Cumhuriyet Dönemi Ayaklanmaları - Apo Pkk Kürtçülük ve Türkiye
Cumhuriyet Dönemi Ayaklanmaları.,
Cem Ersever
İşgalciler, bütün masabaşı hesapları boşa çıkıp da kısa bir sürede Anadolu'dan geri çekilmek zorunda kalınca, Türkiye Cumhuriyetine karşı LOZAN'da
çözülemeyen bir çok ihtilaflı konuyu kendi yararlarına sonuçlandırmak için yine tarihi kozları olan KÜRDİSTAN ve Kürtlüğü masaya sürdüler.
1925 yılında MUSUL-KERKÜK sorunu diplomatik yollardan çözümlenmeye çalışılırken ŞEYH SAİT AYAKLANMASI patlak verdi. Kısa bir sürede bir çok
yere yayıldı. Aslında bu ayaklanmanın bir çok toplumsal sebebi vardır. Başlı başına bir araştırma ve inceleme konusudur.
Çerçeve olarak şöyledir; Şeyh Sait ayaklanması her ne hikmetse, Türkiye'nin Musul ve Kerkük üzerindeki haklarından feragat etmesin- den, hatta bu yönlü
görüşmelerin başlamasından sonra sona erdi. Gerçekte böyle bir hadiseyi basit bir iki cümle ile atlatmak, "şöyle oldu da-böyle oldu" gibi sözlerle geçiştirmek
doğru değildir. Ama işin özü bu iki basit cümlede yatmaktadır. Bu çerçeve içersinde sorun analiz edildiği taktirde doğru sonuca varılabilir. Şeyh Sait
ayaklanmasını tarihsel, sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi yönleriyle ve yüzlerce sayfa tutabilecek açıklamalar ile de izah etmek mümkündür.
Biz bu ayaklanmayı geniş olarak ele almayacağız ama şu kadarını söylemek de zorunludur;
Osmanlı Devleti ihtişamlı dönemlerinde Anadolu'daki Türk ve Kürt aşiretleri üzerinde devlet olmanın gereği olarak hiçbir maddi külfet getirmemişti.
Buralarda ne doğru dürüst bir vergi topluyordu ne de halka zorunlu askerliği dayatmıştı. Ancak, ne zaman ki Osmanlı Devleti gerileme dönemine girip
Avrupa'da, Afrika'da ve Ortadoğu'da büyük sorunlar ile karşı karşıya kaldı işte o zaman öz kaynağına döndü, bir takım düzenlemeler yaparak o zamana kadar
devletin hiçbir külfetine katlanmamış Anadolu insanına düzenli vergi ve zorunlu askerliği dayattı. Anadolu'daki Kürt isyanlarının dış sebepleri İngiliz, Fransız ve Rus kışkırtmaları ise, iç sebepleri de ZORUNLU ASKERLİK ve VERGİ olayıdır.
O dönemlerde halkın vereceği vergiyi aşiret reisi, ağası, miri belirleyip topluyordu. Askere gidecekleri de bunlar belirliyorlardı. Daha önce halkın
vergisini kendi cebine atan, halkı kendi askeri gibi kullanan aşiret reisi, ağa veya mir devletin yeni düzenlemeleri üzerine gücünde ve imkanlarında azalma
gördü, huzursuzluk yaratmaya başladı. 19. Yüzyıl isyanlarının özü bu şekildedir.
Cumhuriyet dönemi reformlarında ise ağa, aşiret reisi tamamen devreden çıkarak şifadan bir vatandaş durumuna iniyordu, artık tüm imtiyazlarını kaybetmiş oluyordu. Uzun süre İstanbul'da üslenmiş olan ve İngiliz mali pazarlayan komisyoncular el altından "DİNSİZ DEVLET" propagandası ile yeni düzene tepki gösterdiler. Bu komisyoncu kesim gümrük yasası ile imkanlarını ve haksız kazanç yollarını yitirmişlerdi.
İngiliz Hükümetinin işe el koyması ile "ŞERİAT DEVLETİ İSTİYORUZ" propagandasına bir de Kürtlük ve Kürdistan ilave edildi. Fransa ile HATAY meselesi diplomatik zeminlerde konuşulup tartışılırken tamamen Fransa'nın himayesinde oluşturulan "HOYBUN" cemiyeti ŞAM'da kurmuş olduğu karargahında yeni bir Kürt isyanının hazırlıklarını yapıyordu. Kişisel niyetleri, birey, grup düzeyindeki arzu ve istekler ne olursa olsun genel strateji böyle idi. Hiçbir masum çaba, hizmetinde bulunduğu stratejinin niteliğini, genel amacını, asıl hedefini ve sonuçlarını değiştiremez.
Nitekim; HOYBUN Cemiyetinin maddi ve manevi desteğiyle Nuri SAİT liderliğindeki AĞRI İSYANI bu temelde gelişti. Ağrı'nın bilmem hangi köyünden
olup da isyan içersinde yer alan bir Kürdün elbette ki Fransız çıkarlarıyla ilgisi yoktur.
Onun isyan içersine çekilmesi apayrı bir dramdır. Ama aynı Kürt objektif olarak genel strateji içinde ve onun hizmetindedir. Hadiselerin bu yönünü görmek
ve bu temelde yaklaşmak sanırım birçok şeyi gün ışığına çıkaracaktır. Ağrı'da isyanın bastırılmasından sonra bu sefer farklı bir zeminde ve farklı insanlarla
DERSİM isyanı gündeme getirilmiştir.
Fransızları isyanlar konusunda parça parça da olsa inatçı olmaya iten sebep; Şeyh Sait isyanıyla İngilizlerin Türkiye'den kopardığı büyük tavizlerdi. Üstelik
HATAY sorunu MUSUL-KERKÜK sorunundan aşağı kalır değildi. Hatay toprakları stratejik yönü bir tarafa neredeyse Ortadoğudaki küçük bir ülkenin toprakları
kadardı. Şu hususa dikkat etmekte yarar vardır; İngilizlerin desteklediği isyan bölgeleri, liderlikleri, isyan biçimleri farklı; Fransızların desteklediği AĞRI
isyanı bölgesi, insanları, isyanın liderliği çok daha farklıdır. Aynı şekilde İngilizlerin perde arkasından yönlendirdikleri DERSİM isyanı her şeyi ile
bambaşka bir yapı arz etmektedir. Bütün isyanlarda destekleyiciler bölgede bir Kürt devleti kurmaktan ziyade Türkiye'yi bu hassas konuda tedirgin etmeyi,
panik içersine girmesini sağlamayı amaçlamışlardır. Bu nedenle nereyi uygun görüyorlarsa, nerede şartlar ve çelişkiler oluşmuş ise oraya el atıyorlar, işi
bir bütün olarak ciddiye almıyorlardı. Bir yerde adeta oyun oynuyorlar fakat bu oyunun trajik sonu onları ilgilendirmiyordu.
İlerki bölümlerde bu oyunların senaristleri, yönetmenleri, baş oyuncuları ve figüran konumundaki Kürdün durumu sık sık gözler önüne serilecektir.
Cumhuriyet döneminde birçok küçük mahalli isyan olmuştur. Onlar daha hazin ve daha düşündürücüdür. Bu isyanlar; SASON'da, MUTKİ' de, ERUH'ta,
PERVARİ'de olmuştur ama muhtevaları üç aşağı beş yukarı hep aynıdır.
Bir zabıta olayı olmuştur, kanun kaçaklarını takibe çıkılmıştır, kanun kaçağı kişi veya kişiler saklanabilmek için çeşitli duygu sömürüleriyle kendi aşiret
veya kabilesini örtü olarak kullanmıştır, bu nedenlerle takipteki müfrezelere saldırılmıştır, komutanı veya birkaç er şehit edilmiştir. Peşinden çok tabii
olarak takviye kuvvetler gelmiştir bunun üzerine ilk olaylara katılanlar çevrelerine; "Aman kaçın! Devlet evimizi başımıza yıkacak, hepimizi kurşuna
dizecek, dağa çıkın karşı koyun!" demiş ve ahali daha ne olup bittiğini anlamadan panik içinde kadın, çocuk, genç, ihtiyar dağa çıkıvermiştir. Bunu
gören mahalli yöneticiler halk ayaklandı diyerek daha büyük kuvvetlerle onların üzerine gitmişlerdir.
Karşılıklı diyalogsuzluk ve güvensizlik sonucu işler bir anda arap saçına dönüşmüştür. Devam eden güvensizlik ortamında meydana gelen bir yığın çirkin gelişmeler olmuştur. Dağa çıkanlar asker öldürmüştür, asker objektif olarak asi konumundaki halktan insanları öldürmüştür, neticede sulh ve sükun ortamının sağlanması ayları hatta yılları bulmuştur. Bu süre içersinde sürgünler, tutuklamalar doğal olarak söz konusudur. Yıllardır bilinçli bilinçsiz ağızlarda
sakız edilen "DOĞUDA JANDARMA DİPÇİĞİ" ve "KOMANDO ZULMÜ" nün esprisi burada yatmaktadır.
Doğu ve Güneydoğu insanını çirkin emellerine alet eden güçlerin ve onların bencil uşaklarının Kürt insanına kader olarak hazırladıkları ortam budur.
Bu durumdan yöneticilerin hiç suçu yok mudur? Elbetteki vardır! Suç; bölge sorunlarının ana esprisini kavrayamayan, bölge ile ilgili bilgilenmede yetersiz
kalan, bunun için ileriye yönelik kapsamlı bir MİLLİ POLİTİKA geliştirmeyen organlarındır.
Burada yeri gelmişken Türkiye Cumhuriyetinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki fonksiyonuna değinmek istiyoruz; Osmanlı Devleti Milli bir devlet değildi.
Dolayısıyla hakimiyeti altındaki topraklarda Milli Devlet Politikası yürütmüyordu ancak, Türkiye Cumhuriyeti MİSAK-I MİLLİ sınırları içinde kurulmuş Milli bir Devlettir ve bunun içinde de Ulusal egemenliği yurt sathında tesis etmek durumundadır. Ulusal Egemenlikteki kastımız şudur; bir devlet eğer kendine
Milli Devlet diyorsa sınırlan içinde kültürel, iktisadi, siyasi ve netice olarak da Askeri egemenliğini tesis etmelidir. Cumhuriyet dönemi boyunca Türkiye
Cumhuriyetinin Hakkari ilindeki Kültürel Egemenliğinden bahsedilebilir mi? Ana dili ne olursa olsun hatta, ana dilde radyo-TV yayınları ve oku] imkanı olsa
bile bir Hakkarili kendisini ne kadar Türk vatandaşı saymaktadır. Türkiye Cumhuriyetinin Hakkari'deki ekonomik egemenliği ne kadardır? Türk mali
sisteminin, ekonomisinin iyi veya kötü durumda olması onu ne kadar ilgilendiriyor? Bir bankanın iflasından veya borsadaki dalgalanmalardan ne kadar etkileniyor? Yine bir Hakkarili kendisini Türk siyasi hayatına ne kadar adapte etmiştir, seçme ve seçilmeyle ne kadar ilgilidir. Hangi partinin iktidar olacağı onu ne kadar ilgilendiriyor, bir aile değil, bir kabile değil bütün bir aşiret neden topyekün bir partiye oy veriyor? Bu sorulara içten ve dürüst bir şekilde
karşılık verdiğimizde göreceğiz ki; örnek il olarak aldığımız Hakkari'de TC'nin kültürel, siyasi, ekonomik egemenliği tesis edilmemiştir. Dolayısı ile bu ilde
TC'nin egemenliği şekli ve sözdedir. Bu sorular bölgenin bütün illeri için sorulabilir, bütün Güneydoğu illeri örnek olarak alınabilir.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren bölgenin özelliği, istismara açık oluşu ve üzerinde oynanan oyunlar dikkate alınarak özel önem verilmesi gerekiyordu.
Milli Devlet olmanın gereği olarak bu devlet sahası içinde oluşturulmaya çalışılan modern uluslaşmaya tüm unsurların adaptasyonu sağlanmalıydı.
Ortadoğu gibi bir yerde jeopolitik konumu önemli bir Türkiye'de böylesine hassas bir konuyu elli yıl ertelemek çok büyük bir yanlışlık ve affedilmez
bir hatadır.
Kürdistan ve Kürtlük meselesi sadece Türkiye'de değil, İran ve Irak' ta da ortaya çıkmıştır. Bu hadiselerin arkasında İngilizler vardır.
İngilizler Türkiye'ye karşı planlarını gizli kapaklı yürütürlerken bu ülkelerde gizliliğe hiç gerek duymamışlar ve olayları tezgahlamışlardır..
Kürt insanı insafsızca kullanılmıştır. Hele bir Şeyh Mahmut BERZENCİ hadisesi vardır ki; İngilizlerin Kürtlere bakış açısını, aşiret reislerinin Kürtleri
kendi bencil çıkarları için nasıl peşkeş çektiklerini ve nelere layık gördüklerini anlamak için yeterlidir. Bu ibret verici hadise şöyle gelişmiştir:
Bilindiği gibi Irak, Osmanlılardan sonra İngiliz Manda Yönetimine girmiştir.
Iraktaki Arap yöneticiler İngiliz egemenliğini azaltmak, kendi otoritelerini genişletmek için bir takım faaliyetler içine girdiklerinde, İngilizler Iraktaki
Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları kuzey bölgesine hemen adam, para ve silah göndererek Kürt aşiretlerinin dini lideri durumundaki Şeyh Mahmut BERZENCİ ile temasa geçerler. Şeyhe "Hakimiyetin altındaki aşiretlerle sen de pek ala bir emirlik veya krallık kurabilirsin, bu konuda sana her türlü güvenceyi veriyoruz" denir.
Mahmut BERZENCİ'de bunun üzerine kendisine bağlı aşiretleri Irak yönetimi aleyhine isyana teşvik eder. İsyan başlayıp Araplar zor duruma düşünce bu sefer İngilizler Arap yöneticilere "Eğer manda yönetimini istemezseniz yönetimi şeyh Berzenciye teslim edeceğiz" derler, bunun üzerine Arap yöneticiler bağımsızlık konusunda geri adım atarlar ve İngilizler de kendi piyonları olan Mahmut BERZENCİ'yi yakalayarak Hindistan'da ikamete mecbur ederler.
Aradan zaman geçiyor ve Arap yöneticiler yeniden bağımsızlık isteklerini dile getiriyorlar.
Bunun üzerine İngilizler tekrar Şeyhi Hindistan'dan getirip Kuzey Iraktaki aşiretlerin içine salıp tekrar isyana teşvik ediyorlar. Araplar tekrar geri adım
atıyorlar ve İngilizler Şeyhi tekrar Hindistan'da misafir(!) ediyorlar.
Daha sonra üçüncü sefer Şeyh BERZENCİ'ye isyan bayrağı açtıran İngilizler, bu isyanı bizzat kendileri Birleşik Krallığın hava kuvvetlerini kullanarak
bastırıyorlar. Bu trajikomik hadise sonucu onbinlerce Kürt ölmüş, bir o kadarının evi başına yıkılmış, bir kısmı da korkudan yıllarca çoluk çocuğu ile
dağlarda kaya kovuklarında her türlü çağdaş imkandan mahrum yaşamıştır. Sonra ne olmuştur? Sonra; İngilizler bölgeden çekilmiş, bağımsız Irak devleti
kurulmuş fakat Kürdün kaderi değişmemiştir.
İngilizler aynı senaryoyu 1929 yılında İran-Sovyet dostluğunu parçalamak için İranlı Kürtlerin lideri İsmail SİMKO'yu İran'a karşı ayaklandırmak suretiyle
tezgahlıyorlar. Şah'ın İngilizlere yanaşması, petrol imtiyazlarını onlara vermesi üzerine isyan bastırılıyor. Netice; yine on binlerce ölü!
Bizce bu olaylarda kabahat, aşiret fertlerinin değil, onbinlerce insanın hayatına malolan ve o insanların toplumsal hayatlarında derin yaralar açan
senaryoların tertipçileriyle, kendi insanını koyun sürüsü gibi güden ve onları birtakım süfli menfaatler için peşkeş çeken şeyh, ağa ve aşiret reislerinindir.
İkinci Dünya Savaşı sonlarında Sovyetlerin kurduğu MAHABAT KÜRT CUMHURİYETİ'nin kuruluşu ve dağılışı iyi bir incelemeye tabi tutulursa Sovyetler
Birliğinin de ezilen halkların ve sınıfların savunucusu olduğunu iddia etmesine rağmen, Kürtleri çıkarlarına nasıl alet ettiği çok iyi anlaşılacaktır.
Ayrıca 1958 yılından 1974 yılına kadar yine Sovyetler Birliğinin özellikle Irak Komünist Partisi ve Irak Hükümetleri aracılığı ile Irak Kürtlerine oynadıkları
oyunlar tüyler ürperticidir.
Netice olarak; Kürdistan olgusu ve Kürtlük fikri tarihsel ve toplumsal temelleri ne olursa olsun, esas itibariyle 19. yüzyılın başlarında İngiliz, Fransız ve
Rusların hayatiyet verdiği birer olgu olarak ortaya çıkmış ve bu temelde şekillenmiştir.
Böyle bir izah şekli belki bazı insanları tatmin etmeyebilir ve belki de kızdırabilir, işte o zaman baştan beri sıraladığımız olayın belgeleriyle,
tanıklarıyla, dürüstçe bilimsel bir tarzda incelenip araştırılması gerekir.
Böyle yapıldığı takdirde inanıyoruz ki; sonuç yine özetlediğimiz gibi ortaya çıkacaktır.
Yeter ki ön yargılı ve art niyetli olunmasın.
http://www.aymavisi.org/guncel/Cumhuriyet%20Donemi%20Ayaklanmalari.html
.