ERGENEKON etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ERGENEKON etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Eylül 2021 Çarşamba

ŞAHİN MENGÜ İÇİN

ŞAHİN MENGÜ İÇİN




Suay Karaman.

4 Nisan 1948 tarihinde Kastamonu İnebolu’da doğan avukat Şahin Mengü, 20 Eylül 2021 tarihinde Ankara’da hayata gözlerini yumdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olan ve serbest avukat olarak çalışan Şahin Mengü, 1994-1996 yılları arasında Ankara Barosu Yönetim Kurulu Üyesi, 2001-2005 yılları arasında Türkiye Barolar Birliği Genel Sekreteri görevlerinde bulunmuştur. 2007-2011 yılları arasında CHP Manisa Milletvekili olarak TBMM’de verimli çalışmalara imza atmıştır.

Atatürk ilke ve devrimlerini, laik ve demokratik sosyal hukuk devletini, her zaman gururla vurguladığı Kemalizm’i yaşamının sonuna dek savunan Şahin Mengü, özü sözü bir, dobra konuşan, ilkelerinden taviz vermeyen nitelikli ve ilkeli bir siyasetçiydi. Böyle bir insanı yitirmenin acısı, herkesi derinden üzdü ve sarstı.

Ergenekon, Balyoz gibi kumpaslar döneminde birçok kişi korkudan sinmişken, Şahin Mengü ilkeli ve dik duruşunu hiç bozmadı, televizyonlara çıkıp yapılanları korkmadan eleştirdi. Kendilerine yeni CHP diyen grubun Atatürkçülükten ve ulusalcılıktan sapması üzerine, yöneticilerle savaşım içine girdi. Ankara İl Örgütü, Şahin Mengü için ihraç kararı verdi. Ancak yanlış maddeden ihraç edildiği için, bu karar Yüksek Disiplin Kurulundan döndü. İlkeli duruşu ve Atatürkçülükten taviz vermemesi, yeni CHP tarafından sevilmedi ama O, hiç aldırış etmeden mücadelesine devam etti.

2015 yılının Ocak ayında bazı eski parlamenterlerin çoğunlukta olduğu bir grupla, yeni CHP’yi kuruluş ilkelerine döndürmek için çalışmalar başlatıldı. Ben de bu grubun içinde çalışarak özellikle Şahin Mengü’yü daha yakından tanıma fırsatı buldum. Her hafta yapılan toplantılardaki coşkusu ve umudu herkesin mücadele azmini kamçılıyordu. 

Hemen hemen her hafta Şahin Mengü ile buluşuyorduk, CHP’nin ve ülkemizin aydınlığa kavuşması için projeler geliştiriyor, umutları tazeliyorduk. 2020 yılının Eylül ayında yine bazı arkadaşlarla bir araya gelerek “CHP Ulusal Birlik Kadro Hareketi” oluşturduk ve sürekli toplantılar yapmaya başladık. Küresel salgın nedeniyle yurt geneline istediğimiz gibi açılamayan hareketimizi, her hafta toplanarak beyin fırtınası şeklinde sürdürdük. Bu Eylül ayından sonra kadro hareketimizi yurt geneline yaymaya karar verdik ancak Şahin Mengü’nün herkesi şaşırtan zamansız ölümü, planlarımızı şimdilik alt üst etti.

“Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan oy almak isteyen siyasilerin yapması gereken, o bölgelerden ağa devşirmek değil, o bölgelerdeki feodal düzeni yıkacağını söylemektir” diyen Şahin Mengü, sorunun özünü açıkça göstermektedir.  “Cumhuriyet Halk Partisi'nde kötülerin zaferi, gerçek Atatürkçüler'in sessiz kalmalarındandır” diyerek, toplumun ses çıkarmasını isteyen ve öncülük eden Şahin Mengü, birlikteki mücadelemizde bizleri yetim bıraktı. Ancak bıraktığı projeleri tamamlamak ve umutlara ulaşmak için mücadele edeceğiz, bu konularda çok çalışmamız gerektiğinin bilincindeyiz.

Kendine özgü üslubuyla ve konuşmasıyla herkesin gönlünde taht kuran Şahin Mengü’ye “Şahin Bey” diyince “beni abi yerine koymuyor musun hoca?” demesindeki o tatlı ve sevecen ifadeyi artık duyamayacak olmamın üzüntüsünü yaşamım boyunca hissedeceğim. Böyle güzel bir insanı yitirmenin acısı unutulur gibi değil ve bizler için çok zor olacağı kesindir.

Başta değerli eşi Figen Mengü ve sevgili çocukları Nevşin ve Burak’a bu büyük acıya karşı direnme gücü diliyorum. Işıklar içinde uyusun hepimizin Şahin Abi’si. Özlediğiniz ve istediğiniz aydınlık Türkiye’yi, Atatürkçü CHP’yi oluşturmak için sizden aldığımız ışıkla var gücümüzle çalışacağımızdan kuşkunuz olmasın değerli Şahin Abi, sizi hiç unutmayacağız. 


Azim ve Karar, 27 Eylül 2021.


***

4 Aralık 2020 Cuma

Akil İnsanlar ve Toplumsal Algı

 Akil İnsanlar ve Toplumsal Algı 

Akil İnsanlar, Toplumsal Algı, Özcan Yeniçeri, İmralı, Bebek Katili, Bülent Arınç ,

Yazar: Özcan Yeniçeri 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 


Akil insan konusunu ilk ortaya atan İmralı’daki teröristbaşıdır. İmralı’ya yapılan ziyaretler sırasında Öcalan avukatları vasıtasıyla, Hakikatleri Araştırma ve Akil Adamlar Komisyonu kurulmalı demişti. 
Süreç içinde AKP’nin kapısını çalan Kılıçdaroğlu da Akil Adam Komisyonu’nun kurulmasını önermişti. 
Gelinen aşamada Başbakan Erdoğan’ın, Öcalan’ın Akil adam görüşünü benimseyip uygulamaya geçirdiği görülmektedir. 
Başbakan Erdoğan, bu komisyonun görevini katıldığı bir televizyon programında şöyle ifade etmiştir: “Toplumsal algıyı oluşturmak, geliştirmek için toplumda karşılığı olan kişilerden akil insanlar kadrosu kurulacaktır. Yani akil insanların görevi, toplumsal algıyı yönetmektir.” Hükümet, akil insanları kullanarak “barış süreci” adını verdiği, İmralı canisi Öcalan ile AKP iktidarı arasında süren görüşmelere halk nezdinde karşılık bulmaya çalışmaktadır. Demokrasilerde bir hükümetin, halkın toplumsal algısını yönetmek üzere komisyon kurması ve bunu ilan etmesi düşünülemez. Halka senin algını yönetmek için komisyon kuruyoruz demek, halka hakarettir. Bu tavır halkı; bir şey bilmez, algılamaz, anlamaz kuru kalabalık yerine koymaktır. Halkın algısını halka rağmen yönetmeye kalkmak totaliter iktidarların işidir. 

Başbakan Erdoğan’ın bu tavrı AKP iktidarının içine düştü açmazı göstermektedir. 
Akil insan; Öcalan ile yürütülen görüşmelere kayıtsız şartsız destek veren edebiyatçı, şarkıcı, televizyoncu, sanatçı, artist, köşe yazarı, siyasetçi ve benzerlerine AKP ile Öcalan’ın uygun gördüğü addır. Akil insanlar, tek yanlı, devlet destekli, sonsuz imkânlı yönlendirme faaliyetinde bulunacaklardır. Hükümetin adımlarını, hükümetin adamları olarak yerine getireceklerdir. 

Esasen toplum tarafından bilinmeyen hiçbir görüşleri olmayan akil insanlar, PKK ile iktidarın başlattığı görüşmelere karşı çıkanları ikna etmeye daha doğrusu yönlendirmeye çalışacaklardır. Akil insanların ilk hedefi şehit ve gazi yakınları ve İmralı canisi Öcalan’ın meşru muhatap alınmasına karşı çıkanlar olacaktır. 

Akil İnsanlar, AKP’nin Öcalan ile devleti muhatap etmesinin yararlarını geniş imkanlardan yararlanarak halka anlatacaklardır. 

Akil İnsanlar; Arınç’ın “ Dağdaki PKK’lılar için ağlamayan insan değildir ”, “ PKK’lılara yapılan bana da yapılsa ben de dağa çıkardım ”, “ Öcalan geçmişte beş vakit namazını kılardı ” söylemleri bağlamında terör örgütünün ve liderinin imajını değiştirmeye çalışacaklardır. İşin daha da özeti, akil insanların görevi Bülent Arınç’ın üzerindeki yükü hafifletmektir. Hükümet İmralı’daki bebek katiline 
verdiği sözün gereğini yerine getirmiş BDP ile birlikte akil insan tespitini büyük ölçüde tamamlamıştır. 

Akil İnsanlar; halka, terörün döktüğü kanın durması için Öcalan ile Tayyip Erdoğan ikilisinin başlattığı görüşmelerin dışında bir yol olmadığını anlatacaklardır. Terörle mücadelenin terörü önlemeye yetmediğini, her yolun denendiğini ve sonuç alınamadığını artık denenmeyeni deneyerek sonuç almak gerektiğini, iktidarın da bunu yaptığını söyleyeceklerdir. 

Halkı, PKK’nın terör örgütü değil, “ Yasal olmayan örgüt” olduğu yolunda ikna etmeye çalışacaklardır. PKK’nın yaptığının terör değil, isyan olduğunu, bundan da “asimilasyoncu” ve “inkârcı” politikalarının sorumlu olduğunu vurgulayacaklardır. İmralı canisi Öcalan’ın “ Bebek Katili” imajını değiştirerek onu ’barış havarisi’olarak halka takdim edeceklerdir. 

İmralı canisi Öcalan’ın Diyarbakır meydanında halka okunan sözlerinin, barış için terörden kurtuluşun tek çıkar yol olduğunu ilan edeceklerdir. İmralı canisiyle görüşmelere karşı çıkanların Kandan Beslenenler ” ve “ terörün bitmesini istemeyenler” olduğunu anlatacaklardır. 

İmralı canisiyle iktidarın görüşmeleri sürerken hükümetin hiçbir taviz vermediğini, bir televizyon bir de jimnastik imkânı dışında terör örgütü liderine imkân sağlamadığını söyleyeceklerdir. Terörün bitmesiyle Türkiye’nin şaha kalkacağı, ekonominin tavan yapacağı kehanetlerinde bulunacaklardır. Türkiye’deki terörden PKK terör örgütü ve İmralı canisi Öcalan’ın değil Ergenekon” adlı derin devlet yapılanmasının sorumlu olduğunu iddia edeceklerdir. 

http://www.21yyte.org/ adresinden 05.04.2013 11:09 tarihinde indirilmiştir


***

16 Kasım 2018 Cuma

DONMAK

DONMAK

Suay Karaman,

Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus işgalinde bulunan Artvin, Kars, Ardahan, Sarıkamış gibi doğu illerimizi geri almak ve Alman İmparatorluğu’na yardım etmek amacıyla 1914 yılının Aralık ayında Sarıkamış Harekâtı yapılmasına karar verildi. Üçüncü Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa, kış mevsiminde harekât yapılamayacağı için taarruzun bahara bırakılmasını tavsiye etti ama dinlenmedi. 18 Aralık 1914 tarihinde Harbiye Nazırı Enver Paşa, orduya taarruz emri verdi ve harekât başladı.

Taarruza katılan birliklerin büyük çoğunluğu Arabistan’dan geri çekilen ve Güneydoğu Anadolu’dan sevk edilenlerdendi. Bu yüzden sıcak iklime alışık olup, teçhizatları yönünden kış koşullarına hazırlıksızdılar. Bunların yanında olumsuz iklim koşulları nedeniyle ikmal ve iaşe hizmetleri de yapılamamaktaydı. Ardı ardına gelen hatalar sonucunda büyük ümitlerle girişilen Sarıkamış Harekâtı üç hafta kadar sürmüş ve büyük kayıplarla sonuçlanmıştı. Kış koşullarında fırtına ile yağan kar, yolları kapatmış, çadırları yıkmış ve hava sıcaklığının sıfırın altında 30 derece olması nedeniyle yaklaşık 60.000 askerin donmasıyla sona eren bu harekât, büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Ancak başarısızlığın sorumluluğunu üstlenen olmamıştı.

Bundan 104 yıl önce Aralık ayında askerlerin donması tabii ki üzücüdür ama o günün koşullarında olağan olarak da görülebilir. Ancak 26 Ekim 2018 tarihinde Tunceli’nin Nazimiye ilçesinde donarak hayatını kaybeden iki askerimiz için hiçbir haklı gerekçe gösterilmesi mümkün değildir. 21. yüzyılda ve sahip olunan tüm olanaklara karşın, iki askerimizin donmasını iyi niyetle açıklama olanağı yoktur.

Eksi 40 dereceye kadar soğuğa dayanan asker kıyafeti, nasıl olur da donarak ölüme yol açabilir? Askerlerin uyku tulumu yok muydu? Bu kıyafetler kimler tarafından ve nasıl test edilmişti? Yüksek teknoloji çağında böyle bir olayın olması son derece düşündürücüdür. Soğuğa karşı bile korunamayan askerlerimizden, terörle hangi koşullarda ve nasıl mücadele etmesi beklenilmektedir?

Türk Ordusu’nu kafesledik” diyenler, sinsi planlarını işletmeye başladılar. Türk askerinin başına çuval geçirerek bu planı uygulamaya koydular. Ardından Ergenekon, Balyoz gibi sahte davalarla, ordumuzun onurunu kırdılar, belini büktüler. Gözbebeğimiz askerlerimizi zehirlediler, yaktılar, kafalarını kestiler, öldürdüler. Yüzlerce şehit verdik ama yas bile ilan etmediler. Toplumu askere karşı kinlendirenler “askeri vesayeti kaldırdık” diyerek, sivil darbe yaptılar.
Bu donma olayı üzerine İYİ Parti Grup Başkanvekili ve Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan, 26 Ekim 2018 tarihinde TBMM’ye araştırma önergesi verdi. Verilen bu önerge AKP oylarıyla reddedildi. MHP ve HDP ise çekimser oy kullandı. Emeklilikte Yaşa Takılanlarla ilgili oylamada, MHP red oyu kullanmıştı. Gerekçesi ise “HDP ile aynı yönde oy vermeyiz” gibi komik bir açıklamaydı. Ancak Tunceli’deki olayla ilgili çekimser kalarak, HDP ile aynı oyu vermiş oldular.
AKP’nin bu önergeye red oyu vermesi anlaşılabilir, büyük olasılıkla asker giysileri işini yandaş bir firmaya vermişlerdir. 

Ancak muhalefetin bu olayda çekimser kalmasını anlamak mümkün değildir. 

Zaten böyle muhalefet olduğu için ekonomik ve siyasi bunalıma neden olan AKP hükümetleri 16 yıldır iktidarda tutulmaktadır.

Askerlerimizin donma olayının sorumluluğunu üstlenen yoktur. Aslında hepimiz askerimizin donma olayının suçluları arasındayız. Çünkü toplumun aklı donmuş, doğru düşünemez, gerçekleri göremez durumundadır. Kendi kişisel çıkarları ve gelecekleri uğruna demokratik ve laik cumhuriyetimize, bölünmez bütünlüğümüze ve kutsal vatanımıza sahip çıkamayan herkes suçludur. Bizleri ne tarih, ne Kuvayi Milliye şehitleri, ne de Mehmetçiklerimiz affetmeyecektir.


İlk Kurşun Gazetesi, 5 Kasım 2018.


30 Ekim 2018 Salı

ERGENEKON DAVASININ ÇARPICI SAVUNMALARINDAN BİRİSİ.,

ERGENEKON DAVASININ ÇARPICI SAVUNMALARINDAN BİRİSİ.,



Gazeteci Hayrullah Mahmud ÖZGÜR * Türkiye’nin “Demokrasi” değil “İmamokrasi” ile yönetildiği bir dönemde…

30, 2013 by Nacikaptan.,

HAYRULLAH MAHMUT ÖZGÜR’ÜN 9 Aralık 2008 TARİHLİ SAVUNMASI

Ezcümle, Türkiye’nin “Demokrasi” değil “İmamokrasi” ile yönetildiği bir dönemde, BOP’a muhalif olmak, AKP’ye muhalif olmak demek, aynı zamanda varlığı ispat 

edilemeyen, tamamıyla uyduruk bir terör örgütüne üye olmak manasına mı gelmektedir? !

Asıl cevabı aranması gerekli soru bu olmalı!

Gazeteci Hayrullah Mahmud ÖZGÜR

İMAMOKRASİ / CUMHURİYET SAVCISI, HER SORUYU SORABİLİR Mİ
YA DA SÖZDE ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜ DAVASI İLE İLGİLİ SAVUNMAM?!

Sayın Başkan,
 Atatürk Türkiyesi’ni sonlandırmayı amaçlayan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’ne muhalif bir gazeteciyim.

Öz Türkçesi ile Karşıyım!

Çünkü, BOP’ta parçalanmış bir Türkiye öngörülüyor!
 Rejim olarak da, ılımlı İslam bir Türk devleti…

Türkiye’den kopartılacak parça üzerinde ise büyük Kürdistan devleti kurmayı planlıyorlar.Büyük Ermeni devleti kurmayı planlıyorlar!

Soros’un sivil toplum kuruluşları üzerinden yürüttüğü “Post modern darbe süreci ya da Türkiye ayağındaki kod adı ile söyleyecek olursak,Turkuvaz dönüşüm”ün benzerleri, 

Ukrayna’da (Kod adı, Turuncu devrim),Gürcistan (Kod adı, Gül devrimi) vb ülkelerde de yapıldı.

AKP, BOP’un Eş Başkanı bir siyasi parti!

Bende BOP’a muhalif olduğum için, BOP Eş Başkanı AKP’nin icraatlarını yazılarımda sık sık eleştiriyor ve hatta vatana ihanet sayılan uygulamalarını yerden yere 

vuruyorum.

Batı’da özelleştirmelerde belli bir orana sadık kalınırken, AKP’nin ne kadar nakit merkezi olan kuruluş var ise ne kadar stratejik sektör var ise hepsini öz eleştirelim, dış 

güçlere verelim, küresel sermayenin hizmetine sunalım anlayışına karşıyım.Bu yüzden, işsiz bırakıldım.Çalışma hakkım, AKP’nin medya patronlarına yaptığı baskı ve şantaj 

sonucu engellenmek istendi!

Sayın Erdoğan’ın AKP yandaşı Fehmi Koru örneğinde olduğu gibi medyaya, muhalif kalemlere, karikatüristlere karşı tavrı, üslubu ortada!

Son olarak medya patronu Aydın Doğan’a savaş ilan ettiği zamanki üslubu ise hala hafızalarda!

Sözün özü, 4 yıl önce açılan işe iade davam hala yargıda ve sonuçlanmayı bekliyor! (Dosya No: Yargıtay, 9. Hukuk 18011, Çankaya)

Ne var ki, AKP iktidarında mağdur edildiğim yetmiyormuş gibi şimdi bir de buna “terör örgütüne üye olmak” iddiası eklendi.Sayın Savcı heyeti tarafından bu iddia ile itham 

ediliyorum!

Kaldı ki, başta Anayasal düzeni değiştirme iddiası olmak üzere,Atatürk Türkiyesi’ni ortadan kaldırmak için her türlü kanun dışı,hukuk dışı yola başvuran da AKP’dir, Gülen 

Cemaati’dir ve bu iddianameyi hazırlatan “o kafa”,
“o zihniyet”tir.

Ezcümle, Türkiye’nin “Demokrasi” değil “İmamokrasi” ile yönetildiği bir dönemde, BOP’a muhalif olmak, AKP’ye muhalif olmak demek, aynı zamanda varlığı ispat 

edilemeyen, tamamıyla uyduruk bir terör örgütüne üye olmak manasına mı gelmektedir? !

Asıl cevabı aranması gerekli soru bu olmalı!

Sayın Başkan,
 Tam bu noktada, yeri gelmişken savcı heyetinin hazırlamış olduğu”İddianame” ile ilgili birkaç gözlemimi paylaşmak isterim…

Kitabın adı: İddianame
 Kitap, 4 cilt, 2474 sayfa, birinci hamur kağıda basılmış.

Kitabın Yazarları: Savcı Zekeriya Öz, Mehmet Ali Pekgüzel, Nihat Taşkın…
Gönderen: İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi
Dağıtım: Emniyet, polis karakolları…

Sınırlı sayıda isme gönderildiği ve kitabı yayına hazırlayanlar bana da bir kopya gönderdikleri için meslektaşlarım arasında kıskançlık vesilesi olsun istemem.Bir kısım 

meslektaşımızın adımızı anmaya çekindiği bir ortamda,sağolsun kitabın yazarları eserlerinde bana da yer vermişler.Lütfetmişler, bir kopya da göndermişler, en içten 

teşekkürlerimle…

Ortada bir eser var!

Onun için emeği geçen herkese teşekkürü bir borç bilirim.Basından okuduğumuz kadarıyla bu eser “ilk etapta” Türk Devleti’ne 500 bin liraya malolmuş.Kitapta, değişik bir 

pencereden Türkiye’nin siyasi tarihi anlatılmaya çalışılmak istenmiş.Bu üç yazara, Emniyet İstihbarat yaptığı dinleme ve izleme katkısı üzerinden destek vermiş.

Terörle Mücadele’de geçen sorgu süremden biliyorum ki, oradakiler de fazla mesai yaptılar.Emniyet İstihbarat ise hala fazla mesai yapmaya devam ediyor.

AKP iktidarının talimatı ile hazırlandığı anlaşılan bu esere, kısaca göz atacak olursak, karşımıza bazı dikkat çekici noktalar çıkıyor.

Şöyle ki:
Kitabın yazarları, önsözde daha iyi anlaşılması için “özet”yaptıklarını söylüyorlar. Merak ediyorum, özet yapılmasa ne olurdu,çünkü kitap 2474 sayfa! Kitabı baştan sona 

okuyan herkes, hukuk tekniği içinde kalarak kitabın (İddianame), 160 sayfada özetlenebileceğ ini görecektir.
 (…)

Kitap fazlası ile eklektik, zorlama kes, biç, yapıştırlar ile dolu!
 (…)

Kitapta yapılan telefon görüşmelerine binaen birçok küfür geçiyor. Hiç küfür bilmeyen biri,bu kitabı okuduktan sonra, rahatlıkla, “bu kitabı yazanın nokta nokta” diyebilir. 

Küfür içeren diyaloglar,genelde örgüt üyesi olduğu iddia edilen kişiler arasında geçiyor. Küfrün adresi ya iddia edilen bir örgüt üyesi ya da TSK! Genelkurmay Başkanı 

Özkök,Büyükanıt, aile bireyleri vb! Bu isimlere yapılan küfürlerin hiçbiri sansürlenmemiş ! Ama her nedense, Fetullah Gülen Cemaati’ne karşı olan, AKP’ye muhalif olduğu 

iddia edilen bu isimlerin hiçbiri ne
 Gülen’e, ne Erdoğan’a, ne de Gül’e ve ailesine küfretmiş. Anlaşılan o ki, dinleme, izleme yapanlar, diyalogları yerleştirirken AKP hariç,TSK dahil yapmışlar! Burada art 

niyet aranabilir. Kaldı ki, yapılan konuşma diyalogları içinde soruşturma devam ederken yapılan dinlemeler de var, orada da açık seçik konuşmalar oluyor, her nedense 

soruşturmayı yürüten Savcı hakkında da küfür yok! Neden?! Adam korkmadan TSK’ya küfrediyorsa, Savcı’dan, Başbakan’dan, Cumhurbaşkanın dan neden korksun, değil mi?!
 (…)

İddianame gizli tanık ifadeleri ile zenginleştirilmiş ama ortada ciddi bir belge yok!
 (…)

Kitapta, bol bol dedikodu var. Kim, kiminle kimi çekiştirmiş. Merak ediyorsanız baştan sona okuyun. Televole zamanlarda, paparazzi mantığı içeren diyaloglar bunlar! 

Zaten AKP Medyası, o konuşma diyaloglarını haber
 yapıyor: Şok… Şok… Ergenekon terör Örgütü sanığı falanca, filan hakkında ne demiş! İyi güzel de, adam dedikodu yapmış, netice fiil nerede?! İddialar çok büyük, belgeler, 

savlar çok küçük!
 (…)

Savcı iddianamenin birçok yerinde intibalarını kanıt diye sunuyor!
 (…)

Kitapta, adı geçen bir numaralı isim Veli Küçük! Veli Küçük ile onun etrafındaki isimler mercek altına alınmış. Asker, komutan kim varsa,her konuşma, diyalog bolt’lanmış, 

yani üstü koyultulmuş. Veli Küçük dışında 28 Şubatçı komutanlar, 1 Mart Tezkeresi’ne karşı çıkan komutanlar, bir de AKP muhalifleri iddianame kapsamında birbirleri ile 

irtibatlandırılmaya çalışılmış. Ama buna rağmen ortada ciddi bir irtibat kaydı yok! Bu noktada bir başka soru: Veli Küçük’le irtibatlı olduğu iddia edilen Tuncay Güney’in 

ifadesine Savcılar neden başvurma
 ihtiyacı hissetmemişler? ! Yoksa Fetullah Gülen izin vermediği için mi?!
 (…)

Gazeteci Güler Kömürcü’ye “iddianame”de özel yer ayrılmış. Kiminle ne konuşmuş, kiminle ilişkisi var, hepsi kayda geçmiş. Güler Kömürcü’nün diyaloglarından da bir şey 

çıkmıyor! Fiil nerede, o yok?! Buna karşılık Kömürcü’nün bol bol özel hayatına girilmiş.
 (…)

Sedat Peker, iddianamede mafya kolu olarak yer almış ama kitapta yer alan diyaloglara, düşünce notlarına göre, akademisyen, uzman hüviyetinde konuşmuş. Doç Dr 

Sedat Peker gibi… Kürt konusuna bakışı,siyasetteki dağınıklık vb üzerine düşünceleri iddianamede yer almış! 

Peker’e iyi prim yaptırmışlar! İddianameye yansıyan şekli ile Muzaffer Tekin’in istihbarat servislerinin kullandığı bir saha elemanı olduğu intibaı verilmeye çalışılmış.
 (…)

Erdoğan, Ağar vb isimler hakkında iddianamede birçok belgesiz iddia var. Belgesi var da bilerek mi o kısım boş bırakılmış, anlaşılmıyor!Bu konuyu yazar heyetinin 

aydınlatması şart!
 (…)

Savcı’nın iddiasına göre bu örgüt, her olayın altından çıkıyor. Acil vurulacaklar listesi yayınlıyor, aynı zamanda birbirini vurmaya kalkışıyor. Bir de devlet tüm suikastlerin 

azmettiricisi! Yani buradan hareketle,
“Türkiye Terör Devleti” gibi bir tanım ortaya çıkıyor!

Saçma! Çok özensiz bir çalışma! Eğer Apo iddia edildiği gibi devletin kadrolu memuru ise yeniden yargılanması gerekmeyecek mi?! O zaman her şey ters yüz olacak 

demektir. Vb!
 (…)

Kitaptan anlaşıldığı üzere, Emniyet İstihbarat AKP iktidara geldiği günden itibaren her yeri dinlemiş izlemiş. Birçok sanık kendi aralarında yaptığı konuşmalarda dinlenme 

ihtimalinden bahsediyor.Savcı bunu örgütün gizli ilişkileri olarak adlandırırken, her nedense aklına şu basit düşünce gelmiyor: AKP iktidarında yasal olmayan dinlemeler 

yapıldı! AKP muhalifleri de kendilerini devletin değil,AKP’li, Gülen’ci, Anayasa Mahkemesi’nin laiklik karşıtı fiillerin odağı olarak gördüğü bir yapının dinlediğini düşünüyor. 

Veli Küçük ve Adil Serdar Saçan’ın konuşmalarında da anlaşılıyor ki, Jandarma da,Emniyet de “ irticai faliyetler ”inden dolayı birçok Fetullah’çı yı, AKP’liyi yasal olarak 

dinlemiş, izlemiş! Sözün özü, bu noktada hadiselere rövanşist duygularla yaklaşan, “korku iklimi”ni yaratan AKP’nin ta kendisi! Ezcümle, bir Türk atasözü şöyle der: Dinime 

küfreden bari Müselman olsa!
 (…)

Emniyet’in AKP iktidar geldiği günden bu yana yaptığı tüm dinleme izleme faaliyetlerine rağmen, bombalar patlamış! İnsanlar ölmüş!

Danıştay saldırısı ile sözde Ergenekon terör örgütü arasında bir bağlantı kurulmaya çalışılıyor! O vakit sormak farz oldu, istihbarat var ise saldırı neden önlenmedi?! 

Danıştay, Jandarma’nın mı yoksa Polis’in mi koruma alanı içinde! Neden kameralar çalışmıyordu, neden polis saldırı sırasında ortada yoktu?! Hrant Dink suikastinde neden 

polis izlemiş, dinlemiş ama suikast gerçekleşmeden bir şey yapmamış?!

Neden, niçin, niye?!
 (…)

28 Şubat süreci’nin dominant yayın organı Cumhuriyet gazetesi, kitapta mercek altına alınmış. İlhan Selçuk’un yaptığı telefon konuşmaları,Mustafa Balbay’ın ziyaretleri, 

her şey kayda geçmiş. İlhan Selçuk’un kapatma davasını askerin yargı üzerinden organize ettiği ifadesi kayıt altına alınmış. İddianamede suç aranmaktan ziyade, 

Cumhuriyet gazetesinde çalışanların, yönetenlerin maskesi düşürülmeye çalışılmış.Bunların hepsi, askerci, darbeci vb diye… Buna karşılık AKP’ye karşı hem medya hem de 

siyasi anlamda bir birliktelik kurma çabalarının hep boşa gittiği de kayda geçirilmiş. Yani solcular çok konuşurlar ama eylemsizdirler gibisine… AKP bağlamında Demirel’in 

Balbay’a, onun da Selçuk’a aktardığı “bunlar salak, bir şeyden anlamıyorlar” kayda değer bir uyarı.
 (…)

Kitapta, akıllara durgunluk veren ifadeler, savcının iddiaları var!

 Savcı, iddianame’yi uzaydan dünyaya ışınlanmış bir ruh hali içinde kaleme almış. Sanki Türkiye’de her şey güllük gülistanlıkmış, sanki AKP iktidar değilmiş, Türkiye’yi 

geren onlar değilmiş gibi bir üslup kullanmış. Birçok sanığın telefon konuşmalarında, günlük siyaset,AKP’nin yaptığı yanlışlar, karşı devrim çabalarına yönelik konuşmalar 

göze çarpıyor!
 (…)

Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de, “sarhoşken namaz kılma”, diye bir ayet vardır. Sarhoşken kısmını attığınızda geriye, yanlış bir cümle kalır. Misal, Fehmi Koru’nun, 

arkadaşı Gül’ün Cumhurbaşkanı olması 
üzerine kaleme aldığı, “Tüm koltukları alacaz be annem” diye böbürlendiği, tahrik ettiği bir ortamda sormazlar mı adama, siz kimsiniz, in misiniz cin misiniz, yoksa 

Anayasa Mahkemesi’nin laiklik karşıtlarının odağı haline gelen dediği zihniyet, cemaat vb o musunuz?! Bunun gibi birçok misal var! Etki/tepki sürecine örnek
 gösterilebilecek!

 (…)

İddianamede, istihbarat savaşlarının belirgin örneklerine de rastlamak mümkün! Şöyle ki: Kitapta, Güler Kömürcü’nün evinin dinlendiği ile ilgili bir iddia üzerine yaşadığı 

korku/gerilim bölümü var! Tirajik!
 Birincisi dinleme yasal yapılmıyorsa suç! İkincisi birileri polis kimliği ile gelip, Güler hanım sizin evinizi dinliyoruz, ama bundan dolayı çok üzüntülüyüz diyorsa bu da suç! 

Çünkü yasal bir dinlemeyi deşifre etmek de suç! Güler bu noktada Veli Küçük’ten yardım istiyor,istihbaratçı diye! Oysa ki, Güler direkt Emniyet’e yazılı olarak sorsa, o 

polisleri araştırsa, ortaya çok farklı bir tablo çıkabilirdi.

Çünkü anlaşılan o ki, birileri Güler üzerinden Veli Küçük’e operasyon yapmış. Güler’in MİT bağlantısı, Küçük’ün Jandarma oluşu, Emniyet’in içindeki bir birimin bu 

iddianameyi hazırlıyor oluşu, bu noktada 
“istihbarat servisleri”nin birbirlerine operasyon yaptığı izlenimini veriyor. Kitapta yer verilen bazı konuşma diyaloglarında, Güler Kömürcü ile ilgili olarak “içimize mi sızıyor”  

yönündeki beyanlar,MİT’in, Jandarma İstihbarat’a operasyon yaptığı yönünde algılandığı izlenimi var. Anlaşılan o ki, Güler de bir gazeteci olarak, haber kaynakları 

nedeniyle bu istihbarat savaşların tam orta yerinde kalmış.

 (…)

Dikkat çekici bir başka husus: Birçok sanığın kimle, kaç defa konuştuğu da iddianamede yer alıyor. Kaç defa konuşmaktan ziyade o görüşmelerde ne konuşulduğu da 

önemli olmalı! Bir de operasyon yani Danıştay, Hrant Dink vb suikastler başlamadan önce, bazı sanıklar bazı sanıklara ziyaret yapmaya, sık sık görüşmeye başlamış! Bu da 

dikkat çekici bir başka nokta! Cinayetler, bir grubun üzerine yıkılmak istendiği görünümü var! Kitapta, bazı sanıkların, bir istihbarat elemanı gibi tuttuğu notlar (Behiç 

Gürcihan), arkadaşları arasında o zat ile ilgili olarak “güven uyandırmadığı, istihbaratçı olabileceği”ne yönelik beyanlar dikkat çekiyor!
 (…)

Kitapta yer alan TBMM’nin basılıp, darbe ortamı hazırlamak, darbe hazırlığı içinde olma iddialarına gelince… Bu da bir kişinin beyanına dayanıyor ama her nedense kalpak 

alacak para bulamadıkları için gerçekleşememiş ! Oysa ki, darbe ortamı öyle hazırlanmaz, sayın savcılarımız için açıklayayım şöyle hazırlanır:

  ABD’ye 1 Mart Tezkeresi için söz verip tutmazsın… Rahmi Koç,Erdoğan’ın 1 milyar doları var dediğinde susarsan… Çocuklarını sponsorlarla okutuyorken, bir anda boğaz 

kıyısında 5 villa, hem de tanesi 1,6 milyon dolardan sahibi olursan…ABD açıklarında ağzına kadar uyuşturucu ile dolu bir gemi CIA tarafından yakalanınca,danışmanın 
(Zapsu) bu gemi başbakanın gemisidir, serbest bırakın diye araya sokarsan, daha sonra o gemi, 22 Temmuz seçimleri öncesinde başbakanın oğlunun gemiciği olarak 

ortaya çıkarsa… 


   ABD İstanbul Başkonsolosluk binasında, beni başbakan yapın, şunları yerine getirmeye hazırım dedikten sonra, Beyaz Saray’da Bush tarafından 

ağırlanırsan… Her şeye easy/kolay dedikten sonra, her şey daha da içinden çıkılmaz bir hal alırsa… ABD, AKP’ye güvenmesinin bedelini Irak’ta bataklığa saplanarak öderse 

ve bundan dolayı 7 trilyon dolar zarar ederse… 

Bunun üzerine Erdoğan da Soçi’de, Putin ile ABD’yi satma pazarlığı yaparsa, yaptığı görüşme önce diplomasi koridorlarına düşerse, internet ortamında o görüşmenin yüzde 

70 içeriği yayınlanırsa, geriye kalan yüzde 30’luk bölümde akçeli işler konuşulmuşsa… ABD’de, Zapsu aman deliğe süpürmeyin Erdoğan’ı İran operasyonunda kullanın 

ricasında bulunduktan sonra, ABD, AB, NATO’dan kopup, Kafkaslar’a, İran’a yanaşmaya kalkışırsan, küresel anlamda 1960 etkisi yaratacak bir konjonktürü kendi ellerin ile 

hazırlamış olursun.

Bir de buna Atatürk Türkiyesi’nin tüm nakit merkezlerinin özelleştirme adı altında, dış güçlere, yandaşlara peşkeş çekilmesini ekleyecek olursak ve buna rağmen 220 milyar 

dolar olan borcun AKP iktidarında azalmayıp 280 milyar dolar ile zirve yaptığı hatırlanacak olursa,tablonun hiç de iç açıcı olmadığı görülecektir. Gül’ün de Erdoğan’ın da 

birçok yüzkızartıcı suçtan dolayı Yargı’da sanık olduğu dikkate alınacak olursa, AKP’lilerin açıklayamayacakları , hesabını veremeyecek leri bir zenginlik içinde yaşadıkları göz 

önüne alınacak olursa, krizle birlikte AKP’nin büyüsü tamamen ortadan kalkacak demektir. Kaldı ki, vatandaş zaten bankalara ipotekli! Bir de AKP muhalifleri, olağan 

şüpheli, potansiyel terörist vs… Darbe ortamı TBMM basılarak hazırlanmaz, yukarıda sıraladığım hatalar, yanlışlar yapılarak hazırlanır. Art arda şehid cenazelerinin geldiği 

bir
 ortamda, darbe günlüğü tuttuğu iddia edilen komutanın sorumluluğundaki birimden Başbakan’ın oğlunun çürük raporu aldığı bir atmosferde, o ülkenin başbakanı ortaya 

çıkıp derse ki, askerlik yan gelip yatma yeri
 değildir, şehid aileleri ne düşünür, yurtta infial yaşanmaz mı?! Sayın Savcılarımız, illa ki Türkiye’yi kim karıştırıyor diye merak ediyor ve de failleri yakalamak istiyorlarsa, 

ABD, Rus, İngiliz, Fransız, Alman,İsrail, İran, AB, Avrasya ülke büyük Elçilikleri ni gözetim altına aldırsın ya da büyükelçileri gecenin bir vakti gözaltına aldırıp sorgulasın! 

 Bakalım o zaman nasıl bir tablo çıkıyor karşılarına!

 (…)

Sanıkların TSK ile ilgili beyanları, İlhan Selçuk’un asker kimin yanında vb beyanları, iddianamede büyük yer kaplamış. AKP’li Egemen Bağış’ın, 2004 YAŞ süreci sonrasında, 

yapılan yeni atamalar bağlamında Erdoğan’ın yanında “Desenize TSK da Tayyip Silahlı Kuvvetleri oldu”sözlerini hangi kapsamda değerlendirmeliyiz? ! Ya da Fehmi 

Koru’nun Gül’ün Cumhurbaşkanlığı koltuğunu ele geçirmesi üzerine “tüm koltukları alacaz be annem”, sözlerini! Bunlar tahrik değil mi?! Kaldı ki, siyasette, askerin yönünü 

merak eden sadece CHP’liler değil,
 AKP’liler de! Bir şey yanlış ise AKP’nin yaptığı da yanlış! Bu anlamda o kadar çok örnek var ki, nasılsa 2009 yaz mevsiminde ak koyun kara koyun kendiliğinden çıkar 

ortaya!

 (…)

İddianame, Ergenekon Lobi Yapılanması belgesi diye bir belge üzerine inşa edilmiş. Belgenin kaynağı, MOSSAD ajanı olduğu iddia edilen Gazeteci Tuncay Güney’den elde 

edilme! İddianameden Güney’in istihbarat servisleri tarafından kullanılan bir eleman olduğu anlaşılıyor. Güney hem Gülen’in en yakınındaki adam, hem de Veli Küçük’ün 

adamı! Hem de CIA, Mossad vb! Bu noktada Güney’den çıkan Ergenekon lobi yapılanması belgesinin Emniyet’in içindeki bir kanada (F Tipi yapı) ait olduğu anlaşılıyor. 

Sanık Veli Küçük, böylesi bir örgütten haberi olmadığını söylüyor. Savcı ise tüm iddiasını, örgüt yapılandırmasını bu belgeye dayandırıyor. Eğer o belgenin, bir istihbarat 

servisi tarafından yazılıp, piyasada dolaştırıldığı ortaya çıkacak olursa, Savcı’nın iddiaları ne kadar inandırıcı olur?! Kaldı ki, iddianamede 1 numaralı şüpheli olarak görülen 

Veli Küçük, konuşma diyaloglarından da anlaşılacağı üzerine istihbaratçı bir general!

Emekli! Piyasaya güvenlik, danışmanlık işleri yapıyor. Erdoğan’ın deyişi ile tüccar! Bu arada, AKP’nin, kendilerini deliğe süpürmeyip İran saldırısında kullanmaları ricasında 

bulunduğu küresel sermayeye,
 geçen ay içinde İsrail ve Yahudi ABD’nin İran saldırısına destek isteğine bir kez daha “hayır” cevabını vermesi üzerine, Yahudi Cemaati Tuncay Güney’in başındaki kippayı 

bir anda düşürüverdi; “Biz bu adamın, bu davanın arkasında değiliz” mesajı verdi. Bu durumda, cevabı aranması gerekli soru şu olmalı: Tuncay Güney, kimin adamı, kim, 

ne amaçla konuşturuyor? !:


A şıkkı: Gülen Cemaati, 


B şıkkı: AKP, 


C şıkkı: 
Emniyet İstihbarat içindeki F Tipi yapı, 

D şıkkı: Hepsi!
 (…)

Sayın Başkan,
İddianamede, şahsımı hedef alan iddialara da birkaç satırla netlik kazandırmaya çalışayım.

Şöyle ki:
 Ultra Türkler Geliyor, başlıklı yazım, iddianamede sözde örgütle bağlantı olarak ortaya konulmuş. Okumayanlar için o yazı:


 (…)

Emniyet ve Savcılık ifadelerimde de bu konuyu anlattım, ama ısrarla işin içinde TSK, asker, örgüt vs arandığı için havada kalmış. Ultra Türkler yazısı, Kurtlar Vadisi filmi, 

metaforu üzerinden kaleme aldığım bir başkent değerlendirme yazısıdır. Çünkü Ankara’ya ayak bastığım 2003 yılında, kırmızı çizgiler ortadan kalkmıştı. Kamuoyunda 

devlete olan güvenin kalmadığı bir ortamda, ekranda Kurtlar Vadisi dizisi oynatılıyordu. Dizinin yapımcısı, oyuncusu, senaryo yazarları da AKP’li idi. Yani, AKP Kurtlar 

Vadisi dizisi üzerinden, kamuoyuna
 devletin olmadığını, derin devletin var olduğunu, onların bu ülkenin kurtuluşu için mücadele ettiği mesajını veriyordu. Bende, ABD’nin,İsrail’in ortalık yerde, 2005’te “tüm 

operasyonları mızı Ultra Türkler bozuyor, herkesten önce haber alıp önümüzü kesiyorlar” dediği bir oluşumdan yakındığını duydum, şahit oldum. Bunun üzerine star Medya 

Grubu’nun Ankara Temsilcisi ve Başyazarı olarak, başkent Ankara’da MİT’inden Genelkurmay’ına, Emniyet’inden Jandarması’na, iktidarından muhalefetine kadar yaptığım 

ziyaretler sonucu elde ettiğim görüşmeler ışığında bir yazı kaleme aldım. Yazıyı yazarken de, Kurtlar Vadisi’nde anlatılan derin devlet konseptini kullandım. 

Yazı, BOP’çuların şikayetçi oldukları kişilerin aslında bu devleti yöneten kişiler olduğunu anlatıyor. Yazının bu yönü birçok kişi tarafından eleştirildi, jeep vs… Kaldı 

ki,Ankara’da yaptığım tüm ziyaretlerde,muhataplarıma ülkenin büyük bir parçalanma, yıkılma sorunu ile karşı karşıya olduğunu, kendilerinin de hiçbir şey yapmayarak buna 

ortak olduklarını, ülkeyi sattıklarını anlatarak sohbete başladım. Yaptığım genel değerlendirmeler üzerine muhataplarım da bana Türkiye’nin artı ve eksilerini kendi 

bulundukları makam, yükseklik üzerinden anlattılar. Yazı, genel bir değerlendirmenin neticesinde ortaya çıkmıştır. Devlete inancın sıfıra yakın olduğu bir ortamda kaleme 

alınmıştır. Bir yönü ile Postacı filmindeki gibi bir inancı taşır.


 (…)

Yazı diğer yönü ile Panama Terzisi hüviyeti taşır!
 http://tr.wikipedia.org/wiki/ The_Tailor_of_Panama
 (…)

Çünkü yazı yayınlandıktan sonra, birçok yerli ve yabancı servis bu örgütün peşine düştü. Yazıyı okuyan kimi okurlar da beni örgütü deşifre etmekle suçladı. Oysa ki, bu yazı 

sadece kaybolmakta olan bir inancın, devlete olan güvenin korunması gerekliliği üzerine kurulu idi. Sonraki yazılarda da, böylesi bir örgütün olmadığının altı hep çizildi. 

Derin devlet zannedilen şeyin, devletin kendisi olduğu ısrarla anlatıldı. Buna rağmen bu yazı, ABD, AB, Rusya denkleminde gerçekliği ya da gerçeküstülüğü ispat 

edilememiş bir yazı olarak hala güncelliğini korumaktadır! Bakalım Savcılarımız, mahkemede Ultra Türkler’e dair ne gibi yeni kanıtlar (!) ortaya koyacak!?


 (…)

Kaldı ki, birçok AKP’liden, Bakan’dan, parti yöneticisinden, “Bize kızıyorsun ama 1 Mart Tezkeresi’ni TBMM’den bizim geçirmediğimizi atlıyorsun” yollu sitemler işitmiş bir 

gazeteci olarak diyeceğim şudur: Kurtlar Vadisi dizisi hala oynamaya devam ediyor. Dizide “Polat” karakteri şimdilerde Erdoğan’a, “İskender BüyükVeli Küçük’e;
“Zafer”, Muzaffer Tekin’e denk düştüğü söyleniyor. Buradan hareketle Emniyet’in bir kurmaca yani “Kurtlar Vadisi” fenomeni üzerinden kamuoyu oluşturup, ardından da 

iddianame hazırladığını söyleyebilir miyiz?! Benim yazdığım yazı suç ise Kurtlar Vadisi dizisinde yapılan derin devlet yönlendirmelerinin de suç olması gerekmez mi?! Kaldı 

ki,Kurtlar Vadisi’nin tüm senaryolarında siyasileri değil, güvenlik bürokratlarını suçlayan, hedef tahtasına oturtan bir anlatım vardır.
(…)

Savcı Öz, “Ultra Türkler, Derin devlet tartışmaları” başlıklı kitap çalışmamı dahi incelemeye gerek görmeden iddianameye eklemiş. Ortada olmayan örgütün medya kolunda 

görev yapmakla itham edilirken, nasıl geçindiğim, AKP iktidarı' nda nasıl bir zulme tabii tutulduğum, bir gazetecinin işsiz bırakılsa dahi günümüz dünyasında internet 

üzerinden iktidara muhalefet edebileceği gerçekliğini atlamış. Kaldı ki, bu soruşturma başlamadan önce bu kitabı Alfa yayınevine teslim etmiş,basılması için de benden 

son düzeltmeleri tamamlamam için biraz daha zaman vermelerini rica etmiştim. Bu soruşturma, kitabı yayınevine teslim ettikten 2 ay sonra başlatıldı! Soruşturmanın çok 

öncesinde kitabın önsözü bir internet sitesinde(Süperpoligon) yayınlandı.

 (…)

Savcı Öz, ifademi alırken ısrarla asker ismi istedi. Ona da gerçekleri yukarıdaki kelimeleri tekrarladım. Emniyet ifademde de! Emniyet’te zaman darlığından “ver ifadeni, 

sonra Savcılıkta düzeltirsin” dediler.
 O yüzden konu tam açıklık kazanamadı. Savcı Öz ise Çuwall kitabı ile ilgili yaptığım bir görüşmeye top-secret devlet belgesi muamelesi yapmaya kalkıştı. Orada işin 

doğrusunu anlatmama rağmen, iddianamede özel kuvvetlerde görev yapan bir komutan ile irtibatlı olduğu için örgütle bağlantısı vardır diyor. Birincisi, ne diyorum özel 

kuvvetlerde görevli olduğunu söyleyen biri, aşırı şüpheci! Bunları anlattı ve gitti. Adam belki de Emniyet İstihbarat’ın elemanı nereden bileceksin, araştırdın mı?! Hayır! O 

iddiaların teyid edilmesi mümkün
 mü?! Zor! Savcı Öz ve AKP Medyası ise iddianameden dışarı taşan bilgi,belge, iddiaları teyid etme ihtiyacı hissetmeden sayfalarına,ekranlarına taşımakta hiçbir sakınca 

görmüyor!

 (…)

Savcı Öz’e ifade verirken, AKP ile ilgili düşüncelerimi açık ve net olarak tekrarladım. Gözaltı sonrası yaptığım açıklama:


 (…)

Buna rağmen Savcı Öz, işin asker boyutundaydı. Israrla benden komutan,asker ismi istedi. Bende o zaman resmi, kayıtlı olarak görüşme yaptığım isimlerden birkaçını 

saydım, hemen iddianameye ekledi. Kayda geçmesini istediğim diğer sözlerim kayda geçirilmedi. Bunun üzerine Savcı’ya minik bir test yapmaya karar verdim; “ Çuwall 

kitabı için görüştüğüm o özel kuvvetler mensubunun iddialarının bir kısmı bugünkü Yeni Şafak’ın manşetinde! Doğrulanmış ” dedim. Savcı hemen bu sözlerimi tutanağa 

geçirtti. Oysa ki, gözetim altındayken gazete okumak, tv izlemek, birileri ile konuşmak yasaktı. Peki o gazeteyi ben nasıl okumuştum!? Savcı bu soruyu bana hiç sormadı. 

Tabii ki, Savcı Öz’ün masanın üzerinde duruyordu, bende oradan Yeni Şafak’ın manşetine göz gezdirdim. Savcı, asker ile ilgili her türlü ithamı, dedikoduyu kayda geçirirken 

ne kural tanıyordu ne de en basit soruşturma kaidesine uymayı aklından geçiriyordu! Bu basit örnek dahi, Savcı Öz’ün soruşturma şekli hakkında fikir vermeye yeterlidir 

sanırım. 

Bir başka örnek: Çantamda arkasını karalama kağıdı olarak kullanmak için tuttuğum kağıtlardan birinin ön yüzünde Turgay Ciner’e yazdığım bir mektup vardı. AKP’ye destek 

olmalarına rağmen Sabah’ı kaybedeceklerini anlatıyordum. Enerji bazlı operasyona uğrayacaklarını iddia ediyordum.

Savcı Öz, kağıttan o bölümleri okuyup “bunları nereden biliyorsun”diye sordu. Bende iddialarınızın aksine bir gazeteciyim, bürokrasiyi de iyi takip ederim dedim. Tamam, 

deyip konuyu kapattı.Misal, o yazı ve bir başkası “DD”nin derin devlet değil, Erdoğan’a İsmail Yıldız’ın “Deli Dumrul” diye taktığı bir lakabın kısaltması olduğunu söylemiş 

olmama rağmen bu ifadelerim kayda geçirilmedi!
 (…)

Kitapta, sanık Orhan Tunç, AKP’nin Azrail’le randevusu başlıklı bir yazımı beğendiği için alıp internetteki köşesine koyduğunu açıklamış.Olabilir, normal bir şey!

(…)

Kaldı ki, Emniyet ifadesinde beni tanımadığını da söylemiş. Daha sonra Savcılık ifadesinde bu yazımla ilgili olarak şöyle denilmiş. Bu yazıda Gülen’e, Erdoğan’a suikast 

düzenlenmiş, ancak başarılı olunamadığı için Ergenekon operasyonu başlatılmış. Tunç da, yazının kurgu olsa da ilginç gelmesi sebebiyle, Savcılar görsün, yazı yazan kişi 

hakkında gereğini yapsınlar niyeti ile bu yazıyı alıp köşesinde yayınlandığı beyanında bulunmuş. Peki yazımda böyle bir bölüm olmadığı halde, ifade kısmında bunun ne işi 

var ya da aradan geçen zaman içinde Savcılar neden görevlerini yapmamışlar!? Veyahut, tüm ifadeler böyle alındı ise diğer ifadelerin güvenirliği ile ilgili ne 

düşünmeliyiz?! Savcı bir de diyor ki, o yazıda İsmail Yıldız ve Hayrullah Mahmud’un tutuklanması eleştirilmiştir! Ben o yazıda böyle bir satır da göremedim.



 (…)

İfademde “Emin Çölaşan aleyhine yazılar yazıyordum”, diye bir bölüm var! Niye, ruh hastası mıyım Çölaşan aleyhine durduk yerde yazı yazayım. Çölaşan, biz star’dan 

hukuksuzca kovulunca, arkamızdan bir yazı yazdı. Aziz Nesin bizim gibi adamlar için kendilerini sermayeye satanlar dermiş diye… Bende bunun üzerine kendisini sermayeye 

satmayan Çölaşan’ı AKP’ye karşı neden sustuğu konusunda eleştirmiştim.Yazdığı yazılar ile AKP’ye tersten destek attığını iddia etmiştim.

Bunun üzerine Çölaşan’ın arkadaşı, haber kaynağı Ergun Poyraz ile bir defa buluşup, konuştuk, tartıştık. Daha sonra bu görüşmemizi de e-mail zincirlerinde okurlarımla 

paylaştım. Poyraz da karşı cevabını yazdı,
yayınladı.
 (…)

Konjonktürel muhalif Emin Şirin ifadesinde “SESAR’da çalışan Hayrullah Mahmud, benimle ilgili bir yazı yazdı, bunun üzerine İsmail Yıldız’la telefonda konuştum” diyor. 

Birincisi ben SESAR’da hiç çalışmadım.Fahri başdanışmandım. Bu İsmail Yıldız ile aramızdaki bir espridir.Bir insanın bir yerde çalışıyor olması için oradan maaş alıyor 

olması ve sigorta kaydının bulunması vb gibi basit işlemlerin de gerçekleşmiş olması gerekmez mi?! Ne var ki, İsmail Yıldız da o görüşmeden sonra,gelip benden özür 

diledi, böyle bir konuşma yaptığı, Şirin’i dinlediği için! Hatta istersem sitede bir açıklama yazısı yayınlayabileceğ ini söyledi! Ben gerek görmedim. İkincisi İsmail Yıldız 

dostum olur ama iş yazı yazdırma kısmına gelince o ya da başkası kim oluyor ki, bana yazı yazdıracak!? Şirin şimdi Cem Uzan’ın yanında sorsun bakalım Cem Uzan bana 

kaç yazı yazdırmış? 

The İmam’ın İki Emin’i başlıklı yazımda, Emin Şirin’in Hanefi Avcı’nın projesi, Erdoğan’ın talimatı ile AKP’ye muhalif yerlerde özel olarak dolaştığı, bilgi topladığı, yeminli 

muhalif olduğunu iddia ediyordum. Bir de o yazıda Hilmi Özkök için Fetullahçı yaftalaması yapmaya kalkışan, kendisini devlet yerine koyup önüne gelen hakkında akılmaz 

sıfatlar yapıştıran Çölaşan’ı kendisi hakkında kulislerde dolaşan iddialardan yola çıkarak, bir ayna tuttum.

O da dava açtı! Eski dostum Şirin o yazıma bozulmuş. Olabilir. Kaldı ki, şu anda da yazmaya devam ediyorum, peki Hayrullah Mahmud’a kim emir veriyor ya da 

yönlendiriyor yazı yazarken?! Savcı, mahkemede bu iddiasını da ispat etmekle mükelleftir.
 (…)

İsmail Yıldız’ın “Bülent” kod adlı olduğunu AKP Medyası ve iddianameden öğrendim. Bu kod adı iddiası üç özel harekatçı ile yaptığı görüşmeye dayanıyor. Bu iddiaya göre 

Yıldız, “Ben derin devletim, askerle özel ilişkilerim var” demiş. Bir de bu iddiayı Emin Şirin seslendiriyor! Bir adamın kod adı var ise örgütte herkesin o adamı o kod ismi ile 

anması, çağırması gerekmez mi?! Bu anlamda bir başka soru: Emin Şirin’in, Emniyet İstihbarat’ta “istihbarat elemanı”olarak resmi ya da gayr-ı resmi bir görevi var mıdır?! 

Hanefi Avcı, 
döneminde böylesi bir görevlendirme yapılmış mıdır?! Emniyet’ten de bu anlamda bir açıklama almak gerekecek!
 (…)

Behiç Gürcihan’ın evrakları arasında benim, İsmail Yıldız’ın,İBDA-C’li Fazıl Duygun ile sık sık görüştüğüm yazıyor. Adil Serdar Saçan öyle not vermiş. Fazıl Duygun “Baran” 

dergisinin editörü. Eğer Fazıl Duygun, iddia edildiği gibi bir kişi ise neden gerekli yasal işlemler yapılmamış, tutuklanmamış? ! Fazıl ile benim aramda bir
 görüşme trafiği var mı?! Fazıl’ı SESAR’a kim yollamış?! Yoksa Fazıl,MİT’in saha elemanlarından biri midir?! Fazıl Duygun, Haşmet Babaoğlu ile söyleşi yaptığını referans 

gösterdiği halde, benimle söyleşi yapma
 isteğini hep geri çevirdim. Böyle bir not neden iddianamede yer alır,amaç AKP’ye muhalif bir gazeteciyle ilgili kafalarda soru işareti yaratıp, yaftalamak, marjinalleştirmek 

mi?!
 (…)

Hayrullah Mahmud’un yazıları SESAR sitesinde SESAR imzası ile yayınlanır” gibi bir ifade var. Bunu, İsmail Yıldız’ı aşağılamak için bilerek yapıyorlar. Çünkü daha önce de 

bu dedikoduyu yaymak istediler.Tutmadı! İsmail Yıldız, Özal’ın danışmanı! Mesut Yılmaz’a raporlar yazmış bir isim! 160’ın üzerinde IQ’su olan bir adam! Ben bu tür 

iddiaları bazı mevkideki insanların içindeki İsmail Yıldız kıskançlığına veriyorum. Altın hapishaneye düşse de değerinden bir şey kaybetmez, altındır. AKP birilerine kaftan, 

makam verse de, teneke tenekedir. Zorlasan da, parlatsan da çeyrek altın etmez.
 (…)

Fehmi Koru, AKP’ye kapatma davası için “Google İddianamesi” adını koymuştu. Mevcut iddianameye bakılacak olursa, içinde Ergenekon adı geçen her şey soruşturma 

kapsamı altına alınmış. İddianamede özel olarak altı boltlanmış bir cümle var: Aydın Doğan’ın ipi çekildi!

Burada Aydın Doğan’a “Ayağını denk al, yoksa seni de bu listeye dahil ederiz” diye gizli bir mesaj mı var?! Açıkçası sayın savcı heyetinin bu konuya da açıklık getirmesini 

bekliyorum.
 (…)

Sayın Başkan,

 Bu iddianame kapsamında içinde bulunduğum durumu özetleyecek olursam:

Emniyet’teki ve Savcılık’taki ifademde de anlattığım gibi sözde Ergenekon terör örgütü isimli bir oluşumdan haberdar değilim.

Böyle bir örgütün varolduğuna da inanmıyorum.

Aynı zamanda hiçbir legal/illegal örgütün de üyesi değilim!

AKP iktidarında işe iade davası hala yargıda bekletilen, medya patronlarına baskı yapılarak çalışma hürriyeti engellenmiş,evine defalarca haciz gelmiş, kiracısı olduğum 

evden borcumu ödeyemediğim için çıkarılmış,bankalara olan kredi kartı borcu kayıt altında olan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, şimdi ben sormak istiyorum:

AKP’ye muhalif bir gazeteci olmasaydım, şimdi karşınızda terör örgütüne üye olmak iddiası ile bulunur muydum?!

Şu anda AKP engeli yüzünden çalışmıyor değilim, çalışamıyorum. Hiçbir gelirim yoktur. Eşimden dostumdan aldığım küçük harçlıklarla, borç paralarla ayakta kalmaya 

çalışıyorum. 4 yıl önce boşandığım eski eşimden bir kızım var, onun da nafakasını ödeyebilmiş değilim!

Sayın Öz’ün bilmesi ve görmesi gerekli husus şudur:
 AKP,bir siyasi partidir.
 Devlet değildir!

Onun için AKP’ye karşı halkı uyarmakla, hükümete/devlete karşı halkı ayaklandırmaya kalkışmak çok farklı konulardır!

Kaldı ki, seçimlerde sandıktan bir gün AKP çıkar, bir gün MHP, bir gün ANAP vb!
 Ben bir gazeteci olarak AKP’li, MHP’li, CHP’li, DSP’li vb olmak zorunda değilim!

AKP ve diğer iktidar partileri hakkında gördüğüm yanlışları okurlarımla paylaşabilirim.
 Eleştirilerimi en sert şekilde de yapabilirim!

Yargıtay kararı ile de sabittir ki, ağır eleştiri hakaret değildir!
İşsiz bıraktırılmış olsam da, kamuoyunu bilgilendirmek amacı ile görev yapan gazetecilerden biri olarak, bu benim en doğal hakkım!

Bu eleştirilerim sırasında haksızca suçlamalar, hakarete varan ifadeler kullanmış isem AKP için yargı yolu açıktır!

Rahatlıkla özür/düzeltme yoluna gidebilir, tazminat davası açabilir!

Ama bu yolları kullanmak yerine “tüm muhalifler teröristtir” iddiasını gündeme getirerek, AKP’ye karşı olan muhalefeti sindirmeye çalışmak doğru değildir.

Sözün özü, AKP demokrasi özürlü bir siyasi parti!
 Tek partili sisteme, demokrasi denilmez!

Dense dense, otokrasi, tiranlık, “İmamokrasi rejimi” denilir!
 Hülasa, hakkımdaki tüm iddialar mesnetsiz iddialardır!

40 yıllık ömrü hayatımda, hiçbir yasadışı işe karışmamış bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım!

 20 yıllık gazeteciyim.

KKTC’de yayın yapan Birlik gazetesinde köşe yazarlığı ile başladığım meslek hayatımda, haftalık ekonomi gazetesi Gözlem’de genel yayın müdürlüğü, başyazarlık, Sabah’ta 

yazarlık, yayın koordinatörlüğü, Star Medya Grubu’nda Medya Grup Ankara Temsilciliği, Başyazarlık vb görevlerde bulunmuş, muhabirliğinden, yazarlığına, yöneticiliğine 

kadar her bölümünde çalışmış bir gazeteci olarak, AKP iktidarında,AKP’nin yanlışlarını büyük harfle ilk yazanlardan olduğum için işsiz bırakıldım.

İlk olmanın verdiği tüm sıkıntılara maruz kaldım, çok rüzgar yedim.
 Sözün özü, sözde terör örgütünün üyesi de değilim!

Sayın Savcı heyetinin iddia ettiği gibi “Terörist” de değilim!
 AKP iktidarında olsa olsa benim için “Hororist” denilebilir!

Terörist Asla!
Yani, BOP’çulara, BOP Eş Başkanı partiye korku veren, korku saçan bir gazeteci olabilir!

Bu iddiada bulunanlara iddialarını aynen iade eder, sayın Başbakan Erdoğan’ın deyişi ile “İddianızı sevsinler” derim. Ezcümle, BOP’a, BOP Eş Başkanı AKP’ye muhalif bir 

gazeteciyim.

Bir gazeteci olarak düşüncem şudur:

 Kanunen bu iddianame kabul edilmiş olsa bile, gerçekler bir bir ortaya çıktıkça hukuken reddedileceğine inanıyorum.

Sayın Başkan,

 Bu anlamda mahkeme huzurunda soruşturmayı yürüten Savcı Zekeriya Öz,Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın’a birkaç soru sormak ve gözden kaçan birkaç hususu, 

mahkeme huzurunda kamuoyu ile paylaşmak istiyorum:

1- Eğer, “Bu vadi başka vadi, Ultra Türkler geliyor” başlıklı yazımda dolayı burada sanık olarak bulunuyorsam, neden bu yazıya konu olan ve Türk halkının kafasında “Devlet 

yoktur, devleti yönetenler satılmıştır, devleti kurtarsa kurtarsa ancak derin devlet kurtarır”olgusunu yerleştirmeye çalışan “Kurtlar Vadisi”nin yapımcıları,
senaryo ekibi de bulunmuyor? Kaldı ki, dizinin çekilen son bölümlerinde (Kurtlar Vadisi – Pusu) bu dava ile ilgili kamuoyunda belli bir kanaat oluşmasına katkıda 

bulunmaya dönük “dezenformasyon içerikli” diyaloglara yer veren bölümle çekiliyor. Ezcümle, “Kurtlar Vadisi” ekibi hiç sorgulandı mı?!
 (…)

2- Kurtlar Vadisi ekibine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan sahip çıkıyor! Bir Başbakan’ın, kamuoyunun kafasına derin devlet olgusunu yerleştiren bir 

diziye ve o dizinin kahramanlarına sahip çıkması ve daha sonra bu soruşturma sürecini başlatmış olması ne derece samimi, gerçekçi bir yaklaşımdır? Sorgulamayı yapan ve 

benim de ifademe başvuran sayın Savcı Öz ve mesai arkadaşları, bu konuyla ilgili olarak Erdoğan’ın da görüşünü alma ihtiyacı hissetmiş midir?!

Öte yandan, uluslararası terörist Yasin El Kadı’ya AKP’nin, Erdoğan’ın sahip çıkması, kefil olması karşısında ne düşünmeliyiz?!
 (…)

3- Sorgulamaya konu olan ve şimdi de sanık olarak karşınızda bulunmama neden olan yazı ve yazılarımla ilgili olarak,iddia makamının elinde herhangi bir terör örgütüne 

üye olduğuma dair somut bir belge,bilgi var mı?!

AKP iktidarında 24 saati ile gözetlenmiş, izlenmiş bir gazeteci olarak, iddia makamının mahkemenize bu anlamda somut bilgi ve belge sunmasını talep ediyorum! Kaldı ki, 

AKP’ye muhalif olduğum için 5 parasız bırakıldığım bir ortamda, sözde örgütten bana herhangi bir para transferi olmuş mudur? Bu sorunun cevabı da önemli! 

Erdoğan’ın,Gül’ün, Unakıtan’ın, Yıldırım’ın çocuklarının AKP iktidarında ilişkiler üzerinden para kazandıkları, gemicik sahibi oldukları bir konjonktürde, sayın Savcı heyetinin 

somut belgelerle bu soruma cevap vermesini istiyorum, bekliyorum!

 (…)

4- Soruşturmayı yürüten Savcı heyeti bu soruşturma kapsamında,gazeteci olarak beni sorgularken, haber dahi yazamadığını itiraf eden sözde gazeteci Tuncay Güney’i, 1 

numaralı iddia sahibini neden sorgulamamıştır? ! Fetullah Gülen’i hakkındaki iddialarla ilgili olarak neden sorgulamamıştır? ! Eğer, Fetullah Gülen adına Zaman 

gazetesinde başyazılar yazan Hüseyin Gülerce’nin iddia ettiği gibi “Ergenekon” üst başlığı altında Susurluk soruşturması yapılıyor ise neden Mehmet Ağar, Tansu Çiller, 

Doğan Güreş vb isimlerin ifadelerine başvurulmamıştır? ! 

Eğer bu isimlerin ifadesi alınmadı ise neden ihtiyaç duyulmamıştır?! Kaldı ki, Susurluk yargılaması yapıldı ve bazı isimler ceza aldı diye biliyoruz. Şimdi yeni bir Susurluk 

soruşturması yapmak için sayın Savcı heyetinin elinde ne gibi yeni belge, bulgular var, açıklamalarını talep ediyorum.

 (…)

5- AKP’ye muhalif olan, BOP’a muhalif olan, AKP’nin yolsuzlukları nı,vurgunlarını yazan herkes terör örgütü üyesi midir?! Bu iddianame bu hali ile hasım/hısım 

iddianamesidir! AKP’nin hasım olanlar sözde terör
 örgütüne üye olmakla itham ediliyorlar, hısım olanların ise “lütfen”olarak dahi ifadesine başvurulmuyor! AKP’ye, BOP’a muhalif isimleri kamuoyu önünde küçük düşürmeye, 

karalamaya, sindirmeye, töhmet altında
 bırakmaya dönük bir iddianamedir! Kaldı ki, eğer ortada iddia makamının iddia ettiği gibi son derece tehlikeli ve güçlü bir örgüt ile karşı karşıyaysak, sayın savcılar bu 

soruşturmayı nasıl gerçekleştirmiş ler, gerçekten merak ediyorum?! Sözün özü, en korkunç örgütü çökertmiş (!), en olmadık isimleri gözaltına almış, sorgulamış, 
ama buna karşılık Fetullah Gülen’in ve onun adamı Tuncay Güney’in ifadesini alamayan bir sorgulama ekibi ile karşı karşıyayız! Bu anlamda sormak istiyorum, iddia 

makamı içinde, yani sayın savcı heyeti içinde AKP Özel Örgütü’ne üye olanlar var mıdır?! Sorgulamayı yapan Savcı heyetinin, birinci, ikinci, üçüncü aile bireyleri dahil 

olmak üzere malvarlıklarını açıklamalarını talep ediyorum! İddianamede tüm özel kişisel bilgileri açık edilmiş sanıklardan biri olarak, bu istekte bulunmamın bir sakıncası 

yoktur sanırım! Ezcümle, hesap soranların da, her an hesap verecek durumda olmaları gerekir, değil mi?!
 (…)

6- Türkiye’de bir darbe sürecinden bahsedilecek ise bu AKP iktidarında gerçekleştirilmeye çalışılan, Atatürkçü kurum ve kuruluşları hedef alan, tüm milli değerlerimize 

yönelik “Post modern Turkuvaz darbe”sürecidir. AKP de BOP planının taşeron yüklenici partisidir.Maalesef ki Emniyet (MİT ve emekli askerlerden bazıları) içindeki bir yapı 

da, bu taşeron unsurlara özel hizmet vermektedir. Bu noktada sorgulamayı yapan sayın iddia makamına ve heyetinize sormak istiyorum:

Büyük Ortadoğu Projesi’ne taraftar mısınız, yoksa karşı mısınız?! BOP operasyonuna maruz kalan tüm ülkelerde Türkiye’dekine benzer (Ergenekon) operasyonları n yapıldığı 

hatırlanacak olursa, bu sorgulamayı yapan Savcı ve hakimlerin hangi tarafta/safta oldukları sorusunun cevabı da, bu noktada büyük önem kazanıyor! Çünkü bu dava siyasi 

bir davadır!
(…)

7- Bazı makamlardaki insanlar bazı soruları sormazlar. Misal, bir Cumhuriyet Savcısı, “BOP’çuların operasyonlarımızı bozuyorlar, teşhis ettiğimiz ama tespit edemediğimiz 

ultra Türkler var” diye görünmeyen
 bir yapıdan şikayetçi olduğu bir ortamda, onlara adına bu sorunun cevabını arıyor olması karşısında ne düşünmeliyiz?! Savcı heyeti bu yapının varolup olmadığını 

öğreneceği, soruşturtacağı adres bellidir:

Genelkurmay, MİT, Emniyet, zabıta teşkilatı! Bunun ötesinde benim var ya da yok demem neticeyi değiştirmez! Kaldı ki, Savcı heyetinin, benim cevaplarımın ötesinde, 

Ultra Türkler hakkındaki anlatımımı mahkeme huzurunda dinleme, izleme belgeleri ile delillendirmesi gerekirdi.

Zira, iddia makamının iddia ettiği yönde bir bilgiye vakıf olsaydım,bu bilgileri sayın Savcı Öz’den önce BOP operasyonu yapan Yahudi ABD,İsrail, bazı AB Büyükelçileri ile 

paylaşırdım! Ki, Türkiye’yi parçalama, Atatürk Türkiyesi’ni sonlandırma yönündeki amaçlarına bir an önce ulaşabilsinler! Sözün özü, Cumhuriyet Savcıları’nın 

istekleri,cevabını aradıkları soru, zaten BOP’çuların da cevabını merak ettikleri soru! Aynı anlama gelen istekler! Bu anlamda savcı heyetine son bir soru daha: 





Sayın 

Savcılar, siz kimin savcısısınız?! 





Eğer Atatürk Türkiyesi’nin Savcıları iseniz, bilmenizi isterim ki, bende o ülkünün savunucusu bir gazeteciyim. 

Ezcümle, “Ultra Türkler var mı yok mu” sorusunun cevabını eğer Emniyet İstihbarat içindeki “F Tipi” yapıveremiyor, BOP’çular o adresi bulamıyor ise sayın savcı heyeti de 

bu soruyu sorup kendilerini komik duruma düşürmekten vazgeçsinler! En doğru olan hareket, bu sorunun cevabını zamana bırakmaktır! Sözün özü,en doğru cevabı nasılsa 

zamanı gelince tarih verir, yazar!

 (…)

Ve…
Son olarak…

Bu iddianame, çamur at izi kalsın mantığı ile hazırlanmış, hasım/hısım iddianamesidir ya da “Televole mantığı” ile hazırlanmış bir iddianamedir!

Bu iddianameyi okuyan ve ortalama hukuk bilgisine sahip gözler tarafından rahatlıkla görülmektedir.

Bu bağlamda bir Türk atasözü şöyle der:
“Her şerde bir hayır, her hayırda bir şer vardır”.

Düşüncem odur ki, bu davanın “şer”rindeki “hayır” da, AKP’nin elinden”mazlum”iyet ve de “masum”iyet kartlarını bir bir düşürmüş, geçersiz kılmış olmasıdır!

Sözün özü,acısız zafer olmaz!
 Artık herkes görmüştür ki, AKP eline iktidar gücünü geçirince rahatlıkla zorbalaşabiliyor.

Gizli gündemini açık edip, yüzündeki maskeyi kendi elleri ile indirebiliyor!
 Bu vesile ile buradan, bu soruşturma süreci içinde ölenlerin yakınlarına başsağlığı, sağlığını yitirenlere acil şifa, özgürlüğünü yitirenlere acil hürriyet, bu dava nedeni ile 

işini, eşini kaybedenlerin de mağduriyetlerinin bir an önce sonlandırılması nı dilediğimi bir kez daha açıklamak istiyorum.

Kaldı ki,hakkımdaki terör örgütüne üye olma iddiasını da reddediyor, mahkemenizden bu vesile ile AKP Medyası’nda yerden yere vurulmak istenen itibarımın iadesini talep 

ediyorum.Çünkü ben Atatürk Türkiyesi’ne sahip çıkma, gazetecilik mesleğinin gereklerini yerine getirme dışında “kanundışı” hiçbir şey yapmadım:

“Eğer Türkiye’de rejim değişmedi ise” kaydını düşerek bu cümleyi kurduğumu da önemle hatırlatmak isterim.

AKP iktidarında iftiraya uğradım, mağdur edildim, BOP’çuların, BOP Eş Başkanları’nın hoşlarına gitmeyecek yazılar yazdım, bu yüzden de karşınızdayım.

Ezcümle, burada davanın küresel ve yerel siyasi amaçlarının altını çizmeye gayret ettim. Önünüze getirilmiş davanın, (gerek şeklen, gerek içerik bakımından) hukuki 

noksanlarını da yüce heyetinizin hukuk
 takdirlerine sunuyorum.

Saygılarımla… 

9 Aralık 2008
 Hayrullah Mahmud ÖZGÜR



***

16 Mart 2018 Cuma

Sığırcık mı Sandınız?.





Hilmi Kayıhan

Avcı anlatıyormuş: “Geçenlerde benim eski çifteyle kuş avına çıkmıştım, bir baktım ki yolun kıyısındaki telgraf tellerine sığırcık sürüsü konmuş, tetiğe dokunmamla birlikte seksen sığırcık tapır tapır yere düştü!.”

Dinleyenlerden biri dayanamamış: “Bir-iki tanesi tamam da seksenini nasıl vurdun?” 

Pişkin avcı: “ Valla!” demiş, “ şöyle bir baktım, telin enlemesine atsam ancak üç beşini vururum, boylamasına geçip nişan aldım.”

Silivri ve Hasdal zindanlarında yatanları düşününce aklımıza bu fıkra geliyor.

Ergenekon, Balyoz ve Erzincan..

Asılsız ihbar mektuplarıyla, gizli tanık ifadeleriyle telgraf tellerindeki sığırcıkların seksenini birden düşüren palavracı avcı gibi vurup vurup esir düşürüyorlar Silivri ve Hasdal zindanlarına..

Palavracı bir saçmayla bu kadar sığırcıyı yere, gizli tanık saçma sapan ifadesiyle seksen yiğidi esir düşürüyor..

Sığırcık sürüsünün bir saçmayla vurulup düşürüldüğü nasıl büyük bir yalansa, deve dişi gibi kahramanların asılsız ihbar mektuplarıyla pusu kurulup Silivri ve Hasdal zindanlarına esir düştüğü de o kadar gerçek.. 

Yazıklar olsun bize!..

Herkes duysun: Avcı palavralarına inanmayan halkımız bu saçmalıklara da inanmıyor; yalnızca aralarındaki fark biri eğlendirirken diğeri kinlendiriyor..

Yalancının saçması ne kadar sığırcık ürkütürse, gizli tanığın saçmalıkları da o kadar..

Enlemesine de nişan alsalar, boylamasına da bu yalan sahibini vurup düşürecek..

Avcının palavralarına gülüp geçebiliriz, ama bu hayasız yalanın hesabı kesinlikle sorulacak; bunu hep birlikte göreceğiz..
Gizli tanıkların saçmalıkları tüfeğin kovanında saçma olmuşsa, hukuk hukuk olmaktan çıkıp silah olmuşsa; silahın da hukuk olmayacağını kim söyleyebilir?..

Iyi calismalar, saygi ve sevgiler

M. Binzet

Mailto:m1000zet@gmail.com

https://groups.google.com/forum/#!search/m1000zet$20m1000zet$20googlegroups/m1000zet/eul84r9S0GA/7pRQi7Uz7pkJ

***