Keşke etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Keşke etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ağustos 2019 Salı

Cumhuriyet Dönemi Ayaklanmaları - Apo Pkk Kürtçülük ve Türkiye

Cumhuriyet Dönemi Ayaklanmaları - Apo Pkk Kürtçülük ve Türkiye  
  

Cumhuriyet Dönemi Ayaklanmaları.,
Cem Ersever

    İşgalciler, bütün masabaşı hesapları boşa çıkıp da kısa bir sürede Anadolu'dan geri çekilmek zorunda kalınca, Türkiye Cumhuriyetine karşı LOZAN'da 
çözülemeyen bir çok ihtilaflı konuyu kendi yararlarına sonuçlandırmak için yine tarihi kozları olan KÜRDİSTAN ve Kürtlüğü masaya sürdüler. 

   1925 yılında MUSUL-KERKÜK sorunu diplomatik yollardan çözümlenmeye çalışılırken ŞEYH SAİT AYAKLANMASI patlak verdi. Kısa bir sürede bir çok 
yere yayıldı. Aslında bu ayaklanmanın bir çok toplumsal sebebi vardır. Başlı başına bir araştırma ve inceleme konusudur.

Çerçeve olarak şöyledir; Şeyh Sait ayaklanması her ne hikmetse, Türkiye'nin Musul ve Kerkük üzerindeki haklarından feragat etmesin- den, hatta bu yönlü 
görüşmelerin başlamasından sonra sona erdi. Gerçekte böyle bir hadiseyi basit bir iki cümle ile atlatmak, "şöyle oldu da-böyle oldu" gibi sözlerle geçiştirmek 
doğru değildir. Ama işin özü bu iki basit cümlede yatmaktadır. Bu çerçeve içersinde sorun analiz edildiği taktirde doğru sonuca varılabilir. Şeyh Sait 
ayaklanmasını tarihsel, sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi yönleriyle ve yüzlerce sayfa tutabilecek açıklamalar ile de izah etmek mümkündür. 
Biz bu ayaklanmayı geniş olarak ele almayacağız ama şu kadarını söylemek de zorunludur; 

Osmanlı Devleti ihtişamlı dönemlerinde Anadolu'daki Türk ve Kürt aşiretleri üzerinde devlet olmanın gereği olarak hiçbir maddi külfet getirmemişti. 
Buralarda ne doğru dürüst bir vergi topluyordu ne de halka zorunlu askerliği dayatmıştı. Ancak, ne zaman ki Osmanlı Devleti gerileme dönemine girip 
Avrupa'da, Afrika'da ve Ortadoğu'da büyük sorunlar ile karşı karşıya kaldı işte o zaman öz kaynağına döndü, bir takım düzenlemeler yaparak o zamana kadar 
devletin hiçbir külfetine katlanmamış Anadolu insanına düzenli vergi ve zorunlu askerliği dayattı. Anadolu'daki Kürt isyanlarının dış sebepleri İngiliz, Fransız ve Rus kışkırtmaları ise, iç sebepleri de ZORUNLU ASKERLİK ve VERGİ olayıdır.

O dönemlerde halkın vereceği vergiyi aşiret reisi, ağası, miri belirleyip topluyordu. Askere gidecekleri de bunlar belirliyorlardı. Daha önce halkın 
vergisini kendi cebine atan, halkı kendi askeri gibi kullanan aşiret reisi, ağa veya mir devletin yeni düzenlemeleri üzerine gücünde ve imkanlarında azalma 
gördü, huzursuzluk yaratmaya başladı. 19. Yüzyıl isyanlarının özü bu şekildedir. 

Cumhuriyet dönemi reformlarında ise ağa, aşiret reisi tamamen devreden çıkarak şifadan bir vatandaş durumuna iniyordu, artık tüm imtiyazlarını kaybetmiş oluyordu. Uzun süre İstanbul'da üslenmiş olan ve İngiliz mali pazarlayan komisyoncular el altından "DİNSİZ DEVLET" propagandası ile yeni düzene tepki gösterdiler. Bu komisyoncu kesim gümrük yasası ile imkanlarını ve haksız kazanç yollarını yitirmişlerdi.

İngiliz Hükümetinin işe el koyması ile "ŞERİAT DEVLETİ İSTİYORUZ" propagandasına bir de Kürtlük ve Kürdistan ilave edildi. Fransa ile HATAY meselesi diplomatik zeminlerde konuşulup tartışılırken tamamen Fransa'nın himayesinde oluşturulan "HOYBUN" cemiyeti ŞAM'da kurmuş olduğu karargahında yeni bir Kürt isyanının hazırlıklarını yapıyordu. Kişisel niyetleri, birey, grup düzeyindeki arzu ve istekler ne olursa olsun genel strateji böyle idi. Hiçbir masum çaba, hizmetinde bulunduğu stratejinin niteliğini, genel amacını, asıl hedefini ve sonuçlarını değiştiremez.

Nitekim; HOYBUN Cemiyetinin maddi ve manevi desteğiyle Nuri SAİT liderliğindeki AĞRI İSYANI bu temelde gelişti. Ağrı'nın bilmem hangi köyünden 
olup da isyan içersinde yer alan bir Kürdün elbette ki Fransız çıkarlarıyla ilgisi yoktur. 
Onun isyan içersine çekilmesi apayrı bir dramdır. Ama aynı Kürt objektif olarak genel strateji içinde ve onun hizmetindedir. Hadiselerin bu yönünü görmek 
ve bu temelde yaklaşmak sanırım birçok şeyi gün ışığına çıkaracaktır. Ağrı'da isyanın bastırılmasından sonra bu sefer farklı bir zeminde ve farklı insanlarla 
DERSİM isyanı gündeme getirilmiştir.

Fransızları isyanlar konusunda parça parça da olsa inatçı olmaya iten sebep; Şeyh Sait isyanıyla İngilizlerin Türkiye'den kopardığı büyük tavizlerdi. Üstelik 
HATAY sorunu MUSUL-KERKÜK sorunundan aşağı kalır değildi. Hatay toprakları stratejik yönü bir tarafa neredeyse Ortadoğudaki küçük bir ülkenin toprakları 
kadardı. Şu hususa dikkat etmekte yarar vardır; İngilizlerin desteklediği isyan bölgeleri, liderlikleri, isyan biçimleri farklı; Fransızların desteklediği AĞRI 
isyanı bölgesi, insanları, isyanın liderliği çok daha farklıdır. Aynı şekilde İngilizlerin perde arkasından yönlendirdikleri DERSİM isyanı her şeyi ile 
bambaşka bir yapı arz etmektedir. Bütün isyanlarda destekleyiciler bölgede bir Kürt devleti kurmaktan ziyade Türkiye'yi bu hassas konuda tedirgin etmeyi, 
panik içersine girmesini sağlamayı amaçlamışlardır. Bu nedenle nereyi uygun görüyorlarsa, nerede şartlar ve çelişkiler oluşmuş ise oraya el atıyorlar, işi 
bir bütün olarak ciddiye almıyorlardı. Bir yerde adeta oyun oynuyorlar fakat bu oyunun trajik sonu onları ilgilendirmiyordu.

İlerki bölümlerde bu oyunların senaristleri, yönetmenleri, baş oyuncuları ve figüran konumundaki Kürdün durumu sık sık gözler önüne serilecektir.

Cumhuriyet döneminde birçok küçük mahalli isyan olmuştur. Onlar daha hazin ve daha düşündürücüdür. Bu isyanlar; SASON'da, MUTKİ' de, ERUH'ta, 
PERVARİ'de olmuştur ama muhtevaları üç aşağı beş yukarı hep aynıdır.

Bir zabıta olayı olmuştur, kanun kaçaklarını takibe çıkılmıştır, kanun kaçağı kişi veya kişiler saklanabilmek için çeşitli duygu sömürüleriyle kendi aşiret 
veya kabilesini örtü olarak kullanmıştır, bu nedenlerle takipteki müfrezelere saldırılmıştır, komutanı veya birkaç er şehit edilmiştir. Peşinden çok tabii 
olarak takviye kuvvetler gelmiştir bunun üzerine ilk olaylara katılanlar çevrelerine; "Aman kaçın! Devlet evimizi başımıza yıkacak, hepimizi kurşuna 
dizecek, dağa çıkın karşı koyun!" demiş ve ahali daha ne olup bittiğini anlamadan panik içinde kadın, çocuk, genç, ihtiyar dağa çıkıvermiştir. Bunu 
gören mahalli yöneticiler halk ayaklandı diyerek daha büyük kuvvetlerle onların üzerine gitmişlerdir.

Karşılıklı diyalogsuzluk ve güvensizlik sonucu işler bir anda arap saçına dönüşmüştür. Devam eden güvensizlik ortamında meydana gelen bir yığın çirkin gelişmeler olmuştur. Dağa çıkanlar asker öldürmüştür, asker objektif olarak asi konumundaki halktan insanları öldürmüştür, neticede sulh ve sükun ortamının sağlanması ayları hatta yılları bulmuştur. Bu süre içersinde sürgünler, tutuklamalar doğal olarak söz konusudur. Yıllardır bilinçli bilinçsiz ağızlarda 
sakız edilen "DOĞUDA JANDARMA DİPÇİĞİ" ve "KOMANDO ZULMÜ" nün esprisi burada yatmaktadır.

Doğu ve Güneydoğu insanını çirkin emellerine alet eden güçlerin ve onların bencil uşaklarının Kürt insanına kader olarak hazırladıkları ortam budur. 
Bu durumdan yöneticilerin hiç suçu yok mudur? Elbetteki vardır! Suç; bölge sorunlarının ana esprisini kavrayamayan, bölge ile ilgili bilgilenmede yetersiz 
kalan, bunun için ileriye yönelik kapsamlı bir MİLLİ POLİTİKA geliştirmeyen organlarındır.

Burada yeri gelmişken Türkiye Cumhuriyetinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki fonksiyonuna değinmek istiyoruz; Osmanlı Devleti Milli bir devlet değildi. 

Dolayısıyla hakimiyeti altındaki topraklarda Milli Devlet Politikası yürütmüyordu ancak, Türkiye Cumhuriyeti MİSAK-I MİLLİ sınırları içinde kurulmuş Milli bir Devlettir ve bunun içinde de Ulusal egemenliği yurt sathında tesis etmek durumundadır. Ulusal Egemenlikteki kastımız şudur; bir devlet eğer kendine 
Milli Devlet diyorsa sınırlan içinde kültürel, iktisadi, siyasi ve netice olarak da Askeri egemenliğini tesis etmelidir. Cumhuriyet dönemi boyunca Türkiye 
Cumhuriyetinin Hakkari ilindeki Kültürel Egemenliğinden bahsedilebilir mi? Ana dili ne olursa olsun hatta, ana dilde radyo-TV yayınları ve oku] imkanı olsa 
bile bir Hakkarili kendisini ne kadar Türk vatandaşı saymaktadır. Türkiye Cumhuriyetinin Hakkari'deki ekonomik egemenliği ne kadardır? Türk mali 
sisteminin, ekonomisinin iyi veya kötü durumda olması onu ne kadar ilgilendiriyor? Bir bankanın iflasından veya borsadaki dalgalanmalardan ne kadar etkileniyor? Yine bir Hakkarili kendisini Türk siyasi hayatına ne kadar adapte etmiştir, seçme ve seçilmeyle ne kadar ilgilidir. Hangi partinin iktidar olacağı onu ne kadar ilgilendiriyor, bir aile değil, bir kabile değil bütün bir aşiret neden topyekün bir partiye oy veriyor? Bu sorulara içten ve dürüst bir şekilde 
karşılık verdiğimizde göreceğiz ki; örnek il olarak aldığımız Hakkari'de TC'nin kültürel, siyasi, ekonomik egemenliği tesis edilmemiştir. Dolayısı ile bu ilde 
TC'nin egemenliği şekli ve sözdedir. Bu sorular bölgenin bütün illeri için sorulabilir, bütün Güneydoğu illeri örnek olarak alınabilir.

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren bölgenin özelliği, istismara açık oluşu ve üzerinde oynanan oyunlar dikkate alınarak özel önem verilmesi gerekiyordu. 
Milli Devlet olmanın gereği olarak bu devlet sahası içinde oluşturulmaya çalışılan modern uluslaşmaya tüm unsurların adaptasyonu sağlanmalıydı. 

Ortadoğu gibi bir yerde jeopolitik konumu önemli bir Türkiye'de böylesine hassas bir konuyu elli yıl ertelemek çok büyük bir yanlışlık ve affedilmez 
bir hatadır.

Kürdistan ve Kürtlük meselesi sadece Türkiye'de değil, İran ve Irak' ta da ortaya çıkmıştır. Bu hadiselerin arkasında İngilizler vardır.

İngilizler Türkiye'ye karşı planlarını gizli kapaklı yürütürlerken bu ülkelerde gizliliğe hiç gerek duymamışlar ve olayları tezgahlamışlardır..

Kürt insanı insafsızca kullanılmıştır. Hele bir Şeyh Mahmut BERZENCİ hadisesi vardır ki; İngilizlerin Kürtlere bakış açısını, aşiret reislerinin Kürtleri 
kendi bencil çıkarları için nasıl peşkeş çektiklerini ve nelere layık gördüklerini anlamak için yeterlidir. Bu ibret verici hadise şöyle gelişmiştir: 
Bilindiği gibi Irak, Osmanlılardan sonra İngiliz Manda Yönetimine girmiştir. 
Iraktaki Arap yöneticiler İngiliz egemenliğini azaltmak, kendi otoritelerini genişletmek için bir takım faaliyetler içine girdiklerinde, İngilizler Iraktaki 
Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları kuzey bölgesine hemen adam, para ve silah göndererek Kürt aşiretlerinin dini lideri durumundaki Şeyh Mahmut BERZENCİ ile temasa geçerler. Şeyhe "Hakimiyetin altındaki aşiretlerle sen de pek ala bir emirlik veya krallık kurabilirsin, bu konuda sana her türlü güvenceyi veriyoruz" denir. 
Mahmut BERZENCİ'de bunun üzerine kendisine bağlı aşiretleri Irak yönetimi aleyhine isyana teşvik eder. İsyan başlayıp Araplar zor duruma düşünce bu sefer İngilizler Arap yöneticilere "Eğer manda yönetimini istemezseniz yönetimi şeyh Berzenciye teslim edeceğiz" derler, bunun üzerine Arap yöneticiler bağımsızlık konusunda geri adım atarlar ve İngilizler de kendi piyonları olan Mahmut BERZENCİ'yi yakalayarak Hindistan'da ikamete mecbur ederler. 
Aradan zaman geçiyor ve Arap yöneticiler yeniden bağımsızlık isteklerini dile getiriyorlar. 

Bunun üzerine İngilizler tekrar Şeyhi Hindistan'dan getirip Kuzey Iraktaki aşiretlerin içine salıp tekrar isyana teşvik ediyorlar. Araplar tekrar geri adım 
atıyorlar ve İngilizler Şeyhi tekrar Hindistan'da misafir(!) ediyorlar.

Daha sonra üçüncü sefer Şeyh BERZENCİ'ye isyan bayrağı açtıran İngilizler, bu isyanı bizzat kendileri Birleşik Krallığın hava kuvvetlerini kullanarak 
bastırıyorlar. Bu trajikomik hadise sonucu onbinlerce Kürt ölmüş, bir o kadarının evi başına yıkılmış, bir kısmı da korkudan yıllarca çoluk çocuğu ile 
dağlarda kaya kovuklarında her türlü çağdaş imkandan mahrum yaşamıştır. Sonra ne olmuştur? Sonra; İngilizler bölgeden çekilmiş, bağımsız Irak devleti 
kurulmuş fakat Kürdün kaderi değişmemiştir.

İngilizler aynı senaryoyu 1929 yılında İran-Sovyet dostluğunu parçalamak için İranlı Kürtlerin lideri İsmail SİMKO'yu İran'a karşı ayaklandırmak suretiyle 
tezgahlıyorlar. Şah'ın İngilizlere yanaşması, petrol imtiyazlarını onlara vermesi üzerine isyan bastırılıyor. Netice; yine on binlerce ölü!

Bizce bu olaylarda kabahat, aşiret fertlerinin değil, onbinlerce insanın hayatına malolan ve o insanların toplumsal hayatlarında derin yaralar açan 
senaryoların tertipçileriyle, kendi insanını koyun sürüsü gibi güden ve onları birtakım süfli menfaatler için peşkeş çeken şeyh, ağa ve aşiret reislerinindir.

İkinci Dünya Savaşı sonlarında Sovyetlerin kurduğu MAHABAT KÜRT CUMHURİYETİ'nin kuruluşu ve dağılışı iyi bir incelemeye tabi tutulursa Sovyetler 
Birliğinin de ezilen halkların ve sınıfların savunucusu olduğunu iddia etmesine rağmen, Kürtleri çıkarlarına nasıl alet ettiği çok iyi anlaşılacaktır. 

Ayrıca 1958 yılından 1974 yılına kadar yine Sovyetler Birliğinin özellikle Irak Komünist Partisi ve Irak Hükümetleri aracılığı ile Irak Kürtlerine oynadıkları 
oyunlar tüyler ürperticidir.

Netice olarak; Kürdistan olgusu ve Kürtlük fikri tarihsel ve toplumsal temelleri ne olursa olsun, esas itibariyle 19. yüzyılın başlarında İngiliz, Fransız ve 
Rusların hayatiyet verdiği birer olgu olarak ortaya çıkmış ve bu temelde şekillenmiştir.

Böyle bir izah şekli belki bazı insanları tatmin etmeyebilir ve belki de kızdırabilir, işte o zaman baştan beri sıraladığımız olayın belgeleriyle, 
tanıklarıyla, dürüstçe bilimsel bir tarzda incelenip araştırılması gerekir. 

Böyle yapıldığı takdirde inanıyoruz ki; sonuç yine özetlediğimiz gibi ortaya çıkacaktır. 

Yeter ki ön yargılı ve art niyetli olunmasın.

 http://www.aymavisi.org/guncel/Cumhuriyet%20Donemi%20Ayaklanmalari.html



.

12 Eylül 2018 Çarşamba

Peşmergenin TÜRKİYE ÜZERİNDEN Geçişi bilerek mi 29 Ekim'e getirildi.,



Peşmergenin TÜRKİYE ÜZERİNDEN Geçişi bilerek mi 29 Ekim'e getirildi.,



30.10.2014 01:35 















    Türkiye, Amerika’nın talebi üzerine izin verdiği Peşmergeler'in Habur Sınır Kapısı'ndan giriş yaparak, Kobani'ye geçişi nedeniyle sıkıntı yaşıyor. Peşmerge geçişi sırasında yaşanan görüntüler ve bunun 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'na denk gelmesi Türkiye'de Kürt Sorunu açısından ulus-devlet tepkilerini ateşledi.

Amerika'nın Sesi sitesinden Yıldız Yazıcıoğlu, peşmergenin geçiş zamanına dikkat çeken bir analiz kaleme aldı.

"29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ile ulus-devlet ve bağımsızlığını kutlayan Türkiye'de zamanlama açısından da sabah Peşmerge geçişine izin verilmesi dikkat çekti." diyen Yazıcıoğlu, birçok siyasinin de görüşlerine yer verdi.

Amerika'nın Sesi sitesinde yer alan analiz şöyle:

"Erbil'den karayoluyla Türkiye'de Habur Sınır Kapısı'na ulaşan 80 araçlık Peşmerge konvoyu sabah 6 civarında sınırı geçti. Şırnak'ın Silopi ve Cizre, Mardin'in Nusaybin ve Kızıltepe ilçeleri ardından Şanlıurfa'nın Suruç ilçesi olarak belirlenmiş yol güzergahı boyunca Peşmerge'nin geçişi, Kürtler açısından "varlık gösterme ve birleşme" mesajı nitelediğinde toplumsal gösterilerle gerçekleşti. Habur'dan itibaren Cizre ilçesi girişinde ellerinde PKK bayraklarıyla birlikte Peşmergeler'i karşılayan yerel halkın sevgi gösterileri konvoyun ilerlediği tüm noktalarda devam etti. Ancak Cizre gibi bazı noktalarda polis, PKK bayraklı gruplara biber gazıyla müdahale etti, ama Peşmergeler'in yol güzergahı boyunca karşılanması da sürdü.

Irak'ın kuzeyindeki Kürt Özerk Bölgesi'nin silahlı gücü olan ancak Irak Anayasası uyarınca "iç güvenlikten sorumlu" Peşmergeler'in, Kobani'ye savaşa gitmesi Türkiye'de siyasi tartışmaları alevlendirdi.

MHP'Lİ OĞAN:  ‘ REZALET VE ŞOV ’

MHP Milletvekili Sinan Oğan, Amerika'nın Sesi'ne yaptığı açıklamada, Türkiye'de geçmişte PKK'lıların silah bıraktıkları iddiasıyla Habur Sınır Kapısı'ndan giriş yaptığı günü anımsattı. 'AKP iktidarı nedeniyle Türk tarihine o gün Habur rezaleti diye yazılmıştı. Bugün de ikinci Habur rezaleti yaşanmıştır" diyen Oğan, Türkiye'nin bugün tam anlamıyla bir hakimiyet kaybı yaşadığını söyledi.

Peşmergeler'in Türkiye topraklarından geçişiyle ilgili ne Birleşmiş Milletler kararı ne de NATO kararı bulunmadığına dikkat çeken Oğan, Irak Anayasası uyarınca da Irak Parlamentosu'nda Peşmergeler'in ülke dışına çıkmasıyla ilgili bir karar alınmadığını vurguladı. Oğan, "Bu noktada ne uluslararası hukuk bakımından ne Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ne de tezkere açısından yasal dayanak yoktur. Hukuka aykırı, yasal dayanaktan yoksun bir süreç yaşanmaktadır" dedi.

AKP iktidarı nedeniyle Türkiye'nin “böyle bir rezalete” şahit olduğunu savunan Oğan, "Peşmerge adeta Türkiye'yi yenmiş ve zafer turu atıyor edasıyla Türk topraklarına sokulmuştur. Türkiye'nin hem de 29 Ekim gibi Cumhuriyet Bayramı gibi önemli bir gününe rastlaması da talihsizliktir. MİT kontrolünde askeri geçiş söyleniyorsa bunun asker kontrolünde olması gerekirdi. Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bunun hiçbir tarafında yok. Eğer MİT o gösteri yapan halkın arasına karışmış ise bunu bilmiyoruz ama ortada kontrollü geçmiş gözükmüyor. Tam bir hakimiyet kaybı tam bir başıboşluk gibi Peşmerge güçleri tarafından istila edilmiş gibi bir durum var" diye konuştu.

Türkiye'de vicdanların sızladığını kaydeden Oğan, Peşmerge gücü içerisinde muhtemelen PKK'lıların da bulunduğunu ifade etti. Oğan, "Özgür ve bağımsız devletin topraklarına askeri donanımlı yabancılar zafer işaretleri yaparak giriyor. Devlet gururu ayaklar altına alınmıştır" dedi.

AKP'nin bu geçişe herhangi bir anayasal yetkiyle izin vermediğini söyleyen Oğan, ne Peşmerge ne de Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) tarafından bir devletin temsil edilmediğini belirterek, "Bu kişiler aslında bir dönem Esat’a karşı savaştığı iddia edilen şimdi IŞİD saflarında savaşan kişilerden farklı değildir. Bu kişilerin Türkiye'den geçişine izin vermek kesinlikle yasal değildir. AKP Hükümeti suç işlemektedir" diye konuştu.

HDP'Lİ AYHAN: ‘TÜRKİYE KENDİ BARIŞINA HİZMET ETTİ’

HDP cephesindeki tepkiler ise tamamıyla farklı. Kobani'nin sınır komşusu Suruç ilçesinde Peşmegeler'i bekleyenler arasındaki HDP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Ayhan da Amerika'nın Sesi'nin sorularını yanıtladı. Türkiye'deki tepkilere rağmen Peşmergeler'in geçişiyle Türkiye'nin ulusal Birliği'ne hizmet edildiğini savunan Ayhan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Tepkileri yerinde ve doğru bulmuyoruz. 29 Ekim tarihine denk gelmesi ise tamamıyla tesadüfi. Şimdi aslından Türkiye'de ulusal ortak bir savunma ifade edilmiş oldu. Peşmerge'nin geçişi, Türkiye'deki çözüm sürecine de katkı sağlayacaktır. Biz HDP olarak bunu, Türklerle Kürtler'in ortak birliğini kurmak açısından önemsiyoruz."

Bu noktada, " PKK bayraklarıyla yapılan karşılama gösteriler, Türkiye'nin ulusal birliğine nasıl hizmet edecek?" sorusunu yönelttiğimiz HDP'li Ayhan, "Türkiye ile PKK Arasında hali hazırda yürüyen bir süreç vardır. Bugün Türkiye ile PKK yüz yıllık bir sorunun çözümünü görüşmektedir. Dolayısıyla bu gösteriler farklı noktalara çekmek yanlıştır" dedi.

Türkiye'de öteden beri barışa karşı güçler bulunduğunu kaydeden Ayhan, "Barış sürecine karşı güçler kendilerini Kobani olayı ile iyice ortaya koydu. Ancak biz Türk ve Kürt kardeşliğine savunan bir kesim olduğunu düşünüyoruz. şimdi bu kesimdekilerim daha cesur olmaları gerekiyor" diye konuştu.

Ayhan, Peşmerge gücü içerisinde Kandil'den PKK'lı katılımı olup olmadığı noktasında ise, "Bunlar spekülasyondur. Kobani'nin savunmasını engellemeye çalışan kesimler var. Ancak Türkiye için bizim için tarihi süreçtir. Biz parti olarak birliği esas alan bir süreç olarak düşünüyoruz. Farklı noktalara çekilmemesi lazım. Kobani'nin savunulmasının Türkiye'nin de birlik harcı olduğunu düşünüyoruz. IŞİD'e karşı demokrasi ve barıştan yana olan kesimler birlikte hareket etmelidir" dedi.

Bu arada Peşmerge öncesinde bugün Anadolu Ajansı tarafından 200 Kişilik ÖSO'nun Kobani'ye geçtiği bilgisi paylaşıldı. HDP'li Ayhan ise, önümüzdeki dakikalarda Suruç'a ulaşması beklenen Peşmerge’lerin geceyarısı Kobani'ye geçmiş olacağını söyledi.

https://odatv.com/pesmergenin-gecisi-bilerek-mi-29-ekime-getirildi-3010141200.html

***


Peşmerge'nin Beklediği Destek yolda.,


03.11.2014 21:24 

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Peşmerge Bakanlığı, Kobani’ye ikinci silah ve askeri teçhizat paketi gönderdi. Bakan İsmet Yılmaz yaptığı açıklamada da ikinci grup Peşmerge için talep olmadığını söyledi.

Silahla ve askeri teçhizat, Türkiye üzerinden kara yoluyla Kobani'deki peşmergelere ulaştırılacak.

Rûdaw’a konuşan Peşmerge Bakanlığı yetkililerinden Tuğgeneral Karzan Şaklawayi, Kobani'ye silah ve askeri teçhizat ek paketi gönderildiğini belirterek, silahların Türkiye üzerinden karayoluyla IŞİD’e karşı savaşan "Peşmerge Güçleri ve YPG savaşçılarına" ulaştırılacağını ifade etti.

Bakanlık yetkilisi, Kobani’de bulunan Peşmerge grubunun, şimdiye kadar hedeflenen amaçları gerçekleştirdiğini ve durumlarının iyi olduğunu da belirtti.

Suruç üzerinden Kobani'ye geçen ilk peşmerge grubunun geçişinin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'na denk gelmesi tartışmalara neden olmuştu.

MİLLİ SAVUNMA BAKANI'NDAN AÇIKLAMA.,

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz 100'ün üzerinde Peşmergenin Kobani'ye geçtiğini belirterek, ikinci grup Peşmerge için talep olmadığını söyledi.

***

17 Nisan 2015 Cuma

“Keşke Annen Babana o gece, Olmaz başım ağrıyor diyeydi”




“Keşke Annen Babana o gece, Olmaz başım ağrıyor diyeydi”


 Gürbüz Evren,

“Keşke annen babana o gece, olmaz başım ağrıyor diyeydi”
Her seçimin ardından CHP’nin aldığı sonuçlar üzerinden değerlendirme yapmak, akıl vermek, yol göstermek, kavga, Kurultay, Genel Başkan değişikliği beklemek, AKP medyasının köşe yazarlarında gelenek oldu. İşi gücü bırakmış, “Kılıçdaroğlu gitmeli, bu yenilginin ardından o koltukta oturamaz” türünden yazılar döktürüyorlar.

Neymiş efendim, ülke demokrasisi için güçlü bir muhalefet istiyorlarmış. Sen seçimden önce CHP’yi yerden yere vur. Sonuçlar alınınca da, “Akil adam ve Madam” moduna geç. En büyük rakipleri CHP’nin iyiliğini ve seçim kazanmasını isteyecekler, biz de bunu yutacağız.

AKP iktidara gelmeden önce yazmaya başladığım uyarıları, önerileri, çalışma modellerini, aradan geçen 11 yılda hiç bıkmadan devam ettirdim. Daha çok CHP’li okudukça, bunları birbirlerine söyledikçe, kulaktan kulağa yayıldıkça, bir şeyler değişecek diye düşünüyorum.
Olması gereken şudur; Seçimlerin hemen ertesi günü, parti örgütleri toplanır, sonuçları değerlendirir. Eksikler, hatalar masaya yatırılır. Bir sonra ki seçimin stratejisi üzerinde konuşulmaya ve hazırlıklara başlanır. Kısacası, “Gerçek seçim çalışmaları, seçimlerin hemen ertesi günü başlar” ilkesi hayata geçirilir. Parti örgütleri, çaresizliğin, eşi ile tartışmamak için evde durmayan emeklilerin çay içip sohbet ettiği, parti içi dedikoduların yapıldığı ya da seçimlere kadar kapısı kilitli kalan yerler olmaktan çıkarılmalıdır. Örgütler, Parti üyelerinin evine gidip, çay, kahve içip kek yiyip, çekilen fotoğrafları facebook’ta “Çalışmalarımız, ev ziyaretlerimiz tüm hızıyla sürüyor” cümlesi ile paylaşıp, çalışıyormuş gibi gözükmekten kurtulmalıdır. Gençler de sadece bayrak, afiş asan, miting meydanı süsleyen, etkinliklerde oraya buraya koşturulan kitle olarak görülmekten vazgeçmelidir.
Aman yanlış anlaşılmasın. CHP’nin tüm örgütleri böyle demiyorum. Genelde hâkim olan anlayışı sergiliyorum. Yoksa tanıdığım, ziyaret ettiğim birçok parti örgütü var ki, sınırlı olanaklarla, büyük özveri ile her dönem yürekten çalışıyorlar.
CHP örgütleri parti içinde iktidar olmakla yetinenler ile değil, Türkiye’de iktidarı hedefleyen kadrolarla yola devam etmelidir. CHP, tıpkı kurucusu Mustafa Kemal Atatürk gibi Halkın yanına gitmelidir. Ama ne yazık ki halk sadece partinin ismindedir. Halkın büyük bir kesimi Siyasal İslam’ın hâkimiyet alanında kalmıştır. CHP işte bunun için ısrarla halka gitmelidir. Kılıçdaroğlu’nun insanüstü bir gayret ile halka gitmesi yetmez.
Hep yazıyorum, yine hatırlatacağım. Mustafa kemal, cahilliğin, din simsarlığının, işbirlikçiliğin, umutsuzluğun, yokluğun hâkim olduğu dönemde halka gitti. Yılmış, bıkmış, bunalmış, çaresiz ve kaderine razı olmuş halkın yanına Samsun’dan başlayarak her yerde gitti. Ben Çanakkale kahramanıyım, paşayım, şuyum, buyum demeden gitti. Ben söyleyeyim, emredeyim siz yapın demedi. Hep halkın arasında oldu. O Halka, Halk da Mustafa Kemal’e inandı. İşte bunun içindir ki Partinin adını Cumhuriyet Halk Partisi koydu.
Seçimden 1 gün önce gelen bazı mesajlar halkın yanına gitme konusunu bana bir kez daha düşündürdü. “Sevgili CHP üyesi arkadaşım, 30 Mart seçimleri hayati önem taşımaktadır. Sandığa git ve oyunu kullan” şeklindeki mesajları gönderenleri tanımıyorum. Görsem onlara şunu söylerdim, “Eğer CHP’ye üye isem, zaten oy kullanma sorumluluğum vardır. Adı üstünde üyeyim kardeşim üye. Zamanını ve paranı zaten oy verecek üyelere harcamak yerine, AKP’nin hâkimiyetindeki alanlara gidip, 1-2 kişiyi ikna et.” Ama biliyorum ki, bunu diyeceğim kişilerden, yaptığı işin önemini anlatan uzun nutuklar dinlerdim.
Bu seçimlerde de, tıpkı daha öncekilerde olduğu gibi hile, şaibe, usulsüzlükler yaşandı. Bunlar bilinmedik şeyler değil. Ancak bu kez durum çok farklı. CHP’nin onbinlerce oyu hiç edilmek isteniyor. Ama burada bir sorunu da dile getirmekte fayda var. Ankara’da bizzat gidip gördüğüm birçok sandıkta, sayımların yapıldığı ve tutanakların imzalandığı saatlerde CHP yetkilisi yoktu.
Bunu niye anlatıyorum, çünkü birileri “Üye arkadaşım git oyunu kullan” diye mesaj atıyor, ama diğer taraftan oylara sahip çıkılmasında eksiklikler yaşanıyor. Oysa yıllar önce halkın yanına gidecek, AKP’ye bölgeleri dar edecek çalışmayı başlatmış olsaydık, bugün başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok yerde en az 4-5 puan önde seçimleri kazanır, oyların peşine düşmek zorunda kalmazdık.
AKP’nin 22 Mart’taki Ankara mitinginin ardından 24 Mart’ta Keçiören’deki mitingini de izledim. Alandakilerin düşüncelerini öğrenmeye çalışırken, 70 yaşlarında bir teyzenin söylene söylene, kalabalığı arasında geçmeye çalıştığını gördüm. Yanından geçtiği insanlar sinirlenmiş bir halde teyzenin arkasından bakıyordu. Ne söylüyor diye sorduklarımdan, kadın bunamış yanıtını aldım. Alanın dışına çıkıp, bir sokağa sapan yaşlı kadına yetişip, “Teyzeciğim. Ne söylediğini merak ettim” dedim. “Sen de onlardan mısın” diye sorunca, yemin billah ettim. Tamam, sana inandım dercesine yüzüme baktı. Ardından, aklıma her geldiğinde gülmekten katıldığım şu sözleri söyledi; “40 senedir burada otururum. Bu adamı sevmediğimi her yerde söylerim. Miting alanından geçerken kendimi tutamadım, ‘keşke annen babana o gece, olmaz başım ağrıyor diyeydi de, sen olmayaydın’ diye söyleniyordum.”



http://www.cemresetay.com/2014/04/keske-annen-babana-o-gece-olmaz-basm.html


.