Kıbrıs etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kıbrıs etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Temmuz 2019 Perşembe

Çiprasın Türkiye Ziyaretindeki Hedefleri.,

Çiprasın Türkiye Ziyaretindeki Hedefleri.,



Çipras'ın Türkiye Ziyaretindeki Hedefleri.,

Gözde Kılıç Yaşın  
04 Şubat 2019  

Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın 5-6 Şubat tarihlerinde Türkiye'ye gerçekleştireceği ziyareti, 

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı Gözde Kılıç Yaşın, Sputnik’e değerlendirdi.

       Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın 5-6 Şubat tarihlerinde Türkiye'ye gerçekleştireceği ziyareti, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkanlar ve 
Araştırmaları Merkezi Başkanı Gözde Kılıç Yaşın, Sputnik’e değerlendirdi.
Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras'ın, 5-6 Şubat tarihlerinde Türkiye'ye iki günlük bir ziyaret gerçekleştireceği bildirildi. Yunanistan Hükümet Dimitris Canakopoulos, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın daveti üzerine, Türkiye'yi ziyaret edeceğini söyledi. Erdoğan ve Çipras son olarak Birleşmiş Milletler (BM) 73. Genel Kurulu görüşmelerine katılmak üzere bulundukları ABD'nin New York kentinde, 25 Eylül'de bir araya gelmişlerdi. 
5 Şubat Salı günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Çipras, görüşmenin ardından ortak basın toplantısı ve akşam yemeği gerçekleştirecek. 

Çipras, Çarşamba günü ise Fener Rum Patriği Bartholomeos'u ve Heybeliada'daki Ruhban Okulu'nu ziyaret edecek. Böylece Çipras, Ruhban Okulu'nu ziyaret eden ilk Yunan Başbakanı olacak.

‘ÇİPRAS'IN PATRİKHANE ZİYARETİ ABD'NİN HOŞ TUTULMASI AÇISINDAN ÖNEMLİ'

Çipras'ın Salı ve Çarşamba günleri gerçekleştireceği Türkiye ziyaretini, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı Gözde Kılıç Yaşın, Sputnik'e değerlendirdi. Yaşın'a göre, Çipras, Türkiye'ye ‘siyasi hayatının en zorlayıcı günlerini atlatmanın rahatlığıyla' geliyor:

"Çipras, Makedonya isim anlaşmasını meclise getirme ve parlamento oylamasında da sonuca ulaşmada büyük kararlılık göstermişti. 

Anlaşmanın meclise gelmesinden önce bozulan koalisyon nedeniyle yeniden güven oylamasına giderken, güvenoyu alamasa bile görevine devam edeceğini, 
Avrupa'da böyle 12 hükümet olduğunu, söz verdiği kritik girişimleri gerçekleştirene kadar da seçime gitmeyeceğini söylemişti. Bunların bir kısmının Türkiye'yi de ilgilendiren hususlar olma ihtimalini dikkate almalıyız. Yunanistan Anayasası'nda din ve devlet işlerini tam ve kesin biçimde birbirinden ayıran önemli değişikliklere giriştiğini, değişimi Yunan Kilisesi'nin onayladığını ve desteklediğini biliyoruz. Yunanistan Anayasası'nın 3. maddesi, Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlılığa işaret eder ve değişiklik bu maddeyi de kapsıyor. Fener Rum Patriği Bartholomeos kendisinin görüşü alınmadan, haber bile verilmeden hazırlanan taslağa sert tepki vermişti. Ziyaretin ikinci gününde Çipras Rum Patriği ile görüşecek, gelişinin bir nedeninin Fener Rum Patrikhanesi'nin Yunanistan'daki mal varlığı ve Yunan kilisesi üzerindeki hükümranlığı konusunda güvence vermek olduğunu düşünebiliriz. Patrikhanenin Yunan kamuoyunu anayasa değişikliği hakkında etkileyebileceğini düşünmüyorum, Yunan Kilisesi daha etkili. Ama hem duyulan saygı, tarihi köklere verilen önem hem de Fener'in hamiliğini üstlenen ABD'nin hoş tutulması açısından bu ziyaret önemli. Çipras'ın ateist olduğunu defaatle açıkladığına göre ziyaret de siyasi bir ziyaret olacaktır" 
değerlendirmesinde bulundu.

‘PATRİKHANE MESELESİ TÜRKİYE'NİN DIŞ POLİTİKASINI DA ETKİLİYOR, GÖRÜŞMEDE GÜNDEME GELEBİLİR'

Yaşın "Patrikhane meselesi, Makedonya Ortodoks Kilisesi'nin durumunu da kapsıyor. Zira Makedonya Ortodoks Kilisesi, Sırp Ortodoks Kilisesi'ne bağlıydı 
ama sonra bağımsızlığını ilan etti ama kendi bağlı bulunduğu kilise bu bağımsızlığı tanımadığı için statüsü 60 yıldır —doğru tabir bu olmasa da- belirsiz/boşta kaldı. Şimdilerdeyse, Ukrayna Kilisesi'ni kendine bağlamakla Rus Patrikhanesi ve ona bağlı tüm diğer kiliselerle köprüleri atan Fener Rum Patriği'nin Makedonya Kilisesi'ni de kendine bağlayarak Makedonya'nın yeni kimlik serüvenine ‘katkı' sağlaması bekleniyor. Nitekim Patrik Bartholomeos, 
Sırp kilisesinden önce zaten Fener'e bağlı olduğu yönünde bir açıklama yaparak konuya bakışını göstermişti. Ama Lozan Antlaşması hükümleri uyarınca 
Türkiye, Patrikhane'nin Türkiye'de yaşayan Rumların dini inançlarını yerine getirmesini sağlayacak bir kurum olarak ülkesinde kalmasına izin vermiş, 
herhangi bir kiliseden farklı olmadığı vurgulanmış ve siyasi tüm yetkilerinden arındırılması hususunda da güvence alınmıştır. Başka ülkelerdeki kiliseleri 
tanımanın bu çerçevenin dışına çıktığı, Türkiye'nin dış politikasındaki önceliklerini etkilediği açık. Ukrayna, kilisesini bağımsız olacak sanırken Türkiye'den 
sürece sessiz kalmasını rica ettiğini Ukrayna Cumhurbaşkanı'nın açıklamasından anlıyoruz. —Gerçi şimdi o da kilise mensupları da bağımsız olmadıklarını 
Fener'e bağlandıklarını anladılar.- Çipras'ın Erdoğan'la yapacağı görüşmede bu hususun da yer alma ihtimalini dikkate alabiliriz. Pekâlâ, Yunanistan açısından 
da Makedonya'daki bu kilise konusunda bazı hassasiyetler de olabilir. Örneğin Yunanistan'ın varlığı reddedilen Makedon azınlığı, kimliklerini ifade hakkı gibi 
kendi kiliselerinde ibadet hakkından da mahrumlar ve Makedonya'daki kilisenin Fener'e bağlanması söz konusu olacaksa Çipras, Fener Rum Patriği'nden 
Makedon kimliğinin tanımı konusunda Yunan devletinin çıkarları, Prespa Anlaşması'ndan beklentileri ile örtüşen bir takım koşulların getirilmesi rica edilebilir" diye konuştu.

‘ÇİPRAS-ERDOĞAN GÖRÜŞMESİ, YUNANİSTAN'IN KIBRIS KONUSUNDAKİ POZİSYONUNA İLİŞKİN BİLGİ VERECEK'

"Patrikhane ile ilgili bu iki husus dışında görüşmede Kıbrıs, Ege'deki gerilim, Doğu Akdeniz krizi de gelebilir" diyen Yaşın şöyle konuştu:

"Türk Akımı'na bağlanma istekliliğini bildiğimiz Çipras'ın bu konuya değineceğini de düşünüyorum. 

Kıbrıs konusunda son müzakere sürecinde Anastasiadis'in iki devletli çözümü gündeme getirdiğini, Kıbrıs Türklerinin ve KKTC meclisindeki ezici çoğunluğun tercihi de bu yönde olmasına rağmen bu kez KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'nın, federasyonu gündemde tutmaya çalıştığı, bu tutumunun da KKTC kamuoyunda onun ABD ile bağı olduğu varsayımıyla açıklanmaya çalışıldığını görüyoruz. Türkiye'nin tutumu da Sayın Çavuşoğlu'nun açıklamaları çerçevesinde iki devletli formül ya da konfederasyon seçeneğinin denenmesi yönündeydi. Bu görüşme Yunanistan'ın pozisyonu hakkında fikir verecektir. Konunun Doğu Akdeniz kriziyle zorunlu bağlantılandırıldığı dönemin artık geçtiğini düşünüyorum. Rum tarafı da makul bir anlaşmayla iki devletli formül noktasına yaklaştıysa doğalgaz konusu Kıbrıs konusunun dışında şekillenebilir. 

Kaldı ki bugün de zaten aslında olan bu. Kıbrıs sorunu çözümünün aciliyet gerekçesiyle zorlanacağı zemin, Doğu Akdeniz'deki oldu bittilerle aşılmış oldu. Burada Türkiye, Lübnan ve Suriye'nin dahil olmadığı —Doğu Akdeniz doğalgazının Avrupa'ya ulaştırılması konusunda- bir forum oluşturuldu 
ama sonraki katılımlara da kapı açık bırakıldı. 

Görüşmede gündeme gelebileceğini düşünebiliriz ama Türkiye'nin bu konudaki tüm kıyıdaş ülkelerin uzlaşısı sağlanarak deniz yetki alanları paylaşımı yapılabileceği, kendi kıta sahanlığı üzerindeki hak ve yetkilerini çiğnetmeme tutumundan geri adım atma ihtimali olmadığını belirtelim. Bahsekonu, EastMed hattının da Türkiye'nin kıta sahanlığı üzerinden geçirilmek istendiği, Türkiye'nin tüm bu oldu bittilere kendi kıta sahanlığı ve KKTC'nin Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı'na (TPAO) tanıdığı arama ve sondaj izinleri çerçevesinde KKTC'ye ait bölgelerde sondaja başladığı, Şubat Ayı itibariyle Türkiye karasularını aşarak daha geniş alanda sondaja başlayacağı biliniyor. Görüşmede tarafların kendi pozisyonunu koruyacağını ama iletişim kanalının açık tutulması bakımından da görüşmenin önemli olduğunu söyleyebiliriz. Ege adalarının iskan ve işgali konusunda da taraflar geri adım atmayacaktır, konunun kendileri açısından önemi vurgulanacaktır."

‘LİDERLER, SEÇİM ÖNCESİ GERÇEKLEŞECEK GÖRÜŞMEDE KARŞI TARAFI ZOR DURUMA DÜŞÜRMEMEYE DİKKAT EDECEKTİR'

"FETÖ'cü askerler konusunun artık daha fazla gündem maddesi olacağını düşünmüyorum. Yunanistan bu konuda sonuna kadar diretti… Türkiye aleyhine 
çalışan teröristler için hala daha Yunanistan sığınmak için ilk akla gelen yer. Trump'ın Doğu Akdeniz'de ABD çıkarları için Yunanistan'ın çok önemli görevler 
üstlendiği söyleminin tam ne anlama geldiği, Yunan hava savunma sistemlerinin hangi düşmana karşı ABD tarafından güçlendirildiği de herhalde bu görüşmenin konusu olmayacaktır. Seçim zamanlarında taraflar karşı tarafı güç duruma düşürmeyecek tutum sergilemeye dikkat ederler. Türkiye'deki yerel seçimler devletler arası görüşmelerin konusu/gerekçesi olur mu bilmiyorum ama Çipras'ın da Mayıs ayında erken seçime gitme ihtimali var, gerginlik daha radikal milliyetçi partilerin şu an, —Makedonya isim anlaşması nedeniyle - artmakta olan kamuoyu desteğini biraz daha körükleyebilir. İki liderin samimiyeti ölçüsünde bu konuda destek imasında bulunulabileceğini düşünebiliriz. 

Bu, Türkiye'yi hedef alan söylemler anlamına gelir. Çünkü Yunanistan'da Türkiye'ye kafa tutan güçlü görünür ve bu oy getirir" diye ekledi.

https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/balkanlar-ve-kibris-arastirmalari-merkezi/cipras-in-turkiye-ziyaretindeki-hedefleri

***

5 Mart 2019 Salı

Akdeniz'de doğalgaz ittifakı dışında kalan Türkiye alternatif arıyor,

Akdeniz'de doğal-gaz ittifakı dışında kalan Türkiye alternatif arıyor.,




doğal gaz üretim
doğal gaz üretim

İsrail’in Tamar ve Leviathan sahaları ile Mısır’ın Zohr sahasında çıkartılan doğal gazın Güney Kıbrıs'ta Afrodit sahasında çıkarılan gaz ile birlikte AB ülkeleri için alternatif bir doğal gaz tedarik kaynağı haline gelmesi, bu ülkeler arasındaki enerji işbirliğini gündeme getirdi.

AB tarafında da desteklenen EastMed doğal gaz boru hattının inşasına ilişkin görüşmelerde sona yaklaşıldı. İtalyan ENI ve Fransız Total firması tarafından ihalesi kazanılan 3 numaralı sahada da zengin doğal gaz kaynaklarının bulunduğuna yönelik bilgilerin kamuoyu ile paylaşılması Kıbrıs, İsrail ve Mısır gazının AB için alternatif bir doğal gaz tedarik kaynağı olabileceğine yönelik düşünceyi kuvvetlendiriyor.
Doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülkeler tarafından AB’nin desteğiyle doğal gaz etrafında örgütlenen işbirliği, başlangıçta temel politikasını Doğu Akdeniz’de kendisiyle beraber en uzun kıyı hattına sahip olan Mısır ile imzalanacak bir Münhasır Ekonomik Bölgeler (MEB) sınırlandırma anlaşmasına yoğunlaştıran Türkiye’yi alternatif arayışlara itti.

–– ADVERTISEMENT ––
Türkiye her ne kadar 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olmasa da Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölgeler'in kıyıdaş ülkelerinin katılımıyla ilgili ülkelerin kıyı uzunluğunu esas alan hakkaniyet ilkesi çerçevesinde belirlenmesini savunuyor. Rum kesiminin, Ada’nın tamamını temsil ederek Mısır, Lübnan ve İsrail ile yaptığı MEB sınırlandırma anlaşmaları, Türkiye tarafından hem KKTC’nin haklarının korunması hem de bazı noktalarda kendi muhtemel MEB sınırlarının ihlal edildiği gerekçesiyle kabul edilmiyor.

Akdeniz'de Askeri gerginlik artabilir

1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde tanımlanan MEB’in aksine, Kıta Sahanlığı'nın ilgili ülke tarafından ilan edilme zorunluluğu yok. Türkiye resmi olarak duyurmasa da teamül hukuku haline gelmiş Kıta Sahanlığındaki ilgili kıyıdaş ülke haklarını kullanmayı düşünüyor. Bu politika doğrultusunda KKTC ile Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Antlaşması 2011 yılında imzalandı. 11 Şubat 2018 tarihinde 3 numaralı parselde İtalyan ENİ firması adına sismik araştırma yapan Saipem 12000 adli geminin faaliyetleri Türk Deniz kuvvetleri unsurları tarafından Muhtemel Kıta Sahanlığını ihlal ettiği gerekçesiyle engellendi.
Rum Yönetimi, Fransa’ya hava ve deniz üslerini kullanma hakkı tanıdı. Bu hakkın Fransız donanması tarafından Total ve Eni ortaklığının ilerleyen zamanlarda yapacakları sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerine destek amaçlı olarak kullanılması bölgedeki askeri gerginliği daha da arttırma potansiyeline sahip.

Türkiye KKTC'ye üs inşa edecek mi?

Mısır’ın da dahil olmasıyla oluşan bölgesel ittifak ve AB’nin desteği Türkiye’yi oyunun kurallarını değiştirmeye zorluyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun açıklamasını bu yönde değerlendir mek gerekiyor. Daha önce sismik gemisi Barbaros Hayrettin Paşa tarafından araştırma yapılan KKTC, Mersin ve İskenderun sahalarında tekrar bir sondaj faaliyetinin yapılabileceğini beklemek olası. Ancak bu faaliyetten Türkiye’nin amacının petrol veya doğal gaz çıkarmaktan ziyade, diğer aktörleri kendisiyle işbirliğine zorlamak olması akla daha yatkın geliyor.
Türk Deniz Kuvvetleri tarafından KKTC’de, Ada'nın güneyindeki İngiliz üsleri gibi egemen bir Türk üssünün inşası konusunda Türk Dışişleri Bakanlığı'na yapılan teklifin gündeme getirilmesi de bu düşünceyi destekliyor. 
Söz konusu düşüncelerin ne kadarının eyleme dönüştürülebileceği ise büyük bir soru işareti. Bu tür söylemleri diplomatik olarak tarafları müzakere masasına çekmek için yapılan faaliyetler olarak okumak daha doğru. 
Avrupa'nın gaz tedarikinde tekel konumu korumak isteyen Rusya önemli aktör
Ayrıca dikkatlerden kaçırılmaması gereken bir diğer belirleyici aktör de, AB’nin doğal gaz tedarikindeki tekel konumunu devam ettirmek isteyen Rusya. Hem AB hem de Türkiye’nin alternatif tedarik kaynaklarına sahip olması, doğal gazı ekonomik ve diplomatik bir aparat olarak kullanan Rusya için istenen bir durum değil.
Nitekim Rusya Doğu Akdeniz’de yaşanan bu gelişmelere sessiz kalmayacağını da 1-8 Eylül arasında 24 gemi ve 2 denizaltı ile 34 uçağın katılımıyla icra edilen tatbikat ile gösterdi.
Tatbikat esnasında Ruslar tarafından Girne ve Mersin arasındaki sahaya yönelik olarak yayımlanan tehlike ilanı, hem KKTC hem de Türk karasuları nı ihlal etmişti. Ruslar bu hareketle söz konusu bölgede yapılanilecek bir sondaj faaliyetine karşı olumsuz bir tavır takınanilecekleri ni göstermişti.
Bölgede yaşanan gelişmelerin her gün Türkiye’yi yalnızlığa ittiği böyle bir dönemde, Türkiye tarafından yapılacak bir sondaj faaliyeti domino etkisi yaparak denizde bir çatışmanın fitilini ateşleyebilir.

***

7 Nisan 2018 Cumartesi

Türkiye NATO'dan çıkıp komşularına dönmelidir.,



Türkiye NATO'dan çıkıp komşularına dönmelidir.,

14.09.2007



Türkiye NATO'dan çıkıp komşularına dönmelidir, Bugünkü konjonktüre baktığınız zaman ABD ile olan ilişkilerinizde biz dost bir ülkenin ilişkileri şeklinde bir yansımayı görmüyoruz Türkiye, bulunduğu coğrafya nedeniyle Irak, İran, Suriye, Rusya ve  Kafkas Cumhuriyetleri ile de iyi ilişkiler kurmalıdır Putin, 6 Aralık 2004 tarihinde yaptığı Anıtkabir ziyaretinde 'Atatürk'ün yolundan gidiyoruz' diyerek, aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini, bazı Türk politikacılarına hatırlatmak ister gibiydi RUSYA, gerek Avrasya coğrafyasında, gerekse Asya kıtasında önemli hamlelerde bulunurken, özellikle Türkiye ile ilişkilerinde de çok dikkatli bir yol izlemeye özen gösterdi. 5-6 Aralık 2004 tarihlerinde Türkiye'ye resmi bir ziyarette bulunan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 6 Aralık 2004 tarihinde yaptığı Anıtkabir ziyaretinde 'Atatürk'ün yolundan gidiyoruz' diyerek, aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini, bazı Türk politikacılarına hatırlatmak ister gibiydi. Rusya ile Türkiye arasındaki ikili ilişkilerin 2000'li yıllardaki seyrine baktığımızda ise, karşımıza ilk olarak askeri ilişkilerdeki canlanma dikkatleri çekiyor. Özellikle 2000'li yılların başında Genelkurmay Başkanlığı görevini yürüten emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun Rus Genelkurmayı ile kurduğu sıcak ilişki, daha sonra da devam etti. Genelkurmay Başkanları arasında imzalanan anlaşma barışa katkıyı amaçladı14-16 Ocak 2002'de  Türkiye'ye gelen Rusya Genelkurmay Başkanı Anatoli Kvaşnin ile imzalanan askeri işbirliği anlaşması, beklediği yankıyı bulamadı. ABD Genelkurmayı ile imzalanabilecek benzeri bir anlaşma gündeme manşetten girebilecekken, Rusya Genelkurmayı ile yapılan bu anlaşma, gazetelerde dış haberler servisinin hazırladığı küçük bir haber olarak girdi. Ancak iş öyle değildi. 'Askeri Alanda İşbirliği Çerçeve ve Askeri Personel Eğitim İşbirliği Anlaşması', iki Genelkurmay Başkanı arasında imzalandı. İmza töreninde konuşan Orgeneral Kıvrıkoğlu, iki büyük dost ülke silahlı kuvvetleri arasındaki işbirliğini hukuki bir temele oturtmak ve geliştirmek amacıyla, bu anlaşmayı imzalamak üzere bir araya gelmekten mutluluk duyduğunu söyledi. Karşılıklı çıkar ve iyi niyet esaslarına dayanan bu işbirliğinin, iki ülke arasındaki ilişkilere iyi bir ivme kazandıracağına inandığını belirten Orgeneral Kıvrıkoğlu, bu ilişkilerin iki ülke halkının kaynaşmasına ve dünya barışına da katkıda bulunacağını ifade etti. Karadeniz'deki işbirliği önemli'Rusya Federasyonu ve Türkiye arasındaki dostluk ve işbirliğinin bir göstergesi olan bu anlaşmanın, iki ülke silahlı kuvvetlerinin Karadeniz'deki ortak çabalarının, bölge ülkeleri için de güzel bir örnek teşkil edeceğini düşünüyorum. 

Bu işbirliğini imzalanacak diğer anlaşma ve protokoller takip edecektir' diyen Kıvrıkoğlu'ndan sonra söz alan Orgeneral Kvaşnin ise Türk meslektaşının söylediklerine aynen katıldığını belirtti. Türkiye ve Rusya'ya büyük sorumluluk düştüğünü vurgulayan Orgeneral Kvaşnin, 'Çünkü bizler aynı coğrafya içinde yaşıyoruz. İmzalayacağımız anlaşma, hem askeri eğitim, hem de askeri teknik işbirliğimizin geliştirilmesine katkıda bulunacak.' dedi. Söz konusu anlaşma ile iki ülke arasındaki askeri ilişkilerinin hukuki zemininin oluşturulması ve özellikle askeri ilişkilerin muhtelif alanlarda tesisinin geliştirilmesi öngörüldü. 


Bu ziyaret için o dönemlerde 'Dünya dengeleri değişiyor' yorumları dahi yapıldı. Putin ve 10. Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer, 25 Haziran 2007’deki Karadeniz  Ekonomik İşbirliği (KEİ) zirvesinde Çırağan’da biraraya gelmiş, ikili ilişkileri ele almışlardı.

Rusya ve İran'la arayış içine girmeli KIVRIKOĞLU Paşa da Rusya'ya bir ziyaret düzenledi. 3 Haziran 2002'de başlayan ziyarette askeri-teknolojik ilişkiler ve işbirliğini güçlendirmenin yolları tartışıldı. İlişkilerin arttığı dönemde, akıllara, dönemin Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç'ın açıklamaları geldi. 7 Mart 2002’de Harp Akademileri Komutanlığı'nın 'Türkiye'nin Etrafında Barış Kuşağı Nasıl Oluşturulur' konulu sempozyumda, Erol Manisalı konuşmaktadır: 'Hoşlanalım, hoşlanmayalım AB kesinlikle Hıristiyan kulübüdür. AB bizim yararımızadır ancak, pazarı ele geçirecekse, ulusal sanayiyi bitirecekse, bürokrasiyi Brüksel'den yönetecekse, Kıbrıs, Avrupa ordusu, PKK ve Ermeni konularında Türkiye'ye taban tabana zıt koşullar öne sürüp, 'Aksi halde olmaz' derse, 'Beni bölmek istiyor, içine almamak için bütün koşulları öne sürüyor' derim' Söz alan Kılınç Paşa  ayağa kalkar ve ses getiren, şu açıklamayı yapar: 'Öncelikle şahsi görüşlerimi açıkladığımı bilmenizi istiyorum. Manisalı Hoca'nın sözüne katılıyorum. Türkiye'nin yeni arayışlar içinde olması bir ihtiyaç. Bunun da en doğru yöntemi zannediyorum, Rusya ile birlikte, ABD'yi göz ardı etmeksizin mümkünse İran'ı da içerecek şekilde arayış içinde olunması. Türkiye, AB'den hiç yardım görmemiştir. 

AB, Türkiye'yi ilgilendiren sorunlara menfi bakıyor.' Amerika dostça davranmıyor TUNCER Kılınç Paşa’nın sözleri günlerce tartışılır. Kimisi, Kılınç Paşa'yı yerden yere vururken, kimisi büyük destek verir. Kılınç Paşa'nın yaptığı çalışmalar yavaş yavaş, suç gibi gösterilmeye başlanır, Paşa'nın şebekeler kurmaya çalıştığı bile neredeyse ilan edilir. Peki Paşa'nın 'şahsi görüşlerim' diyerek yansıttığı sözleri gerçekten de kişisel düşünceleri midir, yoksa Türk Silahlı Kuvvetleri içinde de o dönemden itibaren bir AB karşıtlığı söz konusu mudur? 

Tuncer Paşa, o gün 'kişisel düşüncelerini' açıkladığını her sohbette dile getiriyor. Ancak şunu da eklemeyi ihmal etmiyor: 'Görülmesi gereken gerçekleri dile getirdim.' Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın son dönemde, Kara Kuvvetleri Komutanı iken söylediği sözleri de hesaba katarsak, özellikle de Putin'in izlediği politikalar neticesinde iki ülke arasındaki yakınlaşmayı göz önüne getirirsek, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde AB'ye karşı bir duruşun oluştuğu da artık yadsınamaz bir gerçek Samimi değil Tuncer Kılınç Paşa ise bu konuda ısrarlı. İran ve Rusya, hatta buna Çin, Hindistan gibi ülkeleri de katarak Türkiye'nin önünün açılabileceğini dile getiriyor. Ancak Kılınç Paşa en çarpıcı önerisi şöyle: 'NATO'dan çıkalım' Tuncer Kılınç, önerisinin nedenini de şu sözlerle açıklıyor: 'Türkiye öncelikle, stratejik anlamda kimlerle bağı varsa, o bağları çözmesi lazım. 

Sağlam düşünüp, bugünün konjonktüründe, kendi bekası açısından ileriye dönük hangi tehditlerle karşı karşıya kalabilir, bunları yeniden iyi değerlendirebilmek için ayaklarındaki bağı çözmesi lazım. Bu bağlardan bir tanesi NATO'dur. 
Eğer NATO'dan sıyrılırsanız, ABD'nin size bakışının ne kadar doğru olup olmadığının, hayrınıza veya şerrinize olup olmadığının kararını daha kolay verirsiniz. Bugün Amerika, Türkiye'ye zaman zaman stratejik dost diye bakıyor, ama hiçbir zaman dostça davranmıyor.'Türk askerine karşılar Kılınç Paşa, ABD'nin Türkiye'ye dostça davranmadığı gerçeğini, üzerine basa basa söylüyor: 'Bugünkü konjonktüre baktığınız zaman ABD ile olan ilişkilerinizde biz dost bir ülkenin ilişkileri şeklinde bir yansımayı görmüyoruz. Gördüğümüz Irak'ta Kürtlerden yana bir ABD, Türkiye'nin Yunanistan'la olan bir takım ilişkilerinde oraya daha müzahir bir ABD, Kıbrıs'ta Türk askeri istemeyen bir ABD, Ortadoğu'nuin yeniden şekillenmesinde Türkiye'ye bir başka bakan ABD vs. Bütün bunları iyi tahlil edebilmek açısından, dediğim gibi bağlarımızı çözeceğiz.'Eşit mesafede politikalar şart NATO'dan çıktıktan sonra da Türkiye'nin atması gereken adımları  da açıklayan Kılınç Paşa, 'Kimseye bağımlı olmadan' uyarısını da yaparak şu çözüm önerisini getiriyor: 'Türkiye, bulunduğu coğrafya nedeniyle bir defa komşularıyla çok iyi ilişkiler içerisinde olmak mecburiyetindedir. 

Irak, İran, Suriye, Rusya, Kafkas Cumhuriyetleri ile iyi ilişkiler kurulmalı.Tabiî ki tarihiyle, diliyle, kültürüyle bize yakın olan Türk devletleriyle bağımızı ayrı tutuyorum. Dengeleri koruyacak,ulusal çıkarlarımızı ön planda tutacak, başkalarının çıkarlarına hizmet vermeyen bir tutum içerisinde olmak gerek. Yani NATO'dan kopup, ben Rusya'yla çok iç içe bir politika izleyeceğim mantığı da doğru değil. Ama daha bağımsız hareket edebilen, ama yeri geldiği zaman Rusya'nın olanaklarından yararlanabilen, yeri geldiği zaman diğer potansiyel imkanları olanlarla işbirliğinden hiçbir sıkıntı duymayacak bir Türkiye.' Şangay İşbirliği Örgütü'nü hatırlatan Tuncer Kılınç, Türkiye'nin Rusya, Çin ve Türk cumhuriyetlerinin bulunduğu bu yapıya, ilk aşamada gözlemci olarak katılması gerektiğinin altını çizdi. Kılınç, Putin için ise kişilikli  bir dış politika izliyor” diyor 
Kaynak Yeniçağ: Türkiye NATOdan çıkıp komşularına dönmelidir 

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/turkiye-natodan-cikip-komsularina-donmelidir-1454h.htm

30 Mart 2018 Cuma

TÜRK KAMUOYUNDA KIBRIS ALGISI: 1958 YILI KIBRIS MİTİNGLERİ BÖLÜM 2

TÜRK KAMUOYUNDA KIBRIS ALGISI: 1958 YILI KIBRIS MİTİNGLERİ BÖLÜM 2


     İstanbul Mitingi sonrası kamuoyunda Kıbrıs konusunda yükselen tansiyon ile birlikte ülke genelinde mitingler düzenlenmesi konusunda bir hareketlenmenin ortaya çıktığı görülmektedir. İstanbul mitingi sonrası, Ankara Anıtkabir’de düzenlenecek olan mitingin hazırlıklarına hemen başlanmıştı. Türkiye Milli Talebe Federasyonu ve Ankara Üniversitesi Talebe Birliği’nin organize ettiği miting, önce Kurtuluş Meydanı’nda planlanmışken, mitingin daha anlamlı ve dikkat çekici olması için, mitingin yeri Anıtkabir olarak değiştirilmişti. 

İnsanlar mitinge ücretsiz taşınırken, miting esnasında hazırlanan beyannameler Türkkuşu tarafında meydanlara atılacaktı. 

Ankara Mitingi, 12 Haziran 1958 Perşembe günü, İstanbul’da olduğu gibi saat 14’te önce saygı duruşu ve ardından okunan istiklal marşı ile başladı. Miting davetini yapan Türk Milli Talebe Federasyonu Genel Başkanı Vahdet Tayan miting açılış konuşmasında “Kıbrıs davasında taksimin, Türk milletinin yapmış olduğu bir fedakârlık olarak algılanması gerektiği” vurgusunda bulunarak, Amerika’nın da konuyu bu şekilde anlaması gerektiğini ifade ediyordu. Bu durum Türk Kamuoyunun, Kıbrıs konusunda Amerika’dan beklentilerini yansıtıyordu. Kıbrıs Türktür Partisi Genel Başkanı Dr. Fazıl Küçük’ün, Kıbrıs’ta var olan 
durumu ortaya koyduğu konuşmasında, “Kıbrıslı Rumların Makarios önderliğinde 
örgütlenerek Türkleri öldürdüklerini, Türklerin kendilerini koruma durumuna geçtiğinde, Rumların, Türklerin kendilerini katlettiği propagandasını yaptığına” değinmişti. Ada’daki durumun çok kötü olduğu, çadırlarda yaşayan insanların bulunduğu ve bu durumdan Ada idarecilerinin Türkleri sorumlu tutarak, Rumların şımartıldığını ifade ettiği konuşmasının sonunda, bu durumda çıkışın tek yolunun taksimle birlikte Mehmetçiğe düştüğüne değiniyordu. Konuşmasının sonunda Dr. Küçük’e, Talebe Federasyonu tarafından, Kıbrıslılara verilmek üzere, federasyonun gönüllü olarak kaydına başladığı “Kıbrıs Türk Gençlik Ordusu” adına İstiklal Harbinde kullanılmış bir gümüş kılıç; Dumlupınar Kocatepe’den, Mustafa Kemal’in “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri” dediği yerden 
getirilen toprak ve bir Türk bayrağı hediye edildi29. 

Kıbrıs Türktür Kültür Derneği Başkanı Mehmet Ertuğruloğlu, “Kıbrıs, Anavatanla 
birleşmek için her fedakârlığı göze alacaktır. Türk milleti Kıbrıs meselesinde kararlıdır. Ada’nın tamamı üzerinde hak sahibi olmasına rağmen dünya barışı uğruna son fedakârlık olarak taksime razı olmuştur” ifadelerinde bulunurken; Türkiye Talebe Federasyonu eski başkanı Yavuz Kadıoğlu, “Milli parolamız bir zamanlar ‘Ya İstiklal Ya Ölüm’dü. Sonra ‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ oldu. Şimdi ‘Ya Taksim Ya Ölüm’ oldu” diyerek, Kıbrıs konusunda Türk tezinin parolasını kalabalığa onaylatıyordu. Bu ve buna benzer pek çok ifadenin yer aldığı konuşmalar ardı ardına gerçekleştirilmişti. İstanbul’da olduğu gibi 
Ankara’da da Kıbrıs davasında gençlik örgütleri ön plandaydı. 

Miting sırasında, “Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak”, “Taksime razı olmasan gelir hepsini alırız”, “Kıbrıs’a yol Anadolu’dan gider”, “Baş verir Kıbrıs’ı vermeyiz”, “Ölmek var dönmek yok”, “Ya böleceğiz, ya öleceğiz”, “Taksim sulh için son fedakârlığımız”, “İnsan kalpsiz Türk Kıbrıs’sız olmaz”. “Yunan dikkat et Menderesi taşırma! On iki adaları sel alır”, “Sayın Başvekilimiz, trafik fenerlerinin yeşil yanmasını emret yeşil adaya yol alalım”, “1453’de Fatih’i, 1922’de Atatürk’ü, 1958’de de torunlarını karşında bulacaksın” yazılı dövizler ellerde dolaşıyor; İstanbul’da olduğu gibi Ankara’da Makarios kuklaları darağaçlarında asılıyor ve yakılıyordu30. 

Saat 16’ta konuşmalara son verilerek, kalabalık Ulus’a doğru yürüyüşe geçti ve 
Atatürk Anıtına çelenkler konuldu. Miting esnasında, muhalefet lideri İsmet İnönü’nün miting alanına gelmemesi yönünde çeşitli tertiplerin alındığı konusunda haberlerde basına yansımıştı31. 

Ülke içersinde düzenlenen mitinglere yönelik, Türk Ortodoks Kiliseleri Başkanı 
Papa Eftim32, Türk Milli Talebe Federasyonu’na bağlı gençlerle yapmış olduğu konuşmasının basına yansıyan bölümlerinde, İstanbul Rum Patriği Athenagoras’ın, Makarios’la aynı gayeye paylaştığını, Athenagoras ve etrafındaki papazların yurt dışına çıkarılmaları gerektiği, patrikhanenin Megala İdea’ya hizmet ettiğini söylemişti33. Papa Eftim’in, Kıbrıs konusunda bu ve buna benzer, Türkleri destekler nitelikteki ifadeleri, ülke içersindeki Rum kesiminde 
rahatsızlıklar yaratmıştı. Papa Eftim’in şahsına yönelik giderek artan tehditler üzerine, Galata’da yer alan “Panayia” kilisesi çevresinde güvenlik önlemleri alınmıştı. 

Kıbrıs konusunda iki büyük ilde arka arkaya gerçekleştirilen mitingler sonrası, diğer illerdeki miting hazırlıkları hız kazanıyordu. 15 Haziran’da, İzmir Yüksek Tahsil Gençliği tarafından, Bornova Spor sahasında gerçekleştirilen ve çok büyük bir kalabalığın katıldığı İzmir Mitinginde, diğer mitinglerde olduğu gibi ön planda gençlik ve kadın örgütleri yer alıyordu. Mitingi esnasında Kıbrıs Türktür Partisi Genel Sekreteri Osman Örek, düzenleme kurulu başkanı Tıp Fakültesinden Necip Acar ile birlikte birçok konuşmacı söz almıştı 34. 
Osman Örek’e, konuşmasının sonunda, Atatürk büstü ve gençlerin kanlarıylaçizdiği Kıbrıs haritası verilmişti. Ayrıca miting Kıbrıs’ta da radyodan yayınlanmış ve Ada’da heyecan yaratmıştı35. 

Aynı gün Adana’da düzenlenen mitinge Dr. Fazıl Küçük katılıyordu. Fazıl Küçük 
burada yaptığı konuşmasında taksim tezi üzerindeki ısrarlarını ve Kıbrıslı Türklerin haklılıklarını ortaya koymuştu. Konuşması sonrası Türkiye Milli Talebe Federasyonunun kanı ile çizdiği bir Kıbrıs haritası, mücahitlerimiz tarafından da milli mücadele yıllarından kalma mermi dolu şarjör, esir düşen Yunan Generali Trikopis’ten alınmış olan tarihi kılıcı temsilen bir kılıç hediye edilmişti. Bu mitinglerde de Makarios duyulan öfke kalabalıklarda hissediliyor, köpekler Makarios kılığına sokuluyor, kuklaları darağaçlarında asılıyor ve yakılıyordu36. 

İzmir’de miting dışında bir diğer önemli gelişme, mitingden bir gün önce, İzmir’de bulunan NATO karargâhındaki yaklaşık 200 kişilik Yunan personelinin, aileleriyle birlikte, 10’na yakın uçakla karargâhı terk etmesi ve Yunanistan’a gitmeleriydi. Basında “Efzunlar Dağa Küstü’ Yunan Jesti!” şeklinde verilen haberde, olayın NATO’nun bilgisi dışında gerçekleştiği ve Türkiye’ye yönelik Yunanistan’ın bir gözdağı olduğuydu. Yunanistan ayrıca iki ülke arasında oluşan gerginlik sonrası Ankara Büyükelçisini de geri çekiyordu. Yunan dış işleri bakanı Averof, “Bu geri çekmede ciddi sebeplerinin olduğunu, Türklerin tahrik edici 
hareketleri karşısında çekilmeye karar verdiklerini” söylüyordu37. Yunanistan, ülkesinde yapılacak olan bir NATO toplantısını iptal ederken, toplantıya katılacak olan 4 Türk subayı da geri dönüyordu. 
Yunanlılar iptal gerekçesi olarak, iki ülke arasındaki ilişkilerin gerginliğinin Yunan ve Türk subaylarının işbirliğini imkânsız kıldığını ve bu durumun konferansın iptaline gerekçe teşkil ettiğini ileri sürmüştü. Olaylar sonrası, Yunanistan dış işleri bakanı Averof, mecliste yapmış olduğu konuşmada, İzmir’deki NATO üssünün başka bir yere naklini dile getirdi38. 

 NATO’nun güneydoğu kanadının savunmasında yer alan iki kritik ülke arasında 
oluşan bu olumsuz hava, başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere, Kıbrıs konusuna bir an önce bir çözümün bulunmasının zorunluluğunu getiriyordu. ABD’nin en önemli önceliği Kıbrıs’tan dolayı iki NATO üyesi ülke arasındaki gerginliğin çatışmaya dönüşmesini engellemekti. Kıbrıs konusunda 17 Haziran’da açıklamak üzere bir çözüm planı hazırlamakta olan İngiliz Başbakanı Macmillan’ın, NATO’nun müdahalesiyle planını açıklamayı iki gün ertelemişti. 

TBMM 16 Haziranda Kıbrıs’a yönelik yapmış olduğu gizli oturumda, oybirliği ile 
Kıbrıs adasının taksimi yolunda almış olduğu kararı tüm dünyaya ilan ediyordu. 

Bu kararın içeriğindeki önemli noktalar şöyleydi; “… Kıbrıs’taki son olaylar da göstermektedir ki, bu çok tehlikeli durumun bir an önce nihai bir hal şekline bağlanmasına yönelik kesin bir aciliyet haline gelmişken, bunun için de tek, adil, haklı, ılımlı hal şekli olan taksimi, vakit geçirmeden kabul etmek gerekmektedir. Ada’da iki toplumun arasındaki güvensizlik ve düşmanlık, bu toplumların artık bir arada yaşamalarına ve bir idare altında işbirliği yapmalarına olanak 
tanımamaktadır. Ada’da sulhun ve sükûnun yeniden geri gelmesi için, bu iki toplumu, fiilen ve hukuken birbirlerinden ayırmak ve Türk toplumuna, hiçbir zaman ve hiçbir suretle, onun yaşama hakkına ve özgürlüğüne kastetmiş olan Rum toplumunun tahakkümü altında bırakılmayacağı hususunda tam güvence vermek gerekmektedir. Bu nedenle Ada’nın sulh, sükûn ve refahını sağlamak ve gerekli dostluk ve anlayış havasını yeniden yaratmak için nihai bir çözüm ve azami bir fedakârlık olarak taksimi kabul etmek ve uygulamak kaçınılmazdır”39. 
Meclis oybirliği ile almış olduğu bu kararla taksim tezi bir devlet politikası haline gelmişti. 

Türkiye, devlet politikası olarak Kıbrıs Sorunun çözümünde taksime yönelik çözümü ortaya koyarken ve bu çözümde Kıbrıs’ta ve Türkiye’de yaşayan Türk halkının geniş desteğini alırken, İngiltere Başbakanı Mac Millan 19 Haziran’da Avam Kamarasına verdiği Kıbrıs’a ilişkin beyanatta, Ada sorununun çözüme yönelik planını açıklıyordu. İngiltere, Kıbrıs üzerindeki hükümranlığını yedi yıl müddet için Türkiye ve Yunanistan’la paylaşmaya hazır olduğunu, adada İngiliz vali yanında Türkiye ve Yunanistan’ında birer temsilcinin bulundurmasını temel alan bir öneri getiriyordu. İngiliz Başbakanı Mac Millan, Kıbrıs’ta her 
iki cemaatin kendisiyle ilgili işlerde muhtariyete sahip bulunacağı, temsili bir hükümet sisteminin kurulacağı; Kıbrıslı Rumlarla, Kıbrıslı Türklere İngiliz tabiiyetini muhafaza etmekle beraber Yunan veya Türk tabiiyeti verecek olan hükümleri kabul edeceği; yapılacak olan anayasada iki cemaatin her biri için ayrı bir temsilciler meclisinin kurulmasını öngörüyordu. 

Uluslar arası alanda Kıbrıs konusunda bu gelişmeler devam ederken, ülke içersinde Kıbrıs mitingleri devam ediyordu. 23 Haziran tarihine kadarki süreçte gerçekleşen mitingler şunlardır: 8 Haziran İstanbul; 9 Haziran Adapazarı; 12 Haziran Ankara; 14 Haziran Antakya, Kayseri, Ordu; 15 Haziran Adana, İzmir, Hatay, Kırıkkale; 16 Haziran Malatya; 17 Haziran Erzurum; 19 Haziran Antalya, Samsun ve Elazığ; 21 Haziran Eskişehir, Balıkesir ve Maraş; 22 Haziran Konya, Bursa ve İskenderun mitingleri. Bütün mitinglerde gençlik örgütlerinin ön 
planda olduğu; mitinglerin düzenlendiği illere, çevre illerden de yüksek katılımların olduğu dikkat çekmekteydi. 

Antalya mitingi sonrası gençler deniz açılarak ve Türk karasularının bittiği yere 
“Kıbrıs bugün karasularımızdan çıktık, yarın karasularındayız” yazılı çelenk ile gençlerin kanlarıyla yazdıkları ve içinde, “Denizler, gökler ve karalar şahidimiz oldun ki, Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır” mesajını ihtiva eden kağıt, bir şişe içine konularak Kıbrıs’a gönderilmek üzere denize bırakılmıştı40. Samsun, Eskişehir ve Konya mitinglerinde Dr. Fazıl Küçük konuşmalarda bulunmuştu. Konya mitingi İstanbul, Ankara ve İzmir radyolarından canlı verilmiş; miting esnasında Dr. Fazıl Küçük’e, Ermenek gençliğinin kanlarıyla çizdikleri Kıbrıs haritası ve Türk bayrağını armağan edilmişti. İskenderun mitingine, Hataylı Ortodokslardan destek gelmiş. Ortodoks cemaati adına İskenderun Gazetesi sahibi Suphi 
Levent’te bir konuşma yaparak, taksim lehinde fikirlerini ifade etmişti. 

Maraş’ta yapılan mitingde, Havuzlu Meydana Kıbrıs ismi verilmiş, geçmişte Lala Mustafa Paşa komutasında fethedilen ve 37 bin Maraş eyalet askerinin kahramanlıklarına izafen, Kıbrıs’ta bir Maraş isimli kasabanın kurulması, Maraş’la Kıbrıs arasında maddi ve manevi bir bağın bulunması, mitingi daha anlamlı bir halegetirmişti41. 

23 Haziran itibariyle ülke genelinde Kıbrıs’a ilişkin mitinglere son verilmesi 
düşünülürken, illerden gelen yoğun istek üzerine mitinglere devam kararı alınmıştı. 23 
Haziran Kastamonu; 24 Haziran Kars; 25 Haziran Çorum, Sivas ve Bingöl; 26 Haziran Niğde, Ordu, Aydın, Tokat ve Afyon; 28 Haziran Mersin ve Nevşehir; 29 Haziran Isparta; 2 Temmuz Çankırı; 4 Temmuz Gaziantep, Amasya; 5 Temmuz Urfa ve Sakarya; 6 Temmuz Çanakkale, 

Zonguldak, Uşak, Diyarbakır ve Hakkari’de mitingler düzenlenmişti. Taksim fikrinin hararetli şekilde savunulduğu mitinglere, genel anlamda baktığımızda; Fazıl Küçük’ün katıldığını Çankırı mitingine, katılmaları için Türk Ortodoksları Ruhani Başkanı Papa Eftim ve Fener Patriki Athenagoras’ta davet edilmiştir. Davet üzerine, Papa Eftim, “Kıbrıs Türk yurdunun bölünmez bir parçasıdır. Taşı toprağı kanıyla yoğrulmuş Türk yurdudur” ifadelerinin yer aldığı bir teşekkür telgrafı göndermiştir42. Diyarbakır mitinginde Fazıl Küçük’ten ve Papa Eftim’den gelen telgraflar okunmuştur. Çanakkale mitingi sonrası, Kıbrıs’tan gönderilen 
toprak Çanakkale Şehitler Abidesinin harcına karıştırılırken; Sakarya mitinginde, ülkede bulunan yaklaşık 30 bin Yunan tebaasının ülke dışına gönderilmesi ve Athenagoras ile patrikhanenin ülke dışına çıkarılması teklifleri dile getirilmişti43. Zonguldak mitingine Fazıl Küçük katılmış ve kendisine Zonguldak gençlerinin kanlarıyla yaptıkları bayrak verilmişti. Yüksek Tahsil Derneği tarafından düzenlenen Çorum mitinginde, İskilipli gençlerin kanlarıyla çizdiği Kıbrıs haritasının Dr. Fazıl Küçük’e gönderilmesi tezahüratlarla karşılanmıştı. 

Mitingler ülke genelinde devam ederken, devlet radyosunda 4 Temmuz’dan itibaren “Kıbrıs Saati” isimli bir program yayına başlayarak, Kıbrıs’ta meydana gelen olayları günü gününe kamuoyuyla paylaşacaktı. İlk açılış konuşmasını Dr. Fazıl Küçük gerçekleştirmişti44. 

Ulusal basında da Rumlara ilişkin asayiş haberleri ana sayfalarda yer alıyordu. Örneğin, bir Türk kızını döven, Fener Rum Kız Lisesi öğrencisi üç Rum kızın davaları gazetelerde yer alırken; bir başka haberde “Patriğin Kuryesi sınır dışı edildi” başlığı arlında, patrikhane ile Yunanistan konsolosluğu arasında irtibatı temin eden Teologos Sfirocras isimli Yunanlı kişiden bahsediliyordu. Sfirocras’ın, siyasi polisin takipleri sonucu, konsolosluktan patrikhaneye gizli talimatlar taşıdığı ve patrikhanenin de buna göre hareket ettiği tespit edilmişti. Patrik Athenagoras’ın özel kuryesi olan Yunanlının sınır dışı edildiği haberi yer 
alıyordu45. 

4- SONUÇ 

“Taksim” tezinin bir hükümet politikası olarak ön plana çıktığı dönemde, 1958 yılı Haziran ve Temmuz aylarında ülke içersinde düzenlenen “Ya Taksim, Ya Ölüm” mitingleri, taksim tezine yönelik olarak Türk kamuoyunun desteğinin alınmasına ön ayak olmuştu. Başlangıçta Kıbrıs’ın tamamının Türklere verilmesi temel hedefken; İngiltere’nin de desteği ile taksimi ön plana alan Türk hükümetinin, bu kapsamlı politika değişiminin ülke içersinde yaratacağı olumsuz tabloyu, 1958 mitingleri, hükümet adına tersine çevirecekti. Mitingler ile 
birlikte ortaya çıkan halk desteği, Türk hükümetinin içerde ve dışarıda, Kıbrıs konusunda elini güçlendirecekti. 

Ülke genelinde düzenlenen Kıbrıs mitinglerinin düzenlenmesi ve yürütülmesinde, ön planda öğrenci ve gençlik dernekleri yer almıştı. Ayrıca kadın ve işçi örgütlerinin de mitinglere destek verdikleri görülmektedir. Özellikle gençlik içersinde “Kıbrıs”a ilişkin ortaya çıkan bu duyarlılık ve düzenlenen mitinglerin geniş halk kitlelerine ulaşması, sonraki yıllarda ülke gündeminde ki yerini koruyacak olan “Kıbrıs Sorunu”na ilişkin geniş halk desteğini de beraberinde getirecektir. Sonuç olarak ülke genelinde 44 ilde gerçekleştirilen ve toplamda iki 
buçuk milyonu aşkın kişinin yer aldığı Kıbrıs mitingleri, Türk kamuoyunun Kıbrıs’a yönelik duyarlılığının en önemli göstergesi olmuştu. 

 DİPNOTLAR;

1 Angelos Kalodukas, “Kıbrıs Sorunu: 2. Dünya savaşı’ndan Annan Planına”, Çev: Stefo Benlisoy, Kıbrıs Dün ve Bugün, Der: Masis Kürkçügil, İthaki yay., İstanbul, 2003, s.73. 
2 Niyazi Kızılyürek, Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs, İletişim Yay., İstanbul, 2002, s.231. 
3 Kızılyürek, a.g.e., s.225. 
4 Sabahattin İsmail, Kıbrıs Sorununun Kökleri, Akdeniz Haber Ajansı Yay., KKTC, 2000, s.316; 324-325. 
5 Kızılyürek, a.g.e, s.235. 
6 Kıbrıs Sorunu Gelişmeler ve Görüşler, Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, s.18. 
7 Kıbrıs Adasının Yunanistan’a bağlanacağı fikri 1950 ve 60’lı yıllarda Yunanistan’da geniş halk kitlelerini heyecanlandırıyor ve “Kıbrıs Davası” için sık sık gösteriler düzenlenmesine neden oluyordu. Gerçekleştirilen bu 
   gösterilerde pek çok gösterici yaralanıyor hatta ölümle sonuçlanan gösteriler oluyordu. Örneğin; 9 Mayıs 1956 yılında Atina’da gerçekleştirilen gösteri, üç gösterici ve bir polis memurunun ölümüyle sonuçlanmıştı. 
   Kalodukas, a.g.m., s. 69. 
8 Şerafettin Turan, 6- 7 Eylül olaylarını, Kıbrıs konusunda kamuoyunu hareket geçirmek amacıyla tertiplenen ama yıkıcılığa ve çapulculuğa dönüşen bir hareket olarak niteler. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, C IV/2, 
   1. Baskı, Bilgi Yay., Ankara, 1999, s.175.; Niyazi Kızılyürek, “Londra Konferansına giden Türk heyetine ‘kamuoyu desteği vermek’ için önce Selanik’te, Atatürk’ün evinde bir bomba patlatıldı, sonra da, Kıbrıs Türktür 
   Cemiyeti, DP ve gençlik örgütleri militanlarından oluşan kalabalık, İstanbul’da önceden belirlenen Rum hedeflerine saldırdılar” ifadelerinde bulunur. Kızılyürek, a.g.e, s.238. 
9 Fahir H. Armaoğlu, “1955 Yılında Kıbrıs Meselesinde Türk Hükümeti ve Türk Kamuoyu”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt: 14 Sayı: 2, s.80. 
10 Stavros Tombazos, “Kıbrıs Milliyetçilikleri”, Çev: Mutlucan Şahan, Kıbrıs Dün ve Bugün, Der: Masis Kürkçügil, İthaki yay., İstanbul, 2003, s.51. 
11 Kızılyürek, a.g.e, s.246-247. 
12 Türk Mukavemet Teşkilatı hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: Ulvi Keser, Kıbrıs’ta Yer altı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilatı, 1. baskı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007. 
13 İsmail, a.g.e., s.359. 
14 Milliyet, 28 Ocak 1958 
15 Milliyet, 29 Ocak 1958 
16 Rauf R. Denktaş, Hatıralar, C 10, 1. Baskı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2000, s. 132. 
17 Bu kampanyalara birkaç örnek vermek gerekirse; Nevşehir lisesi öğrencilerinin kanlarıyla hazırladıkları Kıbrıs bayraklarını gösteren fotoğraflar yer almakta ve hazırlanan bu bayrak Londra Kıbrıs Türktür Cemiyeti başkanı 
Necati Serger’e verildi. Zafer, 15 Nisan 1958; “Şereflikoçhisar’dan kardeşlerimize” başlığı ile, Şerefli Koçhisar Cumhuriyet İlkokulu öğrencilerinin kanlarıyla çizdikleri Kıbrıs haritasını kaymakama takdim ettiler. Zafer, 26 
Nisan 1958; 13 yaşındaki Baf Türk koleji 1-C sınıfı öğrencisi olan Kıbrıslı Türk çocuğu olan Cahit Fatihgil, Başbakan Adnan Menderes’e, üzerinde kanla çizilmiş Kıbrıs haritası bulunan bir Türk bayrağı gönderdi. 
Bayrakla birlikte gönderilen mektupta, “Efendim, size iki günden beri bir bayrak yapıp arkasını da beyaz bir renk kumaşla kaplayıp üzerine kanımla yapılmış bir Kıbrıs haritası çizmeyi düşündüm. Akşamleyin bunu 
annemle söyledim. Bu fikrimi beğendiler ve bana yarın mektepten geldiğin zaman her şeyi al ve düşündüğünü yapıp başvekilimize yolla dediler. Bende istediğimi yaptım” ifadeleri bulunmaktaydı. Daha sonra Adnan 
Menderes bu bayrağı İstanbul’a mitinge gönderecektir. Zafer, 8 Haziran 1958. 
18 Ahmet Hamdi Başar anılarını yazdığı kitabında Demokrat Parti’nin Kıbrıs konusunu, ülkedeki bozulan ekonomi ile birlikte artan muhalefete karşın, gündem değiştirmenin bir aracı olarak kullandığını, “… Kıbrıs 
meselesini alevlendirerek halkı ayaklandırmaya ve heyecana getirmeye ve iç davalardan gözünü ayartma” çalıştığını ifade etmektedir. Ahmet Hamdi Başar’ın Hatıraları, C 2, Yay. Haz. Murat Koraltürk, İstanbul Bilgi 
Üniversitesi Yay., İstanbul, 2007, s. 370. 
19 Zafer, 7 Haziran 1958. 
20 Milliyet, 7 Haziran 1958. 
21 Zafer, 7 Haziran 1958. 
22 Zafer, 9 Haziran 1958. 
23 Zafer, 9 Haziran 1958. 
24 Rum kabadayısı, http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=palikarya&ayn=tam. 
25 Hıristiyan ve Musevilerde gelinin damada verdiği para veya mal, 
     http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=drahoma&ayn=tam. 
26 Zafer, 9 Haziran 1958. 
27 Ulus, 9 Haziran 1958. 
28 Milliyet, 9 Haziran 1958. 
29 Zafer, 11 Haziran 1958. 
30 Zafer, 13 Haziran 1958. 
31 Milliyet, 13 Haziran 1958. 
32 Papa Eftim, 1884 yılında Ankara Vilayeti Yozgat Sancağı Akdağmadeni kasabasında doğmuştur. Asıl ismi Pavli Karahisarlıoğlu’dur. 1918'de Keskin Metropolit Vekili olmuştur. O dönemde Anadolu'da ve İstanbul'da 
yaşanan gelişmeleri yakından takip eden Papa Eftim, Fener Rum Patrikhanesi'nin karşısında yer almış, buradan gelen ve Hıristiyanların Türklere karşı harekete geçirilmesini isteyen talimatları uygulamadığı gibi özellikle Orta 
Anadolu'daki Ortodoks Türklerle temasa geçerek onları milli mücadeleye destek olmaya çağırdı. Büyük Taarruz'dan hemen sonra da Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi'nin kurulmasını sağladı. Mustafa Kemal'in 
"milli mücadelede bize bir ordu kadar hizmet etti" dediği Papa Eftim, 14 Mart 1968'de İstanbul'da öldü. Papa Eftim ve Türk Ortodoksları için bakınız; Yonca Anzerlioğlu, Karamanlı Ortodoks Türkler, Phoenix Yay., 
Ankara, 2010; İbrahim Erdal, “Türk Basınına Göre Ortodoks Türklerin Milli Mücadele’deki Tutumu”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 35-36, Mayıs-Kasım 2005, s. 333-343; 
Mehmet Okur, “Milli Mücadele Döneminde Fener Rum Patrikhanesinin ve Metropolitlerin Pontus Rum Devleti Kurulmasına Yönelik Girişimleri”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, s. 101-116. 
33 Milliyet, 12 Haziran 1958. 
34 Zafer, 16 Haziran 1958. 
35 Milliyet, 16 Haziran 1958 
36 Milliyet, 16 Haziran 1958 
37 Milliyet, 17 Haziran 1958 
38 Milliyet, 25-26 Haziran 1958 
39 Zafer, Milliyet, Ulus, 17 Haziran 1958. 
40 Milliyet, Ulus, 20 Haziran 1958. 
41 Zafer, 22-23 Haziran 1958. 
42 Zafer, 2-3 Temmuz 1958. 
43 Zafer, 6 Temmuz 1958 
44 Zafer, 4-5 Temmuz 1958. 
45 Milliyet, 27 Haziran 1958.


KAYNAKÇA 

I-Süreli Yayınlar 

Milliyet 
Ulus 
Zafer 

II- Kitap ve Makaleler 

Ahmet Hamdi Başar’ın Hatıraları, C 2, Yay. Haz. Murat Koraltürk, İstanbul Bilgi 
Üniversitesi Yay., İstanbul, 2007. 

Anzerlioğlu, Yonca, Karamanlı Ortodoks Türkler, Phoenix Yay., Ankara, 2010. 

Armaoğlu, Fahir H., “1955 Yılında Kıbrıs Meselesinde Türk Hükümeti ve Türk Kamuoyu”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt: 14 Sayı: 2. 

Denktaş, Rauf R., Hatıralar, C 10, 1. Baskı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2000. 

Erdal, İbrahim, “Türk Basınına Göre Ortodoks Türklerin Milli Mücadele’deki Tutumu”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 35-36, Mayıs-Kasım 2005. 

İsmail, Sabahattin, Kıbrıs Sorununun Kökleri, Akdeniz Haber Ajansı Yay., KKTC, 2000. 

Kalodukas, Angelos, “Kıbrıs Sorunu: 2. Dünya savaşı’ndan Annan Planına”, Çev: Stefo Benlisoy, Kıbrıs Dün ve Bugün, Der: Masis Kürkçügil, İthaki yay., İstanbul, 2003. 

Keser, Ulvi, Kıbrıs’ta Yer altı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilatı, 1. baskı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007. 

Kıbrıs Sorunu Gelişmeler ve Görüşler, Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı. 

Kızılyürek, Niyazi, Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs, İletişim Yay., İstanbul, 2002. 

Okur, Mehmet, “Milli Mücadele Döneminde Fener Rum Patrikhanesinin ve Metropolitlerin Pontus Rum Devleti Kurulmasına Yönelik Girişimleri”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 29-30, Mayıs-Kasım 2002. 

Tombazos, Stavros, “Kıbrıs Milliyetçilikleri”, Çev: Mutlucan Şahan, Kıbrıs Dün ve Bugün, Der: Masis Kürkçügil, İthaki yay., İstanbul, 2003. 

Turan, Şerafettin, Türk Devrim Tarihi, C IV/2, 1. Baskı, Bilgi Yay., Ankara, 1999. 

III- İnternet 

http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=palikarya&ayn=tam. 

http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=drahoma&ayn=tam 

***

TÜRK KAMUOYUNDA KIBRIS ALGISI: 1958 YILI KIBRIS MİTİNGLERİ BÖLÜM 1

TÜRK KAMUOYUNDA KIBRIS ALGISI: 1958 YILI KIBRIS MİTİNGLERİ BÖLÜM 1



Fevzi ÇAKMAK
* Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Öğretim Elemanı, 
fevzi.cakmak@deu.edu.tr. 



ÖZET 

Kıbrıs’ta Türk ve Rum halkları arasında ortaya çıkan sorunlar ve şiddetli 
çatışmalar sonrası, Türk Kamuoyunun tepkisi gecikmedi. 8 Haziran 1958 yılında, Kıbrıs’a yönelik olarak İstanbul Beyazıt Meydanı’nda başlayan“Ya Taksim, Ya Ölüm” mitingine yüz binler katıldı ve sonrasında mitingler, ülke genelinde yüksek katılımla ardı ardına gerçekleşti ve mitingler 6 Temmuz 1958 yılında sona erdi. Toplamda katılımın milyonları bulduğu mitingler sonrası, Türk kamuoyunun Kıbrıs’a yönelik duyarlılığı en üst noktalara ulaşmıştı. 

Hazırlanacak olan bildiride, 1958 yazına damgasını vuran “Kıbrıs Mitingleri” 
incelenecektir. Araştırma sırasında, konuya ilişkin yayınlanmış kaynaklarının yanı sıra, döneme ışık tutacak olan süreli yayınlar incelenecek ve görsel materyal toplanacaktır. 

Anahtar Kelimeler: Kıbrıs, Miting, Taksim, lefkoşe,magosa,girne,

 1- GİRİŞ 

Lozan Barış görüşmelerinde Kıbrıs konusundaki haklarını İngiltere’ye devreden 
Türkiye için, İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine kadar ki süreçte, Kıbrıs’a ilişkin konular gündemin ön sıralarında yer almamıştı. Türk Kamuoyunda Kıbrıs’a yönelik olarak ilk algılar, İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkmaya başlamıştı. İngiltere, her ne kadar İkinci Dünya Savaşı’nın galibi konumunda olan bir ülke olsa da, gerek savaş sırasında yaşadığı yıkım gerekse sonrasında ortaya çıkan yenidünya düzeninde, kendi durumunu yeniden konumlandırma sürecine girmişti. Bu süreçte en çok üzerinde yoğunlaştığı konuların başında, dünya genelinde hakim olduğu egemenlik alanlarının geleceğiydi. İngiltere, pek çok bölgede olduğu gibi Kıbrıs üzerindeki hâkimiyetinin geleceği konusunda çeşitli düşüncelerini savaş sonrası dillendirmeye başlamıştı. İngiltere Ada’dan çekilecekti, fakat bu süreçte üzerinde en hassas durduğu nokta, Ada üzerindeki haklarından tam olarak vazgeçmemesi ve askeri konumunu devam ettirmesiydi. 

Kıbrıs konusunda ortaya çıkan bu yeni durum, gerek Yunanistan gerekse Türkiye açısından yeni bir sürecin başlangıcını teşkil etmekteydi. Her iki ülke Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası, aralarında oluşan husumetleri zamanla ortadan kaldırarak, başta savunma olmak üzere (Balkan Paktı gibi), ikili ilişkilerde dost iki ülke konumuna gelmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan iki bloklu dünya düzeninde, Yunanistan ve Türkiye, Batı Bloğunun Güney Doğu savunma alanı içersinde önemli işlevleri sahip iki ülkeydi. Marshall yardımı ve sonrasında NATO üyelikleri, iki ülkeyi ortak oluşumlarda buluşturuyordu. İki ülke ilişkileri olumlu bir seyir izlerken, 1950’lili yıllarla birlikte Kıbrıs iki ülkenin gündeminde üst noktalarda yerini almaya başlamıştı. 

2- İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA TÜRKLERDE KIBRIS ALGISI 

Türkiye’de Kıbrıs yönelik ilk algılar, çok partili hayata geçiş sürecinde kendini 
göstermeye başlamıştı. Kıbrıs ve Türkiye’de gerçekleştirilen mitingler bu algıda etkili olmuştu. Mitinglerin gerçekleştirilmesinde başlıca neden Enosis fikrine ve davranışlarına karşı duyulan öfkeydi. Ada’nın Yunanistan’la birleşeceği talebine karşı bir Kıbrıs Türk milliyetçiliği oluşmuştu1. Ayrıca, Türk milliyetçiliğinin oluşumunun temel nedenleri içinde, Kıbrıslı Rum milliyetçiliği, Türkler ve Rumlar arasında geçmişte yaşanan kötü olaylar ve “Girit-Sendromu”da sayılabilir2. 

Bu süreçte, Dr. Fazıl Küçük olmak üzere, Kıbrıslı Türk önder kadrosunun, Kıbrıs’ın geleceği konusunda Türkiye’yi taraf yapmak konusunda büyük bir istek besledikleri bir gerçekti 3. Kıbrıs’ta gerçekleştirilen ve “Ayasofya Miting”leri olarak tarihe geçen mitingler bu alanda gerçekleşen en önemli girişimlerin başında gelmekteydi. İlki 28 Kasım 1948’de, ikincisi 11 Aralık 1949’da Lefkoşa’da gerçekleştirilen bu mitinglere, binlerce Kıbrıs Türk’ü katılmış ve başta Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş olmak üzere ileri genel Kıbrıslı Türkler 
konuşmalar yapmıştı. Düzenlenen mitinglerde, Enosis karşıtı ve Enosis’e karşı mücadeleye yönelik alınan tavırlar açıkça beyan edilmiş; Ada’nın eski sahibi olan Türklere verilmesi istenmişti 4. 

Kıbrıs’ta düzenlenen mitinglerle birlikte, Türkiye’de Kıbrıs’a yönelik haberler yer 
almaya başlarken, toplumsal duyarlılıkların bir sonucu olarak ülke genelinde mitingler düzenlenmeye başlanmıştı. Ankara ve İstanbul’da Enosis karşıtı mitingler düzenlenmiş, bu mitingleri Malatya, Balıkesir, Hatay, İzmir gibi diğer illerde gerçekleştirilen mitingler izlemişti. Bu mitinglerde hakim olan fikir, Kıbrıs’ın eski sahibi olan Türklere ait olduğuydu. 

Özellikle Turancı çevrelerin destekleriyle birlikte giderek Kıbrıs’a yönelik Türk toplumunun algısı gelişme gösterecek, kamuoyu baskısı ile birlikte siyasi iktidarlarda konuyu gündemlerine almaya başlayacaklardı. Türk basınında Sedat Simavi’nin Hürriyet gazetesiyle başını çektiği “Kıbrıs Türktür” hareketi; ülke içinde kurulan “Kıbrıs Kültür Derneği”, “Kıbrıs Koruma Cemiyeti”, “Kıbrıs Türktür Cemiyeti” gibi oluşumlar, geniş kitleleri Kıbrıs konusunda duyarlılığa davet ediyorlardı. 

İlk zamanlarda Türk hükümetleri açısından Kıbrıs konusundan daha önemli olan 
Türk Yunan dostluğuydu. İngilizlerin Kıbrıs konusunda izleyecekleri yolu bekleyen Türk tarafı, öncelikli olarak İngilizlerin Ada’yı terk etmesini istemiyor, Ada üzerindeki İngiliz egemenliğinin devamından yana tavır koyuyordu. Bu mesafeli tavır gerek Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında gerekse Demokrat Parti’nin ilk yıllarındaki hükümetlerinde devam etmişti. Türkiye’yi mesafeli tavrından uzaklaştırarak, soruna taraf yapan en önemli etken ise İngiltere 
olacaktı. İngiltere bir yandan Türkiye’yi sorunun içine çekmeye çalışırken, bir yandan da Kıbrıslı Rumlarda ve Yunanistan’da iyice alevlenen Enosis fikrine set çekmeye çabalıyordu. Bu çabalarında Kıbrıslı Türkleri, Enosis fikrine karşı mücadeleye teşvik etmek ve “Helenleri etkisizleştirmek için Türkleri hareketlendirmeleri” gerektiğinin altını çiziyorlardı 5. 

Kıbrıs Ada’sında Enosis fikrinin tarihsel geçmişi çok gerilere götürülürken, fikrin 
öncülüğünü Rum Ortodoks Kilisesi yürütüyordu. Kilisenin öncülüğünde 1950 yılının Ocak ayında gerçekleştirilmiş olan referandumda Ada Rumlarının % 96’sı Enosis lehine oy kullanmışlardı6. Ayrıca kilisenin başına ateşli bir Enosis savunucusu olan Makarios’un geçmesi bu süreçte önemli bir gelişmeydi. Ada ve Yunanistan kamuoyunda giderek güç kazanan Enosis fikri7, Yunanistan’ın konuyu 16 Ağustos 1954 yılında Birleşmiş Milletler örgütüne, self determinasyon (kendi geleceğini saptama) talebi ile getirmesiyle, düşünsel boyuttan fiili bir duruma dönüşmüştü. İngiltere’nin müdahalesiyle Yunanistan’ın talebi geri çevrilirken, Demokrat Parti iktidarının Kıbrıs konusundaki pasif tutumu, ülke içinde ve dışında ortaya çıkan gelişmeler sonrası değişiyor ve Türkiye, İngilizlerin Ada’yı terk etmeleri halinde adanın Türkiye’ye bağlanmasına yönelik bir politikada ısrar etmeye başlıyordu. Türk hükümetinin politika değişiminde Kıbrıs’ta EOKA isimli silahlı örgütün Kıbrıslı Türklere yönelik 1955 yılında başladığı saldırıların ve bu saldırılara kaşı Türk kamuoyunda oluşan 
hassasiyetlerin payının olduğu da unutulmamalıdır. 

1955 yılı Ağustos ayında Londra’da yapılacak olan konferansa, İngiltere’nin isteği doğrultusunda Türkiye’nin çağrılması, Türkiye’nin Kıbrıs konusuna fiili olarak taraf olması ile sonuçlanmıştı. Konferansta, Türkiye Ada’nın kendisine verilmesini talep ederken, Yunanistan Enosis konusunda ısrarını sürdürüyor ve görüşmelerden her hangi bir sonuç alınamıyordu. 1957 yılı sonunda Kıbrıs konusunu tekrar Birleşmiş Milletler gündemine taşıyan Yunanistan, isteği kararı örgütten çıkaramamıştı. Uluslar arası alanda Yunanistan’ın Kıbrıs konusundaki faaliyetleri Türk Hükümetinin, Kıbrıs konusundaki politikasında zamanla 
değişimlere gitmesine ve yeni politikalar ortaya koymasına neden olacaktı. 

Yakın tarihte, Türk ve Yunan toplumları arasında yaşananlar belleklerdeki yerlerini daha korurken ve o kötü günlerin izleri silinmemişken, iki toplum arasında Kıbrıs konusunda giderek artmaya başlayan tansiyon, 6-7 Eylül Olaylarının yaşanmasıyla ilk sonucunu verecekti. 6-7 Eylül 1955’te gerçekleşen ve Türk toplumunda yükselen tansiyonun toplumsal bir ayaklanma olarak patlak vermesiyle neticelenen olaylar8, ağırlıklı olarak İstanbul ve İzmir’de gerçekleşmiş ve iki toplum arasında gerilen ilişkilerin topluma yansıması olarak 
örnek teşkil etmişti. Yaşanan bu olaylar sonrası Türkiye’de yaşayan Rumlar zor durumda kalmış ve bu durum Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminin, uluslar arası alanda elini güçlendiren bir koz olmuştu. Türk Hükümeti yaşananlar karşısında “Kıbrıs Türk’tür” derneğini kapatmış, İstanbul, İzmir ve Ankara’da sıkıyönetim ilan ederek, Kıbrıs konusunda bir suskunluk dönemi başlamıştı. Bu suskunluk karşı tarafın elini güçlendirirken, Kıbrıs’a yönelik halkta oluşan duyguların, hükümet tarafından bilinçli bir şekilde bastırılmasıyla sonuçlanmıştı. Olayların sorumlularını bulmaya yönelik olarak yapılan soruşturmalardan her hangi bir sonuç alınamayacak ve olaylara ilişkin genel kanı şu olacaktı; “Yunanlıların Kıbrıs meselesindeki tahrikçi durumları ve bunun Türk kamuoyu üzerindeki tepkileri; Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bomba atılması ve nihayet, solcu unsurların, temiz hislerle yapılan bir gösteriyi tahrik ve istismar etmeleri”9. 

6-7 Eylül olayları sonrası, uluslar arası alanda eli zayıflayan Türkiye, Kıbrıs 
konusunda savunmakta olduğu ve hayata geçme şansı az olan, Kıbrıs’ın bütününün Türkiye’ye verilmesi politikasında önemli bir değişime gidecekti. 1956 yılı sonu ile birlikte, Türkiye’nin yeni Kıbrıs politikası Başbakan Adnan Menderes tarafından ifade edilmeye başlanacak ve “Ya Taksim Ya Ölüm” parolasıyla kamuoyuna sunulacaktı. Bu yeni politika adanın bölünmesini ve iki farklı devletin adada varlığını sürdürmesini temel alan bir yaklaşımdı. “Kıbrıs Türktür” anlayışından “Ya Taksim Ya Ölüm” anlayışına geçiş önemli bir politik değişimin ifadesiydi ve bu yeni politikaya yönelik geniş halk kitlelerinin desteğinin 
sağlanması gerekliydi. 

Bu politika değişimiyle birlikte Türk Hükümeti, “Ya Taksim Ya Ölüm” parolasıyla 
simgeleşen bu yeni çözümü, ülke içinde ve dünya kamuoyunda yüksek sesle dillendirilmeye; bu yeni politikanın güçlendirilmesine yönelik hükümet tarafından çeşitli girişimlerde bulunulmaya başlanmıştı. Türk hükümetinin bu girişimleri başta Dr. Fazıl Küçük olmak üzere Kıbrıslı ileri gelen Türk yöneticileriyle ortaklaşa ve çözüme yönelik tek seslilikle yürütülüyordu. 

6-7 Eylül olayları sonrası Kıbrıs’a yönelik Türk toplumunda oluşan suskunluk 
dönemi, Türk Hükümeti’nin yeni çözüm politikasını desteklemeye yönelik ülke içinden bir kamuoyu sağlamak adına, yüksek katılımlı mitingler düzenlemek isteğiyle sonlanacaktı. Özellikle 1958 yılında düzenlenen mitingler bu açıdan da çok önemliydi. 6-7 Eylül olaylarından yaklaşık üç yıl geçtikten sonra Kıbrıs’a yönelik olarak kamuoyu hareketleniyor ve geniş halk kitleleri tekrardan meydanları doldurmaya başlıyordu. 

3- 1958 YILI “KIBRIS MİTİNG”LERİ 

1958 yılı, Kıbrıs’ta Türk ve Rum milliyetçiliklerinin doruk noktasına ulaştığı yıldı 10. 
Bir taraf bölünmeyi bir taraf Yunanistan’a bağlanmayı istiyordu. EOKA örgütünün Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği silahlı eylemler ve bu eylemler sonucu zarar gören Kıbrıslı Türklere ilişkin haberlerin Türk kamuoyunda yer almaya başlaması, ülke genelinde tansiyonun yükselmesinde etkili oluyordu. Yunanlı Georgios Grivas’ın başında bulunduğu EOKA’nın silahlı eylemlerine karşı, Kıbrıslı Türkler “Volkan”, “9 Eylül Cephesi” gibi çeşitli örgütlenmelere gitmiş, fakat bu oluşumlar gerekli başarıyı sağlayamamıştı. EOKA saldırılarına karşı Türk savunmasını sağlayacak bir örgütün kurulması konusunda bizzat Ankara’dan sağlanan destekle birlikte11, Rauf R. Denktaş, Burhan Nalbantoğlu ve Mustafa Kemal Tanrısevdi’nin girişimleriyle, 1957 yılı sonunda “Türk Mukavemet Teşkilatı” (TMT) oluşturulmuştu12. Bu teşkilatın ilk önemli girişimi, tarihe 27-28 Ocak 1958 olayları olarak geçen mitinglerdi13. İngiliz sömürge yönetimine ve Enosis’e karşı, 27 Ocak 1958’de Lefkoşa’da Kıbrıslı Türklerin gerçekleştirdiği 
ve İngilizlerin sert karşılık vermesiyle ölümler ve yaralanmalarla sonuçlanan mitingin14 ertesi günü 28 Ocak’ta başta Lefkoşa olmak üzere Magusa, Larnaka, Limasol ve Baf şehirlerinde yüksek katılımlı tepki mitingleri düzenlenmişti. Ada genelinde çıkan bu olaylarda, İngilizlerin sert müdahaleleri sonrası birçok Kıbrıslı Türk hayatını kaybetmiş ve Ada’da sıkıyönetim ilan edilmişti15. O günlerde yaşananlar konusunda Denktaş; “Ocak 1958 hadiseleri bizi halka, halkı bize tanıtmak için fırsat teşkil etti. 7 şehit pahasına dünyaya ilk defa olarak ‘Türk gibi yaşamak’ azmimizi işittiriyorduk. Örfi idarede müthiş bir sıkıntı ve yoksulluk içinde kalan halkımız; evlatlarını toprağa veren kardeşlerimiz ‘Vatan sağolsun eninde sonunda Mehmetçik gelecek ya” diyor ve bütün zulüm ve yoksulluklar Türk’e yaraşır vakarla sineye çekiliyordu” ifadelerinde bulunuyordu16. 

Ada Türkleri aleyhine yaşanan bu gelişmeler, Türkiye’de etkisini göstermeye 
başlamış, yüksek öğrenim kurumları, sendikalar ve diğer sivil toplum örgütleri, “Taksim”e yönelik propagandalarını hızlandırmış, gazetelerde her gün Kıbrıs’a ilişkin haberler yer almaya başlamıştır. Başta Dr. Fazıl Küçük olmak üzere ileri gelen Kıbrıslı yetkili ağızlardan 

“Taksim” fikrini ön planda tutan açıklamalar, Türk kamuoyunun bu fikir etrafında bütünleşmesini sağlamıştı. Yediden yetmişe herkesin kendi kanlarıyla çizdikleri Kıbrıs motifli bayrak kampanyaları ülke içersinde yaygın bir hale gelmişti17. 

1958 yılında Kıbrıs ülke gündemini en üst sıralarındayken, geniş kitlelerin Kıbrıs 
duyarlılıklarını en iyi ifade ettikleri yöntem düzenlenen mitingler olmuştu. Ülke genelinde 8 Haziran’dan başlayarak 6 Temmuz 1958 tarihine kadar devam eden “Kıbrıs Miting”leri, “Kıbrıs konusundaki haklı davamızı dünya efkârına duyurmak” temel amacıyla gerçekleştiriliyordu. 

1958 yılı “Kıbrıs Miting”lerini, 8 Haziran 1958 Pazar günü İstanbul Beyazıt 
Meydanı’nda gerçekleştirilen ve yaklaşık olarak 300 bin kişinin katıldığı mitingle 
başlatabiliriz. İstanbul mitingine gösterilen bu geniş katılım, bunun yaratmış olduğu heyecan ve mitingin geniş bir şekilde ulusal basında yer alması, Kıbrıs mitinglerinin ülke genelinde yaygınlaşmasında önemli etkenlerin başında gelecekti. Bunun yanı sıra, yukarda da değindiğimiz üzere, Demokrat Parti yönetimi de, 6-7 Eylül olayları sonrası Kıbrıs’a yönelik bu mitinglere yeşil ışık yakmış, gerçekleştirilen mitinglerle, Kıbrıs konusundaki Taksime dayalı çözüme halk desteğini sağlamaya yönelik politikasını uygulamıştı18. 

8 Haziran 1958 Pazar günü Beyazıt Meydanı gerçekleştirilecek olan İstanbul mitingi, İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği tarafından organize edilmişti. Mitinge yönelik çalışmalar günler öncesinde başlamıştı. Üniversite kapısına Türk bayrağı ve taksimi gösteren bir harita asılacak ve Atatürk büstü konulacaktı. Mitingde kullanılmak üzere, 100 bin pankart, 10 bin duvar afişi, 10 bin el ilanı ve 100 adette bez dövizin temini için matbaalar sipariş verilmişti. 
Miting’in sırasında, öncesinde ve sonrasında güvenliğin sağlanması en önemli konuydu. 6-7 Eylül olayları hafızalardaki yerini tüm sıcaklığıyla koruyordu. Geniş kapsamlı olacak bir mitingde buna benzer olayların yaşanması ülke içinde ve dışında Kıbrıs konusunda Türkiye’nin elini zayıflatırdı. Bu nedenle mitingdeki güvenliği sağlamak üzere il merkezinde bir toplantı gerçekleştirilmişti. Toplantıya vali ve belediye reis vekili Ethem Yetkiner başkanlık etmiş, Birinci Ordu Müfettişliği yetkilileri, İstanbul Merkez Kumandanı, Boğazlar ve Marmara Üs Korkumandanı, İl Emniyet Müdürü Cemal Tarlan ve muavinleri, il jandarma 
kumandanı, trafik müdürü, Eminönü ve Fatih kaymakamları iştirak etmişlerdi19. İngiliz, Yunan, Amerikan ve Rus konsolosluklar güvenlik altına alınmıştı. Patrikhanenin bulunduğu Fener semtinde güvenlik önlemleri en üst noktada tutulmuş ve burada sekiz tank konuşlandırılmıştı. Miting boyunca bütün sinema ve eğlence yerleri kapanacaktı20. 

İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Başkanı Samet Gündoğan yaptığı açıklamalarda, Ankara’da yaptığı temaslar sonucu gerek iç işleri ve dış işleri bakanları gerekse Başbakan Adnan Menderes’in mitingin icrasından duydukları memnuniyeti kendisiyle paylaştıklarını basına ifade edecekti. Gerçekleştirilecek olan mitingle, başta İngiltere olmak üzere dünya kamuoyuna bir mesaj verilerek, taksim konusunda Türklerin kararlılığı duyurulacaktı 21. 
Anlara Üniversitesi olmak üzere, ülke genelindeki Talebe Birliklerinin de mitinge destek verdikleri görülüyordu. 

1958 Kıbrıs mitinglerinin geneline baktığımızda gençlik ve kadın örgütlerinin ön 
planda olduğunu; ayrıca gerek iktidar gerekse muhalefetin olabildiğince bu olayın dışında kalmaya, miting meydanlarını siyasi bir araç olarak kullanmamaya özen gösterdiklerini de görüyoruz. 

İstanbul’da gerçekleştirilen miting saat 14’te başlamış ve çok geniş bir katılım 
gerçekleşmişti. Düzenlenen miting, Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda, İzmir’in işgali sonrası Türk halkının haklı tepkilerini tüm dünyaya duyuran Sultanahmet Mitingi’yle eş tutuluyor ve “Bizi yakından tanımamak hususunda Mora isyanlarından beri müşterek bir inat gösterenler, o mitingi de (Sultanahmet) küçümsemişler ve sadece bir teşkilatın eseri sanmışlardı. 
Muhataplarımız bizzat kendi menfaatlerini, bir kere daha yanlış teşhisin kurbanı kılmasınlar” ifadelerinde bulunuluyordu22. 

Miting esnasında pek çok kişi halka hitap etmişti. Miting’de konuşma yapanların 
bazıları şunlardı; Kıbrıs Türktür Partisi Genel Başkanı Dr. Fazıl Küçük, Londra Kıbrıs Türktür Cemiyeti Başkanı Necati Sağer, Behçet Kemal Çağlar, Doç. Dr. İsmet Giritli, Kıbrıslı 

Prof. Dr. Derviş Manizade, Mustafa Kemal Derneği Başkanı Muhtar Kumral, İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Başkanı Samet Güldoğan, İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Başkan Vekili Dündar Akçetin ve İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Genel Sekreteri Orhan Bulgaç, Türk Milli Gençlik Teşkilatı Genel Başkanı Yavuz Celesun, Türkiye Milli Talebe Federasyonu İkinci Başkanı Erol Ünal, Tıp Fakültesi Talebe Cemiyeti İkinci Başkanı Ahmet Küçükel, Türk Kadınlar Birliği İdare Heyeti’nden İffet Halim Oruz, Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı Sedat Börekoğlu. Mitingin düzenlenme süreçlerinde ve miting esnasında konuşma yapanların büyük çoğunluğunu gençlik örgütlerinin ileri gelenlerinin oluşturması, Kıbrıs davasında ülke gençliğinin gösterdiği duyarlılığın bir ifadesi olarak kabul edilmelidir. 

Miting’te konuşma yapan Dr. Küçük, taksim tezini ısrarla savunmuş, muhtariyet ve diğer çözüm yollarına kapıları kapatmıştır. Dr. Küçük, “Ada’da yaşayan iki cemaatin birbirlerine düşmen olarak baktıklarını, artık bir arada yaşamak bir yana birbirlerini görmek dahi istemediklerini” ifade ederek, “Ya Taksim, Ya Ölüm” diyerek sözlerine son vermişti23. 

Miting esnasında asılan ve ellerde dolaşan dövizlerden, halkın Kıbrıs konusuna 
bakışını, konuyu algılayışını ölçe biliriz. Genel olarak şunu söylemek mümkündür ki; Türk toplumu geçmişte yaşamış olduğu acı deneyimleri hafızasında canlandırarak, Kıbrıs davasını Türk Ulusal Kurtuluş Savaşıyla bir tutmuş, eğer olacaksa savaşı da göze alır bir konuma gelmiştir. Dövizlerden örnekler vermek gerekirse; “Yunan. Kıbrıs’a giderken evdeki bulgurdan olursun”, “Kıbrıs sana uzanan eli kırarız”, “Palikarya24 sürüsü değiliz biz, şanlı bozkurtlarız”, “Sakalının her telinde kin ve cinayet saklı papaz, seni kabul edecek kilisene dön”, “Vatan, Bayrak, Hürriyet, Adalet Türkün kendisidir”, “Türk’e savaş gıdadır, ekmekten 
evvel”, “Unutma Sakarya, İnönü Savaşını. Mezardan çıkarda sor Trikopisin
başını”, “Majeste! Kıbrıs sizin Drahomanız25 değildir”26. 

Miting alanında Makarios’u temsil eden kuklalar darağaçlarında asılıp, yakılıyor27; üç genç kürsüye gelerek, vücutlarına kanlarıyla yazmış oldukları “Kanımız Kıbrıs İçin” yazısını kitleyle paylaşıyorlardı28. Yaklaşık olarak üç saat süren miting sonrası kalabalıklar olay çıkmadan dağılmış; bazı gurupların Patrikhane ve Beyoğlu’na yürüyüş teşebbüsleri önlenmişti. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***