Kürtçülük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kürtçülük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ağustos 2019 Salı

Cumhuriyet Dönemi Ayaklanmaları - Apo Pkk Kürtçülük ve Türkiye

Cumhuriyet Dönemi Ayaklanmaları - Apo Pkk Kürtçülük ve Türkiye  
  

Cumhuriyet Dönemi Ayaklanmaları.,
Cem Ersever

    İşgalciler, bütün masabaşı hesapları boşa çıkıp da kısa bir sürede Anadolu'dan geri çekilmek zorunda kalınca, Türkiye Cumhuriyetine karşı LOZAN'da 
çözülemeyen bir çok ihtilaflı konuyu kendi yararlarına sonuçlandırmak için yine tarihi kozları olan KÜRDİSTAN ve Kürtlüğü masaya sürdüler. 

   1925 yılında MUSUL-KERKÜK sorunu diplomatik yollardan çözümlenmeye çalışılırken ŞEYH SAİT AYAKLANMASI patlak verdi. Kısa bir sürede bir çok 
yere yayıldı. Aslında bu ayaklanmanın bir çok toplumsal sebebi vardır. Başlı başına bir araştırma ve inceleme konusudur.

Çerçeve olarak şöyledir; Şeyh Sait ayaklanması her ne hikmetse, Türkiye'nin Musul ve Kerkük üzerindeki haklarından feragat etmesin- den, hatta bu yönlü 
görüşmelerin başlamasından sonra sona erdi. Gerçekte böyle bir hadiseyi basit bir iki cümle ile atlatmak, "şöyle oldu da-böyle oldu" gibi sözlerle geçiştirmek 
doğru değildir. Ama işin özü bu iki basit cümlede yatmaktadır. Bu çerçeve içersinde sorun analiz edildiği taktirde doğru sonuca varılabilir. Şeyh Sait 
ayaklanmasını tarihsel, sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi yönleriyle ve yüzlerce sayfa tutabilecek açıklamalar ile de izah etmek mümkündür. 
Biz bu ayaklanmayı geniş olarak ele almayacağız ama şu kadarını söylemek de zorunludur; 

Osmanlı Devleti ihtişamlı dönemlerinde Anadolu'daki Türk ve Kürt aşiretleri üzerinde devlet olmanın gereği olarak hiçbir maddi külfet getirmemişti. 
Buralarda ne doğru dürüst bir vergi topluyordu ne de halka zorunlu askerliği dayatmıştı. Ancak, ne zaman ki Osmanlı Devleti gerileme dönemine girip 
Avrupa'da, Afrika'da ve Ortadoğu'da büyük sorunlar ile karşı karşıya kaldı işte o zaman öz kaynağına döndü, bir takım düzenlemeler yaparak o zamana kadar 
devletin hiçbir külfetine katlanmamış Anadolu insanına düzenli vergi ve zorunlu askerliği dayattı. Anadolu'daki Kürt isyanlarının dış sebepleri İngiliz, Fransız ve Rus kışkırtmaları ise, iç sebepleri de ZORUNLU ASKERLİK ve VERGİ olayıdır.

O dönemlerde halkın vereceği vergiyi aşiret reisi, ağası, miri belirleyip topluyordu. Askere gidecekleri de bunlar belirliyorlardı. Daha önce halkın 
vergisini kendi cebine atan, halkı kendi askeri gibi kullanan aşiret reisi, ağa veya mir devletin yeni düzenlemeleri üzerine gücünde ve imkanlarında azalma 
gördü, huzursuzluk yaratmaya başladı. 19. Yüzyıl isyanlarının özü bu şekildedir. 

Cumhuriyet dönemi reformlarında ise ağa, aşiret reisi tamamen devreden çıkarak şifadan bir vatandaş durumuna iniyordu, artık tüm imtiyazlarını kaybetmiş oluyordu. Uzun süre İstanbul'da üslenmiş olan ve İngiliz mali pazarlayan komisyoncular el altından "DİNSİZ DEVLET" propagandası ile yeni düzene tepki gösterdiler. Bu komisyoncu kesim gümrük yasası ile imkanlarını ve haksız kazanç yollarını yitirmişlerdi.

İngiliz Hükümetinin işe el koyması ile "ŞERİAT DEVLETİ İSTİYORUZ" propagandasına bir de Kürtlük ve Kürdistan ilave edildi. Fransa ile HATAY meselesi diplomatik zeminlerde konuşulup tartışılırken tamamen Fransa'nın himayesinde oluşturulan "HOYBUN" cemiyeti ŞAM'da kurmuş olduğu karargahında yeni bir Kürt isyanının hazırlıklarını yapıyordu. Kişisel niyetleri, birey, grup düzeyindeki arzu ve istekler ne olursa olsun genel strateji böyle idi. Hiçbir masum çaba, hizmetinde bulunduğu stratejinin niteliğini, genel amacını, asıl hedefini ve sonuçlarını değiştiremez.

Nitekim; HOYBUN Cemiyetinin maddi ve manevi desteğiyle Nuri SAİT liderliğindeki AĞRI İSYANI bu temelde gelişti. Ağrı'nın bilmem hangi köyünden 
olup da isyan içersinde yer alan bir Kürdün elbette ki Fransız çıkarlarıyla ilgisi yoktur. 
Onun isyan içersine çekilmesi apayrı bir dramdır. Ama aynı Kürt objektif olarak genel strateji içinde ve onun hizmetindedir. Hadiselerin bu yönünü görmek 
ve bu temelde yaklaşmak sanırım birçok şeyi gün ışığına çıkaracaktır. Ağrı'da isyanın bastırılmasından sonra bu sefer farklı bir zeminde ve farklı insanlarla 
DERSİM isyanı gündeme getirilmiştir.

Fransızları isyanlar konusunda parça parça da olsa inatçı olmaya iten sebep; Şeyh Sait isyanıyla İngilizlerin Türkiye'den kopardığı büyük tavizlerdi. Üstelik 
HATAY sorunu MUSUL-KERKÜK sorunundan aşağı kalır değildi. Hatay toprakları stratejik yönü bir tarafa neredeyse Ortadoğudaki küçük bir ülkenin toprakları 
kadardı. Şu hususa dikkat etmekte yarar vardır; İngilizlerin desteklediği isyan bölgeleri, liderlikleri, isyan biçimleri farklı; Fransızların desteklediği AĞRI 
isyanı bölgesi, insanları, isyanın liderliği çok daha farklıdır. Aynı şekilde İngilizlerin perde arkasından yönlendirdikleri DERSİM isyanı her şeyi ile 
bambaşka bir yapı arz etmektedir. Bütün isyanlarda destekleyiciler bölgede bir Kürt devleti kurmaktan ziyade Türkiye'yi bu hassas konuda tedirgin etmeyi, 
panik içersine girmesini sağlamayı amaçlamışlardır. Bu nedenle nereyi uygun görüyorlarsa, nerede şartlar ve çelişkiler oluşmuş ise oraya el atıyorlar, işi 
bir bütün olarak ciddiye almıyorlardı. Bir yerde adeta oyun oynuyorlar fakat bu oyunun trajik sonu onları ilgilendirmiyordu.

İlerki bölümlerde bu oyunların senaristleri, yönetmenleri, baş oyuncuları ve figüran konumundaki Kürdün durumu sık sık gözler önüne serilecektir.

Cumhuriyet döneminde birçok küçük mahalli isyan olmuştur. Onlar daha hazin ve daha düşündürücüdür. Bu isyanlar; SASON'da, MUTKİ' de, ERUH'ta, 
PERVARİ'de olmuştur ama muhtevaları üç aşağı beş yukarı hep aynıdır.

Bir zabıta olayı olmuştur, kanun kaçaklarını takibe çıkılmıştır, kanun kaçağı kişi veya kişiler saklanabilmek için çeşitli duygu sömürüleriyle kendi aşiret 
veya kabilesini örtü olarak kullanmıştır, bu nedenlerle takipteki müfrezelere saldırılmıştır, komutanı veya birkaç er şehit edilmiştir. Peşinden çok tabii 
olarak takviye kuvvetler gelmiştir bunun üzerine ilk olaylara katılanlar çevrelerine; "Aman kaçın! Devlet evimizi başımıza yıkacak, hepimizi kurşuna 
dizecek, dağa çıkın karşı koyun!" demiş ve ahali daha ne olup bittiğini anlamadan panik içinde kadın, çocuk, genç, ihtiyar dağa çıkıvermiştir. Bunu 
gören mahalli yöneticiler halk ayaklandı diyerek daha büyük kuvvetlerle onların üzerine gitmişlerdir.

Karşılıklı diyalogsuzluk ve güvensizlik sonucu işler bir anda arap saçına dönüşmüştür. Devam eden güvensizlik ortamında meydana gelen bir yığın çirkin gelişmeler olmuştur. Dağa çıkanlar asker öldürmüştür, asker objektif olarak asi konumundaki halktan insanları öldürmüştür, neticede sulh ve sükun ortamının sağlanması ayları hatta yılları bulmuştur. Bu süre içersinde sürgünler, tutuklamalar doğal olarak söz konusudur. Yıllardır bilinçli bilinçsiz ağızlarda 
sakız edilen "DOĞUDA JANDARMA DİPÇİĞİ" ve "KOMANDO ZULMÜ" nün esprisi burada yatmaktadır.

Doğu ve Güneydoğu insanını çirkin emellerine alet eden güçlerin ve onların bencil uşaklarının Kürt insanına kader olarak hazırladıkları ortam budur. 
Bu durumdan yöneticilerin hiç suçu yok mudur? Elbetteki vardır! Suç; bölge sorunlarının ana esprisini kavrayamayan, bölge ile ilgili bilgilenmede yetersiz 
kalan, bunun için ileriye yönelik kapsamlı bir MİLLİ POLİTİKA geliştirmeyen organlarındır.

Burada yeri gelmişken Türkiye Cumhuriyetinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki fonksiyonuna değinmek istiyoruz; Osmanlı Devleti Milli bir devlet değildi. 

Dolayısıyla hakimiyeti altındaki topraklarda Milli Devlet Politikası yürütmüyordu ancak, Türkiye Cumhuriyeti MİSAK-I MİLLİ sınırları içinde kurulmuş Milli bir Devlettir ve bunun içinde de Ulusal egemenliği yurt sathında tesis etmek durumundadır. Ulusal Egemenlikteki kastımız şudur; bir devlet eğer kendine 
Milli Devlet diyorsa sınırlan içinde kültürel, iktisadi, siyasi ve netice olarak da Askeri egemenliğini tesis etmelidir. Cumhuriyet dönemi boyunca Türkiye 
Cumhuriyetinin Hakkari ilindeki Kültürel Egemenliğinden bahsedilebilir mi? Ana dili ne olursa olsun hatta, ana dilde radyo-TV yayınları ve oku] imkanı olsa 
bile bir Hakkarili kendisini ne kadar Türk vatandaşı saymaktadır. Türkiye Cumhuriyetinin Hakkari'deki ekonomik egemenliği ne kadardır? Türk mali 
sisteminin, ekonomisinin iyi veya kötü durumda olması onu ne kadar ilgilendiriyor? Bir bankanın iflasından veya borsadaki dalgalanmalardan ne kadar etkileniyor? Yine bir Hakkarili kendisini Türk siyasi hayatına ne kadar adapte etmiştir, seçme ve seçilmeyle ne kadar ilgilidir. Hangi partinin iktidar olacağı onu ne kadar ilgilendiriyor, bir aile değil, bir kabile değil bütün bir aşiret neden topyekün bir partiye oy veriyor? Bu sorulara içten ve dürüst bir şekilde 
karşılık verdiğimizde göreceğiz ki; örnek il olarak aldığımız Hakkari'de TC'nin kültürel, siyasi, ekonomik egemenliği tesis edilmemiştir. Dolayısı ile bu ilde 
TC'nin egemenliği şekli ve sözdedir. Bu sorular bölgenin bütün illeri için sorulabilir, bütün Güneydoğu illeri örnek olarak alınabilir.

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren bölgenin özelliği, istismara açık oluşu ve üzerinde oynanan oyunlar dikkate alınarak özel önem verilmesi gerekiyordu. 
Milli Devlet olmanın gereği olarak bu devlet sahası içinde oluşturulmaya çalışılan modern uluslaşmaya tüm unsurların adaptasyonu sağlanmalıydı. 

Ortadoğu gibi bir yerde jeopolitik konumu önemli bir Türkiye'de böylesine hassas bir konuyu elli yıl ertelemek çok büyük bir yanlışlık ve affedilmez 
bir hatadır.

Kürdistan ve Kürtlük meselesi sadece Türkiye'de değil, İran ve Irak' ta da ortaya çıkmıştır. Bu hadiselerin arkasında İngilizler vardır.

İngilizler Türkiye'ye karşı planlarını gizli kapaklı yürütürlerken bu ülkelerde gizliliğe hiç gerek duymamışlar ve olayları tezgahlamışlardır..

Kürt insanı insafsızca kullanılmıştır. Hele bir Şeyh Mahmut BERZENCİ hadisesi vardır ki; İngilizlerin Kürtlere bakış açısını, aşiret reislerinin Kürtleri 
kendi bencil çıkarları için nasıl peşkeş çektiklerini ve nelere layık gördüklerini anlamak için yeterlidir. Bu ibret verici hadise şöyle gelişmiştir: 
Bilindiği gibi Irak, Osmanlılardan sonra İngiliz Manda Yönetimine girmiştir. 
Iraktaki Arap yöneticiler İngiliz egemenliğini azaltmak, kendi otoritelerini genişletmek için bir takım faaliyetler içine girdiklerinde, İngilizler Iraktaki 
Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları kuzey bölgesine hemen adam, para ve silah göndererek Kürt aşiretlerinin dini lideri durumundaki Şeyh Mahmut BERZENCİ ile temasa geçerler. Şeyhe "Hakimiyetin altındaki aşiretlerle sen de pek ala bir emirlik veya krallık kurabilirsin, bu konuda sana her türlü güvenceyi veriyoruz" denir. 
Mahmut BERZENCİ'de bunun üzerine kendisine bağlı aşiretleri Irak yönetimi aleyhine isyana teşvik eder. İsyan başlayıp Araplar zor duruma düşünce bu sefer İngilizler Arap yöneticilere "Eğer manda yönetimini istemezseniz yönetimi şeyh Berzenciye teslim edeceğiz" derler, bunun üzerine Arap yöneticiler bağımsızlık konusunda geri adım atarlar ve İngilizler de kendi piyonları olan Mahmut BERZENCİ'yi yakalayarak Hindistan'da ikamete mecbur ederler. 
Aradan zaman geçiyor ve Arap yöneticiler yeniden bağımsızlık isteklerini dile getiriyorlar. 

Bunun üzerine İngilizler tekrar Şeyhi Hindistan'dan getirip Kuzey Iraktaki aşiretlerin içine salıp tekrar isyana teşvik ediyorlar. Araplar tekrar geri adım 
atıyorlar ve İngilizler Şeyhi tekrar Hindistan'da misafir(!) ediyorlar.

Daha sonra üçüncü sefer Şeyh BERZENCİ'ye isyan bayrağı açtıran İngilizler, bu isyanı bizzat kendileri Birleşik Krallığın hava kuvvetlerini kullanarak 
bastırıyorlar. Bu trajikomik hadise sonucu onbinlerce Kürt ölmüş, bir o kadarının evi başına yıkılmış, bir kısmı da korkudan yıllarca çoluk çocuğu ile 
dağlarda kaya kovuklarında her türlü çağdaş imkandan mahrum yaşamıştır. Sonra ne olmuştur? Sonra; İngilizler bölgeden çekilmiş, bağımsız Irak devleti 
kurulmuş fakat Kürdün kaderi değişmemiştir.

İngilizler aynı senaryoyu 1929 yılında İran-Sovyet dostluğunu parçalamak için İranlı Kürtlerin lideri İsmail SİMKO'yu İran'a karşı ayaklandırmak suretiyle 
tezgahlıyorlar. Şah'ın İngilizlere yanaşması, petrol imtiyazlarını onlara vermesi üzerine isyan bastırılıyor. Netice; yine on binlerce ölü!

Bizce bu olaylarda kabahat, aşiret fertlerinin değil, onbinlerce insanın hayatına malolan ve o insanların toplumsal hayatlarında derin yaralar açan 
senaryoların tertipçileriyle, kendi insanını koyun sürüsü gibi güden ve onları birtakım süfli menfaatler için peşkeş çeken şeyh, ağa ve aşiret reislerinindir.

İkinci Dünya Savaşı sonlarında Sovyetlerin kurduğu MAHABAT KÜRT CUMHURİYETİ'nin kuruluşu ve dağılışı iyi bir incelemeye tabi tutulursa Sovyetler 
Birliğinin de ezilen halkların ve sınıfların savunucusu olduğunu iddia etmesine rağmen, Kürtleri çıkarlarına nasıl alet ettiği çok iyi anlaşılacaktır. 

Ayrıca 1958 yılından 1974 yılına kadar yine Sovyetler Birliğinin özellikle Irak Komünist Partisi ve Irak Hükümetleri aracılığı ile Irak Kürtlerine oynadıkları 
oyunlar tüyler ürperticidir.

Netice olarak; Kürdistan olgusu ve Kürtlük fikri tarihsel ve toplumsal temelleri ne olursa olsun, esas itibariyle 19. yüzyılın başlarında İngiliz, Fransız ve 
Rusların hayatiyet verdiği birer olgu olarak ortaya çıkmış ve bu temelde şekillenmiştir.

Böyle bir izah şekli belki bazı insanları tatmin etmeyebilir ve belki de kızdırabilir, işte o zaman baştan beri sıraladığımız olayın belgeleriyle, 
tanıklarıyla, dürüstçe bilimsel bir tarzda incelenip araştırılması gerekir. 

Böyle yapıldığı takdirde inanıyoruz ki; sonuç yine özetlediğimiz gibi ortaya çıkacaktır. 

Yeter ki ön yargılı ve art niyetli olunmasın.

 http://www.aymavisi.org/guncel/Cumhuriyet%20Donemi%20Ayaklanmalari.html



.

5 Mart 2019 Salı

CUMHURİYET DÖNEMİNDE BAKANLAR KURULU KARARI İLE YASAKLANAN YAYINLAR 1923-1945 BÖLÜM 2

CUMHURİYET DÖNEMİNDE BAKANLAR KURULU KARARI İLE YASAKLANAN YAYINLAR 1923-1945  BÖLÜM 2




   Türkiye'de hükümetlerin incelediğimiz dönemde Ermenilik, Rumluk  ve Kürtçülük yapan yayınlara karşı duyarlılığının bütün dönemi kapsadığını görüyoruz. Nitekim bu konuları kapsayan yayınlara ilişkin kararların yıllara göre dağılımı ise şöyledir: Rumluk ve Ermenilik, 1925'te 1, 1928'de 1, 1932'de 2, 1933'de 2, 1934'de 1, 1935'de 2, 1936'da 2, 1937'de 2 ve 1938'de ise 4'tür. Kürtçülük, 1925'te 1, 1928'de 1, 1931'de 1, 1932'de 1, 1934'de 1, 1936'da 2 ve 1937'de ise 2'dir.
   Mustafa Kemal Paşa'nın şahsına karşı yapılan yayınlarla ilgili olarak görülen, bu konu ile ilgili kararların daha çok 1930'lu yıllardan sonraki döneme ait olduğudur. Yıllara göre kararların dağılımı ise şöyledir: 1929'da 1, 1932'de 1, 1933'de 2, 1934'de 1, 1935'de1, 1936'da 3 ve 1937'de ise 1'dir.
   Yine 1934'ten sonra yasaklamalar ile ilgili kararlar arasında yer alan diğer bir konu ise Türkçülük ile ilgili yayınlardır. Bunlar; 1934'te 1, 1935'te 1 ve 1936'da ise 1'dir.
   Ülke aleyhine yayınlar ilişkin olarak getirilen yasaklamalar incelendiğinde, 1923-1925  yılları arsındaki üç yıllık sürede 10, 1926-1933 yılları arsındaki sekiz yıllık sürede 12, 1934-1938 arası beş yıllık sürede ise 28 kararın olduğunu görüyoruz. Burdan hareketle 1934 yılına geliceye kadar yıllara eşit olarak dağılan kararların 1934'ten sonra arttığını söylemek mümkündür.
   Yayın durdurma ve yasaklama ile ilgili en çarpıcı örnekleri ise sanırız 1930'lu yıllardan sonra Türkiye'nin dış politikası aleyhine ve komşu ülkeler ile olan ilişkilerine zarar verici yayınlara karşı göstermiş olduğu hassasiyettir. Konu ile ilgili olan kararların yıllara göre dağılımına bakıldığında; 1926'ta 1, 1931'de 1, 1933'te 1, 1934'te 2, 1935'te 4, 1936'da 3, 1937'de 6, 1938'de 8 olduğunu görüyoruz. Bu dağılımdan anlaşılan İkinci Dünya savaşına doğru giden dünya'da Türkiye komşu ülkeler ile olan ilişkilerine zarar verebilecek yayınlara karşı daha duyarlı olmuştur diyebiliriz.  Özellikle I.Dünya savaşı tecrübesini yaşamış cumhuriyet önderleri bu konudaki birikimlerini takip ettikleri politikalarla ortaya koymuşlardır.
   İncelediğimiz kararların yıllar itibarıyla dağılımına bakacak olursak: 1922-1930 yılları arası sekiz yıllık sürede karar sayısı 38 iken, 1930-1935 yılları arsı beş yıllık dönemde karar sayısı 61, 1935-1938 yılları arası üç yıllık dönem için ise 53'tür. Bu dağılımdan hareketle 1930 sonrası dönem önceki yılların yaklaşık üç katı fazla sayıda Bakanlar Kurulu Kararı ile yasaklamanın mevcut olduğunu görüyoruz. Sanırız bu fazlalığın temel gerekçesi İkinci dünya savaşı öncesi dünyanın içinde bulunduğu durum ve Türkiye'nin özellikle dış politika konusunda hassasiyeti ve buna uygun olarak davranışıdır diyebiliriz.
   İncelediğimiz döneme ilişkin olarak bakanlar kurulu kararları ile yasaklanan yayınların ulaşabildiğimiz eklerinin sayısı 41 iken kararname sayısı ise 144 adettir.
   Yasaklamaya konu olan yayınların incelenmesinde dikkat çekici bir diğer nokta ise yasaklanan yayınların çoğunluğunun ülke dışında Paris, Kahire, Suriye, Almanya vb. ülkelerde basılan yayınlar olmasıdır. Türkiye dışında basılan ve ülkeye girmesine ve satışına izin verilmeyen yayınlardan oldukça büyük bir bölümünün yine ülke dışında Türkçe ile yazıldığı görülmektedir ve bu tür yayınların sayısı hemen hemen ülke içerisinde çıkarılan yayınlara eşittir. Ülke içerisinde yasaklamaya konu olan yayınların yine büyük bir bölümünün İstanbul'da basıldığı görülmektedir. Türkiye'de yayınlanan esererin çok az bir kısmı yabancı bir dille basılmıştır.
   Şimdi yukarıda tasnif ettiğimiz ana başlıklar altında Bakanlar Kurulu Kararlarını özellikle kararların eklerinden elde edilen bilgilerden hareketle, yasaklamaya neden olan konuları vererek siyasi iktidarın iç ve dış politika konularındaki hassasiyetini vermeğe çalışacağız.
   Yukarıda mütareke sonrasında İstanbul basını içerisinde Anadolu'da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başlatılan milli harekete karşı olumsuz tavır takınma yanında Anadolu'daki harekete sempati ile bakan ve onu destekleyen gazetelerin bulunduğundan söz etmiştik. Buna bağlı olarak olumsuz tavır sergileyen gazetelerin Anadolu'da dağıtımının Bakanlar Kurulu Kararı ile yasaklanması yanında olumlu tavır sergileyen gazetelerin Anadolu'ya girişlerine izin verildiğini görmekteyiz. Bu tür izin verilişine ilişkin alınmış iki tane kararı örnek olarak verebiliriz. Bunlar; İstanbul'da çıkan Güleryüz gazetesi[30], ile yine İstanbulda çıkarılan Tercüman-ı Hakikat gazetesidir[31].
   Bu açıklamadan sonra şimdi yukarıda yaptığımız tasnif gereği ortaya çıkan başlıklar doğrultusunda kararlara ilişkin açıklamalara geçebiliriz.
1-Komünist propaganda yapan yayınlara ilişkin kararlar.
   Anadolu'da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başlayan milli hareket ülkenin içinde bulunduğu şartlar gereği yabancı bir ülkenin desteğine  ihtiyaç duyuyor ve Sovyet Rusya ile iyi ilişkiler içine girmek için çaba sarfediyordu. Rusya'da kurulan yeni yönetim ise Anadolu'daki harekete kendi çıkarları gereği destek verme eğiliminde idi ve onunla ilişki içerisine girme yolunda çabalar sarfetmekteydi. İşte başlangıçta karşılıklı çıkarlar ve beklentiler gereği kurulan bu yakınlaşma ve dostluk içerisinde Ankara, sovyetler'in komünist propaganda veya o türden hareketlere verdiği destekten duyduğu rahatsızlığı zamanı ve yeri geldiğinde dile getirmiştir[32].
   Bu bağlamda Bakanlar Kurulu Kararları kararları ile değişik tarihlerde yasaklanan yayınları örnek olarak vermek mümkündür. Bu konuda ilk karar, 19-6-1339 tarihli Bulgaristan'da çıkartılan Ziya adlı gazetenin komünizm propagandası yapması nedeniyle yurda girişinin ve satışının yasaklanmasıdır[33].
   Bu karardan bir ay sonra Rusya'da Türkçe olarak çıkarılan Yeni fikir, gazetesinin yurda girişi ile yine yurt içerisinde aynı maksat doğrultusunda yayın yapan İstiklal, gazetesininde dağıtımının yasaklandığını görüyoruz. Yasaklama kararında bu tür yayınların "Trabzon mıntıkasında efkarın tağlit ve teşvisine sebebiyet vermekte olduğu gibi, komünistlerin Şark'da komünistliği tesisi ve ihtilal çıkarması için geceli gündüzlü çalışmakta oldukları..." not edilmekteydi[34].
   1924 Yılı içerisinde yine hükümetin ülkede komünist faaliyetler konusunda hassas davrandığını görmekteyiz. İstanbul'da Bolşevik ihtilaline muhalefet ettikleri için göçmen olarak bulunan önemli miktardaki Beyaz Rusların ve Menşevik Gücülerin[35], Bolşevikler hesabına çalıştığı belirtilerek alınan bir kararda bu insanların yerleştirilmesi ve bundan sonra Türkiye'ye kabul edilmelerine ilişkin bir dizi kurallar getirildiğini görmekteyiz[36].
   Aynı konuda Kırım'da Rus Komünist Partisi'nin yayın organı olarak faaliyet gösteren Yeni Dünya gazetesinin İstanbul'a girişinin yasaklanması[37] ile Viyana'da yine aynı türden yayın yapan ve özellikle Türk aydınları ve okuyan kesime yönelik yayınları ile dikkatleri çeken Correspondans Enternasyonal gazetesinin yurda girişi yasaklanmıştır[38].
   Aynı hassasiyetin 1925 yılı içerisindede yine devam ettiğini konuya ilişkin Bakanlar Kurulu Kararlarında görülebilir. Bu yıl içerisinde Atina'da yayınlanan, Rizo Pastis gazetesi[39]nin yasaklama nedeni Rus sovyet Şimendiferciler Birliğinin Yunan Şimendiferciler Sendikasına verdiği desteğe ilişkindi. “...Kapitalist sermayenin taht-ı esaretinden kurtulmak için say ve gayretlerinizde bütün Rus ve Sovyet Şimendifercileri sizinle beraberdir. İhtilal safhasında bütün dünyanın şimendifercileride sizinle beraberdir...” denilmekteydi.[40]  İstanbulda Ermenice olarak çıkarılan Hahtanak[41] gazetesine ilişkin Kararın ekinde yer alan Hukuk Müşavirliği mütalasında; Ermeniler arasında Bolşevikliğe bir alaka uyandırması amacıyla gazetenin yayınlandığı belirtilerek yayınının durdurulması isteniyordu.[42] Aynı yıl 3 Haziran tarihli bir karar ile bu konuya verilen önem belirtililerek şöyle deniliyordu: Komünist faaliyetlerin ülkenin her yanında Ankara, İzmir ve Edirne'ye kadar eğitim kurumlarında yayılmaya çalıştığı ve sadece Askeri Tıbbiye talebeleri arasında değil ülkenin birçok kurum ve kurluşlarında yer edindiği bildirilerek alınacak tetbirler belirtiliyordu. Kararda, Askeri Tıbbiye’de bu tür faaliyetlerin yayılmasında Askeri doktor Fuat Sabit Bey’in etkin bir rolü olduğu belirtilerek, Fuat Sabit Bey’in okul ile ilişiğinin kesilmesi yanında Askeri Tıbbiye’den atılanların başka okullara alınmaması ve alınanların kayıtlarının silinmesi, kominist faaliyetlere karışanların Ankara İstiklal Mahkemesine sevki ve bu tür faaliyetlere karşı uyanık olunması istenmekteydi.[43]
   1931 Yılında ise tekrar bu konu ile ilgili olarak Türkiyede sol hareketler içerisinde yer almış önemli isimler arasında yer alan Doktor Şefik Hüsnü[44] ve Eczacı Vasıf tarafından Almanya'da basılmakta olan İnkılap Yolu adlı mecmuanın yurda girişinin yasaklandığını görüyoruz[45].
   Konumuz Türk solu veya Türkiye'deki komünist faaliyetler ve bunların tarihçesi üzerinde ayrıntılı olarak durmaya elverişli değıldir. Ama biz değişik tarihlerde Bakanlar Kurulu Kararları ile yurda girişi yasaklanan yayınlardan Türkiye'de yönetimin bu tür faaliyetlere karşı  tavır takındığını ve bu tür oluşumlara izin vermediğini sanırız söyleyebiliriz.

2-Rumluk-Ermenilik-Kürtçülük ve diğer bölücü yayınlarla ilgili kararlar.
  
   Yukarıda yıllara göre dağılımını verdiğimiz bölücü yayın faaliyetleri ile ilgili kararlarda Rumluk ve Ermenilik faaliyetlerinin oldukça çok olduğunu görüyoruz.
   Yunanistanla yapılan Mübadele antlaşması gereği Türkiye dışına çıkarılan Araboğlu Kostantin'in Türk hükümeti ve Türkiye'deki Rumlara karşı tavır aldığını görüyoruz. Özellikle İstanbul'daki Metropolitlerin Türk hükümeti ile müzakerelere girişmesini ve temaslarını tenkit edici yazılar içeren Imerisiyanea adlı gazetenin yayınının yasaklanmasına 29-3-1925 tarihinde karar verilmiştir[46].
   Bu tür bölücü yayın yapma konusunda Ermenilerin daha faal olduklarını bu konu ile ilgili yasaklanan yayınlardan çıkarmak mümkündür. Bu konuya ilişkin ilk yasaklama kararı, 11.11.1928 tarihinde Paris'te Ermeni Tşnak Komitesince yayınlanan Haraç adlı gazeteye ilişkindir[47]. Yurda girişi yasaklanan gazetede uydurma bir "Kürt İstiklal Komitesi" icat edilerek fotoğrafları ile birlikte yayınlanmıştı[48].
   Yine Ermeni Taşnak Komitesi tarafından Paris, Suriye, Atina, Kahire ve Kaliforniya'da çıkarılan HaraçAztakNororHusaper ve Mışak adlı gazeteler komitenin  amaçları doğrultusunda Türkiye'de Kürdistan ve Ermenistan davasına hizmet edici ve ülke içerisindeki Ermenileri kışkırtıcı yayınlarından dolayı ülkeye girişine izin verilmemesi karara bağlanıyordu[49]. İçişleri Bakanlığından Başbakanlığa yazılan yazıda; "Memleketimiz dahilinde de mühim teşkilatı olan bu komitenin bu gazeteleri okutmak suretiyle teşkilatlarına daha vasi kudret ve kuvvet vereceği ve diğer Ermenileri de kendilerine imaleye çalışacağı tabii bulunduğundan, bu gazetelerin serbestçe memleketimize girmelerinde pek ziyade mahzur görülmektedir" denilmekteydi[50].
   Aynı bağlamda Boston'da Ermenice olarak çıkarılan Hayrenik gazetesi[51], ile yine Paris'te Taşnak Komitesinin resmi yayın organı olarak çıkarılan Mardgoz gazetesi[52], Boston'da çıkarılan Baykar gazetesi[53], Mısır'da basılan Bugünkü Ermenistan adlı kitap[54], Ermenistan'da çıkarılan Ermeni ve Eserler mecmuası ile Emma ve Hayat Hasreti adlı kitaplar[55], Kahire'de Ermenice olarak çıkarılan Arev gazetesi[56], yasaklanıyordu. Arev gazetenin 15.8.1935 tarihli nüshasında çıkan "Muş Ovası Faciasının Yirminci Yıl Dönümü Münasebetiyle" başlıklı yazı; Türkiye'de vatandaşlar arasında yeniden ihtilaflara yol açacak nitelikte olduğu ve özellikle Ermeni vatandaşların bu tür zararlı yayınların telkinlerinden korunması isteniyordu[57].Anılan gazetelerden Mardgoz (Mardigos)’un 13.2.1933 tarihli nüshasında Ermeni İhtilâlinin haklılığı anlatılıyor ve Ermenilerin Kürtlerle işbirliği yapmamaları tarihi hata olarak not ediliyordu. Konu ile ilgili olarak kararın ekinde verilen tercümede: “Tarihi doğru yazmak için muhiti iyi tanımak icap eder. Mardigos bilâperva beyan ederki Ermeni ihtilali gayet tabii bir tazyikten doğmuş hakiki bir ihtilal idi. Ancak Ermeni milletinin yalnız kendi başına maceraya atılması doğru değildir. Kendisi ile hemdert olan akvam ile birleşip hareket etmesi lazımdı. Aksi olarak kendisinden çok güçlü olan ve (hasta adam) tabir olunan Osmanlı hükümetiyle çarpıştı halbuki hastanın onu tepelemeye, kan içinde boğmaya kafi derecede kuvveti vardı. Bu tetkikatımız onun içindir ki tarihin o devresini ezber edelim o muhitte yaşayan akvamı tanıyalım ve mücadelemizi menfaatlerimizi onlarla birleştirelim” deniliyordu[58].
   Aynı konuda yasaklanan diğer yayınlar ise şunlardı: İstanbul'da Ermenice olarak çıkarılan Aztarar gazetesi[59], Şikago'da basılan My Beloved Armenia adlı İngilizce kitap[60], Leipzig'de basılan ve Türk Kültür birliğini bozucu Der Brockhaus  adlı Atlas[61] ve bu konuda son olarak Beyrut'ta Ermenice olarak çıkan Zartonk gazetesinden[62]oluşan bu yayınların muhtevalarıyla Türkiye'nin iç ve dış politikalarına zarar verici ve Türkiye'nin bütünlüğünü bozucu özelliklede Türkiye'deki Ermeniler üzerinde olumsuz telkinlerde bulunarak onları kışkırtıcı bir tavır sergilemelerinden dolayı Bakanlar Kurulu Kararları ile yasaklanmıştır.
   Ermeniler dışında Türkiye'ye yönelik olarak yapılan bölücü yayınlardan bir diğeri ise ülkedeki Türk vatandaşlarından Kürtlere ilişkin olanıdır. Bu konuda Bakanlar Kurulu Kararı ile yurda girişine veya yayınlanmasına yasak getirilen yayınlar şunlardı: Şam'da gizli olarak basılan Gonca-i Bahar adlı Kürtçe kitap[63], Pariste yayınlanan Vazreydemi adlı Rusça gazete[64], bu gazete Pariste Monarşist Ruslarla Ermeni Taşnak Komitesi ve Kürt Cemiyeti arasında yukarda yapıldığına ilişkin haberlerin çıktığı kongre sonrasında yayınlanmaya başlamıştır. Yine aynı konuda; Suriye'de faaliyet gösteren "Hoybun Cemiyeti"[65]tarafından Kürtçülük emelini gerçekleştirmek üzere Kahire'de çıkarılan La Question Kurde adlı mecmua[66], aynı cemiyetin yayın organı olarak Sam'da çıkarılan Havar gazetesi[67], yine cemiyet tarafından çıkarılan, Türk Affi Umumisi Karşısında KürtlerTürkiye Reisicumhuru Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine MektupBir Ermeni Noktai Nazarına Göre Kürt Meselesi, ve bir bölümü resimli Arap dili üzerine yazılmış Elkaziyetülkürdiye adlı dört kitap[68], Kürt isyanından bahseden ve Saidi Kürdi tarafından Suriye'de doldurulan "Sodvva" markalı iki plak[69] ve son olarak şam'da basılan Kürdistanda Yirminci Asırda Türklerin Medeniyeti adlı kitabin yurda girişi  yasaklanmıştır[70].
   Bu konuda yasaklanan yayınların muhtevalarında ortak özellik, Türkiye'ye ve Türkiye'deki cumhuriyete karşı oluş ile yine Türkiye'de Türk vatandaşı olarak yaşayan Kürtleri Türkiye ve rejim aleyhine teşvik edici nitelikte oluşlarıdır.
   Yukarıda bahsedilen Ermenilik, Rumluk ve Kürtlük yolunda yayınlar dışında Doğu Karadeniz'de Lazlık cereyanı uyandırmak doğrultusunda Gürcistanda basılan Mçita Murutsi (Kırmızı Yıldız), adlı gazete[71], ile Suriye'de Latin harfleri ile hazırlanan Çerkes alfabesi'nin Türkiye'ye girişinin yasaklandığını görüyoruz[72]. Kırmızı Yıldız adlı gazetenin Lazlık cereyanı uyandırmak için Lazistan’ın kendi alfabesini kullanması ve Lazların siyaseti, iktisat’ı öğrenmeleri isteniyordu. Sarp’ta bu doğrultudaki çalışmalar anlatılıyordu.[73]
   Görüldüğü gibi Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışı ile verilen Milli Mücadele sonrası kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti, milli sınırları içerisinde ülke bütünlüğüne ve ülke içerisinde yaşayan vatandaşlarına yönelik, onları bölücü yayınlara karşı duyarlı olmuş ve gerekli tepkiyi ve kararlılığı göstermiştir.
3-Türkçü yayınlarla ilgili kararlar.
   Cumhuriyet ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu içerisinde II.Meşrutiyet Dönemine kadar pek gündeme gelmeyen Türk varlığı ve bilinci yükseltilmmeye çalışılmıştır. Bu tür politikalara sanırız özellikle imparatorluk yapısından kurtulup bir ulus devleti olmak için gereklilik vardı. Kültür ve eğitim ağırlıklı bu dönüşümü sağlamada Türk Ocakları ve onun yerine kurulan Halk Evleri yardımcı olmuşlardır. İşte Mustafa Kemal Paşa ve çevresinin bu yöndeki faaliyetleri yani milli tarih ve dil ile milli gururu ve kendine güveni geliştirme çabaları Türkçü hareketi yürütenler tarafından olumlu karşılanmıştır. Ama aynı zamanda Mustafa Kemal Paşa’nın bu tür çalışmaları Türkçüler tarafından yanlış anlaşılarak sürekli bir felsefenin ifadesi olarak da algılanmıştır.
     Türkiye kendisi dışında yani çevresinde meydana gelen değişimler ve kendi iç dinamiklerinin gerekleri doğrultusunda belirli bir tarihten sonra Türkçü doğrultuda yayınlara karşıda duyarlı olmuştur. Bu politika II.Dünya Savaşı sırasında Almanya ile ilişkilere bağlı olarak Türkçü yayınlara karşı bazan hoşgörülü bazan ise yasaklama ve tutuklamayı beraberinde getirmiştir. Bu konuda fazla olmamakla birlikte yasaklamaya ilişkin Bakanlar Kurulu Kararları mevcuttur. Bu konuda ilk karar, Ulusal Birlik adlı haftalık gazetenin üç yıl süre ile kapatılmasına ilişkindir[74]. İçişleri Bakanlığının ilgili gazeteyi kapatma kararı isteği ile ilgili yazısında, daha önce kapatılmış olan OrhunMilli Birlik ve Milli İnkılap mecmuaları ile aynı doğrultuda yayın yapan Ulusal Birlik gazetesinin özellikle Üniversite gençliğine yönelik iç siyaseti bozucu ve inkılap prensiplerine aykırı yayın yaptığı ve Nasyonal Sosyalizm propagandası ile Yahudi düşmanlığı yaptığı belirtilmekteydi[75].
   Bu tür yayınlarla ilgili dikkat çekici nokta sanırız yasaklama ile ilgili tarihlerdedir. Yani İtalya ve Almanya'daki yeni yönetimlerin etkisiyle iki savaş arası dünya'nın içinde bulunduğu şartlarla gereği Türkiye'deki hükümetler Türkçü yayınlara 1934'lü yıllardan sonra yasaklama getirmişlerdir.

3 CÜ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***