Suay Karaman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Suay Karaman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ekim 2021 Perşembe

SÖKE SÖKE

SÖKE SÖKE






Suay Karaman 
suaykaraman1@gmail.com 
28 Haziran Pzt 00:26
Azim ve Karar Sitesindeki yazımı iletiyorum.
https://azimvekarar.net/soke-soke/

SÖKE SÖKE
Suay Karaman

15 Aralık 2020 tarihinde TBMM’de konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İYİ Parti Bursa Milletvekili Ahmet Erozan'ın “Bütçeyi iktisatlı kullanın. Yılın ikinci yarısı alacağız.” sözlerine yanıt verirken; “Ülkede seçim yok. Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz.” demişti. Bu söylemde muhalefetin seçim kazanamayacağını şimdiden bilmek anlamı mı vardır ya da muhalefet seçimi kazansa bile, AKP’nin iktidarı bırakmayacağı mı bildirilmektedir?
26 Mayıs 2021 Çarşamba günü AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan parti grubunda yaptığı konuşmada, İYİ Parti genel başkanı Meral Akşener'in Rize’nin İkizdere ilçesinde yaptığı esnaf ziyaretinde yaşananları anımsatarak, “Yine dua et ki gelin hanıma çok ileriye gitmeden ders verdiler. İkizdere yetmedi, Çayeli'ne gittin. Orada da gerekeni yaptılar. Daha neler olacak neler...” ifadelerini kullandı. Bu söylem ülkenin içinde bulunduğu durumun daha da kötüye gideceğinin ve iç karışıklıklar çıkartılacağının habercisidir.

24 Haziran 2021 Perşembe günü partisinin 57 milletvekiliyle bir araya gelen AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan, milletvekillerinin iller hakkında anlattığı sorunları dinledi. Bir milletvekilinin, “eskiden, çocuklar çobanlık yapıyordu. Şimdi eğitim zorunlu olduğu için kimse çobanlık yapmıyor. Liseden sonra ben okudum, ‘çobanlık mı yapacağım’ diyorlar” sözlerine Tayyip Erdoğan şöyle yanıt verdi; “Çobanlık kötü bir meslek mi? Bütün peygamberler çobandı. Hepiniz çobansınız, hepiniz sürünüzden mesulsünüz.” Her şeyin birbirine karıştırıldığı bu ortamda AKP genel başkanına anımsatmak gerekir: seçmen sürü değildir, milletvekili çoban değildir, kendisi de sürü sahibi değildir. Yapılacak seçimlerde seçmen, sürü olmadığını kanıtlamalıdır ve çoban yerine de kendisini gerçek anlamda temsil edecek milletvekilini seçmelidir.

26 Haziran 2021 Cumartesi günü AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan, Kanal İstanbul adını verdikleri ucubenin açılışı olduğu belirtilen Sazlıdere Köprüsü'nün temel atma töreninde yaptığı konuşmada dikkat çeken açıklamalarda bulundu: “Ülkemizin gelişmesi yolunda atılan adımlara bir yenisini ekliyoruz. Bugün Türkiye'nin kalkınma tarihinde yeni bir sayfa açıyoruz. Kanal İstanbul'a acaba bu proje neden gerekliydi? Gecikmeli de olsa bugün bu temeli nasıl atıyoruz? Bu ülkede sizler şu ana kadar Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nü yaptık, bugün Kanal İstanbul için nasıl çıldırıyorsanız orada da öyle çıldırdınız. Marmaray'ı yaptık, yine aynı şekilde önümüzü kesmeye çalıştınız. Çılgınlar gibi, ama yaptık. Avrasya Tüneli'ni yaptık. Onun da önünü kesmek istediniz. Osmangazi'yi, İstanbul-İzmir yolunu yaptık, onların da önünü kesmeye çalıştınız. 

Bu hususlarda en küçük bir eksiklik, usulsüzlük olsaydı çoktan ortaya çıkardı. Yatırımcıları tehdit ediyorlar. 'Biz geliyoruz, geldiğimizde size ödeme yapmayacağız, bu yatırımları elinizden alacağız.' Bankaları tehdit ediyorlar, hızlarını alamayıp projeye ilgi duyan ülkeleri tehdit ediyorlar. Bu ne terbiyesizliktir! Devletlerde devamlılık esastır, bunlar devlet terbiyesi de görmediler. Sizler nasıl devlet yönetimine talipsiniz ya? Söke söke sizden bu paraları uluslararası tahkim yoluyla da alırlar. Bunları da öğren. Bunlar tam manasıyla çaylak. 

Devlet yönetimi nedir haberleri yok. Bankalara ödeme yapmazmış... “

   Uluslararası Tahkim Yasası 21 Haziran 2001 tarihinde TBMM’de kabul edilmiş ve 5 Temmuz 2001 tarihinde 24453 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Tahkim Yasası; ulusal varlıkları yağmalamanın uluslararası yeni bir boyutudur. Tahkim; yabancı sermaye ile ortaklık yapmak isteyen yerli sermayenin, Türk hukukunu devre dışı bırakma oyunudur. Tahkim, enayi yöneticiler açısından; yabancı sermayeyi çekmek için, cumhuriyet hukukuna saplanan bir hançerdir. Günü geldiğinde bu yasaya öncülük edenler de, çıkartanlar da yargıdan kaçamayacaklardır.

Birilerine peşkeş çekmek için, rant sağlamak için AKP iktidarının ucube projesi olan Kanal İstanbul, ekonomik, şehircilik, ekolojik, askeri ve stratejik yönleri ile yanlıştır, çevre ve doğa düşmanıdır, tüm bölgenin ekosistemini yok edeceği gibi Marmara Denizi’ni de bitirecek olan bir ihanet projesidir. Bu projeye destek verenler bu işin hukuki ve siyasi sonuçlarına katlanmayı da bileceklerdir. Tayyip Erdoğan’ın “söke söke uluslararası tahkimle alırlar” söylemi, Kanal İstanbul ihalesi üzerinden, sonrasında yapılacak ödemeleri düşündüğünü göstermektedir. 

Belli ki seçimle iktidardan gideceklerini artık kendileri de yavaş yavaş kabul etmektedirler. Devlette devamlılık esastır ama alınan komisyonların da gereği yapılır.

19 yıldır ülkemizin getirildiği durum ortadadır. Ekonomik kriz toplumu delmiş, açlık, işsizlik, yoksulluk yurttaşların belini bükmüş, tarım, hayvancılık, sanayi çökmüş, üretim bitmiş, laik ve bilimsel eğitime son verilmiş, hukuksuzluk alıp başını gitmiş, demokrasi dışı tutum ve davranışlar büyük boyutlara ulaşmış, mühürsüz oylarla rejim değiştirilmiştir. Bu gerçekler açıkça ülkemizin çok kötü yönetildiğinin kanıtıdır. Bunların yanında Ege adalarımız işgal edilmiş, ülkemizin saygınlığına gölge düşürülmüş, yer altı ve yer üstü zenginliklerimiz peşkeş çekilmiş, ulusal değerlerimiz de özelleştirme adıyla yok edilmektedir. Ancak ne olursa olsun bunları yapanların, onay verenlerin çok iyi bilmesi gerekir ki, bütün bu yapılanların hesabı er ya da geç yargıda “söke söke” görülecektir.   

Azim ve Karar, 28 Haziran 2021.
http://groups.google.com.tr/group/kotanlartr?hl=tr?hl=tr 
Adresinde bu grubu ziyaret edin
Not:Grupta gönderilen, alınan ya da grup içi yazılardan, iletilerden ve her türlü sunumlardan yazarları ve iletileri gönderenler sorumludur. 
Grup sahipleri ve yöneticiler kesinlikle sorumlu tutulamaz.
Saygılarımızla
kotanlartr@googlegroups.com
https://groups.google.com/g/kotanlartr/c/4xAkFRul3lg/m/pZSyu9hLBQAJ?pli=1


***

SOLDAN BESLENENLER

SOLDAN BESLENENLER






Suay Karaman 
suaykaraman1@gmail.com 
12 Temmuz Pzt 02:29
Azim ve Karar Sitesindeki yazımı iletiyorum.
https://azimvekarar.net/soldan-beslenenler/

SOLDAN BESLENENLER
Suay Karaman

Şarkıcı, besteci, yazar, yorumcu, yönetmen, milletvekili, her yere adaylık sevdalısı ve büyük solculardan sayılan Ömer Zülfü Livaneli, zaman zaman gerçekliği tartışılan olayları ortaya saçar ve kendini gündemde tutmanın yolunu bulmaya çalışır. Livaneli, öncelikle Deniz Baykal ile ilgili 2002 seçimleri sonrasında tanıklık ettiği olayı neden beş yıl sonra, 25 Temmuz 2007 tarihinde yazdığını açıklamalıdır. Üstelik böyle bir olayın gerçekliği bile tartışma konusudur. Livaneli’nin yaptığı bu açıklama ülkemizin güncel ve ivedi sorunlarının ötelenmesine çanak tutulmasını sağlamaktadır. Zaten Livaneli, etik değer yargısının sorgulandığı bir kişiliktir.
Cumhuriyet tarihinin en adaletsiz seçimlerinden biri olan 3 Kasım 2002 seçimleri hakkında tek kelime etmeden, Deniz Baykal üzerinden tartışma açmak, emperyalizme aracılık etmektir. 3 Kasım 2002 seçimlerinde oy pusulalarında Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın adı yazılmıştı. Hâlbuki Recep Tayyip Erdoğan kesinleşmiş hapis cezası dolayısıyla Anayasa’nın 76. maddesine göre milletvekili adayı olamamıştı. Siyasi yasaklıydı ve bu yüzden AKP ile üyelik bağı kalmamıştı, değil genel başkan, parti üyesi bile değildi. Bu olay seçimlerin iptalini gerektirmekteydi.

Bu seçimde Demokratik Halk Partisi (DEHAP), %6,2 oranında oy almıştır ancak seçimden önce dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu tarafından, Yüksek Seçim Kurulu'na (YSK) başvurularak, DEHAP'ın örgütlenme koşulunu taşımadığı için seçime girmesine izin verilmemesi istenmiştir. YSK’nin, bu başvuruyu reddetmesi üzerine Sabih Kanadoğlu, DEHAP yöneticileri hakkında, “Sahte evrakla, örgütlenmesini tamamlamış gibi göstererek, 3 Kasım seçimine girildiği’’ iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. Bu suç duyurusunu inceleyen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 23 Ocak 2003 tarihinde 27 DEHAP yöneticisi ve kurucu üyesi hakkında, “resmi belgede sahtecilik” yaptıkları iddiasıyla dava açtı. Yapılan bu sahtekârlık sonucunda, seçimin oy dağılımı değişmiştir.

2002 seçimleri sonrasında TBMM’de AKP 363, CHP 178 ve bağımsızlar 9 sandalye ile temsil edilmekteydi. Yapılan anayasa değişikliği sonucunda Tayyip Erdoğan yasaklı olmaktan kurtarılmıştır. YSK, bir köydeki birkaç yüz oyun kaybı nedeniyle Siirt seçimlerini iptal etmiş ve böylece Siirt milletvekili olanların milletvekillikleri düşmüştür. Yasalara göre iptal edilen seçimin aynı aday ve aynı seçmenlerle yapılması gerekmektedir. Ancak YSK, yasalara aykırı olarak aynı seçmenlerle fakat farklı adaylarla seçimin yenilenmesine karar vermiş ve bunun sonucunda Tayyip Erdoğan’ın milletvekili olması sağlanmıştır.

Aslında YSK’nin bu hukuk dışı tutumu ile Tayyip Erdoğan’ın önü açılmıştır. Çünkü zaten 363 milletvekili olan AKP, anayasayı halkoyuna götürmeden değiştirmek için 4 oy daha bulabilirdi. Burada YSK’nin tutumunu görmezden gelerek ve eleştirmeden yapılan yorumlar yanlıştır. Şimdi Zülfü Livaneli, bu olanlara değinmeyip sadece Deniz Baykal üzerinden prim toplayarak, bazılarına şirin gözükmek istemektedir.

Zülfü Livaneli, 1980 yılında Atina'da ayaklarının dibinde Türk Bayrağı yakılırken, bu olayı elleri cebinde seyretmişti. Bayrağının yakılmasını seyreden bir kişinin, bayrağı yakılan bir ülkenin meclisinde milletvekili olması da ilginçtir. Böyle birinin CHP genel başkanları ve sol hakkında ileri geri ve tutarsız konuşma hakkı olmamalıdır. CHP’yi beğenmez ama CHP’li belediyelerin konserleri ve etkinlikleri üzerinden yolunu bulurken de eleştirmekten kaçınmaz. 

21 Haziran 2013 tarihinde Mezitli Belediyesi’nin düzenlediği Güneş Festivali’ne gidip organizasyonu beğenmeyen Livaneli, Mezitli Belediyesi’nin ‘yüzüne tükürülmesini’ istedi ancak konaklama ve yol giderlerinin yanı sıra 60 bin lira+KDV almayı da ihmal etmedi. 

Benzer şekilde Denizli’de engellilerin konserine paranın tamamı gelmediği gerekçesiyle gitmeyen, ama aldığı parayı da geri vermeyen bir kişiliğe sahiptir.

İsrailli gazeteci ve yazar Benny Ziffer 10 Mayıs 2007 tarihinde Zülfü Livaneli ile yaptığı görüşmede “sizce Ermeni soykırımı oldu mu?” diye soruyor. Zülfü Livaneli şöyle yanıtlıyor: “Evet oldu ama Türklerin çoğu soykırım olduğuna inanmıyor. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, her şeyi susturmak ve silmek gibi bir arzu vardı. Türkler Ermeni trajedisindeki sorumluluğunu kabul etmeli...” Barış güvercini Livaneli, bilinmezlere doğru yol almaktadır.
Kendini solcu sayan Livaneli, 1 Aralık 2003 tarihinde Zaman gazetesindeki söyleşisinde “CHP sol vurgusunu bırakmalı” deyişiyle, leylim ley diyerek, güneş toplayarak solu nasıl çıkarı için kullandığını belli etmiştir. 3 Haziran 1996 tarihinde Milliyet gazetesinde “Bugün Mustafa Kemal yaşıyor olsaydı, Türkiye politikasında nereye otururdu dersiniz?  Suna Pelister çiftliği ile birlikte Atatürk Orman Çiftliği’ni de konuşmaz mıydık?” sözleriyle, Atatürk’ü küçülteceğini sanan Livaneli, liberalizmin avucundaki çakma soldur. Öyle ki 11 Temmuz 2020 tarihinde Yeni Asya Gazetesinde Said Nursi denen haine övgüler düzerek, onu çok zeki ve etkileyici bulmakta sakınca görmemiştir.

Türkiye’nin geleceğinde lider olarak Ekrem İmamoğlu ile Selahattin Demirtaş’ı görmek isteyen ve “ulusal sol diye bir şey olamaz” diyen Livaneli, kendine göre sol ve solcu tarifi yapmaktadır. Ancak emperyalizme ve her türlü sömürüye karşı olmayan, tam bağımsızlık için mücadele etmeyen, eşitlikten yana olmayan, haksızlıklara karşı koymayan, her türlü zulme direnmeyen solcu olarak nitelendirilemez. Böyleleri olsa olsa Zülfü Livaneli gibi emperyalizmin kucağına oturur ve gündem değiştirmekle görevlerini yerine getirir.

Büyük yazarlardan (ç)alıntı yapacaksınız, Kültür Bakanlığı'nın büyük miktarda yardımıyla film çekeceksiniz sonra ‘sol değil’ dediğiniz CHP’den milletvekili olmakta sakınca görmeyip solculuk üzerine sığ ve ülkesinin gerçeklerinden uzağa savrulmuş konuşmalar yapacaksınız. İşte böylelerini belediye başkanı adayı yapanlar ile milletvekili yapan Deniz Baykal’ın da büyük hataları olduğunu bilmek zorundayız. Yapılan büyük hatalar zinciri sonucunda CHP, ilkelerinden uzaklaştırılmış ve savrulmuştur. Kendine “Dersimli Kemal” diyenin genel başkan olmasının yolu açılmıştır. Atatürk düşmanları, bölücüler, tarikatçılar, liboşlar milletvekili yapılmıştır. Atatürk ilke ve devrimlerine, tam bağımsızlığa sırt çevrilmiştir. Bu değişimle birlikte Livaneli gibi soldan beslenen gereksizlerin de ortaya çıkmasının önü açılmıştır.
Tüm Öğretim Elemanları Derneği’nin kurucularından Prof. Dr. Yalçın Küçük, Ömer Zülfü Livaneli’yi şöyle tanımlamıştı: “ Soldan yetişmiş büyük tüccarlardan birisidir.” Ancak yaşadıkça ve gördükçe bu tanım şöyle olmalıdır: “ Soldan beslenen büyük tüccarlardan birisidir.”

Azim ve Karar, 12 Temmuz 2021.

***

30 Eylül 2021 Perşembe

ADLİ YIL AÇILIŞI

ADLİ YIL AÇILIŞI




Suay Karaman 

suaykaraman1@gmail.com


13 Eylül Pzt 01:43

Azim ve Karar Sitesindeki yazımı iletiyorum.

https://azimvekarar.net/adli-yil-acilisi/

Suay Karaman

    Yargıtay Başkanı olarak 1 Mart 1966 ile 1 Mayıs 1969 tarihleri arasında görev yapan İmran Öktem (1904-1969), 7 Eylül 1967 tarihinde yeni adli yıl açılış konuşmasıyla unutulmazlar arasında onurlu yerini almıştır.

Ülkemizde 1961 Anayasası’nın getirdiği haklarla sol kültürün yükseldiği, buna karşın 1965 yılında iktidara gelen Adalet Partisi’nin dincilere taviz veren tutumunun toplumda tepkilere neden olduğu günlerde yapılan bu önemli konuşma, bugün de geçerliliğini korumaktadır. 

O dönemin mahkemelerinin Said Nursi hareketine yönelik kararlarını anımsatarak yaptığı konuşmanın özeti şöyledir: “Said Nursi'ye göre Atatürk idaresi dehşetli bir ahir zamandır. 

Dinsizlik, komünistlik, ifsat komitelerinin faaliyet yıllarıdır. Devrim kanunları muvakkattir ve Hıristiyan kanunlarıdır. Kemalistler seviyesiz, anarşist kimselerdir. Devlet, İslâm esaslarına göre kurulmalıdır. Müslümanlara Kur'an dışında bir Anayasa lâzım değildir. Said Nursi milliyete ve milliyetçilik fikrine düşmandır. Milliyetçilik İslâm birliğine manidir. Bu yol ile Bolşevizme ve Sosyalizme karşı mücadele edilemez. Bunlarla ancak İslâm ümmetçiliği mücadele edebilir…

Türkiye'de bir İslâm Devleti ve hilâfet rejimi kurmak, Türk Milleti'ni dini esaslara dayanan bir hukuk düzenine sokmak isteyen ve bunun için gizli ve açık çalışan mistik hezeyan halindeki bir avuç meczup, ruh hastası veya dini, kazanç metaı haline getirmiş kimseler, saf ve cahil yurttaşın en temiz varlığını, itikadını, imanını geçim vasıtası yapmış olan bezirganlar -o bezirganlar ki, dinin emrettiğini yerine getirmezler, yasak ettiklerini gizli gizli yaparlar ve fakat dindar görünürler- evet bunlar ve bir takım hurafeleri dini esaslar gibi göstermeye kalkan ve bu suretle halkı uyuşturan kökü dışarıdaki yurt düşmanları daima hüsrana uğrayacaklardır..”

İmran Öktem, irticaya değinen o ünlü konuşmasında, Voltaire'den alıntılar yaparak, “Tanrıyı da insan yaratmıştır” söylemiyle, iktidarın himayesindeki dincilerden tepki almış ve sağcı basın tarafından eleştirilmişti. İktidarın din sömürüsü yaptığı söylemleri, dinci çevrelerde tepkilere yol açmıştı.

İmran Öktem, 1 Mayıs 1969 Perşembe günü hayata gözlerini yumdu. 3 Mayıs Cumartesi günü Ankara Maltepe Camisinde yapılan cenaze töreninde, çoğunluğunu çember sakallı dinci kişilerin oluşturduğu bir kalabalık “Allahsızların namazı kılınmaz” diyerek, cenaze namazının kılınmasını engellemeye çalıştılar. Bazıları tabutun yakınına kadar gelerek “yuh” çekmeğe başladılar. İmam Ali Güran cenaze namazını kıldırmadı ve imamlar cenaze namazını  kıldırmamak için direnişe geçtiler. Camide namazı kıldıracak imam bulunamamıştı. Cenaze namazı için imam arandığı sırada CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, CHP il başkanı Rauf Kandemir’e namaz kılınmadan camiden ayrılmayacağını söylemiş ve olduğu yerde beklemeye başlamıştı. 

İsmet İnönü’nün ısrarına karşın namazı kıldıracak imam bulunamamış, bunun üzerine namazı, Adalet eski bakanı Abdullah Pulat Gözübüyük’ün (1912-1991) ilahiyatçı ve avukat ağabeyi kıldırmıştı.

Namaz bittikten sonra da protestolar devam etmiş ve saldırganlar arasında kalan İsmet İnönü’yü korumak amacıyla Kara Kuvvetleri Komutanlığı Topçu Dairesi Başkan Vekili Tuğgeneral Nabi Alpartun tabancasını çekmiş, “bu memleketin sahibi var” diyerek İsmet Paşa’ya yol açmıştı. “Yuh” sesleri arasında omuzlara alınan tabut, Maltepe pazarı, Necatibey Caddesi üzerinden Sıhhiye Orduevi önüne getirilmiş ve Zafer Anıtı önünde İmran Öktem için iki dakikalık saygı duruşu yapılmıştı. Burada, 27 Mayıs Milli Devrim Derneği’nden Taylan Benli yaptığı konuşmada; “Bugünkü olayları yaratanlar Derviş Vahdettin’in torunları, Said Nursi’nin çömezleridir, onlara çanak tutan yöneticilerdir. Biz Ulusal Kurtuluş savaşını verecek olan devrimciler, Atatürk’ün huzurunda onlara layık oldukları dersi veriyoruz ve vereceğiz” demiştir.

Mezarlıkta yapılan törende Ankara 4. Sulh Hukuk hâkimi Celal Erdoğan; “Bugünkü hadiseler ilerici aydın kişilerle, gericilerin hadisesidir” şeklinde konuşma yapmış ve cenaze toprağa verilmiştir. Mezar başında da protestolar devam etmişti. İsmet İnönü olaylar hakkında, “Her manasıyla kesin ölçüde bir 31 Mart Vakası’dır” derken, cenaze törenine katılmayan Başbakan Süleyman Demirel de “Hadise gayet üzücüdür” biçiminde konuşmuştu. Olayların ardından  yakalanan 9 kişi ‘ölünün naaşına hakaret suçundan’ yargılanmak üzere tutuklanmış ve az ceza alarak salıverilmişlerdir. Cenaze namazını kıldırmayan imam için görevini suiistimal ettiği gerekçesiyle soruşturma açılmıştır.

Başbakan Süleyman Demirel, olayla ilgili TBMM’ye verilen soru önergesi üzerine yaptığı konuşmada, “olayların bir irtica hareketi olarak değerlendirilemeyeceğini” söylemiş ve İsmet İnönü’yü koruyan general için “hiç kimse kendisine verilmeyen bir görevi üstlenemez” diye tepki göstermişti.

İlerici güçler, gericilerin bu tepki ve eylemlerine anında yanıt verdiler. 7 Mayıs 1969 Çarşamba günü İmran Öktem'in cenaze törenini engellemek isteyenleri ve onları koruyanları protesto etmek için yürüyüş düzenlendi. Yargıtay binasından başlayan ve Anıtkabir’de sona eren bu büyük yürüyüşe, Yargıtay ve Danıştay ile birlikte İstanbul ve Ankara Üniversitelerinin öğretim üyeleri, öğrenciler ve halk katıldı.

Şimdi; 1 Eylül 2021 tarihinde yapılan adli yıl açılışını düşünelim. Yargıtay’ın yeni binasının ve adli yılın açılışının kuran okunarak yapılması, açıkça laik ve demokratik cumhuriyetimize karşı bir darbedir.  Eğer İmran Öktem’in konuşmasından gereken dersleri alabilseydik, bugün laiklik karşıtı eylemler yaşanmazdı. 

İşte ne yazık ki bugünlere böyle gelindi. Muhalefetin de laikliği korumak gibi bir görevi olmadığı anlaşılmaktadır. 1969 yılındaki cenaze töreninde CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün dik duruşu ile 2021 yılındaki adli yıl açılışında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ezikliği kıyaslanamaz bile.

Bu topraklarda ilericilerle gericilerin, devrimcilerle devrim karşıtlarının kavgası hiç bitmeyecektir. Gericiler, ortaçağ karanlığının sürmesini istemektedirler. 

İlericiler ise, Atatürk’ten aldığı ışığı daha da yükseltmek çabasındadırlar. Tarih bize, olayların sonunda hep aydınlıkların zaferini göstermektedir. 

Er ya da geç ülkemiz de aydınlığı tekrar yaşayacaktır.


Azim ve Karar, 13 Eylül 2021.

Suay Karaman


***

29 Eylül 2021 Çarşamba

ROZET TAKMAK

ROZET TAKMAK

 



Suay Karaman

 24 Haziran 2018 genel seçimlerinde CHP listesinden İstanbul Milletvekili olarak TBMM’ye giren Nazır Cihangir İslam, yemin töreninden önce 7 Temmuz 2018 tarihinde Saadet Partisi’ne geçmişti. 4 Mart 2020 tarihinde Saadet Partisi’nden istifa etmişti. 9 Mart 2021 tarihinde ise CHP grup toplantısında Kemal Kılıçdaroğlu’nun taktığı rozetle yeniden CHP’ye katıldı.

 ABD vatandaşı şeriatçı Merve Kavakçı'nın eski eşi olan Cihangir İslam, Fethullah Gülen’in Abant toplantılarını organize eden ve bu toplantılara katılan biridir. Geçtiğimiz dönemde gerek Balyoz davaları, gerekse laiklik ile ilgili açıklamalarıyla Türkiye’nin gündemine gelen Cihangir İslam, Halkın Sesi Partisi’nin (HAS Parti) ve Saadet Partisi’nin kurucularındandır. Halen yakın akrabalarının AKP içinde etkin görevlerde siyaset yapması, kendisinin sosyal medyada Atatürk’ü ve Anıtkabir’i hedef alan yazıları ile laiklik karşıtı görünüşü bilinen Cihangir İslam’ın, CHP’ye alınması kabul edilemez.

 CHP Genel Başkanı tarafından Cihangir İslam'a CHP rozeti takılması, Atatürk’ün partisinin düşürüldüğü acıklı durumu gözler önüne sermektedir, bu olay açıkça Atatürk’e de, Altı Ok’a da ihanettir. Bu olay CHP’ye gönül veren, Atatürk sevdalısı ve laiklikten yana ulusalcılara “bu partiden gidin” çağrısı yapmaktır. Bu olay CHP’nin kurucu ilkelerine ve şanlı tarihine kara bir leke olarak geçecektir. Kendilerine “Yeni CHP” adını veren bugünkü yöneticilerin ideolojileri yoktur, ilkeleri yoktur, tutarlılıkları yoktur, emperyalizmin hizmetinde proje yürütmektedirler. CHP’nin programından ve tüzüğünden haberleri yoktur.

 CHP yönetimi, partiyi kurucu ilkelerinden ve özünden saptırmaktadır, Atatürk’e karşı açılan savaşta rol kapmaktadırlar. Başta PKK terör örgütünün avukatı TR 705 kodlu Sezgin Tanrıkulu, Atatürk’e kefere diyen Mehmet Bekaroğlu ve benzerlerini milletvekili yapan Soros destekli TESEV kurucusu Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’yi bitirmekle görevlidir. PKK ve FETÖ terör örgütü yanlılarını, bölücüleri, mezhepçileri, dincileri, tarikatçıları, numaracı cumhuriyetçileri, Atatürk düşmanlarını CHP’ye dolduran bu yönetim, CHP’ye ve saygınlığına zarar vermektedir.

 ”Laiklik tehlikede diyemem, yoksa altını dolduramam” diyen bir genel başkandan ne beklenebilir? Bu açıklamayı yaklaşık 11 yıl önce, 21 Eylül 2010 tarihinde Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin davetlisi olarak bulunduğu Berlin’de yapmıştı. Kemal Kılıçdaroğlu, yanlış söylem ve yanlış kişilerle, kendi altını doldurmaktadır, kokmaktadır ve Mustafa Kemal Atatürk’ün partisine yakışmamaktadır. Tam bağımsızlıktan ve emperyalizm karşıtlığından yana tavır koymayanlar, Kemalist Devrimleri ve altı oku benimsemeyenler, Cumhuriyet Halk Partisi gibi kökleri Ulusal Kurtuluş Savaşımızdan, Kuva-yi Milliye’den, Müdafaa-i Hukuk’dan gelen bir partide oturamazlar. Bu yanlış anlayış, CHP’nin seçmen tabanını partiden uzaklaştırarak, gelecek için umut olan CHP’yi bitirmekten başka bir işe yaramaz.

 

Gerçek CHP'liler, Atatürkçüler, ulusalcılar ve CHP’nin çilekeş üyeleri, partiye sahip çıkarak, bu yapılanlara tepki vermelidirler. Hep birlikte Atatürk’ün partisini, Atatürkçü parti yapma yolunda kararlı adımlar atılmalıdır. Bugünkü yönetimi partiden uzaklaştırmak için, ulusal güçlerin el ele çalışması gerekir. Türkiye’yi kurtarmak istiyorsak, önce CHP’yi bu yönetimden kurtarmak gerektiğini unutmamalıyız.

 Azim ve Karar, 15 Mart 2021.

KOD ADI 128

 KOD ADI 128

 



Suay Karaman

 Demokratik ülkelerde iktidarları değiştirecek olaylar, ülkemizde ardı ardına yaşanmaktadır ama gereken örgütlü tepki gösterilemediği için, siyasi iktidar yoluna zafer kazanmış havalarında devam etmektedir. Gündemi aylarca işgal eden “128 Milyar Dolar Nerede?” sorusu, net olarak henüz yanıtlanamamıştır. Siyasi iktidar yetkililerinin yaptığı birbiriyle çelişen açıklamalar, toplumu ikna edemediği gibi, kuşkuları daha da arttırmıştır.

Merkez Bankası’ndan 128 milyar doların hangi tarihlerde, hangi kuruluşlara, hangi yöntemlerle ve hangi kurdan satıldığını açıklamak istemeyenler, tüm şüpheleri üzerlerine çekmektedir. Siyasi iktidarın dövizi belli bir seviyede tutmak için “128 milyar dolarlık döviz sattık, karşılığında Türk Lirası aldık, paralar kasada” açıklamasına bazı vatandaşlar inanıyor olabilir. CHP ise “Merkez Bankası her zaman ne kadar dövizi kaç liradan ve kimlere sattığının tablosunu açıklardı ama bu kez açıklamadı” diyor. Bunun yanında CHP’nin, Merkez Bankası'nın kayıp olduğu iddia edilen 128 milyar dolarlık rezervi hakkında TBMM Genel Kurulu'nda görüşülmesi için verdiği önergenin AKP ve MHP oylarıyla reddedilmesi de, olayın üzerindeki sırların açıklanmasını engellemiştir. 128 milyar dolarlık açıklanamayan kaybın nereye gittiğini sormak bir yurttaşlık görevidir.

 CHP’nin bazı il ve ilçe örgütlerinde “128 Milyar Dolar Nerede?” pankartları asılmıştır. Bir siyasi partinin ülkenin kaynaklarının nerelere harcandığını sorması anayasal hakkı olduğu gibi aynı zamanda toplumun bilgilendirilmesi açısından da önemlidir. CHP’nin “128 Milyar Dolar Nerede?” pankartı asması üzerine Cumhuriyet savcılıkları tarafından ‘AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan'a hakaret’ gerekçesiyle soruşturma açılması ilginçtir. Daha da ilginç olanı ise Cumhuriyet savcılarının, bu 128 milyar doların kaybolmasından AKP genel başkanıyla ilişkili olduğunu düşünmeleridir. Yoksa ortada bizlerin bilmediği bir şeyler mi var?

 Tayyip Erdoğan 21 Nisan 2020 günü yaptığı açıklamada 128 milyar dolar için “bu, vatan haini bir kampanyadır” ifadesini kullanmıştı. Açıklamasında Merkez Bankası dövizlerinin dağılımı için verdiği bilgiler şöyleydi: 30 milyar dolar cari açığın finansmanı için, 31 milyar dolar yabancı sermaye çıkışı, 50 milyar dolar reel sektörün döviz cinsinden borcunu azaltmak için,54 milyar dolar vatandaşın döviz ve altın satın alması tercihleri için. Bunların toplamı 165 milyar dolar ediyor. Her şeye zam gelirken yoksa 128 milyar dolar, 165 milyar dolar mı oldu? Böylece işler daha da karmaşık bir duruma geldi. Sonuç merakla beklenecek.

 Şimdilik 128 milyar doların nerede olduğu bilinmemektedir ama AKP iktidarı ile ülkemizin sorunlarının 128’den fazla olduğu bilinmektedir. Günümüzde büyük boyutlara ulaşan işsizlikle, açlıkla, yoksullukla, sefaletle boğuşan vatandaşlarımızda huzur kalmamıştır; gelecek kaygısı derin boyuta ulaşmıştır. Tarım, hayvancılık, sanayi bitirilmiştir, hukuk yok sayılmaktadır. Demokratik, laik ve bilimsel eğitim, medrese eğitimine dönüştürülmüştür. Terör bitirilemediği gibi, yurt dışına gönderilen askerlerimizden şehit ve yaralı haberleri gelmektedir. Ege adalarımız Yunanistan’ın işgali altındadır, ABD Başkanı soykırım açıklaması yapmıştır ama bütün bunlar cılız tepkilerle geçiştirilmektedir. ABD Dışişleri Bakanı’nın soykırım ifadesi hakkında; “Türkiye’yi suçlamak için değil kurbanları onurlandırmak için söylendi” demesi karşısında bile ses çıkaramayan siyasi iktidar, tükenmiştir. Belediyeler aracılığıyla hizmete özel Gri Pasaportla insan kaçakçılığı yapıldığı da ortaya çıkarılmıştır. Bunlardan başka Ticaret Bakanının kendi şirketi üzerinden kendi bakanlığına ürün satması, parti çalışanlarının aşırı zenginleşmesi, uyuşturucu ile pudra şekeri ilişkileri gibi akıl dışı işler yaşanmaktadır.

 Kaçak saraya ve lükse büyük harcamalara devam eden siyasi iktidar, otoyol ve köprüler için büyük tutarlarda ödeme yapmayı sürdürmektedir. Küresel salgın döneminde ekonomisi ve psikolojisi çöken vatandaşından desteği esirgeyen siyasi iktidarın ülkeyi doğru olarak yönetemediği açıktır. 14 aydan beri koronavirüs salgını ülkemizde hayatı olumsuz etkilemektedir. Yetersiz önlemler, duyarsız insanlar yüzünden artan ölümler “lebaleb kongrelerle” ve cenaze namazlarıyla milletin can güvenliğini riske sokmuştur. Esnafa, çalışanlara destek vermeyen, yeterli aşı getiremeyen, zamanında gerekli önlemleri alamayan siyasi iktidar, ülkemizi küresel salgının yeni merkez üssü konumuna getirmiştir.

 Küresel salgındaki ölümlerin artması üzerine siyasi iktidar 29 Nisan ile 17 Mayıs tarihleri arasında “Tam Kapanma” önerisini getirdi. Böylece uzun süredir gerçek bilim çevrelerinin önerdiği yöntem geç de olsa hayata geçirildi. Ancak İçişleri Bakanlığı’nca yayınlanan genelgeye bakınca, ‘ayrıcalıklar listesi' tam kapanma olmadığını ortaya koydu. Bu ayrıcalıklar listesine göre yaklaşık 20 milyon kişinin işe gitme zorunluluğu bulunmaktaydı. Ayrıca şans oyunları ve at yarışlarının ayrıcalıklar listesinde bulunması da, işi sulandırmaktır. Yabancı ülkelerden gelen turistlere herhangi bir kısıtlama olmaması da anlamsızdır. Tam kapanma sürecinde ‘alkol satış yasağı’ getirilmesi ise rejim değişikliğinin ayak sesidir. Ne yiyeceği düşünülmeyen vatandaşın, ne içeceğine karışmak ‘ileri demokrasiyle’ açıklanamaz.

 30 Nisan günü ailemizin en küçük üyesinin yaşadığı sağlık sorunu nedeniyle Hastaneye gitmek zorunda kaldık. Ankara’da trafik yoğunluğu normal günlerdeki kadar olmasa bile, kesinlikle az değildi, zaman zaman trafik sıkışıklığı bile yaşanıyordu. Otobüsler ve minibüsler “lebaleb kongrelerden” farksızdı, insanlar kendilerini sokaklara atmıştı. Maske, mesafe ve temizliğe dikkat düşük düzeydeydi. Bu şartlar altında güvenlik görevlilerinin araçları ve sokakta yürüyen vatandaşları denetleyebilmesi de zordu.

 Kısaca şunu söylemek gerekir: tam kapanma ülkemizde coşkuyla karşılandı. Milyonlar tatile gitti, halk sokağa döküldü, yaşam aynen devam ediyor. Bu durumda koronavirüs kime bulaşacağını şaşırıyor diyebiliriz. Ekonomik yetersizlikler de ortadayken bu şekilde bir tam kapanmanın çok başarılı olamayacağı görülmektedir. Ancak yine verilerle oynayarak, turizm sezonunu açmak için salgın tablosunun biraz iyileştirilmesi gündeme gelecektir. Sonrası ne olur bilinmez ama yine sonunda “kandırıldık” denebilir.

 Azim ve Karar, 3 Mayıs 2021.

 

 ***

SARIBAL

SARIBAL

 



Suay Karaman

 

   30 Nisan günü Halkın Kurtuluş Partisi, İstanbul İl Örgütü binasına “Soru Bir: Diploma Nerede?” yazılı pankartlar asmıştı. Bunun üzerine Fatih Kaymakamlığı, koronavirüsle mücadele kapsamında pankart asma yasağı getirdi ve pankartların indirilmesi istendi. İzmir’de de asılan aynı pankart için emniyet yetkilileri, bu pankartta birilerine ima yapıldığını söyleyerek, pankartın indirilmesini bildirdi. Ana muhalefet partisi ise pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da sessiz kalmayı tercih etti ama Dersim denince aslan kesiliyor.

 4 Mayıs tarihinde yeni CHP’nin Bursa milletvekili Orhan Sarıbal sosyal medyada “Unutmadık, asla unutmayacağız. Dersim katliamında yitirdiğimiz canları saygıyla anıyorum” söylemiyle bir mesaj yayınladı. Ülkemizin yoğun gündemi içinde böyle bir mesajın anlamı nedir? AKP genel başkanının diplomasını soramayan, sorgulayamayan yeni CHP milletvekilleri, hedef saptırmaktadır. Ülkemizin gündeminin değiştirilmesine aracılık etmektedirler. 24 Nisan günü ABD Başkanı, 1915 Ermeni olayları için ilk kez soykırım ifadesi kullandı. Bu olayı birkaç cümle ile geçiştirenler, emperyalizmin ekmeğine yağ sürenler, konu Dersim olunca tepki vererek, kükremeye başlamışlardır.

 Belgeleri okuyup, gerçekleri öğrenmek yerine kulaktan dolma bilgilerle Dersim olayını öğrenenler, yüzeysel ve anılarla dolu anlatımları gerçek sanarak kafalarına kazımışlardır. Böylece her seferinde Dersim diyerek, bilerek ya da bilmeyerek emperyalizme meze olmaktadırlar. CHP Bursa milletvekilinin sosyal medyadaki paylaşımı için yeni CHP grup başkanvekili ve Manisa milletvekilinin yorumu da ilginçtir: “Biz Dersimli fakir bir ailenin dördüncü çocuğunu genel başkan yaparak Dersimle helalleştik, Dersimle yüzleştik.”

 Genç Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yapılan dış destekli Dersim isyanının başı hain Seyit Rıza’nın sözlerinin de yeni CHP İstanbul milletvekiline ilham kaynağı olduğunu gördük. Atatürk’ün partisi olduklarını söyleyenler, Atatürk’e ve cumhuriyete isyan eden hain Seyit Rıza’nın sözlerinden ilham alıyorlar. Bunları ve benzerlerini Atatürkçü sananların, yurtsever sayanların düzeyi ortadayken, CHP’nin bu duruma düşmesi normal sayılmalıdır. Bilinçsizce ve sorgulamadan oy veren seçmenler, ülkemizin getirildiği durumu gözler önüne sermektedir.

 Demokratik ve laik cumhuriyetimize, özellikle Atatürk’e saldırmak isteyenlerin hedeflerinden biri de Dersimdir. Çünkü emperyalist güçlerin ana hedefi Atatürk’ü silmektir, Atatürk’e duyulan bağlılığı yok etmektir. İşte bu yüzden emperyalizmin kucağındaki yerli işbirlikçiler ara sıra Dersim olaylarını gündeme getirirler. “Yurtta barış dünyada barış” diyen, “zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir” diyen Atatürk'ü insan hayatına son veren bir katliamcı olarak göstermek, en hafif söylemle alçaklıktır.

 Dersim diyenler kesinlikle Atatürk, Türkiye ve Türk düşmanıdır. Bu söylemlerde bulunanlar görevlendirilmiştir ve genel başkanları ‘Dersimli Kemal’ izin vermese bunları söyleyemezler. Kendilerine Kuvayi Milliyeci, Atatürkçü, ulusalcı diyenler, bu kişilere tepki vermediği sürece bu döngü devam edecektir. Yapılan bu saygısızlıklara ve hakaretlere parti içinden de tepki gelmemektedir. 15 Kasım 2017 tarihinde CHP Tunceli il örgütü hain Seyit Rıza’yı anmıştı; o zaman da parti içinden tepki verilmemişti. Genel başkan ‘Dersimli Kemal’e şirin gözükmek için sessiz kalanlar, tepki vermeyenler; milletvekili listelerinde yer bulamayınca akıllarına Atatürkçü oldukları gelmektedir. CHP yok edilirken, ülkemiz bitirilirken, kendi çıkarlarını vatanın çıkarlarından üstün tutanlarla, hiçbir yere varılamayacağı görülmektedir.

 Emperyalizmin kucağına oturarak, tarihle yüzleşmeye yüzü olmayanlar, gerçek Atatürkçülerden tarihle yüzleşmelerini istiyorlar. Kemalist ilke ve devrimleri özümseyenlerin, emperyalizme karşı direnenlerin tarihle yüzleşmelerine gerek yoktur. Dünyayı talan edenlerin, yakıp yıkanların, katliam yapanların ve bunlara destek olan işbirlikçilerinin de tarihle ve kendileriyle yüzleşme zamanıdır. Ülkemizi bu sıkıntılı günlerden kurtarmak için önce CHP’nin kurtarılmasının zorunlu olduğu her olayda bütün açıklığıyla görülmektedir.

 Azim ve Karar, 10 Mayıs 2021.


***

ŞAHİN MENGÜ İÇİN

ŞAHİN MENGÜ İÇİN




Suay Karaman.

4 Nisan 1948 tarihinde Kastamonu İnebolu’da doğan avukat Şahin Mengü, 20 Eylül 2021 tarihinde Ankara’da hayata gözlerini yumdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olan ve serbest avukat olarak çalışan Şahin Mengü, 1994-1996 yılları arasında Ankara Barosu Yönetim Kurulu Üyesi, 2001-2005 yılları arasında Türkiye Barolar Birliği Genel Sekreteri görevlerinde bulunmuştur. 2007-2011 yılları arasında CHP Manisa Milletvekili olarak TBMM’de verimli çalışmalara imza atmıştır.

Atatürk ilke ve devrimlerini, laik ve demokratik sosyal hukuk devletini, her zaman gururla vurguladığı Kemalizm’i yaşamının sonuna dek savunan Şahin Mengü, özü sözü bir, dobra konuşan, ilkelerinden taviz vermeyen nitelikli ve ilkeli bir siyasetçiydi. Böyle bir insanı yitirmenin acısı, herkesi derinden üzdü ve sarstı.

Ergenekon, Balyoz gibi kumpaslar döneminde birçok kişi korkudan sinmişken, Şahin Mengü ilkeli ve dik duruşunu hiç bozmadı, televizyonlara çıkıp yapılanları korkmadan eleştirdi. Kendilerine yeni CHP diyen grubun Atatürkçülükten ve ulusalcılıktan sapması üzerine, yöneticilerle savaşım içine girdi. Ankara İl Örgütü, Şahin Mengü için ihraç kararı verdi. Ancak yanlış maddeden ihraç edildiği için, bu karar Yüksek Disiplin Kurulundan döndü. İlkeli duruşu ve Atatürkçülükten taviz vermemesi, yeni CHP tarafından sevilmedi ama O, hiç aldırış etmeden mücadelesine devam etti.

2015 yılının Ocak ayında bazı eski parlamenterlerin çoğunlukta olduğu bir grupla, yeni CHP’yi kuruluş ilkelerine döndürmek için çalışmalar başlatıldı. Ben de bu grubun içinde çalışarak özellikle Şahin Mengü’yü daha yakından tanıma fırsatı buldum. Her hafta yapılan toplantılardaki coşkusu ve umudu herkesin mücadele azmini kamçılıyordu. 

Hemen hemen her hafta Şahin Mengü ile buluşuyorduk, CHP’nin ve ülkemizin aydınlığa kavuşması için projeler geliştiriyor, umutları tazeliyorduk. 2020 yılının Eylül ayında yine bazı arkadaşlarla bir araya gelerek “CHP Ulusal Birlik Kadro Hareketi” oluşturduk ve sürekli toplantılar yapmaya başladık. Küresel salgın nedeniyle yurt geneline istediğimiz gibi açılamayan hareketimizi, her hafta toplanarak beyin fırtınası şeklinde sürdürdük. Bu Eylül ayından sonra kadro hareketimizi yurt geneline yaymaya karar verdik ancak Şahin Mengü’nün herkesi şaşırtan zamansız ölümü, planlarımızı şimdilik alt üst etti.

“Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan oy almak isteyen siyasilerin yapması gereken, o bölgelerden ağa devşirmek değil, o bölgelerdeki feodal düzeni yıkacağını söylemektir” diyen Şahin Mengü, sorunun özünü açıkça göstermektedir.  “Cumhuriyet Halk Partisi'nde kötülerin zaferi, gerçek Atatürkçüler'in sessiz kalmalarındandır” diyerek, toplumun ses çıkarmasını isteyen ve öncülük eden Şahin Mengü, birlikteki mücadelemizde bizleri yetim bıraktı. Ancak bıraktığı projeleri tamamlamak ve umutlara ulaşmak için mücadele edeceğiz, bu konularda çok çalışmamız gerektiğinin bilincindeyiz.

Kendine özgü üslubuyla ve konuşmasıyla herkesin gönlünde taht kuran Şahin Mengü’ye “Şahin Bey” diyince “beni abi yerine koymuyor musun hoca?” demesindeki o tatlı ve sevecen ifadeyi artık duyamayacak olmamın üzüntüsünü yaşamım boyunca hissedeceğim. Böyle güzel bir insanı yitirmenin acısı unutulur gibi değil ve bizler için çok zor olacağı kesindir.

Başta değerli eşi Figen Mengü ve sevgili çocukları Nevşin ve Burak’a bu büyük acıya karşı direnme gücü diliyorum. Işıklar içinde uyusun hepimizin Şahin Abi’si. Özlediğiniz ve istediğiniz aydınlık Türkiye’yi, Atatürkçü CHP’yi oluşturmak için sizden aldığımız ışıkla var gücümüzle çalışacağımızdan kuşkunuz olmasın değerli Şahin Abi, sizi hiç unutmayacağız. 


Azim ve Karar, 27 Eylül 2021.


***

TERÖR DEVLETİ

                                               TERÖR DEVLETİ

 

 Suay Karaman

 Elli yılı aşkın süredir devam eden Filistin ile İsrail arasındaki çatışmada, her iki taraftan on binlerce insanın yaşamını yitirdiği, yüz binlerce insanın yaralandığı, yaklaşık bir milyon insanın da evlerinden ve yurtlarından sürüldüğü bilinmektedir. Ramazan ayıyla birlikte İsrail polisi Kudüs’teki Şam Kapısı’nda akşamları iftar düzenlenmesini engellemek için bariyerler yerleştirmişti. Filistinliler bu durumu protesto ediyor ve İsrail polisi ile çatışıyordu. 7 Mayıs Cuma akşamı İsrail, işgal altındaki Doğu Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya baskın düzenledi. Camide namaz kılanlara ses bombaları ve plastik mermilerle saldırdı. Gazze ve diğer kentlere de sıçrayan olaylar halen devam etmektedir. İsrail’in havadan ve karadan vurmaya devam ettiği Gazze Şeridi'nde tablo giderek ağırlaşmaktadır.

 

Arap ve Yahudi grupların sert çatışmalarında birçok ölüm ve yaralanma olayı meydana gelmiştir. Geceleri sürekli iki tarafın ateşlediği roketlerin kıvılcımlarıyla İsrail ve Filistin semaları aydınlanmaktadır. Bu durumda iç savaş uyarısı yapan İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin, “Sokaklarımızda savaş patlak verdi. Çoğunluk gördüklerine inanamıyor ve şok yaşadığı için hiçbir şey söyleyemiyor” dedi.

14 Mayıs 1948 tarihinde kurulan İsrail, kurulduğundan beri sürekli Araplarla savaşmış ve her savaştan topraklarını büyüterek çıkmıştır. ABD’nin stratejik müttefiki olan hatta Ortadoğu’daki jandarması kabul edilen İsrail’in, sürekli yeni yerleşim birimleri kurup, Filistin halkını sürmesine ve katletmesine, ABD destek olmaktadır. Çünkü emperyalizm, siyonizmin işbirlikçisidir, destekçisidir.

Son iki yılda dört seçim gören İsrail’de iç siyaset hayli karışık bir durumdadır. Hakkındaki yolsuzluk iddiaları ile gündeme gelen Başbakan Binyamin Netanyahu, bu saldırılarla kendi durumunu unutturarak, iktidarda kalabilmek için yeni ve kanlı bir oyunun peşindedir. Açıkça bir terör devleti görünümündeki İsrail, bu yaptıkları nedeniyle tüm dünyada öfke yaratmıştır ve gelen tepkilere karşın saldırılarına devam etmektedir. Ama İsrail’e yaptırım uygulamak söz konusu değildir çünkü arkasında ABD ve batının desteği bulunmaktadır.

Türkiye’de, siyasi iktidarın desteğiyle Filistinlilerin yaşadıkları karşısında Ankara, İstanbul, Adana, Kayseri başta olmak üzere bazı kentlerde mitingler düzenlendi. Küresel salgın nedeniyle sokağa çıkmanın yasak olduğu günlerde “tekbir” getirerek sokaklara dökülen tarikat artıklarının organizasyonu ilginçtir. Bunlar bir araya toplanırken güvenlik güçleri ne yapmıştır, hatta nerededir gibi sorular da yanıtsızdır. İstanbul’da binlerce kişi Türk ve Filistin bayraklarıyla Beşiktaş'taki İsrail Başkonsolosluğu önünde sloganlar atarak İsrail'e tepkilerini gösterdi. Vatan Caddesi'nde bir araya gelen vatandaşlar, Türk ve Filistin bayrakları asılı araçlarıyla konvoy yaparak İsrail'i protesto etti. “Kahrolsun İsrail” diye sloganlar atılarak, İsrail’in kahrolmadığı bilinmesine karşılık, sadece kendi bindirilmiş kıtaları alanlara çıktı. Ama bu bindirilmiş kıtalar Uygur Türklerine yapılanlara tepki vermedi. Bu bindirilmiş kıtaların, Yunanistan’ın işgal ettiği Ege adalarımız konusunda hiçbir tepki ve eylemi olmadığı gibi söylemi bile yoktur. Siyasi iktidarın ülkemizin sorunlarını unutturmak için Filistin konusunda, küresel salgına karşın bindirilmiş kıtalarını sokaklara döktüğü anlaşılmaktadır.

 

12 Mayıs Çarşamba günü Suudi Arabistan ziyareti sonrasında Dışişleri Bakanının yaptığı açıklama şöyledir: “Hep böyle kınıyoruz ama ümmet adım atmamızı bekliyor. Artık bu tür saldırıların durması gerekiyor. Elbette uluslararası hukuk çerçevesinde Filistinlilerin haklarını korumamız lazım.“ Ümmet sözcüğüyle ne anlatılmak istenmektedir; hangi ümmet nasıl bir adım atmamızı bekliyor? Müslüman Kardeşler mi, Taliban mı, Hizbullah mı, IŞİD mi, HAMAS mı? İsrail’e karşı ümmeti göreve çağırma girişimleri boşunadır, sonuç vermeyeceği bellidir. Ümmet değil ama Türk Milleti bu sorunu barış ile çözmelidir. Eşsiz önderimiz Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesi her zaman geçerliliğini korumaktadır. Günümüzde büyük bir insanlık dramı haline gelen Filistin sorunu, iki devletli şekilde çözülmelidir. Ancak ne yazık ki İsrail’in saldırgan tutumuna karşı şimdilik kısa vadede bir çözüm görünmemektedir.

 

Ülkemizin ovalarını, barajlarını İsrail’e peşkeş çekerseniz, tohumlarınızı İsrail’den alırsanız, savaş uçaklarının teknolojik sistemleri İsrail tarafından yapılırsa, özelleştirme adı altında birçok şirketinizi İsrail’e satarsanız, İsrail ile ticari ilişkileriniz büyük boyutlara ulaşmışken İsrail’e karşı sadece kınama yaparsınız. Bu yüzden İsrail ile ilişkilerinizi donduramazsınız, büyükelçinizi çekemezsiniz çünkü elinizi vermişsiniz, kolunuz onlarda. Üstelik Tayyip Erdoğan’ın 29 Ocak 2004 tarihinde Yahudi Üstün Cesaret Madalyası aldığı düşünülünce, İsrail’e sadece içi boş kınamalar yapılacağı bilinmelidir. İsrail'in yoğun saldırıları karşısında, 14 Mayıs Cuma günü Mescid-i Aksa'da toplanan kalabalığın “Biz buradayız, sen neredesin Erdoğan” sloganı atarak, protesto gösterilerinde bulunduğu da gözlerden kaçmamıştır.

 

Azim ve Karar, 17 Mayıs 2021.

https://azimvekarar.net/suay-karaman/

 ***

 

13 Ekim 2020 Salı

SALGINA SIĞINMAK

SALGINA SIĞINMAK

Suay Karaman  

       26 Ağustos günü Kocatepe’den başlayan Büyük Taarruz, 30 Ağustos günü Başkomutanlık Meydan Savaşı zaferiyle kesin sonuca varınca, emperyalizm 

Dumlupınar’da büyük bir bozguna uğratılmıştı. Ardından İzmir’in kurtarılmasıyla, 300 yıldır dünyayı sömüren emperyalizm ilk kez yenilmişti. 

Yıllardır büyük coşkularla kutladığımız 30 Ağustos Zafer Bayramı, artık sönük ve çekingen kutlamalara sahne olmaktadır.

Bu yıl koronavirüs salgını nedeniyle 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı sokağa çıkma yasağına takıldı. 30 Ağustos için de küresel salgın nedeniyle kutlama yapılması yasaklandı. Ancak verilen kısıtlı izinlerle yurttaşlar Anıtkabir’e ve bulundukları illerdeki Atatürk anıtlarına giderek, saygılarını sundular ve Atatürk’e bağlılıklarını bildirdiler. 

Küresel salgın nedeniyle 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamasına izin verilmezken AKP Genel Başkanı, 31 Ağustos günü selden zarar gören Giresun’a giderek miting yaptı. İnsanlar anonslarla miting alanına çağrıldı. Miting alanında fiziksel mesafe kuralı insanların üst üste, yan yana durmasıyla hiçe sayıldı. 

Bu durumda salgın yayılıyor diyerek milleti sorumlu tutanlar, kendi sorumsuzluğu ile yüzleşmelidirler. 

Benzer uygulama 26 Ağustos tarihinde Malazgirt Meydan Savaşı kutlaması yapılırken de, küresel salgın yok sayılmıştı.

24 Temmuz tarihinde Lozan kutlamaları küresel salgın nedeniyle yasaklanırken, aynı gün Ayasofya’nın yeniden açılması sırasında hilafet yürüyüşü yapan ortaçağ artıklarına izin verildi. İşte bu sürünün yürüyüşü sonrasında bugün ülkemizde koronavirüs salgını iyice artmıştır, insanlarımız ölmektedir. 

Günümüzde küresel salgın bahanesiyle ulusal bayramların kutlanmasına ve Atatürk’ün anılmasına yasak getirenler, kendi siyasi gösterilerini her ortamda yapmaktadırlar.

Amaç Atatürk’le ilgili her şeye son vermek ve laik cumhuriyetle hesaplaşmak olunca, küresel salgın devreye girmektedir. Ama siyasi gösterilerde salgın 

önemsenmemektedir. İşte bu durum, ülkemizde koronavirüs salgınını arttırmıştır. Verilen sayıların gerçeği yansıtmadığını herkes bilmektedir. 

Salgın nedeniyle hastaneler dolmuştur ve vatandaşlar tedavi için evlerine gönderilmektedir, ilaç bulmakta zorlanmaktadır. Sağlık sistemi ile övünerek reklam yapanlar, yine gerçekleri toplumdan gizlemektedir. 

AKP Genel Başkanı 5 Eylül Cumartesi günü İstanbul’da hastane açılışında şunları söyledi: “Artan vaka sayısına rağmen sağlık sistemimiz dimdik ayaktadır. 

Bu hastalıktan korunmanın çaresi bulunana kadar her vatandaşımız kendi tedbirini kendisi uygulayacaktır.” Koronavirüs hastaları, hastanede yer olmadığı için evlerine gönderilmekte, açıkça kaderlerine terk edilmektedir ama sağlık sistemimiz dimdik ayaktaymış. Vatandaşlar kendi önlemlerini kendileri  uygulayacaklar ama siyasi gösterilere katılmak serbest olacak. 1924 yılında Atatürk'ün Sağlık Bakanı Refik Saydam tarafından hizmete açılan ve yıllarca  veremle savaşta büyük hizmetler veren Heybeliada sanatoryumu, 30 Eylül 2005 tarihinde AKP tarafından kapatıldı. Şimdi bu hastanenin ve 200 dönümlük arazisinin “İslami Eğitim Merkezi” kurulmak amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilmesi ile ve bunun gibi daha birçok örnek varken sağlık sisteminin dimdik ayakta durduğu söylenebilir mi? Sağlık sistemi, ranta dönüştürülmüştür.

Siyasi iktidara göre sorun toplumun sağlığı değildir, 30 Ağustos Zafer Bayramı'nı toplumun kutlamasını önlemekti. Kısaca siyasi iktidar, salgına sığındı. 

Bunda da başarılı oldukları söylenebilir ama nereye kadar? 30 Ağustos, bağımsızlığı yok edilmek istenen bir ulusun emperyalizme karşı başarısı nı müjdelemektedir. 98 yıl önce emperyalistlere karşı zafer kazanarak, destan yazan ve ülkemizin kuruluşunda önemli işlevler üstlenen kahramanları saygıyla anıyoruz. Bugün eşsiz liderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e hakaretler yapılsa da, adı unutturmaya çalışılsa da, Türk Milleti’nin kalbinden söküp atılamayacak tır.

Bugün Türk Milleti’nin birliği, Türk Devleti’nin varlığı ve Türk vatanının bütünlüğü tehdit altındadır. Bugün gaflet, delalet ve hatta hıyanet içinde olanlara, 

ulusal bayramlarımızı yasaklayanlara gereken tepkilerin verilmesi bir zorunluluktur. Bugün Atatürk ilke ve devrimlerinde buluşanların, ülkemizin yeni emperyalist kuşatmalardan kurtulması için katkı vermeleri gerekmektedir; bu katkı tarihsel bir sorumluluktur, Atatürk’e olan borcumuzdur.

Azim ve Karar, 7 Eylül 2020.

Suay Karaman  


***

2 Nisan 2020 Perşembe

ANDIMIZ

ANDIMIZ

Suay Karaman.

Henüz büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e karşı açık açık söz söyleyemeyenler, Atatürk’ün devrimci kadrolarını eleştirmektedirler. Bu eleştirilerden sık sık İsmet İnönü payını almaktadır. Siyasi iktidarın temsilcileri daha önce Adalet eski Bakanı Mahmut Esat Bozkurt için çok ağır sözlerle, hakarete varan açıklamalarda bulunmuşlardı.

Bu kez başbakan, partisinin grup toplantısında “Andımız metninin yazarı tartışmalı bir isim olan doktor Reşit Galip'ti. Andımız'ın yazarı, Türkçe ezan zulmünün mimarlarından, Türkçe ezan metninin yazarlarındandı” dedi.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Atatürk’ün yanında yer alan kadrolar için “tartışmalı bir isim” denemez. Bunu diyenler kendi yolsuzluklarının hesabını verememektedirler.  Sayın başbakan için, İstanbul Anakent Belediye Başkanlığı yaptığı döneme ilişkin TBMM Başkanlığı’na ulaşan fezlekelerde “görevi ihmal, zimmet, kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık, resmi evrakta ve kayıtlarında sahtecilik ile cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçlamaları yer almaktadır. Kendi tartışmalı durumlarını unutturmak için, sürekli cumhuriyetin kuruluş dönemine saldırmayı moda haline getirenler, hukukun kendilerine de gerekeceğinin farkında mıdırlar?



Ulusal Andımızda ki “Türk” kelimesinden rahatsızlık duyan emperyalizmin maşaları, yakın bir gelecekte İstiklal Marşımızdan da rahatsızlık duyacaklardır. Çünkü bu insanlar ulusal olan herşeyi yıkmakla görevlendirilmişlerdir. Kısa süren Milli Eğitim Bakanlığı zamanında çok büyük eserler bırakan Reşit Galip için “Türkçe ezan zulmünün mimarlarından, Türkçe ezan metninin yazarlarındandı” demek, halkı anlamadığı dilde ibadete zorlayarak, sürekli uyutup, oy deposu haline getirme mantığının dışa vurumudur.

Ülkeler ibadetlerini kendi resmi dilleri ile yaparken, ülkemizde Arapça’yı kutsal ilan ederek, anlaşılamayan bir dilde ibadet etmek, yıllardır süren karanlığı devam ettirmek anlamına gelmektedir. Reşit Galip doğru olanı yapmış ve ezan kendi dilimizde Türkçe okunmuştur. Ancak karanlıktan beslenen Demokrat Parti iktidarı, 16 Haziran 1950 tarihinde yine Arapça’ya dönüş yapmıştır. Bugün esas zulüm, insanları anlamadığı ve anlamını bilmeden sadece ezberleyerek Arapça ibadete zorlamaktır.

Ulusal Andımızın her kelimesinden rahatsızlık duyarak, andımızı kaldıran siyasi iktidarın önde gelenlerinin asıl amaçları, ulusal bütünlüğümüzü parçalamak ve İslam ümmetinin bir parçası haline getirmektir. Bunun için dinsel anlam taşıyan kıyafetleri ilkokullara kadar yaygınlaştırmak amacındadırlar. Türban takmayı özgürlük sanan sığ kafalar ise bu olanlara sessiz kalmaktadır, sadece seyretmektedir.

Türklükten gocunanlar, Araplara ve Arapça’ya sığınmaktadır. Ulusallıktan kaçınanlar, emperyalizme meze olmaktadır. Laiklikle derdi olanlar, ortaçağın karanlığını istemektedirler. Aydınlıktan korkanlar, Mustafa Kemal Atatürk’e düşmandırlar. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, Anadolu toprakları Mustafa Kemal’in özgürlük ateşiyle aydınlanmaya devam edecektir.

***

16 Kasım 2018 Cuma

DONMAK

DONMAK

Suay Karaman,

Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus işgalinde bulunan Artvin, Kars, Ardahan, Sarıkamış gibi doğu illerimizi geri almak ve Alman İmparatorluğu’na yardım etmek amacıyla 1914 yılının Aralık ayında Sarıkamış Harekâtı yapılmasına karar verildi. Üçüncü Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa, kış mevsiminde harekât yapılamayacağı için taarruzun bahara bırakılmasını tavsiye etti ama dinlenmedi. 18 Aralık 1914 tarihinde Harbiye Nazırı Enver Paşa, orduya taarruz emri verdi ve harekât başladı.

Taarruza katılan birliklerin büyük çoğunluğu Arabistan’dan geri çekilen ve Güneydoğu Anadolu’dan sevk edilenlerdendi. Bu yüzden sıcak iklime alışık olup, teçhizatları yönünden kış koşullarına hazırlıksızdılar. Bunların yanında olumsuz iklim koşulları nedeniyle ikmal ve iaşe hizmetleri de yapılamamaktaydı. Ardı ardına gelen hatalar sonucunda büyük ümitlerle girişilen Sarıkamış Harekâtı üç hafta kadar sürmüş ve büyük kayıplarla sonuçlanmıştı. Kış koşullarında fırtına ile yağan kar, yolları kapatmış, çadırları yıkmış ve hava sıcaklığının sıfırın altında 30 derece olması nedeniyle yaklaşık 60.000 askerin donmasıyla sona eren bu harekât, büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Ancak başarısızlığın sorumluluğunu üstlenen olmamıştı.

Bundan 104 yıl önce Aralık ayında askerlerin donması tabii ki üzücüdür ama o günün koşullarında olağan olarak da görülebilir. Ancak 26 Ekim 2018 tarihinde Tunceli’nin Nazimiye ilçesinde donarak hayatını kaybeden iki askerimiz için hiçbir haklı gerekçe gösterilmesi mümkün değildir. 21. yüzyılda ve sahip olunan tüm olanaklara karşın, iki askerimizin donmasını iyi niyetle açıklama olanağı yoktur.

Eksi 40 dereceye kadar soğuğa dayanan asker kıyafeti, nasıl olur da donarak ölüme yol açabilir? Askerlerin uyku tulumu yok muydu? Bu kıyafetler kimler tarafından ve nasıl test edilmişti? Yüksek teknoloji çağında böyle bir olayın olması son derece düşündürücüdür. Soğuğa karşı bile korunamayan askerlerimizden, terörle hangi koşullarda ve nasıl mücadele etmesi beklenilmektedir?

Türk Ordusu’nu kafesledik” diyenler, sinsi planlarını işletmeye başladılar. Türk askerinin başına çuval geçirerek bu planı uygulamaya koydular. Ardından Ergenekon, Balyoz gibi sahte davalarla, ordumuzun onurunu kırdılar, belini büktüler. Gözbebeğimiz askerlerimizi zehirlediler, yaktılar, kafalarını kestiler, öldürdüler. Yüzlerce şehit verdik ama yas bile ilan etmediler. Toplumu askere karşı kinlendirenler “askeri vesayeti kaldırdık” diyerek, sivil darbe yaptılar.
Bu donma olayı üzerine İYİ Parti Grup Başkanvekili ve Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan, 26 Ekim 2018 tarihinde TBMM’ye araştırma önergesi verdi. Verilen bu önerge AKP oylarıyla reddedildi. MHP ve HDP ise çekimser oy kullandı. Emeklilikte Yaşa Takılanlarla ilgili oylamada, MHP red oyu kullanmıştı. Gerekçesi ise “HDP ile aynı yönde oy vermeyiz” gibi komik bir açıklamaydı. Ancak Tunceli’deki olayla ilgili çekimser kalarak, HDP ile aynı oyu vermiş oldular.
AKP’nin bu önergeye red oyu vermesi anlaşılabilir, büyük olasılıkla asker giysileri işini yandaş bir firmaya vermişlerdir. 

Ancak muhalefetin bu olayda çekimser kalmasını anlamak mümkün değildir. 

Zaten böyle muhalefet olduğu için ekonomik ve siyasi bunalıma neden olan AKP hükümetleri 16 yıldır iktidarda tutulmaktadır.

Askerlerimizin donma olayının sorumluluğunu üstlenen yoktur. Aslında hepimiz askerimizin donma olayının suçluları arasındayız. Çünkü toplumun aklı donmuş, doğru düşünemez, gerçekleri göremez durumundadır. Kendi kişisel çıkarları ve gelecekleri uğruna demokratik ve laik cumhuriyetimize, bölünmez bütünlüğümüze ve kutsal vatanımıza sahip çıkamayan herkes suçludur. Bizleri ne tarih, ne Kuvayi Milliye şehitleri, ne de Mehmetçiklerimiz affetmeyecektir.


İlk Kurşun Gazetesi, 5 Kasım 2018.


29 Ocak 2017 Pazar

HAYIR



HAYIR



12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak halk oylaması yaklaştıkça başbakan, hırçınlaşmaya, tehditler savurmaya, çatacak yer aramaya, söylediği sözlerin ağırlığı altında ezilmeye başladı. Halk oylamasında tarafsız kalacaklarını açıklayan TÜSİAD da başbakanın azarlarından gerekli payı aldı. “Taraf olmayan, bertaraf olur” diyerek, iş adamlarını hizaya getirmek istedi. Halk oylamasında hayır oyu verenlerin, hükümetten yardım için kendilerine gelmemelerini öneren başbakanın, demokratik yönetimi bütün açıklığıyla ortaya çıkmaktadır.

Başbakan 31 Temmuz 2010 tarihinde Hatay’da yaptığı konuşmada şunları söylemişti; “CHP, MHP, BDP, bir kısım medya, YARSAV, terör örgütü hepsi bir araya toplanmışlar. Kime karşı, milletin anayasasına evet diyenlere karşı”. PKK terör örgütünün Kandil’deki sesi Murat Karayılan, terör örgütüyle yakın işbirliği olan Fırat Haber Ajansı’na verdiği demeçte; ”AKP ile Öcalan’ın anlaştığını ve ateşkes kararını bunun için aldıklarını” söyledi. Siyasi iktidar, evet oyu için her yolu denemekte sakınca görmemektedir. Bu durumda terör örgütüyle bir araya toplananlar da deşifre olmuştur.
Başbakan miting alanlarında “boya bakma, soya bak soya” açıklamasında bulunarak, soya soya ülkeyi yönettiklerini anlatmak istemiştir. Başbakan İstanbul Anakent Belediye Başkanlığı yaptığı döneme ilişkin TBMM Başkanlığı’na ulaşan ve dokunulmazlık zırhının kaldırılması istenen fezlekelerde “görevi ihmal, zimmet, kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık, resmi evrakta ve kayıtlarında sahtecilik ile cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçlamalarının hesabının sorulmayacağı günlerin özlemiyle halk oylamasında evet oyu çıkması için çalışmaktadır. 1994 yılında İstanbul Anakent Belediye Başkanı olmasından, milletvekili seçildiği 2003 yılına kadar geçen sekiz yılda kayıtlara alınan 84 suçlamadan yalnızca birinden beraat eden, hakkındaki 20 suçlamadan “Rahşan Ecevit’in affı” ile kurtulan ve diğer 63 suçlamadan ise dokunulmazlık sayesinde şimdilik kurtulan başbakan, bu suçlardan Yüce Divan’a gitmemek için halk oylamasında evet oyu çıkması için çalışmaktadır.

Başbakanın “boya bakma, soya bak soya” özlü sözünden sonra sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun annesinin Ermeni kökenli olduğu üzerine açıklamalar yapılmıştır. Anne tarafı Batum göçmeni Gürcü Yahudi’si ve baba tarafı cumhuriyet öncesi Potamya olarak bilinen Güneysu ilçesinden Rum kökenli olan başbakanın soyu, bu ülkede yaşayan hiç kimse için önemli değildir. CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman, “Abdullah Gül’ün annesi Ermeni kökenlidir” dediğinde kıyameti koparanların bugünkü tutumunu nasıl yorumlamak gerekir? Çıkarlarına uygun olduğu zaman “hepimiz Ermeniyiz” sloganı atanlar, oy avcılığı yaparken “bunun annesi Ermeni” demektedirler.

Kişinin kimden olduğu ya da kimden doğduğu, kökenleri önemli değildir; önemli olan kişinin ne olduğudur. Soy denilince, kişinin soyu değil, soylu davranışı esas alınmalıdır.

1911 yılında Yozgat’ın Akdağmadeni ilçesi Terzili Köyü’nde doğan Kirkor bey, Anadolu’daki büyük kaos döneminde henüz dört yaşındayken babasını kaybetmiştir. Yoksullukla geçen günlerin ardından 25 yaşındayken, Yozgat’ın İğdere Köyü’nden Mahruki hanımla evlenmiş ve 1938 yılında İstanbul’a yerleşmişlerdir. Bir yıl sonra doğan ilk çocukları Agop, yoksul bir aile oldukları için ilkokuldan mezun olduğu yıl gümüş atölyesinde işe başlamıştır. Bir gün sol elinin tamamını prese kaptırmış, ameliyat olarak, sol kolu kesilmiş ve uzun sürede komada kalmıştır. Bir yıl ara verdiği eğitimine devam ederek 1963 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden birincilikle mezun olmuştur. 1964 yılında aynı üniversitenin Dermatoloji Kürsüsüne asistan olarak işe başlayan Agop Kotağyan, başarılı iş yaşamını yurt içi ve yurt dışındaki üniversitelerde ders vererek, araştırmalarda bulunarak geçirmiş ve 21 Kasım 2004 tarihinde Profesör olarak üniversitedeki görevinden emekli olmuştur. Uluslararası tıp dergilerinde üç yüzden fazla makalesi yayınlanmış ve cilt hastalıkları üzerine iki kitap yazmıştır.

Başta ABD, Almanya, Fransa, Kanada olmak üzere birçok ülkenin üniversitelerinden teklifler almış; ”Burada kal, kürsünün başına geç” önerilerini elinin tersiyle geri çevirmiştir. “Ermeni olduğun için dedeni, yoksul olduğun için kolunu kaybettiğin o ülkede ne işin var” diyenlere gülüp geçmiştir. Ve şu yanıtı vermiştir: “Evet doğrudur: ülkemde çok acı çektim. Sefaletin dibinde yaşadım. Doğrudur. Dedemi, çocukluğumu, kolumu kaybettim. Ama yolumu kaybetmedim. Bu ülkede yaşayan milyonlarca insandan hiçbir zaman farklı olmadığımı düşündüm. Bu topraklarda yaşayan tüm insanları kardeşim olarak benimsedim. Bir ülkeyi sevmek demek, bu topraklarda geçirdiğin güzel ve iyi günleri sevmek demek değildir. İyi günde ve kötü günde burada olmak, vatanın yanında kalmak demektir yurt sevgisi.


Yurt sevgisi üzerine soylu davranış gösteren Prof. Dr. Agop Kotağyan’ın (bilinen adıyla, Cildiyeci Kolsuz Agop) verdiği yanıt, Atatürk ulusçuluğunu anlatmaktadır. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk: “Türk ulusu, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş olan Türkiye halkıdır” diyerek, ulusu belirli bir coğrafya üzerinde oturan halkın bütünü olarak kucaklamaktadır.
Ülkemizin soylu yöneticiler tarafından yönetilmesi gerekmektedir. 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak halk oylamasından çıkacak “hayır” oyları, ülkemizin yıllardır hakettiği soylu yönetimi ve yöneticileri bulup çıkarması açısından başlangıç olacaktır. Bu bilinçle tüm yurttaşlarımızın sandık başına giderek oy vermesi en kutsal görevdir. Eğer başbakanı ve iktidarını desteklemiyorsanız, yaptıklarını övmüyorsanız, her istediğine evet demiyorsanız, demokratlığınız, aklınız ve vatan sevginiz tartışılmaya değer niteliktedir.

Böyle mantığı olan insanların hazırladığı anayasa değişikliği, demokrasi ve özgürlük getireceğiz kandırmacası ile, dikta rejimi getirmektedir. Bu anayasa değişikliği basit bir değişiklik değil, rejimin değiştirilmek istendiği gizli bir revizyondur, cumhuriyet hukukunun ve cumhuriyet düzeninin yaşayıp yaşamaması çıkacak sonuca bağlıdır.
Bugün hep birlikte seferberlik içinde cumhuriyetimizi koruma ve kollama görevi bizlere düşmektedir. Dönüştürülmek istenen rejimimize ve cumhuriyetimize sahip çıkmak için 12 Eylül 2010 tarihinde hep birlikte sandık başına giderek, vereceğimiz “hayır” oyları, ülkemizin göreceği aydınlık ve güzel günler adına çok büyük bir anlam taşımaktadır. Siyasi iktidarın sivil darbesinden kurtulmak için, “hayır” oylarımıza ve sandıklarımıza sahip çıkmalıyız..
Pontus Devleti için mücadele topraklarımıza sıçradı


***