Erol Manisalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erol Manisalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Nisan 2018 Cumartesi

Türkiye NATO'dan çıkıp komşularına dönmelidir.,



Türkiye NATO'dan çıkıp komşularına dönmelidir.,

14.09.2007



Türkiye NATO'dan çıkıp komşularına dönmelidir, Bugünkü konjonktüre baktığınız zaman ABD ile olan ilişkilerinizde biz dost bir ülkenin ilişkileri şeklinde bir yansımayı görmüyoruz Türkiye, bulunduğu coğrafya nedeniyle Irak, İran, Suriye, Rusya ve  Kafkas Cumhuriyetleri ile de iyi ilişkiler kurmalıdır Putin, 6 Aralık 2004 tarihinde yaptığı Anıtkabir ziyaretinde 'Atatürk'ün yolundan gidiyoruz' diyerek, aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini, bazı Türk politikacılarına hatırlatmak ister gibiydi RUSYA, gerek Avrasya coğrafyasında, gerekse Asya kıtasında önemli hamlelerde bulunurken, özellikle Türkiye ile ilişkilerinde de çok dikkatli bir yol izlemeye özen gösterdi. 5-6 Aralık 2004 tarihlerinde Türkiye'ye resmi bir ziyarette bulunan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 6 Aralık 2004 tarihinde yaptığı Anıtkabir ziyaretinde 'Atatürk'ün yolundan gidiyoruz' diyerek, aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini, bazı Türk politikacılarına hatırlatmak ister gibiydi. Rusya ile Türkiye arasındaki ikili ilişkilerin 2000'li yıllardaki seyrine baktığımızda ise, karşımıza ilk olarak askeri ilişkilerdeki canlanma dikkatleri çekiyor. Özellikle 2000'li yılların başında Genelkurmay Başkanlığı görevini yürüten emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun Rus Genelkurmayı ile kurduğu sıcak ilişki, daha sonra da devam etti. Genelkurmay Başkanları arasında imzalanan anlaşma barışa katkıyı amaçladı14-16 Ocak 2002'de  Türkiye'ye gelen Rusya Genelkurmay Başkanı Anatoli Kvaşnin ile imzalanan askeri işbirliği anlaşması, beklediği yankıyı bulamadı. ABD Genelkurmayı ile imzalanabilecek benzeri bir anlaşma gündeme manşetten girebilecekken, Rusya Genelkurmayı ile yapılan bu anlaşma, gazetelerde dış haberler servisinin hazırladığı küçük bir haber olarak girdi. Ancak iş öyle değildi. 'Askeri Alanda İşbirliği Çerçeve ve Askeri Personel Eğitim İşbirliği Anlaşması', iki Genelkurmay Başkanı arasında imzalandı. İmza töreninde konuşan Orgeneral Kıvrıkoğlu, iki büyük dost ülke silahlı kuvvetleri arasındaki işbirliğini hukuki bir temele oturtmak ve geliştirmek amacıyla, bu anlaşmayı imzalamak üzere bir araya gelmekten mutluluk duyduğunu söyledi. Karşılıklı çıkar ve iyi niyet esaslarına dayanan bu işbirliğinin, iki ülke arasındaki ilişkilere iyi bir ivme kazandıracağına inandığını belirten Orgeneral Kıvrıkoğlu, bu ilişkilerin iki ülke halkının kaynaşmasına ve dünya barışına da katkıda bulunacağını ifade etti. Karadeniz'deki işbirliği önemli'Rusya Federasyonu ve Türkiye arasındaki dostluk ve işbirliğinin bir göstergesi olan bu anlaşmanın, iki ülke silahlı kuvvetlerinin Karadeniz'deki ortak çabalarının, bölge ülkeleri için de güzel bir örnek teşkil edeceğini düşünüyorum. 

Bu işbirliğini imzalanacak diğer anlaşma ve protokoller takip edecektir' diyen Kıvrıkoğlu'ndan sonra söz alan Orgeneral Kvaşnin ise Türk meslektaşının söylediklerine aynen katıldığını belirtti. Türkiye ve Rusya'ya büyük sorumluluk düştüğünü vurgulayan Orgeneral Kvaşnin, 'Çünkü bizler aynı coğrafya içinde yaşıyoruz. İmzalayacağımız anlaşma, hem askeri eğitim, hem de askeri teknik işbirliğimizin geliştirilmesine katkıda bulunacak.' dedi. Söz konusu anlaşma ile iki ülke arasındaki askeri ilişkilerinin hukuki zemininin oluşturulması ve özellikle askeri ilişkilerin muhtelif alanlarda tesisinin geliştirilmesi öngörüldü. 


Bu ziyaret için o dönemlerde 'Dünya dengeleri değişiyor' yorumları dahi yapıldı. Putin ve 10. Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer, 25 Haziran 2007’deki Karadeniz  Ekonomik İşbirliği (KEİ) zirvesinde Çırağan’da biraraya gelmiş, ikili ilişkileri ele almışlardı.

Rusya ve İran'la arayış içine girmeli KIVRIKOĞLU Paşa da Rusya'ya bir ziyaret düzenledi. 3 Haziran 2002'de başlayan ziyarette askeri-teknolojik ilişkiler ve işbirliğini güçlendirmenin yolları tartışıldı. İlişkilerin arttığı dönemde, akıllara, dönemin Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç'ın açıklamaları geldi. 7 Mart 2002’de Harp Akademileri Komutanlığı'nın 'Türkiye'nin Etrafında Barış Kuşağı Nasıl Oluşturulur' konulu sempozyumda, Erol Manisalı konuşmaktadır: 'Hoşlanalım, hoşlanmayalım AB kesinlikle Hıristiyan kulübüdür. AB bizim yararımızadır ancak, pazarı ele geçirecekse, ulusal sanayiyi bitirecekse, bürokrasiyi Brüksel'den yönetecekse, Kıbrıs, Avrupa ordusu, PKK ve Ermeni konularında Türkiye'ye taban tabana zıt koşullar öne sürüp, 'Aksi halde olmaz' derse, 'Beni bölmek istiyor, içine almamak için bütün koşulları öne sürüyor' derim' Söz alan Kılınç Paşa  ayağa kalkar ve ses getiren, şu açıklamayı yapar: 'Öncelikle şahsi görüşlerimi açıkladığımı bilmenizi istiyorum. Manisalı Hoca'nın sözüne katılıyorum. Türkiye'nin yeni arayışlar içinde olması bir ihtiyaç. Bunun da en doğru yöntemi zannediyorum, Rusya ile birlikte, ABD'yi göz ardı etmeksizin mümkünse İran'ı da içerecek şekilde arayış içinde olunması. Türkiye, AB'den hiç yardım görmemiştir. 

AB, Türkiye'yi ilgilendiren sorunlara menfi bakıyor.' Amerika dostça davranmıyor TUNCER Kılınç Paşa’nın sözleri günlerce tartışılır. Kimisi, Kılınç Paşa'yı yerden yere vururken, kimisi büyük destek verir. Kılınç Paşa'nın yaptığı çalışmalar yavaş yavaş, suç gibi gösterilmeye başlanır, Paşa'nın şebekeler kurmaya çalıştığı bile neredeyse ilan edilir. Peki Paşa'nın 'şahsi görüşlerim' diyerek yansıttığı sözleri gerçekten de kişisel düşünceleri midir, yoksa Türk Silahlı Kuvvetleri içinde de o dönemden itibaren bir AB karşıtlığı söz konusu mudur? 

Tuncer Paşa, o gün 'kişisel düşüncelerini' açıkladığını her sohbette dile getiriyor. Ancak şunu da eklemeyi ihmal etmiyor: 'Görülmesi gereken gerçekleri dile getirdim.' Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın son dönemde, Kara Kuvvetleri Komutanı iken söylediği sözleri de hesaba katarsak, özellikle de Putin'in izlediği politikalar neticesinde iki ülke arasındaki yakınlaşmayı göz önüne getirirsek, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde AB'ye karşı bir duruşun oluştuğu da artık yadsınamaz bir gerçek Samimi değil Tuncer Kılınç Paşa ise bu konuda ısrarlı. İran ve Rusya, hatta buna Çin, Hindistan gibi ülkeleri de katarak Türkiye'nin önünün açılabileceğini dile getiriyor. Ancak Kılınç Paşa en çarpıcı önerisi şöyle: 'NATO'dan çıkalım' Tuncer Kılınç, önerisinin nedenini de şu sözlerle açıklıyor: 'Türkiye öncelikle, stratejik anlamda kimlerle bağı varsa, o bağları çözmesi lazım. 

Sağlam düşünüp, bugünün konjonktüründe, kendi bekası açısından ileriye dönük hangi tehditlerle karşı karşıya kalabilir, bunları yeniden iyi değerlendirebilmek için ayaklarındaki bağı çözmesi lazım. Bu bağlardan bir tanesi NATO'dur. 
Eğer NATO'dan sıyrılırsanız, ABD'nin size bakışının ne kadar doğru olup olmadığının, hayrınıza veya şerrinize olup olmadığının kararını daha kolay verirsiniz. Bugün Amerika, Türkiye'ye zaman zaman stratejik dost diye bakıyor, ama hiçbir zaman dostça davranmıyor.'Türk askerine karşılar Kılınç Paşa, ABD'nin Türkiye'ye dostça davranmadığı gerçeğini, üzerine basa basa söylüyor: 'Bugünkü konjonktüre baktığınız zaman ABD ile olan ilişkilerinizde biz dost bir ülkenin ilişkileri şeklinde bir yansımayı görmüyoruz. Gördüğümüz Irak'ta Kürtlerden yana bir ABD, Türkiye'nin Yunanistan'la olan bir takım ilişkilerinde oraya daha müzahir bir ABD, Kıbrıs'ta Türk askeri istemeyen bir ABD, Ortadoğu'nuin yeniden şekillenmesinde Türkiye'ye bir başka bakan ABD vs. Bütün bunları iyi tahlil edebilmek açısından, dediğim gibi bağlarımızı çözeceğiz.'Eşit mesafede politikalar şart NATO'dan çıktıktan sonra da Türkiye'nin atması gereken adımları  da açıklayan Kılınç Paşa, 'Kimseye bağımlı olmadan' uyarısını da yaparak şu çözüm önerisini getiriyor: 'Türkiye, bulunduğu coğrafya nedeniyle bir defa komşularıyla çok iyi ilişkiler içerisinde olmak mecburiyetindedir. 

Irak, İran, Suriye, Rusya, Kafkas Cumhuriyetleri ile iyi ilişkiler kurulmalı.Tabiî ki tarihiyle, diliyle, kültürüyle bize yakın olan Türk devletleriyle bağımızı ayrı tutuyorum. Dengeleri koruyacak,ulusal çıkarlarımızı ön planda tutacak, başkalarının çıkarlarına hizmet vermeyen bir tutum içerisinde olmak gerek. Yani NATO'dan kopup, ben Rusya'yla çok iç içe bir politika izleyeceğim mantığı da doğru değil. Ama daha bağımsız hareket edebilen, ama yeri geldiği zaman Rusya'nın olanaklarından yararlanabilen, yeri geldiği zaman diğer potansiyel imkanları olanlarla işbirliğinden hiçbir sıkıntı duymayacak bir Türkiye.' Şangay İşbirliği Örgütü'nü hatırlatan Tuncer Kılınç, Türkiye'nin Rusya, Çin ve Türk cumhuriyetlerinin bulunduğu bu yapıya, ilk aşamada gözlemci olarak katılması gerektiğinin altını çizdi. Kılınç, Putin için ise kişilikli  bir dış politika izliyor” diyor 
Kaynak Yeniçağ: Türkiye NATOdan çıkıp komşularına dönmelidir 

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/turkiye-natodan-cikip-komsularina-donmelidir-1454h.htm

Türkiye, Rusya ve İran'la ittifak arayışında olmalı,

Türkiye, Rusya ve İran'la ittifak arayışında olmalı,

Yusuf DEMİR 
Nuri Sefa ERDEM,

MGK Genel Sekreteri Orgeneral Kılınç AB'nin Türkiye'yi ilgilendiren sorunlara menfi baktığını belirterek, "Rusya ve İran'ı da içine alacak bir arayış içinde olalım" dedi 

Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç, Türkiye'nin, Avrupa Birliği'nden (AB) en ufak bir yardım görmediğini belirterek, "Türkiye'nin, Rusya ve İran'ı da içine alacak şekilde bir arayışın içinde olmasında fayda buluyorum" dedi.

İstanbul'da Harp Akademileri Komutanlığı'nca düzenlenen "Türkiye'nin Etrafında Barış Kuşağı Nasıl Oluşturulur?" konulu sempozyum, dün İstanbul'da başladı. İki gün sürecek olan toplantıya Türkiye'nin eski cumhurbaşkanları Kenan Evren ve Süleyman Demirel'in yanısıra bilimadamları, akademisyenler, diplomatlar ve işadamları katıldı.

Toplantıda konuşmacı olmadığı halde İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Erol Manisalı'nın ardından söz alan Orgeneral Kılınç, söyleyeceklerinin şahsi görüşleri olduğunu belirtti. Türkiye'nin AB'den en ufak bir yardım görmediğini belirterek "Prof. Dr. Erol Manisalı'nın 'Bizi AB'ye almayacaklar' sözüne katılıyorum. AB, Türkiye'nin milli menfaatlerini ilgilendiren sorunlara menfi bakıyor. Bu nedenle Türkiye başka ülkelerle işbirliği yapmalı. Türkiye'nin mümkünse, Amerika'yı gözardı etmeden Rusya ve İran'ı da içine alacak şekilde bir arayış içerisinde olmasında fayda buluyorum" şeklinde konuştu.

MANİSALI: AB, HIRİSTİYAN KULÜBÜ

"Dünya ve Türkiye" başlıklı ilk otumun en dikkat çekici konuşmasını ise "AB'nin Türkiye'nin bulunduğu coğrafyaya katkıları ve etkileri" adlı bildirisiyle Prof. Manisalı yaptı. "AB, Türkiye'yi hiçbir zaman dışlamayacaktır. Tam üye de yapmayacaktır" diyerek sözlerine başlayan Manisalı, Türkiye'nin AB'ye üye olması halinde Ukrayna ve Beyaz Rusya'nın da üyeliğinin zorunlu olacağını, bunun da AB için intihar anlamına geleceğini ve kendi refahını baltalayacağını ileri sürdü. AB'nin "modern sömürgecilik" yaptığı söyleyen Manisalı, "AB'nin Türkiye'yi içine almasında hiçbir siyasi, ekonomik ya da sosyal mantık yoktur. AB kesinlikle Hıristiyan kulübüdür" diye konuştu.


Ecevit: Böyle bir arayışta değiliz ,

Orgeneral Tuncer Kılınç'ın sözleri başkentte büyük yankı yarattı. Başbakan Bülent Ecevit, "Sayın Orgeneralin şahsi görüşleri olabilir. Amerika ile İran nasıl bir araya getirilebilirse onu bilmiyorum tabi. Kişisel düşünceleri olarak bunu söyledi. Şu sırada AB ile ilişkilerimiz olumlu gidiyor: İleride ciddi sıkıntılar çıkarsa tabi ona göre tedbir alınabilir. Fakat şu sırada öyle bir arayış içinde değiliz" dedi.

DYP lideri Tansu Çiller de, Kılınç'ın sözlerini yorumlarken, Türkiye'nin çok yönlü bir dış politika izlemesi gerektiğini belirtti. İktidarda oldukları yıllarda bunu yapmaya çalıştıklarını anlatan ve bunu yaparken Türkiye'nin AB misyonundan vazgeçmediğini ifade eden Çiller, "Türkiye yapay bir sorunla karşı karşıya bıraktırılıyor" diye konuştu.

MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır ise "Sorumluluğuna müdrik bir Komutan, şahsi görüşlerini açık yüreklilikle söylemiştir. Saygı duymak, takdir etmek lazım. Mutlaka sözlerinin haklı, tutarlı gerekçeleri vardır. Paşa'nın sözlerine cevap verecek değilim ama AB, Türkiye'nin devlet politikasıdır" yorumu yaptı. ANAP İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı, "Sayın Genel Sekreterin şahsi görüşleri olduğuna göre hiçbir şekilde bir kurumun politikasını yansıtmıyor" dedi. SP Grup Başkanvekili Temel Karamollaoğlu "Paşa'nın yaklaşımı çok isabetli bir yaklaşım. Körü körüne AB üyeliği olmaz" diye konuştu.


Dünyada büyük yankı uyandırdı .,

Orgeneral Tuncer Kılınç'ın sözleri Rusya ve İran ile tüm dünya basınında büyük yankı uyandırdı. Anadolu Ajansı'nın haberi dün 14.08'de duyurmasından sonra, 17.44'te İran resmi haber ajansı, Kılınç'ın sözlerinin tam metnini yayınladı. Rus televizyonları da Kılınç'ın konuşmasını "son dakika" haberi olarak altyazıyla duyurdular. Reuters haber ajansı, Kılınç'ın konuşmasının geniş bir çevirisini bütün dünyaya duyurdu. Reuters'in haberinde "Türkiye'deki AB karşıtları Avrupa ülkelerinin üyeliğe engel olmak amacıyla yapay bariyerler yaratıldığını düşünüyor. AB adaylığı konusunda Türkiye'deki saflar kesin çizgilerle belirlenmiş" denildi.

Yusuf DEMİR - Nuri Sefa ERDEM

http://arsiv.sabah.com.tr/2002/03/08/p01.html

***

7 Kasım 2017 Salı

Kutuplaşma ve Çözülmeler


Kutuplaşma ve Çözülmeler


Erol Manisalı
24 Kasım 2014 Pazartesi
erolmanisa@yahoo.com


- Türkiye son 10 yılda yoğun bir kutuplaşma içine girdi. Yaşam tarzından mezheplere ve ırklara kadar “yapay bir biçimde yaygınlaştırılıyor.” 
- Kutuplaşmalar doğası gereği “ Ayrışmayı ” da beraberinde getirir. Benim mezhebim, benim teröristim, benim hırsızım, benim medyam “ayrıştırmanın araçları” haline gelir. Olay, “ya taraf ya da bertaraf olursun” noktasına ulaşır. 
- Bu durum, kendi iç dinamikleri ile dışsallıklarını yaratmaya başlar. Sorunlar yumağının katlanarak büyümesi ülkeyi, “ Ayrışmaya programlanmış bir bilgisayar” durumuna sokar. 

- Akıl, bilim, sağduyu kaybolur; “ Ahlak dışı, hukuk dışı, insanlık dışı gelişmeler olağan gibi karşılanır ”. 

- Ve bunun uzun dönemde kazananı yoktur, herkes kaybeder; işi körükleyenler, bu yolla iktidarda kalmayı planlayanlar da batan Titanik’in içinde yer alacaklardır.

Sorunun Arkası,
Sorunun gerisinde iki temel neden bulunmaktadır: 

1- Toplumsal yapı ve iç dinamiklerde demokrasiden uzaklaştıran faktörlerin egemen olmaları; dinci ve “ağacı” yapılanmadan ahlak çöküntüsüne kadar güdüler söz konusudur. 
2- Türkiye’nin Doğu ve Batı arasında sıkışıklığı son iki yüzyıldır su yüzüne çıkarken buna, “bölgede hesapları olan küresel güçlerin negatif etkileri eklendi”.

Sonuçlar mı? 

- Demokrasiden ve çağdaş dünyadan uzaklaşan bir Türkiye.
- Kutuplaşan ve ayrışan bir ülke. 

İnsanlarla tek tek konuştuğumuz zaman yukarıda özetlenen durumdan büyük çoğunluk şikâyet etmektedir. Ancak ne var ki, “makro olarak, ulusal olarak, bu bireysel güdüler birleşememektedir.” 

Titanik batarken herkes keman çalmaya veya sağa sola koşuşturup birbirlerine çullanmaya devam etmektedir. 

Meclis’te salı günleri partilerin gruplarında yaptıkları konuşmalara baktığımız zaman ben şahsen, Titanik içindeki kemancıları anımsıyorum. Birbirleri ile konuşup çözüm arama yerine kavga ediyorlar. 
Türkiye’de de herkes, kendi filikasını ayarlama peşinde. Oysa çok büyük bir çoğunluk sonuçta zarar görecek. 

Tarih boyunca kendi ulusal çıkarlarını uygar ve demokratik bir biçimde ayakta tutan toplumlar varlıklarını sürdürebilmişlerdir. 

Bu gerçek bugün Türkiye’de her zamankinden daha fazla geçerlidir. Gerçeklere bu kadar gözü kapalı kalamayız. 

Aptalı oynama oyununu daha ne kadar sürdüreceğiz?

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/148463/Kutuplasma_ve_Cozulmeler.html

****

13 Ekim 2017 Cuma

Ortadoğu’nun Hali ve Din,


Ortadoğu’nun Hali ve Din,


Erol Manisalı
erolmanisa@yahoo.com 

Irak’ta olan bitenleri Türkiye ve dünya “hayretler içinde” izliyor. Neden hayret edildiğine “hayret etmek gerekir”. Aslında her şey “olağan”. Bunlar doğal sebep-sonuç ilişkileri. 
- Din ve mezhep bağnazlığını “karanlık çağlardaki gibi” hayatın, siyasetin, ekonominin bir parçası olarak sürdüren insan toplulukları burada. 
- Bütün bu mezhep (ve din) kavgalarının, insanların önemli bir bölümü tarafından “esas alındığı bir koşullanma”; 21. yüzyıldaki yaşam tarzlarını bile bu çarpıklıklar içinde kabullenen bir cehalet, ilkellik ve sapkınlık örneği.
- Bütün bunların üzerine küresel çıkar odaklarının bu çağdışı örgütlenmeleri profesyonel bir biçimde kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaları; ilkel insanların mezhep adına, din adına diyerek canavarlaşıp cihat ilan etmeleri; diğerlerinin boğazını kesmeye başlamaları gibi, durumdan vazife çıkaran küresel (ve bölgesel) güçler de “her şey mubahtır” politikası izlerlerse, çok doğal bir sonuç olarak Ortadoğu’da bugünkü kaos yaşanacaktır. 2+2’nin 4 ettiği gibi. Bölge insanının çok büyük bir çoğunluğu kaybederken bazıları bundan kazanç ve güç sağlıyor. Küresel güçler de aralarındaki oyunda bu ilkellik ve cehaleti bir silah olarak kullanıyorlar.

Toplumun derinliklerine işlemiş 

Asırlardır süre gelen bu çarpıklıklar, inanç sapkınlıkları ve azgelişmişlik, “sosyolojik olarak toplumların genlerine işlercesine, bir yaşam biçimi haline gelmiş”. 
Ara sıra ortaya çıkan demokratik filizlenmeler ve kıpırdanmalar, “küresel güçler ve yerel uzantıları tarafından yok edilmişler ve bugün de yok ediliyorlar”. 
Tek istisnası Atatürk ve Kurtuluş Savaşı ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaya çıkışı; İslam dünyasındaki tek çağdaşlaşma oluşumu. Yaşam biçiminde ilkelliklerden kurtularak modernleşmeyi ve çağı yakalama çabası örneği. 
Hukukta, siyasette, ekonomide, sanatta, aile düzeninde “Avrupa örneğinde olduğu gibi, çağı yakalama savaşı”. 
Mezhep ve din kavgalarından uzak, “çağdaş insan” (ve toplum) olma savaşımı. Belki de bu nedenle Atatürk’ün ve devrimlerinin bu kadar düşmanı var. Alternatifinin ne olduğunu bugün Irak, Suriye, Mısır, Sudan, Libya ve körfez ülkelerinde, hemen hemen tüm Arap dünyasında görüyoruz. 
Atatürk döneminde yaşanan reformları hangi İslam ülkesi yapabildi? Arap ülkeleri mi, İran mı, Afganistan mı, Pakistan mı? Hiçbiri yapamadı. Hemen hemen tamamı dün olduğu gibi bugün de çağdaşlıktan, demokrasiden çok uzaklarda bulunuyorlar. 
Mezhepti, tarikattı, karşı kabileydi diyerek birbirlerini boğazlıyorlar. Yarın da bu ülkelerde bir şey değişmeyecek. Çünkü asırlardır oluşan bataklık dokusunu değiştirmek görünür gelecekte imkânsız.

IŞİD’in Arkası, Önü 

Herkes görmeye çalışıyor; arkasında kim var, önünde kim var? 

Ne fark eder ki; şu devletler ya da şu uluslararası örgütler olsa ne olacak? 

Esas sorun Ortadoğu’daki Arap ülkelerinin dokusuna sinmiş ve yerleşmiş olan çağdışılıklardır. Mezheplerden dini örgütlere ve aşiretlere ve aile saltanatına kadar uzanan çürümüş ve kokuşmuş bir yapı. 
Böyle bir bataklık bulunuyorsa (A) ülkesinin ya da (B) ülkesinin kullanması neyi değiştirecektir? Önemli olan asırlardır bu bataklığın oluşmasıdır. 
Başka birileri kullanmasa bile içindeki mikroplar birbirlerini yemeye başlarlar. Sonuçta bir şey değişmez; kaos, ölümler, felaketler sürüp gidecektir. Din adına, mezhep adına, aşiret reisi adına diyerek saldıranlar ve diktatörler yaşayacaktır. 
Ortadoğu dünden bugüne yoğunlaşarak gelen batak dokusu ile yarın da böyle sürüp gidecektir. 
Bazen askeri diktatörler, bazen dini diktatörler, şeyhler, şıhlar, krallar bataklığın içindeki adacıklarda hükümranlıklarını sürdüreceklerdir. 
Atatürk Türkiyesi bu Ortadoğu bataklığından bir Türkiye Cumhuriyeti yaratmıştır. Bugünkü durumumuz mu? Televizyonları izleyin, gazetelere göz gezdirin, İnternette dolanın manzarayı net bir biçimde görebilirsiniz. 
Atatürk Türkiyesi mi? Bataklığın bir parçası olmak mı? Seçimi siz yapacaksınız.

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/85927/Ortadogu_nun_Hali_ve_Din.html

***

27 Haziran 2017 Salı

Anti Emperyalist Direniş Merkezi BÖLÜM 2



Anti Emperyalist Direniş Merkezi BÖLÜM 2

İlhan Selçuk:Türklükle Evrenselliğin bütünleşmesi

Uygarlıkta en büyük solculuk akılcılık ve bilimciliktir, daha başka deyişle Aydınlanma Devrimi’dir. Kemalizm, Aydınlanma Devrimi’nin Anadolu’daki adıdır; solun Türkçesidir. İnsanlığınm sosyal adalet ilkesini Türkiye’de dile getirmek TÜRKSOLU’nun içeriği olmalı; Türklükle evrenselliğin bütünleşmesi bu yolla 
gerçekleşmeli... 


Bedri Baykam:

Kuvayı Milliye Ruhuyla 68 Eylemciliği birarada,

TÜRKSOLU günümüz Türk gençlerinin Kuvayı Milliye ruhuyla, 68 kuşağının eylemciliğini ve kararlılığını birarayla getiren bir dergi. Genç bir ekibin bu kadar 
özveriyle bu kadar çalışkanlıkla ve pazar şartlarının tüm elverişsizliğine rağmen TÜRKSOLU’nu çıkarmalarız hem sevindirici hem de düşündürücü. 

Bu genç arkadaşların savundukları fikirlerin Cumhuriyet gazetesi ve birkaç istisnai yayın dışında ve yine kendi çıkardıkları İLERİ dergisi günümüz medya 
ortamında yok olması, hiç bulunamaması ülkenin hangi uçlara çekildiğini bizlere gösteriyor. TÜRKSOLU’nun adına uyan bir şekilde devrimci, cumhuriyetçi, 
laik ve demokrat fikirleri tüm işbirlikçilere rağmen inadına bu topluma ulaştırmaya devam edeceğine inanıyorum.


Ataol Behramoğlu:

60’lı yılların Devrimci kuşağının devamı,
Bütün sayılarınızı tam olarak inceleyebildiğimi söyleyemem ama elimden geldiğince takip etmeye çalıştım. Birçoğunu da okudum. Herşeyden önce düzenli biçimde çıkarabildiğiniz için sizi kutlarım. Üniversiteli bir gençlik topluluğunun hem İleri gibi kapsamlı bir dergi hem de TÜRKSOLU gibi bir gazeteyi düzenli olarak çıkarabilmesi tabii ki özveri gerektiriyor, çalışkanlık gerektiriyor, inanç gerektiriyor. Sizde bunların olduğunu biliyorum. Sadece bu dergi değil bunun göstergesi, eylemlerinizle de biliyorum. Üniversite içinde de dışında da... Bu açıdan sizleri kutluyorum. 

Yayınlarınıza tabii ki genel çizgileriyle katılıyorum. Özetleyecek olursak, toplumculuk ve yurtseverlik... İki kavram birbirinden ayrılmaz. Ayrılmamalıdır da... Denebilir ki, birbirinin özdeşidir. Toplumcu içerikten yoksun olan bir yurtseverlik ve yurtseverlik duygusundan yoksun olan bir toplumculuk eksiktir. 
Böyle bir toplumculuk mekanik bir toplumculuk olur. Toplumculuk bilinci eksik olan bir yurtseverlik de bir duygusallık olarak kalmaya mahkumdur. İkisinin 
birleştirilmesi çok önemli. 

Bu anlamda sizin kuşağınız 1960’lardan, hatta 40’lardan, hatta daha öncelerden sürüp gelen ilerici, devrimci gençlik hareketlerinin bir devamı hatta bir 
aşaması oluyor. 

Zaman zaman bazı sekter davranışlarınız olduğunu düşünüyorum. Mesela, Ahmet Altan’la ilgili yaklaşımınızı benimsemedim. Ahmet Altan’ı eleştirip 
eleştirmemek başka bir konu ama bir yazara yönelik eleştirinin daha farklı olması gerekirdi diye düşünüyorum. Taksim’de bir genç kızın “Ahmet Altan’ı omlete çevirdik” diyerek dergi satmasına üzüldüm. Bizim gibi düşünmese de hatta karşı kampta bile olsa bir yazara karşı daha dikkatli olmak gerektiğini düşünüyorum.


Erol Manisalı:
Kemalizmin İçini Dolduruyor,

Kemalizmin içinin doldurulması gereken bir husus olduğunu TÜRKSOLU gibi dergileri okuyarak öğrenme olanağı bulunmaktadır. 
Derginin önemli bir işlevi olduğuna inanıyorum. Özellikle de Özalcılıkla birlikte Batı kapitalizmine tek yanlı bağlanmak istenilen Türkiye’nin gençliği ulusalcı 
politikaları somut bir biçimde görebilmek ve anlayabilmek için söylev bazından çok yaşanan dünyaya indirgenen bir biçimde konuları ele almka durumundadır. 

Ulusalcılıkla, ulusal sanayi arasındaki ilişiki, ulusalcılıkla çiftçinin çıkarı arasındaki ilişki, ulusalcılıkla işçinin çıkarı arasındaki ilişiki ve Kemalizmle ulusalcılık 
arasındaki ilişki bütünleştirildiği zaman Kemalizimin içi doldurulmuş olacak ve Kemalizmin sadece bir söylevler topmlluluğu olmadığı, bugün yaşanan çağdaş 
uygarlığa ulaşmamızın bir aracı olduğu daha iyi anlaşılacaktır. >

< Sunay Akın: Deniz Gezmişlerin devamı!!! >

TÜRKSOLU’nun Okurlarının büyük bir kesiminin genç insanlar olduğunu görüyorum ben. Bu umut verici. Bu gazeteyi üretenlerin de Atatürkçü, devrimci gençler olduğunu biliyorum. Bu da bizler için başka bir umut kaynağı. 

TÜRKSOLU geçtiğimiz bir yılda kendi kendine geliştirdi. Yaptıklarını, yaşadıklarını sorgulayarak bir yılı geride bıraktı. Bu gazetenin çok büyük fedakarlıklarla, 
özveriyle çıkarıldığına, sokak sokak, meydan meydan, ev ev satıldığına ben kendim tanık oldum ve biliyorum. TÜRKSOLU gazetesi yıllar sonra yeniden çıkarak bir geleneğin duruşunu canlandırıdı. Bu gelenek Türk Solunun emperyalizme karşı Kuvayı Milliye’den bugüne gelen direniş geleneğidir. Bağımsızlık, laiklik ve demokrasi için halkın mücadelesine öncülük etmiş bir gelenektir. Herşeyden önce yıllar önce Deniz Gezmiş’lerin çıkarmış olduğu gazetenin 2002 yılında yeniden aynı isimle ve anlayışla canlanması çok önemli bir olaydı. Bu olay Türk Solu geleneğinin de sürekliliğini ortaya koymuştur. 

O yıllardan bugüne Türkiye’de çok şey değişti ama halkımızın boğuştuğu temel sorunlar aynı. Türk Solu geleneğinin geçmişteki duruşu bundan dolayı bugünkü 
TÜRKSOLU’nun yayınına da ışık tuttu. Ancak yine de bugünün kendi özgül koşulları ve Türkiye ve dünyanın hızla gelişen güncel siyaseti içinde halka yön 
gösterebilmek gibi son derece zorlu bir ödevle karşı karşıyaydı TÜRKSOLU. Genç arkadaşlar ve benim de araların da olduğum pek çok aydın, şair, akademisyen 
ve yazar bu gazeteyi bir yıl boyunca başarıyla ayakta tutabildik. Bu görevi yerine getirmeye çalıştık. Emperyalizmin ülkemize ve tüm bölge halklarına yönelik 
saldırılarının yoğunlaştığı bir dönemde kuşkusuz bu önemli bir görevdi.

TÜRKSOLU bir yıl boyunca Türkiye’de siyasi gündemi başarıyla yakalamış ve bir boşluğu doldurmuştur. Yayıncılığın ne kadar zor olduğunu bildiğim için bunun 
büyük bir başarı olduğunu görüyorum. Zaten başarılı olmasaydı 

TÜRKSOLU etkisini artırarak yaşama şansına kavuşamazdı. Daha önümüzdeki yolun çok uzun olduğunu TÜRKSOLU’nu çıkaran arkadaşlar da biliyorlar. 
İnsanoğlu hayatının ilk yılında emekler ve en sonunda ayağa kalkar. TÜRKSOLU da emeklemek dönemini çoktan geçti, şimdi ayakta duruyor ve adımlarını 
atıyor. Bu genç gazetenin zaman içerisinde uzun bir koşuyu başarıyla tamamlayacağını umut ediyorum.


Nail Güreli:

Antiemperyalist Tavrın Önemi

TÜRKSOLU Gazetesi’nin birinci yılını tamamlaması önemli bir olay. Basın alanında bu önemli olayı gerçekleştiren gençleri ve TÜRKSOLU’nun ikinci yılını 
kutluyorum. 
Bağımsız ve özgür basın, demokrasinin vazgeçilmez ön koşuludur. Basında çok seslilik, demokrasinin sağlıklı işlemesini sağlayacak öğelerin başlıcalarından 
biridir. 

TÜRKSOLU, basındaki çok seslilik içinde anlamlı bir yer tutuyor ve dile getirdiği düşüncelerle dikkat çekiyor. TÜRKSOLU’nun etkin ve daha yaygın biçimde, 
bağımsız olarak özgürce yayınını sürdürmesi önem taşıyor. 

TÜRKSOLU’nun ikinci yılına girdiği dönemde, dünya ölçeğinde yaşanan çok önemli olaylar da TÜRKSOLU’nun savunduğu antiemperyalist ve bağımsızlıktan 
yana tavrın önemini artırıyor. Amerikan - İngiliz emperyalizminin Irak’a hak hukuk, insanlık dışı saldırısı üzerinden dünyayı tehdit eden yayılmacılığına, 
zorbalığına, vahşetine karşı direnmek, barıştan ve bağımsızlıktan yana her yurtseverin görevi olmalıdır. 

Bu bağlamda cesur bir tavır içinde yayınını sürdüren TÜRKSOLU’na ikinci yayın yılında da başarılar diliyorum.


Öner Yağcı:

TÜRKSOLU bir kazanç ve kıvançtır

İki yıl boyunca devrimci aydınlarımızla buluşup ülkemizin sorunlarını cesurca tartıştıkları İLERİ dergisindeki başarılı yayınlarıyla dikkat çeken Atatürkçü ve 
devrimci gençlerimizin yarattığı bir atılım olan TÜRKSOLU, ülkemizin gerçeklerinden ve solun birikiminden beslenen devrimci bir tavırla toplumsal yaşamımızın nabzını tutmaya iddialı bir ad ve aday olarak ortaya çıktı. 

TÜRKSOLU'nun, çıkışının birinci yılında aynı coşku ve kararlılıkla, aynı bilinç ve sorumlulukla, aynı onur ve duyarlılıkla, aynı cesaret ve sevdayla 
Mustafa Kemal Atatürk'ün bağımsız ve devrimci Cumhuriyeti'nin yeniden yaratma savaşımını sürdürmesi, ülkemizin aydınlık geleceği için bir kazanç ve 
kıvançtır.  >

Türk Ordusunu Tasfiye Planı

Devrimcilikte ve devrim stratejisinde ısrar etme tutumumuz, siyasi mücadele içinde en ciddi tezahürünü ordu üzerine yazdıklarımızda bulmaktadır. 
2002 yılında Türk ordusuna yönelik bir tasfiye planı uygulandığını görmekteyiz. Bu planın sahipleri Batılı emperyalistlerdir. Siyasi hattını ordu düşmanlığı 
üzerine kurmuş olan sağ-sol siyaset anlayışları emperyalistlerin Türkiye üzerindeki planlarını görememekteler veya gizlemekteler. Ordu düşmanlığı üzerine kurulu politikanın hızla emperyalistlerin kucağına oturduğunu görmekteyiz.

Oysa TÜRKSOLU’nda devrimciliğin temel kriterini antiemperyalist olmak üzerine kurmuştuk. Bu durumda ordu konusundaki emperyalist planlar karşısında 
durmak da devrimci bir görev olmaktadır. 2002 yılı içinde orduyu tasfiye planı çeşitli defalar Türk halkının önüne sürüldü.

AB, Türk ordusunu tasfiye etmek konusunda aceleci ve ısrarlı bir tavır takınmaktadır. 2002 yılı içinde AB sürecine ilişkin kriterlerin en önemlileri arasında Türk ordusunun devlet politikaları üzerindeki belirleyicinin kırılması yer alıyordu. AB tarafından bu yönde orduya çeşitli saldırılar ısrarla sürdürüldü. 
3 Ağustos yasaları ile AB’nin bu tasfiye planı doğrultusunda önemli yol da alınmış oldu.

TÜRKSOLU olarak, iktidarların bu tasfiye planı doğrultusunda Batıyla işbirliği içinde olduğunu teşhir etmeyi önemli bir görev olarak belirlemiştik. 
3 Ağustos yasaları gibi belirgin bir örnek Kıbrıs konusunda yaşandı. AKP iktidarı Kıbrıs’ta doğrudan Kıbrıs Türk halkına ve Türk ordusuna karşı yürütülen 
planların savunuculuğunu yürüttü uzun süre.

ABD ise Türk ordusunu tasfiye planını başka bir yöntemle sürdürmektedir. ABD ile AB’nin Türkiye bakışlarındaki ve çıkarlarındaki ayrılıklarından kaynaklanan 
farklı planlar bizi şaşırtmamalıdır. Sonuçta aynı emperyalist karakter içide Türk milliyetçiliğine ve Kemalizme saldırılmakta, Türk vatanı savunmasız bırakılmak 
istenmektedir.

ABD planları Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt Devleti ile Türkiye’nin de kontrol altında tutulmasını içermektedir. TÜRKSOLU Ekim 2002’deki 15. Sayısında 
“Bugün Irak’ta Yarın Türkiye’de Kukla Kürt Devleti’ne Engel Olalım” kapağıyla ABD’nin Kürt devleti planını gerçekleştirmek için nihai adımlar attığını duyuruyor 
ve bunu engellemek için başta Türk ordusuna çağrıda bulunuyordu. ABD Planının başarısı ise ancak Türk ordusu Kuzey Irak’ın dışında tutulursa başarılı 
olabilecekti.

Ancak üzülerek gördüğümüz bir gerçek de şu oldu: Gerek AB’nin gerekse ABD’nin Türk ordusuna yönelik tasfiye planları henüz kırılabilmiş değil ve planlar 
da önemli, belirleyici başarılar kazandılar. 3 Ağustos yasaları ve ABD’nin Kuzey Irak planındaki gelişmeler bu açıdan kaygı vermektedir. TÜRKSOLU olarak 
darbeye ancak darbeyle karşı çıkılır diyerek 3 Ağustos sürecine müdahale edilmesi gerektiğini savunduk. Ordu bu yasaların geçmesine karşı olduğunu belli etse de izleme tutumunu tercih etti. Kuzey Irak’ta ise durum şimdi bizim Ekim’de yaptığımız çağrıda olduğunudan çok daha tehdit edici boyutta.

TÜRKSOLU olarak emperyalist devletlerin ve işbirlikçi siyasetin tasfiye planları karşısında Türk ordusunun savunulmasını vazgeçilmez bir tutum olarak 
görüyoruz. Bu tutum bir devrim yoluna sahip olmak konusunda ısrarcı tutumdur.

Bölücülüğe Karşı TÜRKSOLU

Gerek ABD’nin planları doğrultusundaki Kuzey Irak’ta kukla Kürt Devleti tehlikesi, gerekse de AB planları ile Türkiye’nin içinden kışkırtılan Kürtçülük tehlikelerine 
karşı tüm halk kuvvetlerin uyanık durması gerektiğini savunduk.

Türkiye’de sola sızdırılan bölücülük virüsüyle savaş ise bu konuda TÜRKSOLU’nun üstlendiği önemli görevlerden biri oldu. “Sol”, emperyalizm ve ezilen uluslar arasındaki sınıf mücadelesine dayanan devrimci tahlilden vazgeçtiği için, bölücülüğü bir tehdit olarak algılamadı. Oysa ezilen ulusların tüm mücadelelerine bakıldığında, emperyalistlerin böl-yönet politikalarının, bu uluslar ve bu ulusların devrimci mücadelesi açısından büyük tehdit oluşturduğunu görmek zor değildi. 

Oysa Türkiye’de liberal-Batılı virüs, bölünmeyi ve Sevr gerçeğini bir paronaya olarak gösterdi. TÜRKSOLU olarak hem üçüncü dünya gerçeğini ülkemize aktararak hem de Türkiye üzerindeki planları teşhir ederek emperyalizmin böl-yönet planlarına karşı devrimci tavrı hatırlatmaya çalıştık.

Daha 5. Sayımız “ Paronaya Değil Gerçek: Emperyalizm Böler ” kapağıyla çıkıyordu. Biz bu kapakta, Afrika’dan, Latin Amerika’dan, Güneydoğu Asya’dan örnekleri göstererek bölücülüğün ezilen uluslar açısıdan nasıl bir tehdit oluşturduğunu açıklıyorduk. Daha yeni Endonezya parçalanarak, Doğu Timor ortaya çıkarılmıştı. 
Bir takım solcunun da desteklediği bölünmenin gerçek niteliği Doğu Timor’un bağımsızlık seromonisinde baş köşede ABD Başkanı Clinton’un belirmesiyle 
ortaya çıkmış oldu. Bu kapağı yaparken belli bir kesimi ikna etmek için yoğun çaba harcadık. ve bugün ABD’nin Irak saldırısı ve Türkiye ile ilgili tutumunun 
açığa çıkmasından sonra Türkiye’nin karşılaştığı Sevr ve bölünme tehdidi burjuva medyasının sütunlarına bile girebilmektedir.

Sorun Değil Milli Dava,

Türk siyasetinin ihanete varan bölücülüğünü teşhir etmeyi en önemli görev bildik. Aslında özünde bölücü olan sol değil Türkiye’nin siyaset kurumuydu. 
Bu tesbitin doğruluğunu Kıbrıs’ta hep beraber yaşadık. Vatan diye bir kaygısı olmayan NATO mollası, Kıbrıs’ı ve oradaki vatandaşlarımızı Ruma teslim etmek
 için elinden geleni yaptı. Bunda amaç, Batının iktidara desteğini yaratmak ve milli güvenlik politikalarını zedelemekti. Komprador solun işbirlikçiliğini de bu 
gerici iktidara destek olmak biçiminde Kıbrıs konusunda yaşadık.

TÜRKSOLU vatanseverlik sınavının en önemlisini Kıbrıs’ta verdi. TÜRKSOLU’na “toprak mı önemli insan mı” diye soran liberal zevzeklere önemli olanın vatan 
olduğunu gösterdik. Bu hem topraklarımızın yitirilmesini hem de Türk halkının katliamlara maruz bırakılmasını engellenmek için Kıbrıs’ta aldığımız tutumdu. 

Milli önder Rauf Denktaş’a yönelik her türlü saldırıyı da cevapladık. Kıbrıs’ı bir sorun, Denktaş’ı da çözümün önünde engel olarak göstermek isteyenlere cevabımız 18. Sayıda “ Kıbrıs: Sorun Değil Milli Dava ” kapağıyla oldu.

TÜRKSOLU’nun Milli Dava konusunda yaptığı yayın ve TÜRKSOLU’na bağlı gençlerin her platformda ısrarlı savunma hattı Türk kamuoyunu uyanık tutmada 
önemli bir misyon üstlendi.


<  İsmet Solak: TÜRKSOLU Emperyalizme karşı.., Benliğini Koruyor >

TÜRKSOLU'nu ilk elime aldığımda eskiden çıkan yayınlarla bir paralellik var mı diye baktım. Sonra incelediğimde kendine özgü bir ilkeler demeti içinde 
olduğunu gördüm. Genç anlayışın tarihi gerçeklerle buluşması gibi geldi bana. Bu çok önemliydi. Ondan sonra da her sayısını dikkatle inceledim. Arada kendi 
köşeme de aldım. Türkiye'nin önünde duran ulusal sorunlarda kesin tavır alırken özellikle tam bağımsızlık ilkesinden ve egemenlik ilkesinden hareket ettikleri 
için çok sıcak buluyorum. Arada güldüğüm de oluyor, çünkü öyle arşivleri peş peşe getiriyor ki TÜRKSOLU, bazı medya mensuplarının değişik tarihlerde çıkan 
yazılarından cümleleri alt alta dizdiğinizde, onların nerede, nasıl bağımlı olduklarını açık seçik görebiliyorsunuz. Yani Türkiye'nin içinde yaşayan, orada okumuş, aydın olmuş, eli kalem tutmuş ve köşe sahibi olmuş insanlar, Türkiye'nin çıkarlarına ters ve Türkiye'ye adeta dayatma yaparak bazı düşünceleri halka yayarken TÜRKSOLU "Bunlar tamamen bizim aleyhimize" diyebildi. "Bunlar bizi yanıltıyor, başka yöne çekmek istiyor. Bunlar bizi Atatürk'ün yolundan saptırmak istiyor." diyebildi. Bu nokta da benim için çok ilginçti. Ayrıca Kurtuluş Savaşı'ndan ve sonrası dönemden bazı ulusal stratejilerde tavır koyarak bugünün köklü kuruluşu oldu. 

Atatürk'ü 1930'larda bırakarak bugün Türkiye'nin ne yapacağını bugünün şartlarında değerlendirmek yerine Atatürk'ün eskimediğini, eskiyemeyeceğini, o 
düşünce sisteminin bugünkü koşullarda yorumlanması halinde Türkiye'nin çağdaş uygarlığın üstüne çıkabileceğine inanıyorum. TÜRKSOLU'nda da bu anlayışı görüyorum. Zaten 30'larda donup kalmak yerine, ondan ders alıp bugüne uygulamak gerekiyor. 

Türkiye Cumhuriyeti hiç yoktan kurulmuştu, kurtulmuştu bu vatan. Ondan sonra Atatürk dış politikasında, dış siyasetinde Ege Bölgesi'nde barışı oluşturarak, 
önce kendi vatanında, sonra bölgesinde barışı oluşturarak, ardından dünyaya açılmıştı. Milletler Cemiyeti üyeliği böyle gelmişti. Bu anlarda da asla gidip bir 
yerde başkalarının, yabancıların bekleme odalarında durarak zaman yitirmedi. Hep onlardan teklif geldi çünkü cazibe merkezi O'ydu. Türkiye'nin şimdi yaptığı 
hem Avrupa Birliği'nde hem Birleşmiş Milletler'de veya bir başka uluslar arası örgütlenmede, oraya girebilmek için gidiyor, sıraya giriyor. Hatta sırada bile değil, sırada değilsin diyorlar, o bekliyor. Ağrıma giden nokta bu. Avrupa Birliği'ne girmeyelim demek cehalettir bana göre. Ama Avrupa Birliği'ne her şeyimizi feda ederek girmek çok büyük hatadır. Bir anlamda da kendini yok etmektir. İşte TÜRKSOLU'nda da bu tavrı görüyorum. NATO'ya bakışta böyle, dünyanın değişimi için bugün hızla ilerleyen küreselleşmeye karşı durum da böyle. Küreselleşmenin emperyalizme dönüşme girişimlerinin titizlikle kendi benliğini koruyarak püskürtülebileceğini TÜRKSOLU gayet iyi görüyor. O nedenle kendimle bütünleşmiş hissediyorum. 

Sol artık eski anlamda kavranırsa yanlış olur. Kendi ülkenizin, kendi insanınızın, kendi coğrafyanızın koşullarını öne çıkararak dayanışma ve adalet duygusunu 
bağımsızlık düşüncesiyle pekiştirirseniz kendi solunuzu yani Türk Solu'nu yaratıyorsunuz. İşte TÜRKSOLU da bunu yapıyor. Başarılarınızın devamını diliyorum.


Halil İbrahim Şahin: Türk Kültürüne büyük katkı

TÜRKSOLU Gazetesi, birinci yılını doldurmuştur. Bu süre içinde, Türk insanının kendisinde var olan cevheri ve irfanı en iyi şekilde işleyerek, Türk kültürüne en 
büyük üretimi yapmıştır.

Dünyada yaşanan ve yaşanmakta olan sistemlerin sentezini yaparak, toplumsal demokrasinin ve çağdaşlaşma ideolojisi olan Kemalizm'i; barışın,doğanın, 
insanın hizmetine sunmuştur.

Komünizmin dağılmasıyla tek kutuplu olan dünyamız, ekonomik küreselleşme adı olan emperyalizmle can çekişirken; tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik 
temeline dayalı laik, demokratik, sosyal hukuk devleti niteliklerini içeren cumhuriyetimizin adı olan, sosyalizmin paylaşımını, liberalizmin özgürlüğünü alan Kemalizm; 21. yüzyıla insanlık onuru için örnek ve önder olarak damgasını vurmuştur, vurmaya devam etmektedir.

Her türlü saltanata, devlet ve servet diktatörlüğüne, monarşiye, oligarşiye, teokrasiye, mandacılığa (himayeciliğe) karşı olan Kemalizm; Büyük Türk Ulusunun ulusal eseri olarak dünya insanlığına sağlıklı ve sağlam yön vermekte ve çizmektedir. Çünkü; Kemalizm, insanlık için evrensel değerler bütünüdür. 

Genç arkadaşlarımın ulusalcı çizgide vermiş olduğu basın mücadelesi saygındır ve soyludur. Kendilerini içtenlikle kutluyorum. Şeriat özlemcileri konusunda, 
Kıbrıs davasında, Irak operasyonunda ve milli eğitim kadrolaşmasında vermiş oldukları mücadeleyi insanlık onuru olarak saygı ile karşılıyorum ve kendilerini bu coğrafya halkına adadıkları için övünç duyuyorum. TÜRKSOLU Gazetesinin 1. yılı kutlu olsun. Daha büyük başarılara imza atacaklarına inanıyor, sevgi ve 
saygılar sunuyorum.


3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

Anti Emperyalist Direniş Merkezi BÖLÜM 1


Anti Emperyalist Direniş Merkezi BÖLÜM 1


Erkin Yurdakul 
07.04.2003/Sayı:27


TÜRKSOLU: 

Emperyalizme Karşı Direniş Merkezi

TÜRKSOLU gazetesi 27. Sayısıyla 1. yılını doldurmuş oluyor. Bir siyasi gazete çıkarmanın zorlukları düşünüldüğünde bu yaşgünü bizler için çok değerli. 
Hiçbir bağımlılığı olmadan, tamamen gençlerin çabasıyla, TÜRKSOLU adına layık bir gazeteyi dimdik ayakta tutabilmenin, her geçen gün geliştirebilmenin 
ve daha etkin kılabilmenin gururunu yaşıyoruz.

Ancak içinde bulunduğumuz dönemin önemi ve yaşananlar bu gururumuzu bir kenara bırakmayı ve bu 1 yılın ciddi bir muhasebesini yapmayı gerekli kılıyor.

Bir günlük gelişmenin bile onlarca yıla bedel olduğu bir tarihi dönem yaşıyoruz. TÜRKSOLU böylesi bir dönemde Türk halkına rehber olmayı amaçlıyordu.

Gazeteye başlarken birçok kişi gibi tarihi bir döneme girildiğinin farkındaydık. Farkında olduğumuz bir başka şey ise böyle bir döneme elde ideolojik bir silah 
olmaksızın girilemeyeceğiydi. Bu anlamda 2002’nin tüm gelişmelerine hazırlıklıydık. Ancak bunun dışında, gelen günlerin ne getireceği hakkında en ufak bir bilgimiz olamazdı. Kararların verildiği herhangi bir iktidar mekanizmasında bulunmuyorduk. Sonuçta 2002 dünyada ve Türkiye’deki gelişmeler açısından herkesin tasavvurundan hızlı ve yıkıcı oldu.

Böylesi bir dönemde ise TÜRKSOLU gazetesinin önem kazandığını ve geniş bir kesimde ihtiyaç haline geldiğini gördük. Doğru bir politika izlediğimizi 
düşünüyoruz. TÜRKSOLU okurlarının çağı ve Türkiye’nin kaderini değiştirecek olan bu gelişmelere hazırlıksız yakalandığını kimse iddia edemez.

Ezilenlerin Milliyetçiliği ile Düzenden Kopuş

Bunun elbette bir sebebi var. TÜRKSOLU daha başından belirgin ve net bir ideolojik pozisyon aldı. İlk sayımızdaki manifestomuzda yayınladığımız ilkeler 
açıktır:

Milliyetçiyiz. Dünya çapında emperyalizm karşısında ezilen ulusların tarafındayız ve anti-emperyalistiz. Ezilenin yanında olmak bir sınıfsal tavırdır. 
Bunun için emekçilerin tarafındayız, sosyalistiz ve soluz. Sonuçta milliyetçilik ve sosyalizm temel ideolojik dayanaklarımız olduğundan, Türk ve sol bizim 
için ayrılmaz iki kavramdır.

TÜRKSOLU gazetesini yaratan bağımsızlığın-bağlantısızlığın bu noktada şekillendiğini görmek gerekir. Milliyetçilik ve solu bir hareketin temeli haline getirmek TÜRKSOLU’nu tüm düzen kuvvetlerinden özgürleştirmektedir. Bunun için 2002’nin tüm gelişmeleri içinde keskin bir tavır alabildik. “Batının değil Türkiye’nin, Sermayenin değil Solun Gazetesi” olarak yaptığımız çıkışın sıradan-tekdüze bir çıkış olmadığını göstermeye çalıştık.

Hangi düzen kuvveti milliyetçidir ve hangisi soldur? Elbette düzen milliyetçilere ve sola oltalar atmaktadır. Bu oltalara takılan balıklar da bolca mevcuttur. 
Ama TÜRKSOLU’nun aldığı tavırda düzen yoktur.

Bu yönde yarattığımız çıkış, 2002 ve 2003’te gelişen tarihsel olaylar içinde düzgün bir tavır alabilmemizin temeli oldu. Bu yönde inatçı bir ikna çabasını 
TÜRKSOLU gazetesi ile yaratmaya çalıştık. 1. yılımızın sonunda görüyoruz ki, bizim kesin çizgili tavrımızla ikna edemediğimiz geniş bir kesimi hayatın kendisi 
ikna etmektedir. Düzene sarılarak ayakta kalmaya çalışan tüm kesimler savrulup dağılmaktadır. Bunların kendilerine nasıl bir etiket taktıkları hiç farketmez, 
ister sol, ister milliyetçiyim desin, düzen içinde kalma çabası iflas etti.

Ezilenden yana olmayı bırakan sol, Batıdan korkan milliyetçilik

Türkiye açısından kritik olan AB kampanyası hem “milliyetçilerin” hem “sol”un tavrının sınandığı bir süreç oldu. TÜRKSOLU’nun ilk siyasi deneyimlerini de 
bu kampanya karşısında yaşadık,

<  TÜRKSOLU’na İkinci Cumhuriyetçi Faşist saldırı Geçtiğimiz dönem içinde TÜRKSOLU olarak devrimci gazeteciliğin örneklerini vermeye çalışırken Türk basın tarihindeki en ilginç saldırılardan biriyle de 
karşılaştık.

“Demokrat”, ikinci Cumhuriyetçi Ahmet Altan gazetemizde yayınlanan yazılar dolayısıyla, yazarlarımız Güneş Ayas, Özgür Billur, Birtan Ürün, ve sorumlu yazıişleri müdürümüz Aydın Yağmur hakkında TCK 312’den dava açılması için savcılığa başvurdu. 

Böylece Türk basın tarihinde ilk kez bir gazeteci diğer bir gazeteci hakkında 312’den dava açılması için başvuruda bulunuyordu. 

Ahmet Altan’ı bu kötü yola sürükleyen yazılar ise, Ahmet Altan’ın İstanbul üniversitesinde karşılaşığı yumurtalı protesto üzerine yazılmıştı. Atatürkçü gençlerin bu protestosu üzerine ikinci cumhuriyetçi medya, gençler e yönelik bir linç kampanyasına girişmişti. 


TÜRKSOLU’ndaki yazılar Ahmet Altan’la birlikte medyanın bu halk ve Atatürk düşmanı niteliğini sorgularken, Ahmet Altan’ın faşist girişimi kimin ne kadar demokrat olduğunu Türk halkına bir kez daha gösterdi. 

TÜRKSOLU’nun 22. sayısı “Takke Düştü Kel Göründü: 2. Cumhuriyetçi’nin Faşist Yüzü” kapağıyla zevkle okunan bir sayı oldu.  >

Kemalizme İhanet ve Kuvayı Milliye

Bu görüş darlığı ile devrimci reflekslerin yitirilmesinin yegâne sonucu, muhafazakâr alışkanlıklara hapsolunması olmuştur. Türk siyaseti bu yönde siyasi tuzaklar ile doludur. Halk her seferinde bir çıkmazda bırakılmakta ve kötünün iyisi adına muhafazakarlığa hapsedilmektedir.

Türk siyasetinin iki kanadı bu anlamda 50 yıldan fazla süredir sağcılık yarışına girmiş durumdadır. TÜRKSOLU bu tespiti önemle vurguladı. 13. sayımızda 
“Kemalizme İhanet” manşetini atarak bu siyasi tuzakların en önemlilerinden birisi konusunda uyarıcı olmaya çalıştık. Kemal Derviş’in CHP’ye montesiyle 
güncelleşen ihanet politikası, aslında 60 yıllık bir tuzağın yeniden tezahüründen başka bir şey değildi. CHP bir yandan da AKP’nin alternatifi olarak 
pompalanmaktaydı. Düzen ,şeriatçısından isteyene AKP’yi, laikinden isteyene CHP’yi sunmaktaydı. Halka ise bir kez daha devrimcilik yerine muhafazakarlık 
öneriliyordu. Düzenin bekaası adına ya AKP’ye ya CHP’ye yüklenmeliydik.

CHP üzerinde yazdıklarımızın, CHP’li önemli bir kesim üzerinde etkili olduğunu ve CHP içerisinde yapılan tartışmalarda önemli bir malzeme ürettiğine şahit olduk. 
Antikemalist AKP ve Kemalizme ihanet CHP’si 3 Kasım sonrası kolkola girmeyi tercih etti. Seçimde muhafazakârlıkta ısrar ederek “kerhen” oy verenler iki partinin de birbirinin alternatifi olmayıp yalnızca halkçı bir rejimin -Kemalizmin- alternatifi olduklarını kısa zaman içinde yaşayarak gördüler.

TÜRKSOLU gazetesinde Kemalizme alternatif yaratma politikasının iflasını da ısrarla vurguladık. Gençler olarak herhangi bir siyasi parti örgütlenmemiz 
olmamasına rağmen, insanları bu Antikemalist siyasete destek vermekten alıkoymaya çalıştık. Bunun yerine belli bir devrim stratejisine dayanan 
Kuvayı Milliye seçeneğini okurlarımızla tartışma yoluna gittik. Her halükârda muhafazakarlık yerine devrimcilik konmalıydı. Komprador Türk siyaseti yerine 
bir Kuvayı Milliye seçeneği yaratılmalıydı.

Bu devrim stratejisi, TÜRKSOLU geleneğinde de açıklıkla görülebileceği gibi, halk-ordu-aydın-gençlik ittifakına dayanmaktadır. Biz böylesi bir ittifak 
kurulmaksızın, halka kurulmuş siyaset tuzaklarından ve düzenin kendisinden kurtulmanın mümkün olmayacağını görüyoruz. Biz Türkiye’nin böyle bir ittifaka 
ister istemez yöneleceğini de TÜRKSOLU’nda anlatmaya çalıştık.

Bu da Kemalist devrimin yarattığı Türkiye gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Antiemperyalist bir Bağımsızlık Savaşı ve milliyetçi bir devrim ile kurulmuş 
Kemalist devlet geleneğinin karşısında ABD sübvansiyonu ile kurulmuş antikemalist parlamenter düzen durmaktadır. Çatışma o kadar derindir ki, bugün iktidar kendi milletvekillerine ABD’ci politikalarını kabul ettirmekte zorlanmaktadır. Devlet kurumları içerisinde ciddi görüş ayrılıkları belirmektedir. 
Çünkü Türkiye’nin hızlı gelişmeler içerisinde yaşayarak kaderinin belirleneceği günler içinde bulunmaktayız.

Kuvayı Milliyecilik bir ruh halinde her kesimi sarmaktadır. Ancak gerçekçi olmak durumundayız. Kuvayı Milliye’nin tek gerçek şekli, belli bir devrim stratejisine 
dayanan halk iradesinin gerçekleşmesidir. Atatürkçülük dışında bir Kuvayı Milliye seçeneği yaratmanın imkanı olmayacaktır. Bunun için ise ayrı ayrı ideolojiler 
ve siyasetleri bir çatı altında buluşmaya değil, herkesi Kemalizme çağırıyoruz.

TÜSİAD solculuğunu ve bölücü yasaları firesiz geçiren milliyetçiliği bu arada tanımış olduk. Burada yazılanları-çizilenleri tekrarlamanın bir anlamı yok. 
Ama TÜRKSOLU sayfalarında yer bulan iki tespiti yinelemenin faydası var.

Birincisi, Türkiye’de sermayenin politikasıyla yanyana gelmekten ve aynı şeyleri savunmaktan çekinmeyen bir sol anlayış oluşmuştu. 

TÜRKSOLU’nun 2. Sayısında bunu “komprador sol” olarak tanımladık. Tekelci sermayeyle aynı “demokratikleşme” perspektifi ve bu perspektif içinde AB süreci savunuluyordu.

Bu yönelişin tek bir sebebi vardır: Belli bir sol anlayış ezilenden yana olmayı ve bağımsız olmayı bırakmıştı. Türk halkının çıkarıyla bu “sol”un çıkarı arasında 
bir uçurum oluşmuştu. Bunlar AB sürecinden, bir Tuncay Özilhan gibi, bir Mesut Yılmaz gibi, bir Ertuğrul Özkök gibi, bir Sakıp Sabancı gibi fayda umuyorlardı. 
AB yurttaşıydılar.

Solculuğu mu bırakacaktık?! Şablonları bırakmayı tercih ettik.

Solculuğumuz içinde bizi Batıyla bağlayan en ufak bir bağ yoktu. Batıdan ezilen halka haydutluktan başka bir şey gelmeyeceğini biliyorduk. AB’ci politikaları 
ve bunun Türkiye’de tekelci-tefeci sermayenin politikası olduğunu teşhir etme yolunu seçtik. Oysa komprador sol Türkiye’deki bu oligarşik ve darbeci sürece 
açıktan destek veriyordu.

İkinci tespit ise “milliyetçiler”e ve “ulusalcı”lara ilişkindi. Bunların tüm uygulamalarında Batı karşısında bir aşağılık kompleksinin esiri olduklarını yazdığımızda milliyetçiliği bir siyaset değil bir ideoloji olarak tanımlıyorduk. Milliyetçiliği basit taktikler haline getirenler yanıldılar. Batıya yanaşarak, ezilen dünyaya karşı Batının yanında olarak millyetçilik yaptıklarını sandılar. Bu arada medyanın TÜSİAD sözcüleri onları Ortadoğu çöllerine savrulmakla tehdit ediyordu. Korktular. Partilerini böldürdüler, iktidarlarını teslim ettiler. Bölücü AB yasalarına hep beraber oy verdiler. Neden?

Çünkü ezilenlerin safında olarak bizim gördüklerimizi, düzen sözcüleri olarak onlar göremezlerdi. Biz solun şablonlarını kırarak “damarlarımızdaki asil kanla” 
övünegelmiştik. Onlar milliyetçiliğin aynı parlamentoları gibi Batıdan ithal olduğunu sanıyorlardı.


<  Attila İlhan:TÜRKSOLU iyi yolda gidiyor,

Aslında, fikir hareketleri içerisinde, ciddi aylık 2 aylık hatta 3 aylık kalın dergilerin önemli bir fonksiyonu vardır. Bu fonksiyon yetişmekte olan yeni nesillerin ideolojik oluşumları açısından, değerlidir. Fakat bu yetmez. 

Dünyanın her yerinde özellikle gençlik kesimi haftalık veya 15 günlük daha çok gazeteye yakın birtakım dergiler çıkarır. Türkiye’de de bu hep böyle olmuştur. 
Çünkü benim ilk yazmaya başladığım dergiler, Gün dergisi mesela, Türkiye Sosyalist Partisi organıydı. Tabloid bir gazete boyundaydı. Öyle çıkardı. Ve haftalık bir dergiydi. Esat Adil Bey ne yapar yapar her hafta o dergiyi çıkarırdı, o kötü şartlar altında. Ondan sonra da başka çıkan dergilerde mesela yığın dergiside ki o da bir Sosyalist Partisi’nin organıydı, o da aynı şekilde tabloid böyle bir dergi karakteriydi. Daha sonra çıkanlarda, Yön öyle bir dergiydi. 

Bu tür dergilerin her zaman çok büyük bir fonksiyonu ve yararı olmuştur. TÜRKSOLU böyle bir ihtiyacı karşılamak için, çok elverişli bir zamanda ve elverişli bir ortamda çıkmış oldu. Ve zaten şimdiye kadar ki hareket tarzı ve gelişme seyri de, iyi yolda gittiğini gösteriyor. Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda, solun bütününü kapsayacak bir platform içerisinde kendisini göstermesi bir zaruretse bu tür dergilere bunu yaratabilmek için çok iş düşecek. Bu bakımdan başarılarının devamını temenni ediyorum.


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

12 Kasım 2015 Perşembe

Türkiye’yi Batıya bağlamak isteyenler Kıbrıs’ta taviz vermeyi savunuyorlar..





Türkiye’yi Batıya bağlamak isteyenler Kıbrıs’ta taviz vermeyi savunuyorlar..



Erol Manisalı: 

Kıbrıs Türküne verilecek güvencelerin 10 yıl sonra bir anlamı kalmaz

TÜRKSOLU: BM tarafından yeni bir Kıbrıs planı gündeme getiriliyor ve Aralık ayında AB’nin Kopenhag toplantısının gerçekleşeceği bir dönemde gündeme getiriliyor. Tüm bu planların şimdi ve bu içerikle gündeme gelmesi ne anlama geliyor?

Erol Manisalı: Plan bir kaç açıdan yanlışlıklar içeriyor. Birinci yanlış şu: plan Kıbrıs’ın AB’ye girişine yönelik bir plan. Türkiye AB’ye giremediği sürece planın hiç bir anlamı olmaz.

Benim deyimime göre bu plan yürüyen bir filin üzerine ev yapmaya benziyor. Türkiye’ye ve Kıbrıs Türklerine verilecek bir güvencenin beş on yıl sonra hiçbir anlamı kalmaz. Çünkü AB, Avrupa Birleşik Devletleri’ne dönüşüp, tek vatandaşlık, tek sınır, tek ordulu bir yapıya kavuştuğu zaman, Türkiye’ye verilen güvenceler otomatik olarak ortadan kalkacaktır.

Örneğin orada bir miktar Türk askeri bulundurma hakkımız olsa, Avrupa ordusu kurulduğu zaman, Kıbrıs da Avrupa Birleşik Devletleri’nin bir parçası olacağı için, Türk askeri Kıbrıs’ta tamamen yabancı askerlere dönüşücektir.

Adanın kuzeyine şu kadar Rum yerleştirilecek, adada şu kadar Türk olacak gibi maddeler gelecekte tamamen anlamsızlaşacak çünkü Avrupa Birleşik Devletleri’nde serbest dolaşım hakkı olacak.

Türkiye garantörlük hakkını istediği kadar korusun bu da önemli değil. Çünkü Avrupa Birleşik Devletleri’nin bir parçası olan toprağa Türkiye’nin garantör olması, Türkiye’nin Teksas’a garantör olması kadar anlamsız, etkisiz ve komik bir durum yaratacaktır.

Sonuç adanın Rumlaşması olacak

Karşımızdaki gücü doğru değerlendirmeliyiz. AB statik durumda olan bir güç değil. Bir Japonya’yla anlaşma yapmıyoruz. Hareket ve değişim halinde olan bir oluşumla yani bir birlikten, birleşik devletlere evrilen bir siyasi yapıyla masaya oturuyoruz. Türkiye Avrupa Birliği’ne alınmadığı ve alınmayacağı için bu anlaşmaların hiçbir anlamı yok. Yok toprak pazarlığı yok şu hakkı gibi tartışmaların hiçbir somut değeri yok. Annan planı da uygulansa, Klerides planı da uygulansa süreç böyle devam ederse sonuç adanın Rumlaşması olacaktır.

Burada şunu görmek gerekiyor. Kıbrıs AB içinde tüm Rumlar ve Yunanistanlılıar için serbest bölge olacak. İsteyen gidip oraya yerleşebilecek. Artı eski mülkleri için dava da açacaklar. Bu davalar Avrupa mahkemelerinde görülecek. Avrupa mahkemesi karar verdiği zaman da bu karar herşeyin üstünde olacak. Avrupa hukuk sistemi içinde verilen güvencelerin anlamı kalmayacatır. Daha bugünden 1959, 1960 anlaşmalarını tanımıyoruz diyen AB, ki bu anlaşmalar ululsalararası antlaşmalardır ve bu anlaşmaların altında bugün de AB üyesi olan iki ülkenin Yunanistan ve İngiltere’nin de imzası ve ABD’nin güvencesi vardır, bugün de pekala Türkiye’yle yapılacak tüm anlaşmaları kendi işine göre çöpe atabilir.

Planlanan anlaşmaya bir madde eklenirse Türkiye için müzakere söz konusu olabilir, her hangi bir anlaşma durumunda Kıbrıs ancak Türkiye’yle birlikte AB’ye üye olabilir şeklinde bir maddeyle Kofi Annan planı tartışmaya açılabilir. Aksi takdirde bu anlaşmayı hiçbir şekilde tartışmamalıyız. Bu şuna benzer, bir orman bir taraftan yanmaktadır, diğer tarafta biz ormandaki bir ağacın kabuklarını inceleyip, tahlil etmekteyiz. Bu bu kadar anlamsız ve saçmadır.

Türkiye’yi Batıya bağlamak için vatan topraklarını vermek istiyorlar

TÜRKSOLU: Türkiye’nin “milli davası” olarak bilinen Kıbrıs’ın, egemen çevreler tarafından “ver kurtul” çerçevesinde ele alınmaya başladığını görüyoruz. Türkiye bu noktaya nasıl geldi?

Erol Manisalı: Türkiye’yi Batı’ya bağlamak için vatan topraklarından taviz verilmesini savunan çevreler dört grup altında ele alınabilir.

Birinci grup, içerideki gayri milli sermaye. Bunlar Kıbrıs meselesini Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’yi içine almayan Batı’ya bağlanabilmek için verilen bir ödün olarak ele almaktadır. Gayri milli sermaye aman bu ödünü, salamın bu dilimini Batı’ya verelim ki, 1989’dan itibaren yürütülmekte olan “sessiz darbe” devam edebilsin, aksamasın. Yazmış olduğum “Sessiz Darbe” kitabında ben Türkiye’yi Batı’ya bağlamak için başlatılan süreci ayrıntılı incelemiştim.

İsmini vermeme gerek yok bazı büyük sermaye çevrelerinin özellikle Kıbrıs konusunda ısrar etmeleri önemlidir. Bu çevreleri temsil eden bir sivil toplum kurumunun başkanı Aralık 2001 yılında “Kıbrıs önemli değildir” diyerek zaten bu çevrelerin fikrini tüm kamuoyuna duyurdu. Bugün büyük sermayeye bağlı medya organlarında Kıbrıs’ın adeta haraç mezat satılmaya çalışılması ve Türkiye’de ve Kıbrıs’taki ulusalcı tüm kişileri aşağılamaları ve karalamaları tıpkı 1919-1923 yılları arasındaki işgal dönemi İstanbul basınını çağıştırmaktadır.

Ne benzerliktir ki o dönemde de çıkarlarını Avrupa’ya bağlayan ve Batı’ya bağlı sömürge yapının bozulmamasını isteyen çevreler ve sözcüleri olan basın, Anadolu’da emperyalizme ve teslimiyetçiliğe karşı direnen halk hareketinin öncüsü olan Mustafa Kemal Atatürk’ü aynı gerekçelerle hain ve eşkiya olarak suçluyordu. Bu gayri milli sermaye çevreleriyle işgal günlerinin işbirlikçileri arasında hiçbir fark yoktur.

Bölücüler ve şeriatçılar Kıbrıs konusunda AB’yi destekliyor

Gayri milli sermayenin yanında Kıbrıs konusunda AB’yi destekleyen ikinci grup ülke içindeki bölücülerdir. Bölücüler de Kıbrıs üzerinden Avrupa’yla işbirliği yapmaktadırlar. Onlar da “Evet Türkiye’nin AB’ye bağlılığı sürekli devam etsin ve bunun sonucu olarak Kıbrıs AB’ye taviz olarak verilsin ki, biz bölücüler ileride Türkiye’de daha rahat hareket edebilelim ve Avrupa’nın desteğini daha rahat alabilelim.” diyorlar. Aksi halde ulusalcı cephe yani Türkiye’nin ulusal çıkarlarını dayatan politikalar koşulları belirlemeye başlarsa içerideki bölücüler de bundan zarar görmeye başlar ve Türkiye bu çevrelerin istediği gibi bölünemez. Bundan dolayı Kıbrıs verilsin ki biz de rahatlayalım gibi bir düşünceyle bölücü çevreler de Kıbrıs’ı kendi amaçları için bir araç olarak kullanmak istemektedir.

Batı’yla birlikte Kıbrıs’ı kendi çıkarları için kullanan üçüncü grup dini siyasallaştırmak isteyen gerici çevrelerdir. Bunlar kendi karşılarında Atatürkçü düşünceyi, ulusalcı çevreleri ve Türk ordusunu gördükleri için Avrupa’yla işbirliği yaparak Türk ordusunu, Atatürkçü düşünceyi ve ulusalcı politikaları ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bu arada Batı’nın istediği Kıbrıs’ı verelim ki Avrupa’yla Atatürkçülüğe ve orduya karşı işbirliğimiz devam etsin. Onlar da bütün televizyon görüntülerinde, gazete yazılarında görüldüğü gibi Kıbrıs’ı bir araç olarak görmektedir.

Gayri milli sermaye çevreleri, bölücü terör örgütleri ve gerici çevrelerin üçü de Avrupa’yla ilişkilerin tek yanlı gelişmesi, Türkiye’ye baskı yapılması ve Avrupa’ya ödünler verilmesini kendi çıkarlarına görmektedir. Kıbrıs’ın verilmesi gerekir ki Avrupa’yla ilişkiler devam edebilsin biz de Türkiye’deki çıkarlarımızı gerçekleştirebilelim gözüyle olaylara bakmaktadırlar.

Dolayısıyla konuşulan konu Kıbrıs değildir. Konu, bu üç grubun amaçlarıyla, Avrupa’nın çıkarlarının örtüşmesi meselesidir. Bunlar örtüştüğü için AB de bu üç grubu Kıbrıs için istismar etmekte ve kullanmaktadır. Tabii bu bugün Kıbrıs olacak öbürgün güneydoğu olacak, bu şekilde AB emperyalizminin talepleri ilerletilecek.

Sömürgeleşme içinde uygarlaşma ve demokratikleşme olamaz

Bir de dördüncü grup diyemiyeceğim ama üç buçukuncu grup olarak nitelendirebileceklerim var. Bunlar konuyu bilmeyen ve iyi niyetli olduklarını varsaydığım bazı aydın çevrelerdir. Bunlar Avrupa Birliği sürecinde Türkiye’nin ilerlemesinin iyi bir şey olduğunu düşünen çevreler olarak, “Kıbrıs meselesi bu süreci engellemesin, demokrasi gelişsin” şeklinde düşünen kandırılmış çevrelerdir.

Bunların göremedikleri şu ki; sömürgeleşme içinde uygarlaşma ve demokratikleşme olamaz. Türkiye’nin verdiği ödünler ve tek yanlı sömürgeleşme ve bağlanma sürecinden halkın yararlanabileceği hiçbir kazanım ve özgürlük olamaz. Kazanım sadece kendi özgür olup toplumun tamamından kopmuş elit bir kesim için söz konusu olabilir. Aydınlarımızın tamamını eleştirmek istemiyorum ancak bu yanlış fikirli insanlar da üç buçukuncu gruba dahil edilebilir.

TÜRKSOLU: Türkiye meşrutiyet dönemlerinde olduğu gibi yeniden bir parçalanma sürecine giriyorsa, Kıbrıs vatan topraklarından koparılacak ilk parça diyebiliriz. Sizce ordu ve ulusal güçler bu sürece uzun süre tepkisiz kalabilir mi?

Erol Manisalı: Kesinlikle kalamaz. Ordu bu konuda duyarlılığını göstermelidir ve gösterecektir de. Ben ordunun bu konuda çok duyarlı olduğuna ve gereken tutumu göstereceğine inanıyorum. Çünkü Kıbrıs meselesi Türkiye üzerine yapılan planların bir parçası. Eğer bunlara tepkisiz kalacaksak, o zaman biz Sevr’i niye yırttık, Kurtuluş Savaşı’nı niye verdik, Lozan’ı niye imzaladık? Bugünkü mantığa göre bunların hiçbirine gerek yoktu, Türkiye bölünürdü, Anadolu yabancı işgali altında kalırdı. Her tarafı yabancı idaresi altına verirdik, sorun çözülürdü. Kıbrıs konusundaki dayatmaları kabullenmek demek, Sevr’i kabullenmek demektir. Ordunun böyle birşeyi kabul edebileceğine inanmıyorum.

TÜRKSOLU: Yunan tarafının, daha önce itiraz ettiği anayasal düzenlemelerin içinde yer almasına rağmen son plana son derece sıcak yaklaşması, kısa vadede AB yapısı içinde sorunun zaten kendi lehlerine çözebilmeyi ummalarından mı kaynaklanıyor?

Şu an varolan durum Türkiye’nin lehine

Erol Manisalı: Tabii. Zaten bugünkü gazetleri incelediğinizde Kofi Annan’ın talebi planı ortaya koyuyor. Bir takvim öneriyor. Taraflara önce anlaşmayı parafe edin, detayları sonra konuşursunuz diyor. Böylelikle Kıbrıs AB’ye kısa süre içinde üye olabilecek. Türkiye’nin de AB’ye girmesi şimdilik mümkün olmadığı için, bir müddet sonra Rumlar ve AB Türkiye’ye dönecek ve bu artık bizim kendi iç meselemizdir, sizin buna karışmaya hakkınız yok diyeceklerdir. Yani şu anda varolan fiili durumu ortadan kaldırıp, yeni bir anlaşmayla Türkiye’yi saf dışı edecek yeni bir uluslararası anlaşma yaratmak istiyorlar.

Şu anda varolan hem fiili durum hem hukuki durum Türkiye’nin yararına. Şu anda Kıbrıs’la ilgili uluslarası metinlerin hepsi Türkiye’nin lehine. Yapılmak istenen daha üzerinde hiçbir anlaşmaya ulaşılmadan, yeni bir metin oluşturmak ve Türkiye’nin lehine olan eski anlaşmaları saf dışı bırakmak. Türkiye’ye şimdi AB’den tarih alması adı altından bu yeni plan dayatılıyor. Eğer Türkiye bu yolda ilerlerse her koşulda kaybedecek olan Türkiye ve Kıbrıs Türkleri olacaktır. Kıbrıs Türkleri AB’ye KKTC’nin vatandaşları olarak değil, tıpkı bugün Batı Trakya’da Yunanistan idaresi altında yaşayan Türk azınlık konumunda girecektir.

TÜRKSOLU: Bu şartlar altında anlaşmanın her hangi bir yanını tartışmanın bile anlamı yoktur diyorsunuz. Yine de biz Kıbrıs yapılan yeni toprak düzenlemelerini ele alırsak, sizce Rum tarafına verilen toprakların stratejik önemi nedir? Türkler’in ekonomik ve askeri varlığını bu toprak tavizleri ne ölçüde tehlikeye atmaktadır?

Erol Manisalı: Toprak tartışmalarında şöyle bir yanıltmaca var. AB’nin amacı Kıbrıs’ın tamamına, bütününe el koymaktır. Şimdi bir takım haritalar ortaya konuluyor ki, Türk tarafı bu toprak meselesi üzerine kafa yorsun, kamuoyu bunlarla uğraşsın ve adanın tamamını AB’ye bağlama planı aksamasın. Bundan dolayı ben toprak meselesini hiçbir şekilde tartışmak istemiyorum. Bu yaratılan Kıbrıs’ın tamamının AB’ye alınması ve dolaylı yoldan Yunanistan’a ilhak edilmesine yönelik yapay bir tartışma.

TÜRKSOLU: AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, milletvekili ve başbakan olmamasına rağmen, Avrupa’da çeşitli temaslarda bulunuyor. Yakında genel başkanlığını da yitirebilir. Ancak AB, ABD ve bütün Batı kendisini muhattap kabul ediyor. Erdoğan’ın ilk açıklaması statükonun ve şahin politikalarının Türkiye’ye zararlı olduğu ve Rum tezlerinin önerdiği Belçika modelinin çözüm olabileceği yönündeydi. AKP ve Batı işbirliğini oluşturan koşullar nedir?

Avrupa Ordunun gücünü kırmak için AKP’yi kullanıyor

Erol Manisalı: Avrupa AKP’yi Türkiye’deki ulusalcı politikaların ve ordunun gücünün kırılması için bir araç olarak kullanıyor. Burada esas soru şudur; AKP kendini kullandırtacak mıdır yoksa kullandırtmayacak mıdır? AKP’nin AB dayatmalarını kendi üzerinden uygulatması, Türkiye’yi tehlikeli noktalara çekebilir. Ben buna ihtimal vermek istemiyorum ancak bu tehlikenin bulunduğunu ve Türkiye’nin bu tehlikeye karşı önlem alması gerektiğini belirtmeliyim.

Bu önlem ise ancak bütün ulusalcı güçlerin aralarındaki kırgınlıkları giderip, bir araya gelmeleri ve bir alternatif oluşturmalarıyla alınabilir. İşçisi, köylüsü, esnafı, ulusal sanayicisi, ulusal aydını ve her kesim bir araya gelmeli, orduyla birlikte Türkiye’ye yönelik tehlikelere karşı durmalıdır. Ancak bugün ulusalcı solda bölünmeler söz konusudur. Yapılması gereken bu bölünmelerin üstesinden gelinmesidir.

Gayrımilli sermayenin sözcüsü gayrımilli medya

TÜRKSOLU: Medya bu konuda AB’nin ve Yunanistan’ın sözcüsü gibi davranıyor. Rauf Denktaş’ı ve “şahinler” dedikleri ulusal kesimleri sürekli karalıyorlar. Kenan Evren’in “biz o toprakların bir kısmını vermek için almıştık” gibi açıklamaları gündeme getiriliyor. Kıbrıs Türkleri’nin Türkiye’den kopmak gibi bir isteği olduğu sürekli medyada işleniyor. Milli dava denen Kıbrıs bir vatan toprağı değil, pazarlık kozu gibi ele alınıyor.

Erol Manisalı: Medyanın bu tavrı doğrudan gayri milli sermayenin tavrının yansımasıdır. Türkiye’deki bu gayri milli medya Türkiye’nin Batı tarafına tek taraflı olarak bağlanmasına hizmet eden bir tetikçiden farklı değildir. Kıbrıs da verilsin, Ege de verilsin, diğer talepler de yerine getirilsin ki Batı’ya tek yanlı bağlanma süreci gerçekleşebilsin istiyorlar. Ben bu medyanın işgal yılları altındaki İstanbul’da İngiliz emperyalizmini tetikçiliğni yapan matbuattan farklı görmüyorum.

TÜRKSOLU: Siz bu süreç Kıbrıs Türkleri’ni Batı Trakya Türkleri gibi bir azınlık topluluğu haline getirir diyorsunuz.

Batı Trakya’dan daha kötü olur Kıbrıs

Erol Manisalı: Tabii. Batı Trakya’dan daha da kötü olur Kıbrıs. Kimse olmaz demesin. Kıbrıs Filistin’in durumuna düşebilir. İç içe geçmiş iki topluluğu yaratılması, Filistin’deki ve Ortadoğu’daki katliamları Kıbrıs’a taşır. Geçmişte Türkler’in nasıl katledildiğini gördük. Böyle bir durumda ise Türkiye hiçbir şey yapamaz çünkü, siz antlaşma yaptınız artık burası Avrupa toprağı denilerek istedikleri politikayı uygulayabilirler. Kıbrıs Filistin gibi bir kan gölüne dönüşürse oradaki Türkler’in kaçabilecekleri tek yer ise Türkiye’dir.

TÜRKSOLU: Ekonomik olarak çok daha güçlü olan Rumlar’ın mülk edinme hakkıyla beraber adaya hakim olması kaçınılmaz bir hale gelmez mi?

Erol Manisalı: Tabii ki bu gelişme engellenemez. Adanın Rumlaşması kaçınılmaz hale gelir. Zaten ada Avrupa’ya bağlanacağı için Rumların açacağı mülkiyet hakkına yönelik her türlü dava onların lehine sonuçlanacaktır. Avrupa mahkemeleri Rumlar lehine karar verecektir çünkü bu mahkemelerde Yunanistan’ın söz hakkı ve kendi hakimleri de olacaktır. Bu kararlara da itiraz edilemez çünkü AB kendi mahkemelerinden daha üst bir karar organı kabul etmez. Hiçbir anlaşma metni bunu engelleyemez. Böylelikle Türkler’in ellerinden her şeyleri alınacaktır.

TÜRKSOLU: Türkiye için en ulusalcı çözüm adanın taksimi midir?

Erol Manisalı: Taksim olarak ifade etmeyelim. Benim her zaman söylediğim birşey var. İngiltere sömürgelerinden çekildi. Kıbrıs’tan da çekildi. Kıbrıs’ta Türkler ve Rumlar adanın tarihsel sahipleriydi. Türkler devletlerini kurdular. Rumlar kendi devletlerini kurdular. Bu iki devletli yapı ve şu anda varolan fiili durum adanın tarihsel gelişiminin doğal sonucudur ve korunması gereken durumdur. Böylelikle adadaki Türkiye ve Yunanistan dengesi de korunabilir. Türkiye’nin tabi burada bazı stratejik çıkarları vardır.

Güneyinde tamamen AB’ye bağlanmış, Yunanistan’ın ve AB devletlerinin üssü haline gelmiş bir Kıbrıs asla kabul edilemez. KKTC varlığını mutlaka devam ettirmelidir. Zaten AB oluşturacağı Avrupa ordusuna da Türk ordusunu almamıştır. Türkiye’yi de AB’ye almak gibi bir niyetleri olsaydı zaten bu sorunlar hiç yaşanmazdı, yarın Türkiye’yi aldıkları zaman Kıbrıs sorunu da hem Kıbrıs, hem Türkiye hem de Yunanistan AB içinde olduğu için kendiliğinden, dengeli bir şekilde çözülmüş olurdu. Bugün koparılan tantana, ver Kıbrıs’ı al takvimi dayatması, AB’nin Kıbrıs’a ve Türkiye’ye yönelik gerçek niyetlerini ortaya sermektedir.

Birleşmiş Milletler diye birşey yok

TÜRKSOLU: BM’nin planının Rumlarla birlikte Türkiye’nin inisiyatifi dışında hazırlandığı ve bugün Türkiye’ye bir dayatma olarak ortaya çıkarıldığı söyleniyor. Bu fikre katılıyor musunuz?

Erol Manisalı: Bu plan BM planı falan değildir. Annan da hazırlamamıştır. Bu Hannay’ın yıllar önce hazırladığı rapordur. Amerika o raporu aldı istediği gibi şekillendirdi. Sonra İngiltere’nin tezgahından geçti. En sonunda da Kofi Annan usulen bir iki cümle ekledi, çıkardı. Plan denilen metin böyle ortaya çıktı.

Bugün Kıbrıs’la başlayan talepler, Güneydoğu’yla devam edecek. Kıbrıs, Ege vesaire gibi konular işin bahaneleri. Mesele Türkiye Batı taleplerini karşılayacak mı yoksa karşılamayacak mı meselesidir. Zaten Birleşmiş Milletler diye birşey yoktur. Orada üç dört tane büyük gücün, Güvenlik Konseyi’nde kendi aralarında dünyayı paylaşım kavgasından başka birşey yaşanmamaktadır. Geri kalanlar figürandır.


http://www.turksolu.com.tr/18/manisali18.htm