OPERASYON BÖLÜM 3
İran Hep Tetikte,
İran ise hem ideolojisi, hem rekabeti, hem de karşılıklı dengeler içindeki konumlanmaları yüzünden Türkiye’yle ilişkileri son derece kötü bulunmaktadır. İran rejimine yönelik en büyük kalkışmanın yaşandığı Tahran’daki son öğrenci
olaylarının sorumlusu olarak Türkiye’yi göstermektedir.
İran da 1979 yılındaki İslam devriminden sonraki en büyük gösteriler geçtiğimiz 1999 temmuzunun ilk günlerinde başladı. Bir hafta süren gösterilerde kaç kişinin öldüğü, yaralandığı ya da gözaltına alındığına dair resmî bir açıklama yapılmadı.
Gösterilerin başlama sebebi İran’ın önde gelen yayın organlarından Selam gazetesinin 7 temmuzda kapatılmasıydı.
Selam gazetesi, Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi yanlısı olarak biliniyor. Kararı veren Ruhaniyet Özel Mahkemesi, gazetenin devletin gizli bir belgesini yayımladığını, bunun üzerine basın ve ceza kanununun “Gizli belgelerin izin
alınmadan yayınlanması ve halkın zihninde kargaşa yaratmaya yönelik yalan yaymak ve propaganda yapmakla” ilgili maddelerine göre gazete hakkında dava açıldığını ve suçun tekrarının önlenmesi için gazetenin yayınının durdurulduğunu açıkladı.
Selam gazetesi, 6 temmuz 1999 tarihinde, 1998’de İran’da meydana gelen seri cinayetlerin sorumlusu olarak tutuklanan ve 19 haziranda intihar ettiği açıklanan eski İstihbarat Bakan Yardımcısı Said İmami’nin İstihbarat Bakanı’na
yazdığı bir mektubu yayımlamıştı. Mektupta, basına ve muhalif yazarlara ağır kısıtlamalar getirilmesi öneriliyordu.
İran’da rejime yönelik bilimsel muhalefetin yükseldiği kaynakların başında gelen Tahran Üniversitesi’nin dört öğretim üyesi ölü bulunmuştu. İran hükûmeti cinayetlerin sorumlusu olarak kendi gizli servisinin içindeki bir gizli yapılanmayı
göstermişti.
İran’daki İsyan.,
İran’daki ilk gösteriler 8 temmuz 1999’da Tahran Üniversitesi’nde başladı. Gece üniversitede eylem başlatan öğrencilere 9 temmuz sabahı polis müdahale etmek istedi. Kampüse girmeye çalışan öğrenciler ile polis arasında çatışma çıktı. Kampüse giremeyen polis ve sivil Besiç (gönüllü) güçler üniversiteyi kuşattı. Aynı gün gösteriler diğer kentlere de sıçradı. Binlerce öğrenci ve Hatemi yanlısı halk özgürlük sloganlarıyla sokağa döküldü. Olayların 5. günü sona erdiğinde Tahran valiliği gösterileri yasakladı. Buna rağmen 13 temmuz günü binlerce öğrenci yine sokaklardaydı.“Ya özgürlük, ya ölüm” sloganları atan göstericilerle polis çatıştı. 6 gün süren olaylarda kaç kişinin öldüğü resmî olarak açıklanmadı. Öğrenciler onlarca kişinin öldüğünü, binlerce kişinin de gözaltına alındığını iddia etti.
Selam gazetesinin kapatılmasıyla başlayan olayların yedinci gününde bu kez mollalar sokaklardaydı. Dinî lider Ayetullah Ali Hamaney’in resimlerini taşıyan binlerce kişi öğrencileri protesto etti.
Gösterilerde gözaltına alınan öğrencilerin büyük çoğunluğu serbest bırakılırken sadece öğrenci liderleri tutuklandı ve mahkeme karşısına çıkarılmaya başlandı. Şu ana kadar Tahran Devrim Mahkemesi’nde yargılanan beş öğrenci
liderinden dördü idama çarptırıldı, bir kişiyse 2,5 yıl hapis cezası aldı.
İran yönetiminin olayların arkasında Ankara’nın bulunduğuna yönelik çok sert suçlamaları oldu. İranlılar, rejim karşıtı Halkın Mücahitleri Örgütü’nün ve Ankara ile Washington’ın oyunlarının olaylara yol açtığını dile getirdiler.
Olaylara karışan bazı kişileri televizyonlara çıkartarak konuşturdular. Bu kişiler Türkiye’de eğitim gördüklerini ileri sürdüler.
Yani Abdullah Öcalan’ın, yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi, Avrupa’nın hesaplayamadığı kadar büyük değişimlere neden oldu. Öcalan’ın sonradan “ikiyüzlü “ olmakla suçladığı Avrupa, Amerika’nın çelmesini göremedi.
Avrupa-PKK ilişkileri Aslında PKK ile Avrupa’nın ilişkileri olabildiğince iyiydi :
Yunanistan’la ilişkiler günbegün artıyordu. 20 mart 1992’de PASOK milletvekili Varivakis, Vounatso ve Papazoi’nin de aralarında bulunduğu Yunan heyeti Bekaa Vadisi’nde Öcalan’ı ziyaret etti.
14 haziran 1995’de, Yunanistan Parlamentosu Başkanı Birinci Yardımcısı Panayotis Sgourides başkanlığında, milletvekilleri Haci Dimitriou, Dimitris Vounatsos, Leonardo Hacandreou, Yannis Statopoulos, Maria Mahera,
Vounacos Statopoulos ve Kostas Badouvas’tan oluşan bir Yunan parlamento heyeti, Bekaa Vadisi’nde yine Öcalan’la görüştü.
Emekli Amiral Andonis Naksakis, Yunan istihbaratı tarafından PKK’yla ilgili temasları ayarlama ve bu örgütün uluslararası bağlantılarına destek verme amacıyla atandı. Daha sonra Öcalan’ın yakalanması sürecinde Öcalan’ı
başından atmak isteyen Yunan gizli servisiyle kavga etti. Yunanistan Yeni Demokrasi Partisi milletvekilleri Mihalis Galenianos ve Elizavet Papazoi, Abdullah Öcalan ve adamlarıyla Bekaa’da 1992’de görüştü.
1997 yazında yine P. Sgourides başkanlığındaki bir Yunan parlamento heyeti Bekaa Vadisi’nde Öcalan’la tekrar görüştü. 17-19 ekim 1988’de PASOK’ta Papandreu’nun danışmanı ve Yunan gizli servisi ajanı Mihalis Haralanbidis, bir grup Yunanlı generalle Bekaa Vadisi’nde yine PKK liderinin konuğu oldular. Bunların arasında Yunanistan’ın o dönemde PKK’yla ilişkilerden sorumlu olarak atadığı General Dimitris Matafias da vardı. Yunanistan iki ay sonra, Bekaa’daki PKK kampına 20 000 Kalaşnikof tüfek gönderdi.
Almanya ve PKK
Almanya da PKK’sız ve Öcalan’sız, daha doğrusu Kürtsüz, Ortadoğu ve Drah Nah Osten yani “Büyük Doğu Politikası”nı yürütemiyordu. Hatta bu uğurda Alman gizli servisi Kani Yılmaz adlı PKK Avrupa sorumlusunu iyiden iyiye kendisine eleman yapmıştı. Bununla da kalmayan Almanya-PKK ilişkileri, giderek üst düzeyde gelişmeler gösteriyordu. Kürt kartı Alman dış politikasının temel unsurlarından birisi haline gelmişti. PKK ve Öcalan bu kartın en aktif unsuruydu.
Ekim 1995’te Hristiyan Demokrat Partisi (CDU) Federal Milletvekili ve Berlin eski İçişleri Senatörü Heinrich Lummer Şam’da, 1995 yazında Federal Anayasayı Koruma Örgütü’nden casus Grünewald yine Şam’da, mart 1996 ve Mart 1997’de yine CDU’lu Lummer’in Şam’da ve Suriye’nin kontrolü altındaki Lübnan topraklarında, Öcalan’la görüştükleri ortaya çıktı. Lummer, kasım 1995’te yaptığı açıklamada, ‘‘Almanya’nın çıkarları için gerekirse şeytanla bile görüşürüm’’ diyerek, buluşmayı doğruladı. O dönem Helmut Kohl’e bağlı çalışan İstihbarattan Sorumlu Devlet eski Bakanı Bernd Schmidbauer de aynı tarihte yaptığı bir açıklamayla, Grünewald’in Şam’a giderek Öcalan’la görüştüğünü açıkladı.
Eski Doğu Almanya’da iktidarda bulunan Sosyalist Birlik Partisi’nin uzantısı durumunda bulunan Demokratik Sosyalizm Partisi’nden (PDS) Heike Krause ve Rolf Köhne ile Yeşiller’den Bavyera Eyalet Meclisi Milletvekilleri Elisabeth Köhler ve Hans G.Schramm’in PKK’nın Almanya’daki en büyük destekçileri olduğuna dair haber, 5 aralık 1994 tarihli Focus dergisinde yer aldı.
Bu milletvekillerinin, Almanya’da yasaklı olan PKK’ya başka isimler altında gösteri ve yürüyüş izni aldıkları ortaya çıktı. Aynı şekilde Yeşiller’den Angelika Beer’de PKK’nın destekçileri arasında yer aldı. Almanya’nın Hannover kenti Büyükşehir Belediye Başkanı Herbert Schmalstieg, yürüyüşlere katıldı. Türk
hükûmetinden İstanbul, İzmir ve Diyarbakır’da PKK’ya büro açma izni vermesini talep etti.
İngiltere klasik Ortadoğu dengeleri içinde bölgeyi çok iyi tanımasının avantajlarını PKK için de kullanmaktaydı.
Politikaları her zamanki gibi Amerikan destekli ama kendine hastı.
Avrupa’nın Toy Delikanlısı
Temmuz 1998’de İngiliz Parlamenter John Austin Walker, ağustos 1998’de Lordlar Kamarası mensubu Lord Avebury, Şam’da Öcalan’la görüştü.
İtalya garipti. Avrupa’nın az gelişmiş çocukları arasında sivrilme mücadelesinde o da PKK kartıyla dünyanın büyük oyun sahnesine adım atmak istiyordu. Mussolini’den sonraki düşleri askıdaydı. Terör belasını en iyi bilenlerden biriydi.
Ama elini ateşe atmak onun büyükler kulübünde yer almasında önemli rol oynayacaktı.
10 eylül 1998’de İtalyan Komünist Yeniden Kuruluş Partisi (PRC) milletvekili Montavani ve De Cesaris, Öcalan’ı Şam’da ziyaret ederek görüştü. Mantovani, daha sonra İtalyan Komünist Partisi ve Roma hükûmetinin bazı milletvekillerini örgütleyerek Öcalan’ı, 12 kasım gecesi Rus Havayolları’na ait bir uçakla İtalya’ya getirdi. Ve kıyamet İtalya’nın kifayetsiz muhteris omuzları üzerinde koptu.
İspanya ise “çorbada tuzum olsun” misali, PKK’ya yabancı kalmamaya çaba sarf etti.
Ağustos 1998’de İspanyol İzouierda Unida Partisi’nin dış politikadan sorumlu sekreteri ve Avrupa Parlamentosu üyesi Pedro Marcet başkanlığındaki bir İspanyol heyeti Şam’da Öcalan’la görüştü.
Rusya ile PKK’nın arasındaki ilişkiler ise PKK’nın hamurunda vardı. Ve Rusya Kürt kartını ne bugün ne de yarın kimselere kaptırma niyetinde değildi.
10 ekim 1997’de Rusya Parlamentosu alt kanadı Duma’nın Jeopolitik Komitesi Başkanı Aleksi Mitrofanov başkanlığında 4 kişilik Duma milletvekili heyeti Suriye’de Öcalan’la görüştüler. Bu milletvekili, Öcalan’ın Suriye’den Rusya’ya gelmesi ve burada 33 gün kalmasında kilit rol oynadı.
Aslında Türkiye de son ana kadar bölgesel gelişmelerde PKK kartının kimin elinde nasıl bir koz olduğunu algılayamamıştır.Bu konuda kendisine hiç güvenilmemesine rağmen Celal Talabani yıllar öncesinden Türkiye’yi
uyarmıştır. Talabani, Türkiye’de ilk temas kurduğu Dışişleri Bakanlığı yetkililerine “Amerika ne isterse o olacak” demiştir.
Türkiye’nin yalancı ve samimi bulmadığı, bir zamanlar bölge kontrolü için savaştığı Mesut Barzani’ye karşı PKK desteğiyle üstünlük sağlayan Talabani, yıllar öncesinden bölgede olacaklar konusunda çok ilginç şeyler söylemişti.
Bugünlere de ışık tutan bu görüşmenin ayrıntıları çok önemli.
Talabani’nin PKK ve Öcalan Kehanetleri
Tarih 26 haziran 1992. Yer Ankara, Balgat. Dışişleri Bakanlığı ana binası. Kürdistan Yurtsever Birliği’nin (KYB) lideri Celal Talabani binadadır. 25 haziran 1992 tarihinde Ankara’ya gelmiştir ve 26 haziran 1992 tarihinde bakanlık
koridorlarını aşarak girdiği toplantı salonunda İstihbarat Araştırma Dairesi Başkanı Büyükelçi Cenk Duatepe ve diğer üst düzey Dışişleri mensupları Burhan Ant, Türkekul Kurttekin’le bir toplantı halindedir. Talabani’ye Ankara’daki
İrtibat Görevlisi Sarchill Kazzaz da eşlik etmektedir. Gelin isterseniz tutanaklardan konuşmaları şöyle bir gözden geçirelim:
“Talabani: Viyana’da düzenlenen Irak muhalif gruplarının toplantısı başarıyla sonuçlandı. Toplantıda çesitli muhalif gruplardan oluşan heyetlerin temaslarda bulunmak için bazı ülkeleri ziyaret etmeleri kararlaştırıldı. İlk ziyaret edilecek
ülkenin Türkiye olmasında ısrar ettik ve bu isteğimizi size ilettik. Ziyaretimin nedenlerinden biri de bu konudaki cevabınızı öğrenmek.
Kurttekin: Devlet erkanının halen Ankara dışında bulunduğunu biliyorsunuz. Biz Viyana’daki büyükelçiliğimizin heyetle görüşmesini öngördük. Ancak anladığımız kadarıyla grup Londra’ya geçmiş. Dolayısıyla görüşme Londra Büyükelçiliğimizle yapılabilir.
Talabani: Heyet Londra’da değil, üyeleri Kahire, Riyad gibi bulundukları ülke başkentlerine döndüler. Önemli bir adım olarak gördüğümüz bu girişim için heyetin gidilen ülkede üst düzeyde kabul edilmesini istiyoruz. Oysa sizin bu
cevabınız önerimizin reddi gibi bir mahiyet arz ediyor.
Kurttekin: Talebinizi üst makamlarımıza ilettik. Pratik olacağı gerekçesiyle belirttiğim usulün izlenebileceği talimatını aldık. Ancak grup dağılmış ise, üyeleri bulundukları ülkedeki Türk Büyükelçiliği’yle görüşebilirler.” Talabani açıklıyor: PKK İran ve Ermenistan’ı üs yaptı “Talabani: Esasen biz ziyaret edilecek ilk ülke olarak Türkiye’ye önerdiğimizde birçoğu buna karşı çıktı. Sizin bu tavrınız bu çevrelerin işini kolaylaştırıyor. Heyetin ABD’de Baker ve Kongre üyeleriyle görüşmesi öngörülüyor. Belki de Başkan Bush’un da kabulü söz konusu olabilir. İngiltere’de Major ve Hurd kabul edecek. Türkiye’de de üst düzeyde bir kabul beklerdik. Ben bu cevabınızı önerimizin reddi şeklinde kabul ediyorurn. Heyete, ziyaretlerine Arap ülkelerinden başkalarını telkin edeceğim.
Kurttekin: Pek tabiî, ziyaretlerine istedikleri yerden başlayabililer. Biz de bu ifadelerinizi üstlerimize aksettiririz.
Talabani: Ziyaretimin birinci nedeni bu durumu size aktarıp, cevabınızı öğrenmekti. İkincisi ise, PKK’yla ilgili bazı yeni gelişmeler konusundaki fikirlerimi sunmak olacak. PKK şu anda İran ve Ermenistan’ı üs olarak kullanıyor. Öte
yandan bu örgütün Suriye tarafından dışlanmış olduğu konusunda tereddütlerim var. Suriyeliler oyunlarının bir parçası olarak belki şimdilik bu rolü oynuyorlar, ancak PKK’nın bu ülkeden çıktığına inanmak güç. Bir diğer izlenimleri de
PKK’nın Türkiye’deki etkisinin giderek kaybolmasıdır. Buna Abdullah Öcalan’ın deliliklerin de büyük katkıda bulunduğunu söylemeliyim. Kürtler Abdullah Öcalan’ın davalarına zarar verdiğini kabul etmeye başladılar. Bu hem
sizin hem de bizim için çok olumlu bir gelişme. Bundan bir yıl evvel Mehdi Zana’yla görüşürken kendisi bana Abdullah Öcalan’ı desteklememiz gerektiğini kararlı bir ifadeyle söyledi. Ben de kendisine ’Şam’a gidip Öcalan’la bir görüş,
döndüğünde aynı fikirdeysen bundan böyle senin her sözünü dinlerim’ dedim. Gitmiş görüşmüş, döndükten sonra kendisini gördüğümde ‘Haklıymışsın’ dedi.”
Öcalan’ı Serbest bıraksanız Kürtler ondan kurtulmanın çaresini arar
”Talabani: Diyeceğim o ki, Öcalan’ı Türkiye’de serbest bıraksanız Kürtler ondan bir an evvel kurtulmanın çaresini ararlar.PKK’ya yaklaşım konusunda aramızda bir fark var. Ben siyasetçiyim, bir devleti de temsil etmiyorum. Benim
PKK’yla kavgam siyasî düzeyde olur. Ben PKK’yı Kürt milletinin gözünde afişe etmek için caniliğini, barbarlığını, Kürt milletine verdiği zararı, Saddam’la yaptığı işbirliğini herkese açıklayan siyasî bir kampanya sürdürürüm, ama onunla savaşamam. Sizi de anlayışla karşılıyorum. Siz bir devletsiniz ve PKKya karşı yumuşak davranamazsınız. Ama silahla da her şeyin halledileceğine inanmak zordur. İngiltere gibi tüm imkânları olan bir ülke İRA’yla baş edemiyor.
Kanaatimce İçişleri bakanınızın teslim olan PKK’lı militanların hoşgörüyle karşılanacağı yolundaki açıklaması çok olumlu bir tutum. PKK’yı tecrit etmek istiyorsak daha siyasî davranmak gerektiğini ve onların silahını ellerinden almak
gerektiğini düşünüyorum.
Ben PKK’ya daha farklı yaklaşabiliyorum, çünkü ben Kürt’üm ve onların anlayabileceği lisanı ve üslupla düşünüyorum. HEP’lilerle burada yaptığım görüşmelerde hata yaptıklarını söylüyorum. Önceleri bana inanmıyorlardı.
Şimdi ise ne kadar haklı olduğumu teslim ediyorlar. Onlara SHP’den ayrılmalarının hata olduğunu söyledim. Şimdi bana hak veriyorlar. Zaten bizde Türkmenler tarafından söylenen bir atasözü vardır. ‘Bir Kürt’ün beyninin ancak
olaydan sonra çalıştığı’ tasvir ediliyor. Diğer taraftan PKK’nın işlediği cinayetlere ilişkin olarak hazırlanan kasetler de çok faydalı, bunların televizyonlardan yayınlanması halkı etkiliyor. Biz Kuzey Irak’ta bunu yapıyoruz ve netice
alıyoruz.
Duatepe: Yeri gelmişken söyleyeyim. Talebiniz üzerine PTT ve TRT teknisyenlerinden oluşan bir ekibi Kuzey Irak’a gönderdik. Ancak adı geçenler Kuzey Irak’ta bizim anladığımız tarzda bir televizyon yayın şebekesi bulunmadığını, kısıtlı ve bölgesel yayın kapasitesi olan 3 verici bulunduğunu TV yayın şebekesinin tam anlamıyla kurulmasının ise büyük bir proje hazırlanması, bunun da yüklü bir bütçeyle desteklenmesi gerektiğini bildirdiler.
Bu görevliler ayrıca, kendililerine yakın ilgi gösterilmediği gibi, tecrit dahi edildiklerini bildirdiler.
Talabani: Kuzey Irak’ta 4 istasyon ve her biri 1S kw gücünde 4 vericimiz var. Bunlar Kerkük’teki Irak vericisinden daha güçlü ve 200 km2’lik bir alana yayın yapabiliyor. Bizim sorunumuz bunlardan üçünün devre dışı bulunması.
Bunların yedek parçalarının karşılanmasını istiyoruz. Büyük projeye gerek yok. Bu yedek parçaların bedelini de ödemeye hazırız. Bu teknisyenlere ilgi gösterilmediği, tecrit edildikleri iddiasına gelince, ben kendilerine evimde yemek
verdim. Gittikleri her yerde de yakın ilgi gördüklerini söyleyebilirim.
Kurttekin: Benim dikkatinizi çekmek istediğim bir husus Avrupa’daki gazetecilere verdiğiniz demeçlerle ilgili. Bu demeçleriniz belki de basın organlarınca tam yansıtılmıyor ve tutumunuzda dalgalanmalar olduğu izlenimi yaratıyor.
Örneğin İtalyan La Republica gazetesine verdiğiniz demeçten (Roma Büyükelçiliği’nin 740 sayılı açık teli) Irak’ta sadece Kürtler ve Arapların yaşadıkları gibi bir netice ortaya çıkıyor. Yine bu demecinizde yarın bir gün Kürdistan’ın bağımsızlığına kavuşabileceğini söylüyorsunuz. (Sayın Kurttekin daha sonra makalenin metnini okumuştur.)
Talabani: Bu makalede yer alan her şeyi söyledim ve bugün bana aynı sorular sorulsa aynı şeyi söylerdim. Her şeyden önce benim Irak’ta sadece Kürt ve Arapların yaşadığı gibi fikir öne sürmem imkânsız. Ben Türkmenlerin talebi
üzerine onların da sözcülüğünü yapıyorum. Bunu Türkmenlere sorabilirsiniz. Kürdistan’ın bağımsızlığı konusuna gelince; cümleyi tam okursanız benim ‘Eğer bir gün Araplar birleşirse Kürdistan bu ülkenin bir parçası olmayacaktır’
dediğimi göreceksiniz. Biz Irak’ın bölünmesini istemiyoruz ayrıca gerçekten de yarın bir gün Araplar birleşirse, Kürtler Arapların bir kolonisi olmayacaktır. Belki Türkiye’yle birleşmeye karar verir, belki bağımsız bir devlet kurarız, ama
artık hiçbir zaman Arap sultasında yaşamak istemiyoruz. Samimi olarak ifade edeyim ki, şimdi Irak’ın bölünmesi için en müsait vakit. Buna rağmen biz Irak’ın bütünlüğünün korunmasına taraftarız. Eğer bölünmeyi isteseydik çoktan
harekete geçerdik. Bizim tavrımız çok açık. Bu bakımdan makalede yazılarının hepsinin doğru olduğunu ve bizi anlayışla karşılamanız gerektiğini düşünüyoruz.”
***