8 Nisan 2016 Cuma

Cemaat Savaşları



Cemaat Savaşları 


Barış Yarkadaş 
Tarih:02/12/2013 
Türü:İç Politika 


Erdoğan’ın Gül – Arınç – Cemaat üçlüsüne karşı verdiği mücadele, sadece dershaneler üzerinden değil, başka alanlarda da sürüyor.2011 seçimlerinde cemaate yakın sadece dört ismi milletvekili yapan Erdoğan, artık bu üçlünün hiçbir isteğini gerçekleştirmiyor.

 Öyle ki; TRT’den sorumlu olan Arınç, uzun süredir bu kuruma hiç kimseyi atayamıyor.

 Erdoğan, Arınç’ın hiçbir atama kararını imzalamıyor.

Erdoğan ile Gülen arasında patlak veren “iktidarı bölüşememe” kavgasının son ayağı ise hastanelerde sürüyor.

Nasıl mı?

  
www.acikistihbarat.com 
29.11.2011


Erdoğan’ın hedeflerinden biri ise dini lider olmak…

AKP ile Fethullah Gülen Hareketi arasında kıyılan ‘‘zoraki nikah”ta sona geliniyor.
 Dershanelerin kapatılması üzerinden başlayan ve artık gizlenemeyen kavga, tarafların karşılıklı restleşmesiyle sürüyor.

AKP ile Cemaat arasında patlak veren kavga, Türk medyasında ilk kez bu köşede yer almıştı.
Medyada hiç kimsenin konuşmaya dahi cesaret edemediği kavganın boyutlarını 2011 yılının ortalarında tüm boyutlarıyla köşeme taşımış, katıldığım TV ve radyo programlarında da anlatmıştım.
 AKP ile Cemaat arasında yaşanan “iktidar kavgası”nı anlattığım günlerde, AKP de Cemaat de söylediklerimi yalanlamıştı.
Zaman Gazetesi beni “fitnecilik” , AKP’nin sesi Akif Beki ise “meczup olmak”la suçlamıştı.
Kavganın su yüzüne çıkmaya başladığını anlattığım yazımda, “Erdoğan, 2010 yılındaki referandumda yüzde 58 oranında oy aldığı için, artık hiçbir ittifaka ihtiyaç duymuyor” tespitini yapmıştım.

Geride kalan zaman bizi doğruladı.

Erdoğan, cemaatin bürokrasideki kadrolarının bir kısmını zamanla tasfiye etti, etkisizleştirdi.
 Bir kısmını ise yanına çekerek, cemaatin altını boşalttı.
İktidarın nimetlerinden yararlanmaya başlayan cemaatin birçok kadrosu, Fethullah Gülen yerine Erdoğan’a biat etmeye başladı.
Cemaat bu yüzden, Erdoğan’a yüksek perdeden yanıt veremedi.
 Çünkü; cemaatin tabanı da AKP’nin yarattığı “ekonomik kaynaklar”dan sonuna kadar faydalanmaya başlamıştı.
Cemaat bu gerçeği bildiği için, AKP’ye açık bir tavır alamadı.
Zira; AKP’yle girişilecek bir kavgada, tabanı ellerinde tutamayacaklarını gördüler.

Cemaat ile AKP arasında başlayan ‘‘iktidarı bölüşememe” kavgası, 2013 yılının mayıs ayında birkez daha patlak verdi.
 Türkiye’den ABD’ye götürülen sekiz gazeteci, Fethullah Gülen’le yaklaşık üç saat boyunca görüştü.
 Ancak bu sekiz gazeteci, Gülen’in Başbakan Erdoğan için kullandığı hiçbir ifadeyi köşelerine taşımadı, taşıyamadı!
Gülen, sekiz gazeteciyle yaptığı sohbette, Başbakan Erdoğan için “Otoriter, diktatör” demiş, Erdoğan’ın “güç zehirlenmesi yaşadığı”nı söylemişti.

Sekiz gazetecinin okurlarından sakladığı bu bilgiler, yine bu köşede sansürsüz bir şekilde yer aldı.
Fethullah Gülen Hareketi’nin kurumları, köşemizde yer alan ifadelerin hiçbirini yalanlamadı.
Ve daha ilginci yalanlamama kararı aldı.
O görüşmede, hatırlanacağı üzere Mehmet Altan da yer almış ve Gülen’e “AKP ancak İstanbul’dan yıkılır.
 Yerel seçimlerde AKP kaybederse otoriter yönetimin sonu gelir” demişti.

Çok fazla uzatmaya gerek yok:

AKP ile Cemaat arasında “iktidarı bölüşememe” üzerinden başlayan kavga, hayatın tüm alanlarında sürüyor.
 AKP iktidarı ve Başbakan Erdoğan, cemaatin var eden tüm kurumları yok etmeye kararlı gibi görünüyor.
 Bunun bir ayağının dershaneler olduğu görülüyor.
 Erdoğan’ın cemaatin insan kaynağı haline gelen dershanelere yönelik operasyonu uzun bir süredir devam ediyor.
 Hatırlarsanız, yine bu köşede, 4+4+4 adlı yeni sistemin hedeflerinden birinin sadece laik kesim değil, cemaatler de olduğunu söylemiştim.

Erdoğan, 4+4+4 adlı sistemle, “dini eğitim”i devlet okullarının bünyesine katarak, cemaatin insan kaynağını kendi denetiminde tutmayı hedeflemişti.
 Buna paralel olarak ise TOKİ’ye “öğrenci yurdu yapması” talimatı vermişti.

 2011 yılının başından beri, Türkiye’nin dört bir yanında onlarca öğrenci yurdu yapıldı.
Erdoğan, cemaatin beslendiği en önemli kaynaklardan biri olan öğrenci evlerini de devletin bünyesine katmak, daha doğrusu kendi kontrolüne sokmayı istiyordu.

Erdoğan, bu projesinde kısmen başarılı da oldu.

 Birçok öğrenci, Gülen Hareketi’nin yurtları yerine AKP kontrolündeki devlet yurtlarında kalmaya başladı.

Bugün yaşanan “öğrenci evi” tartışmasının sebeplerinden biri de budur.

 Erdoğan, yasal düzenleme yaparak, öğrencilerin cemaat evlerinde kalabilmesinin önüne geçmek istiyor.

 Zira; Erdoğan, cemaatin en önemli insan kaynağının öğrenci evleri ve dershaneler olduğunu biliyor.
 Türkiye’yi tek başına yönetmek ve gücünü hiçbir odakla paylaşmak istemeyen Erdoğan, bu yüzden Gülen Hareketi’nin tüm nefes borularını tıkamak istiyor.
 Bu operasyonda en önemli ayak olarak ise istihbarat teşkilatı kullanılıyor.
 Hakan Fidan’ı “Başbakan olma hayali”yle motive eden Erdoğan, Fidan’ın cemaate ilişkin ataklarının tümüne tam destek veriyor.

Erdoğan’ın Gül – Arınç – Cemaat üçlüsüne karşı verdiği mücadele, sadece dershaneler üzerinden değil, başka alanlarda da sürüyor.2011 seçimlerinde cemaate yakın sadece dört ismi milletvekili yapan Erdoğan, artık bu üçlünün hiçbir isteğini gerçekleştirmiyor.

 Öyle ki; TRT’den sorumlu olan Arınç, uzun süredir bu kuruma hiç kimseyi atayamıyor.

 Erdoğan, Arınç’ın hiçbir atama kararını imzalamıyor.

Erdoğan ile Gülen arasında patlak veren “iktidarı bölüşememe” kavgasının son ayağı ise hastanelerde sürüyor.

Nasıl mı?

Bilindiği üzere, cemaatin en önemli finans kaynaklarından birini dershanelerin yanı sıra, hastaneler oluşturuyor.
 Cemaat, dershanelerden hem insan kazanıyor hem de para…

Hastanaler ise daha çok para kaynağı yaratmaya hizmet ediyor.
 Türkiye’nin dört bir yanında, cemaatin yüzlerce hastanesi ve tıp merkezi bulunuyor.

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) cemaatin en önemli kaynaklarından biri olan hastanelere yönelik, önemli bir genelgel yayınladı kurban bayramından birgün önce…
Cuma günü saat 17.43'te yayınlanan genelgeye göre, SGK artık vakıf üniversitelerinin hastane haricindeki tıp merkezlerine giden hastaların parasını ödemeyecek…

Bu şu demek:

Örneğin, bir hasta cemaate yakın bir vakıf üniversitesinin hastane bünyesi dışındaki “Tıp Merkezi”ne gittiğinde, SGK hasta başına en az 60 TL ödüyordu.
 Son genelgeyle birlikte, bu para artık ödenmeyecek.
 Yani; SGK genelgesine göre, hiçbir hasta Tıp Merkezi’ne SGK katkısıyla gidemeyecek.

Genelgenin yansımaları üzerine sohbet ettiğim bir hastane sahibi, “Bu genelge, çoğunluğu cemaate ait olan tıp merkezlerini vuracak.

Hastalar artık tıp merkezlerine gidemeyecek.

Cemaate yakın isimlerin para kaybı bir yıl içinde milyar dolara yakın olacak” dedi.

Görüldüğü üzere, Başbakan Erdoğan’ın iktidarını hiçbir şekilde bölüşmek istemediği cemaate karşı yaptığı hamleler birçok alanda sürüyor.
 AKP ile cemaat arasındaki kavga, özellikle 7 Şubat MİT krizinin ardından daha da sertleşiyor.
 Bu sertleşme, iddialara göre Obama ile Erdoğan’ın son görüşmesinde de ele alındı.
AKP’ye yakın kaynaklar, Obama’nın Erdoğan’a cemaate yönelik tutumundan vazgeçmesini istediğini söylüyor.
İddialara göre, Obama “Sizin aranızdaki gerilim, bizim Ortadoğu’daki politikamızı uygulamamıza engel oluyor” diyor.
 Başbakan Erdoğan ise cemaatin “paralel devlet” oluşturduğunu ve buna izin vermeyeceğini dile getiriyor.

Erdoğan’ın cemaati ve onu destekleyen Arınç – Gül ve iş dünyası ile uluslararası uzantılarının bir kısmına yönelik verdiği mesaj ise kavganın sebeplerini daha iyi anlamamıı sağlıyor:

Başbakan, uluslararası destekli Gül, Arınç ve cemaatin “Erdoğan’sız AKP, Erdoğan’sız Türkiye projesi”nin ayaklarını oluşturduğunu biliyor.
 Kendisinden hiçbir koşulda vazgeçilemeyeceğini göstermek isteyen Erdoğan, “Türkiye’yi bensiz yönetme hesapları içine girerseniz, bunun altında kalırsınız.
 Giderken hepinizi de beraberimde götürürüm” diyor.

Bu bağlamda, Erdoğan’ın Gülen Hareketi’ne yönelik sert adımlarının ve tasfiye girişimlerinin sadece “ siyasi ” sebeplerle açıklanamayacağını da söylemek gerekiyor.
 Biliniyor ki; Erdoğan aslında Fethullah Gülen’e çok öykünüyor.
 Erdoğan, aslında Fethullah Gülen gibi bir dini lider olmak ve tarihe bu şekilde geçmek istiyor.

Başbakanlık ” makamının geçici olduğunu bilen ve bir gün tarihin tozlu raflarında unutulacağını düşünen Erdoğan, bu yüzden Fethullah Gülen’in tahtına oturmak istiyor.
 Başbakan Erdoğan, Gülen’in insan ve para kaynağını tükettiği, cemaati nefes alamayacak hale getirdiği taktirde, dini liderlik yolunun açılacağını hesap ediyor.



http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10438


.

Gezi'de Polis Şiddeti Cemaatin İşiydi


Gezi'de Polis Şiddeti Cemaatin İşiydi 



Eren Erdem 
Tarih:02/12/2013 
Türü:İç Politika 



 Mesajda; " Polisin Şiddetinin ardında cemaat var " yazılıydı.

Hükümet ile cemaat arasındaki gerilim yeni değil. Meraklısına ipucu vereyim;

 "Gezi parkı eylemleri sürecinde, yurtdışından gelen uçakların yolcularını inceleyin. Büyük çoğunluğun cemaat mensubu olduğunu göreceksiniz. Ve yine aynı süreçte cemaat içinde "Tayyipçiler ve hocaefendiciler" gibi iki ayrı grubun ortaya çıktığı, Tayyipçilerin tasfiye edildiği bir diğer mesele. 

  
www.acikistihbarat.com 

03.12.2013


Gezi parkı eylemlerinin ilk gecesi Taksim'deydim. Yanımda, İslamcı geçmişten gelen, Türkiye İslamcılığının önemli isimlerinin birinin kardeşi vardı. Kendisine bir mesaj gelmişti. 

 Mesajda; " Polisin şiddetinin ardında cemaat var " yazılıydı.

Hükümet ile cemaat arasındaki gerilim yeni değil. Meraklısına ipucu vereyim; 

 "Gezi parkı eylemleri sürecinde, yurtdışından gelen uçakların yolcularını inceleyin. Büyük çoğunluğun cemaat mensubu olduğunu göreceksiniz. Ve yine aynı süreçte cemaat içinde "Tayyipçiler ve hocaefendiciler" gibi iki ayrı grubun ortaya çıktığı, Tayyipçilerin tasfiye edildiği bir diğer mesele.

 Başbakan'ın yurtdışı ziyareti, kuvvetle muhtemel tasarımdı. Başbakan ülkede olsaydı "farklı bir durum olacak mıydı?" Hayır. Ama işin başka bir yönü var...

 ***

 Durum çok açık

Gezi'ye müdahaleye giden polis otobüslerindeki sivil kıyafetli "abiler" ne iş yapıyordu? 

 Bu abiler, polisleri neye hazırlıyordu? Polisin olağanüstü şiddeti ile yükselen direniş yoluyla " Cemaat " ne gibi bir amaç güdüyordu? Bu direnişin cemaate ne yararı vardı?

Evet başlıklar çoğaltılabilir...

 Ama durum çok açık. Gezi'nin ulaştığı politik ivme, cemaati de tedirgin etti. Ve hükümet ile cemaat var gücüyle eylemi sönümlendirmeye çalıştı. Çünkü, hedeflenen amacı aşan bir sinerji ortaya çıkmıştı.

Lakin şunu ifade etmek gerekiyor. 

 Polis şiddetinin arkasında "cemaatin olması" hükümete karşı uzun süredir gelişen tepkiyle doğrudan ilintilidir. Hele ki, bir süredir aleni biçimde süren çatışmanın, bugüne ait olmadığını, dersaneyle hiç alakasının olmadığını görmek mümkün. Devletin içi ile dışı birbirine giriyor. 12 Eylül'ü aratmayan bir hesaplaşma söz konusu.

 Gezi parkındaki 22 kişiyi, 10 milyon insana dönüştüren kasıtlı şiddetin kökeni iyi incelenmeli. Polisin bu şiddetinin arkasında kimlerin olduğu hesap edilmeli. 1 Mayıs 1977'ye benzer bir provokasyon ile, halkın haklı olarak isyan etmesi, öfke patlamasının yaşanması durumu göz ardı edilmemeli. 

 Lakin şu da unutulmamalı. Birikmiş öfkenin patlaması, farklı biçimlerde de olabilirdi. Ama ciddi bir toplumsal mühendislik olarak, birikmiş öfkenin hesaplandığı, öfkenin kontrol edilmeye çalışıldığı lakin başarısız olunduğundan "sönümlendirildiği" bir süreç yaşadık.

Yani "polis şiddeti ile tırmandırılan kitlesel öfke kontrol edilemedi." 

 Cemaat ve hükümetin her ikisini birden tehdit eden bir güce evrildi. Ve kıvılcımı çakanlar "geri adım atmak zorunda kaldı..."

 ***

Senaryo açık

Cemaatin abileri arasındaki " Tayyipçiler-hoca efendiciler " kavgasının aslı nedir?

 Ciddi mevkilere gelen " Abiler " neden tasfiye edildi?

 Evet. 

 Esasen cemaatin yeni senaryosu çok açık. 

Yerel seçimlerde AKP'ye güç kaybettirip, yeni bir partiyi meşrulaştırmaya çalışacaklar. Tam bu noktada cemaatin Sarıgül'e yatırım yaptığı gerçeği ile karşı karşıyayız. Eğer AKP hezimet yaşarsa, yeni parti meşrulaşır. Abdullah Gül, "kurduğu partiyi" yerel seçimden sonra ilan etmeye işte tam bu yüzden karar verdi. Aldığı taahhüt, bu yöndedir.

 Senaryo şöyledir; 

"cemaat Sarıgül'ü destekler, AKP kan kaybeder. Böylece yeni parti meşrulaşır. Seçim sonrası ilan edilir. AKP ortadan ikiye yarılır. Ve Sarıgül bu zafer sayesinde CHP'nin başına geçer. Yeni dönem ABD'nin istediği gibi, salt siyasal islamcı bir süreçten ziyade; yeni parti ile Sarıgül CHP'sinin ittifakına dayanır."

 Benim anladığım kadarıyla işin matematiği bu. 

 Bu matematiğin ne tür bir gerçekliği olduğunu birlikte göreceğiz. Lakin şunu söylemek lazım ki, "halk kendi seçeneklerini ortaya koyabilmeli, seçimlere kendi seçenekleriyle girmenin yollarını aramalıdır. En azından, böyle bir tartışma başlamalıdır..."


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10439


...

Balbay Gibi Tayyar'ın da Genelkurmay Görüşmeleri Ortaya Çıkarsa?



Balbay Gibi Tayyar'ın da Genelkurmay Görüşmeleri Ortaya Çıkarsa? 


Açık İstihbarat
Tarih:28/11/2013 
Türü:İç Politika 


 Bir gazetecinin akreditasyon meselesini görüşmek üzere Genelkurmay'da görüşme ayarlamasında bir sorun yok. Eğer görüşme bundan ibaretse. Mustafa Balbay, Genelkurmay'da yaptığı görüşmeler nedeni ile "darbecilik" suçlaması ile içeri  atıldıysa, kamuoyunun Şamil Tayyar'ın Genelkurmay'da Ergin Saygun'la neler görüştüğünü de bilmeye hakkı var.

Ergin Saygun'da bu görüşmenin ayrıntılarının olduğuna eminiz.

Kitabında yazmasını bekledik ama AB savunuculuğu ve bildik "biz bu adaletsizlikleri haketmedik" serzenişleri dışında pek bir şeye rastlamadık.

Halbuki Ergin Saygun'un aşağıdaki soruya cevap vermesi lazım ki , kendisini içeri tıkan sürecin mihmandarlarının gerçek yüzü kamuoyu önünde deşifre olsun..

29.11.2011

Tayyip Erdoğan'ın asabiyeti sadece ülkeyi değil küpünü de yıprattı ve iktidar kazanı her yerinden çatlamaya başladı.

Dershane görüntüsü altında sürdürülen bu iktidar içi savaş , yıllardır iktidar yorganı altında birbirini ısıtan tarafların da birbirine girmesine vesile oldu. 

Medyada konuşlandırılmış çetenin iftiraları ile hayatları kararmış insanlar; bu iftira çetesinin birbirini iftiracılıkla, sahte belge üretmekle suçlamasına tanık oldu.

Daha düne kadar " Askeri vesayet " rejimine karşı birlikte mücadele ettiklerini savunanlar , birbirlerini yeni vesayetçilikle suçlayıp, analı-kızlı küfürleşmelere giriştiler. 

28 Şubat'ta Çevik Bir'in bile tarikatlar hakkında edemeyeceği lafları edip, Çevik Bir'i bile çırak çıkartabileceklerini kanıtladılar. 

İlahi adaletin bu nüktedan galasını özellikle twitter alemi üzerinden takip etmenizi isteriz. 

Erdoğan vekili Şıh Şamil Tayyar ile "Ergenekon" sürecinde polisin vakanüvisliğini  yapan Mehmet Baransu arasında yaşananlar bu ilahi adaletin en traji-komik sahnelerini oluşturuyor. 

Seviyesini Mehmet Baransu'nun karısına iftira atmaya kadar vardıran Şıh Şamil Tayyar'ın bu kontrol dışı öfkesinin altındaki temel gerçeklerden biri , patronunun ayağının iktidardan kayması ile birlikte bugüne kadar birilerinin eteği altında yaşadığı konforun tehlikeye girecek olması.

Halbuki , hayatı iktidarlara yanaşmaya çalışmakla geçen ve sonunda AKP ile muradına eren Şıh Şamil Tayyar'ın ağzına pelesenk ettiği kavramlarla uzaktan yakın alakası yok. 

Sizlerle daha önce, bu Erdoğan vekilinin, 28 Şubat sürecinde "dinci" gözükmemek için " Şıh Şamil Tayyar " olan ismini nasıl mahkeme kararı ile değiştirdiğinin belgesini sunmuştuk.

***

(Bkz: Şamil Tayyar'ın Karakterinin Belgesi ) 

Şamil Tayyar'ın Karakterinin Belgesi : Şıh'tı Şahbaz Oldu 
Açık İstihbarat Özel
Tarih:19/11/2011 
Türü:Medya 


   Ve bu hedefine ulaşmak için Şamil Tayyar hep gerekeni yapmaya hazırdı ama onun kıymetini eski iktidarlar değil AKP bildi. 

Şıh Şamil Tayyar'ın bu uğurda isminden bile vazgeçmeye hazır olduğu ortaya çıktı. Bugün AKP gibi "dinci" bir iktidarı "demokrat" diye pazarlayarak residence tepelerine çıkan  Şamil Tayyar'ın, 28 Şubat sonrası o kesif "laikçi" dönemde  ismini değiştirmek için mahkemeye başvurduğunu biliyor musunuz? 

Peki ismini hangi gerekçe ile değiştirmek istediğini biliyor musunuz?
İşte belgesi:

18.11.2011

En az üç ayaklı bir "derin devlet" yapılanmasında, "devleti dönüştürürken" ve güya bunla bağlantılı "temizlik" operasyonları yapılırken, ayaklar arası çatışmanın bataklığında güller türer. Birilerinin bu güllere,  hedef saptırmak, bütün resmi gizlemek ve cambaza bak oynamak için ihtiyacı vardır. İşte "Ergenekon" sürecinin en önemli güllerinden biri Şamil Tayyar.

Bugünlerde Öcalan'ın geçmişiyle ilgili doğru yönde bir deşifrasyonun kapısını aralarken, diğer ayakların rolünü es geçiyor. Yeni Vesayet rejiminin Emniyet subapları  Rasim Ozan - Nagehan Alçı çifti  üzerinden bir kaç ay önce yapılan yayınlarda, Cem Ersever cinayetinin sadece Jitem'e yıkılıp, MOSSAD-CIA ayaklarının perdelenmesi gibi. 

Şamil Tayyar, " Ergenekon " süreci  boyunca kamuoyunu bir "1 Numara" efsanesi etrafında oyalayıp, onlarca kişiyi  iftiralarla lekeledikten sonra hizmetlerinin karşılığı olarak AKP'den milletvekili yaptırıldı. Gelen haberler AKP içinde de çok sevilmediği ve sıkı kontrol altında tutulmaya çalışıldığı yönünde. Millete attığı iftiralar yüzünden onlarca tazminat davasında mahkum olan sonra da kendini utanmadan  "demokrasi kahramanı" olarak pazarlayan bu AKP gülü dokunulmazlık zırhı altında emeline kavuştu.

Bu iktidar hastalığı Şamil Tayyar'da yeni nükseden bir rahatsızlık değil.

Aslında Şamil Tayyar'ın hayatı hep iktidarlara yakın olmaya ve onlardan milletvekili olmaya çalışmakla geçti.

Şamil Tayyar'ın 2000'lerin başında nasıl MHP ve hatta DSP'den aday olmaya çalıştığı biliniyor.

Ve bu hedefine ulaşmak için Şamil Tayyar hep gerekeni yapmaya hazırdı ama onun kıymetini eski iktidarlar değil AKP bildi. 

Şıh Şamil Tayyar'ın bu uğurda isminden bile vazgeçmeye hazır olduğu ortaya çıktı. Bugün AKP gibi "dinci" bir iktidarı "demokrat" diye pazarlayarak residence tepelerine çıkan  Şamil Tayyar'ın, 28 Şubat sonrası o kesif "laikçi" dönemde  ismini değiştirmek için mahkemeye başvurduğunu biliyor musunuz? 

Peki ismini hangi gerekçe ile değiştirmek istediğini biliyor musunuz?

İşte belgesi:

2001/127 Esas nolu, 27.03.2001 tarihli, Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı.

Davacı : Şıh Şamil Tayyar
Davalı : Nüfus Müdürlüğü

Şamil Tayyar, dini bir sıfat olan "şıh" ismini kullanmak istemediğini ve bu yüzden değiştirilmesini istediğini mahkemeye beyan ediyor. 

O zamanlar siyaset sahnesinde AKP yok. O zamanlar siyaset sahnesinde, bugün Şıh Şamil Tayyar'ın "vesayet dönemi" diye eleştirdiği iktidarlar var ve Şamil Tayyar'ın o zamanlar bu "dinci" isminden pek hazetmediği anlaşılıyor.

İsminden utanmayan adam, ismini değiştirir mi?

Anlaşılan " Şıh " Şamil, o zamanlar bu ismin, onun "laik" iktidarlar nezdinde zor durumda bırakacağını düşünüyor ve bu uğurda mahkemeye başvuracak kadar kararlı. 

Mahkeme " Şıh " Şamil Tayyar lehine karar veriyor ve nüfus cüzdanındaki " Şıh " ismi kaldırılıyor.

Nüfus cüzdanındaki fotoğrafta bir diğer ayrıntı önemli.

O zamanlar MHP'ye yanaşmaya çalışan Şamil Tayyar'ın bıyıkları ülkücü bıyığı. 

Aşağıda resmini göreceğiniz mahkeme kararı ile, o günlerin "laik" ortamında şansını arttırmak isteyen Şıh Şamil Tayyar'ın "şıh" isminden kurtulduğu anlaşılıyor.

Günümüze gelindiğinde "şıh" ismi Şamil Tayyar için utanılacak değil, hizmet ettiği parti nezdinde prim yaptıracak bir isim. Belkide, Şamil Tayyar, bir başka dava ile eski ismine dönmek isteyebilir.

İsminden "dinci" çağrıştırma yaptığı için utanan bir adamın, "dinci" iktidara yakın durmak adına başka nelere imza attığının belgeleri zamanla çıkmaya devam edecektir. 

Biz bu belgeyi Şıh Şamil Tayyar'ın karakterinin belgesi olarak kamuoyunun dikkatine sunuyoruz. 

Kendini " Demokrasi Kahramanı " , " Namuslu Gazeteci " olarak pazarlayan bu iktidar gülünün kumaşının kalitesi bu belge ile açıkca ortaya çıkıyor.

AKP'ye bu belge batmayabilir. Ne de olsa bünyelerinde Şamil Tayyar ayarında onlarcası var.

Ama bu belge Türkiye'de medya-iktidar ilişkisinin ve bu yolda nelere imza atılabildiğini göstermesi açısından tarihi ve ibretlik bir belgedir.

Aslına bakarsanız; kalemi yelken bir rüzgar gülünün isminin Şıh olmaması, arkasında binlerce yıllık bir kültürel doku bulunan Anadolu'ya özgü "Şıh"lık müessesesi açısından hayırlı olmuştur. 

Gazeteci sıfatını da Şamil Tayyar gibilerden kurtarabildiğimiz gün, Şıhlık müessesesi gibi gazetecilik müessesesi de arınmış olacaktır.

Açık İstihbarat

http://www.acikistihbarat.com/haberdetay.aspx?id=9835


****

Yazımıza devam edelim,

Zamanın ruhuna uymak için isminden vazgeçen bu şahsın "askeri vesayetin tasfiyesi" olarak pazarlanan "Ergenekon" sürecinde oynadığı rol ortada. Kitaplarında iftira attığı insanların açtığı davalar sonucunda yediği cezalar sonrasında kendisini "demokrasi kahramanı, mağdur gazeteci" olarak pazarlayan Tayyar'ın daha bir kaç sene önce Genelkurmay'da yaptığı özel bir görüşme ise bu zatın kumaşını bir kez daha ortaya koyuyor. 

Sene 2006.

Genelkurmay 2. Başkanı Ergin Saygun

O dönemde Star gazetesinin Ankara temsilcisi Şamil Tayyar

O dönemde Alev Er Star Genel Yayın Yönetmeni.

Star grubunun sahibi Sancak grubu gözüküyor. Mahkemeye sunulan "Ergenekon" şemasında üst düzey yönetici olarak gözüken Ethem Sancak'ın patronu olduğu grup. "Ergenekon"' mahkemelerinde yaşanan rezillikleri savunan Tayyar, o sıralar, bizzat o mahkemeye sunulan belgede "Ergenekon" örgütünün üst düzey yöneticisi olarak gösterilen Ethem Sancak'a çalışıyor. 

Ortalıkta dolaşan iddialar gazetenin gizli ortakları arasında İhsan Arslan'ın da olduğu yönünde.

Bu dönemde Tayyar, bir akreditasyon meselesini görüşmek üzere Ergin Saygun'dan randevu alır.

Bir gazetecinin akreditasyon meselesini görüşmek üzere Genelkurmay'da görüşme ayarlamasında bir sorun yok. Eğer görüşme bundan ibaretse. Mustafa Balbay, Genelkurmay'da yaptığı görüşmeler nedeni ile "darbecilik" suçlaması ile içeri  atıldıysa, kamuoyunun Şamil Tayyar'ın Genelkurmay'da Ergin Saygun'la neler görüştüğünü de bilmeye hakkı var. 

Ergin Saygun'da bu görüşmenin ayrıntılarının olduğuna eminiz.

Kitabında yazmasını bekledik ama AB savunuculuğu ve bildik " Biz bu Adaletsizlikleri haketmedik " serzenişleri dışında pek bir şeye rastlamadık. 

Halbuki Ergin Saygun'un aşağıdaki soruya cevap vermesi lazım ki , kendisini içeri tıkan sürecin mihmandarlarının gerçek yüzü kamuoyu önünde deşifre olsun..

1) Şamil Tayyar , sizinle yaptığı görüşmede sizden hangi konularda destek istedi?

2) " Star Gazetesi " Kürtçülerin, İslamcıların" eline geçti; bana destek verin gazeteyi kontrol altına alayım" İsteğinde bulundu mu?

 Bu soruların cevabı; bugün askeri vesayeti sona erdiren kahramanlar olarak ortalıkta dolaşanların gerçek yüzünü ortaya çıkaracak nitelikte. 

28 Şubat'ta İslamcı gözükmemek için adını değiştirmekten , AKP'ye yatay geçiş noktasına gelen Tayyar gibiler AKP iktidarının ne kadar kaygan bir zeminde olduğunu gösteriyor. 

Gücün her türlü ahlaksızlığı örtebileceği yolundaki tez tarih önünde bir kez daha çuvallamaya mahkum. 

Açık İstihbarat


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10437


.

Hevesler ve Kalaslar



Hevesler ve Kalaslar 



Ertan Keskinsoy
Tarih:05/11/2013 
Türü:İç Politika 
www.acikistihbarat.com
06.11.2013

 2004’ün yazı. AKP iktidarının İkinci yılı.

Yola henüz çıkmış bir neoliberal / muhafazakâr aktörün alamet-i farikaları tam kadro mevcut. 

2001’de Erbakan’ın Milli Görüş’ü ile bağlarını koparmış, bir yandan dünyaya “biz İslâmcı değiliz” mesajı vermeye yoğun mesai ayıran, 28 Şubat ve benzeri hamlelerden hâlâ çekinen, bunu da Avrupa Birliği üyelik görüşmelerindeki sıçramalarda da görüldüğü üzere, dünya sistemine daha fazla entegrasyon ile aşmaya çalışan, eski kalkınmacılık paradigmasının yeni sahibi ve uygulayıcısı sahnede.

2004’ün yazı. AKP iktidarının ikinci yılı. 

Yola henüz çıkmış bir neoliberal / muhafazakâr aktörün alamet-i farikaları tam kadro mevcut. 

2001’de Erbakan’ın Milli Görüş’ü ile bağlarını koparmış, bir yandan dünyaya “biz İslâmcı değiliz” mesajı vermeye yoğun mesai ayıran, 28 Şubat ve benzeri hamlelerden hâlâ çekinen, bunu da Avrupa Birliği üyelik görüşmelerindeki sıçramalarda da görüldüğü üzere, dünya sistemine daha fazla entegrasyon ile aşmaya çalışan, eski kalkınmacılık paradigmasının yeni sahibi ve uygulayıcısı sahnede. 

AKP’nin taze başarı öykülerinden biri, Ankara – İstanbul arasındaki “hızlandırılmış tren”.

Hızlandırılmış, çünkü hızlısının nihayete ermesine daha çok var. 

O tren, 22 Temmuz’da kaza yaptı. Sağlık Bakanlığı, ölü sayısını önce 128, sonra 139 olarak açıkladı. Nereden geldiği meçhul bu sayılar, ancak birkaç hafta sona kesinliğe kavuşabilmişti: 41 ölü, 80 yaralı. 

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman, eleştiri oklarının hedefinde; tepki ise tipik devlet tepkisi. Kimsenin ölülerin sorumluluğunu hissettiği yok. İstifa da yok.
Sonuçta Pamukova kazası, zamana yayılır. Sakarya’da görülen davada, iki makinist toplam 3 yıl 9 ay ceza alır. Bakan Yıldırım, Karaman’a soruşturma açılması talebini reddeder. İkinci yılında ilk büyük krizini yaşayan iktidar, bu krizin yönetimini yüzüne gözüne bulaştırmasına rağmen, kamuoyuna “kurban” vermemenin mutluluğunu yaşar.

Beş yıl sonra. Yerel seçimlere bir ay kalmış. 

Televizyon kanallarına yine bir kaza haberi düşüyor: THY’nin İstanbul – Amsterdam seferini yapan Boeing 737-800 uçağı Amsterdam Schiphol Havaalanı yakınlarında düşmüş. 

Henüz ilk dakikalar, Bakan Yıldırım ile AKP iktidarının gözbebeği, iktidarın küresel oyuncu olma hevesinin simgelerinden biri ve “resmî ulaşım sponsoru” THY’nin Genel Müdürü Temel Kotil, kameraların karşısına, nerdeyse koşturarak, yüzlerinde rahatlamış bir ifadeyle çıktı. Yıldırım, “sevindirici olan, can kaybı olmadan bu kazanın atlatılmış olmasıdır” dedi; bu söz, bildiğiniz gibi, birkaç saat içinde fütursuz bir yalana dönüştü.

Yıldırım’ın yanında sırıtan Kotil, birkaç saat içinde bambaşka bir yüz ifadesiyle kameraların karşısına geçecekti. Uçakta üçü mürettebat 9 ölü, 50 yaralı olduğu öğrenilmişti. AKP yönetimi, ustalık dönemine çeyrek kala, bir krizi daha yüzüne gözüne bulaştırmayı başarmıştı.

Örseli oğul AKP

AKP iktidarının kalkınmacı hevesleri, şöyle bir Freudyen karakteri anımsatıyor: 

Kemalizmin en küçük oğlu, çocukluğunda tarafından hep horlandığı, dayak yediği, örselendiği, (yıllar önce ölmüş) babasının gözüne girmeyi yaşamının biricik amacı yapıyor. Babasının yapmak isteyip de yapamadığı her şey, yaşamının temel derdi. Bu yüzden, olanaklarına ve artısına eksisine aldırmadan, her şeyi, hem de büyük bir törensellikle yapmak, bütün dünyaya babasından daha iyi biri olduğunu göstermek istiyor.

Marmaray’ın açılış töreninin 29 Ekim’de yapılması da, Kemalizme duyulan düşmanlıktan çok, bu “örseli oğulluk” hali ile ilgili. Ancak bu saplantı, hem zarf ile mazrufun, araç ile amacın birbirine karışmasına, hem de oğulun kendi haddini bilememesine neden oluyor. “Ustalık dönemi” adıyla maruf dönemin özeti nedir derseniz, budur.



Uzun sözün kısası, AKP, on iki yıllık geçmişinde –Gülen tayfasının 7 Şubat ‘darbe girişimi’ dışında” hiçbir krizden alnının akıyla çıkamadı. 

Bunda babadan devralınan genetik mirasın da payı var, hırsı ile yeteneği arasındaki derin uçurumun da. 

Marmaray’a dönersek, mühendislerin uyarılarına rağmen açılışın yukarıda açıkladığımız nedenlerden ötürü “o büyük günde” yapılması, ilk günkü teknik aksaklık, aksaklığı takip eden pişkin açıklamalar, Pamukova’dan beri hükümet cephesinde değişen pek bir şey olmadığını gösteriyor. 

Öyle ki, Pamukova hakkında Prof. Aydın Erel ile Marmaray hakkında eski İETT Genel Müdürü Muammer Kantarcı’nın eleştirileri bile ürkütücü derecede benzer. 

Akıbetlerinin de benzemesi olasılığı, denklemin bileşenlerini yan yana yazınca, hiç az değil, bu yüzden de iyice dehşet verici.

Değişen pek bir şey yok demiştik. 

Kendimizi yalanlayalım: Pamukova’dan bir gün sonra Milliyet’in manşeti yanda, bu da o günlerde haber yapabilen NTV sitesinden dört başı mamur bir haber. 

Ana-akım hiçbir gazete, Pamukova bugün olsaydı, yarın bu manşeti atamazdı. NTV’nin pespaye hallerine değinmeye gerek, hiç yok. Bu “değişim” de ustalık döneminin neyin “ustalığı” olduğunun en açık göstergesi.

Her yerinden her konuda bir heves fışkıran iktidarın, 12 yılın sonunda aynı sakarlık düzeyinde olması nasıl açıklanabilir? 

Yukarıda basının hal-i pür melâline dikkat çektiğimiz üzere, belki de elindeki tüm kalasları sopa olarak kullanmaya karar vermesiyle.


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10428



..

Son Kullanma Tarihi...



Son Kullanma Tarihi... 



Ali İhsan Gürcihan
Açık İstihbarat
Tarih:27/11/2013 
Türü:İç Politika 


 Demokrasi ayıbı,utanç verici bir tartışma ama gerçekleri de tüm çıplaklığı ile anlama fırsatı veren tartışmalardan birini yaşıyoruz.

Neden mi aldatmaca ya da saptırma ;

Eğitim meselesini dershaneler üzerinden tartışmak bu Ülke’de sıkça yaşadığımız toplumu hafife alan alaycı yaklaşımlardan  sadece bir tanesidir.

Aslında iktidarın gerçek amacı, bugüne kadar kullandığı ancak artık daha fazla ihtiyacı kalmadığı diğer bir deyişle kendi açısından “Son Kullanma Tarihi” dolan Cemaat odaklı gücün bundan böyle kayıtsız ve şartsız AKP otoritesine biat etmesini sağlamaktır

Görünürde dershaneler üzerinden bir tartışma sürüp gidiyor.

Cumhurbaşkanı’ndan tutun, Başbakan’a, bakanlara, bakanlık bürokratlarına kadar herkes çıkıyor birbirinden tutarsız ve anlamsız bir şeyler söyleyerek insanların kafasını karıştırıyor.

Onlar yetmiyormuş gibi televizyon dizisi haline dönüşen tartışma proğramlarına kimi Cemaatçi,kimi Başbakan’cı “ Dizi artisti aynı model akademisyen ve yorumcular” çıkıyor meselenin aslına dokunmaksızın konuyu kendi çıkarları doğrultusunda saptırarak ve abartarak ya Cemaat ya da AKP çığırtkanlığı yapıp duruyor.  

Demokrasi ayıbı,utanç verici bir tartışma ama gerçekleri de tüm çıplaklığı ile anlama fırsatı veren tartışmalardan birini yaşıyoruz.

Neden mi aldatmaca ya da saptırma?

Eğitim meselesini dershaneler üzerinden tartışmak bu Ülke’de sıkça yaşadığımız toplumu hafife alan alaycı yaklaşımlardan  sadece bir tanesidir.

Aslında iktidarın gerçek amacı, bugüne kadar kullandığı ancak artık daha fazla ihtiyacı kalmadığı diğer bir deyişle kendi açısından “Son kullanma tarihi” dolan Cemaat odaklı gücün bundan böyle kayıtsız ve şartsız AKP otoritesine biat etmesini sağlamaktır.

Eğer mesele gerçekten dershaneler olsa idi,tartışmada eğitim sistemimizin bir bütün halinde ele alınması gerekirdi.

Okullardaki eğitim ve öğretim ile sınav sistemleri arasındaki uyumsuzluğun nasıl aşılması gerektiği, okullar ve bölgeler arasında eğitim seviye ve kalitesindeki dengesizliğin nasıl giderileceği,öğretmen yetiştirme ve seçimindeki kalitenin  nasıl arttırılacağı, Cumhuriyet Türkiye’si açısından büyük önemi olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun (Öğretim Birliği Yasası) özüne nasıl sahip çıkılması gerektiği tartışılırdı.

İşte bu nedenle dershane tartışması saklı ve örtülü amacı olan,toplumu ve gerçek eğitimcileri alaya alan  büyük bir  aldatmacadır.

İşin esas vahim ve üzücü tarafı da ; 

Cumhuriyet Türkiye’sinde milli olarak ele alınması gereken eğitim ya da eğitime ait bir konu, ne kadar utandırıcıdır ki,artık günümüzde Cemaat odaklı olarak tartışılır ve şekillenir bir hale getirilmiştir.

Daha da ötesi,bu tartışma ve sürtüşme ortaya çıkıncaya kadar da İktidar ve Cemaat arasında uyumlu bir çalışma ve işbirliği yapıldığı, Cemaatin her istediğinin de yerine getirildiği bizzat Başbakan’ın sözlerinden anlaşılmıştır.

Kısacası  geçmiş ” Vesayet İddialarımızı” doğrulayan bu tartışma ;

AKP ve Cemaat’in, Cumhuriyetle Hesaplaşma gibi ortak bir amaç uğruna yakın zamana kadar, karşılıklı olarak birbirlerini nasıl kullandıklarını ve bu nedenle de iktidarın cemaat vesayetini kabullendiğini açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır.

Asker vesayetini kaldırdığını iddia ederek demokrasi kahramanı geçinenlerin, Cumhuriyetle hesaplaşmak için hangi güç odakları ile işbirliği yaptığı,bizleri nasıl aldattığı ve de yönettiği ortadadır. 

Ancak gelinen aşamada,bu güçlerin oyununu kimlerin neden bozmak istediğini , 2014’e girerken Cemaatin mi yoksa AKP’nin mi ”Son kullanma tarihi” nin  yaklaştığını ve başlayacak yeni dönemi de çok iyi sorgulamamız gerekir.

Dengeler bir kere bozulmaya görsün.

Ortaya neler  döküleceğini, kimlerin ayağının kayacağını ve de kimlerin yön değiştireceğini kestirmek mümkün değildir artık..


27.11.2011

http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10436

.

Kahramanlığa Bak : PKK'ya Rağmen Barzani ile Görüşecek




Kahramanlığa Bak : PKK'ya Rağmen Barzani ile Görüşecek 



Selcan Taşçı
Tarih:22/11/2013
Türü:İç Politika 


Ta 1966’da

" İstiklal davamızı bir gün muhakkak kazanacağız.

’Kürdistan’haritasını dünya milletlerine kabul ettireceğiz.
Irak’tan sonra ikinci mücadele cephemiz Türkiye olacaktır.
Fakat bu mücadele için zaman çok erkendir ", diyerek, eski ABD Başkanı Woodrow Wilson’un 1920 tarihli haritasına bağlılığını ortaya koyan Molla Mustafa Barzani’nin; Türkiye’yi, "PKK’ya dönük operasyonlarını durdurmazsa Diyarbakır ve diğer kentlerine karışmakla" tehdit eden oğlu Mesut Barzani, meğer "terörle mücadelemizdeki müttefikimiz"miş!

23.11.2013

Başbakan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan bir tür " Önleyici Müdahale "de bulunarak 

" Erdoğan-Barzani buluşmasının Diyarbakır’da olmasına negatif anlamlar yüklenmesinin haksızlık olacağını " söylüyor.

Yarası olan gocunur.


***

Akdoğan, öyle bir Barzani profili çiziyor ki, hiç tanımasak, bilmesek mahallenin "Fahriye Abla"sı sanacağız ; Ne güzel, ne şirin, ne vefalı komşumuzdun sen!..


Ta 1966’da 

"İstiklal davamızı bir gün muhakkak kazanacağız.
’Kürdistan’haritasını dünya milletlerine kabul ettireceğiz.
Irak’tan sonra ikinci mücadele cephemiz Türkiye olacaktır.
Fakat bu mücadele için zaman çok erkendir" 

diyerek, eski ABD Başkanı Woodrow Wilson’un 1920 tarihli haritasına bağlılığını ortaya koyan Molla Mustafa Barzani’nin; Türkiye’yi, "PKK’ya dönük operasyonlarını durdurmazsa Diyarbakır ve diğer kentlerine karışmakla" tehdit eden oğlu Mesut Barzani, meğer "terörle mücadelemizdeki müttefikimiz"miş!


İnsanın aklıyla, zekasıyla dalga geçmeyin bari;


Çok değil 2006 senesinde, aynı Barzani’ye "aşiret şeyhi, postal öpücü, terör destekçisi" diyen siz değil miydiniz?


Peki ya, çok değil 2007 senesinde aynı Barzani için "muhatabımız olamaz, terör örgütüne yataklık yapıyor" diyen?


" Telekinezi " marifetiyle söylemediniz herhalde bu sözleri!


***


En garabet tutum, Erdoğan’ın 

"Bir parçası Türkiye’den koparılarak kurulması hayal edilen Büyük Kürdistan’ın başkenti varsayılan Diyarbakır’da, ’Büyük Kürdistan projesi’nin taşeronu Barzani ile buluşmasından, ’Bu buluşma Öcalan’ı, PKK’yı kızdırma pahasına gerçekleşiyor’ diye bir kahramanlık(!) hikayesi çıkarmaya" çalışmaları!

Pardon ama;

1"Kürt sorunu"nu kim icat etti? ABD!


CIA Başkanı Stansfield Turner’ın isteğiyle hazırlanan 20 Ağustos 1979 tarihli raporun başlığı "The Kurdish Problem in Perspective". "Derinlemesine Kürt Sorunu"nun ele alındığı bu raporun hemen akabinde, ABD Ankara Büyükelçiliğinden Washington’a giden kripto şöyle:

"Türkiye’nin bölünme süreci, Kürtlerin ayrı bir etnik topluluk olduğunu kabulden geçiyor!"

2. PKK’ya kim yol verdi? ABD!


1980’lerin başında, "ABD’nin gücünü tüm dünyaya ispat etmek ve hegemonyasını hâkim kılmak" üzere iktidara gelen neo-conlar, SSCB’nin İran’la beraber Körfez bölgesine müdahalesini engellemek için, Türk askerini SSCB birliklerinin dibine konuşlandıracak bir tehdit üretti:


PKK Bekaa’ya yerleştirildi.


3.Körfez işgali sırasında Irak’ı 36.Paralelin güneyine hapsederek, "Kuzey Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi" nin temelini atan ve Barzani’yi "siyasi lider"e dönüştüren kim peki? Aaa yine ABD!


Mazileri ta "baba Barzani"ye kadar uzanıyor da, "oğul Barzani"nin kaderi şüphesiz Yahudi kökenli "neo-con"ların işbaşı yapması ve Irak Kürtleri ile İsrail’in "ortak çıkarları"nı keşfi ile değişti.

ABD ile Irak arasında "diplomatik ilişki"nin bulunmadığı 1983 yılında Bağdad’daki Belçika Büyükelçiliği’nin Amerikan görevlisi William Eagleton, Barzani kamplarında PKK’lılar ile "iyi ilişkiler" geliştiriyordu.

PKK ile Irak Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) arasında imzalanan "dayanışma protokolü" ile PKK "Irak-Türkiye geçişi"ne kavuştu.

1991’de Irak’taki otorite boşluğunu fırsat bilen KDP, Irak ordusuna ait silah ve mühimmatı PKK’ya aktardı.


PKK " aba altındaki sopa ", Barzani " Siyasi kukla " kılığında; ama nihayetinde ikisi de ABD’nin elinde kullanım sıraları konjonktüre göre değişen birer siyasi maşa!


İktidar bu " Kumalık Yarışı" ndan medet umacak kadar düştüyse; vah bize, vahlar bize!


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10434


.

Ata'mızı Anarken


Ata'mızı Anarken 


Ali İhsan Gürcihan 
Açık İstihbarat
Tarih:10/11/2013
Türü:İç Politika 
www.acikistihbarat.com
09.11.2013


 Evet,bu anlamlı ve vefalı söylem tarzı günümüze kadar şekil bakımından hiç değişmemiştir.

            Anma törenleri de aynı ciddiyetle,hatta teknolojinin sağladığ imkanlarla her geçen gün daha da renkli bir şekilde yerine getirilmiştir.

            Ancak, Atatürk ve Arkadaşları’nın yarattığı Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine ve  değerlerine,bu törenlerde ifade edilen söylemlerin özüne uyan aynı samimi yaklaşım ve sadakatle sahip çıkılmış mıdır?

            Yarın 10 Kasım ;

            ATAMIZ’ın,kendi deyişi ile “Bir Fani’nin”  aramızdan bedenen ayrılışının 75 nci yılını anıyoruz. 
           
             60 yıla yaklaşan bir süredir katıldığım bu anma törenlerinin değişmeyen en önemli söylemi ve asıl teması nedir diye özetleyecek olursam ;
            
            “ Her insan gibi Atatürk’de ölmüştür.Ancak O Büyük İnsan,
              düşünceleri ve devrimleri ile sonsuza dek aramızda yaşatılacaktır.
              Kurduğu Cumhuriyet  ve onun kuruluş felsefesine sadakat göstermek de  Türk Vatandaşı olarak hepimin en önemli görevidir.”    

            Evet,bu anlamlı ve vefalı söylem tarzı günümüze kadar şekil bakımından hiç değişmemiştir.

            Anma törenleri de aynı ciddiyetle,hatta teknolojinin sağladığ imkanlarla her geçen gün daha da renkli bir şekilde yerine getirilmiştir.

            Ancak, Atatürk ve Arkadaşları’nın yarattığı Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine ve  değerlerine,bu törenlerde ifade edilen söylemlerin özüne uyan aynı samimi yaklaşım ve sadakatle sahip çıkılmış mıdır? 
           
            Ne yazık ki,geldiğimiz bu noktada ve ortamda,böyle bir soruya olumlu cevap verebilmek üzücü de olsa çok zordur.
        
            Bir yanda 10 Kasım’lar da Atatürk’ü anmaya devam ederken,diğer yanda; Alternatif tarih yazarak Atatürk’ü yıpratmayı hedef alan sözde aydınların ve siyasilerin baş tacı edildiği, 

            Atatürk’le özdeşleşen “ Ne Mutlu Türküm “ söyleminden rahatsızlık duyulduğu, siluetinin” Devlet Nişanı”ndan dahi dışlandığı,  

            Tarikat ve Cemaat ürünü olarak GÜÇ ODAĞI haline gelen sermayenin, siyasetin ve basının Cumhuriyet’le hesaplaşmaya ve onun kurumlarına da saldırmaya devam ettiği,

            Cumhuriyet’in Kuruluş Felsefesi ve Cumhuriyet kazanımlarının ,hiç çekinmeden bir yerinden delinip ihlal edildiği bir ortamda ;

            Saat dokuzu beş geçe saygı duruşunda iken Atatürk’ün bize emanet ettiği değerlerle ilgili samimiyet ve sadakat duygularımızı da sorgulamamız gerekmektedir.





..

" Asrın Projesini " Açıp, Üsküdar'ın Trafiğinde Boğulmak





" Asrın Projesini " Açıp, Üsküdar'ın Trafiğinde Boğulmak



Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat
Tarih:29/10/2013  
Türü:İç Politika 


Abdullah Gül, direksiyona aniden geçip oturuverdi! Oysa az önce gülümseyerek ve acele etmeden ağır ağır yürüyordu. O ne sessiz ve derinden gidiştir öyle? Birden makinist koltuğunda görüverdik kendisini..Tayyip Erdoğan ve eşi ayakta kaldılar. Meclis Başkanı Cemil Çiçek de öyle..


***

29 Ekim'de bu kez ters şeride girdim...

Yani, vatandaşların kendi aralarında organize ettiği ve polisten bolca dayak yediği Cumhuriyet kutlamalarına değil, "asrın projesinin" "asrın lideri" tarafından açıldığı törene gittim.

Açılış törenini, Üsküdar Meydanı ve Boğaz'a hakim bir lokantanın terasında üst sınıf "hüloooğğ"larla izledim. Ellerinde android telefonlar, tablet bilgisayarlar; başlarında ipek eşarplar vardı.

Eşleri de kırpık bıyıklı, köfte dudaklı, gümüş yüzüklü erkekler olmakla birlikte, belli ki ihalelerden pay kapmış, semirmiş insanlardı. Cüzdanları kalındı ve kendi akıllı telefonlarıyla ipek eşarplı eşlerinin fotoğraflarını çekip durdular.

Ümraniye, Sultanbeyli, Kazılçeşme gibi semtlerden otobüslerle getirilen alt düzey "hüloooğğlar" ise bu lokantanın tuvaletini bile kullanamadılar, çünkü yolunu bilmiyorlardı. Onlar, tuvalet ihtiyaçlarını Üsküdar Belediye Başkanı Mustafa Kara'nın meydana kurdurduğu seyyar tuvaletlerde giderdiler. Biz, üsy düzey "hüloooğğğ"larla birlikte fajita ve isli somon yerken, onlar AKP teşkilatının naylon torbalarda dağıttığı kumanyalarla karın doyurdular..

Bizim lokantadaki kadınların ayakkabıları en az Nine-West, çantaları ise en az Kippling marka idi..Aşağıdaki hüloğğlar, Ümraniye Son Durak'taki Hangar mağazasında çifti 20 liraya satılan ayakkabılardan giymişlerdi.

Çocukluğumun unutulmaz dizisi, BBC yapımı "Yukarıdakiler-Aşağıdakiler" geldi aklıma. Demek bin yıl da geçse değişen bir şey olmayacaktı..

İzlenimlerime geçiyorum.

*Tayyip Bey'i yorgun gördüm. Genellikle bu tür törenlerde enerjisinin zirvesinde olur, bu kez solgundu ve konuşmasında uzun süredir ilk kez "onlar, biz, üç koyun gütmemişler, bahtsız bedeviler, en iyi biz, biliriz, bu da size kapak olsun" vs. gibi kendine has üslubunu konuşturmadı.

*Konuşma sırası devlet protokolüne uygun biçimde yapıldı. Belediye Başkanı, Bakan, Başbakan, konuk ülke başbakanları, Meclis Başkanı, konuk ülke cumhurbaşkanı ve Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı sırayla konuştular.

*Yabancı ülkelerden en üst düzey katılım Sudan Cumhurbaşkanıydı. Müteahit ülke olduğu için Japonya Başbakanını saymazsak, bir de Romanya Başbakanı vardı ki onun ne gibi bir alakâ ile törende bulunduğunu bilemedim. AKP iktidarına en yakın Katar Hükümeti bile bakan düzeyinde katılmıştı. Kazakistan ve o ayardaki diğer ülkeler bakan yardımcısı yollamakla yetindiler.

*Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan birbirlerinin yüzüne bir kez bile bakmadılar, bir kez bile konuşmadılar. Sadece törenin sonunda, Diyanet İşleri Başkanı dua okumadan önce Abdullah Gül, miktrofonu alıp Başbakan'a bir soru sordu ama mikrofonun sesi kısık olduğu için ne sorduğu anlaşılamadı.

*Mikrofon sesi kısıklığı da biraz ilginçti, zira Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve Başbakan Erdoğan konuşurken sesleri İcadiye sırtlarından bile duyulurken, konuk devlet adamları ve Abdullah Gül'ün konuşması sırasında mikrofonun sesi kısıldı. Sadece ön sıralarda olanlar duyabildi. Sudan Cumhurbaşkanı, zaten kimsenin dinlemediği konuşmasını biraz uzun tutunca Abdullah Bey'in yüzü asıldı ,çünkü konuşma sırası daha kendisine gelmeden meydandaki kalabalık dağılmaya başlamıştı...

*Abdullah Gül anons edildiğinde bizim Boğaz'a nazır lokantanın sosyete hüloğğlarından cılız bir alkış yükseldi. Tayyip Erdoğan anons edildiğinde ise bütün lokanta ayakta alkışladı.

*"Asrin lideri Erdogan ve diger devlet erkânı birazdan burada olacak" şeklindeki anons da ilginçti..Erdogan bir yana,devlet erkânı  bir yana! Koskoca cumhurbaşkanının adını bile söylemediler..Aynı şekilde, Gül ve Erdoğan birlikte sahnedeyken, "İşte asrın projesinin mimarı" denilerek Erdoğan anons edildi...

*"Abdülmecid Han'ın başlattığı, Abdülhamid Han'ın ilk projesini çizdirdiği 150 yıllık rüya" olarak takdim edilen açılışın deniz tarafındaki desteği biraz cılız kaldı. Ki böyle bir törene Donanma'nın denizden yapacağı 100 pare top atışı yakışırdı!Denizcilerin neredeyse tümünü hapise attıları için mi bilmiyorum ama üç beş balıkçı teknesi ve sahil koruma hücumbotlarından korna çalınmasıyla yetinildi...

*Tören bitiminde devlet ricali, Marmara Denizi'nin altında geçip Avrupa'ya ulaşacak ilk trene bindiler. Bu "tarihi yolculuğu" kaçırmak istemeyen diğer resmi zevatın da izdiham yaratmasıyla bir miktar itiş-kakış yaşandı. O karambolde Abdullah Gül, direksiyona aniden geçip oturuverdi! Oysa az önce gülümseyerek ve acele etmeden ağır ağır yürüyordu. O ne sessiz ve derinden gidiştir öyle? Birden makinist koltuğunda görüverdik kendisini..Tayyip Erdoğan ve eşi ayakta kaldılar. Meclis Başkanı Cemil Çiçek de öyle..

*Bizim de muradımız, AKP sosyetesi ile birlikte devlet ricalinin bindiği ilk sefere değilse de ikinci veya üçüncüsüne katılıp Marmaray Projesini ilk geçen vatandaşlar arasına girmekti ki, aşağıdaki ahalinin arasına inince ne görelim?!.. İstasyonun ana kapısı kurşuni sac perdelerle kapatılıp önüne polis dikilmişti! "Ne yani biz binemeyecek miyiz şimdi?" diyen vatandaşlarla, polis ve belediye görevlileri arasında yer yer tartışmalar yaşanıyordu..

*Tayyip Bey, " Asrın projesine" aç-kapa yapmıştı. Bu durum, "Töreni 29 Ekim'e yetiştirmek için tamamlanmamış inşaatı açıyorlar, risk var" diyenleri haklı çıkaracak bir durum değil miydi? Demek ki maksat sadece 29 Ekim'de kurdela kesmekti, seferler henüz başlamamıştı.

*Tören alanı dağılıp da çevre semtlerden gelenler evlerine dönmeye kalkışınca Üsküdar'da tam bir cehennem yaşandı. Dolmuş ve otobüs duraklarında yüzlerce metre kuyruklar oluştu. Zeynep Kamil, Doğancılar, Salacak arterleri tamamen tıkandı. Ahmediye göbeği kilitlendi. Kadıköy'e kadar uzanan bir araç filosu oluştu.

*Nuhkuyusu'na kadar yürüyüp oradan bulduğumuz bir taksi ile normal şartlarda Üsküdar meydanına araçla on dakika olan evimize iki saatte dönebildik. "Asrın projesini" aç, Üsküdar deresini geçerken boğul!

Fatma Sibel Yüksek,
Açık istihbarat,
twitter.com/fasibel


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10427

..