PEŞMERGE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PEŞMERGE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Kasım 2020 Cuma

5 bin PKK lı ve Peşmergeye Terör Eğitimi.

5 bin PKK lı ve Peşmergeye Terör Eğitimi.

 
 
   ABD, 50 yıldır Irak’ı Parçalayıp kukla bir Kürt devleti kurmanın altyapısını yapıyor. Son olarak 1996’da 5 bin peşmerge ve PKK’lı, Guam Adası’nda 
gayrinizami savaş, sabotaj ve istihbarat konusunda eğitildi. Saddam saldırıları bahane edilerek yapılan nakillerde hep  İncirlik Üssü kullanıldı. 
 
PKK ve Peşmerge, CIA-MOSSAD’ın Guam’daki terör kampında eğitildi (Bernard Henry Levy eğitim kampında) 

Türkiye, Irak ve İran’ı İsrail’e bağlı kukla devletçikle parçalama planı uzunca bir geçmişe dayanıyor. 25 Eylül referandumuyla somutlaşan terör devleti senaryosu için ABD onlarca yıldır çalışıyor. Peşmerge ve PKK’lıların, Kuzey Kore’nin füzeyle tehdit ettiği Guam Adası’na götürülüp ABD üssünde eğitilmesi, buna ilişkin birçok örnekten yalnızca biri. Pasifik’te bulunan Guam Adası’nda 5 bin Peşmerge ve PKK’lı terörist, ABD’ye ait Andersen Askeri Üssü’nde özel olarak eğitildi. 1996 yılındaki nakil işlemine ‘Pasifik Sığınağı’ adı verildi. 

GUAM’DA KAMPA GİRDİLER 

Saddam’ın saldırılarından kurtarılma bahanesiyle başlatılan operasyon kapsamında 5 bin Iraklı Kürt, İncirlik Üssü’nden Guam’a götürüldü. 
Nizami-Gayrınizami Harp, Siyaset, İstihbarat, Sabotaj vs gibi konularda yoğun bir eğitimden geçirilen grubun üyeleri, 2003 yılından itibaren 
Irak’a kafileler halinde geri gönderildi. Kuzey Irak’tan Büyük Okyanus’a uzanan organizasyon, Fransa eski Cumhurbaşkanı François Miterand’ın 
eşi Danielle Miterand ve Ortadoğu’nun modern Lawrence’ı olarak bilinen Cezayir doğumlu Siyonist-Yahudi Bernard Henry Levy öncülüğünde gerçekleşti.

Irak’ın kuzey bölgelerinden seçilerek Guam’a taşınan ilk kafilede 2 bin 500 kişi yer aldı. İlk etapta ‘kimliksiz’ durumdaki bu Peşmerge ve PKK’lıların 
sayısı daha sonra MOSSAD ve CIA ortaklığıyla yapılan sevkiyatlarla birlikte 5 bin oldu. ABD’nin Irak işgali sonrası yüzde 85’i yeniden Irak’a dönen 
Peşmerge ve PKK’lıların geri kalan kısmı ise Fransa, Almanya, Danimarka, İngiltere, ABD, Kanada gibi ülkelerde lobi faaliyetleri yürütmek ve Kürt 
Diasporası oluşturma amaçlı Batılı ülkelere yerleştirildi.
 

               Lahor Ceng Talabani - PYD'nin nsiyasi elebaşı Salih Müslim 
                                           SİYONİZMİN KUKLALARI 

 https://image.yenisafak.com/resim/imagecrop/2017/10/06/02/12/resized_52c87-ae12a5bdlahorcengtalabani.jpg

ABD ve Avrupa ülkelerine 1975-1996 arası taşınanlar arasında Kubat Talabani (Celal Talabani’nin oğlu), Lahor Ceng Talabani (Celal Talabani’nin oğlu), 
Mesrur Barzani (Mesut Barzani’nin oğlu), Necmeddin Kerim (Kerkük’ün korsan valisi) gibi isimler bulunuyor. Ayrıca PKK üst yönetimi arasında ve Peşmerge 
komutanları arasında yine Batılılar tarafından özel eğitilen birçok isim var. ABD’nin 1996’da Guam’a götürdüğü militanlardan 1500’ü daha 
sonra PKK saflarına döndü. Kandil’den Suriye’de PYD, İran’da ise PJAK’a gönderilen birçok üst düzey terör örgütü yöneticisi de yine Guam’da özel olarak 
eğitilen militanlar arasından seçildi. 

Suriye’de ABD işbirliğiyle ülkenin kuzey ve doğusunda birçok bölgeyi işgal eden Suriye PKK’sı PYD’ye komuta eden Redur Halil, Zuhat Kobani, Hüseyin Koçer 
gibi isimler de 1996 aynı eğitim sürecinden geçen teröristler arasında. Ayrıca Sincar, Kamışlı, Afrin, Ayn el-Arab sözde kanton yönetiminde yönetici 
sıfatı taşıyan PKK’lıların da önemli bir kısmı yine Guam’da eğitildi. 

Kubat Talabani 



Mesrur Barzani 

PYD’NİN BAŞI DA OKYANUSTAN GELDİ 

ABD’nin Suriye işgalini meşrulaştırmak için ürettiği Demokratik Suriye Güçleri isimli tabela örgütün komutanlığına getirilen Mazlum Kobane kod adlı 
terörist Abdi Ferhad Şahin de Guam Adası’nda MOSSAD ve CIA tarafından eğitilenlerden. Türkiye'nin kırmızı bültenle aradığı Şahin, TSK'nın Sincar ve 
Karaçok'u bombardımanı sonrası ABD’li üst düzey komutanlarla poz vermişti. Şahin, Pentagon tarafından Suriye’de ‘birincil muhatap’ olarak görülüyor. 

PYD elebaşısı aynı zamanda ABD Başkanı Trump tarafından Suriye’ye sömürge valisi olarak atanan Brett McGurk’ın da en yoğun görüştüğü kişi. 
Terör örgütü üyelerine suikast, sabotaj, bomba ve istihbarat eğitimlerinin verildiği Guam Adası'ndaki Andersen Hava Üssü. 


12 Eylül 2018 Çarşamba

Peşmergenin TÜRKİYE ÜZERİNDEN Geçişi bilerek mi 29 Ekim'e getirildi.,



Peşmergenin TÜRKİYE ÜZERİNDEN Geçişi bilerek mi 29 Ekim'e getirildi.,



30.10.2014 01:35 















    Türkiye, Amerika’nın talebi üzerine izin verdiği Peşmergeler'in Habur Sınır Kapısı'ndan giriş yaparak, Kobani'ye geçişi nedeniyle sıkıntı yaşıyor. Peşmerge geçişi sırasında yaşanan görüntüler ve bunun 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'na denk gelmesi Türkiye'de Kürt Sorunu açısından ulus-devlet tepkilerini ateşledi.

Amerika'nın Sesi sitesinden Yıldız Yazıcıoğlu, peşmergenin geçiş zamanına dikkat çeken bir analiz kaleme aldı.

"29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ile ulus-devlet ve bağımsızlığını kutlayan Türkiye'de zamanlama açısından da sabah Peşmerge geçişine izin verilmesi dikkat çekti." diyen Yazıcıoğlu, birçok siyasinin de görüşlerine yer verdi.

Amerika'nın Sesi sitesinde yer alan analiz şöyle:

"Erbil'den karayoluyla Türkiye'de Habur Sınır Kapısı'na ulaşan 80 araçlık Peşmerge konvoyu sabah 6 civarında sınırı geçti. Şırnak'ın Silopi ve Cizre, Mardin'in Nusaybin ve Kızıltepe ilçeleri ardından Şanlıurfa'nın Suruç ilçesi olarak belirlenmiş yol güzergahı boyunca Peşmerge'nin geçişi, Kürtler açısından "varlık gösterme ve birleşme" mesajı nitelediğinde toplumsal gösterilerle gerçekleşti. Habur'dan itibaren Cizre ilçesi girişinde ellerinde PKK bayraklarıyla birlikte Peşmergeler'i karşılayan yerel halkın sevgi gösterileri konvoyun ilerlediği tüm noktalarda devam etti. Ancak Cizre gibi bazı noktalarda polis, PKK bayraklı gruplara biber gazıyla müdahale etti, ama Peşmergeler'in yol güzergahı boyunca karşılanması da sürdü.

Irak'ın kuzeyindeki Kürt Özerk Bölgesi'nin silahlı gücü olan ancak Irak Anayasası uyarınca "iç güvenlikten sorumlu" Peşmergeler'in, Kobani'ye savaşa gitmesi Türkiye'de siyasi tartışmaları alevlendirdi.

MHP'Lİ OĞAN:  ‘ REZALET VE ŞOV ’

MHP Milletvekili Sinan Oğan, Amerika'nın Sesi'ne yaptığı açıklamada, Türkiye'de geçmişte PKK'lıların silah bıraktıkları iddiasıyla Habur Sınır Kapısı'ndan giriş yaptığı günü anımsattı. 'AKP iktidarı nedeniyle Türk tarihine o gün Habur rezaleti diye yazılmıştı. Bugün de ikinci Habur rezaleti yaşanmıştır" diyen Oğan, Türkiye'nin bugün tam anlamıyla bir hakimiyet kaybı yaşadığını söyledi.

Peşmergeler'in Türkiye topraklarından geçişiyle ilgili ne Birleşmiş Milletler kararı ne de NATO kararı bulunmadığına dikkat çeken Oğan, Irak Anayasası uyarınca da Irak Parlamentosu'nda Peşmergeler'in ülke dışına çıkmasıyla ilgili bir karar alınmadığını vurguladı. Oğan, "Bu noktada ne uluslararası hukuk bakımından ne Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ne de tezkere açısından yasal dayanak yoktur. Hukuka aykırı, yasal dayanaktan yoksun bir süreç yaşanmaktadır" dedi.

AKP iktidarı nedeniyle Türkiye'nin “böyle bir rezalete” şahit olduğunu savunan Oğan, "Peşmerge adeta Türkiye'yi yenmiş ve zafer turu atıyor edasıyla Türk topraklarına sokulmuştur. Türkiye'nin hem de 29 Ekim gibi Cumhuriyet Bayramı gibi önemli bir gününe rastlaması da talihsizliktir. MİT kontrolünde askeri geçiş söyleniyorsa bunun asker kontrolünde olması gerekirdi. Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bunun hiçbir tarafında yok. Eğer MİT o gösteri yapan halkın arasına karışmış ise bunu bilmiyoruz ama ortada kontrollü geçmiş gözükmüyor. Tam bir hakimiyet kaybı tam bir başıboşluk gibi Peşmerge güçleri tarafından istila edilmiş gibi bir durum var" diye konuştu.

Türkiye'de vicdanların sızladığını kaydeden Oğan, Peşmerge gücü içerisinde muhtemelen PKK'lıların da bulunduğunu ifade etti. Oğan, "Özgür ve bağımsız devletin topraklarına askeri donanımlı yabancılar zafer işaretleri yaparak giriyor. Devlet gururu ayaklar altına alınmıştır" dedi.

AKP'nin bu geçişe herhangi bir anayasal yetkiyle izin vermediğini söyleyen Oğan, ne Peşmerge ne de Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) tarafından bir devletin temsil edilmediğini belirterek, "Bu kişiler aslında bir dönem Esat’a karşı savaştığı iddia edilen şimdi IŞİD saflarında savaşan kişilerden farklı değildir. Bu kişilerin Türkiye'den geçişine izin vermek kesinlikle yasal değildir. AKP Hükümeti suç işlemektedir" diye konuştu.

HDP'Lİ AYHAN: ‘TÜRKİYE KENDİ BARIŞINA HİZMET ETTİ’

HDP cephesindeki tepkiler ise tamamıyla farklı. Kobani'nin sınır komşusu Suruç ilçesinde Peşmegeler'i bekleyenler arasındaki HDP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Ayhan da Amerika'nın Sesi'nin sorularını yanıtladı. Türkiye'deki tepkilere rağmen Peşmergeler'in geçişiyle Türkiye'nin ulusal Birliği'ne hizmet edildiğini savunan Ayhan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Tepkileri yerinde ve doğru bulmuyoruz. 29 Ekim tarihine denk gelmesi ise tamamıyla tesadüfi. Şimdi aslından Türkiye'de ulusal ortak bir savunma ifade edilmiş oldu. Peşmerge'nin geçişi, Türkiye'deki çözüm sürecine de katkı sağlayacaktır. Biz HDP olarak bunu, Türklerle Kürtler'in ortak birliğini kurmak açısından önemsiyoruz."

Bu noktada, " PKK bayraklarıyla yapılan karşılama gösteriler, Türkiye'nin ulusal birliğine nasıl hizmet edecek?" sorusunu yönelttiğimiz HDP'li Ayhan, "Türkiye ile PKK Arasında hali hazırda yürüyen bir süreç vardır. Bugün Türkiye ile PKK yüz yıllık bir sorunun çözümünü görüşmektedir. Dolayısıyla bu gösteriler farklı noktalara çekmek yanlıştır" dedi.

Türkiye'de öteden beri barışa karşı güçler bulunduğunu kaydeden Ayhan, "Barış sürecine karşı güçler kendilerini Kobani olayı ile iyice ortaya koydu. Ancak biz Türk ve Kürt kardeşliğine savunan bir kesim olduğunu düşünüyoruz. şimdi bu kesimdekilerim daha cesur olmaları gerekiyor" diye konuştu.

Ayhan, Peşmerge gücü içerisinde Kandil'den PKK'lı katılımı olup olmadığı noktasında ise, "Bunlar spekülasyondur. Kobani'nin savunmasını engellemeye çalışan kesimler var. Ancak Türkiye için bizim için tarihi süreçtir. Biz parti olarak birliği esas alan bir süreç olarak düşünüyoruz. Farklı noktalara çekilmemesi lazım. Kobani'nin savunulmasının Türkiye'nin de birlik harcı olduğunu düşünüyoruz. IŞİD'e karşı demokrasi ve barıştan yana olan kesimler birlikte hareket etmelidir" dedi.

Bu arada Peşmerge öncesinde bugün Anadolu Ajansı tarafından 200 Kişilik ÖSO'nun Kobani'ye geçtiği bilgisi paylaşıldı. HDP'li Ayhan ise, önümüzdeki dakikalarda Suruç'a ulaşması beklenen Peşmerge’lerin geceyarısı Kobani'ye geçmiş olacağını söyledi.

https://odatv.com/pesmergenin-gecisi-bilerek-mi-29-ekime-getirildi-3010141200.html

***


Peşmerge'nin Beklediği Destek yolda.,


03.11.2014 21:24 

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Peşmerge Bakanlığı, Kobani’ye ikinci silah ve askeri teçhizat paketi gönderdi. Bakan İsmet Yılmaz yaptığı açıklamada da ikinci grup Peşmerge için talep olmadığını söyledi.

Silahla ve askeri teçhizat, Türkiye üzerinden kara yoluyla Kobani'deki peşmergelere ulaştırılacak.

Rûdaw’a konuşan Peşmerge Bakanlığı yetkililerinden Tuğgeneral Karzan Şaklawayi, Kobani'ye silah ve askeri teçhizat ek paketi gönderildiğini belirterek, silahların Türkiye üzerinden karayoluyla IŞİD’e karşı savaşan "Peşmerge Güçleri ve YPG savaşçılarına" ulaştırılacağını ifade etti.

Bakanlık yetkilisi, Kobani’de bulunan Peşmerge grubunun, şimdiye kadar hedeflenen amaçları gerçekleştirdiğini ve durumlarının iyi olduğunu da belirtti.

Suruç üzerinden Kobani'ye geçen ilk peşmerge grubunun geçişinin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'na denk gelmesi tartışmalara neden olmuştu.

MİLLİ SAVUNMA BAKANI'NDAN AÇIKLAMA.,

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz 100'ün üzerinde Peşmergenin Kobani'ye geçtiğini belirterek, ikinci grup Peşmerge için talep olmadığını söyledi.

***

Peşmergenin Geçişi Anayasal Suçtur.

Peşmergenin TÜRKİYE ÜZERİNDEN Geçişi Anayasal Suçtur.,

Yusuf Halaçoğlu,
24 Ekim 2014 Cuma 18:50














Peşmergenin Geçişi Anayasal Suçtur.,

Halaçoğlu: 'Peşmergenin geçişi anayasal suçtur' MHP Grup Başkan Vekili ve Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu, Peşmergenin Türkiye üzerinden 
geçirilecek olmasının anayasal suç oludğunu söyledi. 


Halaçoğlu, düzenlediği basın toplantısında, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. MHP Grup Başkan Vekili Yusuf Halaçoğlu, “Özellikle Güneydoğu’da, Suriye ve Irak bölgesinde Türkiye’nin sıkıntıları var. Kobani’yi bahane ederek 35 ilde meydana gelen olaylarda bin 113 binanın, kan merkezlerinin ve okullarının yakılıp yıkıldığı belirlendi. Bin 177 araç yakıldı. 6-10 ekim arasında meydana gelen olaylarda 32 vatandaş hayatını kaybetmişti, sayı 47’ye çıktı. Basına da yansımayan olaylar var” dedi. Halaçoğlu, hükümetin şantajla karşı karşıya olduğunu belirterek, “3 PKK’lı öldürüldü. 

Ciddi çatışmalar var ama politika icabı hükümet akil insanları çağıran ve çözüm sürecinin provokatörlere rağmen süren bir politika takip ediyor. 

Provokatör dedikleri doğrudan doğruya PKK’dan başka bir şey değil. Ayaklanma provalarının temelinde KCK yatıyor. Bu KCK çözüm süreci çerçevesinde 
serbest bırakıldı. Hükümet şantajla karşı karşıya. Öcalan’ın 15 Ekim’e kadar süre verdiğini biliyorsunuz. Çözüm süreci adı altında sekreterya verecekler. 

Öcalan’ın şartlarının iyileştirilmesinden söz ediliyor. Ömür boyu hapse mahkum olmuş ve 40 bin kişinin katili olan bir kişinin bu pozisyona gelmesi hükümetin 
yaptığı yanlış politikalarının göstergesi olarak önümüze çıkmıştır” diye konuştu. Halaçoğlu açıklamasında şu ifadelere yer verdi: “Yapılan yanlış hareketin 
ortadan kaldırılması gerekirken devam edilmesi hayret verici. Kobani meselesi ön plana çıkarılarak yapılan ayaklanmada, buna karşılık olmak üzere güvenlik 
paketi ortaya sunuluyor. Bu paketlerde MHP’nin tasvip ettiği konular ve tasvip etmediği konular var. İnsanların mallarını yağmalayan konularda cezaların 
artırılması taraftarıyız. Daha da ağırlaştırılmalı. Caydırıcılık unsuru olacak bir cezanın ortaya getirilmesi lazım. Masum insanların hak ve hukukunu gözetmeden onları da gözaltına alabilecek bir hareketi kabul etmek mümkün değildir. Polis devletine gidecek bir Türkiye’yi kabul etmek mümkün değil. Hükümetin ileri demokrasi dediği bu olsa gerek. İnsanların mülklerine sahip olmaları en tabii hakkıdır. Hükümet bu gibi konularda hukuku hiçe sayan bir tavır sergiliyor. 

Anlaşılan 12 yıl hareket ettiği paralel yapıyı cezalandırmak istiyor. Kim kanunlara aykırı davranıyorsa hukuk çerçevesinde hakkından gelmek gerekir. 
Polis devleti ile mücadele edemezsiniz. Adil bir hukuk sistemini muhakkak getirmeniz lazım. Siyaseten HSYK üyelerinin nasıl seçileceği gibi birtakım 
yanlış politikalar içine düşmüştür. Hukuka da siyaset bulaştırılmıştır. Hukuk herkes için gerekir. Ülkelerin ayakta kalmasının en önemli direği siyaset 
üstü bir hukuk sistemi kurmaktır. Aksini yaptığınız takdirde o devleti ayakta tutamazsınız. Maalesef bu konuda büyük bir sıkıntı yaşanmıştır. 

Hükümet yanlısı ve paralel yanlısı diye alternatifli bir seçim yapılmıştır. Seçilen hakimlerimizin illaki tarafgir olduklarını düşünmüyorum ama siyasete alet ettiğiniz takdirde bu hakimler ne kadar adil karar verecek olursa olsun birçok kesim siyaseten karar verdiğine inanacaktır. Hakimler ve hukuk adamlarımız da siyasete alet edilmesinden nasibini alacaklardır." "Ağustos 28’de Cumhurbaşkanının yemininden itibaren yeni bir hükümet yapılanması 
meydana gelmiştir" diyen Halaçoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olmuştur. Bu tarihten itibaren partiler üstü bir  konumda bulunması gerekirken Meclis'e hangi kanunların gelip gelmeyeceğine karar veren bir tavır takınıyor. Cumhurbaşkanları Meclis'e gelmeden önce tavır takınmazlar. Bu iş Başbakana aittir. Başbakan bu konularda sessiz kalmaktadır. Son derece hatalı ve yanlış bir yönetim biçimi sergilenmektedir. 












Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında yapılan değerlendirmelerde tenakuz söz konusu. 
Bir saat önce Peşmergelerin Türkiye’ye girmeyeceğini söyleyen 
Cumhurbaşkanı, bir saat sonra Obama ile görüştüğünü ve Peşmergelerin Türkiye’den geçeceğini ve bununla ilgili olarak da Obama’ya teklifte bulunduğunu söylüyor. 

Kobani ABD’nin sınırlarında değil, ‘Peşmergelerin Türkiye’den geçmesini teklif ettim’ derken, ABD’deki peşmergelerin Kobani’ye geçmeleri için Obama ile bilgi alışverişi yapmış pozisyonunda olmuyor. Türkiye’nin sınırlarında olan bir bölgeden Obama’ya nasıl teklif götürüyor? Obama mı karar veriyor buna? Eğer Cumhurbaşkanının söylediğine bakacak olursak. Ama diğer taraftan Cumhurbaşkanı PYD’ye yardımın PKK’ya yardım olduğunu söylüyor. 
ABD’nin de bölgeye silah yardımı yapmasını tenkit ediyor. Ama diğer taraftan da Peşmergelerin geçişine teklifte bulunduğunu söylüyor. O zaman Peşmerge 
kime yardıma gidiyor? PYD’ye yardıma gidiyor. PYD’ye yardım hani PKK’ya yardımdı? O zaman Cumhurbaşkanı PYD’ye yardım ile PKK’ya yardımı sürdürüyor. 
Kimin ne yaptığı belli değil, hükümet burada da dış politikada da eline yüzüne bulaştırdı her şeyi. Bu pozisyonda Türkiye’nin ne yapacağını bilmez hale geldi. 
Peşmergelerin Türkiye üzerinden geçmesi anayasal suçtur, anayasal suç işleniyor. Hükümetin böyle bir yetkisi yok. Hükümet kanunlara ve hukuka saygısızlık göstermektedir. Peşmergelerin istediğiniz zaman listesini alın oraya siz teslim edin. Bunlar kaydı olmayan silahlarla gidiyorlar. Silahlarının hangisini orada bırakıp bozuk silahla dönüp dönmediğini bilemezsiniz. Yarın bu silahlarla PYD ve PKK Türkiye’nin karşısına çıkacaktır. Burada da hükümet yanlış bir politika izliyor. ABD yukarıdan PYD’ye silah attı. Onun karşısında PYD’yi meşru hale getirdi. PYD meşru olursa PKK da meşru oluyor. İster istemez Türkiye 
Peşmergelerin geçmesine izin verdi. Irak’tan sonra Suriye'de de bağımsız Kürdistan ve Akdeniz'e uzanan bir yapılanma var. Bunun arkası Türkiye’dir. Sayın başbakan, 'İnce bir satranç oyunu oynamaktayız' dedi ama veziri, kalesi ve atı oyun dışında kalmış. Kaybetmeye mahkumsunuz. Yarın ‘şah-mat’ derler size. Tezkere sırasında Suriye'de güvenli bölge oluşturulmasını istediklerini belirten Halaçoğlu, 



   " Türkiye’nin yapacağı tek bir yol kaldı, onu zamanında yapsalardı  belki bu duruma düşmeyeceklerdi. Türkmenleri silahlandırmadılar. PKK ve PYD gibi bir örgüt değil IŞİD, öylesine rastgele bir toplanmış örgüt değil. 
Temelini Irak eski ordusunun oluşturduğu bir örgüttür. Bunlar Katar’dan ve Suudi Arabistan’dan maddi destek alıyorlar. Oynanan oyun tek taraflı değil. 
Satranç oyunu bu bölgede çok ciddi bir şekilde oynanıyor. Tezkere sırasında Suriye’de güvenli bölge oluşturulmasını istemiştik. Bugün Suriye’den Türkiye’ye sığınmış 1 milyon 800 bin insan var. Birçoğunun nerede olduğu belli değil. Çözüm sürecinin bittiğini herkes biliyor, hükümet de biliyor. Olayları KCK’nın organize ettiğini herkes biliyor. 

Biz MHP olarak hiçbir zaman ülkücü gençliğin sokağa çıkarılmasını kabul etmiyoruz. Genel Başkanımızın da kesin talimatı var. 

Sokağa çıkmak, Türkiye’yi parçalamak ve Türkiye’de kan gövdeyi götürecek bir ortam sağlamak demektir. Devletin polisi ve askeri gücü, bu bozguncuların üstesinden gelmek zorundadır. Bunun için vardır onlar. Bugün Türkiye’de kaç kişi Türkiye’nin huzur içinde olduğunu iddia edebilir? Kaç kişi, 'Ekonomik sıkıntı içinde değilim' diyebilir. Her birimiz şu an 7-8 bin dolar borçluyuz. Türkiye’nin borçları 580 milyar dolara ulaştı. Bu önümüzdeki yıl ödeyeceğimiz borç 150 milyar dolarlar civarındadır. Bunu nasıl karşılayacaksınız?" şeklinde konuştu. 













"Önümüzdeki seçimlerde Türkiye’yi bu hale getiren iktidardan Türkiye’nin kurtulacağını düşünüyoruz" diyen Halaçoğlu, "Doğu’da korucular enselerinden vurularak şehit ediliyorlar. Artık o bölgelerde asayiş kalmamıştır. 

Asker taş yağmuruna tutuluyor. Artık öylesine rahat hareket eder hale geldiler ki, bunu gidip orada görmek lazım. Söylediklerim, olanların yüzde 50’sini 
oluşturuyor. İş yerlerinden haraç topluyorlar. Birçok okulda eğitim yapılamıyor. Bütün bunları göz önüne alarak diyorum ki Allah sonumuzu hayır getirsin" 
ifadelerini kullandı. Sultan Alparslan’ın mezarının yeri konusunda sorulan bir soruya ise Yusuf Halaçoğlu, “Savunma Bakanı İsmet Yılmaz Bey, Kültür Bakanlığı Müsteşarı idi. Onun döneminde birlikte Türkmenistan’a gittik. Ben daha önceden bununla ilgili olarak çalışmalar yapmıştım. Mezarın yerini yüzde 99 derecesinde tespit etmiş durumdayım. Şimdiki Cumhurbaşkanı Başbakan iken, Alparslan’ın mezar yerini bulduğunu söylemişti ve türbe yapacağını söylemişti. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, ‘5 yerde arıyoruz, henüz bulmadık’ demişti. Anladım ki bunu siyaseten kullanacaklardı. Gelip benden bununla ilgili herhangi bir şey istemediler. Türbe yapacaklarmış. Türbenin nasıl olacağına dair resim olmadığı için türbe yapamazlar. Bunu siyaseten kullanacaklarını düşündüğüm için söylemedim. Yerini tespit etmiş bir ilim adamına gelinir, MHP’ye girdim diye ilmi sıfatımı yitirmiş değilim, gerekli bilgi alınır, komisyon içinde yer alır ve yapılır. Demek ki bunu siyaseten yapacaklar” cevabını verdi.


Gazete2023

http://www.gazete2023.com/siyaset/halacoglu-pesmergenin-gecisi-anayasal-suctur-h23367.html



21 Şubat 2017 Salı

ABD'nin YPG'yi Silahlandırma Kararı ve Türkiye'nin Peşmerge Manevrası



ABD'nin YPG'yi Silahlandırma Kararı ve Türkiye'nin Peşmerge Manevrası




GÖNÜL TOL

Türkiye açısından PYD'ye yardımın Peşmerge üzerinden yapılması iki nedenle daha az riskli: Türkiye'nin Barzani ile son yıllarda kurduğu yakın işbirliğini göz önüne aldığımızda hükümet için bunu iç siyasette satmak daha kolay. İkincisi, Ankara Peşmerge üzerinden yardım ederek PYD'nin uzun vadede elini güçlendirmeyeceğini düşünüyor olabilir.
Geçtiğimiz hafta ABD'nin, PKK’ya yakınlığı ile bilinen YPG'ye silah desteği vereceği iddiaları gündeme gelmiş, bunun üzerine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Böyle bir girişimi desteklemeyeceklerini” söylemiş ve eklemişti: " PYD şu anda bizim için PKK ile eştir, o da bir terör örgütüdür. Bir terör örgütüne kalkıp da bize dost olan NATO'da beraber olduğumuz Amerika'nın böyle bir desteği açıktan açığa söyleyerek bizden 'evet' ifadesini, yaklaşımını beklemesi çok çok yanlış olur, böyle bir şeyi bizden beklemesi mümkün değil, böyle bir şeye de biz 'evet' diyemeyiz."

Erdoğan’ın bu sözlerinden çok kısa bir zaman sonra Washington Kobani’de savaşan YPG güçlerine havadan silah yardımı yapmaya başladı. Ertesi gün Türkiye, topraklarından Iraklı Peşmergenin Kobani’ye geçmesine izin verdiğini duyurdu.

Nasıl oldu da bu noktaya gelindi? Obama yönetimi Kobani’yi bombalamaya haftalarca direndikten, ‘Kobani bizim önceliğimiz değil’ dedikten sonra ve Türkiye’nin itirazlarına rağmen nasıl oldu da YPG’yi silahlandırmaya karar verdi? Ne oldu da Türkiye Barzani’nin Peşmergeleri Türkiye üzerinden geçirme talebini reddettikten kısa bir süre sonra sınırını Barzani’nin güçlerinin geçişi için açtığını duyurdu?

Amerika kısa bir süre önce gönülsüzce başladı Kobani’yi bombalamaya. Niyeti IŞİD’e karşı savaşan Kürtlere yardım etmek değildi. Obama yönetimi defalarca ‘Kobani’de Kürtlerin yaşadığı bir insanlık dramı fakat Kobani bizim için stratejik bir hedef değil’ demişti. Washington’ın Kobani çevresine yağdırdığı bombaların asıl hedefi IŞİD’in Suriye’deki askeri hedeflerini vurarak Irak’ta ilerleyişini yavaşlatmaktı.

Fakat yüzlerce kamera Türkiye sınırından Kobani’de olanları tüm dünyaya duyurmaya başladığında Kobani hem IŞİD hem de Amerika için güç gösterisi yaptıkları bir sahneye dönüştü. IŞİD tüm dünyaya Amerikan bombardımanına rağmen pes etmediğini göstermeye uğraşıyordu, Amerika ise IŞİD’e dünya kamuoyu önünde büyük bir yenilgi yaşatmak için çabalıyordu. Savaş kızıştıkça IŞİD Kobani’ye daha fazla militan ve mühimmat yığmaya başladı, Amerika hava saldırılarını artırdı. Fakat Pentagon dahil herkes yalnızca hava saldırısıyla IŞİD’in alt edilemeyeceğinin farkındaydı. Irak’ta olduğu gibi sahada saldırıları koordine edecek, kara gücü oluşturacak yerel müttefikler gerekiyordu.

Diğer yandan Obama yönetimi içinde Suriye’deki ılımlı muhalifleri eğitme tartışmaları alevlendi. Amerikan yönetimi içindeki pek çok insan bu muhaliflerin ılımlı olduklarının ya da ılımlı kalacaklarının garantisinin olmadığının, olsa bile bu grupları aynı çatı altında bir araya getirmenin ve onlar üzerinden bir askeri strateji belirlemenin güçlüklerinin farkında. Bölünmüşlük ve koordinasyon eksikliği nedeniyle zayıflamış olan bu grupları son haftalarda daha da zayıflatan bir gelişme oldu. Amerika, Suriye’deki IŞİD mevzilerini bombalamaya başladıktan sonra Esad rejimi ülkenin kuzeyindeki ılımlı muhaliflere karşı saldırılarını artırdı. Batı destekli muhalefet gittikçe zayıflıyordu. Amerika’nın radikal İslamcı ideolojiden uzak, koordineli çalışabilecek, iyi savaşan yerel müttefiklere ihtiyacı vardı.

Tüm bu faktörler Amerika için Suriye’de Kürtlerle ittifakı çekici bir seçenek haline getirdi. YPG güçleri Irak’ta Peşmerge ile yakın çalışmış, IŞİD’e karşı Amerika’nın hava saldırılarıyla koordineli olarak etkili bir savaş yürütmüş, Ezidileri ve Hristiyan azınlıkları IŞİD saldırılarından koruyarak tüm dünyanın takdirini toplamıştı. Amerika’nın bugüne kadar YPG’nin siyasi kolu PYD ile işbirliğinden kaçınmasının temel sebebi Türkiye ile ilişkileri germek istememesiydi.

Amerika’nın 2014 Şubatına kadar Şam büyükelçiliğini yapmış ve şu anda benim de çalıştığım Ortadoğu Enstitüsü’nde çalışan Robert Ford’a ABD-PYD ilişkisini sordum. PYD ile yakın zamana dek direkt temaslarının olmadığını fakat 2012’den bu yana dolaylı kanallar vasıtasıyla PYD ile görüştüklerini söyledi ve ekledi: ‘PYD ile girdiğimiz her türlü iletişimden Türkleri haberdar ediyorduk. PYD ile ilişkilerimizde önceliğimiz Türkiye’nin hassasiyetleriydi.’

Ford’un söylediklerini geçen hafta Dış İlişkiler Konseyi’nde (Council on Foreign Relations) yapılan kapalı bir toplantıda bir Pentagon yetkilisine sordum. ‘Amerika bunca zaman Türkiye ile ilişkilerini germemek için PYD ve YPG’ye mesafeli durdu, PYD lideri Salih Müslim iki yıldır Amerikan vizesi alamıyor. Neden birden Washington PYD ile resmen görüşmeye başladı?’ dedim. Yetkili ‘artık Türklerle ilişkilerin gerilmesinden endişe etmemize gerek yok, gerileceğimiz kadar gerildik’ dedi.

Tüm bunları Amerika’nın eski Ankara büyükelçisi James Jeffrey’nin söyledikleriyle birleştirdiğimizde son günlerde Amerika ve Türkiye’nin yaptığı Kobani hamlelerinin arka planı bir parça netlik kazanıyor. Jeffrey ile Pazartesi günü yaptığım görüşmede şunu sordum: ‘Amerika Türkiye’nin onayını almadan YPG’ye silah göndermiş olabilir mi?’ Jeffrey şunları söyledi:

‘Washington Ankara’ya haber vermeden böyle bir şey yapmaz. Fakat haber vermek ayrı, onayını almak ayrı. Şöyle olmuş olabilir: John Allen Ankara’dayken Washington’ın YPG’ye silah göndereceğini Türkler’e söylemiştir. Türkler bunu istemediklerini belirtmiş, Allen ve ekibi de ‘tamam Washington’a bunu ileteceğiz ama kararımızda bir değişiklik olmayacak’ demiş olabilir. Böyle durumlarda beklenir. Eğer Erdoğan Obama’ya telefon açıp ‘bunu yaparsanız kıyamet kopar’ deseydi Obama yapmayabilirdi. Erdoğan’dan böyle bir telefon gelmedi ki YPG’ye silah gönderildi.’

Görünen o ki artık Washington’ın PYD ile ilişkilerindeki önceliği Türkiye’nin hassasiyetleri değil. Washington YPG’yi silahlandırma kararını Ankara’ya empoze etmişe benziyor, Ankara da kabul etmek zorunda kaldı çünkü başka alternatifi yok. Zaten fiilen YPG ve Batı destekli koalisyon arasında sahada bir işbirliği var. Amerika’nın Peşmergeye gönderdiği silahların Talabani’ye yakın gruplar tarafından YPG’ye verildiği haberleri dolaşıyor. PYD’nin Amerikan hava saldırıları için istihbarat sağladığı söyleniyor. Bir yandan Avrupa Birliği’nin, Birleşmiş Milletler’in, Bağdat’ın, Erbil’in, kendi Kürtlerinin Türkiye’ye Kobani’ye askeri yardım geçişi için sınırı açması konusunda baskısını artırması, diğer yanda Amerika’nın YPG ile işbirliğini resmen ilan etmesi Türkiye’nin manevra alanını daralttı. Oyunun dışında kalmamak için siyasi olarak en az riskli olduğunu düşündüğü adımı attı ve ertesi gün Peşmergeye Türkiye topraklarından Kobani’ye geçiş izni verdi.

Türkiye açısından PYD/YPG’ye yardımın Peşmerge üzerinden yapılması iki nedenle daha az riskli: Türkiye’nin Barzani ile son yıllarda kurduğu yakın işbirliğini göz önüne aldığımızda hükümet için bunu iç siyasette satmak daha kolay. İkincisi, Ankara Peşmerge üzerinden yardım ederek YPG/PYD’nin uzun vadede elini güçlendirmeyeceğini düşünüyor olabilir. Barzani ile PYD arasındaki gerginlik şimdilik IŞİD tehlikesi yüzünden çok görünür olmayabilir ama iki grubun birbiriyle güç mücadelesi sır değil.

Kobani’deki PYD-Barzani, YPG-Özgür Suriye Ordusu, Washington-YPG işbirliğine bakıp tüm aktörlerin nihai stratejilerinin değiştiğini düşünmemek lazım. Kurulan ittifakların pek çoğu taktiksel ittifaklar olabilir. Kobani Kürt siyasi hareketi için, IŞİD için, Washington için psikolojik bir savaş. Bu psikolojik savaşta Türkiye’nin geç de olsa Kürt cephesine yardım kararı hem Türkiye Kürtlerine hem bölgeye hem de Batı’ya doğru mesajı verecektir.

10 Eylül 2015 Perşembe

TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER BÖLÜM 5



TÜRKİYE, KUZEY IRAK VE KÜRTLER  BÖLÜM 5



3. 1990’lar: PKK,  Kuzey Irak veTürkiye 

3.1 Körfez Savaşı Sonrası Kuzey Irak 


Körfez Savaşı’nın ardından Irak Kürtlerinin de facto bir devlet ve hükümet yapılanmasına gidebilmesi temelde “Huzuru Sağlama Operasyonu” ve “Uçuşa Yasak Bölge uygulaması” gibi iki dışsal gelişme ile mümkün olmuştur (Gunter, 1993: 295). Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1991 tarih ve 668 Sayılı Kararı Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Iraklı sivillere yönelik baskının derhal sonlandırılmasını öngörerek bu iki dışsal gelişmeye yasal bir zemin sağlamıştır. Dolayısıyla 1990’larda Kuzey Irak bölgesinde otonom bir Kürt yapılanmasının nasıl ortaya çıktığı sorusuna odaklanan herhangi bir çalışma bu üç dışsal 
gelişmeyi öncelikli olarak dikkate almak zorundadır. Fakat bu üç dışsal gelişmeyi birbirine bağlayan ve Kuzey Irak özelinde sorunsuz bir şekilde uygulanmalarına olanak sağlayan bir başka dışsal gelişme ise Türkiye’nin her üç konuda da benimsediği işbirlikçi tavır olmuştur. 

Bu gelişmelere bir de merkezi Irak yönetiminin 23 Ekim 1991’de aldığı ekonomik yaptırım kapsamında bu bölgeden devlet memurlarını çekmesi eklenmiş ve böylelikle Kuzey Irak’ta merkezi yönetimin hiçbir otoritesi kalmamıştır. Bu yeni koşullar altında Irak Kürt Cephesi ilk önce Mayıs 1992’de bölge çapında bir seçime gitmiş, ardından Haziran ayında bir parlamento kurulmuş ve son olarak da Kürdistan Bölgesel Yönetimi ilan edilerek Kuzey Irak’taki Kürt hareketi merkezi Irak yönetimi karşısında otonom bir yapıya kavuşmuştur. 

Ekim 1992’de de Kürt hükümeti nihai hedefinin demokratik Irak içinde federal bir devlet olduğunu açıklamıştır (Gunter, 1996: 226). Kısacası, 1990’larda Kuzey Irak özelinde kurulan de facto Kürt devleti dört önemli dışsal gelişmenin ve Irak’ın ambargo politikasının oluşturduğu uygun koşullar altında buradaki Kürt siyasal hareketlerinin politikalarının sonucunda mümkün hale gelmiştir. 

Körfez Savaşı sırasında ayaklanan Kürtlerin Mart 1991’de başarısız olması ve Irak ordusunun kuzeye yönelmesiyle 1.500.000 civarında Iraklı Kürt, Türkiye ve İran sınırına dayanmıştır. Fakat 1988’de olduğu gibi Türkiye bu sefer Kürt mültecilerin sınırdan içeriye girmesi konusunda isteksizdi. Önceki deneyimin ekonomik maliyet ve içerideki Kürt bilincinin güçlenmesi gibi Türkiye politikacılarının gözündeki olumsuz sonuçları bu isteksizliğin temel nedeni olmuştur (Oran, 1998: 54-55). Fakat gelen uluslararası baskılar üzerine Türkiye 
bir kez daha Iraklı Kürtlere sınırlarını açmak zorunda kalmış ve on binlerce Iraklı Kürt Türkiye’deki kamplara yerleşmiştir. Bunun üzerine Iraklı Kürtlerin ülkede kalmasını istemeyen Ankara yönetimi mültecilerin tekrar Kuzey Irak’a güvenli bir şekilde dönebilmesinin yollarını aramaya başlamıştır. Bu doğrultuda ilk adım olarak ABD ile birlikte hareket eden Türkiye, 6 Nisan 1991’de İncirlik’te konuşlanacak Huzur Ortak Görev Gücü’nün Kuzey Irak’a düzenlenecek insani yardım operasyonlarını yürütmesini kabul etmiştir. Kısa süre sonra ABD yönetimi 10 Nisan 1991’de Kuzey Irak’ın önemli bir kısmının içinde bulunduğu 36’ncı enlemin kuzeyinde uçuş yasağı getirince Kuzey Irak’ta Kürtler için “güvenli bölge” oluşturulmuştur. Daha sonra Huzur Ortak Görev Gücü İngiltere ve Fransa askeri gücünün de katılmasıyla Birleşik Görev Gücü adını almış ve güvenli bölgeyi korumak amacıyla Kuzey Irak’a yönelik kapsamlı bir “Huzur Harekatı” düzenlemeye başlamıştır (Bölme, 2012: 344). Haziran 1991’e gelindiğinde Kuzey Irak’ta güvenli bir ortam sağlanmış ve Türkiye ’deki mülteciler evlerine geri dönmüştür. 

Irak’ta Oluşturulan Uçuşa Yasak Bölge 



Kuzey Irak - Türkiye İlişkileri: PKK, Güvenlik ve İşbirliği 

Bütün bu gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda 1991 Körfez Savaşı’nın Türkiye-Kuzey Irak ilişkileri bağlamında iki önemli sonucunun olduğu söylenebilir. Birincisi, Yumurtalık-Kerkük Petrol Boru Hattı’nın kapatılması ile birlikte Türkiye, Irak’tan sağladığı enerji ihtiyacının bir kısmını Kuzey Irak üzerinden gelen petrol tankerleri ile karşılamaya başlamıştır. Bu yeni ekonomik bağlantı Kuzey Irak’taki Kürt hareketlerini Ankara düzleminde meşru bir zemine taşımış ve zamanla enerji üzerinden başlayan bu ilişkiler taraflar arasındaki ilişkinin ayrılmaz bir parçasına dönüşmüştür. İkinci ve daha da önemlisi Bağdat 
yönetiminin Kuzey Irak’tan çekilmesiyle birlikte Türkiye-Irak sınırı Kuzey Irak’taki Kürt hareketler ve Ankara arasındaki bir meseleye dönüşmüş ve bu sınırın işlevselliği kendisini yeni bir ilişki üzerinden kurmak zorunda kalmıştır. Örneğin bu sınırı kullanarak Türkiye içlerinde silahlı eylemler düzenleyen PKK konusunda Türkiye meşru müdafaa ilkesinden hareketle sınırın güvenliğini kendi imkanları ile sağlamaya çalışsa da bu konudaki temel ve nihai muhatabı Kuzey Irak’taki Kürt yapılanması olmuştur. Dolayısıyla 1991 Körfez Savaşı ve sonrasındaki gelişmelerin beraberinde getirdiği bu iki önemli değişim Türkiye ve Kuzey Irak’taki Kürt yapılanması arasındaki ilişkilerin zeminini oluşturan kurucu unsurlar olarak değerlendirilebilir. 

3.2 “Kürt Federe Devleti”ne Doğru 

Körfez Savaşı ve daha sonra yaşanan gerginliklerin ardından Kürdistan cephesi ile Saddam Hüseyin arasında görüşmeler başlasa da bu görüşmeler kısa süre içinde başarısızlıkla sonuçlanmış ve Saddam Yönetimi, 26 Ekim 1991 tarihinde devlet görevlilerini Irak’ın kuzeyinden çekmiş ve bölgeye ekonomik ambargo uygulamaya başlamıştır. Merkezi Irak yönetiminin bölgeden memurlarını çekmesiyle birlikte Kuzey Irak’ta ciddi bir yönetim krizi ortaya çıkmış ve gerek Barzani gerekse Talabani bu krizden çıkışın yolu olarak karar alma 
mekanizmalarının oluşturulmasını göstermişlerdir. Fakat her iki lider de komşu ülkeleri yeni ortaya çıkacak olan otonom yönetim bağlamında rahatsız etmemek için bağımsızlık peşinde olmadıklarını ısrarla belirtmişlerdir (Gunter, 1993: 297). Dolayısıyla merkezi Irak memurlarının yerini alacak olan yapılanma bağımsız bir devlet olmayacak aksine ayrı bir parlamentosu bulunan otonom bir yapı olarak işleyecekti. Bu doğrultuda 7 partiden oluşan Irak Kürdistan Cephesi tarafından parlamenter sisteme karar verilmesinin ardından 
seçimlerin yapılması ve yürütülmesi için hukukçulardan oluşan 15 kişilik özel bir komisyon oluşturulmuştur. Böylelikle seçimler yasal bir zemine oturtularak bir meşruluk sağlanmıştır (Stansfield, 2003: 124). 

19 Mayıs 1992’de yapılan fakat Türkmen partilerin yer almadığı4 seçimlerde yaklaşık 1 milyon seçmen 7 parti için oy kullanmıştır. Sadece iki partinin %7 olan seçim barajını geçebildiği seçimlerde Kürdistan Demokrat Partisi %45.05 ile parlamentoda 51 sandalye kazanırken, Kürdistan Yurtseverler Birliği %43.61 oy oranı ile 49 sandalyede kalmıştır. Fakat daha sonra iki parti aralarında anlaşarak sandalyeleri 50’ye 50 şeklinde paylaşmış ve yine bu anlaşma kapsamında parlamentonun başkanlığı KYB’ye bırakılırken, başkan yardımcısı KDP’den atanmıştır. Bu düzenlemeye paralel olarak Yürütme Kurulu’nun başkanlığı 
KDP’ye başkan yardımcılığı da KYB’ye tahsis edilmiştir (Stansfield, 2003: 146-147). 105 kişilik parlamentoda kalan 5 kişilik kontenjan için de 4 parti yarışmış, Asuri Demokratik Merkezi Ankara’da bulunan Irak Ulusal Türkmen Partisi oluşacak yeni yönetime meşruiyet kazandıracağı düşüncesiyle 
seçimlere katılmayı reddetmiştir (Gunter, 1993: 298). 
Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORMER) 

Hareketi 4, Kürdistan Hristiyanlar Birliği ise 1 sandalye kazanmıştır. Seçim sırasında ayrıca Kürdistan Bölgesi Başkanlığı seçimi de yapılmıştır. Kürdistan Bölge Başkanlığı seçimleri için yarışan Mesut Barzani ile Celal Talabani birbirine çok yakın oy almış ancak başkanlık için yeterli olacak üstünlüğü sağlayamamışlar dır. Başkanlık seçimleri ikinci tura kalmasına 
rağmen ikinci tur yapılmamıştır (Stansfield, 2003: 130). Bunun yerine söz konusu iki partiden eşit sayıda üye ile temsil edilecek şekilde 8 kişiden oluşan bir başkanlık konseyi oluşturulmuştur. Celal Talabani ile Mesut Barzani yasal yönetim mekanizmalarına katılmamış fakat temel aktörler olmaya devam etmişlerdir (Katzman ve Prados: 2006, 6). 

 Irak Kürt Federe Devleti Parlamento Seçimlerinde Partilerin Aldığı Oylar 

Partiler Yüzde Oy Sayısı Milletvekili 
Kürdistan Demokratik Partisi %45.08 437.879 51 
Kürdistan Yurtseverler Birliği %43.61 423.833 49 
Kürdistan İslami Hareketi %5.05 49.108 0 
Kürdistan Sosyalist Partisi %2.56 24.882 0 
Irak Komünist Partisi %2.17 21.123 0 
Kürdistan Demokratik Halk Partisi %1.02 9.903 0 
Bağımsız Demokratlar %0.05 501 0 

Seçim sonucuna göre oluşan yeni meclis 4 Ekim 1992 tarihinde Kürt Federe Devleti’ni ilan etmiş ve Meclis, Kuzey Irak’ı kendi içinde özerk fakat Irak merkezi yönetimine bağlı bir yapı olarak tanımlamıştır (Kakayi: 1994, 121). Bölgeden gelen yumuşatıcı söylemlere rağmen Türkiye seçimlere kuşkuyla yaklaşmış ve bağımsız bir Kürt devletinin temellerinin atılmakta olduğu şüphesini çeşitli vesilelerle dile getirmiştir. Örneğin, dönemin CHP İzmir milletvekili, Dışişleri Bakanı’nın yanıtlaması istemiyle soru önergesi vermiş ve Türkiye’nin 
Kürt bölgesindeki seçimlere yönelik tavrını sormuştur. Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin seçimlerin takip edildiğini ifade etmiş fakat Türkiye’nin bu durumda nasıl pozisyon alacağı sorusuna cevap vermemiştir.5 Türkiye’nin yanı sıra bölgedeki bu siyasal değişimlerden rahatsız olan komşu devletler de Türkiye ile ortak bir tutum benimsemişlerdir. Seçimlerden hemen sonra Türkiye, İran ve Suriye yetkilileri Ankara’da bir araya gelerek bir konferans düzenlemişlerdir. Konferansın sonuç belgesinde üç ülke de Irak’ın toprak bütünlüğünün 
korunmasından yana olduklarını ve bölgede olası bir Kürt devletine müsaade etmeyeceklerini ilan etmişlerdir (Kakayi: 1994, 122). 

Kürt Federe Devleti’nin kuruluş aşamasında etkin bir işbirliği geliştiren KDP ve KYB seçimlerden sonra beklenen işbirliğini gösterememiş ve giderek zıt kutuplara yerleşmişlerdir. İki parti arasındaki ilk gerilim KYB’nin kabinede kendisine tahsis edilen bakanlıklara daha önce atamış olduğu ılımlı ve uzlaşmacı görüşleriyle öne çıkan bakanların yerine radikal görüşleriyle öne çıkan bakanları görevlendirmesiyle başlamıştır. KYB’ye verilen başbakanlık koltuğunda oturan ve bir teknokrat olan Fuad Masum yerine partide sert muhalif görüş leriyle öne çıkan Kosret Resul’ün atanması gerginliği daha da artırmıştır (Gunter, 1996: 232). 


Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama Dairesi Başkanlığı, Önerge Cevaplanma Tarihi: 17.07.1992, Tutanak Tarihi: 
25.08.1992 http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d19/c016/b094/tbmm190160940169.pdf 


Kuzey Irak - Türkiye İlişkileri: PKK, Güvenlik ve İşbirliği 



Fakat asıl gerginlik 1993 yazında, Molla Mustafa Barzani döneminde KDP’li olan 
daha sonra KDP’den ayrılıp Kürdistan Birlik Partisi’ni kuran ve bölgenin deneyimli diplomatlarından olan Sami Abdurrahman’ın KDP’ye tekrar katılması ile yaşanmıştır. Sami Abdurrahman’ın partisi 1992 seçimlerinde %1 oy oranıyla küçük bir kitleye sahip olsa da birbirine çok yakın oy alan iki büyük partinin geleceği için etkileyici bir güce sahipti. Bu katılımla birlikte iki parti arasındaki güç dengesinin KDP lehine değişmesi KYB’yi endişelendirmiştir. 

Yine, siyasi gerilimlerin Kürdistan İslami Hareketi ile KYB arasında patlak veren sıcak çatışmalarla had safhaya ulaşması KDP ve KYB’yi işbirliğinden giderek uzaklaştırmıştır. 20 Aralık 1993’te İslami Hareket bölgedeki yozlaşmanın sebebi olarak gördüğü KYB ile geniş çaplı silahlı çatışmaya girişmiş ve en az 200 kişi hayatını kaybetmiştir. Talabani’nin yurtdışında olduğu bir zamanda gerçekleşen bu olayda KYB’li Peşmerge Bakanı Cebbar Farman’ın Mesut Barzani’nin olayları yatıştırması yönündeki uyarılarını dikkate almaması, aksine olaylara daha sert uygulamalarla karşılık vermesi yönetimdeki iki büyük parti arasında var olan partizanlık krizini gün yüzüne çıkarmıştır. Böylece bölgenin yönetimi meclis 
düzleminde değil, parti merkez yönetimlerinin kararları etrafında şekillenmeye başlamıştır (Gunter, 1996: 232). 

Bunun üzerine Barzani yeni oluşmaya başlayan Kürt yönetimine zarar 
verdiği gerekçesiyle saldırıyı mahkûm etmiş ve KYB’yi açık bir şekilde eleştirmiştir. 

Bu gerilim ikliminde 1 Mayıs 1994’te sıradan bir toprak anlaşmazlığı hızlıca iki parti arasındaki silahlı mücadeleye dönüşmüş ve koalisyon hükümeti işleyemez bir hal almıştır. 
Mayıs’ın sonunda KYB güçleri Kürdistan Ulusal Meclisi’ni ele geçirmiş, Aralık’ta otonom bölge kendi içinde iki ayrı alt bölgeye bölünmüştür. KDP güçlü olduğu kuzeyi,KYB ise güneyi fiili olarak denetim altına almıştır. KYB ve KDP arasındaki iç savaştan en fazla rahatsız olan ülkelerin başında Türkiye geliyordu ve Ankara’daki politika yapımcılarına göre böylesi bir savaşın Kuzey Irak’ta oluşturacağı otorite boşluğu en fazla PKK’ya yarayacaktı. Bu nedenle 
harekete geçen Ankara çatışan tarafları ilk olarak 30 Mayıs 1994’de ve ardından Barzani ile Talabani’yi de 13 Haziran’da Şırnak’ın Silopi ilçesinde bir araya getirmiştir (Gunter, 1996: 233). 
Çatışmaları sona erdirme girişimleri sadece Türkiye ile sınırlı değildi ve özellikle 
Fransa’daki Kürt Enstitüsü, KYB ve KDP arasındaki savaşın sona ermesi için yoğun bir çaba harcamıştır. Bu çabaların sonucunda 22 Temmuz 1994’te Paris Antlaşması imzalanmış ve anlaşma metni Kürt yönetiminin sınırlarından Türkiye’ye yapılan saldırıların engellenmesini de içermekteydi. Bu madde görüşmeler sırasında Türkiye’nin isteklerinin göz ardı edilmediğini gösterse de Ankara’nın kaygılarını gidermemiştir. Çünkü varılan mutabakat aynı zamanda bölgede seçimlerin yapılmasını, kurumsallaşmanın ve dış yardımların devam 
etmesini, devlet kurumlarına partilerin müdahalelerin engellenmesini ve uluslararası desteğin sağlanması gibi çalışmaların devam etmesini belirtmekteydi. Türkiye yönetim ile ilgili maddeleri içeren söz konusu mutabakatın bölgede bağımsız bir Kürdistan devletine neden olacağından endişelenmiş ve Paris’e anlaşmayı imzalamaya Türkiye üzerinden gidecek olan 
Barzani ve Talabani’ye geçiş izni vermemiştir. Böylece Kürt Bölgesi’nin dışa açılan kapısının Türkiye olduğu bir kez daha görülmüştür (Gunter, 1996: 234). Mutabakata rağmen nihai barış elde edilememiş ve durulan çatışmalar bir süre sonra yeniden şiddetlenmiştir. 

Yeniden başlayan çatışma ortamında KYB Erbil’i ve bu şehirdeki Kürdistan Parlamento’sunu ele geçirmiştir. KDP, KYB güçlerini tek başına Erbil’den çıkaramayınca, Saddam ile anlaşıp Irak ordusuyla birlikte Erbil’e girmiş ve KYB güçlerini Erbil’den çıkarmıştır. Bunun sonucunda iki parti güçleri arasında bir ateşkes hattı oluşturulmuş ve oluşan iki bölgede partiler kendi hükümetlerini kurmuşlardır (Stansfield, 2003: 99). ABD’nin yardımıyla ateşkes hattının kurulduğu nispeten sakin geçen bu dönemde barış görüşmeleri Türkiye’nin 
girişimleriyle Ankara’da başlamıştır. Ekim 1996’da sona eren Ankara Görüşmeleri’nde taraflar ateşkes konusunda anlaşmış, Türkmenlerin de içinde yer aldığı bir barış izleme gücünün ateşkes hattında konuşlandırılmasını kabul etmişlerdir. Anlaşma metninde Irak’ın toprak bütünlüğüne vurgu yapılmış ve PKK’nın bölgedeki faaliyetlerinin de engellenmesi istenmiştir (Özdağ, 1999: 148-149). 
Ankara görüşmelerinin sonucunda Türkiye kaygılarını anlaşma metnine yansıtmış ve taraflara kabul ettirmiştir. Fakat bu görüşmeler de nihai bir 
anlaşmaya dönüşmemiştir. 

Daha sonra ABD’de ve birçok Avrupa ülkesinde görüşme yapılmış ve son olarak 1998’de Washington Anlaşması ile taraflar, vatandaşların bölgeler arası seyahati, gelir dağılımı gibi birçok konu üzerinde anlaşmaya varmış ve iki yönetimin birleştirilmesi amacıyla geçiş hükümeti kurma çalışmaları konusunda da hemfikir olmuşlardır. Türkiye’nin güvenlik kaygılarını da hesaba katacak şekilde PKK’nın Türkiye sınırındaki faaliyetlerinin engellenmesi maddesi tekrar anlaşma metninde yer almıştır (Stansfield, 2003: 101). Fakat Türkiye’nin Washington görüşmelerinin dışında tutulması ve anlaşma metninde Irak için federatif bir yönetim modeli öngörülmesi Ankara’yı rahatsız etmiştir. Bunun üzerine Barzani ve Talabani Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirmiş ve bu ziyaret sırasında Ankara’nın sürecin dışında bırakılmadığı mesajı verilmiş ve federasyon konusunda Türkiye’nin kaygılarının paylaşıldığı dile getirilmiştir.6 

ARAŞTIRMA; Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORMER) 



..