiz şey tam da budur. Çankaya'ya Başkanlık sistemine karşı olan birinin çıkması, Türkiye'ye bir kaç yıl daha zaman kazandıracaktır. "Ergenekon" ve Balyoz'da olduğu gibi hesaplar karışabilir, iktidar içi savaşlar büyüyebilir (Çankaya kaybedilirse emin olalım büyüyecektir..),uluslararası dengeler değişebilir ve milli güçlerin kendini toparlamasını mümkün kılabilecek bir toplumsal tepki yeniden açığa çıkabilir...

Internet'te dolaşan bir anonim sözü tekrarlayalım:

Hayallerimizin adayı kazansın diye değil, kabuslarınızın adayı kazanamasın diye sandığa gidelim.



Açık İstihbarat @ 2014

http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10494


..


Gelişmekte Olan Memleketin Sorunları


Gelişmekte Olan Memleketin Sorunları 



Mehmet Aydın Erceiş
Tarih:24/06/2014
 Türü:İç Politika 


NATO memleketlerinin ortak kullandığı bir silah sistemi için NATO memleketlerinin temsilcileri periyodik olarak toplanır ve idame sorunlarını tartışırlar. Memleketimiz adına da bir temsilci katılmaktadır. Sistemin dalga kılavuzunun kurutucu sisteminde sorun vardır ve arızalar arası ortalama zaman beklenenden düşüktür. Her memleketin temsilcisi yaşadıklarını ve sorunlarını böyle bir ortamda paylaşmaktadır ve toplanan malumat üretici şirketle paylaşılarak iyileştirme çalışmalarına yardımcı olunmaktadır.

Ama bizden hiç ses çıkmaz. Bu durum diğer NATO memleketlerinden gelen temsilcilerin dikkatini çeker ve zaman zaman sorarlar:

“ Sizde hiç Arıza olmuyor mu?”


 
www.acikistihbarat.com
24.06.2014


Bir önceki yazımı (http://aydinerceis.wordpress.com/2014/01/30/her-isin-bir-puf-noktasi-vardir/) “ Savunma Sanayiinde Çatlak Fincanlar ” başlıklı bir yazıyla devam edeceğimi belirterek bitirmiştim. 

Ancak bu yazının taslağına başladığımda, bunun pek akılcı bir yaklaşım olmadığını ve meramımın yanlış anlaşılacağını fark ettim. 

Araya “ çatlak fincanların ” neden ve nasıl ortaya çıktığına dair bazı açıklayıcı malumat koymam gerekiyordu. Gelişmekte olan memleketlerde “çatlak fincanlar”ın varlığı tabiidir. Çatlak fincanlara ilaveten, çatlak fincanların çatlağını saklama becerisi ve çatlak fincanların varlığını keşfedememe beceriksizliği de gelişmekte olan memleketlerde sıradan bir durumdur. Zaten böyle olmasa gelişmekte olan değil, gelişmiş bir memleket olunurdu. Öyleyse üzerinde düşünmemiz gereken husus, “Çatlak fincanların ortaya çıkma sebebi nedir, nasıl ortaya çıkmaktadır?” sorusuna cevap aramaktır.

Çeşitli araştırmalarda “şark kurnazlığı”nın toplumumuzun kanayan bir yarası olduğunda hemfikir olunmaktadır, ama tanımında hemfikir yoktur. 

Ben burada kısa vadedeki çıkarları için, uzun vadedeki zararlarını gözardı eden zihniyet olarak tanımlıyacağım. (Şark kurnazlığı, çatlak fincanları ortaya çıkaran sebeplerden birisidir, ama sebepler bunun ötesindedir). 

Şark kurnazlığını açıklamak için MSI Dergisinin Şubat 2014 saysında FNSS Genel Müdürü Nail Kurt ile yapılmış söyleşiden bir alıntı yapacağım:

“(…)

BAE (Birleşik Arap Emirlikleri), araçlarına iyi bakan ve çok iyi seviyede tutan ülkelerden birisidir.

(…)

BAE, her sene çok ciddi miktarda yedek parça ve hizmet alımı yapıyor; bizim Kara Kuvvetleri Komutanlığı envanterinde yer alan 1690 adet ZMA için 20 yıldır sattığımız toplam yedek parçanın çok fazlasını, her yıl 133 adet ZMA’ları için alıyorlar.”

İşte araçları aldıktan sonra yedek parça almıyarak araçları idame edeceğini sanan zihniyet (kısa vadede yedek parça almıyarak tasarruf edip uzun vadede araçların normalinden daha kısa sürede elden çıkmalarına neden olan zihniyet) şark kurnazlığıdır. Burada karşımıza hemen bir soru çıkar: BAE şarklı değil mi?

Bir başka örnek daha da vahimdir. 

İsim vermeden devam edeceğim. 

NATO memleketlerinin ortak kullandığı bir silah sistemi için NATO memleketlerinin temsilcileri periyodik olarak toplanır ve idame sorunlarını tartışırlar. Memleketimiz adına da bir temsilci katılmaktadır. Sistemin dalga kılavuzunun kurutucu sisteminde sorun vardır ve arızalar arası ortalama zaman beklenenden düşüktür. Her memleketin temsilcisi yaşadıklarını ve sorunlarını böyle bir ortamda paylaşmaktadır ve toplanan malumat üretici şirketle paylaşılarak iyileştirme çalışmalarına yardımcı olunmaktadır. 

Ama bizden hiç ses çıkmaz. Bu durum diğer NATO memleketlerinden gelen temsilcilerin dikkatini çeker ve zaman zaman sorarlar:

“Sizde hiç arıza olmuyor mu?”

Temsilcimiz ne yapsın, bir cevap vermek mecburiyetindedir:

“Bizimkiler sisteme çok iyi bakıyorlar.”

Ama bir taraftan kendisi de olayın ardındaki hakikati merak etmektedir. Daha sonra yurt dışı görevi bitince sistemin kullanıldığı yere gider ve sorar: “

Siz bu kurutucu sistemi nasıl idame ediyorsunuz?”

Cevap çok çarpıcıdır:

“ Arıza yapmasın diye çalıştırmıyoruz .”

Dalga kılavuzunun kurutucusunun çalıştırılmaması durumunda neler olabileceğini okuyucuya bırakıyorum. Burası Türkiye, Patagonya değil.

Daha genel bir tanımlamayı şöyle yapmak isterim. 

Bir memleket çok kollu bir birleşik kap gibidir. Normal durumda bütün kollardaki sıvı aynı seviyede olmalıdır. Bu durum enerji kaybının (kaynak israfı) en az olduğu durumu ifade eder. Bir koldaki sıvıyı diğer kolların seviyesinin üzerine çıkarmak için bir mekanizma kurup enerji/kaynak harcamanız gerekir. İdeal olan aynı enerjiyi/kaynağı sistemdeki sıvı seviyesini artırmak için kullanmanız gerekirken, diğer kolların sıvı seviyesini azaltmak pahasına kendi kolundaki seviyesi artırıp bundan gurur duyabilmek şark kurnazlığıdır.

Şark kurnazlığı konusunu geriden bırakıp yaşadığım bir olayla, sebep analizine devam edeceğim.

Sene 2001. 

O senenin Mayıs’ında Havelsan’dan ayrılmış ve Haziran’ında Thales International’da İş Geliştirme Müdürü olarak işe başlamıştım. Şirketin daha ziyade sivil ağırlıklı bir bölümü için İstanbul’da iki günlük bir sempozyum düzenlendi. Çeşitli memleketlerin satış temsilcileri takdim yaparak her memlekette nele yaptıklarını, nasıl çalıştıklarını, memleketlerde çalışma yöntemlerini anlattılar. İkinci günün sonunda kafamda bir resim oluşmuştu. Aradan geçen yıllar bu resmi yok etmek bir yana, daha da keskinleşti.

Memleketleri gelişmiş düzeyleri bakımından klasik olarak üçe ayıracağım:

Gelişmiş Memleketler (GM)
Gelişmekte Olan Memleketler (GOM)
Az Gelişmiş Memleketler (AGM)
Sempozyum devam ettikçe, anlatılanlardan GM ile AGM arasında bazı açılardan benzerlikler olduğunu, GOM’in ise tamamen kendine özgü davranış biçimleri olduğunun farkına  vardım. Fark, bilgi/malumat/uzmanlık konularına yaklaşımdan ortaya çıkıyordu. 

GM ve AGM’de bilgi/malumat/uzmanlığa yaklaşım daha saygılı olmasına karşın, GOM’de bilgi/malumat/uzmanlığa yaklaşım daha saygısızca olmakta, çünki herkes herşeyi bildiğini iddia etmektedir.

—————  BİLGİ / MALUMAT ALANI YELPAZESİ ——————

— BİLİNMİYEN BİLİNMİYENLER — BİLİNEN BİLİNMİYENLER — BİLİNENLER —-

Biraz ayrıntıya girelim:

Gelişmiş Memleketler (GM)
Yelpazedeki “Bilinmiyen Bilinmiyenler” alanının farkındadır. Bu alana dair araştırma yaptırır, en önemlisi bu konuda risk analizi yaptırır.
İhtiyacını karşılamak için “Bilgi”yi arar, bulur, gerekirse ARGE yaptırır, bedelini öder ve protip tasarımlar yaptırır, en uygununu seçer ve ihtiyacını karşılar.
Projeleri anahtar teslimi şeklindedir. Ana yüklenici bütün ana ve alt sistemlerden sorumludur.
İhale süreci optimumdur.
Sadece uzman şirketler arasında rekabete izin vardır.
Liyakat makamdan önemlidir.
Proje safhalarının en önemlisi “Alınan dersler” kısmıdır ve mutlaka yapılır.
Her iş bir kerede yapılır. İsraf en alt düzeydedir.
Araştırma ve geliştirme en üst seviyededir.
Tedarik maliyetinde, ömür boyu maliyet dikkate alınır.
BİLGİ’ye teslim olunur.
Gelişmekte Olan Memleketler (GOM)
Yelpazedeki “Bilinmiyen Bilinmiyenler” alanının farkında değilmiş gibi davranır. Bu alana dair araştırma yapma, en önemlisi bu konuda risk analizi yaptırma eğilimi yoktur.
Projeleri yarı-anahtar teslimi şeklindedir. Ana yükleniciden bazı alt-sistemler teslim edilir ve hepsinden sorumlu olması istenir.
Karar makamında oturanlar her zaman herşeyi bilirler.
Herkesin her şeyi bildiği zihniyeti hakim olduğundan her şirketin de her şeyi yapabileceği düşüncesi hakimdir. İhaleler, uzman olsun veya olmasın her şirkete açıktır.
Makam, liyakatten önemlidir.
Projeler, ihale süreci dahil, teknolojik seviyesi dikkate alındığında en kısa sürede tamamlanır.
İhale süreçleri çok uzundur.
Proje safhalarının en önemlisi “Alınan dersler” kısmı atlanır veya “mış” gibi yapılır.
Hiç bir iş bir seferde tamamlanamaz. İsraf azami düzeydedir.
Araştırmaya yeni başlanmıştır. Geliştirmeyi araştırma sanan çoktur.
Tedarik maliyetinde, henüz ömür boyu maliyeti dikkate alma seviyesine gelinmemiştir.
KİBİR’e teslim olunur.
Az Gelişmiş Memleketler (AGM)
Çok geniş bir “Bilinen Bilinmiyenler” alanının farkındadır, çözemiyeceğini bilir.
İhtiyacını karşılamak için “Bilen”i arar, bulur, bütçesi dahilinde pazarlık eder ve ihtiyacını karşılar.
Projeleri anahtar teslimi şeklindedir. Ana yüklenici bütün alt sistemlerden sorumludur.
Uzman şirket zaten seçilir. Sonra da devam edilir.
Liyakat, istemiyerek de olsa, makamın önüne geçebilir.
Projeler, ihale süreci dahil, teknolojik seviyesi dikkate alındığında en kısa sürede tamamlanır.
Proje yönetimi en asgari düzeydedir. Genellikle ana yüklenicinin proje yönetimini destekler mahiyettedir.
İşler bir seferde yapılır. İsraf seviyesi kabul edilebilir seviyededir.
Araştırma ve geliştirme en alt seviyededir.
Tedarik maliyetini, sözleşme bedeli olarak görür.
BİLEN’e teslim olunur.

Memleketimizin durumu nedir? 

Türkiye’nin, 1990’ların sonundan itibaren yavaş yavaş GOM sınıfına adım attığını düşünüyorum. Bu geçişi açıkça tanımlayamasam bile tecrübelerimden böyle bir sonuç çıkardım. GOM davranış biçimlerine göre değerlendirdiğimde de Türkiye’nin bir GOM olduğu kanısımdayım. Bu geçişin çok iyi gözlemlediğim bir etkisine şöyle bir örnek vermek isterim:

1980’lerde Gölcük Tersanesi Komutanlığında görev yaptım. Dz.K.K.lığının çeşitli tedarik projelerinin kabul testlerine, her overhol sonunda gemilerin silah-elektronik aksamın kabul testlerine katıldım. O dönemde memleketin henüz AGM seviyesinde idi. 

Var olan kültürümüz, sözleşme imzalanana kadar ana yüklenici adayıyla zorlu bir müzakere (aslında pazarlık demek daha doğru olur), sözleşme imzalanıp yürürlüğe girdikten sonra Ana yüklenici ile yanyana çalışıp projenin tamamlanması için çalışmaktı. Hiç bir zaman bir gemiyi sıfır hata ile teslim almadık. Her zaman bir protokol imzalandı. Gayet iyi farkındaydık ki, Ana yüklenici parasını almadan bazı hatalarını tamamlamakta zorlanacaktı. Bir kazan-kazan stratejisiydi. Protokollerdeki maddelerin belki çok az kısmı hariç Ana yükleniciler tarafından tamamlandı. Ama en önemlisi sistemler envantere zamanında girdi ve kullanıcıya teslim eddildi.

Sonra, seneler geçti ve memleket GOM seviyesine çıktı. 

İdarenin çalışma biçimi de seneler içinde değişmeye başlamıştı. Var olan kültür yerini GOM seviyesine uyan bir kültüre yerini bırakmıştı. Artık Ana yüklenici ile birlikte çalışma kültürü,yerini Ana yüklenicinin ayağına taş koyma kültürüne bırakmıştı. Herkesin her şeyi bildiğini sandığı bir kültürün doğal sonucudur aslında. Görev yaptığım zamanlarda bir proje gecikmeye başladığı zaman, kendimizi de sorumlu hissederdik. GOM kültüründe ise bütün sorumluluk ve hata daima Ana yükleniciden kaynaklanır. Ana yüklenicinin elini kolunu bağlayıp projenin gecikmesine neden olduğu için övünen idari personel GOM kültürünün bir parçasıdır ve projenin gecikmesinden asla kendini sorumlu tutmaz.

Yazının sonuna gelmişken bir hususu belirtmekte yarar görüyorum. Yukarıdaki olumsuzlukları olmaması gereken hususlar olarak kaleme almadım. Tam aksine AOM seviyesinden GM seviyesine çıkmak için yaşanması gereken hakikatler olarak görüyorum. Yazma nedenim, bir bilinç düzeyi oluşturulabilirse, bu geçişin daha hızlı ve daha az zararlı olarak yapılabileceğine dair inancımdır.

Yazıma ilave edilecek çok şey olabilir. Benzer tecrübeleri yaşamışlar olabilir. Bunları paylaşırlarsa, bu yazı da gelişmeye devam edebilir. Yani bu yazıyı yayınlıyor olmama rağmen onu taslak olarak kabul ediyorum.

Bu yazı tamam olmasa bile meramımı anlatacak kadar da işin özünü vermektedir. Bu nedenle bundan sonraki yazımı “SAVUNMA SANAYİİNDE ÇATLAK FİNCANLAR”  ismiyle yayınlayacağım ve daha somut örneklere yer vereceğim. Tahminim yazımın bir ay kadar bir süre alacağıdır ve Nisan 2014 ayı içinde yayınlamayı hedeflemekteyim.

Sağlıcakla Kalın!


Açık İstihbarat @ 2014

   
http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10493

..


Şimdi Hesaplaşma Zamanı


Şimdi Hesaplaşma Zamanı 



Ali İhsan Gürcihan 
Açık İstihbarat
Tarih:20/06/2014 
Türü:İç Politika 


Kullanılan araç ya da maşalar kim olursa olsun,bu oyun birkaç kişinin ya da paralel diye birilerinin üzerine yıkılacak küçük çapta bir mesele ya da kumpas değildir. Cumhuriyetle hesaplaşmaya yemin edenlerin  güç odağı haline gelmeleri ve kendilerine güven duymaları ile birlikte kurgulanan ve 2007’den itibaren başlatılan, kendilerinin yanı sıra küresel güç odaklarına da hizmet eden geniş çaplı çok ciddi bir tiyatro ve hesaplaşmadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri üzerine Ergenekon,Balyoz ve Casusluk gibi davalarla odaklanan bu hesaplaşmanın ya da şimdiki adı ile kumpasın elbette kullanılan polisleri,savcıları,hakimleri vardır. Vardır ama kullanılan bu zavallılardan başka esas olarak ;

 
www.acikistihbarat.com
20.06.2014


Anayasa Mahkemesi kararını verdi. 

Adil yargılama hakkı ihlal edildiği için Balyoz Davası yeniden görülecek.

Bu karar sonucu yıllardır mağdur olan emekli ve muvazzaf 236 Asker kişi de tahliye edildi.

Elbette sevindim ve vicdanen de rahatladım.

Sevindim, Hak ve Adalet kısmen yerine geldiği için. 

Sevindim, Hukuka güven ve adil yargılama umudu yeniden ortaya çıktığı için.

Sevindim,büyük kısmı Komutanımız ve Arkadaşımız olan onurlu insanlar özgürlüklerine kavuştuğu için.

Sevindim,bu kişilerin ailelerinin çektiği ve bizim de bizzat yaşadığımız üzüntü ve sıkıntı kısmen de olsa sona erdiği için.

Peki iş bitti mi ? 

Elbette bitmedi.

Hukuken yargılama yeniden başlayacak ama öte yanda oynanan bu büyük oyunun ve yaratılan mağduriyetlerin hesabını kim verecek ?

Bu yanlışı ve ayıbı ,iki üç polis,savcı ve hakimin yarattığı cemaat işi bir durum diye kabullenecek miyiz ? 

Paralel yapının kumpası diye atlatılmasına göz yumacak mıyız? 

Şu bilinmelidir ki ;

Kullanılan araç ya da maşalar kim olursa olsun,bu oyun birkaç kişinin ya da paralel diye birilerinin üzerine yıkılacak küçük çapta bir mesele ya da kumpas değildir. Cumhuriyetle hesaplaşmaya yemin edenlerin  güç odağı haline gelmeleri ve kendilerine güven duymaları ile birlikte kurgulanan ve 2007’den itibaren başlatılan, kendilerinin yanı sıra küresel güç odaklarına da hizmet eden geniş çaplı çok ciddi bir tiyatro ve hesaplaşmadır.

Türk Silahlı Kuvvetleri üzerine Ergenekon,Balyoz ve Casusluk gibi davalarla odaklanan bu hesaplaşmanın ya da şimdiki adı ile kumpasın elbette kullanılan polisleri,savcıları,hakimleri vardır. Vardır ama kullanılan bu zavallılardan başka esas olarak ;

Bu davaların,Başbakan gibi,Hüseyin Çelik,Bekir Bozdağ ve benzeri gibi birçok siyasi savcıları ve sahipleri de vardır.

Bu davaların, Reşat Petek, Gültekin Avcı ve benzerleri gibi etrafa akıl veren,oyunu genişletmeye çalışan sözde uzman geçinen vicdansız eski savcıları da vardır.

Bu davalarla ilgili kamuoyu oluşturmak üzere görevlendirilen, görsel ve yazılı basındaki iftira ve yalanları karşılığı bir kısmı Milletvekilliği ile ödüllendirilen Mehmet Metiner ve Şamil Tayyar,Nagehan Alçı,Mehmet Ocaktan ve benzeri  gibi birçok tetikçi sözde gazetecileri de vardır. 

Ne yazık ki,sivil ve asker duruşunu kaybeden suskunları ve daha da ötesi destekçileri de vardır.

Kısacası ve açıkçası ;

Kendi pislikleri ortaya çıkınca ve mızrak çuvala sığmayınca kumpas denmeye başlanan  ve suçu işbirlikçilerin  üzerine yıkılmaya çalışılan bu davalar ve bu yüz kızartıcı süreç aslında, CUMHURİYETE  KARŞI YÜRÜTÜLEN YEMİNLİ  BİR HESAPLAŞMA’dan başka bir şey değildir.

Tarih,demokrasi açısından bu utanç verici süreci tüm gerçeği ile yüzümüze vuracak ve hesabını da soracaktır.

Anlayabilecekler için,sadece bu davalarda değil, Soma’da şehit olan şşçilerimizle, Güneydoğu Anadolu’da,Suriye’de ve Irak’da başımıza gelen üzücü olaylarla tüm gerçekler  yüzümüze vurmaya başlamıştır bile. 


Açık İstihbarat @ 2014


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10491

..


8 Nisan 2016 Cuma

Ölümsüzlük Peşinde Küçük Hesaplar, Büyük Mabedler






Ölümsüzlük Peşinde Küçük Hesaplar, Büyük Mabedler 



Fatma Sibel Yüksek 
Açık İstihbarat 
Tarih:02/12/2013 
Türü:İç Politika 


O halde Erdoğan ne yapmaya çalışıyor? 

Erdoğan, dünya durdukça kendi adıyla anılacak, hatta yapımı tamamlandığında hak vâki olmuş olursa adı "Recep Tayyip Erdoğan Kanalı" konulacak bir projenin temelini atıyor..

Projeye hız veriliyor; çünkü Erdoğan vaktinin sınırlı olduğunu düşünüyor...

www.acikistihbarat.com 

03.12.2013


AKP Hükümeti ile Fethullah Gülen Cemaati arasında yaşanan dershane krizi, uzun bir Bakanlar Kurulu toplantısından sonra şimdilik ötelendi. Daha doğrusu, her iki tarafta da "sorunun ötelendiğine" dair yaklaşımların ön plana çıkacağı, ancak tartışma ve karşılıklı güvensizliğin alttan alta devam edeceği anlaşılıyor. 

Nitekim, Bülent Arınç ve Hüseyin Gülerce gibi hükümet ve cemaat önde gelenleri, (ki "özgül ağırlığının" ciddi şekilde hırpalanmasından sonra Bülent Arınç'a "hükümet önde geleni" demek ne kadar mümkün ,bilinmez) Bakanlar Kurulu'nca alınan ve aslında dershanelerin kapatılması konusunda herhangi bir geri adım içermeyen kararı, "uzlaşma"ve "krizin sona ermesi" havasında açıklayıp yorumladılar. 

Cemaat yanlısı gazeteci ve yorumcular, krizin patlak verdiği günden itibaren şu sorunun cevabını arıyor: 

"Tayyip Erdoğan bunu neden yaptı? Yerel seçimlere kısa bir süre kala, neden böyle yıpratıcı bir gündem maddesine yoğunlaşarak partisinin ve kamuoyunun enerjisini gücün bölünmesi yönünde sarfetti?"

Aslında bilen biliyor ki dershaneler, bizzat Tayyip Erdoğan'ın kendisinin, Tayyip Erdoğan sonrası senaryolarına ve Cumhurbaşlanlığı seçimi hesaplarına kurban gitmiş bir konudur. 

Şayet Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen cemaatinin Çankaya yolunda kendisine destek vereceğinden emin olsaydı, dershane kapatma girişimi de dahil, cemaatin siyasi-ekonomik gücünü kırmaya yönelik adımları en azından bu sertlikte atar mıydı?

Olayın sadece dersahaneleri kapatmakla sınırlı kalmadığı da anlaşılıyor. Gerçek Gündem haber sitesinden gazeteci Barış Yarkadaş, bu konuda ilginç bir ayrıntıya daha dikkat çekti: 

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), yayımladığı bir duyuru ile  artık vakıf üniversitelerinin hastane haricindeki tıp merkezlerine giden hastaların parasını ödemeyeceğini bildiriyordu. Bu, cemaatin dershanelerden sonra ikinci büyük gelir kapısı olan tıp merkezlerine ağır bir darbe vurulması demekti. 

Dolayısıyla, dershanelerin kapanmasını 2015 yılına erteleyen Bakanlar Kurulu kararının, "savaşın bitmesi" anlamına gelmediğini, taktiksel 'sulh' açıklamaları yapan  Hüseyin Gülerce gibi cemaat sözcüleri de aslında çok iyi biliyorlar. 

Meselenin odak noktası, Çankaya hesapları ve buna bağlı olarakTayyip Erdoğan'sız bir AKP'nin yoluna nasıl devam edeceğidir. 

Burada konu biraz daha çatallanıyor; şöyle ki: 

Recep Tayyip Erdoğan'ın gerçek düşünün devlet başkanlığı olduğu biliniyor. Vaktinin çoğunu kabullerle geçiren, sık sık frak giymek zorunda kalan, Meclis'i açan vs. bir cumhurbaşkanı olmak ona göre değil. Kabına sığamayan Tayyip Erdoğan'a devleti temsil edeceği, hükümeti atayacağı, yasaları onaylayacağı, TSK'ya başkumandanlık yapacağı, icraatın tümünü yönetip yönlendirebileceği bir makam gerekli ki, o da devlet başkanlığıdır. 

Ancak, gücünün -kudretinin en zirvede olduğu noktada bile istediği boyutta anayasa değişikliği yapabilip de  başkanlık sistemini getiremeyen Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimine 8 ay kala- üstelik iktidarında öncü sarsıntılar başlamışken- bunu yapamayacağına göre; 

Devlet başkanlığı hayallerinden vazgeçip "temsili" sıfatı ön plana çıkan bir cumhurbaşlanlığına razı mı oldu? 

Tabii bu sorudan önce, Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığına aday olmasının giderek kesinleştiğini belirtmek gerek..

Yani, 2014 Ağustosu'nda Türkiye Cumhuriyeti'nin 12. Cumhurbaşkanı olarak Çankaya Köşkü'ne çıkmaya hazırlanan Tayyip Erdoğan, sadece o makamı ikinci kez Abdullah Gül'e bırakmamak veya siyasi kartvizitine en üst makamı da eklemek arzusuyla mı  her şeyi kırıp dökme noktasına gelebilen Çankaya hesapları yapıyor? 

Ve tabii bunu yaparken de arkasında bırakacağı partisinin Özal sonrası ANAP'ına dönüşmesi riskini de göze alabiliyor?

Çünkü gayet iyi biliyor ki AKP'nin başında kimi bırakırsa bıraksın, kendisini devlet başkanlığına taşıyacak bir anayasa değişikliği ebediyen hayal olacaktır. Arkasında güçlü bir parti olmayacağı için hareket kabiliyeti iyiden iyiye azalacak, Çankaya'nın duvarları arasına sıkışmaktan kendisini alamayacaktır. 

Üstelik,arkada bıraktığı parti, sürekli kazan gibi kaynayacak, belki de giderayak büyük bir rekabeti göze aldığı Gülen Cemaati'nin veya aslında hep potansiyel tehlike olarak gördüğü ve hiç de güvenmediği Melih Gökçek'in kontrolüne geçebilecektir...

O halde, şunu söylemek pekâlâ mümkün: 

Tayyip Erdoğan, Çankaya'yı siyasi kariyerinin son noktası olarak görüyor ve arkasında bırakacağı AKP'yi çok da umursamıyor! Dahası, kendisinden sonra varlığını nasıl sürdüreceği veya sürdürüp sürdürmeyeceği ile ilgilenmiyor!

Peki neden? 

Böyle büyük bir kumar hangi saikle oynanabilir?

Cevap: Final yapmak saiki ile..

Dikkatlerimizi başka konularda yaşanan gelişmelere çevirelim...

Sabah gazetesi dün (2 Aralık 2013) ilginç bir habere imza attı. Haberin başlığı, "Çılgın Proje'nin startı da hızlı oldu"

Haberde, Erdoğan'ın önem verdiği projelerin başında gelen Kanal İstanbul Projesi'nde ani bir atağa geçildiğine dikkat çekilerek, üçüncü havalimanı aksında yer alan 5 köye kamulaştıtrma tebligatlarının ulaşmaya başladığı bildirildi.

Proje alanındaki 7 maden şirketine de arazileri 3 ayda boşaltmaları için süre verilmişti..

Bu gelişmeyi kolay yoldan "seçim yatırımı"  olarak görmeden önce, bu boyuttaki bir projenin ne cumhurbaşkanlığı seçimine, ne de genel seçimlere yetişmeyeceği gerçeğini göz önüne  almak gerekiyor.

O halde Erdoğan ne yapmaya çalışıyor? 

Erdoğan, dünya durdukça kendi adıyla anılacak, hatta yapımı tamamlandığında hak vâki olmuş olursa adı "Recep Tayyip Erdoğan Kanalı" konulacak bir projenin temelini atıyor..

Projeye hız veriliyor; çünkü Erdoğan vaktinin sınırlı olduğunu düşünüyor...

"Spekülasyon yapmak" damgası yemeyi göze alıyorum ve devam ediyorum: 

Gezi olaylarından sıcak günlerinde miting üzerine miting düzenleyip tabanını kemikleştiren Erdoğan'a mitinglerden birinde partili bağırdı: 

" Ayasofya'da Namaz Kılmak istiyoruz! "

Erdoğan'ın cevabı: 

" Vakti Geldiğinde o da olacak...."

Ve Yeni Devlet'in resmi tarihçiliğine soyunmuş olan Mustafa Armağan, Derin Tarih dergisinde Ayasofya'nın ibadete açılması tartışmasının ucunu göstermeye başlıyor...

Varlığını, Ayasofya'yı tartışmasız bir sembol olarak derin hafızasına kazımış Hristiyan devletlere borçlu olan Erdoğan; batılı devletleri karşısına almak pahasına Ayasofya'yı ibadete açacak, öyle mi? 

Bunu neden yapar? 

Vaktinin kalmadığını düşündüğü ve milyonlarca Müslüman'ın gönlünde taht kurmuş bir lider olarak tarihe geçmek istediği için...

Fatih'in emaneti Ayasofya'yı yeniden ibadete açan büyük Müslüman lider!

Kanal İstanbul Projesi'nden sonra Ayasofya projesine de hız verilirse, bilelim ki Tayyip Erdoğan jübile vaktinin yaklaştığını düşünüyor..

Son bir  kaç ayda olup biten "çılgınlıkları" kökten açıklayacak bir sebeptir bu..

Tarihe çok büyük tartışmalarla geçeceğini bilen bir liderin "ön alması"..

Kendi döneminin resmi tarihini bizzat kendisinin yazması...

twitter.com/fasibel


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10440


..