21 Yüzyıl Türkiye Enstitüsü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
21 Yüzyıl Türkiye Enstitüsü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Temmuz 2019 Perşembe

Çiprasın Türkiye Ziyaretindeki Hedefleri.,

Çiprasın Türkiye Ziyaretindeki Hedefleri.,



Çipras'ın Türkiye Ziyaretindeki Hedefleri.,

Gözde Kılıç Yaşın  
04 Şubat 2019  

Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın 5-6 Şubat tarihlerinde Türkiye'ye gerçekleştireceği ziyareti, 

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı Gözde Kılıç Yaşın, Sputnik’e değerlendirdi.

       Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın 5-6 Şubat tarihlerinde Türkiye'ye gerçekleştireceği ziyareti, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkanlar ve 
Araştırmaları Merkezi Başkanı Gözde Kılıç Yaşın, Sputnik’e değerlendirdi.
Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras'ın, 5-6 Şubat tarihlerinde Türkiye'ye iki günlük bir ziyaret gerçekleştireceği bildirildi. Yunanistan Hükümet Dimitris Canakopoulos, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın daveti üzerine, Türkiye'yi ziyaret edeceğini söyledi. Erdoğan ve Çipras son olarak Birleşmiş Milletler (BM) 73. Genel Kurulu görüşmelerine katılmak üzere bulundukları ABD'nin New York kentinde, 25 Eylül'de bir araya gelmişlerdi. 
5 Şubat Salı günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Çipras, görüşmenin ardından ortak basın toplantısı ve akşam yemeği gerçekleştirecek. 

Çipras, Çarşamba günü ise Fener Rum Patriği Bartholomeos'u ve Heybeliada'daki Ruhban Okulu'nu ziyaret edecek. Böylece Çipras, Ruhban Okulu'nu ziyaret eden ilk Yunan Başbakanı olacak.

‘ÇİPRAS'IN PATRİKHANE ZİYARETİ ABD'NİN HOŞ TUTULMASI AÇISINDAN ÖNEMLİ'

Çipras'ın Salı ve Çarşamba günleri gerçekleştireceği Türkiye ziyaretini, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı Gözde Kılıç Yaşın, Sputnik'e değerlendirdi. Yaşın'a göre, Çipras, Türkiye'ye ‘siyasi hayatının en zorlayıcı günlerini atlatmanın rahatlığıyla' geliyor:

"Çipras, Makedonya isim anlaşmasını meclise getirme ve parlamento oylamasında da sonuca ulaşmada büyük kararlılık göstermişti. 

Anlaşmanın meclise gelmesinden önce bozulan koalisyon nedeniyle yeniden güven oylamasına giderken, güvenoyu alamasa bile görevine devam edeceğini, 
Avrupa'da böyle 12 hükümet olduğunu, söz verdiği kritik girişimleri gerçekleştirene kadar da seçime gitmeyeceğini söylemişti. Bunların bir kısmının Türkiye'yi de ilgilendiren hususlar olma ihtimalini dikkate almalıyız. Yunanistan Anayasası'nda din ve devlet işlerini tam ve kesin biçimde birbirinden ayıran önemli değişikliklere giriştiğini, değişimi Yunan Kilisesi'nin onayladığını ve desteklediğini biliyoruz. Yunanistan Anayasası'nın 3. maddesi, Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlılığa işaret eder ve değişiklik bu maddeyi de kapsıyor. Fener Rum Patriği Bartholomeos kendisinin görüşü alınmadan, haber bile verilmeden hazırlanan taslağa sert tepki vermişti. Ziyaretin ikinci gününde Çipras Rum Patriği ile görüşecek, gelişinin bir nedeninin Fener Rum Patrikhanesi'nin Yunanistan'daki mal varlığı ve Yunan kilisesi üzerindeki hükümranlığı konusunda güvence vermek olduğunu düşünebiliriz. Patrikhanenin Yunan kamuoyunu anayasa değişikliği hakkında etkileyebileceğini düşünmüyorum, Yunan Kilisesi daha etkili. Ama hem duyulan saygı, tarihi köklere verilen önem hem de Fener'in hamiliğini üstlenen ABD'nin hoş tutulması açısından bu ziyaret önemli. Çipras'ın ateist olduğunu defaatle açıkladığına göre ziyaret de siyasi bir ziyaret olacaktır" 
değerlendirmesinde bulundu.

‘PATRİKHANE MESELESİ TÜRKİYE'NİN DIŞ POLİTİKASINI DA ETKİLİYOR, GÖRÜŞMEDE GÜNDEME GELEBİLİR'

Yaşın "Patrikhane meselesi, Makedonya Ortodoks Kilisesi'nin durumunu da kapsıyor. Zira Makedonya Ortodoks Kilisesi, Sırp Ortodoks Kilisesi'ne bağlıydı 
ama sonra bağımsızlığını ilan etti ama kendi bağlı bulunduğu kilise bu bağımsızlığı tanımadığı için statüsü 60 yıldır —doğru tabir bu olmasa da- belirsiz/boşta kaldı. Şimdilerdeyse, Ukrayna Kilisesi'ni kendine bağlamakla Rus Patrikhanesi ve ona bağlı tüm diğer kiliselerle köprüleri atan Fener Rum Patriği'nin Makedonya Kilisesi'ni de kendine bağlayarak Makedonya'nın yeni kimlik serüvenine ‘katkı' sağlaması bekleniyor. Nitekim Patrik Bartholomeos, 
Sırp kilisesinden önce zaten Fener'e bağlı olduğu yönünde bir açıklama yaparak konuya bakışını göstermişti. Ama Lozan Antlaşması hükümleri uyarınca 
Türkiye, Patrikhane'nin Türkiye'de yaşayan Rumların dini inançlarını yerine getirmesini sağlayacak bir kurum olarak ülkesinde kalmasına izin vermiş, 
herhangi bir kiliseden farklı olmadığı vurgulanmış ve siyasi tüm yetkilerinden arındırılması hususunda da güvence alınmıştır. Başka ülkelerdeki kiliseleri 
tanımanın bu çerçevenin dışına çıktığı, Türkiye'nin dış politikasındaki önceliklerini etkilediği açık. Ukrayna, kilisesini bağımsız olacak sanırken Türkiye'den 
sürece sessiz kalmasını rica ettiğini Ukrayna Cumhurbaşkanı'nın açıklamasından anlıyoruz. —Gerçi şimdi o da kilise mensupları da bağımsız olmadıklarını 
Fener'e bağlandıklarını anladılar.- Çipras'ın Erdoğan'la yapacağı görüşmede bu hususun da yer alma ihtimalini dikkate alabiliriz. Pekâlâ, Yunanistan açısından 
da Makedonya'daki bu kilise konusunda bazı hassasiyetler de olabilir. Örneğin Yunanistan'ın varlığı reddedilen Makedon azınlığı, kimliklerini ifade hakkı gibi 
kendi kiliselerinde ibadet hakkından da mahrumlar ve Makedonya'daki kilisenin Fener'e bağlanması söz konusu olacaksa Çipras, Fener Rum Patriği'nden 
Makedon kimliğinin tanımı konusunda Yunan devletinin çıkarları, Prespa Anlaşması'ndan beklentileri ile örtüşen bir takım koşulların getirilmesi rica edilebilir" diye konuştu.

‘ÇİPRAS-ERDOĞAN GÖRÜŞMESİ, YUNANİSTAN'IN KIBRIS KONUSUNDAKİ POZİSYONUNA İLİŞKİN BİLGİ VERECEK'

"Patrikhane ile ilgili bu iki husus dışında görüşmede Kıbrıs, Ege'deki gerilim, Doğu Akdeniz krizi de gelebilir" diyen Yaşın şöyle konuştu:

"Türk Akımı'na bağlanma istekliliğini bildiğimiz Çipras'ın bu konuya değineceğini de düşünüyorum. 

Kıbrıs konusunda son müzakere sürecinde Anastasiadis'in iki devletli çözümü gündeme getirdiğini, Kıbrıs Türklerinin ve KKTC meclisindeki ezici çoğunluğun tercihi de bu yönde olmasına rağmen bu kez KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'nın, federasyonu gündemde tutmaya çalıştığı, bu tutumunun da KKTC kamuoyunda onun ABD ile bağı olduğu varsayımıyla açıklanmaya çalışıldığını görüyoruz. Türkiye'nin tutumu da Sayın Çavuşoğlu'nun açıklamaları çerçevesinde iki devletli formül ya da konfederasyon seçeneğinin denenmesi yönündeydi. Bu görüşme Yunanistan'ın pozisyonu hakkında fikir verecektir. Konunun Doğu Akdeniz kriziyle zorunlu bağlantılandırıldığı dönemin artık geçtiğini düşünüyorum. Rum tarafı da makul bir anlaşmayla iki devletli formül noktasına yaklaştıysa doğalgaz konusu Kıbrıs konusunun dışında şekillenebilir. 

Kaldı ki bugün de zaten aslında olan bu. Kıbrıs sorunu çözümünün aciliyet gerekçesiyle zorlanacağı zemin, Doğu Akdeniz'deki oldu bittilerle aşılmış oldu. Burada Türkiye, Lübnan ve Suriye'nin dahil olmadığı —Doğu Akdeniz doğalgazının Avrupa'ya ulaştırılması konusunda- bir forum oluşturuldu 
ama sonraki katılımlara da kapı açık bırakıldı. 

Görüşmede gündeme gelebileceğini düşünebiliriz ama Türkiye'nin bu konudaki tüm kıyıdaş ülkelerin uzlaşısı sağlanarak deniz yetki alanları paylaşımı yapılabileceği, kendi kıta sahanlığı üzerindeki hak ve yetkilerini çiğnetmeme tutumundan geri adım atma ihtimali olmadığını belirtelim. Bahsekonu, EastMed hattının da Türkiye'nin kıta sahanlığı üzerinden geçirilmek istendiği, Türkiye'nin tüm bu oldu bittilere kendi kıta sahanlığı ve KKTC'nin Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı'na (TPAO) tanıdığı arama ve sondaj izinleri çerçevesinde KKTC'ye ait bölgelerde sondaja başladığı, Şubat Ayı itibariyle Türkiye karasularını aşarak daha geniş alanda sondaja başlayacağı biliniyor. Görüşmede tarafların kendi pozisyonunu koruyacağını ama iletişim kanalının açık tutulması bakımından da görüşmenin önemli olduğunu söyleyebiliriz. Ege adalarının iskan ve işgali konusunda da taraflar geri adım atmayacaktır, konunun kendileri açısından önemi vurgulanacaktır."

‘LİDERLER, SEÇİM ÖNCESİ GERÇEKLEŞECEK GÖRÜŞMEDE KARŞI TARAFI ZOR DURUMA DÜŞÜRMEMEYE DİKKAT EDECEKTİR'

"FETÖ'cü askerler konusunun artık daha fazla gündem maddesi olacağını düşünmüyorum. Yunanistan bu konuda sonuna kadar diretti… Türkiye aleyhine 
çalışan teröristler için hala daha Yunanistan sığınmak için ilk akla gelen yer. Trump'ın Doğu Akdeniz'de ABD çıkarları için Yunanistan'ın çok önemli görevler 
üstlendiği söyleminin tam ne anlama geldiği, Yunan hava savunma sistemlerinin hangi düşmana karşı ABD tarafından güçlendirildiği de herhalde bu görüşmenin konusu olmayacaktır. Seçim zamanlarında taraflar karşı tarafı güç duruma düşürmeyecek tutum sergilemeye dikkat ederler. Türkiye'deki yerel seçimler devletler arası görüşmelerin konusu/gerekçesi olur mu bilmiyorum ama Çipras'ın da Mayıs ayında erken seçime gitme ihtimali var, gerginlik daha radikal milliyetçi partilerin şu an, —Makedonya isim anlaşması nedeniyle - artmakta olan kamuoyu desteğini biraz daha körükleyebilir. İki liderin samimiyeti ölçüsünde bu konuda destek imasında bulunulabileceğini düşünebiliriz. 

Bu, Türkiye'yi hedef alan söylemler anlamına gelir. Çünkü Yunanistan'da Türkiye'ye kafa tutan güçlü görünür ve bu oy getirir" diye ekledi.

https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/balkanlar-ve-kibris-arastirmalari-merkezi/cipras-in-turkiye-ziyaretindeki-hedefleri

***

20 Aralık 2017 Çarşamba

AKP’nin TSK Üzerine Planları

AKP’nin TSK Üzerine Planları



Sait Yılmaz 
21 Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, 
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi,
24 Ekim 2014 Cuma


Başbakan Ahmet Davutoğlu, Geçen hafta partisinin grup toplantısında yeni İç Güvenlik Paketi'ni açıklarken, önce Kobani’deki çatışmalara ve bu kapsamda bölücü örgütün ülke içinde başlattığı olayları değindikten sonra Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yeniden yapılanma ihtiyacı üzerinde durdu ve sanki bu konuların devamı imiş ya da sorumlularından biri de askerler imiş gibi; diğer tedbirler yanında Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığının da İçişleri Bakanlığı'na bağlanacağını açıkladı. Davutoğlu’nun bu açıklamalarını İçişleri Bakanlığı’ndan aldığı brifing ile ilişkilendirmesi de dikkat çekici diğer bir noktadır. Davutoğlu'nun basına yansıyan açıklaması şu şekilde idi; “Kobani olaylarından sonra ülkemizin her bir yanından gelen seslere cevap verecek paketi hazır hale getirdik. İçişleri Bakanlığı’nın yeniden yapılandırılması… Aldığım brifingden sonra bakanlıklarımızın yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç var. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün etkinliğini ve esnekliğini güçlendirecek tedbirler alacağız. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kendi kurumsal yapısı içinde piramit bozulması olduğunu gözledik. Bunu düzelteceğiz. Bu çerçevede çok önemli bir adım atıyoruz, devrim. Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlıklarımızın atamalarının doğrudan İçişleri’ne bağlanmasıdır. Şimdiye kadar, İçişleri’ne bağlı olmakla birlikte TSK içinde düzenlemeler yapılıyordu. Askeri konular hariç, bütün diğer konularda yetkiler İçişleri Bakanı ve Bakanlığı’na veriliyor. Atama değerlendirme sicil ve birçok konular. Ayrıca bunun beş alana yansıması için de bundan sonra jandarmalarımız İçişleri Bakanlığımızın tayin edeceği özel bir kıyafet giyecekler[1].”Kobani gelişmeleri sonrası hükümet, bölücülere verdiği sözleri tutmaya başlamak için konuyu bir şekilde Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’na bağlamış, Kandil ve İmralı’ya mesaj vermiştir. Bunu yaparken de, kendi mahvettiği polis teşkilatını yeniden yapılandıracağını ve PKK’ya bıraktığı kamu düzenini sağlayacağını gerekçe göstermektedir.

            Neden Jandarma ve neden şimdi?

            Ankara’nın bir yandan demokratik barış çözümü adını verdiği PKK ve siyasi uzantıları ile pazarlıklarının geldiği aşama, Kobani (Ayn el Arap) bölgesi ile ilgili PKK’nın 81 ilin 35’inde başlattığı ayaklanma provası, diğer yandan “PYD ve PKK aynıdır” diyen Cumhurbaşkanı açıklamasından kısa süre sonra hükümetin ABD’nin baskısı ile Kobani bölgesine yardıma onay vermek zorunda kalması ve bunu sanki dostumuzmuş gibi Barzani ile ortak bir çaba gibi göstermek istemesi, iç kamuoyuna yönelik yeni bir algı yönetimi başlatmasını gerekli kılmıştı. Bu yüzden İmralı ve Kandil ile sıkı ilişkilerini bozmak istemeyen hükümet, Kobani’ye yönelik ayaklanma girişimlerinin sorumlusu olarak cemaat, Gezi Parkı, muhalefet partileri gibi olmadık adresleri hedef gösterirken, yeni güvenlik paketi ile bir yandan süregelen hukuksuzlukların daha da geniş bir manevra sahası edinmesinin önünü açmakta, diğer yandan önümüzdeki dönemde beklenen gelişmelerin önünde engel olma potansiyeli yüksek olan askerlere yönelik yeni girişimleri bu olayları önlemeye yönelik tedbirler gibi göstermektedir. Esasen Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığı gibi TSK unsurlarının İçişlerine Bakanlığı’na bağlanması uzun zamandan beri hükümetin zamanlama için fırsat beklediği bir girişim idi. Öncelikle hemen hatırlatalım ki bu kuvvetler zaten İçişleri Bakanlığı’na bağlı ama yeni düzenleme ile atama ve sicil işlemleri de bakanlığa ait olacak. Peki, nedir bu değişikliklerle hükümetin yapmak istediği? Önce bu gelişmelerin arkasındaki gerçek nedeni açıklayalım.

            Hükümetin MİT Müsteşarı aracılığı ile PKK ve İmralı ile yaptığı görüşmelerin Oslo’da ortaya çıkan sonuçları tarafların taslak bir plan üzerinde anlaştıklarını, hatta birkaç protokolün hazırlandığını göstermişti. 2007’den itibaren kendi eli ile Kürt devletini kurmak için KCK’nın içine sızan MİT, bu yapının varlığını da uzun süre kamuoyundan gizlemişti. Ancak, 2010 yılında polis ve adalet sistemi içindeki cemaat yapılanmasının başlattığı KCK operasyonları, hem bu yapının kötürümleşmesine hem de içindeki suça başlamış MİT elemanlarının deşifresine yol açtı. Böylece, Oslo protokollerinin gereği olan sözde barış planının uygulanması da ertelenmişti. KCK soruşturması kapsamında 13 Ocak 2012 tarihinde BDP Diyarbakır İl Başkanlığı’nda yapılan aramalarda, MİT heyeti ile Öcalan arasında yapılan 5 ayrı protokole yönelik belgeler ortaya çıkmıştı. Operasyonda ele geçirilen protokollere göre; yeni anayasa yapılması, değişmez maddelerin olmaması, MGK’nın kaldırılması, askeri vesayete son verilmesi, Genelkurmay’ın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması, TMK, TCK, CMK’da değişikliklerin yapılması, yerel yönetimlerin özerkleştirilmesi gibi öneriler yer almaktaydı. Protokole göre; yerel yönetimlerde demokratik özerkliğe geçilmesi, Kürtçe anadilde eğitim, karşılıklı af uygulanması, Öcalan’ın ilk aşamada ev hapsine çıkarılması, koruculuğun lağvedilmesi öngörülüyordu. Ayrıca mahkeme kararıyla tutuklanan KCK sanıklarının serbest bırakılması sözü veriliyordu. Protokollerin öngördüğü ana hususlar şunlardı;

            - Demokratik özerklik statüsünün sağlanması,

        - Kürt kimliğinin yeni anayasada yer alması, Kürtçe’nin ikinci resmi dil olarak kabul edilmesi.

            - Önderliğin (Öcalan) ilk aşamada ev hapsine alınması,

            - Önderliğin özgürce, toplumsal ve siyasal yaşama katılması,

            - Gerillanın silahsızlandırılması, mevcut yasalar çerçevesinde toplumun öz savunma gücü ya da yeni bir statüyle demokratik çözüm içinde varlığını koruyacak bir yapılanmaya kavuşması.

            Ancak,Öcalan’ın “yol haritasında” istenenler ve MİT-PKK “mutabakat metninde” imza altına alınan hususlar ise şu şekilde idi[2];

            - Öcalan Yol Haritası’nda PKK’nın silah bırakmasını değil “öz savunma gücü olarak” Kürtlerin koruma gücü olmasını istiyor. MİT’in “mutabakat metninde” bu istek kabul ediliyor.

- Öcalan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, Yeni Anayasa Komisyonu kurulmasını istiyor, bu istek MİT’in imzaladığı protokollerde aynen kabul ediliyor.

- Öcalan KCK sanıklarının serbest bırakılması talep ediliyor, MİT bu talebi de aynen kabul ediyor.

- Öcalan Demokratik Özerklik statüsünün sağlanması talep ediliyor, MİT mutabakatında bu talep de aynen kabul ediliyor.

- Öcalan kendisinin ilk aşamada ev hapsine alınmasını sonra da özgürlüğe kavuşmasını istiyor, MİT bunu da kabul ediyor.

- Öcalan çözüm için operasyonların karşılıklı durdurulmasını istiyor, MİT bunu da kabul ediyor.

- Öcalan KCK yapılanmasının legal statüye kavuşturulmasını istiyor, MİT bunu da kabul ediyor. Muhtemelen bunun için de KCK operasyonlarına karşı çıkıyor. Dahası, iddialara göre bölgenin KCK’ya devredilmesi de kabul ediliyor.

Görüldüğü gibi Öcalan ve PKK ile yapılan görüşmelerde MİT, PKK’ya silahları bırakmayı kabul ettirememiş, aksine PKK’nın “öz savunma gücü” olarak bölgede polis olarak konuşlandırılmasını kabul etmiştir. MİT, PKK’nın “özerklik” talebini AB Yerel Yönetimler Şartı noktasına bile çekememiştir. Bu zabıtlardan çıkan net sonuç şu: MİT bölgeyi PKK’ya teslim edecek ve PKK militanlarına da “öz savunma gücü” olarak bölgeye dönüşüne izin vererek yerel polis gücü olarak maaş bağlayacaktır.Nitekim kısa süre sonra Jandarma Genel Komutanlığı’na Güneydoğu Anadolu’daki bütün birliklerinin arama-tarama faaliyetlerini durdurarak sadece nokta operasyonu yapın emri verildi.İşte şimdi yukarıdaki planın hayata geçmesi yani öncelikle bölgenin PKK’nın inisiyatifine geçmesinin, bölgedeki Türk askeri varlığına son verilerek onun yerini PKK’nın alması için, PKK ile kırsalda mücadelenin asıl sorumlusu olan Jandarma’nın bölgeden çekilmesi gereklidir. Bunun için de komutanlarından değil, siyasi iktidardan emir alan, tıpkı polis gibi siyasi iktidarın güdümündeki sivil İçişleri Bakanlığı ve valinin sicil ve ceza sistemi ile hareket eden yöneticilere ihtiyaç vardır. Böylece siyasi iktidar ve onun seçtiği kamu yöneticileri, Jandarma ve Sahil Güvenlik unsurlarını istedikleri gibi yönetebilecekler, istedikleri bölgeden çekebileceklerdir. İşin özeti Jandarma Bölge Komutanlığı’nın atama ve sicil yönünden de İçişlerine Bakanlığı’na bağlanması, Türkiye içinde özerk Kürt yönetim bölgesinin ilk ve en önemli adımıdır. Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın açıkladığı gibi yaklaşık 1,5 ay önce karşı tarafa verilen bir sayfalık ve 6 maddelik bir eylem planı var[3] ve hükümet ilk adımı atmak istemektedir.

Sırada neler var?

             Hükümetin Jandarma ve Sahil Güvenlik üzerindeki oyunları bunlarla da sınırlı değildir. Hükümetin diğer uzun vadeli hedeflerini sıralayalım;

- Mevcut yasalara göre, jandarma da kolluk kuvveti kapsamındadır. Yani, savcı operasyonlarda jandarmadan da yardım alabilir. Nitekim Adana’da MİT TIR.larının suçüstü yakalanmasında Jandarma böyle bir işleve sahipti. 25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonunda ise soruşturmayı yürüten savcılık emniyet mensuplarının operasyon yapmaması üzerine, askerden destek istemişti. Ancak bu destek talebi gerçekleşmedi. AKP Hükümeti’nin, ileride bu tür durumların yaşanmaması için, jandarmayı da siyasi iradeye bağlamak istemektedir. Özetle AKP, AK Jandarma kuruyor[4].

- Yeni yasa ile Jandarma Ge­nel Ko­mu­ta­nlığı kad­ro­su or­ge­ne­ral­lik­ten korgeneral­li­ğe dü­şü­rü­le­cek, ön­ce MGK’­dan dış­la­na­cak, son­ra İçiş­le­ri Ba­kan­lı­ğı müste­şa­rı­na bağ­la­na­cak. Jandarma Karargâhı, bey­ni ve ar­şi­vi yok edi­le­cek. Ba­zı il jandar­ma ko­mutan­lık­la­rı ge­ne­ral kad­ro­su­na çı­ka­rı­la­cak, rütbe ve terfiler tıpkı poliste olduğu gibi siyasi eğilimlere göre ulufe gibi dağıtılacak, sürgünler ve keyfi tayinler yapılacak, bu da den­ge­yi bo­za­cak. Dev­le­tin, hal­kıy­la yegâne ir­ti­ba­tı, gö­zü ve ku­la­ğı olan ka­ra­kol­la­rın ba­zı­la­rı ka­pa­tı­la­cak. Hem dev­le­tin hem de Si­lah­lı Kuv­vet­le­r’in istihba­rat gü­cü önem­li öl­çü­de za­yıf­la­ya­cak[5].

            - AKP’nin 2023, 2053 ve 2071 hedeflerine Atatürkçü bir ordu ile ulaşması mümkün değil, bu yüzden uzun vade için alternatif bir ordu yani AK Ordu’nun hesapları yapılıyor. TSK üzerinde son yıllarda oynanan casusluk, fuhuş vb. komplolar yolu ile birçok subayın tasfiyesi yanında, askeri eğitimin de değiştirilmesi ile uzun vadede Ak MİT’ten sonra Irak ve İran’daki Devrim Muhafızları benzeri Ak Ordu hedefine ulaşılacaktır.280 bin personeli bulunan Jandarma Genel Komutanlığı’ndan oluşturulacak AK Jandarma, bu ordunun gelecekte nüvesi olabilir. Jandarma’nın İçişleri Bakanlığı’na bağlanması durumunda, başına Emniyet Genel Müdürlüğü’nde olduğu gibi bir vali ya da üst düzey bürokrat atanabilecektir.

Peki, bütün bunlar olurken Genelkurmay Başkanlığı ne yapıyor? Siyasi iktidar ile askerlerin, ne terörle mücadele ne de Ortadoğu’daki gelişmeler özellikle son Kobani gelişmeleri konusunda aynı düşünmedikleri pek çok kez taban tabana zıt oldukları kesindir. Genelkurmay Başkanlığı, mümkün olduğu kadar az ve düşük tonda görüşlerini açıklayarak, devlet olma kültürü içinde hareket etmeye özen gösterirken, ne yazık ki muhalefet partileri ve diğer düşünce odaklarından da beklenen tepkiler gelmemektedir. Örneğin,  Peşmerge'nin Türkiye'den Kobani'ye geçişi için TSK, "Bu konunun muhatabı biz değiliz'' derken adres olarak Dışişleri'ni işaret etmişti. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz ise, "Benim haberim var. Ben askerin bakanıyım[6]" diyerek arabesk bir tavır ortaya koydu. Başbakan Davutoğlu’nun Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’na ilişkin açıklamaları konusunda ise Genelkurmay Başkanlığı ile yazılı açıklama yaparak konuyla ilgili görüşlerin Başbakanlığa bildirildiğini beyan etti. Genelkurmay’ın Başbakanlığa gönderdiği görüş yazısında, “Düzenleme için uygun ortam olmadığı, şu anda bu yönde bir düzenlemenin yapılması güvenlik zafiyeti oluşturacağı” şeklinde ifadelerin yer aldığı öğrenildi[7]. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in kişiye özel ibaresiyle Başbakan Ahmet Davutoğlu’na gönderdiği yazıyla ilgili medyaya yansıyan bilgilere göre, Jandarma personelinin atama yetkisinin İçişleri Bakanlığı’na bağlanmasıyla[8];

            - Teşkilatın siyasi etkilere açık hale gelebileceği, askeri hiyerarşiye göre yapılanmış Jandarma’nın, askeri teamüllerden uzak siviller tarafından atama ve sicil bakımından değerlendirilmesinin sağlıklı olmayacağı,

            - Doğu ve Güneydoğu’da PKK ile mücadele eden birliklerin çoğunlukla Jandarma ve Kara Kuvvetleri personeli karmasından oluşması nedeni ile Jandarma’nın İçişleri’ne bağlanması durumunda emir komutada ciddi boyutta aksaklıklar yaşanabileceği,

            - Özellikle Sahil Güvenlik Komutanlığı’nda uzman personel sıkıntısı doğabileceği, Jandarma’nın İçişleri Bakanlığı’na bağlanmasıyla bir savaş halinde TSK personelinde yaklaşık 200 bin kişilik bir azalma olacağı endişeleri dile getirildi.

Bizce bu endişeler gayet haklıdır ve ilgili komutanlıklar asayiş görevleri dışında da özellikler askeri muharip kapsamda barışta ve savaşta önemli rollere sahiptir ve bu görevlerin yerine getirilmesinde de sivil ve siyasi bir yönetici bağlı olunması önemli zafiyetler teşkil edecektir. Bugün için her ne kadar personel kaynağının yine TSK.dan karşılanacağı öne sürülse de bu hükümet etme anlayışı ile zamanı gelince gerek personel alımı gerekse komuta kademelerinin oluşturulmasında siyasi tasarrufların önünün açılacağını tahmin etmek zor değildir. Avrupa Birliği reformları sonrası Yunanistan’da hükümetin sırf kendi siyasi görüşüne uygun diye emekli olmuş generalleri ve subayları tekrar komuta kademelerine getirdiğini unutmayalım. Genelkurmay’dan gelen yukarıdaki görüşlere rağmen hükümetin, jandarmanın İçişleri Bakanlığı’na bağlanması konusundaki düzenlemeyi iç güvenlik paketine koydu[9]. Bu durum Ankara’da, Jandarma krizinin yaşanmasına yol açtı. Düzenlemenin iç güvenlik paketine konulduğuna yönelik de askerlere bir bilgi verilmemesi, krizin daha da derinleşmesine yol açtı. Özetle, Genelkurmay’ın düzenlemeye karşı çıktığı, hükümetin ise güvenlik paketi ile konuyu oldu-bittiye getirmeye çalıştığı anlaşıldı.

Sonuç; AKP’nin Ak Jandarma ve AK Ordu Planı’na dur denilmelidir..

2011 yılında AKP Milletvekili Hüseyin Çelik, partisinin sözcüsü olarak, Türkiye için öngördükleri ileri demokratik adımları medyaya şu şekilde açıklıyordu[10]; Genelkurmay’ın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması, 35’inci maddenin kaldırılması, Yunanistan ile Balkanlar’dan gelen tehdit algısına karşı kurulan Ege Ordusu ve 1’inci Ordu’nun kaldırılması, TSK.da verilen askeri eğitimin değiştirilmesi. Nitekim 35’inci madde yukarıda açıklandığı gibi kaldırıldı. Çelik’in 2023 yılına kadar tamamlanacağını işaret ettiği 15 maddelik eylem planı içinde yukarıdakilere ilave olarak öne çıkan diğer hususlar şunlardı: Jandarmanın yapısı, konumu ve görev tanımının değişmesi, profesyonel orduya geçiş, askerlik süresinin kısaltılması, zorunlu askerliğin kaldırılması, OYAK’ın varlığı ve işlevinin gözden geçirilmesi. Türk toplumu ve TSK, sinsice oynanan bu plana dur demediği takdirde sadece Güneydoğu’yu kaybetmekle kalmayıp, daha geniş tasfiye operasyonları ile Jandarma’dan sonra Cumhuriyet rejimin en önemli kalesini de kaybedebiliriz. Önümüzdeki dönemde Çelik’in bahsettiği planın yeni adımlarını göreceğiz, silahlı kuvvetlerin ana unsurları ve kurumları tek tek elinden alınmakla kalmayıp, bunların kabiliyetleri ve personel sayıları da azaltılacak. Her şeyden önce Türk milleti artık olup-biteni görmeli ve bütün bunlara dur diyebilmelidir. Sakın Türkiye’de muhalefet partileri olduğunu düşünmeyin, onlardan bir medet ummayın.

[1]Hürriyet: Başbakan Davutoğlu: Jandarmanın Kıyafeti Değişecek, (21 Ekim 2014).

[2]Emre Uslu: Analiz, (15 Şubat 2012). http://www.aktifhaber.com/mit-osloda-bolgeyi-pkkya-teslim-etmis--559986h.htm

[3]Star:Bülent Arınç'tan 'Öcalan'a sekreterya' açıklaması! (23 Ekim 2014) http://haber.stargazete.com/politika/bulent-arinctan-ocalana-sekreterya-aciklamasi/haber-955883

[4]Taraf: Hükümete bağlı 'özel jandarma',(21 Ekim 2014).

[5]Sözcü: Jandarma’ya PKK balyozu vuruyorlar, (Ekim 23, 2014).

[6]Hürriyet: Ben Askerin Bakanıyım, (21 Ekim 2014).

[7]Türkiye:Genelkurmay'dan Jandarma açıklaması, (22 Ekim 2014).

[8]Uğur Ergan: Askerin 3 Endişesi, Hürriyet, (24 Ekim 2014).

[9]Taraf: Hükümete bağlı 'özel jandarma', (21 Ekim 2014).

[10]Radikal: En Batıdan En Doğuya Sivilleşme Hamleleri, (01 Eylül 2011).

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/2014/10/24/7836/akpnin-tsk-uzerine-planlari

***


1 Şubat 2017 Çarşamba

Üç Tarafından Kürdistan ile Kuşatılmış Türkiye!


Üç Tarafından Kürdistan ile Kuşatılmış Türkiye! 





Yazar: Ümit Özdağ 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 


PKK ve BDP’li temsilcilerin saldırganlıklarının arttığı bir dönemden geçiyoruz. AKP Hükümeti, PKK ve BDP’lilerin politikaları ve eylemleri için özürler ürettikçe PKK/BDP’nin saldırganlıkları azalmayacak artamaya devam edecektir. Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, “Katılımların yüksek olduğu kanaatinde değiliz. Bu katılımların amacının ölecek veya öldürecek nitelikte değil başka amaçlarla 
olduğunu biliyoruz. Gelecek kaygısı. Yani dağa çıkışlar eskiye oranla daha nitelikli bir hal aldı” diyerek PKK/BDP adına özür dilemektedir.[1] 

PKK’ya katılımların gelecek endişesi ile yapıldığı ifadesi, gelecekte PKK’nın Güneydoğu Anadolu’da insanlara iş ve aş verebileceğinin de dolaylı ifadesidir. 

Bir BDP milletvekili, Türkiye’nin üç tarafı “Kürdistan ile çevrili” diyerek, adeta, sadece Suriye, Irak ve İran’ın değil, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ı da yok saymaktadır. Bu saldırgan yaklaşım, aslında Türkiye’de yaşanan meselenin de bir insan hakları ve demokrasi meselesi değil, toprak ve egemenlik meselesi olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Esasen, PKK/BDP’liler, sadece 
Türkiye’nin güney ve doğu sınırları dışında bir Kürdistan’dan bahsetmemekte yetinmemekte, Iğdır-Sivas-Mersin arasında kalan coğrafyayı da Kürdistan olarak, büyük Kürdistan’ın parçası olarak görmektedirler. PKK’nın Türkiye’den koparmayı hedeflediği coğrafya budur. Bazı PKK’lı/Kürtçü stratejistler, Iğdır’a kadar uzanan PKK yayılmasının Rize üzerinden Karadeniz’e açılabileceğini böylece Büyük Kürdistan’ın hep Karadeniz hem Akdeniz’den denizlere açılmasının mümkün olduğunu düşünmektedir. 

PKK’lılar ve Kürtçü teorisyenler, Iğdır, Sivas, Mersin alanının Kürdistan laştırılmasının demografik bir savaş olarak görmektedirler. Öcalan 1989’da şöyle demektedir: “Kürt nüfusu ikiye katlanırken Türkler yerinde sayıyor. Ve önümüzdeki 2000’li yıllara doğru Kürt nüfusunun Türk nüfusunu aşması işten bile değil. Bu çok önemli. Nasıl bir dönem Türkler doğudan Rum asıllı Anadolu’ya doğru akıp halkı Rum olan devlet içinde yer aldılarsa da, hem de saldırı ruhuyla bu topraklarda kendilerine yer açtılarsa, biraz daha değişik de olsa benzer bir tarzda Kürtlerin akışı var. Gene doğudan batıya. Şimdiden İstanbulları 
biliyorsunuz. İzmirler, Adanalar milyonlarca Kürt’e sahip. Hem de en aktif en dinamik kesimler… Türkler ise biraz rehavette!”[2] 

Bu yaklaşım ile hareket eden PKK/BDP geleneği şimdi şöyle demektedir: Iğdır’da
ister Azeri ol ister zenci Kürdistan’da yaşadığını bileceksin. BDP’nin Iğdır’da belediye seçimlerini kazanmasından hemen sonra BDP’nin önde gelen temsilcilerinden birisi Pelvin Buldan, 29 Mart seçimlerinde Kürdistan' sınırlarını belirledik. Yani, Van'ı aldık, Siirt'i aldık, 86 yıllık geleneği bozarak Iğdır'ı aldık” amaçlarının ne olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur.[3] 

AKP Hükümeti, PKK açılımı sürecinde almış olduğu kararlar ile Başbakan Erdoğan adını vermediği bir “ Tek Millet ”ten bahsetse de ayrı bir “ Kürt Milletleşmesi ” sürecini güçlendirmektedir. AKP tarafından demokratikleşme adı altında atılan her adım “etnik kimliğin kurumsallaştırılması” sürecinin bir parçasıdır. 

Kısa vadede AKP’nin attığı etnik hakların kurumsallaştırılması televizyon, Kürtçe eğitim, Dersim söylemi, “devlet haksızlık yaptı özür dileyelim” politikaları sahte bir rahatlama sağlayacak, ancak etnik kimliğin kurumsallaştırılması ülkemizi bir arada tutan Türk milli kimliğini eritecek ve nihayet Türkiye’de iki milletli bir yapıya dönüşülecektir. 

Ayrı milletleşme sürecine giren ve demografik savaş duygusu ile hareket ettirilen bir yapının varacağı nokta son kertede kişi başına milli gelirin Avrupa’da birinci olduğu Belçika’da Valonlar ile Flamanların vardığı noktadan çok farklı olmayacaktır. 

Üstelik, Irak parçalanmış kuzeyine bir Kürdistan yerleştirilmiştir. Şimdi Suriye parçalanmakta ve Kuzeyine bir Kürdistan yerleştirilmektedir. Bunu İran’ın parçalanmasının izlemesi hedeflenmektedir. AKP Hükümetinin izlediği ayrı milletleşme sürecini ile Türkiye’nin milli birliği ve toprak bütünlüğünü muhafaza etmesi mümkün görünmemektedir. 

Bugün PKK’nın ulaşmış olduğu nokta PKK’nın gücünden değil, Türkiye’yi yöneten kadronun PKK ile mücadele etmemesinden kaynaklanmaktadır.Bundan dolayı mevcut kötü gidiş bir süre daha devam edecektir. Türkiye dibe vuracaktır. Bu arada PKK’nın şımarıklığı artarak devam edecektir. Ancak sonunda Türk Milletinin büyük bir bölümü (Hepsi değil. İstiklal Harbi’nde de hepsi katılmadı. Daha kötüsü düşman yanında yer alanlarda vardı. Bugün ihanet içinde olanlar kimin çocukları zannediyorsunuz.) ülkenin ve milletin bölünme noktasına geldiğini gördüğü an arkalarında en çok % 6 destek olan PKK’lılar ile nihai bir hesaplaşma içine gireceklerdir. Bu hesaplaşma sonucunda Türkiye’nin üç tarafı 

Kürdistan mı yoksa ne ortaya çıkacaktır. 

[1] http://siyaset.milliyet.com.tr/-herkes-tef-gibi-gergin-/siyaset/ydetay/1741273/default.htm 
[2] İki Bine Doğru, 22.10.1989 
[3] Habertürk, 28 Nisan 2009, “Kürdistan’ın sınırlarını çizdik” 

http://www.21yyte.org/ adresinden 31.07.2013 10:57 tarihinde indirilmiştir


***