Müslüman Kardeşler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müslüman Kardeşler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Nisan 2020 Çarşamba

Mursi Gitti, Tayyip de gidecek!

Mursi Gitti, Tayyip de gidecek!


Geçtiğimiz yıl, Gazetemizin 411. Sayısının kapağı “ Mursi gitti sıra Tayyip’te! ” ydi.



Dönemin” başbakanı Tayyip Erdoğan’la, dönemin “seçilmiş” cumhurbaşkanı Mursi’nin birlikte bu pozu vermelerinin üzerinden çok zaman geçmeden Mursi devrilmişti.

Bu darbeye en çok tepki hatırlanacağı üzere Tayyip’ten gelmişti, çünkü Tayyip, Mursi’nin devrilmesinin kendisine yönelik bir uyarı olduğunun farkındaydı.

Mısır’da Mursi’nin devrilmesine uzanan süreç kısaca şöyleydi: Seçimlerden “%50 oy” alarak çıkan Mursi’nin Tayyip’ten aldığı taktiklerle yargıyı ele geçirmeye çalışması ve muhalefete baskı uygulaması;  Mısırlı hukukçuların tepkisi ve Mısır halkının sokağa dökülmesiyle sonuçlandı. Ardından da Sisi darbesi
Kılavuzu Tayyip olan Mursi’nin sonu devrilmek oldu.

Mursi’nin devrilmesinin ardından ona akıl veren Tayyip, bilindik “halkın iradesinin gasp edildiği” ve “%50” propagandasına sarılmıştı. Çünkü Mursi’nin durumu neyse kendisininki de oydu?

Mursi’nin %50’si Tayyip hesabına dayanıyordu. Oysa Mursi gerçekte 85 milyonluk Mısır’ın 50 milyonluk seçmeninin yaklaşık 5 milyonunun oyunu almıştı. Yani %10 !

Seçim hikayesi ne kadar bilindik değil mi? 

Bugünlerde Tayyip Erdoğan, Müslüman Kardeşler’i Türkiye’ye taşıyor.

IŞİD destekçiliği iddialarının yanında Tayyip Bey’in cv’sine bir de bu ekleniverir.
Tarih diktatörlerin ibret verici sonlarıyla dolu...

Müslüman Kardeşler geliyor derken bir bakmışsınız birilerinin gidişi yaklaşmakta... Kim bilir? 

***

31 Ocak 2020 Cuma

Türkiye’nin Gücü Tüketilmeye Çalışılıyor.,

Türkiye’nin Gücü Tüketilmeye Çalışılıyor.,




Prof. Dr. Atilla SANDIKLI,
28 Aralık 2016


Strateji üretebilme kabiliyetinin yetersizliği nedeniyle uygulanan politikalar her geçen gün Türkiye’nin gücünü tüketiyor. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında model ülke olmak ve ABD’nin Ortadoğu’dan çekilmesi sonucu oluşacak güç boşluğunu doldurmak maksadıyla, Müslüman Kardeşler ve Hamas ile işbirliğini geliştiren Türkiye, yumuşak ve sert gücüyle Ortadoğu bölgesinde birincil güç haline geldiğini ileri sürdü. Yakaladığı gelişme trendi sayesinde elde ettiği özgüvenle küresel ve bölgesel güçlere meydan okumalarda bulundu. Stratejik Derinlik kitabındaki öngörüler ve hedefler doğrultusunda bölgeyi şekillendirmek için kendi projelerini geliştirdi ve uygulamaya koydu. Türkiye’nin bu girişimleri diğer bölgesel güçleri ve bölgede çıkarları olan küresel güçleri rahatsız etti. ABD, AB, Rusya, İran, Mısır ile ilişkiler bozuldu. Irak ve Suriye ile gerilim arttı. Türkiye hedef ülke haline geldi.


Özgürlük, demokrasi, serbest piyasa ekonomisi, AB’ye katılım müzakereleri, İslam ülkeleri ve Türk Cumhuriyetleri ile ilişkiler sayesinde kazanılan yumuşak güç; Gezi Olayları, 6-8 Ekim Kobani kalkışması, iç politikada derinleşen kutuplaşma, çözüm sürecinin çökmesi, ABD ve AB ile yaşanan sorunlar nedeniyle Batıdan uzaklaşma Türkiye’nin yumuşak gücünü tüketmeye başladı.   
Balyoz-Ergenekon davaları ve 15 Temmuz Darbe girişimi Türkiye’nin sert gücüne büyük zararlar verdi. Silahlı Kuvvetlerin komuta kademelerinde ve uzman personel ihtiyacında önemli hassasiyetler oluşturdu. Artan ve kontrolden çıkan terör eylemleri Türk güvenlik güçlerinin teröre angaje olmasına neden oldu.
Bu olumsuz süreçte PKK terör örgütü Irak’ta Sincar bölgesine yerleşti. Haseke Kobani ve Afrin’de kanton yönetimleri oluşturdu. Haseke ve Kobani arasındaki bölgeyi de ele geçirerek iki kantonu birleştirdi. Cerablus ile Mare arasındaki bölgeyi de ele geçirerek Afrin kantonuyla da birleşmeyi hedefledi. Bu sayede Irak’ta Sincar bölgesi dahil Suriye’nin kuzeyinde bir PKK devleti oluşturulacaktı. Cerablus’a yönelik girişimlere Türkiye büyük tepki gösterince ve fiili müdahalede bulununca güneyde Mümbiç ele geçirildi. PKK’nın bütün bu girişimleri ABD tarafından bölgesel güvenlik ortamı şekillendirilerek, eğitim ve lojistik destek sağlanarak, özel harekât timleri ve hava kuvvetleriyle desteklendi.

   Esad yönetimi Rusya, İran ve Hizbullah ile işbirliği yaparak Halep’e saldırdı ve muhalif güçlerin Halep’i terk etmesini sağladı. IŞİD’ten sonra El Nusra ve bağlantılı örgütler de terör örgütleri olarak onandı. Terörle mücadele edilecek örgütler kapsamına dahil edildi.

Bu gelişmelere paralel olarak Türkiye kendisine yönelik en tehlikeli girişim olan Suriye’nin kuzeyindeki kantonların birleştirilmesini önlemek ve bu bölgede güvenli bölge oluşturmak maksadıyla Fırat Kalkanı Harekâtını başlattı. Cerablus Türk Silahlı Kuvvetlerinin başarılı bir operasyonu ile IŞİD’ten temizlendi. Operasyon kısa sürede Mare bölgesine ulaştı. Harekât El Bab’a yönelince iki önemli gelişme yaşandı. ABD, Rakka'ya yönelik harekâtı erteledi. IŞİD’e karşı hemen hemen hiçbir hava harekâtı yapmadı. Adeta El Bab’ın Rakka bölgesinde bulunan IŞİD güçleriyle takviye edilmesi için uygun ortam sağlandı.
Aynı anda Esad bütün gücüyle Rusya, İran ve Hizbullah’ın desteğiyle Halep’e saldırdı. Muhaliflerin bu bölgedeki IŞİD güçlerine yönelik baskısı ortadan kalktı. IŞİD’in El Bab’ı takviye etmesi ve direnişini güçlendirmesi için adeta güvenlik ortamı özellikle şekillendirildi.

ABD ve bölgedeki diğer güçler neden IŞİD’e karşı operasyonları birden bire durdurdu ve Türkiye’deki terör eylemleri hızla arttı? Açıklanan gelişmeler çerçevesinde bu soruya verilebilecek en doğru cevap: “Türkiye’nin yumuşak gücünden sonra sert gücünün de hedef alındığı ve tüketilmeye çalışıldığıdır.”
Siyaset tarafından uluslararası ilişkiler ortamı ve harekât ortamı uygun olarak şekillendirilmeden; güç, çıkar ve politika etkileşiminde erişilemeyecek hayalci hedefler doğrultusunda Türkiye sert gücünü fütursuzca kullanmaya devam ederse daha da yıpranacaktır. Yumuşak gücünden sonra sert gücünü de tüketme durumuyla karşı karşıya gelebilecektir. Bu da Türkiye’yi hedef alan ülkelerin düşmanca girişimlerinin daha da artmasına neden olabilir.

Gücün muhafazası ve caydırıcı olması önemlidir. Eğer güç İttihat Terakki dönemindeki gibi fütursuzca kullanılır, Birinci Dünya Savaşı’ndaki gibi tüketilirse Sevr Anlaşması gibi durumlarla karşı karşıya kalınabilir.


http://www.bilgesam.org/incele/2568/-turkiye-nin-gucu-tuketilmeye-calisiliyor/#.XjPQrjIzYps

***

2 Mart 2017 Perşembe

BÖLGESEL GELİŞMELER SURİYE KRİZİ VE MISIR



BÖLGESEL GELİŞMELER SURİYE KRİZİ VE MISIR 



Semir YORULMAZ 


Mısır, Suriye’yi Arap Milliyetçiliği bağlamında olmasa da, halen ulusal güvenliği açısından önemli bir ülke olarak görmektedir. Suriye’nin Irak gibi içinden çıkılmaz bir kaosa sürüklenmesi ve bölünmesiyle ilgili senaryolara Mısır her zaman karşı çıkmıştır. Zira Mısır’a göre Suriye’nin bölünmesi, sadece Mısır’ın değil bütün Arap ülkelerinin güvenliğini tehdit etmektedir. 

Rusya’nın Suriye’de başlattığı hava operasyonlarına Ortadoğu’daki diğer Arap ülkelerine kıyasla, Mısır’ın tepkisi, bölgedeki dengelerin ne kadar karmaşık ve kendine has olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Ortadoğu’da ‘merkezi’ konumda bulunan Mısır, Rusya’nın Suriye’de başlattığı hava operasyonlarını 
‘terörle mücadeleye destek’ bağlamında olumlu karşılayarak, Suudi Arabistan gibi önemli müttefiklerinin tam tersi bir tutum içerisine girmiştir. 

Mısır’ın son dönemde giderek etkinliği artan ve kendisini de doğrudan tehdit eden IŞİD tehlikesine karşı Suriye’deki Rus müdahalesini desteklemesi, 
Arap basınında hatırı sayılır derecede tartışma konusu olmuş ve özellikle Mısır medyasında “Mısır’ın bölgedeki etkin rolünü tekrar üstlenmesi” 
bağlamında aktarılmıştır. Mısırlı yöneticiler, Mısır’ın Rusya müdahalesine desteğini, IŞİD tehlikesi başta olmak üzere ‘bölgede terörle mücadele’ 
kapsamında açıklarken, özellikle milliyetçi kesimler bu tutumun tarihsel ilişkilerden kaynaklandığını savunmakta ve “Arap Dünyası’nın ulusal 
güvenliği açısından hayati öneme sahip Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması” anlayışıyla ele almaktadır. 

Suriye ve Mısır Arasında Tarihsel İlişkiler ve Arap Milliyetçiliği 

Arap milliyetçiliğinin anavatanı sayılan Suriye ve bunun Cemal Abdünnasır döneminde doruk noktasına ulaştığı Mısır arasındaki tarihsel ilişkilere bakıldığında, Arap-İsrail Savaşları en önemli başlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Arapların İsrail’e karşı verdikleri mücadelede Suriye ve Mısır lokomotif görevini üstlenmiştir. 1958’de kurulan Birleşik Arap Cumhuriyeti, Suriye ve Mısır arasındaki tarihsel ilişkiler açısından önemli bir dönüm noktası olsa da bu birliktelik, 1961’de sona ermiştir. Ardından Suriye’deki Baas rejimi ve Mısır’daki Abdünnasır yönetimi arasında sert rüzgârlar esmeye başlamıştır. Buna rağmen, iki ülke Arap-İsrail çekişmesinde başrolde olmaya devam etmiştir. Bu durum, 1973 Ekim Savaşı’ndan sonra farklılaşmaya başlamış; İsrail’e karşı verilen mücadeleye rağmen birbirlerinden çok fazla hazzetmeyen Mısır ve Suriye rejimleri, Mısır’ın Camp David Anlaşmasını imzalama-sıyla beraber birbirinden iyice uzaklaşmıştır. 

Bugün Mısır’ın, Rusya’nın Suriye’deki operasyonunu desteklemesi, Mısır medyasında tarihe atıfla, romantik milliyetçi bir havada yansıtılmaktadır. 
Ancak bu desteği, Mısır ve Suriye arasındaki Arap milliyetçiliğine dayanan tarihsel yakınlıkla açıklamak mümkün değildir. 

Zira İsrail’e karşı verilen ortak mücadelenin başarısız olmasında her iki ülke (1973 Ekim Savaşı her iki ülkede de başarı olarak görülse de) birbirlerine ciddi suçlamalar yöneltmektedir. Özellikle Suriye, Ekim Savaşı’nda Mısır’ı ve dönemin Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ı ihanetle itham etmektedir. Mısır’ın Camp David’i imzalaması, Suriye için bu ithamların temeli olmuştur. 

Bu tarihten sonra Ortadoğu’da süregelen çekişmelerde her iki ülke farklı kulvarlarda yer almıştır. ABD ile iyi ilişkiler geliştiren Mısır, Körfez Arap 
ülkeleriyle de ilişkilerini önemli bir yere oturmuştur. Ancak Suriye, genel itibarıyla Arap Dünyası’nın ‘tehlikeli düşman’ olarak kabul ettiği İran ile 
ilişkilerini daha fazla geliştirerek, bugün ‘Direniş Ekseni’ olarak adlandırılan çizgide yer almıştır. 

‘Arap Baharı’ Süreci 

Suriye, 25 Ocak 2011’de başlayan Tahrir Meydanı ayaklanmalarını büyük bir dikkatle izlemiştir. Hüsnü Mübarek’in devrilmesinin ardından Mısır yönetimini devralan Askeri Konsey döneminde Suriye’deki olaylar nedeniyle ülkelerini terk eden Suriyelilerin önemli bir bölümü Mısır’a yerleşmiştir. Bu dönemde Kahire, Arap Birliği’nin merkezinin de burada bulunmasının etkisiyle, Suriyeli muhalifler için önemli bir merkez haline gelmiştir. Bu durum, Müslüman 

Kardeşler’in iktidara yerleşmesiyle daha da pekişmiş ve Muhammed Mursi’nin 3 Temmuz’da ordu darbesiyle görevinden uzaklaştırılmasına kadar devam etmiştir. 

Mısır’ın Suriye’ye yönelik tutumunu 3 başlık altında toplayabiliriz: 

Askeri Konsey Dönemi: Bu dönemde Mısır hükümeti, Suriye’deki olaylar karşısında ‘genel bir tutum’ içerisine girmiştir. Bu genel tutumu da ‘Suriye halkının taleplerinin karşılanacağı bir siyasi çözüm için yapılan çağrılar’ olarak açıklayabiliriz. Mısır, söz konusu çağrıları yaparken “dış müdahaleye kesinlikle karşı çıktığını” da vurgulamıştır. 

Müslüman Kardeşler Dönemi: Mısır’da yönetimin cumhurbaşkanlığı seçimleri neticesinde Askeri Konsey’den Müslüman Kardeşler mensubu Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye devredilmesiyle beraber Mısır, Suriye kriziyle ilgili sesini daha fazla yükseltmeye başlamıştır. 
Bu dönemde ‘siyasi çözüm ve dış müdahaleye karşı olma’ şeklinde bir tutumdan bahsedilse de, özellikle Mursi tarafından “Esad yönetiminin Suriye’nin geleceğinde yeri olmadığı” sıkça vurgulanmıştır. Suriye muhalefetine destek veren Mursi döneminde, Suriye’ye savaşmak için giden ve orada ölenlerin fotoğrafları, Kahire’nin bazı sokaklarına asılmaya başlanmıştı. Yine bu dönemde Mursi, Suriye ile diplomatik ilişkilerin kesildiğini de açıklamış ve Suriye büyükelçiliğini kapatmıştır. Ayrıca, bu döneminde Suriye krizi, ‘aktif bir dış politika’ aracı olarak görülmüş, bu maksatla Mısır, Türkiye-İran ve Suudi Arabistan’ın da yer aldığı bir ‘Suriye Temas Grubu’ oluşturulmasına öncülük etmiştir. 

3 Temmuz Sonrası Dönem: 

Mursi’nin ordu tarafından görevden uzaklaştırılmasıyla beraber, ülkenin Suriye ile ilgili siyasetinde de değişikliğe gidildi. Mısır’ın yeni yönetimi, bugün Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) çatısı altında örgütlenen Suriye muhalefetine karşı mesafe koydu. Bunun başlıca nedeni, bu muhalefetin Katar ve Türkiye ile ilişkisidir. Müslüman Kardeşler’e karşı yeni yönetimin verdiği mücadele, Suriye’deki krize karşı ve krizdeki taraflara karşı takınılan tutumun belirlenmesinde başat rol oynamıştır. 

Abdülfettah El Sisi’nin cumhurbaşkanlığına seçilmesinin ardından Kahire, Suriye Ulusal Koordinasyon Komiteleri’nin ve ‘iç muhalefet’ olarak adlandırılan diğer muhalif unsurların konferanslarına ev sahipliği yapmaya başlamıştır. Bunun yanı sıra, Mısır yönetimi, Suriye yönetiminden önemli şahsiyetlerle Kahire’de görüşmüştür. Mısır yönetiminin Suriye’de devam eden savaşla ilgili en önemli adımı ise Rusya’nın son dönemlerde başlattığı hava harekâtına verdiği destektir. 

Mısır’ın Rus Harekâtına Desteğinin Başlıca Nedenleri 

Mısır, Suriye’yi Arap Milliyetçiliği bağlamında olmasa da, halen ulusal güvenliği açısından önemli bir ülke olarak görmektedir. Suriye’nin Irak gibi içinden çıkılmaz bir kaosa sürüklenmesi ve bölünmesiyle ilgili senaryolara Mısır her zaman karşı çıkmıştır. Zira Mısır’a göre Suriye’nin bölünmesi, sadece Mısır’ın değil bütün Arap ülkelerinin güvenliğini tehdit etmektedir. 

Bunun yanı sıra, IŞİD başta olmak üzere Suriye’de cihatçı grupların varlığı ve ilerleyişi, Mısır açısından dikkate alınmaya değer bir konudur. Çünkü Mısır, Sina Yarımadası’nda IŞİD’e biat eden Sina Vilayeti adlı cihatçı-radikal bir örgütle savaşmaktadır. Mısır, radikal İslamcı gruplarla batıdaki sınır komşusu olan Libya’da da mücadele etmektedir. Sonuçta Mısır, IŞİD veya diğer cihatçı grupların Suriye ve Irak’ta güçlenmesinin ve daha fazla yayılmasının, hem Libya’daki radikal İslamcı grupları hem de Sina Yarımadası’ndaki ‘ Sina Vilayeti ’ örgütünü daha fazla güçlendireceği yargısından hareketle, Rusya’nın Suriye’deki hava bombardımanına destek vermektedir. 

ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonun IŞİD’e karşı başlatmış olduğu operasyonun bugüne kadar olumlu bir sonuç vermediği ve bu yüzden Rusya’ya destek verilmesi gerektiği de, Mısırlı yetkililer tarafından açıkça ifade edilmektedir. Bir diğer önemli nokta, Mısır, Rusya’nın Suriye krizinde, Türkiye gibi arasının bozuk olduğu ülkelerle zıt bir kutupta yer almasını da hesaba katmaktadır. 

Rusya’nın Suriye’ye doğrudan müdahil olmasına yönelik “Esad’a doğrudan destek anlamına geldiği” yönündeki eleştiriler ise Mısır yönetimi tarafın dan pek de ciddiye alınan bir konu gibi durmamaktadır. Nihayetinde Mısır, Suriye’de Esad’ın yönetimde kalmasından ziyade, Müslüman Kardeşler’in yönetimde olmamasına önem vermektedir. 

Mısır’ın Rus müdahalesine desteğinden dolayı üzerinde durulan önemli bir konu da, Mısır’ın iyi ilişkiler içinde olduğu ve 3 Temmuz darbesinden sonra en büyük destekçisi konumundaki Suudi Arabistan’ın yer aldığı tarafı değil de Körfez Arap ülkelerinin en büyük düşman kabul ettikleri İran’ın yer aldığı tarafı desteklemiş olmasıdır. Ancak Mısır konuya, İran-Suud penceresinden değil, tamamen ‘milli güvenliğine bağlı olarak bölgesel tehditlere karşı Rus müdahalesini desteklemek’ olarak bakmaktadır. 


Gazeteci 
Semir YORULMAZ

***

28 Haziran 2016 Salı

Artık Suriye’nin Tek Derdi Hatay Değil!



Artık Suriye’nin Tek Derdi Hatay Değil!



Yazar: Meşküre Yılmaz
29 HAZIRAN 2007 CUMA

Misak-ı Milli sınırları içinde olan Hatay'ın 1939 Haziranında anavatana katılmasını Suriye bir türlü hazmedememiştir. Suriye Türkiye'ye yönelik faaliyetlerini uzun yıllar hem gizli hem de açık yollarla sürdürmüştür. Bu kapsamda; PKK'ya açıktan destek vermiş, Hatay'ın bazı yörelerinde Nusayrilere finansman destek sağlayarak mülk edinmelerini temine çalışmış, Hataylı gençlere Suriye Üniversitesi'nde kontenjan sağlamıştır.

Suriye'nin Türkiye'nin güvenliği aleyhinde çaba ve hareketleri yeni bir olay değildir. 1960'lı yıllar sonu ile 1970'li yıllar başlarında Marksist-Leninist Türk örgütlerine destek veren Suriye, Ermeni terör örgütü ASALA'ya da destek sağlamıştır. Bunun üzerine Türkiye 1983 yılında bu ülkeye bir nota vererek ASALA militanlarının Suriye topraklarından çıkartılmasını istemiştir. Ancak buna karşılık Suriye bu tarihten sonra da PKK'ya her türlü lojistik, silah ve askeri eğitim desteği sağlamıştır.

Suriye teröre verdiği desteğin sebebini Türkiye'nin su kaynaklarında denetim kurmasını engellemek olduğunu iddia etmiştir. Su sorunu her ne kadar Suriye tarafından çıkarları için kullanılan yapay bir sorun olsa da, yakın gelecekte Türkiye'nin Ortadoğu politikası üzerinde duracağı konulardan en önemlisini oluşturacaktır.

Türkiye 14 yıl PKK ile ortak hareket eden Suriye'ye karşı 1998 yılına gelindiğinde çok ciddi bir tepki verdi. 29 Ağustos'ta kuvvet komutanları değiştikten sonra gerek askeri gerek siyasi kanaddan yapılan açıklamalar Türkiye'nin sabrının taştığını gösteriyordu. 1998'in Ekim ayında Adana'da yapılan görüşme sonucu varılan mutabakata göre Suriye Abdullah Öcalan'ın Suriye dışında olduğunu ve birçok PKK'lının tutuklandığını açıkladı.

Böylece imzalanan anlaşma ile Suriye, Türkiye'ye karşı yıllarca uyğuladığı teröre destek politikasını bıraktı. Türkiye aleyhine olan terör eylemlerini desteklediği için Suriye'ye karşı temkinli bir siyaset takip etmiştir.Suriye'nin PKK'ya verdiği desteği çektiğini açıklaması üzerine Türkiye'de yakınlaşma göstermekten çekinmemiştir.

Türkiye ile Suriye ilişkilerinde üst düzey ziyaretler Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in 2000 yılında Hafız Esat'ın cenaze törenine katılmasıyla başlamıştır. 2004 yılında da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Suriye'yi ve yeni başkan oğul Beşer Esat'ın Türkiye'yi ziyaretleri gerçekleşmiştir.

ABD ve AB iptal etmesini istemesine rağmen 2005 yılında Cumhurbaşkanı Sezer daha önceden planlandığı gibi ikinci kez Suriye'ye gitmiştir.

Suriye ise son dönemde gerek komşularıyla gerekse ABD ve Avrupa'nın baskısıyla çok zor günler geçiriyor. Bu nedenle Türkiye'yi bir kurtuluş yolu olarak görüyor. Türkiye'ye yakınlaşmak için de başta iki ülke arasında devam eden mayın temizleme projelerinin yanı sıra Türkiye'ye sunulmak üzere bir çok yeni projeler hazırlıyor.

Bu projelerin başında Fıratnehri üzerine bir baraj yapılması, sınırda serbest ticaret bölgesinin açılması, vize uygulamasının kaldırılması, üniversiteler arası akedemik ve kültürel iş birliğine gidilmesi gibi konular geliyor.

Şimdiki yönetime bakdığımız zaman baba ve oğul Esat'ın birbirlerinden çok farklı olduğunu görüyoruz. Baba Esat bir darbe ile iş başına gelmesine rağmen yaşadığı sürece darbe yapılmasına izin vermedi. Tam anlamıyla iktidar oldu. Batılıların " Müslüman Kardeşler " kozunu kanlı bir şekilde bastırmaktan çekinmedi. İsrail'e bile "Mısır'sız Savaş, Suriye'siz barış olmaz" dedirtti.
Oğul Esat'ın aynı şekilde iktidara sahip olduğunu söylememiz oldukça zor. ABD tarafından köşeye sıkıştırılmaya çalışılan Suriye'de Beşer Esat iktidarda değişiklik yapmasına, demokratikleşme için adımlar atmasına ve ekonomik alanda yeniliklere girişmesine rağmen istediği sonuçları alabilmiş değil.

Lübnan eski Başbakanı Hariri'nin öldürülmesi de tam Suriye'de bu şekilde birçok alanda değişiklik ve karışıklığın yaşandığı döneme rastladı. Bunun bir rastlantı olup olmadığı Hariri'yi kimin öldürdüğü hiç önemli değil! Önemli olan Suriye'nin güç durumda bırakılması. BM Güvenlik Konseyi aldığı kararla Suriye'den Hariri suikastına karışanları mahkeme önüne çıkartmak için uluslararası işbirliği istedi. Bu isteğe dolaylı olarak karşı çıkan Suriye yalnız bırakıldı. Avrasya ve Arap ülkelerinden beklediği desteği alamayan Suriye'ye ABD, Fransa ve İngiltere daha çok yüklendiler. Suriye baskı ve yalnızlıkla karşı karşıya. Gerçi Irak'ta yaşananlar Suriye'yi biraz rahatlatıyor. Irak'a uygulanan ekonomik ambargoyu batılı ülkeler, ülke halkını hedef aldığı için doğru bulmadıklarını açıkladıklarından ekonomik ambargodan kurtarmış oluyorlar. Yine Irak örneğinde olduğu gibi ABD ve İngiltere askeri bir operasyon senaryosunu şimdilik gündeme getirmiyorlar. Suriye hedeften çıkmaya çalışıyor. Ama ABD ve Avrupa Suriye'yi hiç aklından çıkarmıyor ve değişik senaryolar yazmaya devam ediyor. Bu senaryoların içinde Baas yönetiminde kavga, değişik kesimlerle desteklenecek iç kargaşa, Müslüman Kardeşler ve kürtler tarafından başlatılacak bir ayaklanma ve mezhep çatışmaları bulunuyor.

Bu senaryolardan biri ya da birkaçı uygulamaya konduğu zaman Suriye'nin daha çok sıkışacağı aşikar. Dolasıyla kendisine müttefik arayacak. İran'da Suriye ile benzer bir durumda olduğu için iki ülke arasında hissedilir bir yakınlaşma sözkonusu.Suriye Türkiye ile de yakınlaşma için çaba sarfediyor. Türkiye bölgenin her bakımdan en önemli ülkesidir. Önemli olan Türkiye'nin büyüklüğünün ve gücünün farkında olmasıdır.


..